@suu_bay
|
"Mehmed!" "Gülüm" tebessümle kollarını açtı "Baharım." Kollarına aldığı genç kadına sıkıca sarılmış aynı anda sırtında bir çift el gezinmeye başlamıştı. "Seni çok özledik." "Bende sizi çok özledim" yüzüne yapışan saç tellerini çekerken gülümsemiş ve elini Gülbahar'ın uzun siyah saçlarında dolaştırmaya başlamıştı. "Başardın" başını geri çekip kıvançla baktı "başaracağını biliyordum." "Her zaman biliyorsun" gözlerini sabırsızlıkla kaftanını çekiştiren Bayezid'e çevirip gülümsedi. Kollarını açıp Gülbahar'ı serbest bırakmış ve Bayezid'i kucağına alarak sofaya ilerlemeye başlamıştı. "Gevherhan nerede?" "Mara Hatun'un yanına gitmek istedi" gülümsemesini saklamak isteyerek başını çevirdi "şu sıralar çok daha iyi anlaşıyorlar." "Öyle mi" inanmaz bir tebessümle Bayezid'e döndü "Anlat bakalım ben yokken neler oldu?" "Mustafa oyuncağımı aldı." "Hadi ama Bayezid" diye araya girdi Gülbahar "bu konuyu konuşmadık mı?" ancak Bayezid ona kısa bir bakış atıp destek alma ümidiyle babasına dönmüştü. "Ona kızdım ve bana bağırdı" işaret parmağını sallayarak ekledi "ağabeyine saygılı olmalı" aniden aklına gelen bir fikirle gözlerini heyecanla açtı "Mustafa'ya geldiğini haber vermem lazım! O da seni bekliyor!" "Biraz bekle" dedi Gülbahar, küçük çocuğun yukarı kalkan kaftanını aşağı çekerken "Fitnat ablan gelsin o götürür seni" Mehmed'e dönerek ekledi "Yiyecek bir şeyler getirmesini söyledim" gözlerini kocaman açarak sordu "Demek gemileri karadan yürüttün?" Mehmed, sıcak bir gülümsemeyle gururlu bakışlarını Gülbahar'a çevirmiş Gülbahar ise merakla sürdürmüştü. "Konstantiniyye nasıl bir yer?" "Cennet gibi" elini yakalayan Bayezid'in küçük ellerini yakalamıştı "Tıpkı bir güzellikler diyarı" gülümseyerek yineledi "güzellikler diyarı" gözlerini Gülbahara çevirip ekledi "artık Konstantiniyye değil, Istan." "Istan" diye yineledi aklında tutmak isteyerek. * Melek, acemilikle iğneyi kumaşa geçirip ipi çekiyor ve dikkatle inceliyor ancak bir şeye benzetemiyordu. Umutsuzlukla başını yavaşça sallamış ve kendi gibi başarısız birini arayarak diğerlerinin kasnaklarını araştırmaya başlamıştı. Ne var ki her birinde ince işçiliklerle işlenmiş çeşitli lale ve gül motifleri vardı. Hayranlığa karışan bir utançla elindeki kasnağı masaya bıraktı. Hissettiği rahatsızlıkla saklanmak istiyor ancak diğerlerinin yanında sırıtıyordu. Derken Asiye Hatun, kasnaklara gelişigüzel bir bakış atarak ilerlemeye başlamış ve çok geçmeden durmuştu. Melek'in önündeki kasnağı eline alıp çattığı kaşlarının altından kısa bir bakış atıp ekşi bir yüzle geri bıraktı. Melek'in omzuna vururken göz kırptı. Melek önünde duran kasnağa utançla bakıyordu. Derken omzunda hissettiği küçük bir sarsıntıyla başını çevirmiş ve aynı anda Reyhan'ın bakışlarıyla karşılaşmıştı. "Sıkma canını" dedi Reyhan olabildiğince kısık bir sesle ve bakışlarını önüne çevirerek ekledi "daha çok çalışırsın." "Evet." Kısa süre sonra ders sona ermiş ve hareme geri dönmüşlerdi. Dersler sona erdiğinden olsa gerek içerisi bu kez çok daha kalabalıktı. Öyle ki Melek'e değerlendirerek bakan yeni yüzler ortaya çıkmıştı. Reyhan, Melek ile fazla yakınlaşmanın haremdeki itibarını