Yeni Üyelik
12.
Bölüm

12. Bölüm

@suwiiniz

Öfkeliydi. Çok öfkeliydi. Çünkü bu genç yaşında üzüntü ne demek bilmek istemiyor, bütün hüznünü sinire döküyordu genç kız. Selim. Selim Vural ölmüştü. Bu gerçeği her ne kadar kabullenmek istemese de o ölümü bilirdi. Çünkü insan bir kez bir şeyin tadına baktı mı asla o tadı unutmazdı. Kız da ölümü tatmıştı. Hem de defalarca kez. Adımları kapıya gittiğinde içinde ki canavarı hissetti. Çocukluğu. Kızın vücudunda olan hakimliğini koruyordu. Çisem buna her ne kadar alışamasa da onu daha yağmur altığında görmediği için bundan şikayetçi değildi. Sanıyordu ki çocukluğu onu koruyor. Oysa o, kızı kendine saklıyordu. İnsanlardan onu koruyup kızın benliğini ele geçirmek isteyen, kendi kafasında ki canavardı. Kendi kendini koruyordu ama bu ona göre farklıydı. Çocukluğunun gücü ile kapıyı açtığında içeride ki adam irkilerek ayaklarını uzatıp oturduğu yerden doğruldu. Kızı görünce derin bir nefes verdi. Çisem sakince kapıyı kapattı.

"Yine ne bok yedin? Kime bulaştın?"

Adam sigarasını yakarken kız masada oturan adama nefret ile yaklaştı. Selim'in sağ kolu biricik Salih. Selim'in sırtını yasladığı Salih. Tüm pis işleri halleden Salih. Ama Salih bugün yapmaması gereken bir şey yapmıştı. Çisem cebinde olan bıçağı yokladı. Ona dövüşmeyi öğreten adama bugün dövüşün kanlı yüzünü göstermeyi planlıyordu.

"Peşimde koşturmaktan bıkmış gibisin."

Salih sigaradan bir duman çekerken küçümseyen bir tavır ile kızı süzdü. Masaya uzatmış olduğu ayaklarını iyice yayarken dumanı üfledi ve güldü.

"İki çocuğun peşinde daha fazla koşturmayacağım."

Çisem'in zihninde tek bir kelime yankılandı. Öldür. Hafifçe gülümsedi. Daha hayatında iki kişi öldürmüştü kendi başına. Birisi Selim için diğeri de tamamen para için. Elbette ki geçmişini saymıyordu. Adamın masasına doğru adımladı. Salih bir duman daha çekti ve mırıldandı.

"Abin ile görüştüm. Konuşmadınız mı?"

Çisem'in içinde olan öfke duygusu arttı. Kaç gün olmuştu? Selim öleli daha kaç gün olmuştu da bu adam bunları söyleyebiliyordu? O alışıktı. Annesini kaybetmişti. Acısı hala aynı kalsa da kalbi bu yüke alışmıştı. Günler önce Selim'in acısı da o kalbe kazınmıştı ama ilki kadar acıtmamıştı. Kaan ise... Annesini küçük yaşta kaybetmiş birisiydi. Ölümün ne olduğu hakkında bir fikir yürütülemeyecek bir yaş. Şimdi ise acısını bile çekemiyordu. Kim yüzünden peki? Soru basitti. Kendisi ve çevresindekiler yüzünden. Kız zaten oğlana ne kadar fazla yük olduğunu biliyordu. Bunu olabildiğince yok etmeye çalışsa da yapamıyordu. Ama yapabileceği diğer şey ona yük olanları kaldırmaktı.

"Konuştun mu?"

Salih kafasını olumluca salladı. Gülümsemesi büyüdü. Kız ise cebinde olan bıçağı sıktı. Konuşmuş. Resmen aşağılamıştı. Tüm ekibin önünde Kaan'ın zayıflığını haykırmıştı. Kapıdan olanları dinlemiş, kendisi içeri dalmamak için zor durmuştu. Ancak Kaan orada zaten yeterince küçük düşmüşken onu bir de kendisi küçük düşürmeyecekti. Bu yüzden o konuşmanın bitmesini beklemişti. Selim öldükten sonra ekip karışmıştı. On dokuz yaşında bir çocuğun sözünü dinlemeye kimsenin niyeti yoktu. Çisem'e göre herkesin tasması gevşemişti. Ve evet o gerekirse o tasmaları boğarcasına sıkacak, herkesi abisi olarak gördüğü adama boynunu eğdirtecekti. O Selim'den sonra delirirken Kaan iyice içine gömülmüş, ne yapacağını şaşmıştı. Bir yanda olan acısı, diğer yanda olan tüm aksayan işler. Ve tepesine çıkan birkaç köpek. Salih. Bugün başını eğmesi ve saygı ile patronunun oğluna bakması gerekirken tüm ekibi gaza getirip Kaan'ın başını eğmişti. Ne kadar zayıf yetiştirildiği hakkında konuşup atmıştı. Oysa Çisem bilirdi. Selim kıza kıyamazken Kaan'a acımazdı. Çünkü biliyordu. Oğlu onun yerine geçecekti. Kaan'ın derisinde olan bıçak izlerini kimse bilmezdi oysa. Akşamları o yaraları temizlemesine yardım eden Çisem ve Selim bilirdi sadece. Kendisini savunmayı öğrenirken almıştı o yaraları. Parmakları silah tutmaktan sertleşirken ona krem uzatan Çisem olurdu. Selim bu hayata önem verdiği kadar eğitime de önem verdiği için Çisem'e yardım eden de Kaan'dı. Ancak kız yine bilirdi ki o acıyan parmaklarıyla oğlan oturup ders de çalışmış, en iyi üniversitelerden birisini bitirmişti. Kaan, bu hayatta gördüğü en güçlü birisi iken Selim, babası onun kırılma noktası olmuştu. Bildiği bir diğer şey de o kırık düzeldiği zaman daha da güçleneceği idi. Kaan kendini düzeltene kadar ise onun önünde Çisem duracaktı. Salih güldü.

"Gerçekleri söyledim. Para sıkıntısı çektiğimizin farkındasın değil mi?"

Çisem kendini sakin tutmaya çalışarak güldü.

"Ay sonuna yaklaşıyoruz. Borçlar ödenecek. Her ay sonu zaten biraz nakit miktarı düşer. Sonra eski hale deva-"

Adam gülmeye başlayıp kızı sustururken Çisem daha da gerildi.

"İnsanlar gelip öylece borcunu ödüyor mu sanıyorsun sen?" Ayaklarını indirdiğinde sinirlenmişti. "Bu iş çocuk oyuncağı değil. Kan var."

Biliyordu. O çöpten kurtarılırken bile kanı görmüştü. Hafifçe gülümsedi.

"O zaman işini yap. Paraları al ve getir."

Salih'in gülüşü büyüdü.

"Bundan sonra öyle olmayacak. Yıllarca bokunuzu temizlemek ile uğraştım."

Çisem alaylı bir ifade takındı.

"İstifa etmek ne demek biliyorsun değil mi?"

İstifa ölüm demekti. Bu işe bir kez bulaştın mı kurtulamazdın. Salih alay ile güldü.

"İstifa mı? İşi elime alacağım. Size de hakkınız olan parayı veririm merak etmeyin."

Çisem anlamış gibi kafa sallarken adama doğru yaklaştı. Sandalyesinde doğrulurken oldukça keyifliydi. Eli cebini bulurken ise oldukça rahattı.

"İşin başına geçecek birisi var. Kaan Vural."

Salih sıkıntı ile nefes verdi.

"O abin olacak zibidi ne bok yapacak? İşten bile haberi yok. Sen desen kafan ayrı, ortalıkta sorun açmaktan başka bir halt yediğin yok. Daha fazla sabretmeyeceğim."

Çisem gülümserken masada olan kemere bakındı. Bu kadar rahatlık fazla değil miydi? Derin bir nefes verdi. Ardından bir kez daha alttan almayı denedi.

"Babam bunları duysa ne olurdu sence?"

Adam alay ile kıza baktı.

"Selim'i severdim. Ama birbirimizi kandırmayalım. Sen çöplükten gelme bir kız, abin de bir işe yaramayan alkolik bir zavallı. Yine içiyordur kesin."

Bu son damlaydı. Çisem güldü ve kafasını olumsuzca salladı.

"Yanlış cevap. Selim, üzülürdü."

Adam daha fazla kızı umursamadan kendini toparlamaya başlarken Çisem sandalyenin arkasına doğru adımladı. Salih derin bir nefes verdi.

"Haklısın. Yazık olacak size."

Salih hafifçe sandalyeden doğrulmuştu ki Çisem bir an olsun düşünmedi. Kemeri adamın boynuna sardığı gibi kalkacağı yere geri oturttu.

"Lan!"

Adam haykırırken bir ayağı sandalyenin üstünü buldu kızın. Sandalyeyi kendisinden sertçe iteklerken son gücü ile kemeri çekti. Salih öğürürken ise bağırdı.

"Bir daha asla bağırmayacaksın! Özellikle abime! Bir daha asla o götün kalkmayacak!"

Salih'in gözleri fal taşı gibi açılırken elleri kemeri buldu. Çisem ise daha da gerdi kemeri.

"Çöplükten gelen bir kız bile saygı göstermeyi bilirken senin şuurunda saygının olmaması daha yazık!"

Salih kemeri boş verip akıllıca davranarak sandalyeyi geriye devirirken Çisem geriye doğru kaçtı. Kemer çözülürken Salih öksürmeye başladı. Boğazında olan kemer izi oldukça belirgindi. Öksürürken ise güldü.

"Kendi eğittiğim köpeğe bak sen!"

Salih bağırdığında Çisem gülümsedi. Gözleri tek bir noktayı buldu. Odanın önünde ki kameraya gülümsedi ve konuştu.

"Gururlu bir köpek gurursuzdan daima daha güçlüdür." Salih doğrulacağında amacına ulaşmıştı. Kafasına sertçe bir tekme geçirdi. Adamın bilinci giderken gülümsedi ve cebindekini çıkardı. "Siz gurursuzlar ise korkaklık edip en güçlünüzü de kaybettiniz."

Cebinden çıkardığı bıçağı düşünmeden adama saplarken görüntülerin izleneceğini elbette ki biliyordu. Tek amacı Kaan'ın bunları görmediğine emin olacaktı. Hafifçe güldü ve mırıldandı.

"Selim Vural'ın yerine geçen Kaan Vural için hainlik yapan her köpeğin sonu budur. Emin olun bunu bizzat ben sağlayacağım. Çöplükten gelen baş köpek olarak."

Görüntüler şimdiden yayılırken Çisem'in bildiği tek şey insanların ondan korktuğuydu. Bu yaptığı ile ise korkular ona katlanacaktı. Çünkü bu ekipte ki insanlar onun deli olduğunu bilirdi. İnsanları öldürüşünü ve bundan zevk aldığını da. Özellikle Selim'den sonra. Cümlelerini tamamlamak adına tuttuğu bıçağı düşünmeden Salih'in derisinde kaydırdı. Adamdan kanlar akarken ise o gülümsedi.

"Ne yapalım?"

Soruyu soran kişi ise Çisem'in bilmemesini istediği tek şeydi. Kaan uykusuzluktan morarmış gözler ile videoyu izliyordu. Her bir saniyesini. Bu hayatta arkasını rahatlıkla yaslayabileceği kişiye baktı. Elinde ki şişeden bir yudum daha aldı. Çisem'in bu hali onu endişelendirse de babasına bağladı. Acı ile yutkundu. Babam yüzünden, acısı geçince düzelecek diye düşündü. Ancak bilmiyordu ki çocukluğu çoktan kendisini göstermişti o vücutta. Çisem elinde ki bıçağı bırakırken tekrar kameralara döndü. Kaan mırıldandı.

