@suu_bay
|
Bu esnada Melek, ses çıkarmadan saray koridorunda dikiliyor ve doğruca zindana gitme korkusuyla gelecek haberi bekliyordu. Kısa süre sonra aynı adam koridorun başında belirmiş ancak bu kez eskisinden daha öfkeli görünüyordu. "Gel" dedi Zağanos sert bir sesle ve oğlanın kendini takip ettiğini görür görmez geri dönüp yürümeye başladı. Melek, bir yandan adamın adımlarını takip etmeye çalışıyor diğer yandan az sonra söyleyeceklerini tekrar ediyor doğru kelimeleri buldurmaya çalışıyordu. Derken kendini iki kanatlı genişçe bir kapının önünde bulmuştu. Yanındaki adamın işaretiyle kapı açılmış ve yine onun adımlarını takip ederek içeri girmişti. Neredeyse bir ev büyüklüğünde geniş bir odanın tam karşısında genç bir adam oturuyor ve sorguyla kendine bakıyordu. Emin olmak isteyerek birlikte geldiği adama dönmüş o ise çoktan odanın görünmeyen bir köşesinde yerini almıştı. "Anlat kimsin? Nereden gelir nereye gidersin?" dedi genç Sultan gözlerini dikkatle dikerek ve dinlemeye başladı. "Ben bir müneccimim." "Müneccim" diye yineledi, Zağanos'a kısa bir bakış atıp sürdürdü "hocan kimdir?" "Hocam mı?" "Hocan" diye yineledi "Matematik öğrenmeden, yıldızları gözlemeden geleceği tayin edecek değilsin ya." "Dinlerim. Yıldızlar ne anlatırsa onu dinler ve onu derim." "De o halde ne anlatırlar?" "Hedeflediğiniz toprak sizin olacak" diye söze girdi ciddiyetle "Kolay değil elbet engeller düşecek karşınıza ancak her şey bittiğinde size ait olacak." "Hangi topraktan bahsedersin?" Konstantiniyye demek için ağzını açtıysa da sustu. Zira henüz fetih hazırlıkları yeni başlamış ve Sultan Mehmed hazırlıkların duyulmaya başladığını düşünerek işleri hızlandırabilirdi. Her şey tam vaktinde olmalıydı. "Bir kanıtım var. Şayet şimdi değil ancak önce bir söz almam lazım" dedi çekinerek aynı anda Zağanos'un bir ayağı ileri gitmiş ancak Sultan'ın uyarısıyla durmuştu. "Ne sözü" diye sordu meraka karışan bir alayla. "Şayet söylediklerime inanmazsanız beni zindana atın." "Can korkusu işte Zağanos" alayla güldü "baş der girer zindan der çıkar" yeniden karşısındaki oğlana dönmüştü ki Melek derin bir nefes aldı ve saçlarını gizleyen kumaşı çözmeye başladı. Aynı anda odadaki iki adamın da bakışlarında bir şaşkınlık belirmiş ve paşa gözlerini hızla yere eğmişti. Kumaşın içine sakladığı kâğıt parçasını hızla avucunun içine alıp saçlarını yeniden fakat bu kez bir kadın gibi örtmüştü. "Ben kadın halimle başımı ortaya koyacak kadar cesur davrandım" Sultan'ın gözlerinde takdir belirmişti "Siz de büyük bir sultan olacağınızı gösterin. Sabrınızı sınayın" elinde tuttuğu kâğıdı uzattı "toprak sizin olduğunda açın ve okuyun. Daha erken değil." "Nedir bu?" elinde tuttuğu kâğıdı ilgiyle inceliyordu." "Yıldızlar" dedi sahip olduğu tüm ciddiyetle ve kâğıda baktı "ümit edildiği gibi büyük bir Sultan olup olmayacağınızı merak ediyorlar." "Yıldızlar?" "Yıldızlar" ve ekledi "savaş bitene dek kâğıdı yanınızdan ayırmayın." "Bunun bir büyü olmadığını