zedeleyebileceğini düşünerek paniğe kapılmış ve su içmek bahanesiyle uzaklaşmıştı. Melek ise meraka karışan değerlendirici bakışları görmezden gelmeye çalışarak boş gördüğü bir yere ilerlemeye başlamıştı. Sırtını duvara dayayıp dizlerini karnına çektikten sonra eteğinin ucunu düzeltti ve düşünmeye başladı. Harem hiç de düşündüğü gibi bir yer değildi. Sakindi. Kendini büyük bir köy evinde yaşıyor gibi hissetmeye ve şimdiden sıkılmaya başlamıştı. Bir müneccim olduğunu söylemiş ancak bu fikri destekleyecek yeni bir fikir sunmak için hayli zamana ihtiyacı olduğunu biliyordu. Gözlerini kapatarak başını duvara dayamış ve zindanda birçok kez yaptığı gibi ailesinin şimdi ne halde olduğunu düşünmeye başlamıştı. Muhtemelen anne ve babası çoktan polisin yolunu tutmuş, Cihan ise okulda önüne çıkan herkese kardeşini soruyordu. Tüm bu fikirler kalbinde bir sızı yaratmaya başlamıştı ki zihninde canlanan yeni bir fikirle gözlerini açtı. Belki de varlığını unutmuşlardı, hiç var olmamış gibi. İşte bu düşünce ile ilk defa büyük bir korku hissetmiş ancak hissettiği sorumluluk duygusunu bir nebze olsun hafifletmişti. Düşüncelerinden kurtulmak isteyerek başını iki yana salladı ve her şeyin yolunda olduğuna inanmak isteyerek gülümsedi. Çok geçmeden Adile Hatun, elinde tepsi tutan üç kız ile hareme girmişti. Adile Hatun, kızlara keyifle bakıp tepsileri işaret etti. Aynı anda kızlar ellerinde tuttukları tepsileri ortadaki sehpalara bırakıp çekilmiş. "İçin ağzınız tatlansın" gülümseyerek "Sultanımız, fethin şerefine bu ay her birinizin iki katı para alacağını müjdeledi." Kızlar birer ikişer bardakları alıp içmeye başlamıştı. Melek merakla tepsiye yöneldi ve seçtiği bir bardağı alıp yerine döndü. Bu esnada Garip Ağa arkasına bağladığı elleriyle içeri girmiş ve her zamanki teftiş eden bakışlarını kısaca kızların üzerinde gezdirerek yürümeye başlamış ve Melek'e dönüp ağır adımlarla yaklaşmıştı. "Ders nasıldı Melek Hatun?" "İyiydi." "Öyle mi" alayla tek kaşı havaya kalkmış ve genç kadının giysilerini teftiş etmeye başlamıştı. Nihayetinde olağandışı bir taraf olmadığına kanaat getirip Adile Hatun'a doğru ilerlemeye başladı. "Adile Hatun, bak hele." "Buyur, Ağa." "Çamaşırhaneye gidecek kim varsa Melek Hatun'u peşine gönder, yapacağı işi iyice öğrensin yan gelip yatmak yok" işaret parmağını havaya kaldırdı "yine de önceliğimiz eğitimi. Asiye Hatun'un dediğine göre nakşa yeteneği yoktur." "Ne yapayım istersin Ağa?" "Hangi ders denk gelirse girsin" omuz silkerek ekledi "zaten birkaç yıla Enderun'dan biriyle evlendirirler bizde kurtuluruz." Garip Ağa, bahçede gezinenleri teftiş etmek üzere ilerlemeye, Adile Hatun ise çamaşırhaneye gidecekleri araştırmaya başlamıştı. Kısa süre içinde gözüne birini kestirmiş ve dikkatini Melek'e çevirmişti. Yaşının büyüklüğüne karşın dünyadan bihaber duruşu ile ne kadar da saf göründüğünü düşünerek yaklaştı ve çenesini hafiften yukarı kaldırarak konuştu. "Reyhan Hatun'a karşı dikkatli olasın." "Ne?" "Kötülüğü boşa değildir ancak iyiliği de nedensiz değildir." "Beni onun yanına Garip Ağa verdi." "Doğrudur" onayla başını salladı ve gözlerini haremde gezdirmeye başladı "bir çatı altında yaşıyoruz."
