@suwiiniz
|
Okuldan dolayı bölümler biraz geç geliyor kusura bakmayınn<33 ... Hayatınızdan birileri çıkmalıdır ki yeni kişiler girsin. O kişiler hayatınıza anlam katıp giderken size daha iyileri gelsin, ömrünüzü güzelleştirsin... Çok tanıdık sözlerden birisiydi bu da değil mi? Onun için öyleydi en azından. Kız sırtını duvara yasladı. Onun ile birlikte ise karşısında on yaşında olan Çisem duvardan destek aldı. Kardeşini öldüren Çisem. Aynı yıl içerisinde annesini kaybeden Çisem. Ona abilik yapan adamı kaybeden Çisem. Acı ile eğildi karşısında kızın çocukluğu. Nefes alamaz gibi. Giden geri gelmez der gibi... Hemen yanında ise on birinci yaşını gördü. O ise duvara çökmüştü. Ağzından süzülen ise kendi kanından başkasının değildi. En zor yaşını sorsalar on derdi. En çok canı yanan ise karşısında kendi kanını akıtıyordu. Kaçmaya deneyen bedenin ayakları bıçaklanmış, parmakları kesilmiş, kendi kanından başka yemek bulamayan o çocuktu. Hemen yanında on iki yaşı belirdi. Ancak kız gözlerini on birinci yaşından ayıramadı. Zorlukla gözlerini çektiğinde dimdik durmaya çalışan ama yaralı o kızı gördü. Gözleri morarmıştı. Sanki her ölen beden onun gözlerinin altında yaşam bulmuş gibiydi. Kaçtığı için mutluydu o yaşı. Selim'in geleceğini bildiği için mutluydu. Oysa arkasında bıraktıklarını görünce mutlu olamayacaktı. On dört yaşına baktı. Dimdik duran o bedene. Gözleri ise dik duran o kızın ayaklarının altında kalan o yanık bedeni buldu. O kızın yaşaması için başka bir beden yakılmıştı. Onun ile aynı yaşta bir kız ölmüş, ölüsü ise yakılmıştı. O kız çocuğu bir ölü sayesinde yaşamıştı. Yaşayan bir insan atmayan bir kalbi canlandırabilirdi ama kim derdi ki ölü bir insanın yaşan bir kalbi öldüreceğini. Onu bir ölü öldürmüş, başka bir bedene hapsetmişti. Buna ise razıydı. Gözleri diğer yaşlarını aradı ama yoktu. Acı içinde eğildi. Elinde ki şişeden bir yudum aldı. Bu yaşı nasıl olacaktı? On altıncı yaşı? Selim'in ölüm haberini duyalı saatler olmuştu. Bedeni dayanamadı. Güçlü durmaya çalışmıştı ama olmamıştı. On altıncı yaşı kimseye göstermese de çökmüştü. Onu uzaktan gören dik sanabilirdi ama bilmezdi ki dik durmasını sağlayan bedeninde onu dik durmaya zorlayan ok misali saplanan kendi kemikleriydi. O ise kendi kemiklerine isyan etti. Gözlerinden yaş aktı. Her yaşında olduğu gibi bir kayıp daha yaşamıştı. Nefes almaya çalıştı. Ölmesin istedi. Gitmesin istedi. Kimse gitmesin, hayatına yeni birisi daha girmesin istedi kız. Çünkü her gelen ölüyordu. O gece kız kendi içinde yıkımını yaşarken aklında tek bir soru vardı. Peki şimdi kim gidecekti? Kim gidecekti de canı bu kadar acıyacaktı? ... Nefes al. Nefes al ki bu lanet olası hayata gönderildiğini ve yaşamaya devam etmen gerektiğini unutma Çisem. Nefes ver. Nefes ver ki bütün bunların bir gün senin ömrünün de bittiği gibi bitebileceğini bil. Nefes al. Nefes al ki bittiği gibi yeniden başlayabileceğini bil. Nefes ver. Nefesini ver ki aslında tüm bunların saçma bir döngü olduğunu ve uzun bir zaman son bulamayacağını bil. Sakin ol Çisem. Sakin. Delirme. Üzülme. Ağlama. Sinirlerine yenik düşme. Sadece sakin ol ve seslerin susmasını bekle. Çocukluğuna hakim ol. Gözlerim dolarken sıkıca kapattım. Korkuyordum. Her şeyden. Herkesten. Elimde ki bıçağı sıktım. Kessin istedim. Beni öldürsün de bitsin her şey. Tüm hayatım derime bir metalin değmesi ile bitsin istedim. Ancak tam tersi oldu. Metal elimden kayıp giderken nefes alamadığımı hissettim. Yere düşen o ince tiz ses kulaklarımda yankılanırken çocukluğumu istiyordum. Sarsın beni, geriye kalan herkesi ise savuştursun. Vücuduma bir el dolandığında yüzüme eğilen o bedeni gördüm. Kaan, endişeyle bana bakıyor bir şey diyordu. Nefes almam lazımdı. Kabullenmem. Bütün her şeyin belki de yalan olabileceğini. Belki de onların da bir yalan uğruna yaptıklarını. Ciğerlerimi hava ile doldurmam lazımdı. Ama sonuç aynıydı. Tüm olan her şey bir hiç için miydi? Tüm her şey... Bağırışlar, acılı çığlıklar, hüzünler, feryatlar, acılar, korkular... Tüm bunlar bir hiç için miydi? Gözlerim o yüzü buldu. Dediğim şeyin etkisi ile bana korkuyla bakıyordu. Rol müydü? Yoksa başından beri olanları o da mı kabullenememişti? Ağzından çıkan kelimeyi duyamasam da anladım. "Ne?" Çaresizdi yüzü. Tek bir kişiyi istiyordum. Gittiği gibi gelsindi karşıma. Aras'ın çaresizliğini o kapatsaydı. Yine bilmiyorum diye haykırıp aydınlatsaydı beni. Nefes alamıyordum çünkü. Tüm bu olanlar... Anlamsızdı. Her şey o kadar anlamsızdı ki anlayamıyordum. Bıçak babamda mıydı? Onları tehdit mi etmişti? O zaman, o zaman günlerdir benden sakladıkları o şey... Bir bıçak mıydı sadece? Kerim. Kerim bu işin neresindeydi? Peki bıçak. Bıçağın sahte olabileceği akıllarına gelmemiş miydi? Yoksa tüm bunlar da onların bir oyunu muydu? O çocuk. Bıçağı bana vereceğini söylemişti. Babam nasıl almıştı? Çocukluğum... Çocukluğumu istiyordum. "Çisem! Kendine gel." Ciğerlerime hava dolarken acıyla öksürdüm. Ancak hala nefes alışverişim iyi değildi. Anlamıyordum. "Çisem!" Gözlerim yine tek bir noktada durdu. Aras. Aras Altan. Ne kadar güzel rol yapabilirdi? Bence çok iyi. Çünkü karşımda bıçağa bakıp yıkılmış bir adam vardı. Bana bakamıyordu. Gerçek miydi rol müydü? Bana bakmalıydı! Gözlerime! O bakmalıydı ki Eren'i anlamlıydım. Korkmalı mı yoksa tekrar dikçe ayağa kalkmalı mıydım? İşte bunu bilmem için yüzüme bakmalıydı. Babam ile anlaşıyorlarsa yine. Babam burada mıydı? Babam... "Çisem!" "Çekil!" Kerim'in bedeni ittirildiğinde karşımda yeşil gözleri gördüm. Telaşla bir yerde olan bıçağa bir bana baktı. Kaan beni sıkıca tutarken ise Ceylin bana doğru eğildi. Nefesim hala ciğerlerimi bulmuyor gibiydi. Gözlerim dolmaya başlarken onun ellerini yüzümde hissettim. "Nefesini tutma." Tutmuyordum. Lanet olsun ki tutmuyordum. "Çisem!" Hemen yanımda Kaan'da bağırdığında artık gerçekten bittiğini düşünmeye başlıyordum. Çocukluğum... Daha yeni yanımdaydı. Neredeydi? "Baban yok! Bak her şey bitti." Ceylin bıçağı kaldırdığında konuşmayı duymadığını anladım. Kaan küfrederken benim gözlerim poşetteydi. İçinde bıçak olan o lanet şey. Tüm hayatımı karartan o şey. Tüm her şeyi... Bir anda ciğerlerime nefes dolarken öksürdüm. İçime derin bir nefes çekerken çocukluğumu hissettim. Kaan bana destek olurken bu sefer başka bir ses duydum. "Bize izin verin!" Derin bir nefes daha çektim. Kim diye bakamayacaktım. Gözlerim Ceylin'in kaldırdığı bıçağa korku ile baktı. Kaan beni daha da kendine çekti. Korku ile onun koluna sarılırken artık etrafımda olanlardan emin değildim. Yüzümde hissettiğim ile zorlukla başımı eğdim. Kaan tebessüm ediyordu. "Baban yok. Gelmediğine eminim." Sanki artık bu işten benim başa çıkamayacağımı anlamış gibi acıyla bana baktı. "Korkma." O gözlerde ise gördüm. Ne dediğini anladım. Korkuyorsun, çocukluğuna sarıl. Baban yok ve çocukluğun hala buradaysa ona sarıl. Önümde başka birini hissettim. "Beyefendi izin verin." Kadına baktığımda sabahki hemşire olduğunu gördüm. Çocukluğum. Ne yapacaktım? Gözlerim Aras'ı bulduğunda o donmuş gibi tek bir noktaya bakıyordu. Bıçağa. Ellerinin yumruk oluşunu gördüm. Oyun muydu gerçek miydi? Emin değildim. Emin olabilecek ise tek bir kişi vardı. Bu iş giderek saçma bir hal alıyordu. … Avuç içimi araladım. Tırnak izlerimin olduğu yer neredeyse artık su toplamıştı. Çok fazla sıkıyordum. Acı ile yutkundum. Kaan yanımdaydı. Baktığım elimi sıkıca tuttu. Ona döndüğümde yine tebessüm etti. Ben ise çabalamadım bile. Çaprazımızda Deniz vardı. O ise bana değil yere bakınıyordu. Şu aralar biraz dalgındı. Farkındaydım. Acı ile önüme döndüm. Birkaç saat geçmişti. İlaçlardan