@suu_bay
|
"Karadan mı?" dedi Zağanos, şaşkınlıkla ve parmağını haritanın üzerinde gezdirirken yanlış duyduğunu düşünerek yineledi "Kara." "Kara" kendinden memnun bir gülümsemeyle onaylayarak başını sallamış ve derin bir nefes almıştı. Kenara çekilmesini işaret ederek haritanın başına geçerken "uzun bir yol olacak." "Askerlerimiz güçlüdür, sultanım ancak gemileri karadan yürütmelerini istersek savaşacak güçleri kalmaz." "Zağanos" işaret parmağını gülerek birkaç kez haritaya vurdu. * Aynı gece yeni saldırı hazırlıkları başlamış. Bu esnada düşmanın gözünü korkutmak için top atışları da başlamıştı fakat bu kez çok daha sık atılıyor gece bile durmuyordu. Sesin şiddetinden yararlanan bir grup Osmanlı askeri yanlarına aldıkları baltalarla yola çıkmıştı. Yollarına çıkacak olan ağaçları kesip yol açmaya başka bir grup asker ise Cenevizlilerden öküz, yağ ve makara bulmaya başlamıştı. Ceneviz savaşta iki tarafa da desteklerini sunarak tarafsız olduğunu kanıtlıyordu. Bu sıralarda Konstantin'in sarayına ise neşe yayılmaya başlamıştı. "Bir kez daha" dedi "Lucas Notras keyifle ve Giustiniani'ye dönerek sürdürdü "arkalarına bakarak gidecekler." "Umarım" aynı anda Lucas Notras'a sorguyla bakan Konstantin'in bakışları dikkatini çekmiş ve ona dönmüştü. "Üç, tam üç tünel" dedi sert bir sesle "Şimdiye dek surlara kazılan üç tünel keşfedebildik. Başka tüneller de olabilir. O, Osmanlı askerlerinin birkaç dakika içinde yeraltından çıkıp saldırmayacağını nereden biliyoruz" sesini yükselterek ekledi "Romanın üzerinde atılan toplar susmadan gülmek yok" Giustiniani'ye döndü "Seni savaşırken daha çok görmek isterim." "Giustiniani mi" diye alayla söylendi Lucas Notras, dikkatlerin üzerinden çekildiğine sevinerek "ödemesi yapılmadığı için bekliyor olmalı" ve Konstantin'e döndü "Bir Cenevizliden ne beklenir ki?" "Yedi yüz asker, Lucas Notras" diye araya girdi Giustiniani öfkeyle "Bir cenevizli olarak her birinin parasını cebimden ödediğim yedi yüz asker getirdim! Siz burada oturup meyvenizi yerken ben her gün birlikte savaştığım askerleri kaybediyor ve her gece acaba yarın hangisi ölecek diye düşünüyorum!" "Sakin olun" dedi Konstantin anlayışlı bir sesle ve gözlerini duvarda bir noktaya dikerek sürdürdü "Giustiniani'ye güveniyorum ve Lucas gidip başka tüneller olup olmadığını araştır." * Günler sonra ağaçlar kesilip yollar açılmış ve Sultan herhangi bir yanlışlık olmaması için kontrole gelmişti. "Zağanos" atından inerken "biraz daha genişletsinler" ilgiyle etrafa bakınırken "Her şey tedarik edildi mi?" "Evet sultanım" onaylayan bir baş işaretiyle "Yağları anladım ancak makara ve halatlar..." "Çok mühimdi" askerlerden uzağa yürürken anlatmaya başladı "İyi dinle uzun bir yol olacak benim olmadığım yeri sen idare edeceksin" kimsenin duymadığına emin olduğunda ekledi "Ağaçları kızak haline getirecek ve yağlayacağız. Bolca yağ olmalı. Ardından gemilerden birini kızağa oturtacağız ve iteceğiz." "Sultanım, askerlerimiz..." "Askerlerimiz bir gemiyi itebilir Zağanos." "Evet ama onlarcasını..." "Onlarcasına gerek yok mühim olan ilki." Zağanos kafa karışıklığına karışan bir hayranlıkla Sultanı dinliyor ve daha da yürekleniyordu ki Sultan'ın ağzından çıkan o cümleye dek. "Önemli bir ayrıntı var" dedi Mehmed işaret parmağını havaya kaldırarak "gün aydınlanana dek sadece beş saatimiz olacak." * Fethin on altıncı gecesiydi. Kızaklar tamamlanmış, onlarca askerin çabalarıyla ilk gemi güçlükle yağlı kızaklara yüklenmişti. İtiliyor, çekiliyor ancak her dakika öyle az ilerliyordu ki bunun başarılı olacağına gemiyi iten askerler bile inanmıyordu. Üstelik sadece onlar değil paşalar da inançlarını kaybetmek üzereydi. Yine de başka bir çıkar yol göremeyerek birkaç genç paşa gemiyi itmeye girişmişti. Neredeyse bir buçuk saat kadar sonra gemi