@suu_bay
|
Zağanos yanıt arayan gözlerini merakla Melek'e çevirmiş ancak derhal eski haline dönmüş ve birkaç koridor sonra kaybolmuştu. Melek ise Âvni'nin hiç var olamayacağını düşünerek yürümeye devam ediyordu. Âvni elbette ki önemliydi ancak fatih kadar değildi. Bu düşüncenin getirdiği rahatlıkla derin bir nefes aldı ve hareme girdi. Eskinden kendisine alayla bakan gözlerin çoğu bir süredir ya meraklı ya da ürkek görünüyordu. Nitekim hepsine ortak bir duygu hakimdi, haset. Öyle ki, padişahın hatunları minnettarlıklarının bir temsili olarak eski birkaç parça elbiselerini ona göndermiş ve birçok kızdan daha şık görünmesini sağlamıştı. Birçoğunun yıllardır yapamadığını sadece birkaç günde yapmış, fark edilmişti. Melek, boş gördüğü bir yere geçip oturdu ve gözlerini koridora bakan pencereye çevirdi. Her zamanki gibi eteklerini uçura uçura yürüyen kadınlardan başka bir hareketlilik yoktu. Öyle ki bu hareketlilik de birkaç saniyede sonlanmış ve dikkatini koridorları her daim aydınlatan mumlara çevirmişti. Alev oynak bir genç kız gibi bir o yana bir bu yana sallanıyor ardından yaşlı bir kadının hayat yorgunluğuna bürünüyordu. Nitekim bu esnada yanına oturan biri dikkatini mumlardan çekip almayı başarmıştı. "Demek bu yüzden hareme alındın" dedi Reyhan gülümseyerek. Artık onu bir rakip olarak görmüyordu. Melek, konuşmayı reddediyor onayla başını sallıyor. Farkında bile olmadan bir nevi sohbet ediyordu. "Bana söylememene kırıldım." Melek bir an gözlerini kızgınlıkla karşısına oturan kıza çevirmiş ve daha fazla susamayacağına kanaat getirmişti. "Benden utandın." "Haklısın" sıkıntıyla derin bir nefes alarak "özür dilerim" gözlerini kaçırarak sürdürdü "yarın gece musiki eğlencesi teftiş ediyorlar" gözlerini bir kez daha Melek'e çevirdi ve diyecek başka bir şey kalmadığını düşünerek ayağa kalkmadan önce ekledi "umarım güzel bir gece olur." Melek, Reyhan'ın ardından kısa bir süre bakıp haremin bahçesine çıkmak üzere ayağa kalkıyordu ki defalarca kez gördüğü ancak bir kez olsun konuşmadığı bir kız yanına yaklaşmaya başladı. Gözlerini merakla çevirdi. "Gülşah Hatun seni dairesine davet ediyor" sahte bir gülümsemeyle sürdürdü "biraz sohbet etmek için." Melek, merakla ancak daha çok tedirginlikle karşısındaki kadına bakıyordu. Kitaplarda Fatih'in kişiliğine yahut yaşantısına dair az da olsa bilgiler vardı ancak kadınlarına dair hiçbir şey yoktu. Onlar tamamıyla bir sırdı. "Sohbet mi? Ne hakkında?" "Nereden bileyim" dudaklarını büzerek "Gülşah Hatun'a bir şey söylemem gerekir. Gelecek misin yoksa gelmeyecek misin?" Melek onayla başını sallamış ve genç kadının yanında yürümeye başlamıştı. Çok geçmeden büyük ve gösterişli bir kapıdan içeri girdiler. Gülşah Hatun pencere kenarında oturuyor manzarayı izliyor arada gözlerini içeride kendince savaş yapan oğluna çevirip kontrol ediyordu. Kapı açılıp da içeri beklediği gibi iki kadın girdiğinde Gülşah Hatun'un bakışları da yön değiştirdi. "Bu Melek Hatun" dedi gönderdiği genç kadın kendine verilen görevi hakkıyla yerine getirmenin gururuyla ve bir