@suu_bay
|
Melek, elindeki kutuyla koridorun ortasında kala kalmıştı. Hızla kimselerin olmadığını kontrol ederek kutunun kapağını kaldırdı ve taşlarla süslenmiş bir toka ortaya çıktı. Güzel görünüyordu. Birilerinin görmesinden çekinerek tokayı saçına takıp yine saçları ile kutuyu ise kollarını birbirine dolayarak gizlemeyi seçerek yatakhaneye gitmişti. Nitekim yatakhane yerini bir eğlence alanına bırakmıştı. Kimi çalıyor, kimi dans ediyor kimi yiyip içiyor, küçük bir kız çocuğu ise tatlı tepsisinin başında dikiliyor ve seçmeye çalışıyordu. Bu esnada mavi elbiseli bir kadın oturduğu yerde elini küçük kıza doğru uzatmıştı. "Gevherhan" kendine yaklaşmasını işaret ediyordu "hadi tatlını al da yanıma gel." Padişahın üç kadını da kendilerinden yaşça daha büyük olan mavi elbiseli kadının etrafına sıralanmış oturuyor ve dans eden kızları izliyordu. "Mara Hatun" dedi kısık bir sesle ve yeni bir keşif yapmanın verdiği gururla gülümsedi. Hemen ardından kutuyu saklayacak bir köşe bulmaya çalışarak etrafına bakınmaya başlamış ve Reyhan'ın sözlerini hatırlayarak görünmemeye çalışarak atıştırmalık sakladıkları dolaba ilerlemeye başlamıştı. Dolabın kapağını açtı ve yiyecek bir şeyler bakıyor havasıyla kutuya dolabın içinde bir köşeye sakladıktan sonra kapağı kapattıktan sonra oturacak bir köşe bulmaya çalışarak etrafına bakınmaya başladı. Aynı anda Mara Hatun'un hemen yanında oturan yeşil elbiseli bir kadın ile göz göze gelmiş kısa süre sonra ise Mara Hatun'un eli bir kez daha havaya kalkarak yaklaşmasını işaret etmişti. Melek tereddütle odanın içinde değerli birer elmas gibi parlayan kadınlara doğru yürüyor ve sıkıntıyla yanaklarının içini ısırıyordu. Onun bu rahatsız halini sonlandıran yine yeşil elbiseli kadının sesi olmuştu. "Bu Melek Hatun" Mara Hatun ile konuşuyordu. "Adını işittim" onayla başını salladıktan sonra gözlerini Melek'e çevirdi "Bir selamı çok mu gördün Hatun?" "Olur mu öyle şey" sıkıntıyla tırnağını çekip atmaya başlamıştı ki Mara Hatun'un yüzü yumuşadı ve ayaklarının ucunda oturan kızlara yer açmalarını işaret ederken ekledi "Fatma Hatun bize katılmanı istiyor." Melek, kendine söylenen yere oturduğu vakit dikkatler bir kez daha dans eden kızlara dönmüştü. Melek omzuna dokunan el ile irkilerek başını çevirdi. "Teşekkür ederim" Fatma Hatun gülümsüyordu "kardeşime birçok iyilik ettin." "Sizi daha önce görmedim." "Biraz rahatsızdım" kendine bakmaya devam eden kadına cevap verme mecburiyetinde hissetmiş ve sıkıntıyla yanıtlamıştı "nikris." Melek anlamaz bakışlarla Fatma Hatun'a bakıyor ve Nikrisin ne olduğunu hatırlamaya çalışıyordu ki müzik duyulmaz olmuş ve birkaç kelime yankılanmıştı. Nikris... yani ayak ağrısı... O halde gidip buz koysun burada ne işi var? Fatma Hatun kendisine boş gözlerle bakan kadına endişeyle bakıyordu. Başını korkuyla yaklaştırırken sordu. "İyi misin Hatun" "Buz" gülümsedi "iyi gelebilir." "Ah" yüzündeki endişe yerini yavaşça tebessüme bırakmıştı "Hekim kadın da öyle yapıyor." Eğlence sonu Melek de kızlarla temizliğe başlamış ve kısa sürede yatakhane eski haline dönmüştü. Yorgunluktan bitap düşmüş genç kızlar kendilerini bir an evvel yataklarına atmış hemen ardından Adile Hatun odayı aydınlatan mumları söndürerek diğerleri gibi uyumaya çekilmişti. Melek