uyanamasa bile şimdi uyanması gerekirdi. Ellerimi sıktığımda bu sefer tırnaklarım elbette ki derime batmadı. Kabusum gerçekleşiyordu. Giderek kötüleşiyorduk. Durum sürekli bir adım daha boka sarıyordu. Şimdi ise karşımda olan adam vardı. Kimin nesiydi? Nereden çıkmıştı ve ne olmuştu? Düşüncelerimden kurtaran ise Deniz oldu. "Belki onlar da bir oyuna kurban gitti. Bilmiyorlardı. Sonuçta bu Yasin Kal-" "Deniz." Kaan uyaran bir şekilde fısıldadığında ben Deniz'e dönmüştüm. "Sırası değil." Deniz'in hiç umurunda değil gibiydi. Gözleri dolarken bana bakıyordu. Sinirim ile ondan bakışlarımı kaçırdım. Böyle söylememeliydi. O ise susmadı. "Ne yani? Sen Eren'in böyle bir şey yapabileceğine inanıyor musun?" Gözlerimi kapattığımda Kaan bu sefer durmadı. "Bir kere yapmadı mı? Niye yapmasın?" "Ama anlattı. Haberi yoktu. Bıçağı almak için. Baban ise onları kandırmış olamaz mı?" Kaan alay ile güldü. "Adamlar koca ülkenin tüm boktan işlerini yaparken bir bıçağa kanmalarını bekleyemeyiz değil mi? Kızım bu ikisi bizden bile beter durumda-" Kaan'ın elini sertçe sıktığımda sözleri yarım kaldı. İlk amacım farklıydı. Karşımda olan adam. Gözlerini açmıştı. Göz gözeydik. Burnunda olan sargı yapılmıştı. Hastaneye gitmemiz söylenmişti. Sorgulamaya baştan başlayacaktım. Kaan susarken çocukluğum yine beni bastırdı. Gülümsedim. "Günaydın." Aralamış olduğu gözlerini kapattıktan sonra yüzünü acı ile buruşturdu. Kızılım. Ayaz. Sadece kızıl bir yakışıklı mı yoksa şeytanın teki mi öğrenmem gerekiyordu. Acı ile mırıldandı. "Günaydın." Her şeyi sıra ile yapacaktım. Yoksa çocukluğum beni bastıramazdı. Önce karşımda ki kızıl ile yüzleşecek sonra Aras en son ise... Bu işi bugün çözecektim. Canımın acısı bu gün son bulacaktı. Çocukluğum ise tek desteğimdi. Yine ona güvenerek tutunduğum dalı bıraktım. Kaan'ın elini bırakırken o adımı fısıldadı. Otelin sağlık alanını neredeyse tamamen biz doldurmuştuk. Harika. Şok etkisinde olduğum söylenmiş ve bırakılmıştım. Onun yaralarına pansuman yapılmıştı. Hastaneye gitmemiz söylenmişti ama üzgünüm kızılım, kendinin gitmesi gerekebilir. Çocukluğumun tahtının yine sallanacağını biliyordum. Kaan'a döndüğümde ne yapacağımı anlamış gibi derin bir nefes verdi ve kafasını salladı. "Deniz. Gel biz biraz hava alalım." Deniz bir bana bir Kaan'a bakarken gözlerini endişe vurdu. İyice koltuğuna sinerken mırıldandı. "Ben iyiyim böyle." Bana korku ile bakıyordu. "Çisem ile gidin siz." Hafifçe tebessüm ettim ve uyaran bir tonda konuştum. "Kaan'a yardımcı olursan çok iyi olur. Ben de biraz Ayaz ile yalnız kalayım." Ona uyaran bir bakış attığımda sinir ile yerinden kalktı. Ne olacağını elbette ki anlamıştı. Kaan'ın yanına gittiğinde Kaan bana uyaran bir bakış atsa da umursamadım. O kapıyı çekerken ise en sonunda hedefime döndüm. Çekingen bir şekilde bana bakıyordu. Mal değilse anlamıştı. Yine de tebessüm etti benim buz gibi yüzüme karşın. "İyiyim merak etme." Ona doğru bir adım attığımda mırıldandım. "İyisin." Uzandığı yerden sakince doğruldu. Çocukluğuma izin verdiğimde hafifçe gülümsedim. Bu iş patlak vermeye başlamıştı. Ben ise tüm patlakları artık atacaktım. Karşımda ki ise en küçük sızıntı yapandı. "Ayaz." Bana döndüğünde hafifçe tebessüm ettim ve yatağın yanında durdum. Kafamı dağıtmak için gayet eğlenceliydi. Ancak onun kafasını dağıtmam için de gayet şüphe çekici bir hali vardı. Ben ise başıma daha fazla iş almayacaktım. Üsten bir bakış attım ve mırıldandım. "Kimsin sen?" Yüzünde ki çekingen ifadeyi silip pisçe sırıttı. "Kızılın." Gülüşüm donuklaştı. Kızılım... Açıkçası hiçbir kızıl bir kız için günlerce kafede sürünmezdi. Sonra ise o gördüklerinden sonra yanımda hala dolaşmazdı. Hadi dün alkol etkisindeydi. Peki bugün? Bugün neden hala sürekli yanımdaydı? Hele dün gördüğü onca olaydan sonra. Silah, kargaşa, kavga... Kimse bu olaylardan sonra hala aynı kalamazdı. Acı ile bedenim geriledi ama bir diğer gerçek daha vardı. Çocukluğum zorluk ile ifademi değiştirmezken ben acıya bulanmıştım. Eren. Dakikalardır düşünmediğim o adam. Bana tüm olanları haykırdıktan sonra gitmişti. Belki de yeni bir plandı bu. Umurumda olan şuan o kısım olmamalıydı. Kızıla baktım. Baştan başlayacağım demiştim. Baştan devam etmeliydim. Ona ne demişti de bu hale gelmişti? Günlerimi geçirdiğim adamın sakinliğini ne diyerek bozmuştu? Gülüşüm donuklaştı. Çekinmeden mırıldandım. "Oyununa devam mı edeceksin?" Anlamaz gibi bana baksa da gözlerinde olan o korkuyu gördüm. "Ne oyunu?" Hafifçe tebessüm ettim. Ben o korkuyu büyütmekten çekinmezdim. Ona doğru eğildiğimde yutkundu. Çocukluğumun eğleneceği kısımdaydık. "Bana ya şuan kim olduğunu söylersin ya da oyunu daha eğlenceli bir hale getiririm." Bana tedirginlikle baktı. Yatakta biraz daha doğrulduğunda yüzünü acı ile buruşturdu. Ancak bana bakmayı kesmedi. "Anlamıyorum." Hafifçe güldüm ve kafamı anlıyormuş gibi salladım. Bu gün canım çok sıkılmıştı. Acımıştı... Artık başkalarının canı acısındı. Ona tüm tebessümümü silerek baktım. Ve elimi cebime ilerlettim. Tüm kameraların çalışmadığını biliyordum. Kerim halletmiş olmalıydı. Aynı hala saatlerdir o an çekilen görüntüleri sildirmeye çalıştığı gibi. Cebime ilerlettiğim elimi gördü tabi ki. Dikkatli birisiydi. Telaş ile bana döndü. "Bak, sadece senden uzak durması gerektiğini söyledim. Sonra her şey bir anda oldu. Eğer ki olay buysa sadece normal bir kavga." Ona düz bir biçimde baktım. Gülecek hal bırakmamışlardı. Kafamı olumsuzca salladım ve nefret ile baktım. "Aşıksın yani bana. Burada olmanın başka bir sebebi olamaz çünkü." Kafasını hızla salladı. Evet der gibi. Ben ise daha fazla oyalanmayacaktım. Cebimden elimi çıkartacağımda testim bitmiş olacaktı. Bedenini benden kaçıracağında elimi çıkardım. Tuttuğum kağıdı gördüğünde yüz ifadesi değişirken işte bende tüm parçalar oturmuştu. Normal değildi. Beni tanıyordu. Neler yapabileceğimi biliyordu. Derin bir nefes verirken bana baktı. Hafifçe tebessüm ettim. O ise rahat bir nefesin adına mırıldandı. "Evet, onunla yakınlığınız hoşuma gitmiyor-" "Ona ne dedin?" Buz gibi çıkan sesim ile susarken ben daha fazla beklemedim. Eren'e ne demişti de bu duruma kadar gelmişti. Günlerdir bana tek kelime etmeyen adam yüzüme o anın acısı ile her şeyi haykırmıştı. Ne demişti? Yüzü gerilirken ben daha fazla dayanamadım. Ayağım ile sertçe oturmuş olduğu yatağa vurdum. "Kimsin sen!" Bağırışım ile yerinde sendelerken olacakları biliyormuş gibi hızla yataktan indi. Aptal. Burnuna darbe yedikten sonra bu ani hareketi yapmamalıydı. Bedeni sersemlerken ayakta olan bedeni zorlukla duvardan tutundu. Gülümsedim. Benden korkuyordu ve bu hoşuma gidiyordu. Çocukluğumun en azından deli gibi mutluydu şuan. Korku ile bana baktı. Kesinlikle hakkımda çok şey biliyordu. "Yaklaşma!" Bana bağırdığında güldüm. Ona doğru ilerlediğimde bedenini duvara yasladı. Başı dönüyor olmalıydı. Ben ise o konuşana kadar gitmeyecektim. Onun gözü bir bok görmezken hemen yanında masada duran kalemi kaptım. Bu iş görürdü. O ne aldığımı göremezken hızla yaklaştım. Bana atılacağında bedenini sertçe ittirdim. Duvara çarparken ise düşünmeden karnına vurdum. Acı ile eğilirken ben boynunu tuttuğum gibi tekrar duvara vurdum. Aldığım kalemi boynuna yasladığımda nefes nefeseydi. Boynunda ise şimdilik ne olduğunu bilmiyordu. Tebessüm ettim. "Konuşmak için saniyelerin var." Acı ile yüzünü buruşturdu. Ancak asla sözünün dışına çıkmadı. "Sadece senin için-" Kalemin açık ucunu boynuna yasladığımda sözünü devam ettiremedi. Hafifçe mırıldandım. "Ben bile kendim için bir bok yapmazken bunu başkasının yapması tuhaf olmaz mı sence?" Boynunu