adım geri çekildi. "Aferin Ayşe" gülümsedi ve değerlendiren bakışlarını kısa bir an Melek'in üzerinde gezdirdikten sonra sürdürdü "Geç otur Hatun" yanını işaret ederken gözlerini kısa bir an diğer kadına çevirdi "Mustafa'yı biraz gezintiye çıkar." Ayşe Hatun, daha Mustafa'ya elini uzatıp gezinti vakti olduğunu der demez küçük çocuk elindeki tahta kılıcı bir kenara atmış hemen ardından cayarak tekrar eline alıp koşarak kapıdan çıkmıştı. Onun bu heyecanlı hali annesinin dudaklarında değil ancak gözlerinde gerçek bir mutluluk ışığı yakıyordu. Gülşah Hatun, oğlunun ardından kapı kapanıp da oda da yalnız olduklarına emin olur olmaz gözlerini bir kez daha Melek'e çevirdi. "Seninle sadece bir kez karşılaştık." "Yemekte." "Evet" onayla başını salladı "önemli bir karşılaşmaydı. Allah senden razı olsun" önündeki gümüş şekerliğin kapağını açıp lokumları gün yüzüne çıkardı "Buyur ye." "Teşekkür ederim" bir lokum alıp ağzına atmış aynı anda Gülşah Hatun'un yüzüne bir tebessüm yayılmıştı. "Söyle bana Hatun" gözlerini dikkatle Melek'e çevirdi "oğlumun kaderi nedir? Padişah olacak mı olmayacak mı?" En nihayetinde dişlerine yapışan lokumlardan kurtulup da yutmayı başarabilmiş ancak ne diyeceğine bir türlü karar verememişti. Bir anneye evladının gözde bir şehzade olup da toprağa gireceğini hangi ağız söyleyebilirdi? Odayı kaplayan sessizlik Gülşah Hatun'un yanıt arayan gözlerini hüzne bürümeye başlamıştı ki Melek omuzlarını dik bir konuma getirerek konuştu. "Gelecek pek tâbi değişkendir ancak şunu diyebilirim ki Şehzade Mustafa'nın geleceği parlaktır" aynı anda Gülşah Hatun'un gözleri ışıkla parlayarak başka bir yöne çevrilmiş ve dudakları mutlulukla kıvrılmıştı. Hemen ardından bir kez daha fakat bu kez endişesini gizlemeye çalıştığı sert bir sesle Melek'e döndü. "Bu sualim aramızda kalsın." "Tâbi." "Olur da soran olursa geçen gece yaşananlardan dolayı teşekkür etmek istediğimi söylersin" Melek'in onaylayan baş işaretini görüp derin bir nefes aldı ve elinde sakladığı bir altını uzattı "Sizi daha fazla tutmak istemem." Melek artık kendisine ihtiyaç duyulmamasının verdiği mahcubiyetle eline aldığı altını giysisine sakladıktan sonra odadan çıktı ve kısa süre sonra kendini bahçeye attı. Rengarenk çiçeklerin içerisinde yürüyor, gözüne bir başkası çarpıyor ve ona ilerliyor ardından bir kuşun yuva yaptığı bir ağaca yürümeye başlıyordu. Öyle ki farkına bile varmadan ayakları kontrolü alarak onu çalıların arasına götürmüş ve yeşillerin arasında başka bir renk dikkatini çekmişti. Radu siyah kaftanı ile bahçenin bir köşesinde oturuyordu. Daha iyi görebilmek için gözlerini kısarken bir adım ileri attı. Radu gözlerini bir noktaya sabitlemiş, arada düşünceli bir tavırla başını yavaşça sallıyor, üzgün görünüyordu. Radu'nun iyi biri olduğunu biliyor ve bu haline üzülüyordu. Meraka karışan bir merhametle Radu'ya bakmış hemen ardından etrafı kontrol edip yanına ilerlemeye başlamıştı. "Neyin var Radu Bey?" Radu gözlerini bir uykudan uyanmış gibi irkilerek sesin geldiği yöne çevirdi ve telaşla ayağa kalkarken