istenilen noktaya varmıştı. Gemiye bağladıkları halatları makaralar yardımıyla peşindeki diğer gemiye bağlamış ardından ikinci gemiye bağlanan öküzler çekmeye başlamıştı. Askerler ilk gemiyi bir kez daha itmeye koyulmuşlardı. Kızaklardaki yağ ikinci gemiyi oldukça hafifletiyor üstelik inişler daha da kolay oluyordu. İkinci gemi kızaklarda biraz ilerleyip bir başka gemi için yer açılır açılmaz yeni bir halat, yeni bir makara ve başka öküzler devreye giriyordu. Günler sonra Mehmed bir kez daha otağ değişikliği yapmış askerlerini geziyordu. Halil Paşa çekingen bir tavırla yaklaştı. "Sultanım" dedi gözleri yerdeydi "Bilirim bunu zaten yaptınız ancak bir kez daha teslim olmalarını teklif etmeniz iyi olabilir." "Neden" sorguyla bakıyor zira artık ona güvenmiyordu. "Şehirde Müslümanlar da var. Olur da saldırılarda ölürlerse bu durum halkımız tarafından hoş karşılanmayabilir." Mehmed, onaylayarak paşaya döndükten sonra çadırına girdi ve bir kez daha teslim olmalarını istediği kâğıdı elçiye uzattı. Nitekim kısa süre sonra geri dönen elçiden bir kez daha reddedildiğini haber almış ve artık başka bir çaresi kalmadığını anlamıştı. Sabahın ilk ışıklarında Konstantiniyye'de büyük bir panik dalgası hakimdi. Öyle ki çığlıkları duyan Konstantin surlara koşmuş ve Haliç'e inen Osmanlı gemileri ile karşılaşmıştı. Gemiler karaya ulaşır ulaşmaz başlayan yağmur ise Konstantin'i manevi olarak bitirmişti. Öyle ki çocukluğundan beri duyduğu bir kehanet vardı. Konstantinopolis annesinin adı Helena olan bir Konstantin tarafından kurulacak ve aynı özellikleri taşıyan biri tarafından kaybedilecek. O an gelmişti. * "Askerlerim!" diye bağırdı Mehmed, atının üzerinden askerlerine göz gezdirirken ve dikkatlerini çektiğine emin olur olmaz sürdürdü "Babalarımız, dedelerimiz defalarca kez bu topraklara ayak bastı! Onlar Konstantiniyye uğruna kanlarını döktü! Kimimizi yetim kimimizi öksüz koydu. Kıyamet kopuyorken bile elindeki fidanı dik, demiş Hz. Muhammed. Yaptığımız tam olarak budur. Elbet kolay olmayacak, peygamber müjdesine nail olmuş bir fetih bu!" diye haykırdı ve yine haykırarak sürdürdü "Konstantiniyye elbet bir gün fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur. Kanımızın son damlasına dek benimle misiniz?" Tüm askerler bu kutlu müjdeye ermek için duydukları heyecanla kılıçlarını havaya kaldırmış Sultan'ı onaylayan nidalarla haykırıyor, Mehmed ise takdirle askerlerine bakıyordu. "Çalın" diye bağırdı Sultan mehter takımına "durmak yok." Müzik yalnızca gemilerin seslerini bastırmaya yaramıyor aynı zamanda savaşan Osmanlı askerlerine kudret verirken yabancı askerlere korku veriyordu. "Sadece aptal bir müzik!" diye bağırdı Giustiniani askerlerine moral vermeye çalışırken "daha kötülerini gördük! Şimdi başarısız olmayı alışkanlık edinmiş bu Osmanlı askerlerinin karşısındaki bu moralsizlik de nedir?" sesini daha da yükseltti "Vakit onları ait oldukları yere, tanrının cehennemine gönderme vaktidir!" Artık yalnızca kendi askerlerinin değil Roma askerlerinin gözlerinden de cesaret akıyordu. Savaş alanına ilerlemeden önce surlara döndü ve Konstantin'in minnettar bakışlarına selam vererek karşılık verdi. Hemen ardından askerlere dönerek bağırdı "Şimdi!" ve ilk taburu gönderdi. Binlerce cesur asker aynı anda birbirine koşuyor her biri ölüme koşuyor ve tüm bunlar Konstantiniyye için yapılıyordu. Giustiniani, kılıcını önüne gelen bir Osmanlı askerinin boğazından geçirmiş ve başka biriyle dövüşe tutuşmuştu. Derken yere düşen bir askeri dikkatini çekti. Bir Osmanlı kılıcı askerini bulmak üzereydi. Son bir kuvvetle karşısındaki askeri tek hamlede geri itip arkadaşını kurtarmak için ileri atıldı. Derken göğsünde hissettiği bir okla adımı yavaşlamış hemen ardından boynuna giren bir şarapnel parçası ile yere düşmüştü. Artık