ise yatağında uzanıyor gözleri karanlıkta dolabı arıyordu. Fısıltılar çekilip nefes sesleri ortaya çıktığı vakit gözleri de karanlığa iyiden iyiye alışmıştı. Yatağından yavaşça kalktı ve küçük adımlarla dolaba ilerlemeye başladı. Kutuyu bir kez daha eline alıp yatağına ilerliyordu ki kızlardan birinin sayıklayan sesi duyuldu. Aynı anda Melek hızla bir adım atmış ve bir yükseltiye takılarak hızla yatağına düşmüş, onu başka bir kızın çığlığı takip etmişti. Yorganı bir hamlede üzerine çekip gözlerini sıkıca kapadı. Kısa bir süre sonra şikâyet eden sesler kesilmiş bir kez daha sessizlik hâkim olmuştu. Yavaşça yatağında doğruldu ve saçında sakladığı tokayı kutuya yerleştirerek giysilerinin arasına sakladı. Başını bir kez daha yastığa koyduğu vakit düşünceler yeniden gün yüzüne çıkmıştı. Zağanos kutuyu konuşmadan uzatmıştı belki de sadece bir elçiydi. Radu kesinlikle olamazdı zira Zağanos'un ona bakışları kardeşinin bir açığını yakalamaya çalışan sert bir ağabey gibiydi. Gözlerini tavanın tahtalarına çevirmiş ve yanlışlıkla gözünün çarptığı herkesi düşünmeye başlamış. En nihayetinde düşünceleri Sultan'ı bularak gözleri kaygıyla açılmıştı. Öyle ki şayet öyleyse bu belki de yeni bir hatun, yeni bir şehzade belki de yeni bir tarih demekti. Tüm bu düşünceler uykusunu kaçırmış ve korkuyla oturduğu yerde doğrulup sabahın olmasını beklemeye başlamıştı. Gün doğar doğmaz ayaklanmış ve giysilerini değişmeye başlamıştı. Açılan kapı sesiyle gözleri kapıya hemen ardından kendine şaşkınlıkla bakan Adile Hatun'a döndü. "Erken uyanmışsın." "Kâbus gördüm." "Hayır olsun" hala uyumakta olan kızlara dönerek sürdürdü "Hadi uyanın!" Bu esnada Melek ayakkabılarını giymiş kapıya ilerliyordu. "Nereye gidiyorsun?" "Tuvalete." "Bu elbiseyle mi?" Melek, Adile hatunu kandıramayacağını anlayarak derin bir nefes aldı ve gözlerini uyuyan kızlara çevirdi. "Hepsi uyanana kadar gelmezsem bugün taşlık temizliğini tek başıma yapacağım." Hemen ardından Adile Hatun'un onaylayan başıyla dışarı çıkmış aynı anda Adile Hatun'un sesi kulaklarını doldurmaya başlamıştı. Bu ses taşlığı tek başına temizleyeceğinin bir kanıtıydı. Melek, gerçeği öğrenme arzusuyla Zağanos'u arıyor ve öyle hızlı yürüyordu ki düşmemek için eteğini ucunu haddinden fazla kaldırdığının farkında bile değildi. Öyle ki sıradan giyimli bir kadın ayıplayarak baktığı vakit ne yaptığını anlamış ve eteğini serbest bırakmıştı. Koridorlarda geçen uzun bir vaktin sonunda adımlarını bahçeye çevirdi. Zağanos, bahçede uzak bir köşede Sultan ile konuşuyordu. Melek bir an şüpheyle baktıktan sonra kendi hakkında konuşuyor olabileceklerini düşünerek paniğe kapılmıştı. Dikkat çekmemeye çalışarak gözlerini ağaçlar, çiçekler ve daha pek çok şey üzerinde gezdirerek yürümeye başladı. * "Bu kararınız gerçekten adil bir Sultan olduğunuzu kanıtlar, Sultanım" dedi Zağanos ve Sultan'ın hak veren bakışlarına ithafen sürdürdü "Çandarlı'nın suçunu biliriz ancak evlatları hakkında bir kanıtımız yok. Onların canını bağışlayarak yüceliğinizi gösterdiniz." "Bugün senin durumunu ilan edeceğim" gülümsedi Yeni sadrazamı." "Sultanım" mahcubiyetle başını eğmişti ki Sultan sürdürdü. "Hazırlıklar bitti mi?" "Bugün yarın biter Sultanım. Dilerseniz birkaç hafta içerisinde yola çıkarız." "Bir