"Odanın etrafında kimse var mı?"

Kardeşine bir şey olmayacaktı. Farkındaydı. Babasından sonra çökmüştü. Bugün ise babasının sağ kolunun söyledikleri ağır gelmiş, sesini çıkaramamıştı. Ancak kardeşi onun yerine bizzat bunu yapmıştı. Hemen yanında olan adama bakındı. Adam onun bu haline üzülür gibiydi. O günlerdir kendisini alkole vurmuşken kız öyle yapmamıştı. Gücünü kimseden esirgememişti. Kendine köpek bile demiş ama asla geri çekilmemişti. Bu gün olanlardan sonra onun da durması aptallık olurdu. Selim bunu istemezdi. Biliyordu. Çökmüştü ama artık toparlanmalıydı. Bu çöküş ise ona gerçekleri göstermişti. Hainleri... Derin bir nefes verdi. Ardından mırıldandı.

"Salih'i diğer yandaşları temizlesin." Adam anlamış gibi kafa salladığında bunu nasıl emredeceğini düşünüyordu. Kaan ise gülümsedi. "Çisem'in ise onlara artık söz sahibi olduğunu söyle."

Adamın kaşları çatılırken Kaan elinde olan şişeyi adama verdi ve arkasını döndü.

"Ne?"

Adam bile korku ile fısıldarken olacakları biliyordu. O deli kız hepsinin sonunu getirir diye tahmin ediyordu. Kaan ise Çisem'in asla böyle bir şeyi kabul etmyeceğinin farkındaydı. Tek amacı onu yanında tutarak biraz da olsa güvenliğini sağlamaktı. Arkasına baktı ve mırıldandı.

"İki kardeş artık her zaman birlikte hareket edecek diyeceksin."

...

Yorgun olan gözlerimi araladım. Asansörde ki aynada yansımamda kendimi gördüm. Hafifçe gülümsedim. Mutluydum bugün. İyi hissediyordum. Sanki günüm güzel geçecek gibi bir his vardı. Ayna da olan kendimi süzdüm. Kendi evimde ki gibi değildim. Kilom yerindeydi. Yüzüme bir renk gelmişti. Morluklar, yaralar geçmişti. Güzel duruyordum. Gülümsemem büyüdü. Kendimi nadiren güzel bulurdum. Aynada olan kadın bugün güzeldi. Saçlarım uzamıştı. Yiğit'in sevdiği gibi... Gözlerim sanki ölmek istemiyordu şimdilik. Parlıyordu çünkü. Sönük olan gözlerim parlıyordu. Arkamdan bir ses duymam ile gözlerim orayı buldu. Asansörün kapısı bir katta durup açılırken gülen yüzüm donuklaştı. Çocukluğum açık olan kapıdan girerken yüzü asıktı. Gözleri beni bulmadan karşımda o da benim gibi asansör duvarına yasladı bedenini. Onun sönük mavilikleri aynayı bulurken ben de aynaya baktım. Gülen yüzüm solmuştu. Onu takmamaya çalışarak tekrar gülümsemeye çalıştım. Ama yansımam daha da yüzünü düşürdü. Çocukluğum kendisi ile birlikte beni de bir çukura çekiyor gibiydi. Yine de gülümsedim. Ama karşımda olan kadın yansımama ters bir biçimde gülümsemedi. Elim korkuyla ağzımı buldu. Gülüyordum işte. O neden gülmüyordu? Bedenim korku ile çocukluğuma döndü. O ise bana bakmadı. Gözleri aynadaydı. Asansör tekrar durduğunda korkarak kafamı çevirdim. Ancak gördüğüm yüz korkumu yok ederek tekrar gülmemi sağladı.

"Manyak..."

Siyahlar bana yansımamdan baktı. Onun gibi ben de aynaya döndüğümde çocukluğumun gitmiş olduğunu fark ettim. Gözlerim kendimi bulduğunda ise beni daha tedirgin eden o şey oldu. Gülmüyordum. Ama ben gülümsüyordum. Mutluydum. Aynada olan kişi ise çocukluğum gibiydi. Endişe içinde aynadan siyahlara döndüğümde onda olan değişikliği de fark ettim. Bana bakıyordu ama bana bakar gibi değildi. Eli asansörün tuşlarına uzandığında ilerleyen asansör durdu. Buz gibi bir ses ile mırıldandı.

"Ne biliyorsun sen?"

Aynayı boş verip ona döndüm ama onun buz gibi olan gözleri öldürmek ister gibi hala aynaya bakıyordu. Korku ile tekrar aynaya döndüğümde bu sefer beni gerçekten korkutan o şeyi gördüm. Gülüşüm tuz buz olurken aynadan çocukluğum gülümsedi. Ben yoktum. Çocukluğum vardı yansımamda. Gülümsemesi büyüdü ve öldürmek isteyen mavilikler siyahları buldu.

"Her şeyi."

Ben yoktum. Yoktum. Çocukluğum ve Manyak vardı aynada. Elimi kaldırıp kendimi gömdüğüm o yerden çıkarmak istedim. Ama elim oynamadı bile. Hareket edemiyordum. Mutluluğumdan zerre kalmazken artık korku tüm bedenimi sarmıştı. Manyak aynadan tiksinirmişçesine bana baktı. Canımı acıttı.

"Hiçbir şey bildiğin yok senin."

Manyak en sonunda bana döndüğünde bir umut ile ben de ona baktım. Ama hayır. Bu benim tanıdığım kişi değildi. Bana iğrenerek bakıyordu. Öldürmek ister gibi. Korku vücudumu ele geçirdi. Ne oluyordu? Ağlamak isterken şimdi neden gülüyordum? Manyak bana doğru bir adım attığında siyahlarından korkup kaçacaktım ama ayaklarım zemine kilitlenmiş gibiydi. Hareket edemiyordum. Kendi vücudumu kontrol edemiyordum. Sıkışıp kalmış gibiydim.

"Kaçak ölmedi."

Dediği kelimeler beni daha da beter ederken siyahlar bana bir adım daha attı. Sıcak bakmıyordu. Tiksiniyordu. Kaçak'a bakmıyordu... Anladıklarım beni bitirdi. Kaçak değildim ki ben. Çocukluğum gülümsetti bedenimi. Ben çocukluğumdum. Bağırmak istedim. Fısıldadım. Duysun istedim. Duyarsa ben olduğumu anlar, böyle bakmaz sandım.

"Korkuyorum."

Dudaklarım milim oynamazken benim sesim kendi içimde sönüp gitti. Ancak bedenim gülümsedi. Çocukluğum ise benim çıkmayan sesim yerine konuştu. Gülerek.

"Öldü." İçimde bir şeyler yıkıldı. Ölmemiştim. Ben ölmemiştim. "Eren Korlu. Kaçak, öldü."

Çocukluğum kelimeleri sanki ikimizin de anlamasını ister gibi tek tek fısıldarken yüzünde zafer gülümsemesi vardı. Çırpındım ama bir etki bile olmadı. Hapsolmuştum ve çıkamıyordum. Ancak korkumu daha fazla geriye itemedim. Ben yaşıyordum. Buradaydım işte. Bana öyle bakmasındı. Gözlerim yandı. Ama bunu sadece ben ve çocukluğum bildik. Kimse ise göremedi. Manyak ise acı ile yutkundu ama meydan okuyan bakışlarını çekmedi.

"O ölmedi."

Çocukluğum daha da gülümserken ben siyahlarda olan bu bakışları biliyordum. Çırpındım. Ancak hareket edemiyordum. Elimi sıcak parmaklar kaldırırken çocukluğum tiksindi ben ise beni çekip çıkarsın istedim. Lakin öyle olmadı. Manyak başını eğdiğinde hüzünlü tebessümü büyüdü. Onun sıcak parmaklarının ardından avucuma buz gibi bir metal bırakıldı. Kalbim acı ile attı. Biliyordum. Elimde olanı biliyordum. Dayanamadığımda gözlerimden yaşlar döküldü ama dışarıya çıkmadı ağlayışım. Yapmamalıydı. Bunu yapmamalıydı. Çıkamıyordum. O ise gülümsedi. Bu çukurdan çıkabileceğime inanıyordu. Parmaklarımı kapattığında bileğimi tuttu bu sefer. Çocukluğumun ne yapacağını bildiğim için bu sefer acı ile haykırdım.

"Kaçak. Ölmedi."

Kendinden emin bir biçimde tekrar mırıldandığında maviliklerime baktı. Çocukluğumun gözleriydi ama onun gördüğü. Ben hapsolmuştum. Gözlerimden yaşlar süzülürken çocukluğumu bastırmak için her yolu denedim. Ama olmadı. Kendi feryadımı sadece ben duydum. Yapmamalıydı. Yapamazdı. Çocukluğum parmaklarını bıçağa iyice sardı.

"Öldü. Ben varım artık."

Duymaları için bağırdım. Ölmemiştim. Manyak bunu biliyordu ama bilmesindi çünkü olmuyordu. Siyahlar acı ile gülümsedi ve tuttuğum bileğimi kendi boynuna doğru kaldırdı. Ardından canımı acıtan bir biçimde gülümsedi. Fısıltısında ortaya çıkmam için yalvarıyordu.

"Güzel, beni öldürebilsin o zaman. Değil mi?"

Çığlıklarımı kimse duymadı. Çocukluğum bıçağı daha da sıkı tutarken gülümsemesi büyüdü. Öldürecekti. Biliyordum. Haykırdım. Çıkmak istiyordum. Kendi hapsolduğum bedenden çıkmak istiyordum. Bu bedene iki kişi çoktu. Çığlıklarım artsa da çocukluğum oldukça rahat bir şekilde mırıldandı.

"Öldürmeyeceğimi nereden çıkardın?"

Hayır diye bağırdım. Elimi çekmek için defalarca uğraştım ama tek yaptığım bıçağı daha sıkı tutmaktı. Manyak ise durmadı. Bana inanır gibi gülümsedi. Olmuyordu! Başaramıyordum işte. Kontrol tamamen ondaydı.

"Çünkü Kaçak hala orada."

Çocukluğum gülümserken bıçağı damarına yasladı. Yalvardım. Yapmasın istedim. Böyle olmamalıydı. Kontrol eden kişi bendim. Ama şimdi...

"Öldü."

Çocukluğum her bir harfi bastırarak söylerken Manyak bileğimi daha sıkı kavradı ve bana doğru eğildi. Bıçağı yasladığım damardan çekmeye çalıştım. Olmuyordu. Ağlamam artık durmazken Manyak istemediğim o kelimeleri fısıldadı.

""Yap o zaman. Öldür beni."

Çocukluğum durmadı. Her şeyi yaptım ama olan her şey de birkaç saniye içinde gerçekleşti. Yüzüm gülümsediğinde çocukluğum onu bütün gücü ile ittiğinde çığlıklarım son buldu. Nefes alamadım. Manyak'ın bedeni asansöre çarparken çocukluğum bıçağı kaldırdığı gibi tam olarak göğsüne sapladı. Kendi bedenimde hapsolurken ses bile çıkaramadım. Göz yaşlarım son buldu. Siyahlara acı bulaşırken elleri bıçağı tutan ellerimi tuttu. Sıcak kanı tenime değdiğinde dakikalardır çığlık atan ben konuşamadım bile. Çocukluğum daha da gülümsedi. Ardından daha da fazlasını yaparak bıçağı hareket ettirdiğinde karşımda her zaman dik duran adamın gözlerinin dolduğunu gördüm. Acıyordu. Onun canı çok yanıyordu. Çocukluğum sanki ikimizi de öldürüyordu. Kalbim atmıyor gibiydi. Manyak karşımda çökerken durmam için bakıyordu. Yapamıyordum. Gücüm bitmişti. Onunla birlikte benim de göğsüme bir bıçak saplanmış, hareket bile edemiyordum. Çocukluğum ise ona doğru eğildi.

