Yeni Üyelik
4.
Bölüm

FETİH (1)

@suu_bay

Osmanlı, Sırpların da desteğini alıp o taraftan gelebilecek saldırıları engellemiş ve güçlü bir ordu ile surlara dayanmıştı. Mehmed ordunun ortasında güvenli bir bölgede surları inceliyor askerler ise sabırsızlıkla bir emir bekliyordu. "Yerleşelim" surlarda olan gözleri, parlıyordu.

Birkaç saat içinde yüzlerce Osmanlı çadırı kurulmuş, atlar münasip yerlere bağlanmış, hazırlıklar başlamıştı. Mehmed ise savaş vakti toplantı yeri olarak da kullanıldığından diğerlerinden çok daha büyük olan kendi çadırına ilerlemiş ve kısa süre sonra bir elçiyi içeri çağırmıştı.

"Al bunu" dedi, yuvarlayıp ip ile sardığı bir kâğıdı uzatırken "imparatora götür."

Elçi başını eğerek kâğıdı almış ve aynı şekilde başını eğerek geri attığı birkaç adımın ardından çadırı terk etmişti. Yanıt gelene dek askerler iyice dinlenmiş karınlarını doyurmuştu zira yanıt ancak akşam saatlerinde Mehmed'in ellerindeydi. Elçiye gitmesini söyleyerek kâğıdın sarılı olduğu ipi kesip okumaya başladı. Okuduğu her cümle ile yüzü memnuniyetsizliğe karışan bir takdire bürünüyor zira Konstantin teslim olmayı kesinlikle reddediyordu. Başını rahatlamak isteyerek geri atıp derin bir nefes aldı ve kâğıdı odasını aydınlatan mumun ışığında yaktı.

Çadırından çıkıp kınından çıkardığı kılıcını havaya kaldırırken haykırdı.

"Herkes yerlerini alsın!"

Sultanın emriyle içlerinde müthiş bir heyecan kopan askerler kısacık bir sürede yerlerini almış gelecek yeni emri bekliyorlardı. Nitekim o an Mehmed'in niyeti saldırmak değildi ki görüşünün iyi olduğunu düşündüğü diğerlerinden daha güvenli gördüğü bir bölgeye geçti. Gözlerini başıbozukların yer aldığı tabura çevirdi.

Başıbozuklar diğer askerler gibi eğitimli değildi. Onlar buraya gönüllü olarak gelmiş ancak bunun en büyük nedeni Osmanlı geleneklerine göre savaş sonunda üç gün boyunca şehri yağmalama hakkıydı. Sultan'ın kendilerine döndüğünü gördüklerinde gözleri beklentiyle parıldamaya başlamış gelen emirle surlara koşmaya başlamışlardı.

Başıbozukları havadan gelen oklar karşılamış diğer askerler ise kalkanlarının altına saklanarak korunabilmişti. Askerler kalkanlarının ardından gözlerini bir kez daha genç Sultan'a çevirmişse de o surlara bakıyordu. Artık Roma'nın oklarının etkisinin nasıl olacağını daha iyi biliyordu.

*

Günler geçmiş ancak surlar öylesine dayanıklı çıkmıştı ki direnmeye kararlı görünüyor bu durum askerlerin moralini git gide bozuyordu. Mehmed hayal kırıklığıyla etrafına baktı ve bir askerin oturduğu yerde yere çevirdiği başına denk geldi. Aynı anda Halil Paşa bir şey söylemek için ağzını açıyordu ki Mehmed'in sesiyle sustu.

"Zağanos, Radu, Paşalar! Çadırıma gelin."

Herkesin çadırda olduğuna emin olur olmaz gözlerini ilk olarak Zağanos'a çevirdi.