nereden bileceğim?" "Belki de öyledir. Kâğıdı açan savaşta başarısız olacak olan taraftır ya da tam tersi" gülümsedi "Bu sadece bir sabır sınavı." "Bu yıldızlar" dedi işaret parmağını havaya kaldırarak "kim oluyor da beni test ediyor? Hem de böyle saçma sapan bir şekilde." "Onlar yol gösterici." "Öyle mi" yüzünü buruşturarak ekledi "Deli." Hemen ardından gençliğin verdiği coşkuyla gözlerini kocaman açmıştı "Bu sınavın bir mükafatı var öyle değil mi?" "Kesinlikle." "Nedir?" "Bir gelecek pusulası." "Sana neden ihtiyacım olsun ki? Üstelik bana gerçek bir kanıt bile sunmazken." "Kanıt" diye yineledi kaşlarını kırıştırarak ve gözlerini bir şeyler duyuyormuş gibi ilgiyle pencereye çevirdi. Avni demeyi düşündü ancak ilk şiirini ne zaman yazdığını bilemediğinden hemen caydı. Fethi andıracak bir şey de diyemezdi. Derken aklına düşen bir fikirle gözleri pencerede konuşmaya başladı. "Devletimiz zor zamanlar geçiriyor, gelin birlikte yönetelim" boş bakışlarla Sultan'a döndü "Siz sarayda ben ordunun başında." Aynı anda Zağanos'un da gözleri şaşkınlığa karışan bir anlamazlıkla Melek'e dönmüş ancak Sultan'ın sesiyle kendini toparlamıştı. "Bunu kim söyledi?" "Yıldızlar." "Yıldızlar" diye yineledi şüpheyle "gündüz vakti mi?" sorguyla baktı "Başını ortaya koymuştun değil mi?" derin bir nefes alıp seslendi "Ağalar!" "Hayır" diye bağırdı korkuyla "Zindana atın beni! Beklerim vakti gelince anlayacaksınız yalan demem..." bu esnada kapı açılmış ve kapı ağaları içeri girmişti. "Alın götürün bunu" öfkeyle baktı "Zindanda çürümeye bırakın!" * Melek, hayatta kalmanın getirdiği rahatlıkla derin nefesler alarak kendini kapının önünde buldu. Ağalar, karşılarındaki kadına mecbur kalmadıkça dokunmuyor ve kılıçlarının kabzaları ile gideceği yönü işaret ediyordu. Melek koridor boyu hızlı adımlarla hiç bilmediği bir yöne doğru ilerlerken kulağına gelen yabancı bir erkek sesi dikkatini çekmişti. "Vlad" diye haykırdı şaşkınlıkla naif bir o kadar da sevinçli bir erkek. Aynı anda Melek'in başı merakla geri dönüyordu ki ağaların uyarısıyla hızla koridoru döndü. * Bu esnada Sultan yaşadığı şaşkınlıkla tahtından kalkmış ve bir yanıt isteyerek Zağanos'a dönmüştü. Zağanos ne söyleyeceğini bulduramadıysa da onu saraya kendisinin soktuğunu hatırlayarak yanıtladı. "Sultanım yemin ederim ben bir şey demedim. Belki de gerçek bir müneccimdir." "Zor" dedi başını iki yana sallayarak "Sen hiç okuyup yazmayı, matematiği bilen bir hatun gördün mü? Hangi medresede öğrendi de geleceği tayin edecek? Hocasını sorduğumda da yanıt vermedi. Çünkü bir hocası yok." Gözlerini kaygıyla Zağanos'a çevirdi "Seneler önce babama yazdığım mektubu okudu." "Belki bir büyücüdür" gözlerini ilgiyle Sultan'ın elindeki kâğıda çevirmişti "sarayda olması tehlikeli olabilir." "Dışarıda olmasından daha güvenlidir" kâğıdı katlayıp cebine atarken "Ben Sultan Mehmed bu basit sınavı kaybetmem" güldü "ama eğer yalan söylüyorsa o kaybedecek, başını." Derken kapı vurulmuş ve