yanıtladı. "Sadece yorgunluk." "Oturuyordun ancak düşünüyorum ki yorgun olan ayakların değil kafanın içi." Radu derin bir nefes alıp onayla gözlerini kapatırken Melek bir kez daha etrafı kontrol etti ve gözlerini sevecen bir bakışla yeniden Radu'ya çevirdi. "Sen iyi birisin Radu" elini kalbine götürerek gülümsedi "bunu hissediyorum." "Teşekkür ederim" gözlerini mahcubiyetle başka bir yöne çevirdi. "Neyin var Radu Bey?" Radu tek kelime etmeyerek olduğu yerde dikiliyor gözlerini ağaçların üzerinde gezdiriyordu. Kararsızlıkla gözlerini Melek'e çevirdi. "Buraya ilk geldiğimde kendimi bir yabancı gibi hissediyordum ama ağabeyim yanımdaydı ve bir nebze de olsa evimde gibi hissediyordum" acıyla gülümsedi "o bir süre önce geri döndü, bende yapabilirim ama şimdi" aynı anda ağaçtan bir kuş havalanmış ve Radu'nun konuşmasının bölmüştü. "Şimdi?" "Yabancı bir yere gitmek istemiyorum, evimde olmak istiyorum." "Yalnız hissediyorsun." Radu yumuşak bakışlarını Melek'e çevirmişti ki Zağanos'un sesiyle sohbetleri son nefesini verdi. "Melek Hatun!" Melek merakla başını Zağanos'a çevirmiş bir söz söylemesini bekliyor Zağanos ise gözlerini Radu'nun üzerinde gezdiriyordu. "Gel" gözleri hâlâ Radu'daydı "hemen." Melek, bir yanıt arayarak Zağanos'a bakmış ancak bir sonuç alamayınca Radu'ya selam vererek birçok kez yaptığı gibi yine Zağanos'un peşine takılmıştı. Zağanos artık her adımını ezbere bildiği bahçede sert adımlarla ilerliyordu. Çalıların sakladığı bir koridordan geçerken gözlerini Melek'e çevirdi. "Bir erkek ile bir hatun herkesin görebileceği bir yerde göz göze olmaz. Kafan bunu bilemeyecek kadar çalışmaz mı?" Melek nedensiz yere uğradığı aşağılayıcı sözlerle gözlerini öfkeyle Zağanos'a çevirdi. Nitekim bulunduğu konumu hatırlayarak kendine hâkim olmayı başarmış ve sakince yanıtlamıştı. "Sohbet ediyorduk." "Onlarca kadın içinden hiçbiri kafana denk düşmez de Radu mu düşer?" "Onları istemiyorum. Yeni geldiğimde alay etmişlerdi" Zağanos'un sorgulayan bakışlarına ithafen sürdürdü "yaşım büyükmüş." "Kaç yaşındasın?" "Yirmi." Artık Zağanos'un gözleri öfkeyle değil anlayışa karışan bir ilgiyle bakıyordu. "O halde onlara bir ders ver" belli belirsiz bir tebessümle ekledi "affet. Bu canlarını yakacaktır." Melek, bir yanıt vermek için ağzını açmıştı ki haremdekilerin bir ergen görünüşünde olduğunu düşünerek sustu. * Ertesi akşam, birçok telaşlı adım haremi doldurmaya eğlence hazırlığı etmeye başlamış ve işe yaramayacak olanlara eğlence vaktine dek ayak altından çekilmesi tembihlenmişti. Melek onlardan biriydi. Bahçeye çıkabileceğini düşünmüş ancak akşam vakti olduğundan tek yapabildiği saray koridorlarında yürümek olmuştu. Iki küçük şehzade peşlerindeki iki daye ile ardından koşuyordu. Oyunlarını bozmak istemeyerek sırtını hızla duvara dayamıştı ki Mustafa yoluna çıkan bir engele çarparak yavaşladı. "Yavaş şehzadem" dedi Radu, çocuğun iyi olduğuna emin olur olmaz ancak küçük çocuk bir yağ gibi ellerinden kaymış ve ağabeyinin peşinde koşmaya devam etmişti. Bu esnada dayesi sonunda şehzadeye ulaşmanın