elçi gönderelim." "Emredersiniz Sultanım ancak bilirsiniz ki Brankoviç Osmanlı'yı sevmez. Kabul etmeyecektir. "O halde kaderini kendi seçecek" onayla başını salladı ve adımlarını saraya çevirirken ekledi "Elçi gönder Mara annem hatırına." * Melek henüz bir yanıt bulamamanın verdiği huzursuzlukla iki adamın saraya girişini izledikten sonra hayal kırıklığı ile bir kez daha yatakhaneye dönmüştü. "Taşlık" dedi Adile Hatun yanından geçip giderken ve diğerlerinin de duyabilmesi için sesini olabildiğince yükseltti "Bugün taşlık temizliği ile yalnızca Melek Hatun ilgilenecek." Melek, Adile Hatun'un arkasından gözlerini devirerek eline tutuşturulan bir süpürge ile taşlığa ilerledi. Ne var ki düşünceleri elini yavaşlatıyor ve defalarca kez uyarıya maruz kalıyor ancak sözünü tutuyordu. Ara ara elini destek alma isteyerek beline götürüyor hemen ardından süpürmeye devam ediyordu. Kuşluk vakti temizlik sona ermişti. Ağrılarını dindirmek isteyerek başını göğe çevirip bedenini olabildiğince geri atmış ve yeniden doğrulduğunda kapıda dikilen Adile Hatun ile karşılaşmıştı. "Aferin" dedi Adile Hatun memnun bir gülümsemeyle ve taşlığa gelişi güzel bir bakış atarak içeri girmesini işaret etti. Melek, hâlâ elinde olan süpürgeyi hızla duvarın kenarına bırakarak söyleneni yapmış hemen ardından kendini yere bırakmıştı. Gözleri kapıda, aklı Zağanos'un ağzından çıkacak sözlerde ayakları ise duvardaydı. Kızların ayıplayan bakışlarına daha fazla dayanamayıp duvara dayadığı ayaklarını kendine çekerek doğruldu. Hemen ardından sıkıntıyla derin bir nefes alırken ayağa kalkıp koridora çıkmıştı. Dikkat çekmemek için yavaş adımlarla bir o koridora bir bu koridora giriyor Zağanos'u bulmaya çalışıyordu. Dakikalar geçmesine karşın bir sonuç elde edemeyerek yürüyordu ki hedefi koridorun başında görünmüştü. Zağanos bir an olduğu yerde kala kalmış hemen ardından utançla adımlarını geri çevirmeye yeltenmişti. Melek bir an anlamlandıramadıysa da hızla kendini toplayarak adımlarını hızlandırmaya hatta koşmaya başladı. Öyle ki Zağanos'un boyu gibi adımları da büyüktü. Zağanos utançla gözlerini bastırıyor peşinden gelen kadına ne diyeceğini bulduramıyor beline doladığı ellerini birbirine geçirmiş kuvvetle sıkıyordu. Nitekim daha fazla dayanamayarak adımlarını yavaşlamış ancak o henüz arkasını dönmeden Melek önünde bitmişti. "Kaçıyor musunuz?" Gözlerini merakla açarken elini hâlâ ağrıyan beline koymuş bu esnada Zağanos'un bakışları garipseyen bir hal almıştı. "Dün bana bir kutu verdiniz." "Öyle" gözlerini şüpheyle Melek'in belindeki eline çevirdi "Hoşunuza gitmedi mi?" "Hayır hoş bir kutu" elini hızla indirdi hemen ardından çenesini hafifçe kaldırarak sürdürdü "merak ediyorum da içindekini kim verdi?" Aynı anda Zağanos'un gözlerinde bir farkındalık ışığı yanmıştı. "Ah" mahcubiyetle kaşlarını kırıştırarak "bağışlayın." Aynı anda kollarını güç almak isteyerek birbirine dolamış ve gözlerini yeniden kendinden bir yanıt bekleyen kadına çevirmişti. "Epeydir birine armağan vermedim, usulü unuttum." Melek aynı anda hem rahatlama hem de kaygı hissediyordu. Gözlerini kuşkuyla karşısındaki adama çevirdi. "Bir armağanı hak edecek ne yaptım?" "Armağan hak edene değil hissettirene verilir" dedi tebessümle "en çok da yaşadığını