"Surlar düşündüğümüzden çok daha güçlü. Derhal yanına birkaç tabur al ve Haliç surlarını tutan askerlerimize yardıma git. Ora sana emanettir." Zağanos'un onaylayan başına memnun bir bakış atıp bir şey söylemek için Radu'ya döndü nitekim Vlad'la yaşadığı anlaşmazlıktan sonra onu daha da yakın tutuyordu. Vlad'tan henüz bir haber gelmediğinden ciddi bir şey olmadığını düşünüyor nitekim emin olamıyordu. Bu nedenle Radu'yu sadece çocukluk arkadaşı olarak göremiyor Osmanlı ve Eflak ilişkilerini iyi edebilecek yahut bir gün ağabeyinin emri altına girebilecek bir tehdit olarak görüyordu. Düşüncelerini kovmak isteyerek başını iki yana salladı ve kendine beklentiyle bakan Radu'yu işaret etti. "Radu, sen benimle burada kalacak ve bana yardım edeceksin. Merkez surları diğerlerinden daha güçlü görünüyor" durumun ciddiyetini anlamaları için diğerlerine döndü "birden fazla duvarla örüldüğünü düşünüyorum."

"Sultanım" dedi Halil Paşa çekinerek "düşündüğümüzden daha uzun sürüyor. Papa ve Macarlar desteklerini yetiştirirse ordumuzun işi zor."

"Ama daha gelmediler paşa" gözlerinden ateş çıkıyordu.

Savaş boyu Mehmed savaş alanına kurdurduğu birkaç otağ arasında gidip geliyor ve bütün askerlerin durumunu tahlil ediyordu. Nitekim yıkılmayan surlar askerlerin inançlarını düşürmeye başlıyordu.

*

Atışlara ara verildiği bir sırada Mehmed birçok kez yaptığı gibi askerlerin arasında geziyordu. Zira komutanlarının varlığını gören askerler silkinip kendilerine geliyor ve yaralarının ciddiyetsiz olduğunu kanıtlamaya çalışıyor kısa süre içinde ise buna kendileri de inanıyordu. Mehmed, bir grup askere oturmalarını işaret ederek yaklaşırken sordu.

"Vaziyet nedir?"

"İyiyiz Sultanım" diye yalan söyledi içlerinden biri omuzlarını olduğundan geniş göstermeye çalışarak.

Mehmed, diğer askerlerin onaylayan başlarını görür görmez tebessüm etmiş ve ilerlemeye devam etmişti. Derken dikkatini Halil Paşa çekti. Halil paşa ileride bir grup askerle konuşuyordu. Sıhhatlerini merak etmiş olmalı diye geçirdi içinden ve yoluna devam etti. Nitekim aradan geçen birkaç günün sonunda düşüncelerinin yerini şüphe almış ve izlemeye başlamıştı.

Halil paşa, sıklıkla kuşatmanın kalkması gerektiğini söylüyor üstelik nadiren de olsa bunu askerlerin arasında dile getirerek askerlerin hırsını isteyerek yahut istemeyerek kırıyordu. Ardından tıpkı Mehmed gibi askerlerin arasında geziyordu.

*

Mehmed bir sonraki hamlesini düşünmek için otağındaydı. Radu, izin isteyerek içeri girmişti.

"Sultanım" dedi verdiği selamın ardından sürdürdü "Cenevizliler' in Konstantiniyye'ye yardım getirdiğine dair bir haber aldık."

"Teşekkür ederim Radu."

"Bu arada" dışarıyı işaret etti "Macarlar, bir elçi göndermiş."

"Öyle mi" dedi sahte bir şaşkınlıkla tam da bunu bekliyordu "Gelsin."

Kısa bir süre sonra Radu, beraberindeki elçi ile otağa dönmüş ve içeride dikkat çekmeyen bir noktada yerini almıştı.

"Kabul buyurduğunuz için teşekkür ederim Sultanım" dedi elçi çekingen sesini destekleyen önüne eğdiği başıyla ve imparatorun mektubunu almak için elini cebine götürdü. Bu esnada Radu'nun gözleri elçinin cebine giden elinde eli ise kılıcında idi. Kâğıdı görür görmez kılıcını bırakmış ancak gözlerini ilgiyle elçinin üzerinde gezdirmeye devam etmişti.