içeri giren misafirin suretini görür görmez Sultan'ın yüzünü sıcak bir gülümseme sarmıştı. Zağanos'a kısa bir bakış atıp dışarı çıkmasını işaret ettikten sonra yeniden misafirine dönüyordu ki genç adam daha fazla dayanamadı ve sıcak bir gülümsemenin önderliğinde konuşmaya başladı. "Mehmed kardeşim." "Vlad" kollarını açarak ilerlemeye başladı "Kardeşim." İki genç sıkıca sarılmış Mehmed'in sorusuyla birbirlerinden ayrılmıştı. "Seni buraya getiren nedir?" "Yardıma ihtiyacım var" diye yanıtladı Vlad sıkıntıyla ve Mehmed'in sorgulayan bakışlarına ithafen sürdürdü "Bir an evvel tahta çıkmam gerekiyor. Bana asker vermelisin." "Tamam" yavaşça Vlad'ın omzuna dokundu "Fetih biter bitmez..." "Ne fethi Mehmed? Vladis Eflak'ı askerleriyle kuşatmış!" Mehmed söyleyecek bir kelime arıyor ancak bulduramıyordu. Gözlerini Vlad'ın çaresiz bakışlarından çekip bir adım geri çekilerek düşünmeye başladı. Vlad ve Radu, Vlad on dört yaşında iken saraya gelmiş ve yıllarca birlikte büyümüş, oyunlar oynamış, eğitim görmüşlerdi. Vlad, çocukluğundan beri tahtın hayaliyle yaşıyordu tıpkı Mehmed gibi. Vlad'ın hayalini amaca çeviren ağabeyi ve babasının ölümüydü, Mehmed'in ise inancı. Ataları defalarca kez denemiş ancak Constantine'yi bir türlü alamamıştı, öyle ki Kur'an'ın müjdelediği Mehmed olmalıydı. Zira Constantiniyye uzun yıllardır ekonomi, asker ve birçok bakımdan ilk kez bu kadar güçsüz bir haldeydi. Mehmed derin bir nefes aldı ve yineledi. ",Olmaz ancak dediğim gibi fetih sonrası istediğin kadar asker alabilirsin." "O zamana kadar Vladis tahta çıkar, halk onu kabul eder" sert bir sesle ekledi "Başka bir şansım yok Mehmed. Şimdi ya da hiçbir zaman." O an iki gencin de gözleri birbirine büyük bir dirençle kenetlenmişti. Çocukluklarında kılıçlarını kuşanıp defalarca savaşmışlarsa da bunu bir oyun olarak görmeyi başarmışlardı. Şimdi ise gözleri ile savaşıyorlardı. Mehmed için devlet her şeyden daha önemliydi, tıpkı Vlad gibi. "Üzgünüm." "Yardım edeceğini söylemiştin" dedi hayal kırıklığı ile. Nitekim Mehmed'in olumsuz yönde salladığı başını görünce daha fazla bekleyecek gücü kalmadı ve öfkeyle dışarı çıktı. O an her şey değişmiş, iki küçük çocuk artık yan yana yürümüyor sınırların karşısında duruyordu. Mehmed, devleti için bir kardeşini daha kaybetmiş olmanın şüphesi içerisinde, Vlad ise bir kez daha terk edilmiş olmanın yaşattığı hayal kırıklığını yaşıyordu. Artık ikisinin de başarılı olmaktan başka çaresi yoktu. Constantniyye ne pahasına olursa olsun fethedilmeli ve o taht elde edilmeliydi.
*Bilinenin aksine "Eğer Padişah siz iseniz geliniz ve ordunun başına geçiniz , yok eğer padişah ben isem size emrediyorum gelip ordunun başına geçiniz" sözleri Fatih'e değil Çandarlı Halil Paşaya aittir. Çandarlı Halil Paşa 2. Mehmed'in ağzından bir mektup yazarak Sultan Murad'a göndermiş ve geri dönmesini sağlamıştır.
* Vlad Dracul (Kazıklı Voyvoda) eflak tahtı için kuzeni II. Vladislav ile mücadele etmiş ve başarılı olmuştu.
|
0% |