"Baskın taraf benim artık Eren Korlu."

Fısıltısı ben de her şeyi bitirirken tuttuğu bıçağı bıraktı. Bütün çırpınışlarım son bulmuştu. Anlamak istemiyordum. Ancak sevdiğim adam karşımda ölüyordu. Ağzından kendi kanı geldiğinde nefes alamadığını anladım. Ben de alamıyordum. Benim yerime ise çocukluğum ölmek isteyen beni yaşatıyordu. Manyak daha fazla dayanamazken yere çöktü. Ellerime baktığımda kanı gördüm. Uğruna ölebileceğim adamı ben mi öldürmüştüm...

Derin bir nefes çektim içime. Ciğerlerim hava ile dolarken gözlerimi aralayamadım. Ancak beni kendime getiren belime sımsıkı dolanan bir el ve daha yeni ki gördüklerimin ardına uğruna ölebileceğim o koku oldu. Acı ile yutkundum. Kalbimin korku ile atışını hissediyordum. Kabus diye geçirdim. Kabustu. Kan yoktu. Bıçak yoktu. Kendimi inandırmak için hemen yanımda hissettiğim bedene biraz daha yaklaştım. Ancak bu yaptığım ile belimde olan el düştü. Bu boşluk canımı sıkmıştı. Gördüğümden sonra kalbimin ona ihtiyacı vardı. Onun o siyahlarına. Gördüklerim gibi o gözleri istemiyordum ama. Simsiyah gözlerini bile bana bakarken parlatan o kişiyi istiyordum. Ona bakmak için gözlerimi araladım. İlk gördüğüm yüzü oldu. Kokusunun uzaklaştığını hissettim. Gözleri kapalıydı. Gülümsedim. Elimi uyandırmak istemez gibi kaldırdım. Kabus görmüştüm sadece. Ona asla böyle bir şey yapmazdım. Böyle bir konuda asla çocukluğuma izin vermezdim. Çocukluğum da bunu yapamazdı. Parmaklarım dünün aksine daha da morarmış gözlerinin altını buldu. İyi de neden daha da mor- Gördüğüm ile tüm bedenim buz kesti. Teninde gezinen parmağım... Hayır diye mırıldandım. Ellerim titremeye başlarken ben bembeyaz olan yüzünde ki kırmızılıkta kalmıştım. Mor olan gözlerinin hemen altında kalan kırmızılık. Onun kokusunun yerini alan kırmızılık. Benim parmağımdan akan kırmızılık. Kalbim korku ile titredi.

"Kabus yeni başlıyor."

Çocukluğumun sesini duyarken titreyen elimi kendime çevirdim. Gözlerim doldu. Kabus... Kabustu. O an fark ettim buz gibi olan tenini, beyazlayan yüzünü, elimde ki kanı... Kabus değil miydi? Ne yapacağımı bilmezken bu sefer gözlerim korku ile çıplak olan göğsüne kaymıştı ki...

"Manyak..."

Sesim titrerken yanımda yatan bedenin, bana yaptıklarından sonra bile her şeyi yapabileceğim o bedenin ölmüş olabileceğini kabullenemiyordum. Titreyen ellerim göğsünde hala akan kana doğru gitti. Gözlerimden yaşlar akarken bağıramadım. Manyak... Manyak kalksındı. Elim kanayan yarayı bulurken sıcak kanı hissettim. Tüm bedeni soğukken onun kanayan yarası neden bu kadar sıcaktı? Kan kokusu artarken elim kalbini buldu. Acı gerçek o anda oldu. Duran kalbi benimkini de durdurdu...

"Kaçak."

Duyduğum ses ile gözlerimi hızla açtığımda nefes nefeseydim. Yüzümde hissettiğim ile gözlerimi kaldırmıştım ki her şey anlamsızlaştı. Manyak. Siyah gözler. Bana gülümseyerek bakıyordu. Önüme gelen saç geriye giderken o gülümseyip beni iyice kendisine çekti.

"Kabustu."

Acı ile yutkundum. Kabus. Onun kokusu kabus olduğunu dile getirse de hala inanamıyordum. İnanmama değildi hatta bu, anlamıyordum. Ancak benim korkuyla atan kalbimi biraz olsun rahatlatan kafamı gömdüğüm göğsünde kan görmemem oldu. İyiydi. Yani iyiydi değil mi? Gördüklerimin hepsi kabustu. Daha yeni olanlar da. Ellerini saçımda hissettiğimde hala anlamıyordum. Bedenim onun ölmüş olma ihtimalini kaldıramıyordu. Ölmüş müydü? Ölmemişti. Yaşıyordu. Dediği gibi. Sadece kabustu. O da beni inandırmak ister gibi beni iyice sardığında derin bir nefes verdim. Ancak hala emin olamayan kalbimdi. İlk defa bu kadar gerçekçiydi. İlk defa bu kadar uzundu. İlk defa zihnim bir o kadar açıkken kabus olduğunu anlayamamıştım. Tek korkum ise bunun da bir kabus olma ihtimaliydi. Tedirginlik ile ona bakmak için biraz uzaklaştım. Gözleri benimkini bulurken derin bir nefes verdim. O ise bu halime güldü. Yüzünü bana yaklaştırdığında mırıldandı.

"Kaçak."

Ona baktım. İyiydi. Manyak... Yani Eren iyiydi. Eren. Eren Korlu. Yeni uyanmış sesine karşın korkularım son bulurken aklıma gelen bir diğer şeye döndüm. Bir yandan da onu onayladım. Ellerimi kaldırdığımda kan yoktu. Kan yoktu. O vardı. Baktığım ellerimi belimden ayrılan parmakları tuttu. Beklemediğim bir şekilde kaldırıp öptüğünde tekrar ona döndüm. Gülümsemesi büyümüştü.

"Herkes iyi."

Herkes zerre umurumda değildi. Önemli olan oydu. O iyiydi. Gördüklerim gerçek değildi. Hala bendim. Baskın olan bendim. Çocukluğum yoktu. Ben vardım. Elimden bir kez daha öptüğünde kalbimde olan korku bir nebze olsa azalmıştı.

"Kimse ölmedi."

Elimi hala sıkarken hafifçe gülümsemeden edemedim. Ellerime bakmamdan bile anlamıştı. Beni tanıyordu. Korkularımı biliyordu. Yüzümde ki ifadeleri tanıyordu. Parmakları ellerimden çözülürken tekrar önüme gelen saçım ile oyalandı. Gülümsemem büyüdü. Gözleri tekrar beni buldu. Yakındık ama rahatsız değildim. Çünkü şuan yakın olmaya en çok ihtiyacım olan andı.

"Biraz daha yakın olursan o mükemmel rüyanı gerçekleştiririm."

Duyduğum ses ile tüm tebessümüm silinirken bedenim kap katı kesildi. O bu hareketlerimi görürken aklıma o gözlerinin görüntüsü geldi. Acı vardı. Canı acıyordu. Kırgınlık. Bana olan kırgınlığı vardı. Çocukluğuma olan nefreti... Sözleri zihnimde yankılandı.

"Ama benim senden vazgeçmeyeceğimi bil. Çocukluğundan da, Çisem'den de, Kaçak'tan da, Kalen'den de... Hepsi sensin çünkü."

Gördüğüm o gözler de ise çocukluğumu öldürmek istiyordu.

"Hadi."

Çocukluğum sert bir biçimde konuştuğunda siyahlardan özür diledim. Korkuyordum. Çocukluğum ona bir şey yapar diye korkuyordum. Kendime çeki düzen verdiğimde bana anlam veremeyen bir biçimde bakan o yüzü gördüklerimden sonra bile olabildiğince umursamamaya çalıştım. Gözlerimi kaçırdığımda ondan olabildiğince uzaklaştım. Dün beni serbest bırakan çocukluğum bugün kendisini göstermişti. Yatağın baş ucunda onu gördüğümde yüzü gergindi. Korktum. Kendi çocukluğumdan ilk defa bana değil de bir başkasına zarar vereceği için çok korktum.

"Kaçak." Aniden ona döndüğümde Eren'in de yüzü gerilmişti. O da hafifçe doğruldu. "Sen iyi misin?"

Ne cevap vereceğimi bilemezken çocukluğum mırıldandı.

"Bana izin ver."

"Hayır."

Ben çocukluğuma aniden cevap verirken Eren'in yüzü iyice gerildi. Aptal kafam. Ancak çocukluğuma asla izin vermeyecektim.

"Yani evet. İyiyim."

Gülümsemeye çalıştığımda çocukluğum derin bir nefes verdi. Bıkmış gibi.

"İyi falan değilsin."

Tırnaklarımı derime geçirirken o yatakta oturur bir hal aldı. Ben ise bu yaptığı ile aniden bulunduğum yerden kalktım. Çocukluğumdan şuan korkuyordum. Onun için. Çünkü yavaş yavaş sinirlendiğini hissediyordum. Tedirginlik ile arkaya doğru adımladım.

"Kabus. Kabus yüzünden. Yüzümü yıkayım geçer."

Ona cevap tanımadan arkamı döndüğümde kendimi lavaboya attım. Çocukluğum karşımda asık bir surat ile belirirken onu umursamadan çeşmeye doğru adımladım. Suyu açtığımda konuştu.

"Sana hazırladığım rüya nasıldı?"

Onun sinir ile dolan sesine en sonunda alay geldiğinde tüm suyu yüzüme çarptım. Ellerimde kan vardı. Nefes alamıyordum. Göğsünden kan damlıyordu. Canı acıyordu. Siyahların canı çok yanıyordu. Yanımda bedeni bir ölüden farksızdı. Yiğit... Şimdi de Eren mi? Acı ile yutkundum ve yüzüme bir daha sertçe su çarptım. Bu sefer kendimden geçerdim işte. Öyle bir şey olursa bitkisel hayattan bir fakım olmazdı. Bedenimi hareket bile ettiremez ama zihnimin içinde çırpınıp dururdum. Avuç içlerime su tekrar dolarken yüzüme bir daha acımadan suyu çarptım. Uyanmam lazımdı iyice.

"Abarttın."

Suyu sinirim ile kapattığımda arkamda kalan çocukluğuma döndüm. Bana umursamaz bir şekilde bakıyordu. Acı ile yutkundum.

"Neden?"

Sorum ile gülümsedi. Ardından heyecan ile ellerini çarptı. Bana doğru gelmişti ki ondan uzaklaştım. Dün dediğim gibi. Başkasının canını, hele ki onun canını yakacak olursa kendi canımı hiçe sayarak ikimizi de birden öldürürdüm. Düşüncelerimi anladığı gibi gülen yüzü ve heyecanı soldu. Çırptığı ellerini boğmak istercesine birbirine kenetlerken bana dik bir biçimde baktı.

"Güç için. Bazı şeyleri anlaman için."

Sesi buz gibi çıkarken ben anlamıyordum. Bir bok anlamıyordum. O anlayıp kendi kafasında kuruyor ama benim tarafıma bir şey söylemiyordu. Zeki tarafım ise benden gizlendiğinde tam bir aptal oluyordum.

"Ne?"

Bana doğru bir adım attı ben ise bu sefer kaçamadım. Oldukça ciddiydi.

"Güç için kimsenin yüzüne bakmam. Bazı şeyler birleşiyor artık. Ve biz çok zayıfız."

Duyduklarım karşısında bedenim ürperirken ona elimi kaldırmıştım ve düşüncelerimi söyleyecektim ki o konuştu.

"Sence bizi bitirebilecek şey tam tersi güçlendirirse ne olur?"

Hala anlamıyordum. Çocukluğum ise tebessüm etti.