"Bakalım" dedi Mehmed kaşlarını ilgiyle kaldırırken ve kendine uzatılan mektubu alıp okumaya başladı. Macar imparatoru, Osmanlının Constantinopolis kuşatmasını derhal kaldırmasını aksi halde Macarların en kısa sürede Osmanlıyı kuşatmak üzere yola çıkacağını söylüyordu. Mehmed'in, gözleri hala mektuba bakıyor eli ise elçiye gitmesini işaret ediyordu.

Radu, elçiyi derhal dışarı çıkarmış Mehmed ise öfkeyle elindeki kâğıdı buruşturup avucunun içinde tutarak çadırdan çıkmıştı. Zira bu artık tek başına verebileceği bir karar değildi. Etrafı hızlıca araştırıp en yetkili askerlerden gördüğü sadrazama seslendi.

"Halil Paşa! Derhal divan toplansın!"

Mehmed, hiddetle çadırına dönerken Halil Paşa uzaktan kaygıyla kendisine bakıyordu.

*

Divan hızla toplanmış ve öğrendikleri bu bilgiyle bir karara varmaya çalışıyorlar ancak ortak bir karara varamıyorlardı.

"Sultanım" dedi Molla Gürani "şayet şimdi kuşatmayı kaldırırsak bir daha böyle bir şansımız olmayabilir."

"Haklısın" dedi Mehmed onaylayan bir baş işaretiyle eski hocası, yeni Kazaskerine. Ardından fikrini almak üzere sadrazam Halil paşaya dönmüştü.

"Sultanım, Constantiniyye'yi karşımıza aldık. Şimdiyse Macarları alıyoruz. Eğer kuşatma başarısız olursa işin ucunda yalnızca Constantiniyye'yi değil Adrianople'yi de kaybetmek var."

Eski öğrencisinin inancının düşmek üzere olduğunu gören Molla Gürani bir kez daha söze girdi.

"Sultanım" Mehmed'in dikkatini çektiğine emin olduktan sonra sürdürdü "Padişah dedeleriniz, babanız Konstantiniyye'yi almayı denedi ancak başaramadı" Halil Paşa ve birkaç divan üyesi daha onayla başını sallamış aynı anda Mehmed'in yüzüne hüzünlü bir hal çökmüştü "Onları bilmem ancak siz daha çocukken fetih için planlar yapıyor bunu istiyordunuz." Mehmed onayla başını salladı "Konstantiniyye elbet bir gün fethedilecektir, der peygamberimiz. İnanırım ki bunu ancak Konstantiniyye aşkı ile büyüyen biri yapabilir."

"Adrianople'yi kaybedebiliriz" diye söze girdi Halil Paşa ve mahcubiyetle sultana döndü "Bağışlayın sultanım ama başkent elden giderse geri dönüşü olmaz. Üstelik Cenevizliler yakında gelir."

O andan sonra divanı sessizlik kaplamıştı. Çünkü her ne kadar kabul etmek istemeseler de Halil Paşa haklıydı. Herkes Mehmed'in kararını bekliyordu. Mehmed derin bir nefes aldı caymak istemiyor ancak başkenti tehlikeye atacak bir hamlede bulunmanın da yanlış olduğunu düşünüyordu. Gözlerini son ümit olarak gördüğü Kaptan-ı Derya'ya çevirdi.

"Sen ne dersin Baltaoğlu?"

"Molla Gürani'ye katılıyorum sultanım. Başka bir şansımız olacağını sanmıyorum."

"Cenevizliler geldiği vakit" dedi Sultan "Konstantiniyye'ye ulaşmamalılar. Becerebilir misin?"

"Emredersiniz Sultanım."

"Baltaoğlu" dedi Sultan uyaran bir bakışla "Asla ulaşmamalılar."

"Sultanım" dedi Baltaoğlu gözü pek bir bakışla "Konstantiniyye'ye hiçbir yardım gitmeyecek."

Mehmed, Baltaoğlu'nun cesaret fışkıran gözlerine takdirle bakarak sürdürdü.

"Karar verildi. Kuşatmayı kaldırmıyoruz."

*

Aynı gece Mehmed yoğun top atışı emri vermiş ancak askerler onay bekleyen bakışlarla Halil paşaya dönmüştü. Halil paşa ne yapacağını bulduramayarak sessiz kalmayı seçerken Mehmed ise öfkeyle askerlerine döndü.