*
Saatler sonra Melek, suda durmaktan buruşan parmaklarına kısa bir an bakıp gözlerini yığılı haldeki çamaşırlara çevirdi. Nitekim diğer kızların ses etmeden yıkamaya devam ettiğini görerek başka bir çıkar yol bulamamıştı. Son bir gayretle çitilemeye devam ediyordu ki olduğu yere oturuverdi. Aynı anda dakikalardır kendine dönen bir çift göz bu kez büyük bir dikkatle fakat kızgınlıkla bakmaya başlamıştı. "Çok mu yoruldun Hatun" yıkanan giysilere küçümseyerek bakmış ve kendi kendine söylenerek başını çevirmişti. Melek, git gide parmaklarının sızladığını hissediyor ve daha yavaş çitiliyor, evde zaman zaman yürüyüşe çıkan çamaşır makinesini daha çok özlüyordu. "Bırak" elindeki çarşafı çekip alırken çamaşırhaneden sorumlu yaşça büyük bir kadın ve başıyla kapıyı işaret etti "bugün ilk günün dinlen bir daha bu vaziyette görmek istemiyorum." Melek, yavaş ve küçük adımlarla ilerliyor ve inceliyordu. Koridorlarda tek asker bile görememişti. Merakla başka bir koridora adım attı, hala hiç kimse yoktu. Bunun pek mantıklı olmadığını düşünmeye ve endişeye kapılmaya başlamıştı ki aklına düşen bir fikirle derin bir nefes aldı. Burası harem ama askerler erkek, diye geçirdi içinden kendini rahatlatmaya çalışarak ve gözlerini başka bir koridora çevirdi. Koridorların her biri birbirinin aynısı gösterişten uzaktı. Öyle ki bir saraydan çok bir hanı andırıyordu. Kulağına gelen fısıltılarla etrafına bakmaya başlamış ancak kimseyi görememişti. Yanlış duyduğunu düşünerek yürümeye devam ediyordu ki sesler kendini tekrar etmeye başladı. Melek, duvardan destek alarak kulağını yaklaştırmış ancak sesin seviyesi değişmemişti. Ses çıkarmamaya dikkat ederek adımlarını o yöne çevirmişti. "Sultan savaş meydanında alt edilemeyeceğini kanıtladı" diyordu düşünceli bir kadın sesi "onu alt etmenin hâlâ bir yolu var." "Nedir?" "Önce Gülbahar Hatun ölecek. Sultan onun acısını atlatamadan korumasız kalan şehzadeyi ortadan kaldırmak çok daha kolay olacak." Melek, korkudan açılmış gözlerle yavaşça gerilemeye başlamıştı. Nitekim artık tüm dikkati bu iki kadının konuşması üzerinde toplandığından olsa gerek eskisinden daha uzakta olmasına karşın daha net duyuyordu. "Diğer şehzade ne olacak?" "Onun da vakti gelecek. Sultan kayıplarının acısını bile yaşayamayacak." "Ne yapmalıyım?" "Bu akşam Gülbahar Hatun için Hurma kebabı hazırlıyorlar. Al." Neredeyse koşar adım ilerliyor, kendini derhal yatakhaneye atmak istiyor ancak hangi koridora girmesi gerektiğini kestiremiyordu. Tek bildiği buradan uzaklaşması gerektiğiydi. Nitekim çok geçmeden korkacak bir şey olmadığına karar vermişti. Öyle ki Gülbahar Hatun'un ölümüne daha yıllar vardı. Birkaç dakika boyunca gördüğü ilk koridorlara girmiş en nihayetinde tanıdık bir sima ile denkleşebilmişti. Adile Hatun, sorguyla kaşını havaya kaldırmış ancak kendini