hissettirene." "Ne hissediyorsunuz?" "Ikinci kez tanışmış gibi, yaşıyor gibi." "Yaşadığınızı hissetmiyor musunuz?" "Uzun süredir sadece yaşıyorum" ve derin bir nefes alarak sürdürdü ancak artık Melek ile değil kendiyle konuşuyordu. "Ne yazık ki her hikâye mutlu bitmiyor, kul yaşamayı istese de ömür bitiyor." Henüz dalmak üzere olduğu rüyadan ayılıp kendine gelerek kollarını bir kez daha beline doladı ve yürümeye devam ederken sürdürdü. "Bildiniz" gururla kabaran göğsünün üzerinden bakıyordu. "Sadrazam olacağımı söylemiştiniz." "Oldunuz mu?" "Bugün ilan edildi, işitmediniz mi?" "Hayır, benim için yoğun bir sabahtı." "Tokayı" dedi düşünceli bir bakış atarak "beğenmediğiniz için mi saçınıza takmadınız yoksa kimden geldiğini bilmediğiniz için mi?" "Aslında" gülümsedi "kızlara söyleyecek bir yalanım olmadığı için." Zağanos, belli belirsiz bir tebessümle başını hak vererek sallamış ve kısa süre sonra yeni bir koridora Melek ise yatakhaneye yönelmişti. Önemli bir meseleyi düşünürken birçok kez yaptığı gibi yavaşça yürüyor nadiren duruyor adeta bir düşünce pınarında yüzüyordu. Öyle ki Zağanos ile gerçekleşen kısa konuşmasını düşünüyor, sözlerini defalarca zihninde tekrarlıyor ancak kesin bir anlam veremiyor yine de sert görünüşünün yanında duygusal bir yan olduğunu düşünüyordu. Tüm bunların yanında birçok başarısına rağmen kitaplarda hakkında net bir bilgi yazmayan bir figür oluşu ilgisini çekiyor bilmek istiyordu. Günler sonra Brankovic'e gönderilen elçi Saraya ulaşmış hemen ardından büyük bir koşuşturmaca başlamıştı. Zira Brankovic Sultan'ın şartlarını kabul etmemişti. Şimdiyse ordu yarın yola çıkmak için hazırlanıyordu. Melek ise yatakhanede bir köşeye bağdaş kurmuş ve dersler dışında ilk kez kucağına aldığı kasnağa beyaz bir kumaş geçirmişti. Bir süre düşündükten sonra güzel bir kuş işlemeye karar vererek iğneyi dikkatle kumaşa geçirdi. Uzun bir süre iğneyi itinayla kumaşa geçirip çekmiş nihayetinde becerememiş ve bir kez daha nakşa yeteneği olmadığını görmüştü. Hüsranla ipleri birbirine karışmış işlemeye bakıyordu ki aklına gelen bir fikirle nakşı söktü ve kumaş üzerinde yeni bir yer seçerek iğneyi göz kararı ile kumaşa geçirmeye başladı. Gün doğmuş ancak Melek gözlerini bir an olsun kırpmamış şimdiyse uykusuzluk kendini göstermiş ve esnemeye başlamıştı. Duyduğu ayak sesleri ile gözlerini kapıya çevirdi ve nakşı kolunun yenine sakladıktan sonra bir kez daha kapı açılır açılmaz kendini dışarı atmak için kapıya yöneldi nitekim Adile Hatun'un hesap soran gözleriyle karşı karşıya gelmişti. Melek hem bir taşlık cezası daha istemiyor hem de Adile Hatun'un öfkeli bakışıyla buna cesaret edemiyordu. Her birinin uyuduğuna emin olmak isteyerek kızlara gelişi güzel bir bakış atarak bir kez daha Adile Hatun'a döndü. "Ne bilmek istersin düşün ve sor. Senin için yıldızlara soracağım." Adile Hatun şaşkınlığını üzerinden atar atmaz gözlerini yumdu ve kısık bir sesle söyledi. "On dakika." Melek bir an bile ardına bakmadan yürüyerek etrafı araştırıyordu. Öyle ki Adile Hatun için yalan bile olsa gelecekten gelen bir haberin değeri sadece on dakikadan ibaret olmuştu. Üstelik şimdi ona iyi bir yalan uydurması gerekiyordu. Askerler yola çıkmadan önce bahçeye çıkmak için hızla yürüyor zaman zaman