"Senin de canın yanmaz. Belki benim yerime onu bıçaklayan sen olur-"

"Sakın." Bağırmamaya çalışarak bu sefer sözünü netçe kestim. "Sakın." Yüzü düşerken bu sefer ona adım atan ben oldum. "Ben asla senin gibi olmayacağım."

Düşen yüzü beni takmayan bir hal aldı. Gözlerini bana dikti. Ardından beni korkutan o cümleyi kurdu.

"Her insan bir şekilde değişir." Gülümsemesi büyüdü. "Öyle bir an gelir ki Eren'i bile tek kalemde harcar-"

"Sus!"

Bağırmama engel olamadığımda o sinir ile bana baktı. Benim ise resmen gözüm dönmüştü. Daha fazlasına dayanamayacağımı bildiğim için onun yanından hızla geçtim.

"Kaçak."

Kapımdan ses geldiğinde sinirim ve korkum tepemdeydi. Kimse ölmeyecekti. Kapıyı açtığımda karşımda onu gördüm. Bana telaş ile bakıyordu. Gözleri bedenimi tararken ben umursamadan yanından geçtim. Çoktu. Bu sabah bana tüm her şey çoktu. Bileğimden tutulduğunda derin bir nefes verdim ve kendimden iğrenip bakmaya çekindiğim o siyahlara döndüm.

"Sakin."

Elimi ondan kurtardığımda olabildiğince tebessüm etmeye çalıştım. Ardından mırıldandım.

"Aşağıya ineceğim."

Arkamı dönüp bir kaç adım atmıştım ki önüme geçti.

"Bana ne olduğunu anlat-"

"Anlatmayacağım."

Tekrar onu geçtiğimde kapıya doğru adımladım. Kendimden artık herkes uzak duracaktı. Biliyordum. Çocukluğum kafasında çoktan bir şeyleri oturtmuştu. Asla boş şeyler yapmazdı. Bir bildiği vardı ve beni ona hazırlıyordu. Kendimi biliyordum. Bir insan kendini bilmeliydi. Kapıyı açtığımda geçecektim ki kapının hemen ardından kapanması bir oldu. Tepemde olan ele baktım. Sıkıntı ile soludum.

"Bana bak."

Ona döndüğümde üzeri hala çıplaktı. Giyinmeyi düşünmüyor muydu? Acilen çıkmam lazımdı. Onlara bir şey olmayacaktı. Kimseye. Çocukluğum çoktan her şeyi kafasında kurmuşken özellikle.

"Ne oldu?"

Söylediğim ile alay edip etmediğime emin olmaya çalıştı.

"Ne mi oldu?"

Kafamı olumlu anlamda salladım. Çocukluğumdan korumam mı gerekiyordu? O siyah gözlere acı bulaşmaması mı gerekiyordu? Yapardım. Çocukluğumdan da beter olurdum hem de. Sevdiklerim için dediğim gibi canımı ortaya koyardım gerekirse. Onlar her ne kadar beni itip çocukluğum ile beni karşı karşıya getirse bile. Çünkü seviyordum. Bana doğru eğildi.

"Ben de bilmiyorum ne olduğunu? Bir anda mutluyken ne oldu?"

Sorusunu umursamadım. Kapıda olan elini tuttum ve indirdim. Gitmek istiyordum. Temiz hava istiyordum. Tekrar döneceğimde ise bu sefer kolumdan yakaladığı gibi iyice yaklaştı bana.

"Kaçmadan anlatır mısın?"

Dediğine hafifçe güldüm. Canım yanıyordu. Korkuyordum. Kendimden korkuyordum. Ve benim üstüme gelmememesi gerekiyordu şuan.

"Kaçak'ım ya ben." Cümlem ile yüzü gerildi. Ben ise ona doğru yaklaştım. "Sana defalarca kez dememe rağmen hala öyle diyorsun ya bana, o yüzden Eren Korlu." İsmini bastırdığımda sınırımı gösterdim. "Sarhoşken yaptıklarıma aldırma. Çünkü ben hala bir hafta önceki konudayım."

Yapmamamı söylüyordu gözleri. Ben ise kolumu kurtardım onun elinden. Kapıyı açtığımda bu sefer bana engel olamadı. Dediklerimden sonra olmasını da beklemedim zaten. Koridorda hızla yürüdüğümde saniyeler içinde sinirimden asansör boşluğuna gelmiştim. Bütün sinirim yerini korkuya bırakırken acı ile yutkundum. Abartıyor muydum? Evet. Abarttığıma emindim. Tırnaklarım avuç içlerime batarken yapamayacağımı anladım. Adımlarım merdiveni bulurken kapıyı açtığım gibi kendimi boşluğa attım. Birkaç adım inmiştim ki acı ile durmak zorunda kaldım. Neden her şey mükemmel giderken kendi kendime içine ediyordum? Neden bir gün olsun mutlu olamıyordum? Ayakta duramayacağımı anladığımda basamaklardan birisine çöktüm. Elim daralan göğüs kafesimi buldu. Ancak sanki bunu yapmamalıydım. Onu bıçakladığım o yer. Nefesim iyice daralırken eğildim. Acı çekiyordu. Çok acı çekiyordu. İlk defa gözleri dolmuştu ve bu canının acımasından olmuştu. Onun gözlerini bana yaptığı gibi ben doldurmuştum. Böyle olmamalıydı. Ben böyle yapmazdım. Nefes alamadığımı hissettim. Çocukluğumdu bu. Ben öyle bir canavar değildim. Değildim yani, değil mi? Olamazdım. Tırnaklarım derime daha da batarken başımın döndüğünü hissettim. Çok abartıyordum. Sadece bir rüyaydı. Kabus. Onun öldüğü bir kabus. Her şey gerçek gibi olan bir kabus. Gözlerim dolmaya başlarken durumun vahimliği beni sarsan şey oldu. Nefes alamıyordum. Çırpınmaya başladığımda resmen kendi kendimi öldürecektim. Çocukluğum... Çocukluğum gelmeliydi. O... O izin vermezdi böyle ölmememe. Bir elim destek aldığım basamaktan kayarken bedenim tüm desteğini kayetti. Kafam duvara çarparken acıyı bile hissetmiyordum. Ancak hala tek düşündüğüm siyah o gözlerdi. Bana, ben olmam için yalvaran o bakışı unutamıyordum. Dolu gözlerim kendini kapatırken son gördüğüm aşağımda kalan bir çift ayak oldu. Acı içinde çırpınışım son bulurken öldüm mü yoksa bayıldım mı artık emin değildim.

 

Neydi? Bu olanlar neyin nesiydi? Kendi bedenimdi. Ama ben kontrol edemiyordum. Düşünsenize, elinizi kaldırmak istemiyorsunuz ama vücudunuz o eli kaldırıp bir silah tutuyor ve siz tüm bu olanları hissediyorsunuz. Belki de bir bıçak oluyor silah yerine... O eli kıramıyorsunuz da çünkü kendi elin. Canın acıyacak. Kendi kendimden korkuyorum. Evet. Hislerim tam olarak bu. Kendimi biliyordum. Yapacaklarım belliydi. Ama ben hangisini seçeceğimi bilmiyordum. Çünkü hepsi birbirinden beterdi. Bulutlara baktım. Acı içinde yutkundum. Çocukluğuma izin verip, geride kalanları umursamadan kardeşimin intikamını alabilirdim. Ya da canımın yanacağını bilerek kaldırdığım kendi elimi ben kıracak ve kendim ile savaşacaktım. Ki bu bana göre en zor olanlarıydı şıklar içinde. Bir diğer şık ise hemen yanımdaydı. Bulunduğum odaya baktım. Canım yandı. Bence bu hayatta en zor olan şeylerden birisi insanın, kendisinin deli olduğunu kabul etmesiydi. Ben bir acının üstünden daha gelmiştim. Deli olduğumu biliyordum. Gözlerimi kapattım. Bir diğer şık da buydu. İntihar edemeyeceksem, savaşmaya gücüm yetmezse son seçeneğim burası kalacaktı. Gözlerimi araladım. Kendimi bir hastaneye yatıracak, ellerimi bağlamalarına, sesimi kısmalarına, duymama engellemelerine izin verecektim. Hafifçe gülümsedim. Büyük ihtimalle babam yattığım ilk gün gelir beni orada da süründürürdü. İtiraz edemezdim ama. Kabullenirdim. Bu da hayatın benden aldığı intikam der, susardım. Bu yüzden son seçenek artık bittiğimi gösterirdi. Her şeyi kabullendiğimi. Çünkü tedavi görmek demek, çocukluğumdan vazgeçmek demekti. Yanıma gelen adımları hissettiğimde kafamı çevirdim. Kadın gülümsedi.

"Biraz alkolü fazla almışsınız."

Anlam veremedim.

"Ne?"

Serumu kontrol ettiğinde elinde olan kağıda bir şeyler yazdı.

"Yemek yemeden çok fazla alkol kullanmışsınız, bu da vücuda çok gelmiş."

Dediği ile hafifçe gülümsedim. Kanımda alkol çıkmış olmalıydı. Bayılmama bir sebep bulunamayınca da yüksek ihtimalle alkole bağlanmıştı sebep. Oysa bundan kat kat daha çok içtiğim zamanlar olmuş, hiçbir bok da olmamıştı. İyi değildim. Gördüğüm ile mırıldandım.

"Bu ne?"

Otelin hemşiresi diye tahmin ettiğim kadın gördüğüme döndü. Gülümsememesi büyüdü.

"Sizi buraya getiren kişi bıraktı. Bir işi çıktığından dolayı siz ayılana kadar bekleyemedi. O da çiçeği bıraktı."

Kaşlarım çatıldı. Bayılmadan önce bir çift ayak gördüğümü hatırlıyordum. Ama açıkçası bu kadarını beklemiyordum. Beyaz çiçekte gördüğüm siyah kart ile yavaşça mırıldandım.

"Çiçeği uzatabilir misiniz?"

Kadın heyecan ile elinde olan kağıtları bir kenara bırakırken çiçeği bana doğru getirdi. Küçük saksıyı elime aldım. Saksıda çiçek vermeyi uzun zamandır görmüyordum açıkçası. Ancak çiçek çok hoşuma gitmişti. Beyazların arasında kalan o simsiyah karta uzandım. Sanki güzelliğin içinde ki kötülük gibiydi. Karta uzandığımda kadın mırıldandı.

"Sanırım bir seveniniz var."

Gülüşüm donuklaşırken kafamı olumsuzca salladım. Sevenim olamazdı. Yoksa ölürdü. Siyah kartı açtığımda içinde ki yazıyı gördüm.

"İnsanlar yaşamak için çabalar. Ölmesi gerekenler bile. Ölmek için değil."

Sözü okuduğumda hafifçe gülümsedim. Beğenmiştim bu sözü. Ancak tebessümümü bozan şey yazının hemen altında bir telefon numarası vardı. Kadın mırıldandı.

"Sizi tanımadığını ama tanışmak istediğini söylemişti."

Gülümsemem donuklaştı. Siyah karta bir de çiçeğe baktım. Deniz severdi böyle çiçek işlerini. Ben pek anlamazdım ama artık birisi ile tanışacak gücüm de yoktu. Bir olaya daha atılamazdım. Karta baktım. Ölüm dedim nedensiz bir biçimde içimden. Beni buraya getiren kişi beyazlar içinde olan simsiyah bir ölümdü. Yazıları ise sanki ölmeden önce güzellikleri hatırlatmak ister gibi bembeyazdı. Kendime benzettim. Yüzünü bile görmediğim bir insanı evet kendime benzettim. Tanışmak isterdim ben de... Gülümsemem büyüdü ve elimde olan kartı düşünmeden yırttım. Kadın şok içinde bana bakarken benim gülümsemem büyüdü. Bir kez daha yırttım. Kapı açılırken ise mırıldandım.