biraz daha bastırdım duvara. "Kimsin sen?" Acı ile gözlerini kapatırken eli elimi buldu. Ben ise uyarmak adına diz kapağım ile üst bacağına vurdum. Eli elimi sıkarken eğilmek istedi ama izin vermedim. Canı yanıyordu. Can acısı ise benden yediği darbeler değil de Eren'den kalan izler gibiydi. Kafasını duvara vurmuştu ve başı feci dönüyor olmalıydı. "Kimse değilim. Tanıdığın kişiyim." Artık sinirlerime hakim olabileceğimi sanmıyordum. "Yalan söyleme!" Bir kapı sesi geldiğinde onun gözleri oraya dönerken ben yüzüne baktım ve tekrar dizim ile vurduğum noktaya vurdum. O acı ile eğilirken o sesi duydum. "Çisem!" Bedenim çekilirken nefret ile o yüze baktım. Kim geldiği umurumda bile değildi. Öğrenememiştim. Konuşmamıştı. Belki babamın adamıydı. Belki babam biliyordu her boku. Belki... Gördüğüm yüz ile sinirim son bulurken o telaş ile bana eğilmişti. "Saçmalama." Sessizce fısıldadığında gözleri etrafa baktı. Elimden kalem düşerken ise onun gözleri beni buldu. Tüm dikkatim dağılmıştı. O... Şimdi ne alakaydı? Pişmanlıkla nefes verdiğinde beklemediğim diğer şeyi yaptı. Beni kendisine çektiğinde gözlerimi kapattım. "Özür dilerim." Fısıltısında ki kelimeler gerçek miydi sahte miydi bilmiyordum. "Özür dilerim..." Ellerim ona sarılmak için kalkmıştı ki duraksadım. Aras Altan. Ben de özür dilerim. Ama güvenemiyorum. Ellerim havada yumruk olurken bir şey yapamadım. O ise kendini açıklamaya çalıştı. "Bıçak... Bıçak hala güvende." Acıyla yutkundum. Yeni bir yalan daha mı? Benden ayrıldığında gözlerime baktı. "İnanmasan da sana yemin ediyorum haberimiz yoktu" Yüz ifadesi değişti. "Gerçi birinin hala haberi yok." Eren. Eren Korlu. Bir numara daha yemeyecektim. Ondan uzaklaşacağımda hızla elimden tuttu. "Aras." "Çiso. Yapma." Ona baktığımda gerçekten çaresizdi. "Gerçeği söylüyorum. Eren'in haberi yok bıçaktan ve..." Cümlesinin devamı gelmezken ben elimi ondan kurtardım. O ise hızla konu değiştirdi. "Konuştum!" Anlamıyordum. Ne konuşmuştu? Kiminle? "Ne?" Yüzüme baktı. İnanmam için resmen yalvaracaktı. Yüz ifadesi aynen böyleydi. İki elimden de yakaladı bu sefer. Sıkıca tuttuğunda kendinden emin bir biçimde tekrarladı. "Onun ile konuştum. Bıçak babanda değil." Hala anlamıyordum. Ama gerçeği söylüyor gibiydi. İyi de o zaman bıçak kimdeydi? Aras değişen ifadem ile umutla baktı. "Biz kandırıldık ama en başta baban kandırılmış. Parmak izinin olduğu başka bir bıçağı vermiş babana. Kısaca bıçak hala aynı kişide." Ellerimi sıkıca tutarken işte bunu beklemiyordum. "Sana kendisi verecek. İstanbul'a dönünce..." Heyecanlanan yüzü solarken ben yine olayları takip edemiyordum. Bu bir yalan mıydı yoksa gerçek mi? Ancak anlamadığım değişen yüzüydü. Bir elimi bırakırken elini kaldırdı ve bu sefer sanki mecburmuşum gibi baktı. Eliyle bir işareti yaparken ona döndüm. "Bir kez daha. Sadece bir kez daha güven." Anlamıyordum. Bir şey vardı. Ne vardı? Korku ile geriledim. Arkamızda kalan Ayaz'da susarken bizi dinlediğine emindim ama umurumda olan farklıydı. Aras'ta bir şey vardı. Kötü bir şey. "Ne oldu?" Sesim çaresiz çıkarken aklıma binlerce kötü ihtimal geldi. Tüm kötülükler ise tek bir kişiye bağlandı. Eren. Eren'e bir şey mi olmuştu? Aras benim telaşıma karşılık iyice gerilirken ben her şeyi boş verdim. "Aras. Ne oldu?" Eli düşerken gözlerini benden kaçırdı. Ardından fısıldayabildi. "Eren." Devamı gelmezken ben telaş ile kaldım. Ne oluyordu? Söylesindi. Umurumda değildi onca şey. Bıçak, olanlar, babam hiçbir şey lanet olsun ki umurumda falan değildi. Aklıma kabusum geldi. Çocukluğum yok olurken o derin bir nefes verdi. Ardından hiç ihtimal bile vermediğim o kelimeleri sakince sıraladı. "Çisem. Korlu gidiyor..." … "Ama benim senden vazgeçmeyeceğimi bil. Çocukluğundan da, Çisem'den de, Kaçak'tan da, Kalen'den de... Hepsi sensin çünkü." "Gidiyorsun. Öyle mi?" "Hiçbir yere gitmiyorsun." "İstediğin kadar kaç, sen Kaçak'sın. Ben seni sürekli kovalarım ama..." "Ama bir gün beni seni kovalayamacağım bir durumda bırakma, olur mu?" "Seni asla bırakmayacağımı biliyorsun değil mi?" Nefes nefese kaldım. Eren. Gitmezdi. Etrafımda dönerken delirmiştim. Gidemezdi. Sesi zihnimde yankılanırken o hiçbir yere gidemezdi. Gitmezdi yani değil mi? Tırnaklarım derime batarken içimde kendi kavgam vardı. "Duruyorsun." Çocukluğum önümde bana nefret ile bakarken onu umursamadım. Duracağım falan yoktu. Bir kişi daha kaybetmeyecektim. Hayatımdan bir kişi daha çıkmayacaktı. Sevdiğim birisi de öylece yok olmayacaktı. Etrafıma bakarken çocukluğum bağırdı. "Gitmesi en iyisi!" Ona nefret ile baktım. Kesecekti sesini. Her şey neredeyse onun yüzünden olmuştu. Git demiştim. Gözüme gözükme, hayatımdan çık demiştim. Lanet olsun ki bunları diyen bendim. Hem de onu her gördüğümde benliğimi kaybetmediğimi anlarken demiştim. Çocukluğuma dönüşmediğimi hatırlatan adama demiştim bunları evet. Deli gibi de pişmandım sıçayım ki. Peki bilmiyor muydum? Biliyordum. Bunları dedikten sonra son bir kez daha gururunu ayaklar altına almış, karşımda haykırmıştı. Bağırmıştı. Ben ise bunları bilmeme rağmen çocukluğum için demiştim. Ama hayır. Onu kaybedemezdim. Lobide etrafa bakarken kolumdan yakalanmam ile yerimden sıçrayarak döndüm. Ceylin. Ben derin bir nefes verirken o bana hüzünle baktı. Ardından sanki neyi aradığımı biliyormuş gibi mırıldandı. "Terasta." Daha fazla dinleyemediğimde kafamı teşekkür edercesine salladım. Yakalayacaktım. Gidemezdi. Öylece çekip gidemezdi işte. Ceylin'i geride bırakırken ise adımlarım tek bir yere gitti. Lakin beni çocukluğum bile durduramazken başka bir şey durmamı sağladı. Koşarcasına giden bedenim öylece dururken korktum. Karşımda ki açık kapıya baktım. Ne yapacaktım? Gözlerimi korku ile kapattım. Bedenim titrerken ne yapacağımı bilemiyordum. Tek bildiğim çocukluğumun susmuş olmasıydı. Onun susmasının sebebi ise korkumun karşımda olmasıydı. Teras. Teras en üsteydi. Tırnaklarımı derime geçirdim. Nefesimin daraldığını hissederken tek gördüğüm siyahlarda olan o acıydı. Kan. Çok kan vardı. "Söylesene Çisem Kalen. Binebilir misin?" Çocukluğum fısıldarken yapamayacağımı anladım. Hala yanımdaydı ve binince beni mahvedecekti. Şimdi bile gözlerimden o görüntü gitmezken binersem... Asansör kapanırken kendi kafama lanet okudum. Merdivenlere doğru bedenim koşmaya başladı. Ya ben çıkıncaya kadar giderse? Tek korkum buydu. O gözleri son bir kez daha görememek. Kabusum gerçekleşiyordu. Sırayla her şey oluyordu. Beni korkutan ise o sondu. Hızla basamaklardan çıkmaya başlarken ne yapacağımı bilmiyordum. Karşısına geçip ne diyecektim? Ben sana git dedim ama vazgeçtim gitme mi? Onca şey oldu ve evet ben hala senin yüzüne bakamam ama sen yine de yanımda dur mu? Seni hala affetmeye çalışıyorum ama her seferinde bir halt oluyor ve affedemiyorum ama belki affederim mi? Düşüncelerim beni ele geçirirken ne diyeceğimi bilemedim. Dakikalar sonra son basamakları çıktığımı bilirken adımlarım yavaşladı. Ne diyecektim? Karşısına geçip o siyahlara baktığımda bana nasıl bakacaktı? Gitme dediğimde neden diye sormayacak mıydı? Belki de bu da bir oyundu. Gitmesi ikimiz için de iyi olan mıydı? Düşüncelerim beni ele geçirirken basamakları bitirmiş nefes nefese karşımda olan kapıya bakıyordum. Çocukluğum haklı olabilir miydi? Gitmesi iyi olan mıydı? Ama ben... Kalbim ne olacaktı? Canım acıyacaktı. Her türlü canım acıyordu. Gidemezdi. Ama kalırsa da... Ne yapacağımı bilemezken adımlarım kapının önünde durdu. Nefes nefese kapı koluna baktım. Ne yapacaktım? Siyahlara bakıp gerçekten ne diyecektim? Bana gitmeyeceğini her defasında o haykırırken bu sefer ben yapabilecek miydim? O bu