Giustiniani'den emir almayan askerler savaş düzenlerini bozuyor emirlere uymuyor bu da Mehmed'in yüzünde bir gülümseme oluşturuyordu. Surların ardındaki Konstantin ise en önemli silahını kaybetmiş olmanın verdiği hüznü yaşıyordu. Henüz Giustiniani'nin ölümünü atlatamamıştı ki gözlerini endişeyle gökyüzüne çevirdi. Kızıla dönmüş ay, kaybedilecek kanları haber ediyor bu da halkı paniğe sürüklüyordu. Bu esnada Osmanlı tarafında tam tersi bir durum yaşanıyordu. Mehmed, gözlerini gökyüzüne çevirdi ve gülümseyerek kılıcıyla ayı işaret etti "Şuna bakın! Allah bizimle!" Kanlı ayı gören askerler daha da coşkulanmıştı. Öyle ki müzik daha da şiddetlenmiş coşkulu haykırışlar başlamıştı. Aynı anda Ayasofya üzerinde beliren bir siluet roma halkının çığlıklarını arttırmış ve feryat ederek koşmaya başlamışlardı. Konstantin, cehenneme dönen şehrini hüzünle izliyor bir çare düşünüyor ancak çıkar bir yol bulamıyordu. En güvendiği askerleri teker teker ölüyor, halkı korkuyla çığlıklar atıyordu. Tüm bunlara bir son vermek isteyerek kılıcını kınından çıkardı ve surların dışına koşmaya başladı. * Günler, haftalar geçmiş zindana gelen giden olmamıştı. Bunun olacağını zaten biliyordu ancak yine de içindeki unutulma korkusuna engel olamıyordu. Melek küçücük zindanda ileri geri yürüyor her adımda adımları umutsuz düşüncelerine eşlik ederek küçülüyordu. Bu sıralarda Fatih'in Konstantiniyye'deki çadırında tam tersi bir durum hakimdi. Savaş bitmiş, Konstantiniyye'nin artık bir Osmanlı şehri olduğunu haber etmek için ulaklar gönderilmişti. Fatih Sultan Mehmed kendine verilen zarfı eline alıp yatağına ilerledi ve kılıcını yatağının kenarına bıraktıktan sonra oturup okumaya başladı. "Yıldızlar konuştu durmadan, söyleyecekleri çoktu.Ş ayet kabul olmuşsa mektubum okuyun yıldızların sözlerini. Şu üç şey seninle sonuna dek. İnanç, cesaret ve merhamet. Düşmanından güçlü olduğunda bile göster ona merhametini, görsün senin yüceliğini. Aşılmaz görünse de rabbin dizmedi o taşları, yıkılmaz değiller. Sen inanç göster. Cesaretine ses etmez yıldızlar, bilirler. Dost görünen düşmanlarla yola çıkacak kadar karadır gözlerin. Su aşılamaz olduğunda hatırla, ilk adımını toprağa bastı ayakların. Ay gösterdiğinde kendini dön bak koruyucu gitti geri, o vakit anla başka bir koruyucu geldi." Fatih Sultan Mehmed sıkı sıkıya tuttuğu kağıtla ayaklanmış ve her satırı doğruluğundan emin olmak isteyerek yeniden okumaya başlamıştı. Düşmanından güçlü olduğunda bile göster ona merhametini, görsün senin yüceliğini. "Onlara şehri teslim etmeleri için fırsat verdim" Aşılmaz görünse de rabbin dizmedi o taşları, yıkılmaz değiller. Sen inanç göster. "Günler sürdü" Cesaretine ses etmez yıldızlar, bilirler. Dost görünen düşmanlarla yola çıkacak kadar karadır gözlerin. Öfkeyle ekledi "Çandarlı!" Kâğıdı bir top gibi yuvarlarken hiddetle çadırdan çıktı. Ertesi gün Fatih Sultan Mehmed'in emriyle Edirne'ye doğru yola çıkılmış ve daha az mola verilerek daha kısa zamanda varılmıştı. Zira Fatih herşeyi bilmek istiyordu, öyle ki Konstantinopolis'i elli üç değil belki de yirmi üç günde alabilirdi.
*Tophane'den Kasımpaşa'ya kadar kızaklar döşetti. *Ceneviz taraf tutmamış iki tarafa da yardım etmişti. *Gemilerin, kızakların üzerinden kaydırılabilmesi için, Cenevizlilerinden zeytinyağı, domuzyağı ve sade yağ alınarak kızaklar yağlandı. Fatih'in yönlendirmesi sayesinde bir makara sistemi kullanılarak gemiler taşındı. *Giustiniani parasını kendi ödediği 700 askeri savaşmak için getirmiş ve tahminler ölümünün şarapnel parçası, ok ya da gürz nedeniyle gerçekleştiği yönünde. *Halil Paşa'nın hain olup olmadığının şüpheli olduğunu söyleyen kaynaklar mevcut ancak kendisi bilerek ya da bilmeyerek kesinlikle devlet içinde devlet kuruyor ve askerleri kontrol altına alıyordu. |
0% |