"Hayatım yeterince karmaşık. Benim hayatım bir başkasına dolu. Hayatta, iki kıyametin birleşmesine dolu."

Kağıt parçalanırken kadın dediklerimden bir şey anlamamıştı. Ama bana göre beni buraya getiren her kimse kıyametin ta kendisiydi. Bir nedeni yoktu. Öyle hissediyordum sadece.

"Çisem."

Duyduğum ses ile gelen yeni yüze döndüm. Kaan korkarak bakıyordu. Tebessümüm canlandı. O bana dehşet ile yürürken ben de telaşlanmaması için mırıldandım.

"İyiyim. Alkolü biraz fazla kaçırmışım."

O bana bıkkın bir ifade ile bakarken gözleri elimde tuttuğum çiçeği buldu.

"Şaşırmadım. Bu ne?"

Bu halime alışmıştı sanırım artık. Yırttığım kağıt parçalarını saksının içine attım ve hemen yanımda olan masaya bıraktım.

"Çok sevenim var, aşık birisi göndermiş."

Bu dediğime gülerken kenarda duran sandalyeyi aldı. Kadın bana geçmiş olsun dedikten sonra uzaklaşırken ben hala beni kontrol eden Kaan'a döndüm. Düşüncelerimi unutmam gerekiyordu. Bu yüzden doğruca konuya girdim.

"Ne oldu?"

Kontrolüm bitmiş olmalı ki gözleri beni buldu. Sıkıntı ile soludum.

"Bir şey bilmiyorsun değil mi?"

Doğruca dememi beklemiyordu sanırım. Yüzü gerilirken ben sadece ona baktım. Biliyor olsa derdi mutlaka. Benden bir şey saklamazdı o. Derin bir nefes verdi. Gözlerini kaçırdığında mırıldandı.

"Bilmiyorum ama..."

Cümlesinin devamını getirmezken içimde onu kaybetme korkusu oldu.

"Ama ne?"

Gözleri birkaç saniye sonunda beni buldu. Tedirgindi.

"Çisem. Duyduklarım ve düşündüklerim iyi şeyler değil."

Derin bir nefes verirken o destek olmak ister gibi elimi tuttu. Ardından yüzünün düştüğünü gördüm. Bu konu giderek derinleşiyordu ve sanki hepimiz teker teker o derinleşen çukurun altında kalıyorduk. Başını eğdi.

"Söyleyememelerinin bir nedeni vardır. Eğer olur da ben de öğrenip de söyleyemez-"

"Sakın."

Net cevabım ile gözlerini kaldırdı. Ben ise bu konuda oldukça keskindim. Ona baktım ve mırıldandım.

"Bu konuda bana asla böyle bir şey yapma." Elini sıktım. "Kaan, başkasından duyup çökmek istemiyorum. Güçsüz duracaksam bile izin ver senin yanında olsun bu."

Hafifçe gülümsedi.

"Hep yanında olacağım. O konuda merak etme."

Gülümsedim. İkimiz yine yan yanaydık. İnsanlar beni harcarsa bile yanımdan ayrılmayacak tek kişi biliyordum ki o da Kaan'dı. Aynı eskiden olduğu gibi. Birimiz düşsek diğeri dimdik dururdu.

"Etmem."

Derin bir nefes verdim ve asıl konuya artık girmek istedim. O da değişen ifademden anladı ve kendisini olabildiğince düzeltti.

"Söyle."

Dudağımı dişledim. Bu konu can sıkmaya başlamıştı. Her şey üst üste gelse de bu unutulabilecek bir konu değildi. Ayrıca artık gözüme batıyordu. Derin bir nefes verdim.

"O gün nasıl kurtulduğumuzu anlattılar değil mi sana?"

Kaan anlamaz gibi yüzüme baktığında hangi günü kastettiğimi en sonunda anladı yüzümden.

"Evet, başka birisi uyuşturucuyu almış. Eren ve Aras'ı öldür-"

"Niye öldürmedi o zaman?"

Kaan bunu beklemezken ben elimi ondan kurtardım ve gerginlik ile parmaklarım ile oynadım. Kaan'da şuan bunu sorguluyordu.

"Bilmem o konuyu fazla sorgulayamadım."

Derin bir nefes verdim ve ona baktım.

"Tuhaf hissediyorum."

Anlamıyor gibiydi. Gerçi beni ben bile anlamazken onun anlamasını beklemem aptallık olurdu. Lakin o koyu gözler birkaç gündür aklıma geliyordu. Tırnaklarım derime battı.

"Ne gibi?"

İçimde bir endişe büyüyordu. Lakin bunu kontrol altında tutan çocukluğumdu. Bunu da biliyordum. Sessizce mırıldandım.

"Öldürmedi, ki bunu yapabilirdi. Hisseleri var ayrıca." Tırnaklarım derime battı. "Yağmurdan korktuğumu anladı."

Sözü zihnimde canlandı.

"Korktuğun şey yağmur mu?"

Kaan'da gerilirken ben ona baktım.

"Ne?"

Yağmuru beklemiyordu. Ama dahası vardı.

"Daha bitmedi."

Daha ne var der gibi baktı bana. Ben ellerimi kanatırcasına sıktım.

"Bıçak. Bıçak ortada yok. Bana teslim edeceğini söyledi ama hala ortada bıçak yok ve eğer..."

Eğer babamın eline geçerse beni karakollarda süründürmekten çekinmezdi. Kaan anlamış gibi kafa salladı.

"Ve bıçak kimsenin eline geçmemeli."

Benim cümlemi tamamladığında derin bir nefes verdim.

"Evet."

Sıkıntı ile soludu. Bir şey bitmeden başka bir olay çıkıyordu ve biz ortalarında sıkışıp kalıyorduk. Eğmiş olduğu kafasını kaldırdı.

"Çisem bu iş sıkıntılı, biliyorsun değil mi?"

Sait'ten bahsediyordu. Biliyordum. Ancak boş değildim. Kafamı olumlu anlamda salladım.

"Biliyorum ve ben de hazırlıksız değilim."

Dediğim ile yüzü değişti.

"Ne?"

Ona döndüm ve hafifçe gülümsedim.

"Hamle yapmaktan korkma. O çocuk ile görüşmemi sağla sadece."

Hala anlamaz gibi bakıyordu. Bana doğru biraz daha yaklaştı.

"Çocuğun adını bile bilmezken Sait bu durumu öğrenirse ne olur farkında mısın sen? Adam en ufak bir şeyde göz yaşımıza bakmaz."

Gözlerimi ondan kaçırdım. O çocuktan bıçağı almam lazımdı. Bıçak önemliydi. Hafifçe gülümsedim. Kaan bana anlam veremiyordu. Derin bir nefes verdim. Ardından tatlı bir ifade ile ona baktım.

"Götürüldüğüm hiçbir yerde uslu durmam." Kaan'ın ifadesi değişirken benim gülümsemem büyüdü. "Gerekirse Sait'i tehdit ederek o bıçağı her neredeyse bulur ve alırım." Kaan anladığı ile sinirlenirken ben susmadım. "Ama bizim savunma yapmamız lazım, atak değil. O yüzden o çocukla görüşmek istiyorum."

Kaan yatağın korkuluğunu sıkarken bana doğru eğildi.

"Ne biliyorsun sen?"

Gülümsedim. Ardından gözlerim bana gelen çiçekleri buldu.

"Etrafımızda olan herkes Sait'in adamı. Ve ben işleri ile çok güzel şeyler öğrendim."

 

2 Gün Önce

"Hızlı ol."

Çocukluğuma baktım. O ise bana sinir ile bakıyordu.

"Emin miyiz?"

Ofladı ve yanıma geldi. Beyaz ekrana baktım.

"Adamın tüm hayatı sen olmuş, ne emin miyiz? Gir hadi."

Sıkıntı ile tuşlara bastım. Kendi doğum tarihimi bilgisayara girerken içimde bir sıkıntı vardı. Çünkü bu durum giderek korkunç bir hal almaya başlıyordu. Karşımda olan fotoğraflarım ve şimdi... Şifreyi onayladığımda korktuğum o şey başıma geldi. Bilgisayar açılırken acı ile ekrana baktım. Ekran fotoğrafında çocukluğum vardı. Gülümsüyordu. Siyah beyaz fotoğraftan korkmaya başlarken çocukluğum yanımdan fısıldadı.

"Yok artık, sana mı yoksa bana mı takıntılı artık emin değilim."

Çocukluğuma baktım. Dalgaya vuruyordu ama sinirliydi. Bilgisayar ekranında olan mavi gözlerini bana çevirdi. Hafifçe gülümsedi. Sinirlerini yatıştırmaya çalışan bir gülümsemeydi bu.

"Uslu durmamamız için bir fırsat."

 

Şimdiki Zaman

"Kerim'de mi?"

Kaan afallayarak soruyu sorarken ben derin bir nefes verdim.

"Belki Ayaz bile."

Kaan'ın yüzü iyice şaşkın bir hal alırken ben ciddiydim. Kim öylece yanımızda hiçbir şey olmamış gibi hala gezebilirdi ki? Ayaz gayet güzel geziyordu ve benim aklıma sadece bu geliyordu. Kendimi birkaç gündür alaya alıyor, bir şey düşünmüyordum ama durumun vahimliği ortadaydı.

"Bu iş iyice boka sarmaya başladı."

Kafamı sallayıp konuşacaktım ki kapının açılması ile içeriye girenleri gördüm. Kerim başta olmak üzere hızla yanıma geldi. İyi de bunların nereden haberleri olmuştu?

"Çisem."

Yanıma hızla geldiğinde beni inceledi. Ardından sinir ile bana baktı.

"Yine ne oldu?"

Bu sorusuna karşın daha yeni ki konuyu boş verip hafifçe gülümsemiştim ki odaya telaş ile giren yüz ile tüm ifadem bozuldu. O beni görüp derin bir nefes verirken benim aklıma elbette ki gördüğüm o lanet kabus geldi. Gözlerimi kaçırdım. Dakikalardır düşünmemek için kendimi farklı konulara yoruyordum. Onu görünce ise... Tekrar siyahlara döndüğümde ne olduğunu anlamış gibi onunda yüzü düşmüştü. Tekrar kaçtım ondan. Uzun süre bakarsam sanki gördüklerim gerçek olacaktı.

"Bir şey olmadı."

Kerim yanıma oturduğunda eli alnımı buldu. Kendince kontrolünü bitirdiğinde mırıldandı.

"Bu çiçekler ne?"

Çiçeklere dönmüştüm ki odaya başka birisi daha girdi. Deniz ve Aras aynı anda odaya girdiklerinde ikisinin beraber olmasına anlam veremedim.

"Çiçek."

Kısa yanıtıma karşın başka birisi yanıtladı.

"Aa Nemesia strumosa."

Deniz bir bana bir yanımda ki çiçeğe baktı. Nefes nefese yanıma gelirken mırıldandım.

"Ne?"

Deniz hafifçe gülümsedi. Anlaşılan ona iyi olduğum söylenmişti. Çiçeğe uzandı.

"Çiçeğin türü, anlamı kötü ama çok güzel bir çiçek."

Çiçeğe dokunduğunda mırıldandım.

"Senin olsun."

Deniz bana anlamaz bir ifadeyle bakarken ben önüme döndüm.

"Kimden geldi bu?"

Soruyu soran Aras oldu. Diğer tarafa zaten asla bakamıyordum. Omuz silktim.

"Bilmiyorum."

"Ne demek bilmiyorum?"

Hepsi bir olmuş gibi bu sefer soran Kerim'di. Derin bir nefes verdim.

"Bilmiyorum, kimse kim işte. Acıktım ben çekilin."

Hepsi benim gergin halime anlam veremezken ben koluma takılı serumu umursamadan bir anda çıkardığımda o bağırış oldu.

"Çisem!"