sefer kaçabilirken ben Manyak olabilecek miydim? Elim kapı koluna uzanırken titrediğini fark ettim. Korkuyor muydum? Ama neden? Beni korkutan onun gitmesi miydi? Onsuz kalabilmek mi? Ama... "Günlerdir onsuzdun." Çocukluğumu duymam ile gözlerimi kapattım. Ama sesi oldukça sakindi. Yavaşça mırıldandı. "Ve ikimiz de biliyoruz ki sen onsuz daha sensin Çisem. Daha iyisin. Daha rahatsın. Belki de bu bile bir oyun ve sen o oyuna atlıyorsun." Kapı açılırken ben adım atamadım. Aralık o kapıyı açamadım ne de kapatabildim. Çocukluğum hemen yanımdaydı. Biliyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum ama. Çocukluğumun elini elimde hissettiğimde gözlerimi açtım. Aralık kapıya bakarken çocukluğum destek olmak ister gibi sıktı. "Onu görürsen canın daha çok yanar." Kapıda olan elim ayrılırken yapamayacağımı anlamıştım. "Bırak gitsin." Acı ile aralık olan kapıdan vuran ışığa baktım. Gözlerimi kapattım. Ancak çocukluğum çoktan beni ikna etmişti. Karşısına geçip ne diyebilirdim ki zaten? Gitme mi diyecektim daha bu sabah ona git diye bağırırken? Ayrıca ikimiz de yorulmuştuk. Belki de en iyisi bu olurdu. Arkamı dönmüştüm ki beni korkutan o şey ile aklım çıktı. Tüm düşüncelerim dibimde olan iki kişi ile son buldu. Elim kalbime gitti. "Aklımı çıkardınız." İki yüze bakarken Deniz utanan bir ifade ile yüzünü eğdi. Ceylin ise sinsi sinsi gülümsedi. Anlamıyordum. "Özür dilerim ama Ceylin haklı olabilir." Deniz fısıldadığında kaşlarım çatıldı. O ise bana değil yere bakıyordu. "Haklı mı? Ne?" Ceylin'e döndüğümde o biraz daha sırıttı. Ardından bana doğru yaklaştı. "Bakalım çocukluğun olmadan ona git diyebilecek misin?" Çocukluğumun bu sözler üstüne sinirlendiğini hissederken anlayamıyordum. "Ne saçmalıyorsun Ceylin sen?" Bana biraz daha yaklaştı ve tatlıca gülümsedi. "Üç kişi değil, iki kişi kalmanızı sağlayacağım canım." Ben hala anlamazken beklemediğim o şey oldu. Bedenim sertçe ittirildi. Aralık olan kapıdan geçerken, pardon resmen düşerken anladığım ile şok ile kaldım. Acıyan vücudumu umursamadan kapıya doğru kendimi toparlayıp hızla ilerlemiştim ki beklenen oldu. Kapı üzerime kapanırken açmak için kapı koluna uzandım. Bedenime bir korku dalgası vurmuştu. Ama bu korku sadece benden kaynaklanmıyordu. Çocukluğum da şuan korkuyordu. Çünkü ikimiz de farkındaydık o her an gidebilirdi. Kapıyı açacağımda Eren'in duymasını istemiyordum. Sessizce kapıya vurdum ve mırıldandım. "Ceylin, aç kapıyı. Lütfen." Kapıdan bir kilit sesi geldiğinde şok ile kaldım ve bu sefer sesleri umursamadan sertçe kapı kolunu asıldım. İçeriden bir gülüşme sesi geldiğinde hayret ile kaldım. Korku kalbimi sardı. "Deniz. Açın kapıyı. Ceylin. Hadi." Sessizce onlara yalvarırken onların adım seslerini duydum. Korku vücudumu daha da sardı ve bu sefer hiç umursamadan sertçe kapıya vurdum. "Ceylin! Aç şu kapıyı!" Kulağımı kapıya yasladığımda bedenim soğuk havayı hissetmişti. Çocukluğum deli gibi kafamda küfrederken ben kapı kolunu biraz daha zorladım. Şuan olamazdı. Ona Eren'in çocukluğumu bastırdığını söyleyen ağzıma sıçayım ama. Kapı açılmazken delirecektim. Etrafa bile bakamamıştım ama belki bir ihtimal burada değil- "Kaçak." Duyduğum ses ile kapıyı zorlayan elim dururken gözlerimi pişmanlık ile kapattım. Çocukluğuma lanetler yağdırdım. Üst kata çıkınca değil de beni alt katta uyarsaydı ölür müydü? Elim ile son kez sinirim ile kapıya vurduğumda korku kalbimi ele geçirmişti. Buradaydı. Arkamdaydı. Soğuk rüzgar bedenime vururken yapamayacağım bir şey olmadığı için kafamı kapıya yasladım. Ardından mırıldandım. "Kapıyı kilitlediler..." Sesim çaresizce çıkarken yüzüne bakamadım. Ancak adım seslerini işittiğimde gerilemek adına kaçacaktım ki o beklemediğim bir biçimde bana değil kapı kolunu buldu. Canım yanarken ise yüzüme bakmadan mırıldandı. "Nasıl kilitlediler?" O da kilidi zorlarken gözlerim yüzünü buldu. Bana bakmıyordu. Kalbimde olan acı artarken çocukluğumun silindiğini hissettim. Kapı kolunu biraz daha zorlarken mırıldandım. "Kilitlediler işte. Açılmıyor." Gözleri hala gözlerime bakmazken ben de bakışlarımı ondan çektim. İkimiz de konuşmak istemiyorduk anlaşılan. O ise beklemediğim bir sinir ile bana döndü. "Ne bu şimdi? Çocuk muyuz biz?" Anlamadığım cümle ile ona döndüğümde sinirliydi. Kaşlarım çatıldı. "Ne?" Sinir ile kapı kolunu bir kez daha çekiştirdiğinde kırılma sesi ile ikimizin de gözleri oraya döndü. Lakin kol artık doğruca onun elindeydi. Sinir ile ofladım. "Ya al işte! Öküz müsün niye o kadar asılıyorsun?" Ben ona doğru yaklaştığımda hafifçe güldü. Elinde ki zımbırtıyı yere fırlatmasını ise ben de beklemiyordum. İçime bir korku doldu. Bana sinir ile baktı. "Ne istiyorsun sen?" Ben hala bir şey anlamazken onu umursamadan kapıya baktım. Hayalim buraya gelirken kesinlikle böyle değildi. Ayrıca niye bana böyle davranıyordu. Kapıya baktığımda çıkamayacağımızı anladım. "Kaldık burada harika." Sinir ile homurdanmıştım ki ondan beklemediğim şeyi yaptı. "Çisem!" Bir anda adımı haykırması ile korku bedenimi ele geçirirken hareket edemedim. Acıyla yutkundum. Aklıma gelen tek şey kabusumdu. Çocukluğum. Onu istiyordum. Gözlerim siyahları bulurken bana bakıyor gibi değildi. Bana yaklaştığında ise sinirini fark edip gerileyen ben oldum. "Amacın ne kızım senin?" Bedenim duvara çarparken o bana sinir ile yaklaşmıştı. Ancak canımı acıtan gözleri oldu. Kabusumda ki gibiydi. Bana bakmıyordu. Acı ile yutkundum. "Asıl senin bu halin ne?" Fısıltım ile güldü. Bana eğildiğinde mesafesini koruyordu. "Git dedin gidiyorum. Şimdi bu saçmalık ne?" Burnundan soluduğu belliydi. "Al işte. Sana dedim." Çocukluğumu tekrar hissetmem ile vücudumun kontrolünü o aldı. Neredeydi ve neden gelmişti bu şimdi? Şikayetçi değildim ama. Korku ile atan kalbimin acısı biraz olsun geçti onun sayesinde. Sertçe ben de onu ittirdim. Bana böyle davranmamalıydı. "Adam akıllı anlat derdini! Ne yapmışım ben?" Ben de geri adım atmazken o sinirden gülmeye başladı. Gözleri beni bulduğunda ise kesinlikle karşımda ki tanıdığım adam değildi. Ama çocukluğum zorlukla da olsa beni bastırdı. "Çağırdın, geldim. Şimdi de bana gelmiş kapı kilitlenmiş diyorsun. Açtır şunu!" Kaşlarım çatılırken olayı yeni yeni anladım. Ceylin... Sinirim bozulurken ofladım. İyi bok yediklerini zannediyorlardı o iki mankafa. Elim sinir ile başımı bulurken ovuşturdum. Çocukluğum baskınlığını hala korumaya çalışırken mırıldandı. "Seni ben falan çağırmadım. Açarlar birazdan." Ondan uzaklaşacağımda bileğimden tutulmam ile geriye çekildim. Lakin yüz ifadesi değişmişti. Anlamıyor gibiydi. "Ne demek sen çağırmadın?" Sinir ile elimi kurtardı çocukluğum. Yakın temasta en çok etkilenen oydu. "Ceylin'in oyunu işte! Önce kendi yediğin haltı düşün de sonra bana bağır!" Ondan uzaklaştığımda çocukluğum bilerek uzak durması için bağırıyordu. Bunun farkındaydım. O ise asla durmayıp önüme geçti. "Ben yediğim haltın sebebini gayet iyi bir biçimde anlattım." Hafifçe gülmeye başlarken çocukluğumun yine gittiğini hissediyordum. Bir gidip gelecekse yanmıştım. Ancak kendimce onu taklit etmeye çalıştım. "Çocuk mu kandırıyorsun sen Eren Korlu!" Yüzü bağırışım ile değişirken gözlerini benden kaçırdı. Ben ise susmadım ve acımı bu sefer haykırdım. "Günlerdir bana söyleyemediğiniz sahte boktan bir bıçak mı!" Onun dediğim cümle ile gözleri beni bulurken ben sinirim ile ondan uzaklaştım. Aras bilmiyor demişti. Artık biliyor. Harika. Ancak değişen sesini bu sefer gayet iyi duydum. "Ne?" Arkamdan geldiğini hissettiğimde tekrar konuştu. "Sahte mi?" Bileğimden tekrar yakalandığımda sertçe kendimi ondan kurtardım. "Sahte!" Siyahlarda olan