"Ne durursunuz!" gözlerini kararlılıkla askerlerine çevirdi "Sultanınız emir verdi!" ve gözlerini düşmanca Halil Paşa'ya çevirdi. Neyse ki kendini çabucak toparlamayı başarmıştı.

Mehmed ise gemilerin gelme ihtimaline karşı Zağanos'un komuta ettiği bölgeye yol almış ve kuşatmaya orada devam etmişti. Aynı anda hem Osmanlı gemilerini hem de Ceneviz gemilerini görebileceğini düşündüğü bir noktada yerini aldı.

Zağanos, askerlerin hazır olduğuna emin olur olmaz haber etmek için Sultan'ın yanına ilerledi.

"Hazırlıklar tamam mı, Zağanos?"

"Tamam Sultanım, yalnız" gözlerini düşünceli bir halde gökyüzüne çevirdi "lodos çıkacak."

"Evet, ama" sıkıntıyla sürdürdü "halledebileceğini söyledi." Mehmed'in gözleri her an avını bekleyen bir kartal gibi suyun üzerinde geziniyordu.

Çok geçmeden dört Ceneviz gemisi görünmüştü. Ne var ki gemiler büyük bir sis dumanının arasında bir görünüp bir kaybolarak yaklaşıyordu.

Mehmed öfkeyle sesinin duyulamayacağı kadar uzakta olan Baltaoğluna sesleniyor bir şey yapmasını emrediyordu. Sabırsızlıkla olduğu yerde sağa sola gidiyor ancak emirleri yerine getirilmiyor yahut duyulmuyordu. Bu esnada şiddetli bir lodos çıkmış ve Ceneviz gemilerine kıyasla daha küçük yelkene sahip olan Osmanlı gemilerinin işini daha da zorlaştırmıştı. Yine de Baltaoğlu'nun mürettebatından onlarca kişi Osmanlı gemilerinden Ceneviz gemilerine tırmanmaya başlamış ancak birçoğu bunu başaramadan ölümcül yaralarla suya atılmıştı.

Mehmed gemileri durdurma isteğiyle atına atladı ve denize sürmeye başladı. At ilk adımlarını öyle hızlı koşmuştu ki Mehmed gemileri durdurabileceğini düşünüyor ve gözlerini gemilerden ayırmıyordu. Nitekim çok geçmeden atı huysuzlanmaya, sürücüsüne itaatsizlik etmeye başladı. Zira ileri attığı bir adımla boğulacağını biliyordu. Mehmed ise ne atın verdiği mücadeleyi görüyor ne Zağanos'un haykırışlarını duymuyordu. Zağanos, atın çektiği ızdıraba dayanamayarak suya koştu ve hayvanın suya dalıp çıkan başını yakaladı. Nefes alması için hayvanın başını kaldırırken nihayet ilgisini çekebildiği Sultana yalvaran gözlerle bağırdı.

"Yeter! Sultanım bu kadarı yeter!"

Mehmed, nihayet kendine gelerek gözlerini atına çevirdi. Pişmanlıkla aşağı atladı ve geri götürmesi için eyerini Zağanos'a uzatırken hayal kırıklığı ile Haliç'e giren dört gemiye baktı.

*

Bu esnada surların önünde büyük bir facia yaşanıyordu. Lağımcılar, Sultan Mehmed'in yedek planıydı. Günlerdir toprağın üstündeki kılıç seslerinden faydalanarak surların altına doğru ilerlemiş ve neredeyse Kaligaria Kapısı'na varmışlardı. Derken duydukları bir sesle kazmayı bırakarak dinlemeye başlamışlar aynı anda gözleri ilgiyle açılmıştı. Romalılar kendilerine doğru tünel kazıyordu. Lağımcıbaşı kendinden bir emir bekleyen lağımcılara kısa bir göz atıp gözlerini bir kez daha toprağa çevirirken seslendi.

"Kaçmak yok!"