Kerim yanımda bana eğildiğinde ben çoktan serumu çıkarmıştım. Hafifçe güldüm.

"Geç kaldın."

O derin bir nefes verirken ben daha da güldüm. Amacım gördüğüm kabusu unutmaktı. Ancak o buradayken pek mümkün gibi durmuyordu. Ayaklarımı sarkıttığımda karşımda Kaan vardı. O ise bana değil Kerim'e bakıyordu. Sait olayı canını sıkmıştı. Bir de dün benim duyduklarımı duysa kim bilir ne olurdu? Onun sarkmış elini tuttum. Gözleri beni bulurken uyaran bir bakış attım. Derin bir nefes verdi ve elimi sıktı.

"Ben hemşire ile konuşa-"

Kaan direkt Kerim'i böldü.

"Gerek yok, iyi. Bir şeyler yese yeter."

Herkes onun bu gerginliğine anlam veremezken ben elini sıktım. O bana döndüğünde gülümsedi. Ardından herkesin duyabileceği bir şekilde konuştu.

"Dün konuşamadık, kahvaltıda konuşuruz her şeyi."

Sandalyesini geriye ittiğinde amacını anladım. Gözlerimi kapattığımda o kalkmış tuttuğum eli ile bana destek oluyordu. Sıkıntı ile soludum. Artık kaçışım yoktu. Ondan destek alıp ayaklandım.

"Öyle olsun bakalım."

Kerim arkamızdan konuşurken benim göz göze geldiğim kişi belliydi. Siyahlar gerginlik ile bana bakıyordu. Kapının hemen yanındaydı. Söylediklerimden sonra ikimizin de canını acıtmıştım. Kalbim hatırladıklarım ile hızlanırken gözlerimin önüne onun o hali geldi. Tırnaklarımı yine derime batırdım. Kan. Çok kan vardı. Midemin bulandığını hissettim. Onun kanıydı. Yiğit... Şimdi de sırada o mu vardı? Eren Korlu. Gözlerimi kaçırdığımda nefes alışverişim çoktan değişmişti.

"Sen iyi falan değilsin."

Kerim'i yanımda hissettiğimde o bana bakıyordu. Gözleri ise benim bakamadığım o yönü buldu.

"Size ne oldu?"

Soruyu soran Aras'tı. Elim ile Kaan'ın elini sıktığımda o anlamış gibi konuştu.

"Kahvaltıda konuşuruz. Acıktım ben."

Beni ortamdan uzaklaştırırken kapıya yöneldiğimizde doğruca onun yanına gidiyorduk. Kapıdan geçeceğim de ise beklediğim oldu. Bileğimden yakalandım. Onun elime bıçak verdiği elimi tuttu. Acı ile nefes verdim. O ise durmadı.

"Kaçmak için daha mantıklı sebepler bul."

Buz gibi sesi ile konuştuğunda herkes duydu bunu. Ben ise ona değil yere bakıyordum. Çocukluğum. Çocukluğumu istiyordum. Yapamıyordum. Ancak aklıma gelenler beni çocukluğumdan da uzaklaştırdı. O olunca her şey daha beter olacaktı. Ben vardım. Sadece ben. Yapabilirdim. Gözlerimi kaldırdığımda zihnimin gidip geldiğini hissediyordum. Kaan'ın elini parçalarcasına sıkarken siyahlara acı ile döndüm. Ancak yüzüm gülümsedi.

"Söylediklerim gayet mantıklı sebepler."

Bileğimi ondan kurtardığımda hala inanmaz gibi bakıyordu. Kaan anlamış gibi beni odadan çıkarttığında nefes alamıyor gibiydim. Kaan hızlı adımlar ile beni bir koridora çekti.

"Bu ne şimdi?"

Elim göğsümü buldu. Acı içinde bedenimi yasladım. Çocukluğum. Bilerek yapıyordu. Onu görünce bilerek bana o anları gösteriyordu bunu hissediyordum. Oyun oynuyordu resmen.

"Bilmiyorum."

Çaresizce fısıldadığımda elimi ondan kurtardım. Parmaklarım saçlarımı buldu. Onu her gördüğümde böyle olamazdım. Onu her gördüğümde ölüşünü göremezdim. Parmaklarımda kan varmış gibi olamazdı. Onun kanı... Kaan bana eğildi.

"Ne oldu?"

Gözlerimi korkarak ona çevirdim. Söylemeli miydim? Acı içinde yutkundum.

"Çocukluğum... Çocukluğum bir halt yiyor ve kötü şeyler olacak."

Ona daha fazla anlatamadığımda duvardan destek aldım. Böyle olamazdı. Çocukluğum dünden beri olan sessizliğini böyle yok edemezdi. Kaldıramıyordum işte. Görmüyor muydu?

"Lavaboya gideceğim, siz geçin. Geleceğim."

Ona izin vermeden adımladığımda bulduğum ilk lavaboya kendimi attım. Yüzüme su çarptığımda kendime gelmeye çalıştım. Sürekli böyle olmazdı. Olamazdı.

"Bana ihtiyacın var, evet."

Duyduğum ile ellerimi kaldırdım. Arkamdaydı. Suyu kapattığımda ona döndüm. Gülümsüyordu. Sinir ile fısıldadım.

"Ne bok yiyorsan dur artık."

Gülümsemesi büyüdü.

"Seni ondan anca bu şekilde uzak tutabileceksem durmak gibi bir niyetim yok."

Dediğine alay ile güldüm.

"Ondan uzaklaşınca sana mı sarılacağımı düşünüyorsun?"

Kafasını olumlu anlamda salladı. Canım yandı. Çünkü bir ihtimal dediğinin doğru olma ihtimali vardı. Düşüncelerimi bildiği için gülümsedi.

"Çisem." Bir adım bana yaklaştığında mırıldandı. "Bizim güce ihtiyacımız var."

Acı ile yutkundum. Güçlü durmaya çalışıp bir türlü başaramamaktan bıkmıştım. Bıraksalardı da en zayıf ben olsaydım. Bıraksalardı da mutlu olsaydım...Çok muydu bu bana?

"Bize çok."

Çocukluğum acımasızca düşüncelerimi yanıtladığında ona döndüm. O ise gülümsedi.

"Çok görüyorlar. Mutluluk bize haram." Gülüşü yavaşça soldu. "Bunun için çırpınmayı bırak. Mutluluk sana asla gelmeyecek. Ama koşturmak istemiyorsan da izin ver, öldüreyim bitsin bu iş."

Hafifçe güldüm acınası halime. Öldüreceği kişi bendim. Bir başkası değil. Diğer acı olansa ölünce bitmeyeceğiydi. Kaan vardı, Deniz vardı... Sevdiklerim vardı. Öylece uçurumdan atlayıp onları da yanımda çekemezdim. Çocukluğum anlamış gibi kafa salladı.

"O yüzden bana izin vereceksin."

Ona izin verdiğimde peki... Aklıma kabusum geldi. Ya tamamen bastırırsa.

"Öyle bir şey olmayacak."

Maviliklere baktım. Güven der gibi bakıyordu. Elini uzattı.

"Dışarıda kocaman bir savaş varken kendi içimizde de ayrı bir savaş çıkarmayacağım. Söz. Sevdiklerine olabildiğince dikkat edeceğim."

Uzattığı küçük parmaklarına baktım. Mavilerde güven vardı. Zaten ondan başka kime güvenebilirdim ki? Elimi eline doğru uzattım. Doğru mu yapıyordum yanlış mı bilmiyordum ama artık o kabusu göremezdim. Gücüm yoktu. Siyahları her defasında öyle göremezdim. Elini tutacağımda ise beklemediğim bir şey oldu. Kapı hızla açıldığında elini tutmak için uzanan elim duraksadı. Gözlerim kapıya kaydığında siyahları gördüm.

"Eren."

Sesim fısıltı ile çıkarken o beklemediğim şeyi yaparak kapıyı kilitledi. Aklıma yine o olay gelirken ise hızla önüme döndüm. Çocukluğum... Gitmişti. Korku ile ona döndüm. Siyahları görünce kabusu göreceğimi sandım lakin öyle olmadı. Çocukluğum bu sefer ipleri eline aldı.

"Konuşacağız."

Eren bana doğru gelirken çocukluğuma izin vermek zorunda kaldım.

"Evet."

Buz gibi bir cevap verirken o bana doğru baktı. Bu cevabımı beklemiyor gibi baktı.

"Güzel. O zaman bana nede-"

"Kahvaltıda konuşacağız."

Sözünü böldüğümde yüzü gerildi. Çocukluğum dediği gibi kibar olmaya çalışıyordu. Bu da beni rahatlatan bir şeydi. Sabah dediklerini yapamayacağımı anlamış olmalı ki o da kendisini biraz yumuşatmıştı. Bu hoşuma gitti. Çünkü o asla değişmeyecekken benim için kendisini biraz olsun saklıyordu. Kalbim hala o siyahları görürken zihnim o anıları çoktan silmişti.

"Bana ne olduğunu söyleyeceksin."

Keskin bir biçimde söylediğinde çoktan aramızda bir iki adımlık mesafe kalmıştı. Çocukluğum beni iyice bastırıp mırıldandı.

"İkimiz de ne olduğunu gayet iyi biliyoruz. Eren Korlu."

İsmini oldukça bastırarak söylerken hiç umursamadan çıkmak için adımlayacaktım ki bileğimden kavranması ile ona doğru çekildim. Bana doğru eğildiğinde sinirlendiğini anlıyordum.

"Dün bir şey yokken bugün ne var ben bilmiyorum."

Hafifçe gülümsedim.

"Tam tersi. Dün alkol vardı bugün yok. Saçmaladım. O kadar."

Elimi ondan kurtarmak istedim ama izin vermedi. O ise kafasını olumsuzca salladı. Ardından gözlerinde ki o ifade değişti.

"Hayır. Aksine doğru. Dün çocukluğun yoktu şimdi var."

Konunun bir anda değişmesi ile bedenimin aklına direkt kabusum gelirken içimi bir korku kapladı. Siyahlar bana bakar gibi değildi. Çocukluğum olabildiğince sakin kalmaya çalışsa da benim korkudan ürperen halimi bastırmakta zorlanıyordu. Acı ile yutkundum. Elimi ise bu sefer sertçe kurtardım. Çocukluğum haklıydı. Eren çocukluğumun baskınlığını yok ediyordu. Korkum daha da büyürken gözlerimi kaçırdım.

"Acıktım ben."

Geçeceğimde çocukluğumun giderek kaybolduğunu hissediyordum. Haklıydı. Ve bu haklılık beni korkutuyordu. Kapıya doğru adımladığımda tekrar bileğimden tutuldu. Sırtım kapıya yaslanırken üzerime doğru eğildi. Nefes alış verişlerimin değiştiğini hissediyordum. Kabusum gerçek olacak, çocukluğum sindiği yerden bir anda çıkıp onu...

"Haklıyım."

Fısıldadığında ona baktım. Siyahlar doğru bilmenin zaferi ile bana baktı. Benim korktuğum da tam olarak buydu işte. Çocukluğum onu sindirmesine dayanamıyordu. Ve bu bir gün pahalıya patlayacak da gördüklerim gerçek olacak diye korkuyordum. Biraz daha eğildiğinde eli elimi sardı. Aklıma ise tutmuş olduğum o metalin hissi doldu. Elimi tutmadan elimi kaçırdım. O bu tepkime şaşırırken acı ile fısıldadım.

"Yapma."

Korkuyordum. Çocukluğum bir anda ortaya çıkıp onu bıçaklayacak diye deli gibi korkuyordum. En zoru da buydu. Onu kendimden korumaya çalışmak. Söz vermişti çocukluğum ama sabahki dediklerini de unutmuş değildim. Böyle bir şeyi bir gün yapabileceğini söylemişti. Şimdi beni rahatlatmak için daha yeni ki cümleleri söylediğini biliyordum. Acı ile ona baktım. Bunu beklemiyordu.