ifade değişirken gözleri doğruca bu sefer bana bakıyordu. Bunu beklemediği kesindi. Ya da hala sikik bir oyunun daha içindeydim. O duraksarken ben terasta ondan en uzak noktaya gitmek için adımladım. Şuan bu noktadan sonra ona gitme diyebileceğimi hiç sanmıyordum açıkçası. Özellikle de bana suçlu değilmiş gibi böyle davrandıktan sonra. Sinir ile rüzgarın en çok estiği yere gittim. Çarpsındı beni soğuk hava. Kolonun üstüne çıktığımda kendimi en köşeye attım. Harikaydı cidden. Kalbim deli gibi acırken bir o kadar da sinirliydim. Ayaklarım ile bağdaş kurup otururken önümde olan demirlerden aşağıya baktım. Yüksekteydik. Çok yüksekteydik ve biz burada bir başımıza kalmıştık. Mükemmel. Cidden mükemmel. Çocukluğum bir an önce gelmeliydi. … Aynı yerdeyiz. Aynı havayı soluyoruz. Bedenlerimizin arasında metreler var. Aynı yere bakıyoruz. Belki dakikalar sonra lanet kapı açılacak ve o çekip gidecek. Ben arkasından kırgınlık ile bakacağım. Gitmesin diye belki göz yaşı dökeceğim, ama o gidince... Çünkü şuan kalkıp da yanına gitme diyemem. Çocukluğum mu izin vermez peki? Hayır. Ben kendim gidemem sanırım. Çünkü o kadar Manyak değilim henüz. Bir saat geçmiş olmalı. Lakin ikimizde tek kelime konuşmadık. O kapıya yakın bir alanda. Büyük ihtimal açılır açılmaz gidecek. Ben ise kapıyı bile görmediğim bir noktada. Aynı alanda farklı yerlerdeyiz. Sırtımı yasladığım yerden aşağıya baktım. Canım acıyordu. Dakikalardır tek düşündüğüm ya onun gideceği ya da buradan kendimi atsam ne olacağı. Çocukluğum gitmiş ve gelmemişti. Gitme, kal demem için en uygun zaman belki şimdiydi. Ama o siyahlar bana değil de çocukluğuma bakıyor gibiydi. Belki de beni engelleyen buydu. Onun bana tekrar öyle bakabileceği korkusu. Cesaretsizliği... Eren Korlu cidden hayatımdan böyle mi silinip gidecekti? Gözlerim bu sefer gökyüzünü buldu. Hava bulutluydu. Yağmur yağacak olma korkusu da yavaş yavaş bedenime düşmeye başlamıştı. Soğuyan havaya karşın bedenimi iyice küçülttüm. Zaman geçiyordu ama biz öylece duruyorduk. Dursun istedim. Zaman dursun, biz konuşamasak da birlikte kalalım. Ayrılmayalım. Sinirim geçmişti ama konuşabilecek gücü kendimde bulamıyordum. Duyduğum ses ile hızla başımı çevirmiştim ki onu görmeyi beklemiyordum. Hafifçe boğazını temizledi. Ancak gözlerinin üzerimde gezinmesiyle yüz ifadesi değişti. "Hangi akla böyle çıktın sen?" Anlamadığımda üstüme baktım. "Ne?" Tekrar ona döndüğümde ceketini çıkartıyordu. Sinirlerim tekrar zihnime istila ederken sertçe konuştum. "İstemiyorum. Boşuna uğraşma." O beni dinlemeden üzerini çıkarttığında inat etmiştim. Giymeyecektim. Bana doğru yaklaştığında eğilecekti ki duraksadı. Ceketi bana uzattığında canım acıdı. Bana dokunmaya çekiniyordu. Gözlerimi ondan kaçırdım. Giymeyecektim. "İnat etme de giy hadi." Ona tekrar döndüğümde buraya bunun için gelmediğini anlamıştım. Konuyu değiştirerek konuştum. "Telefonun nerede senin?" O hala ceketi uzatırken derin bir nefes verdi. "Deniz senin yeni numaranı kaydedeceğini söyleyip almıştı." Hafifçe sinirim ile güldüm. Bizim Deniz bizden beter çıkmıştı. Gözlerimi tekrar ondan kaçırdığımda tekrar dönmüştüm ki beklemediğim o şey oldu. "Bir kere de dediğimi yap." O söylenirken üzerime eğilmesi bir oldu. Ben şok ile kalırken beni çekiştirdi. "Hava esiyor." Sırtıma ceketi bıraktığında gözlerime bakmıyordu. Ona izin verdiğimde kalbim yine acıdı. Normalde böyle davranmazdı. Ama artık umursuyordu. Olabildiğince dokunmamaya çalışıyordu. Ceketi bıraktığında yine aramıza mesafe koydu ve benim gibi kolonun üstüne çıktığında konuşacağını anladım. Ceketi düzelttiğimde onun kokusu ciğerlerime doldu. Acı yine doğruca kalbimi vurdu. Benim gibi karşımda oturduğunda bana değil dışarıya bakındı. Anlaşılan ikimiz de sakinleşmiştik. Derin bir nefes verdiğinde gözleri beni buldu. Ancak sanırım benim ona bakmamı beklemiyordu. Gözlerimi kaçırdım. O da kendine olabildiğince toparladığında mırıldandı. "Bıçağı alacağım. Kaan ile haberleşirim. Babanda kalmayacak merak etme." Hafifçe güldüm. Ama acı bir gülüştü bu. Gözlerim binalarda gezinirken acı ile yutkundum. Ardından mırıldandım ben de onun gibi. "Bıçak babamda değilmiş." Kaan ile haberleşirim demişti. Benimle görüşmeyecek miydi yani artık? "Ne?" O benim dediğimin ardından konuşurken ben düşüncelerimi yok saymaya çalışarak ona baktım. Ardından tebessüm ettim. "Aras ile konuştum. Bıçak hala aynı kişide. Babama yanlış bıçağı veren oymuş." Bunu beklemediği açıktı. Belki de dediğim gibi hala roldü. Ama umurumda değildi. Siyahlar gözlerini benden çektiğinde anlamış gibi başını salladı. Birbirimize uzaktık. Öyle uzaktık ki sanki iki yabancıydık. Canı yanan iki yabancı. En azından birinin canı çok yanıyordu. "O halde ondan alırım." Acı ile güldü. "Yaşanan onca şeyin bir hiç uğruna olması saçma oldu." Derin bir nefes verdim. "Gerek yok." Gözleri dediğim ile beni bulurken ben mırıldandım. "O çocuk ile görüşeceğim. Kendim alırım." Yüzü gerilirken konuyu elbette ki yine yanlış anlamıştı. Aptal kafam. Düzeltmek adına bu sefer hızla konuştum lakin sesimin çaresiz çıkmasını beklemiyordum. "Sen, gidecek misin?" Gözleri gözlerime takılı kalırken ne kadar zaman geçti farkında değildim. Yüzü gerildi. Sanki bana defalarca verdiği sözleri yok saymak ona da ağır geldi. Lakin o siyahlar sevdiği kadına veda ediyordu işte. Tam karşımdaydı. Gözlerime bakarken ilk defa kalbimin bu kadar acıdığını hissettim. Sanki göğsüme binlerce küçük iğne saplanıyordu. Acı ile yutkundu. "Öyle gözüküyor." Gözlerimi dediği ile ondan kaçırdım. Ne demekti bu şimdi? Derin bir nefes çektim içime. Gitme dersen gitmem demek miydi? Çok mu zordu evet veya hayır demek? Durumu toparlamak adına fısıldadım. "Gidiyorsun yani." Tekrar ona döndüğümde hafifçe güldü. Gülünecek ne vardı şimdi? Gülüşü solarken bana doğru eğildi oturduğu yerden. "Gitmemi sen söylemedin mi?" Gözlerimi dediği ile tekrar ondan kaçırdım. Konuyu değiştirmem gerekiyordu. Evet dersem kötü olurdu. Ama hayır da diyemezdim. Hızla aklıma gelen ilk şeyi sordum. "Ayaz ile ne oldu?" Ona tekrar döndüğümde biraz olsun düzelen yüzü kap katı kesildi. Sanırım değinmemem gereken en önemli konuya şak diye değinmiştim. Gözlerini benden kaçırdığında yüzü gerildi. "Senlik bir şey yok. Sadece ona bir daha yaklaş-" Kendi cümlesini kendisi keserken ben hala ona bakıyordum. Derin bir nefes verdi ardından bana baktı. "Ona bir daha yaklaşmazsan bu kendi hayrına olur." Gözlerine baktım. Ona bir daha yaklaşma diyemiyordu. Benim yüzümden. İkimiz de içimizi döksek her şey düzelirdi. Hallolurdu belki bir ihtimal. Üstesinden gelirdik her şeyin. Ama ikimiz de artık birbirimize umutsuz vaka olarak bakıyorduk. Anlıyormuş gibi başımı salladım sadece. Evet, tek yaptığım bu oldu. Ancak sessizliğin uzun sürmesi canımı yaktı ve fısıldadım. "İlk defa gözünün önünü göremiyordun, o yüzden..." Derin bir nefes verdim. "O yüzden sordum." Gözlerimi ondan çektiğimde dışarıya baktım. İki yabancıydık artık tamamen. Ne Kaçak ve Manyak kalmıştı. Ne de Çisem ve Eren. Biz gerçekten iki yabancı olmuştuk. "Kız çocuğu yüzünden." Duyduğum ile ona döndüğümde bana özlem ile bakıyordu. Dalmış gibiydi. "Ne?" Sesim ile kendisine gelmiş gibi doğruldu ve mırıldandı. "Bir kız çocuğu yüzünden oldu. Boş ver." Kastettiğinin çocukluğum olma ihtimali yüzde kaçtı? Ona baktığımda ise korktuğum o şey gerçekleşti. Kolondan atladığında bana baktı. "Açmışlar mı diye bakacağım." Arkasını döndüğünde nedenini bilmediğim bir biçimde ben de hızla kolondan atladım.Gitme korkusu bedenimi mahvediyordu. O birkaç adım atmıştı ki duyduğu ile bana döndü. Neden atlamıştım ben