eteği ayaklarına dolanıyordu. Bahçe kapısına henüz varmıştı ki Radu'nun sesi duyuldu. "O kapıdan çıkmamalısınız Melek Hatun" başını hafifçe yana yatırdı "hiç sırası değil şayet ortada çok önemli önemli bir durum yoksa" çatılmış kaslarla kendine bakan kadına ithafen sürdürdü. "Askerlerin biri gelip biri gidiyor takdir edersiniz ki Sultan'ın sabrının da bir sınırı var." Melek yenine sakladığı mendile kısa bir bakış atıp başını hayal kırıklığı ile sallayarak geri dönmek için bir adım atmıştı ki Radu bir kez daha konuştu. "Kapıdan çıkmamanızı söyledim" gülümsedi "bahçeye çıkmanın elbet başka yolları da vardır." Ardına kısa bir bakış atıp Melek'in peşinden geldiğine emin olduktan sonra sürdürdü "Bahçeyi bu kadar önemli kılan kimdir?" Yenini işaret ediyordu. Melek, utançla gözlerini yenine çevirmiş ancak bir yanıt vermeyi reddederek Radu'nun peşi sıra ilerlemeyi sürdürmüştü. Ilgiyle etrafı araştırıyor, koridorda bir kapı yahut pencere arıyordu ki Radu yürümeyi kesti ve gelen giden olup olmadığını kontrol ederek kendine döndü. "Görüşmek istediğiniz kişiye haber edebilirim ya da biz atlarımıza binip Sırbistan'a gidene kadar bahçede bekleyebilirsiniz." Bir kaşını inat edercesine havaya kaldırırken duvardaki bir meşaleyi tutup çekti. "Belki gelir." Aynı anda duvar yerinden oynamış ve dar bir kapı açılmıştı. Melek meraka karışan bir sevinçle kapıya dönmüş hemen ardından endişeyle gözlerini Radu'ya çevirmişti. Radu'nun haklılığına kanaat getirdi ve daha etkili görünmek isteyerek düşen omuzlarını kaldırdı. "Zağanos paşaya bir malûmatım var." "Malûmat" diye yineledi yavaşça başını sallarken. "Pekâlâ öyle derim." Çenesiyle kapıyı işaret edip ekledi. "Bahçeyi aydınlatan meşaleleri göreceksiniz. Biri şu an aşağı bakıyor onu kaldırın." Melek, Radu'nun ardından bir kez daha koridoru kontrol ettikten sonra bahçeye adım attı ve kendini bahçenin başka bir noktasında buldu. Ağaçlar dalları duvara çarpıyor, yeşil yapraklar duvarın üzerinde büyümeye başlıyor aralarında meşaleler dikiliyordu. Aşağı bakan meşaleyi yakalayıp hızla yukarı kaldırdı ve beklemeye başladı. Dakikalar sonra bahçeyi saran çimler hareketlenmeye başlamış ve Zağanos ortaya çıkmıştı. "Gününüz aydın olsun Melek Hatun" ağaç dallarındaki çiçeklere gelişi güzel bir bakış attı. "Radu beni beklediğinizi söyledi." Bakışlarını bir yanıt arayarak Melek'e çevirdi. "Hediye" dedi elinde tuttuğu mendili uzatırken ve Zağanos'un bir neden arayan gözlerine bakarak ekledi "kıymetli hissettirene de verilir." Zağanos mendili eline alırken afallamış gözlerle karşısındaki kadına bakıyordu. Memnuniyetle harmanlanan bir ilgiyle bakışlarını mendile çevirirken sordu. "Bu da ne?" "Bir şahin." "Bu bir şahin mi" anlam veremeyerek nakşa bakıyor ve bir yerlerde bir şahin yahut bir kuş arıyordu. "Evet, sadece" işaret parmağını mendilin üzerine işlediği küçük m harfine doğrulttu. "Bunlar kanatları ve bu da gövdesi. Bu tembel bir şahin değil devamlı dalda durmuyor, uçuyor." "Nereye" engel olamadığı bir gülümsemeyle. "Sırbistan'a." **
*Nikris / Gut olarak da bilinen romatizmal bir hastalık. Osmanlı tıbbında ayak ağrısı olarak da geçer. *Durad Brankovic/ 1427-1456 yılları arasında hüküm süren Sırp despotu. Aynı zamanda 2. Murad'ın eşi Mara Hatun'un babası.
|
0% |