"Dokunma bana."

Fısıltım ikimizi de bir çukurun dibine sürükledi. O bana yaklaştıkça çocukluğum bir kenara gömülüyordu. Gözlerim doldu. Anlamalıydı. Benim; beni arkamdan iten bir adama değil, benim gücüm olan çocukluğuma ihtiyacım vardı.

"Ne?"

Bu sefer onun da sesi kısık çıktığında anlamak istemez gibi baktı. Gözümden bir yaş akarken bu sefer dayanamadım. Çocukluğum içindi. Çocukluğum için bu sefer ben savaştım. Kalbimi ezdim.

"Neyi anlamıyorsun?" Ellerimi zorlukla kaldırdığımda onu göğsünden itip uzaklaştırdım. "Dokunma, yaklaşma, yapabiliyorsan gözüme bile gözükme! İstemiyorum! Seni hayatımda istemiyorum!"

Göz yaşlarım çoğalırken daha fazla dayanamadım. Kilitlemiş olduğu kapıyı hızla açtığımda kendimi dışarı attım. Adımlarım yemek yerine giderken çocukluğumu tekrar bedenimde hissettim. Lakin dayanamayıp ilk bulduğum odaya girdim. Temizlik alanı ile karşılaşırken acı içinde yere çöktüm. Kapı ardımdan kapanırken ellerimi sıktım. Sabah ona bakıp gülümsemiştim. Çocukluğum bunu bozmuştu. Şimdi ise ben çocukluğuma uyup her şeyi yerle bir etmiştim. Acı ile dizlerimi kendime çekip kafamı gömdüm. Göz yaşlarım süzülürken yine onu hissettim.

"En iyi şeyi yaptın."

Acı ile kendimi ondan da saklamak istedim. Evet. En iyi şeyi yapmıştım. İlaçların bile bastıramadığı hayaletimi, beni öldürecek hayaletimi bastıran kişiyi kendimden itmiştim. Belki bugün için güçlü duracaktım. Peki iki gün sonra? Onunla arkadaş mı olacaktık? Diyelim ki bu işten kurtulduk, çocukluğum yine beni kurtarmak için çabalayacak mıydı yoksa itecek miydi? Bence bunun cevabını ikimiz de biliyorduk. Ben yine Manyak için kendi ipimi çekmiştim. Bunu ise bir ben biliyordum. Onu yaşatırken kendime silahı doğrultmuştum.

"Yiğit için."

Çocukluğum hala beni inandırmaya çalışırken haykırdım.

"Bıktım."

Bıkmıştım. İntikamlardan da, ölümlerden de, olacaklardan da... Canımı acıtan yaşamayacaklarımdı. Elimde bir el hissettiğimde kafamı kaldırdım. Çocukluğum tebessüm ederek bana bakıyordu. İzin istediği belliydi. Yine kabullenecek miydim? Başka bir şansım var mıydı ki?

 

"Çisem Hanım hoş geldiniz."

Yanımda benim ile hızlı adımlar ile yürüyen kişiye baktım. Gözlerim masayı bulurken ona döndüm. Heyecan ile bana bakıyordu.

"İsmin neydi senin?"

Garson bu soru ile gülümsedi. Her gün yanımda bitiyordu. Merak etmiştim artık.

"Mert."

Elini tanışmak amaçlı uzattığında eline bakındım. Derin bir nefes verdiğimde sakince elimi uzatmıştım ki o benden önce tuttu. Ellerimi sallarken ben başka bir şeyi sordum.

"Kaç yaşında-"

"Yaşıtız."

Anlıyormuş gibi kafa salladığımda sonunda elimi kurtarmayı başardım. O hala sırıtırken derin bir nefes verdim. Canım sıkılacaktı.

"Mert, beni bizimkilerin yanına götürsene."

Gerçi masayı görmüştüm ama şuan kaybetmiştim. Kaan'ı görmüştüm sadece.

"Tabi. Bu arada burada harika kahvaltı menüleri var. Hangisini getirmemi..."

Onu daha fazla dinleyememe sebebim gördüğüm kişiydi. Masa da o da vardı. Dalıp gitmiş, kafasını eğmişti. Acıyla yutkundum. Bunu ona biz yapmıştık. Çocukluğum acımı bastırmak ister gibi yüzümü gülümsetti. Evet. Yıktığım yere gülümseyerek adımladım.

"Sakin ol."

Onun sesi zihnimde yankılanırken gözlerimi ondan kaçırdım. Kerim, Ceylin, Aras, Kaan, Deniz... Ve o.

"Hangisi olsun."

Duran adımlarım ile mecburen yanımda ki Mert'e baktım.

"Ne?"

Onun gülümsemesi hafif silinse de yine de vazgeçmeyip tekrar gülümsedi.

"Kahvaltınız, hangisi olsun?"

Elim başımı bulurken mırıldandım.

"Seç getir bir tane. Fark etmez."

O hızla kafa sallarken ben tekrar masaya dönmüştüm ki birisi ile bakıştık.

"Çiso. Sonunda."

Aras'ın dediği ile dalıp gitmiş o beden hızla kafasını kaldırırken ben olabildiğince ona bakmamaya çalışarak tebessüm ettim. Evet, çocukluğum şimdiden bile zorluk yaşıyordu. Adımlar tekrar yuvarlak masaya doğru giderken içimde bir yangın vardı. Bunu ise kimse göremiyordu.

"Biraz geciktim."

Aras bana yanını işaret ederken onun hemen karşısında ki kişiyi bildiğim için ikisinden de uzak Ceylin'in yanına geçtim. Siyahlar çaprazımda kalırken karşımda Kaan vardı. Kimse benden bunu beklemezken ben tebessüm ettim ve mırıldandım.

"Dün konuşamadık, bugün konuşalım."

Kerim boğazını temizlediğinde ona döndüm. Bana ne oldu der gibi bir işaret yaptı. Ben ise tebessüm ettim sadece. O sırada Mert her zaman ki hızı ile önüme her gün içtiğim ve onun da artık çok şükür ki ezberlediği melisa çayını koydu. Sanırım her gün kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Bugün ise en ihtiyacım olan zamandı. Tebessüm ettim. O önümde ki tabakları da değiştirirken konuştu.

"İstanbul'a da gelmem söylendi ama benim size sormam gerekiyor bence."

Bunu beklemediğim için ona döndüm. O ise bana değil çaprazıma bakıyordu. Bunu kimin istediğini elbette ki anladım ama bakmadım.

"Gerek yok. Düzenini bozmayalım."

O tabak değişimini bitirmiş olmalı ki gideceğinde mırıldandı.

"Pek bir düzenim yok aslında. Gelebilirim yani."

Çaya uzandığımda ona baktım ve mırıldandım.

"Ailen, evin, arkadaşların?"

O önümde eğilirken beklemediğim kişi mırıldandı.

"Ailesi trafik kazasında ölmüş, kira borcu var, arkadaşları ise siktir et."

Aras mırıldanırken yine o tarafa dönmedim. Trafik kazası... Bunun acısını biliyordum. Tebessüm edemedim ve çaydan bir yudum aldım.

"Anladım. Gelebilirsin ama hazırlanmana gerek yok şimdi."

Bu sözümün ardından herkesin bana döndüğünü biliyordum.

"O ne demek?"

Kaan konuştuğunda mecburen o tarafa döndüm. Lakin siyahlar bana bakmıyordu. Kafasını eğmiş acı ile gülümsüyordu. Canım acıdı. Çocukluğum gözlerimi Kaan'a çevirirken derin bir nefes verdim.

"Babamdan tekrar kaçmayı başarmışken dönmek aptallık olmaz mı? En azından birkaç gün daha burada kalmak istiyorum."

Kaan'ın yüzü gerilirken Deniz mırıldandı.

"O zaman biz de burada kalıyoruz. En azından ortalık durulana kadar."

Kerim'e döndüm. O ise gülümsüyordu. Bu kararımı sevmiş gibiydi.

"Memnuniyet ile."

O bizi kabul ederken ise Ceylin yanımdan omzuma vurdu.

"Beni bırakmak istemeyecek kadar sevdiğini bilmiyordum."

Dediğine gülümsedim. Ardından mırıldandım.

"Çok seviyorum, o kadar çok ki bir müddet görüşmesek de harika olur."

O da cevabıma gülerken ise en sonunda konuşan Aras oldu.

"Şuan saçmaladığınızın farkında mısınız?"

Mecburen ona döndüğümde o hayret içinde bana bakıyordu. Bunu dememi beklemiyordu ve kızmıştı.

"Saçmalama değil, doğru karar bu."

Kerim benim yerime cevap verirken Aras sinir ile ona döndü.

"Sikerim doğru kararı, ne demek burada kalacağım lan? Ne kadar saklayacaksınız bu kızı daha?" O hızla karşısına döndüğünde Eren'e vurduğunu anladım. "Bir şey desene lan göt!"

Siyahlar ile göz göze geldiğimizde çocukluğumun sarsıldığını hissettim. Ellerim yumruk olurken güçlü duruşumun birazdan yok olabileceğinin farkındaydım. O ise anlıyormuş gibi kafa salladı.

"Kararını vermiş." Gözlerimi en son çare olarak kaçırdım. "Bize saygı duymak kalır."

Ellerim yumruk olurken bu demek oluyordu ki anladım. Dediklerini anladım ve artık daha fazla çabalamayacağım. Öyle sert söyledin ki hatta artık seni kendimden kurtaracağım. Ne yaparsan yap umursamayacağım... Tırnaklarım derime batarken Aras yine bağırdı.

"Korlu. Ne dediğinin farkında mısın sen?"

Ben onlara dönemezken beklemediğim o cümle döküldü.

"Farkındayım. Çisem kararını vermiş, zorlamaya gerek yok."

Duyduğum tek bir kelime ile bütün her şey yıkıldı. Gözlerim onu bulurken o bana acıyla bakıyordu. Aras'ta bağıramazken atık herkesin bakışı ikimizdeydi. Önce kulaklarımdan geçti o kelime. Sonra zihnime işledi. Kaçak acı içinde bağırırken çocukluğumun tahtı sallandı. Zihnimden ise kalbime gitti. Kalbim ise tek bir kelime ile bin bir parçaya bölündü. Çisem. Çisem demişti. Canım acırken bağırmak istedim. Kaçak desin istedim. Tırnaklarım parçalarcasına etime batarken sadece gülümseyebildim. Bitişti. Bitmişti. Ağlamak isteyen bedenimi ayakta tutan kişi çocukluğumdu. Ama acıyan kalbim onu bile yok edebilirdi şuan. Ben ona her Eren dediğimde de onun da canı bu kadar acıyor muydu? Biz ikimiz birbirimize her ismimiz ile seslendiğimizde bu kadar can acıtıyor muyduk? Siyahlar bana sanki son kez bakar gibi baktı. Ardından o da benim gibi sadece tebessüm edebilerek önüne döndü. Sondu. Farkındaydım. O da insandı ve bu dediklerimden sonra gelemezdi. Çünkü artık demiştim. Git diye yüzüne haykırmıştım. Daha fazla ne benim canımı yakardı ne de kendi gururunu ayaklar altına alırdı. Bunu ondan ben istemiş ve şimdi deliler gibi acı çekiyordum.

"Çisem mi?"

Aras sessizce fısıldadığında ben siyahlardan gözlerimi ayıramıyordum. Bunu yapan ise elimin üstünde hissettiğim parmaklar oldu. Gözlerim onu bulurken Ceylin destek olmak ister gibi baktı. Gülümsemem büyürken acım da onun iki katı arttı. En zor olan buydu. Boğazım düğüm düğümken gülümsemek. Parmaklarımı zorlukla araladığımda Ceylin direkt elimi açtı. O yüzünü buruştururken ben bakamadım. Büyük ihtimal yine tırnaklarım ile derimi mahvetmiştim.