hızla toparlamayı başararak gülümsemişti. "Nereye böyle Melek Hatun?" çenesini hafifçe kaldırdı. "Yatakhaneye gidiyorum." "Madem öyle birlikte gidelim o halde" kollarını birbirine doladı. Adile Hatun, önde Melek hemen ardında yatakhaneye ilerlemeye başlamışlar gelgelelim ikisi de öğrenmek ancak bildirmemek istediğinden pek konuşmamışlardı. Nitekim Adile Hatun, daha fazla dayanamayarak adımlarını yavaşlatırken gözlerini dikkatle Melek'e çevirdi. "Sakin yürü, zamanımız bol. Aklına bir şey takılırsa ya da zorda kalırsan önce bana gel ve en önemlisi şunu unutma" derin bir nefes aldı "burada düşmanlıklar dostluklardan daha gerçektir. O yüzden düşmanına dostundan daha çok güvenebilirsin." Melek, tüm bunları düşünerek hareme girmiş ve Reyhan'ı aramaya başlamıştı. Şimdiye dek bir kötü huyuna denk düşmemekle dost görünen zararsız bir sıfatı vardı. Yine de söylenenleri göz ardı etmenin aptallık olduğunu düşünerek boş bir köşeye yerleşti ve çok geçmeden düşünceleri başka bir noktaya evrildi. Fatih'in sarayında hainler yaşıyordu. Gözlerini sevimli gördüğü bir kıza çevirerek gülümsedi ve aynı gülümseme ile karşılaşır karşılaşmaz sordu. "Akşam yemeği ne zaman?" "Bir saati bulur ama çok açsan" başıyla tahta dolabı işaret etti "atıştırmak için biraz kuru meyve var." "Ah, bekleyebilirim." "Her şey yolunda" diye söylendi elini kalbine koyarken. Yemek saati gelmek üzereydi. Melek, haremin bir köşesinde ileri geri yürüyor ve içeri girip çıkanların elbiselerini inceliyor kimin Gülbahar Hatun olduğunu çözmeye çalışıyordu. Nitekim şimdiye dek Mükrime Hatun'un elbisesi kadar gösterişli bir elbise gözüne çarpmamakla birlikte kendisi de görünmemişti. Yüzüne hızlıca bir gülümseme yerleştirip aynı kıza yaklaştı ve bakışlarını yakalar yakalamaz konuştu. "Mükrime Hatun görünmüyor." "Burada yemeyecekmiş" derin bir nefes alıp uzun kirpiklerini yere çevirdi "bazıları çok şanslı. Sultan bu akşam tüm aile bir arada yemek yiyeceğini buyurmuş." "Tüm aile?" "Eşleri, çocukları kendisi" başını iki yana salladı "bilemiyorum belki Mara Hatun da katılır. Sonuçta o da aileden." "Yalnız yemiyor mu" ellerini isyan eder gibi iki yana açtı. "Hayır" kaşlarını karıştırarak başını öne attı "her gün bir eşiyle yer." "Yemeğe kaç dakika kaldı?" "Bilmem" gözlerini saf bir bakışla kapıya çevirdi "gelen giden yok." Melek, hissettiği stresle ağrıyan karnını bastırarak adımlarını yavaşça geri çekmeye başladı. "Önce onlara yemek verirler ardından bize. Kesinlikle kurtulacaklar, daha yıllar var ama" gözlerini sinsice bahçeye açılan saltanat kapısına çevirdi "buraya çamaşır yıkamaya gelmedim, ben müneccimim." "Ne konuşuyorsun sen sessizce?" "Ben" dedidüşünceli bir tavırla, genç kızı duyuyor ancak kendi kendine konuşuyordu "Yetişebilirim"ve saltanat kapısına doğru koşmaya başladı.
*Istan-güzellikler diyarı
|
0% |