şimdi? Açıklamalı mıydım? Hak etmiyor muydu? Çocukluğum yoktu. Açıklamak istiyordum. Neden yaptığımı. Neden git dediğimi. Benim yüzümden gitmesindi. Gidecekse bile benim yüzümden olmamalıydı. Ona git dediğim için değildi. "Eren." Yönünü bana çevirdiğinde ona bakmamaya çalıştım. Bakarsam yapamazdım. Ona birkaç adım attığımda kapı açık olmasındı. Gitmemeliydi. Gözlerine baktığımda bana anlamaz gibi bakıyordu. Derin bir nefes verdim ve mırıldandım. "Sabah olanlar için özür dilerim. Eğer ki benim dediklerim-" "Çisem." Bölmesin istedim. Kafamı olumsuzca salladım ve devam ettim. "Onları o an demem gerekiyordu çünkü çocuk-" "Çisem." Ona baktığımda gülümsemişti. Ben ise ofladım. Bölmesindi. Zordu zaten. Ayrıca her Çisem dediğinde kalbimin acıdığını görmüyor muydu gözlerimden? Çünkü ona bakan bu sefer bendim. "Yapmam lazımdı çünkü onu bastır-" Bir anda beni kendisine çekmesiyle tüm bedenim buz keserken elleri belime dolandı. Bana sıkıca sarılırken kokumu içine çektiğini hissettim. Ardından mırıldandı. "Açıklama yapma." Gözlerimi pişmanlık ile kapattım. Her şey bitiyor gibi hissediyordum. "Birbirimize iyi gelmediğimizin farkındayım." Acı ile haykırmak istedim. Kalbime yalvardım. Söylesin istedim. Onu ne kadar çok sevdiğimi çığlık çığlığa haykırmak istedim. Gitmesin istedim. Belimde olan elleri çözülürken ise tüm umutlarım soldu. Bizim vedamız bile bu kadar kısa olacaktı sanırım. Bedeni benden uzaklaşırken kokusunu son kez soluduğumun farkındaydım. Belki tekrar karşılaşacak ama birer yabancı olacaktık. Bugünden bile yabancı. Bu bizim sonumuz muydu? Siyahlara acı ile baktığımda o tebessüm etti. Eli önüme düşen saçıma dokunduğunda yutkundu. "Tek bir kelimene bakar ama..." Gözleri gözlerimi buldu ve kafasını olumsuzca salladı ardından dudaklarında acı bir gülüş belirdi. "Bunu yapmazsın." Saçımda olan parmakları geriye çekilirken mırıldandı. "Yapamazsın." Çocukluğumdu kastı. İzin vermeyeceğini biliyordu. Havada olan eline uzanmak istedim. Sikerdim her şeyi. Gitmemeliydi. Siyahlar bana baktı. Gitme dememi bekledi. Onun da gözlerinde küçük bir umut vardı. Birbirimize iyi gelmesek de kalırım der gibiydi. Kalsındı. Ne yapacaktım? Bir tarafımda çocukluğum, bir tarafımda o. Acı ile yutkundum. İkisine de ihanet etmek istemiyordum. Gözlerim bu sefer yalvarırcasına onu buldu. "Söylemek bu kadar mı zor?" Neyi kastettiğimi başta anlamadı. Ama ben acıyla mırıldandım. "Sadece bana anlatsanız her şey son bulmaz mı?" Gözlerini benden kaçırdığında içine derin bir nefes verdi. Saniyeler sonra bana döndü. "Yapamam." Sesi kısıktı. Sanki ondan bunu istemememi söylüyordu. "Senden gitmek anlatmaktan daha kolay." Gözlerim de ki umut dediği ile son buldu. O ise bana doğru eğildi. "Suskunluğuma sırtını yaslayabilir misin?" Hafifçe güldü. Acı bir gülüş. "Yapabiliyorsan yap, çünkü benim elimden başka bir şey gelmiyor." Eğildiği yerde gözlerim yanarken ne diyeceğimi bilemiyordum. Sessizliğe evet diyebilir miydim? Ona güvenebilir miydim? Siyahlara baktım. Oyun muydu? Oyunsa da umurumda mıydı? Sağ tarafımda çocukluğum vardı. Her zaman sığındığım. Sol tarafımda ise o. Beni bir köprüden itmiş şimdi de yeniden bir ip uzatan o siyahlar. O ipi tutacak mıydım? Yoksa yirmi iki yaşımı da bir çukura gömüp acısını bir boşlukta yaşatacak mıydım? Bilmiyordum. Bana bir seçenek sunmuyordu ki. Bana hayatımı soruyordu sanki... Peki benim hayatım olmuş muydu ki? Siyahlara baktım. Kalbim işte sana hayat derken zihnim kabus dedi. O bir kabus. Ne yapacağımı bilemezken ise o sesi duydum. "İkisi birbirini öldürsün de kurtulalım mı istediniz anlamadım ki!" Sert bir ses duymam ile tüm düşüncelerim silinirken o derin bir nefes verdi. Gözlerim siyahları bulurken ise anlıyormuş gibi kafasını salladı. "Doğru seçeneği tercih ettin." Yanımdan sakince uzaklaşırken bize gelen adımları duyuyordum. Lakin gözlerim ondan ayrılmıyordu. Doğru seçenek mi? Manyak'da, Eren'de sırtını dönüp öylece giderken görüş alanım bulanıklaştı. Yanağımdan bir ıslaklık süzülürken bana yaklaşan adımları hala duyuyordum ama iyi değildim. Gidiyordu. O gidiyordu. Manyak gidiyordu. Asla gitmeyecek olan adam bile hayatımdan kayıp gidiyordu. "Çisem." Duyduğum kimin sesiydi bilmiyordum. Elim ile isyankar bir şekilde gözlerimi sildim. Dolmamalılardı. Ben tek bir kelime bile edemezken, gitme diyemezken onlar dolamazdı. "Çisem." Siyahları son bir kez gördüğüme ve bir daha göremeyeceğime emin olduğumda dimdik duran bedenim acıyla sarsıldı. Bitmiş miydi? Bizim hikayemiz bu kadar mıydı? Ben çukurun dibinde kalırken o yüzeye tek başına mı yüzecekti? Gözlerime daha sıkı bastırdım. Yerinden çıkarmak istercesine. "Çisem." Ellerimden tutulduğunda acı ile dizlerimin üstüne çöktüm. Onun ceketi sırtımdan yavaşça düşerken ise ağlamak istiyordum. Deli gibi ağlamak. Ceketi bile onun gidişi ile bedenimden ayrılırken ben... Böyle olmamalıydı. Eren gitmezdi ki. Eren. Manyak. Gitmiş miydi? "Seni asla bırakmayacağımı biliyorsun değil mi?" Sesi zihnimde yankılanırken kabullenmek istemiyordum. O siyahları bir daha göremeyeceğimi bilmek istemiyordum. Ellerimden tutulduğunda adım tekrar seslenildi. Çocukluğum. Çocukluğumun istediği olmuştu. Ama şimdi o neredeydi? İkisi de ellerimden öylece kayıp gitmişti sanki. Ben tutamamıştım. Çocukluğum. Onu istiyordum. Desteğe ihtiyacım vardı. Nefes alamıyor gibiydim. "Çisem!" Ellerimi gözlerimden çektiklerinde etraf bulanıktı. Yüzüm avuçlandığında karşımda Kerim vardı. Hemen yanında ise gözlerime Ceylin yansıdı. "Çisem, özür dilerim... Ben böyle olur sanmıyordum." Deniz'in de sesini duyduğumda bedenim üşüdü. Onun sıcak ceketi yoktu. O yoktu. Eren yoktu. Hayatımdan bir kişi daha mı eksilmişti? Bir kişiyi daha mı kaybetmiştim? Bir sevdiğimi daha mı? "Çisem, bana bak hadi." Gözlerim daldığı yerden ayrıldığında Kerim telaşla bana bakıyordu. Gözümden bir yaş akarken hafifçe tebessüm ettim. "Beş." Kerim anlamaz gibi bakarken gözümden bir yaş daha süzüldü ve tebessümümü bozmadım. Eğer gülmezsem yıkılırdım. Biterdim. Ölürdüm. "Ne?" Onun anlamayan ifadesine daldım. Gözümden bir yaş daha aktı. "Bir yaşım daha bugün öldü..." Çocuk yaşlarım tonlarca kişi kaybetmişti. Ama bedenim şimdi o gün ki gibi acıyordu. Kalbim atmıyor gibiydi. Kerim telaş ile Ceylin'e dönerken ben bir yaş daha akıttım. Kendim için mi onun için mi ise bilemedim. Hayatıma öylece dahil olmuştu. Yüzümü güldürmüştü. Acıtmıştı. Evet acıtmıştı ama ben onu acıtırken bile sevmiştim. Çünkü önüme atlayışını da görmüştüm. Bana kendini sevdirmişti. Kendim ile kavga ettirmişti ki bunu herkes başaramazdı. Kederli bir gülüş belirdi yüzümde. Ben her ondan gittiğimde de canı yanıyor muydu? Her seferinde böyle ölüyor muydu o da? Her gidiş tarihimi not alıyor muydu? Çünkü ben bugünün tarihini de kalbime diğer tarihler gibi kanla yazmıştım. Bulutlara kaydı bakışlarım. Şimdi. Şimdi yağın da alın canımı. Çünkü ben daha fazla dayanamayacağım. Bir sevdiğimi daha kaybettim. Ölmedi belki ama ölmüş gibiydi. Ben de insanım be. Ve bu kadarına dayanamıyordum. "Çisem!" Bağırış duymam ile gözlerim daldığı yerden ayrıldı. "Çisem!" Kerim'de şaşırırken gözlerim sakince sesin geldiği yönü buldu. Bir yaş daha süzülürken kapıdan koşan kişi Aras'tı. Etrafa bakarken gözleri beni buldu. Nefes nefese bedeni yanıma hızla koşarken anlamıyordum. "Aras." Kerim ona ne oldu der gibi bakarken o umursamadan yanıma çöktü. Kerim mecburen yana kayarken o göz yaşlarımı hızla temizledi. Ne oluyordu? Nefes nefese eğildi. "Şimdi beni iyi dinliyorsun." Kaşlarım çatılırken o yüzümde olan elini çekti ama gözlerimden bir yaş daha süzüldüğünde onu da sildi ve derin bir nefes