verdiği rahatlıkla yavaşlayan adımlarını daha da hızlandırıyordu. Radu, Melek'in varlığını henüz fark etmiş ve şehzadelerin gittiği noktayı işaret etmişti. "Barışmışlar." "Küs müydüler?" "Yaklaşık bir saat önce" gülümsedi "her saat başı küser ve barışırlar." "Neden bu kadar çok tartışıyorlar." "Çünkü" dedi gayet olağan bir tavırla "çocuklar." "Doğru dersiniz" şehzadelerin gittiği yöne bakarak "hâlen çocuklar." Gözlerini bir kez daha Radu'ya çevirdi "Bir yere mi gidiyordunuz?" "Sadece yürüyordum. Gündüzleri güzel lakin geceleri bahçe hayli serin oluyor" çenesini sorguyla yukarı kaldırdı "sanırım siz de yürüyüş yapıyorsunuz." "Mecburen" baş parmağını geride bıraktığı koridora çevirerek "eğlence hazırlığı yapıyorlar." Radu, Melek'in başparmağı ile yaptığı değişik harekete bakıp bir anlam veremeyerek kaşlarını catmış neyse ki üzerinde durmamıştı. Uzun süre karşılıklı dikilmenin birileri tarafından yanlış anlaşılacağını düşünerek yürümekte oldukları koridoru işaret etti. Radu, Melek'in bir adım önünde gidiyor ancak adımlarını neredeyse bir çocuğun adımları kadar küçük atıyordu. "Dün" kaçamak bir bakış atarak "bahçede size dediklerim." "Aramızda kalacak." "Teşekkür ederim" minnetle gülümsedi "sarayı sevdiniz mi?" "Öncelikle yemekleri çok güzel, elbiseler kaliteli" bu esnada Radu gençliğini ortaya çıkaracak derecede sevimli bir gülüş sergiliyordu "sadece bazı günler biraz" sıkıntıyla kollarını birbirine dolayarak Radu'ya döndü "sıkıcı geçiyor." "Aslında sarayda vaktinizi eğlenceli kılacak birçok uğraş var." "Uğraşdan çok derse benziyorlar." "Öyle de denilebilir." Bu esnada inceden müzik sesleri de duyulmaya başlamıştı. Melek ilgiyle seslerin geldiği yöne dönmüştü ki Radu'nun sesi son kez duyuldu. "Size iyi eğlenceler" ve adımlarını hızlandırarak ilerlemeye başladı. Melek, henüz arkasını dönmüştü ki aynı anda gri bir kaftan koridoru dönüyordu. Adımlarını hızlandırarak yürüyor öyle ki ne kanun sesleri ne de inceden ona eşlik eden çeng seslerini umursamıyordu. Sadece Radu ile bu kısa sohbetlerine şahit olan kişiyi bir an evvel bilmek istiyordu. O, Radu'ya baktığında on altı yaşında bir çocuk onlar ise genç bir erkek görüyordu. Koşar adım koridoru dönmüştü ki endişeyle durdu. Zağanos karşısında dikiliyordu. Zağanos sıkıntılı bir ifadeyle karşısındaki kadına tek kelime etmeden bakıyor bakışları ile sorguya çekiyor Melek ise aynı sıkıntılı ifadeyle sessizliğini koruyordu. Zağanos bu duruma daha fazla katlanamıyor bir neticeye varmak istiyordu. Sakinleşmek maksadıyla derin bir nefes almış hemen ardından arkasına sakladığı ellerini açığa çıkararak küçük bir kutu uzatmıştı. Melek, kutuyu eline alır almaz Zağanos hızla geçip gitmiş ve kısa sürede gözden kaybolmuştu. Bu esnada Melek'in hissettiği endişe de merak ile bir olup harmanlanmıştı. Hızla görünürde birilerinin olup olmadığını kontrol etti ve kutuyu açtı.
*Kanun/ Yamuk bir kasa üzerine uzundan kısaya doğru sıralanıp gerilmiş tellerin titreştirilmesiyle ses veren çalgı. *Çeng/ Osmanlı'da kullanılan arp benzeri bir çalgı aleti.
|
0% |