Lağımcıların haykırışları, Romalıları da kışkırtıyor ve daha hızlı kazmalarını sağlıyordu. Öyle ki çok geçmeden tüneller birbirini buldu ve yeraltında bir savaş başladı. İki taraf da ellerindeki kazmaları yahut kürekleri birbirlerini öldürmek için sallıyor daracık yerde ne kaçabiliyor ne de amaçlarına istedikleri gibi ulaşamıyordu. Derken Roma'lılar başka bir çare kalmadığını düşünerek ellerinde kalan son ve en güçlü kozu kullanmıştı. Rum ateşi içerisinde bulunan herkesi öldürürken iki tüneli de yok etmiş bununla birlikte Sultan Mehmed'in yedek planı da başarısızlığa uğramıştı.

*

Sabahın ilk ışıklarında Baltaoğlu Süleyman Bey kendine verilecek cezayı öğrenmek maksadıyla Sultan'ın çadırına götürülüyordu. Nitekim Sultan, bütün gece art arda gelen kötü haberler yüzünden bir an uyumamış ve çadırından çıkarken öfkeyle bağırmıştı.

"Öldürün!"

Baltaoğlu tek kelime etmeden kendine verilen kararı kabullendiyse de yıllarını Baltaoğlu ile omuz omuza savaşarak geçiren birçok kişi onun ne kadar mert bir adam olduğu yönünde söylenmeye başlayarak Sultan'ın merhametini kazanmışlardı. Sultan, Baltaoğlu'na bir kez daha baktı. Gözünü kaybetmiş belli ki elinden geleni yapmış ancak sözünü yerine getirememişti. Bir ceza alması gerektiğini düşünerek yüz kırbaç cezası ile görevinden azat etmişti.

Mehmed, bir umut ışığı arayarak askerlerine göz gezdiriyordu ki umutlarını daha da düşüren o ses yankılandı.

"Bu çok kötü oldu Sultanım" diyordu Halil Paşa, kederle başını iki yana sallarken "Eğer diğerleri de vaktinde yetişirse..."

Mehmed öfkeyle paşaya dönmüş ancak haklı olduğunu, artık yapacak bir şey olmadığını düşünerek çadırına girmişti. Konstantiniyye'yi almaya gelmiş şimdiyse Adrianople ellerinden kayıp gidiyordu. Derken bir ses duyulmuş ve gözlerini kapıya çevirmişti.

"Sultanım" dedi Radu kapıdan uzattığı başı ile ve girmesi işaret edilir edilmez açıkladı "Bir mektup var, Akşemseddin'den."

Akşemseddin ismini duymak bile Mehmed'in maneviyatını güçlendirmeye yetti. Öyle ki bir hışımla ayağa kalkarak Radu'nun elindeki mektubu yakalamıştı. Mehmed, Radu'ya dışarı çıkmasını işaret edip mektubun sarılı olduğu ipi çözerek okumaya başladı.

"Mehmed" diyordu Akşemseddin. O, Sultan'a ismiyle hitap ederdi. "...başarısız olup gevşek davrananları cezalandırmak gerekir. Aksi halde işler daha da kötüye gider. Bu cezalar dinimiz açısından uygundur...Keyifsiz bir gece rabbimiz müjdesini rüyama gönderdi. Fetih yakındır. Fetih yalnız ona inananlarındır."

Mehmed elinde tuttuğu kâğıdı özenle katlayıp yavaş adımlarla yatağına oturdu. Sarığını çıkarıp yatağına bıraktı ve ellerini iki yanına dayayıp gözlerini kapatarak dua etmeye başladı.

"Allah'ım, bir çare göster bana, ben ki senin kudretine inanarak çıktım fetih yoluna. Çıkmazdayım..."

Gözlerini bir kez daha çaresizlikle açmış ve dikkatini yerdeki bir karınca çekmişti. Karınca kendinden onlarca kat büyük bir

yiyeceği sırtına almış ilerliyordu. Aynı anda Mehmed'in gözlerinde bir ışık belirmişti.

"İşte bu!"

 

 

*Adrianople=Edirne

 

*Akşemseddinin mektubu= Eksik yazıldı.

 

Loading...
0%