verdi. Omuzlarımdan tuttuğunda oldukça ciddiydi. "Yiğit ölünce ne oldu?" Tüm düşüncelerim tek bir noktada toplanırken ağzımdan bir fısıltı çıktı. "Ne?" O umursamadan bana biraz daha yaklaştı. "Aras sen ne saçmalıyor-" "Yiğit ölünce ne oldu!" Kerim'in sözünü sertçe bölerken omuzları kendime gelmemi ister gibi salladı. Kalbime korku tohumları dolarken o kafasını salladı. "Deli gibi pişmansın ve şimdi de pişman olacaksın." Bedenim ürperirken o gülümsedi. "Pişman olma Çisem Kalen. Git o arabayı durdur, suratına bir tokat at ve gitme de. Hadi." Omuzları sallarken anlamıyordum. Ancak göz yaşlarım son bulmuştu. "Aras." "Bir kere de sen manyaklık yapsan ölmezsin be kızım. Hadi!" Ayağa kalktığında beni de kolumdan çekiştirdi. Kalbim de küçük bir umut ışığı hissederken Aras güldü. "Sonra beni de döversin, ama git önce şu aptalı yakala." Beni de zoraki ayağa kaldırdığında yerde ki ceketi tuttuğu gibi elime tutuşturdu. Eli cebini bulduğunda bana bir telefon uzattı. "Araç beş dakikaya gelecek. Çabuk." Telefona baktığımda dört dakikam kalmıştı. Ne yapacaktım? Aras soruma yanıt olarak beni ittirdi. "Daha fazla gaz vermeye yetecek bir ship gücüm yok. Hadi artık." Dediğine istemsizce gülerken ilk adımı attım. Yapabilecek miydim? Aras beni bir kez daha ittirdiğinde bu sefer ikinci adımımı attım. Ardından üçüncü. Bir kez daha saate bakmak için telefonu açtığımda adımlarım bu sefer kendiliğinden çözüldü. Ekranda gördüğüm fotoğraf ise beni daha da mutlu etti. Eren ve ben yan yanaydık. Telefonu açtığımda ise bu sefer başka bir fotoğraf gördüm. O uyuşturucuyu bulamadığımız günün akşamıydı. Benim kafemde olan o toplu fotoğraf. Gülüşüm büyürken anılar zihnimde canlandı. Adımlarım hızlanırken mırıldandım. Suskunluğa güvenebilirim sanırım. Çünkü biz yan yana ölmeyi göze almıştık. Ölümü göze alan ben bir sessizliği mi göze alamayacaktım? Adımlarım hızlanırken saate tekrar baktım. Yetişecektim. Lakin beni durduran şey karşımda gördüğüm şey oldu. Asansöre baktım. Sonra da hemen yanımda olan merdivene. Saate tekrar baktığımda zamanım yoktu. Derin bir nefes verdim. Sevdiğim adama gidecektim. Onu öldürmeye değil. Korku ile bir adım attım. Yapabilirdim. Yapacaktım. Başka şansım yoktu. Birisinde canım yanacaktı diğerinde onu kaybedecektim. Aras geldiği için direkt bu kattaydı. Zorlukla tuşa bastım. Bir şey yok. Bir şey yok. Sadece asansör. Her zaman bindiğim o şey. Bir kere daha bineceğim. Kapı önümde açılırken gözümde o an canlandı. "Güzel, beni öldürebilsin o zaman. Değil mi?" "Yap o zaman. Öldür beni." "Çünkü Kaçak hala orada." Acı ile yutkundum. Bugün Kaçak her şeye rağmen sevdiği adamın yanına kaçacaktı. Bunu yapabilirdim değil mi? Düşünmeden kendimi asansöre attım. Ellerim titremeye başlarken tuşa bastım. Nefesimin yetmediğini hissediyordum. Korku ile dışarıya baktım. Kapı kapanırken tebessüm ettim. Kötü bir şey olmayacaktı. Biz yine gülecektik. Ölüm olmayacaktı. Çünkü çocukluğuma izin vermeyecektim. O da ya onu kabullenecekti ya da onsuz devam edecektim. İşte Eren Korlu. Bu da benim sana olan bağlılığım. Senin için kendimden vazgeçiyorum. Bir kez daha. Ama bu sefer eminim. Suskunluğuna yaslanacağım ama sen beni itmeyeceksin. Çünkü belki ben yine bir aptal gibi o siyahlara inanıyorum. Gözlerimi araladığımda kanlı o görüntüyü gördüm. Ellerimde onun kanını hissettim. Ama bu sefer hayır. İnanmıyorum Eren Korlu. Ellerimden damlayan kanı hissettim. Nefesim kesikleşirken kafamı olumsuzca salladım. Kimse ölmeyecekti. Onu öldürmezdim. Bunu yapmazdım. Çocukluğum değildim ben. Asansör açılırken kendimi doğruca dışarı attım. Elimde olan kan hissi geçmezken telefonu çıkardım. Gördüğüm ile telaşa kapıldım. İki dakika. İki dakika. Hızla etrafa bakarken gözlerime başka bir şey takıldı. Elimde kan vardı. Sadece yansıma diye geçirdim içimden ve umursamadım. Araba gelecekse... Lobi. Lobiye doğru hızla koşmaya başladım. Ne diyecektim? Umurumda değildi. Tek diyeceğim gitme demek olacaktı. Tek kelimene bakar demişti. Tek kelimem gitme olacaktı. Lobiye gelen adımlarım etrafa bakarken nefes nefeseydim. Elimde ki telefonu sıktım. Gözlerim etrafı taradı. Burada değildi. Çıkmış olmalıydı. Hızla kapıya doğru koştum. Lakin beni korkutan şey burada da olmamasıydı. Kalbime bir korku tohumu düştü. Gitmiş olamazdı değil mi? İnsanlar bana garip bir biçimde bakarken gitmiş olma ihtimali beni delirten şey oldu. Omzumda bir el hissetmem ile hızla dönmüştüm ki hayallerim yıkıldı. "Hanımefendi. Bir şey mi oldu?" Adama baktım. Burada çalışıyor gibiydi. Nefes nefese mırıldandım. "Uzun, esmer, yirmilerinde bir adam çıkış yaptı mı?" Adam korkumu görmüş gibi bana baktı ve düşündü. Ardından mırıldandı. "Hemen şimdi esmer bir adam arabaya bindi evet. İsterseniz bakabilirim ismine." O benim telaşıma karşın konuşurken ben kafamı olumsuzca salladım ve tekrar etrafa baktım. Bu o olmalıydı ve benim vaktim yoktu. Daha pes etmemiştim. Gelen taksiyi gözüme kestirdim. İnsanlar binmek için ilerlediğinde adamı boş verip hızla koştum. Kapıyı açtığımda adamlar bana şokla bakarken bağırdım. "Ölüm kalım meselesi özür dilerim!" Taksiye bindiğimde bir küfür işittim. Lakin umursamadan hemen şoföre döndüm. "Hava alanına lütfen." Adam hareket ederken ben korku ile mırıldandım. "Acele edebilir miyiz?" Otelden çıktığımızda gözüm yoldaydı. Hangi arabaya bindiğini bile bilmiyordum. Ama umurumda değildi. Belki bir ihtimal görürdüm onu. "Gitmesi en iyisi." Duyduğum ses ile buz keserken hemen yanımda olduğunu hissettim. Takmamaya çalışarak mırıldandım. "Ne kadar sürer?" Adam bana baktı. Endişeli halim hoşuna gitmemiş gibiydi. "Sahil yolundan girdim, diğer tarafta trafik olabilirdi." Kafamı anlıyormuş gibi salladım. Çocukluğum hafifçe güldü. "Yakalayamayacaksın." Umursamamaya çalışıyordum. Yakalayacaktım. Elimde olan cekete baktım. Sıkıca sıktım. Lakin cekete bulaşan kan canımı sıktı. Ellerimde kan vardı. Çocukluğuma nefret ile döndüm. Gülümsüyordu. Dikkat çekmemek adına telefonu kulağıma götürdüm. "Kes şunu, vazgeçmeyeceğim. Onu kabulleneceksin." Çocukluğum bana bakmazken dışarıya bakıyordu. Ardından gülüşü büyüyordu. Ellerime baktığımda tekrar kanı gördüm. Ancak umursamadan kanlı ellerimi sıkıca sıktım. Ona sinir ile döndüm. "İstersen gebert ama yetişeceğim." Çocukluğumun gülüşü büyürken konuşmayacağını anlayıp telefonu kulağımdan indirdim. Gördüğüm ekran ile gülümsedim. Aras işini biliyordu. Eren ile yan yanaydık. Ne zaman çekilmişti bilmiyordum ama içten gülümsüyordum. O ise bana bakıyordu. Gülebilecek çok az zamanımız varken biz güzel gözüküyorduk. Her şeye rağmen. Ve ben onu kaybetmek istemiyordum. Yirmi dört saatimizin gerekirse hiçbir saatinde gülmeseydik. Canımızı yaksaydık. Ama birlikte olsaydık. Canımız acısaydı ama gitmeseydik. Ve evet bunu her seferinde giden ben söylüyordum. Çünkü onu kaybetme korkusu içime işlemişti ve hayır. İstemiyordum. Çocukluğuma bakan yüzüm sinir ile camı buldu. Ona izin vermeyecektim. Gözlerime sahil takılırken gülümsedim. Yiğit gibi olmayacaktı. Bir kişiyi daha kendi isteğim ile atmayacaktım kenara. "Bugün şans benden yana." Çocukluğumun fısıltısı ile ona döndüğümde yüzünde zafer gülümsemesi vardı. Anlamıyordum. Bir şey olmadan o bana öyle bakmazdı. Bedenimi korku sararken o tebessüm etti. Korkutucu bir tebessüm. Elimde ki telefon çalmaya başlarken gözlerimi ondan kaçırdım. Arayan numara kayıtlıydı. "Biricik Canım Abim" yazısı ile bakışırken bunun Aras olduğunu anladım. Hafifçe güldüm ve açtım. Ancak ben telefonu kulağıma götürmeden çocukluğum fısıldadı. "Baskın taraf benim Çisem Kalen." Duyduğum kelimeler ile başımı kaldırmıştım ki