"Size ne oldu lan?"

Aras hala inanmak istemez gibi sorduğunda siyahlar ona döndü.

"Ne duyduysan o oldu. Siktirme belanı da dön önüne."

Gözlerimi onlardan ayırmamı sağlayan hemen yanımda ki sandalyenin çekilmiş olmasıydı.

"Günaydın gergin ekip."

Neşe ile konuşan sese döndüğümde gözlerimi kapattım. Şuan hiç sırası değildi. Saçım arkaya atıldığında sandalyem çekildi. Ceylin'in eli elimden uzaklaşırken omzumda bir el hissettim.

"Biraz geç kaldım, ne yiyoruz?"

Gözlerimi açtığımda Ayaz hemen yanımda önümüzde ki menüye bakıyordu. Acı ile yutkundum. Bu ona yaptığım en büyük haksızlıktı. Onu kendimden iterken başkasını yanıma almam. Elim omzumda olan eline gidecekti ki o beni iyice kendisine çekti.

"Sen sipariş ettin mi?"

Menüyü bana da gösterdiğinde yutkundum. Ardından mırıldandım.

"Evet."

Ondan sonunda uzaklaşmıştım ki buz gibi olan o sesi duydum.

"Size afiyet olsun."

Sıçmış, sonra da bir güzel sıvamıştım. Çocukluğum artık gelip giderken tırnaklarımı batırdım. Uzaklaşan adım seslerini duyuyordum. Yanımdan bir gülme sesi geldiğinde ona döndüm. Ayaz gittiği tarafa bakıp sırıtıyordu. Sinirime engel olamayıp konuşacaktım ki sandalyesini ittirdi.

"Ben başka bir menü isteyim. Kahvaltı yapamayacağım."

O yanımdan kalkarken derin bir nefes verdim. O da yanımdan gittiğinde daha fazla dayanamayıp ellerimi başıma geçirdim. Ağlamak istiyordum. Cidden ağlamak istiyordum.

"Çiso, umarım ne bok yediğini biliyorsundur. Pardon ama bu bana bile koydu."

Aras'ın şakaya vurmayan sesine alışık değilken bir sandalye sesi daha duydum. Onun da gidişini dinlediğimde bir süre sessizlik oldu.

"Eren bu yüzden mi hiç konuşmadı?"

Deniz'in kısık sesini duyduğumda acı ile ellerimi yüzümden çektim. Her şey boka sarıyordu. Kaan bana baktı.

"İyi misin?"

Gözlerim daha fazla dayanamadığımda doldu. Bu kadar can acıtmamalıydı.

"Mecbur kaldım..."

Fısıldamamı bozan Ceylin'in eğilmesi oldu. Kaşları çatılmıştı.

"Mecbur mu kaldın?"

Acı ile kafamı salladım. Gözümden bir yaş süzülürken dayanamadım. Çünkü ne bok yapacağımı cidden bilmiyordum.

"Çocukluğumu bastırıyordu, benim de çocukluğuma ihtiyacım..."

Cümlemi devam ettiremediğimde Ceylin'in yüzü dediklerim ile güldü.

"Bir dakika bir dakika ne dedin sen?"

Acıyla tırnaklarımı derime geçirdim. Gücüm yoktu.

"Çocuklu-"

Lobiden bir çığlık duymam ile bütün vücudum gerilirken sözüm yarım kaldı. Kerim ayaklanırken tüm üzüntüm korkuya dönüştü. Bir bağırış daha geldiğinde çocukluğum tüm bedenimi kapladı. Kalbim korku ile attı. Bir şey olmuştu. Kaan'da ayaklandığında beni donmuş olduğum alemden kurtaran bir bağırış daha oldu. Sandalyeyi iteklediğimde düştü.

"Çisem!"

Kaan arkamdan seslenirken ben çoktan koşmaya başlamıştım. Bir şey olmuştu. Lobiye koşarken arkamdan geldiklerini biliyordum. Çocukluğum her şeyi unutup daha da koşarken korkuyordum. Bir şey olmuştu. Bir çığlık daha geldiğinde kalabalığı gördüm. Koşuşum oraya yönelirken insanların arasından zorlukla geçtim. Ne göreceğimi bilmiyordum. Korku beni daha da sararken adım tekrar bağırıldı.

"Çisem!"

Gördüklerim ile duraksarken korkum arttı. Ne yapacağımı bilemezken çocukluğuma sarıldım.

"Ağrına mı gitti göt herif!"

Ayaz bağırırken göz göze geldik. O daha da gülümsedi.

"Doğruyu söylüyor-"

Sözünü bitiremeden yüzüne bir yumruk daha yediğinde kırılma sesini duydum. Bedenim kap katı kesilirken onun hiç görmediğim o yüzü ile tanıştım.

"Doğrunu sikerim lan senin!"

Ne yapacağımı bilemezken kalbim korku ile attı. Çocukluğumun bu olayı zevk ile izleyeceğini biliyordum. Ben bir şey yapmalıydım. Ayaz bir yumruk sonucu yere düşerken o bağırdı.

"Tekrar söyle lan! Bir daha de!"

Ellerim titremeye başlarken korkum yavaşça yok oldu. Tekrar yüzüne acımadan vurduğunda kafasının yere çarptığını bizzat gördüm. Daha fazla duramazken bu sefer sinirime yenik düşen ben oldum.

"Eren Korlu!"

Bağırışım tüm oteli sararken o duymadı bile. Yumruk olan eli tekrar kalkmıştı ki bileğinden sıkıca kavradım. Lakin beni bile görmeyip bedenimi ittirmesi beklemediğim bir şeydi. Bedenim sarsılarak geriye giderken bu beni en çok da çocukluğumu kızdırmıştı işte. Önünü görmüyordu. Tekrar bir yumruk attığında Ayaz'ın ağzından süzülen kanı gördüm.

"Seni dün gebertecektim!"

Ayaz'ın yakasına yapıştığında bedenini kaldırıp kolona yaslarken onun gözünü açamadığını gördüm. Bu kadar yeterdi. Hızla onlara doğru ilerledim.

"Eren!"

Benim yerime bağıran başkasıydı. Kimin seslendiğini ise sinirimden artık ben de çıkartamıyordum. Tekrar kaldırdığı elini bu sefer tuttum ve sertçe büktüğümde bunu beklemediği belliydi. Ancak benim beklemediğim ise o an oldu.

"Sikeri-"

Bedenini bana çevirmişti ki yüzüme gelen yumruğunu zorlukla durdurdum. Sözü beni görmesi ile yarım kalırken ben dehşet ile ona baktım. Siyahlarda olan kabus yavaşça yok olurken ben bitmiştim. Karşımda ki adam kimdi? Kabusum. O siyahlar. Bana bakmıyordu. Kime bakıyordu? Elini hızla bıraktığımda tedirginlik ile geriye adımladım.

"Kaçak."

Elini tutamasam burnum kırılacaktı. Bunu biliyordum. Elim göğsümü buldu. Bana doğru bir adım attığında hemen arkamıza gelen Kaan'ı gördüm. Yere eğilmiş Ayaz'ı kontrol ediyordu.

"Çekmeyin lan!"

Hemen yanımızda telefonları engellemeye çalışan Kerim vardı. Ben ise tek bir yere bakıyordum.

"Kaçak."

Bir adım daha attığında fısıldadım.

"Yaklaşma."

O siyahlar kabusumda bana bakan siyahlardı. Öldürmek ister gibi. Sanki gördüklerimin hepsi yavaş yavaş oluyordu ve biz sona yaklaşıyorduk. Kanlı o sona. Korkuyordum. Lanet olsun ki gerçekten korkuyordum!

"Kaçak."

Bana bir adım daha attığında bu sefer bağırdım.

"Ne yaptığının farkında mısın sen!"

Siyahlar bana endişe ile bakarken ellerini kaldırdı. Gördüğüm ise elinin tersinde olan kandı. Çocukluğum vücudumu terk ederken korku vücudumu buldu. Elinde kan vardı. Kimin kanıydı o? Yüzünde olan yaraya baktım. Dudağı kanıyordu. Onun kanı mı? Kimin kanıydı o!

"Bana öyle bakma."

Sessizce fısıldadığında bir adım daha attı. En son bu cümleyi kim kurmuştu? Çok tanıdıktı çünkü. Canavara bakan kabusumda oydu. Peki ben kime bakıyordum şuan? Çocukluğuma bakan kişiye mi? Bana dakikalar önce Çisem diyen o gölge misali siyahlara mı? Hala nefes nefeseydi. Gözlerinde ki o ölümcül siyahlık geçmişti ama içinde olan siniri görebiliyordum. Hala capcanlıydı. Tekrar bir adım daha attığında ellerim titrerken fısıldadım.

"Delirdin mi sen?"

Gözlerim yerde yatan bedene döndü. Burnu kanıyordu. Çok kanıyordu. Bana doğru bir adım daha attığında feryadım bu sefer ağır oldu.

"Yaklaşma!"

Gözlerini kapattığında eli yüzünü buldu. Dudağını sertçe sildiğinde yüzüne kan yayıldı. Gözüme tek bir an geldi. Ölüyordu. Manyak ölüyordu. Zihnimin bulandığını hissettim. Göğsünde ki yarayı görebiliyordum. Korkum bütün vücudumu ele geçirdi.

"Delirdim." Bana bir adım daha yaklaştığında geriledim. O ise daha da sinirlendi. "Delirdim!"

Korkarak ona baktım. O ise artık bana da aynı sinir ile bakıyordu.

"Bir kere dinlemedin! Bir kere!" Acı ile haykırdı. "Günlerdir öldün sanıyorum! Kaç kere yağmur yağdı haberin var mı!"

Bana doğru yaklaştığında önüne başka bir beden geçti.

"Korlu!"

"Yok! Öldün sandım! Öldüm!" Eli cebine gittiğinde korktum ama beklediğim olmadı. O şeffaf poşeti yere fırlatırken etraftan bir bağırış daha duyuldu. Gözlerim o poşeti bulduğunda sarsıldım. "Bunun için! Bunun için konuştum o adamla!"

"Eren!"

Aras bağırırken ben poşet içindekine bakıyordum.

"Miraç'ı o gün öğrendim. Haberim yoktu." Gözlerim tekrar siyahları bulduğunda acı ile fısıldadı. "Bana seninle sadece konuşmak istediğini ve karışmamamı söyledi. O gün olacağından haberim yoktu..."

Sesi kısılmışken ben anlamıyordum.

"Çisem."

Yanımda Kaan'ı hissettiğimde her şey birbirine girmişti. Siyahlara tekrar döneceğimde o Aras'tan kurtuldu. Kalabalıktan çıkarken ben anlamıyordum. Tek baktığım yere düşmüş kurumuş kan ile kaplı olan bıçaktı. Kaan'ın yanından ayrılırken titreyen vücudum ile yere düşmüş bıçağı adımladım.

"Çisem."

Aras fısıldarken şuan hiçbir şey umurumda değildi. Bıçağa eğildim de şeffaf poşeti kaldırdım. İnsanların konuşması artarken zorlukla poşeti kaldırdım. Çocukluğum karşımdan endişe ile bana baktı.

"Sıçtık."

Bıçağı sıkıca tuttum. O an gözümde canlandı. Ahmet'in acı içinde yere çöküşü. Parmak izim ve dahası. Kerim insanları en sonunda boş verdiğinde bana döndü. Bıçaktan haberi olduğunu anladım. Aras bana bakarken ise çökmüş olduğum yerden korku içinde fısıldadım.

"Bu bıçak, gerçek bıçak değil..."

İşte her şey şimdi birbirine girmişti...

...

Loading...
0%