çocukluğuma bakamadan sahili gördüm. Gülüşüm yavaşça son bulurken korku bedenimi ele geçirdi. Telefondan adımın seslenilmesini duyuyordum. Kalbime bir korku damlası düştü. O damla kanıma karıştı. Tüm vücuduma kan yayılırken ise tek gördüğüm cama vuran küçük damlalardı. Çocukluğumu hissederken her şeyi anladım. Hayat bana bugün de acımıyordu. Sakince fısıldadım. "Durdurun." Ses gelmezken gözlerim tek bir yere bakıyordu. "Ne?" Ellerimi sıktığımda kan kokusu geldi burnuma. Zihnimde çığlıklar başlarken gözlerim doldu. Ellerim de kan vardı. Kanın parmaklarımdan süzülüşünü hissettim. "Arabayı durdurun." Adam halime karşın aracı durdururken hızlanan damlalara bakıyordum. Bedenimi korku ele geçirirken çocukluğuma yalvarmak için döndüm. Şimdi değildi. Kalbime bir umut yerleşmişken o umudu silmesindi. Güzel anılarımı mahvetmesindi. En azından şimdilik. Bugünlük. Onu bulana kadar. "İn aşağıya Çisem Kalen." Cümlelerini sakinlik ile kurarken nefesimi verdim. Gözlerimi sıkıca kapattım. İstemiyordum. İstemiyordum. Lakin ellerim kendiliğinden kapıyı açarken başka ses duydum. "Kızım, nereye?" Bedenime soğuk vururken elimde tuttuğum ceketi sıktım. Telefondan hala sesler gelirken tenime vuran o damlayı hissettim. Bedenim ürperdi. "Abla!" Sesi zihnime uğrarken titreyen ellerimi hissediyordum. Nefes almaya çalıştım. Başlıyorduk. Ve ben öleceğimi hissediyordum. Bitmesini bekleyemeyecektim çünkü ölecektim. Çocukluğumu tanıyordum. Daha fazla sessiz kalmazdı. "Kaç etti güzel kızım? Kaç kişiyi öldürdük?" Nefesim kesilirken elimde ki telefon araca düştü. Ceketi ise bırakamadım. Yapmamalıydı. Bana bunu yapmamalıydı. En azından bugün değil. Canım yanarken değil... "Canını çok acıttı mı?" "Çisem, atıştıran yağmur demek." Kafamı olumsuzca salladım. Yapmasındı. Korku tüm bedenimi ele geçirirken fısıldadı. "Yağmur Çisem. Yağmur tüm gerçeklerin hatırlatıcısı." Gözlerimi araladığımda bedenim artık tamamen titriyordu. Gözlerim dolarken fısıldadım. "Yapma..." Hemen yan koltukta acımasızca gülümsedi. "Ona yaklaşmayacaktın. Onu her seferinde bana tercih etmeyecektin!" Korku ile araçtan çıktığımda bedenimi yağmur damlaları yaktı. Şoför bana bağırırken sahile doğru koşmaya başladım. Ellerim kulaklarımı bulurken ise ceketi düşürdüğümü hissettim. "Çisem, ölüm demek güzel kızım. Ölü bir yağmur tanesi." Acı ile haykırdım ve kulaklarıma bastırdım. Ayaklarım kuma gömülürken ondan kaçabilecekmiş gibi durmadım. Sussundu. Şimdi değildi. Ölmek istemiyordum. Ölmek istemiyordum. Ölmek istemiyordum ben daha... "Yiğit'in intikamı için bence en uygun zaman." Kafamı olumsuzca sallarken gözlerimden yaşlar süzüldü. Korkuyordum. Çok korkuyordum. Görüntülerim gidip gelmeye başladığında ellerim kafama vurdu. Yiğit! Yiğit ölüyordu! Kardeşim ölmüştü. Günlerdir adını bile hatırlayamadığım o beden ölmüştü. Kimin yüzünden? Gözlerime babam yansıdığında acıyla bağırdım. Gitsindi. Gülümseyen o yüzü gördüm. Yerde yatan çocukluğum yansıdı bu sefer gözlerime. Kan vardı. Çok kan vardı. Kan kokusu burnuma geliyordu. Görmemek için gözlerimi kapattığımda ise yine o koyu gözleri gördüm. Araç altında kalmış bedeni... Acıyla haykıran sesi. Bir fren sesi duyduğumda gerçek mi değil mi bilmiyordum. Tek bildiğim korktuğumdu. Deli gibi korkuyordum. Deli... Delirmiştim. Aklımı yitirdiğimi hissediyordum. Her şey birbirine girmişti. Gözlerimi açtığımda Yiğit'i görmem ile geriledim. Ölmüştü. Yiğit. Yiğit ölmüştü. Yaşıyor muydu? Hayır. Kafamı olumsuzca salladığımda ondan kaçmıştım ki bu sefer bana doğru gelen kişi babamdı. Ellerim kulaklarımı parçalarcasına sıkarken sesler kesilmedi. "Kızım. Çisem Kalen." Ondan da kaçtığımda bu sefer gözlerime çocukluğum geldi. Bana gülerek bakıyordu. Baskın taraf oydu. İntikamını günlerdir bana hissettirmezken bugün acısını alıyordu. Her bir taraftan vuruyordu ve asla çekinmiyordu. Tek istediği sanki iyice delirmemdi. Ya da ölmem... Gülen yüzü solarken ondan korktum. Çok korktum. O gülmezse canımı yakardı. Ama bu sefer ki daha farklıydı. Yağmur tanelerini tenimde hissederken başka bir ses duydum. "Kaçak!" Duyduğum sese döndüğümde başım dönüyordu. Lakin gördüğüm canımı daha çok acıttı. Manyak... Kan kokusu artarken bana koşan o adamı gördüm. Lakin canımı acıtan göğsünden akan kandı. Yeni bir korkum daha açılmıştı ve çocukluğum bunu da kullanıyordu. Yiğit, babam, kendisi, şimdi de öldürdüğüm o adam. Ondan kaçmaya çalıştığımda ayaklarım ıslak kuma battı. Bana doğru geliyordu. Ölmüş müydü? Gözlerime ölü bedeni yansırken acıyla bakan o siyahları gördüm. Bana bakmıyordu. Boşluktaydı. Ölmüştü. Bana doğru koşan beden ölüydü. Gözümden yaşlar süzülürken fısıldadım. "Yapma." Çocukluğumaydı yalvarışım. Bana ölüm göstermemeliydi. O yüz bana biraz daha yaklaşırken geriledim. Paçalarıma deniz suyu vururken fısıldadım. "Özür dilerim." Gözümden yaşlar akarken çocukluğum fısıldadı. "Öldü o Çisem. O ölü." İnandırmak ister gibi konuşurken ben biraz daha geriledim. Ben mi öldürmüştüm? Bedeni yaklaşırken göğsünden akan kanı gördüm. Ellerim ıslaktı. Düşünemiyordum. "Kaçak." Kulaklarımı sıktığım için ses boğuk gelirken gözlerimden yaşlar aktı. Görüntüm bulanıklaşıp netleşirken acı ile tekrar fısıldadım. "Özür dilerim..." Islanmış o saçlara baktım. Göğsünden akan kan durmuyordu. "Kaçak." Elini bana doğru uzattığında hızla geriledim. Aklımı kaçırmıştım. Çocukluğum baskınlığını korumaya çalışırken fısıldadı. "Gerçek değil, öldü o." Eren... Eren ölmüş müydü? Ben mi öldürmüştüm? Bana bir adım daha attığında göğsünden akan kana baktım. "Kaçak, gel hadi güzelim." Bir adım daha gerileyeceğimde o bana doğru atıldı. Kulaklarımda olan iki elimi tuttuğunda bana izin vermeden kendisine çekti. Benim gözlerimden yaşlar artarken mırıldandım. "Öldü. Herkes öldü. Benim yüzümden." Kulaklarımda olan ellerim ayrılırken bu sefer tutulan ellerimde olan kanı gördüm. Elleri kanıyordu. Korkuyla kaçacağımda sıkıca bedenim tutuldu. "Kimse ölmedi! Bak bana. Kimse ölmedi." Gözlerim onu bulduğunda göğsünde olan kana baktım. Bıçak. Bıçak saplamıştım. Onu da ben mi öldürmüştüm? Neydim ben? Tanrının yarattığı bir diğer Azrail mi? Ölüm müydüm ben? İnsanları öldürürken kıyameti de kendi içimde yaşatan bir ruhsuz muydum? Dolan gözlerimden yaşlar akarken fısıldadım. "Manyak, sen de öldün." Siyahlar gözlerime acı ile bakarken ben göğsünden akan kana baktım. Nefes alamıyordum. Gözlerimden yaşlar akarken göğsüne doğrulttum elimi. Parmağımdan akan kan onun kanı ile buluşurken acı ile gözlerimi kapattım. Herkes ölmüştü. Sıra kimdeydi. Çocukluğumun istediği gibi. Onun baskınlığını hissettiğimde kafamı salladım. Yağmur tanelerini tenimde hissettim. "Kaçak." Çocukluğumun gülüşünü hissettim. "Sıra bizde..." Göğsüne doğrulttuğum kanlı elim ile son bir kez daha çocukluğumdan destek aldım. Sıra artık bizdeydi. Onu göğsünden sertçe ittirdiğimde hemen ayaklarımın altında olan denize doğru koştum. Başka kimse ölmeyecekti. Sıra bendeydi. Çocukluğumun huzurunu hissederken dizlerime vuran denizin soğukluğunu o an kesen bir şey oldu. Bileğimden tutulması ile bedenim çekilirken hayatımı durduran o şey oldu. Zaman durdu. Çocukluğum sustu. Yağmuru hisseden bedenim hissizleşti. Zihnimde atan çığlıklar sustu. Titreyen bedenimi o sıcak beden kapattı. Dudakları dudaklarımın üzerinde, nefesi nefesimdeydi. Tüm düşüncelerim susarken onun gerçekliği kalbimi canlandıran şeydi. Yaşadığım ile gerçekliğe geri döndü zihnim yavaşça. Eli belime dolanırken ayaklarımın altında su, başımdan aşağıya yağan buz gibi damlalar vardı. Lakin ben ilk defa başka bir şey düşünüyordum. Ben ilk defa hissizdim. Tek hissettiğim oydu. Gerçekler yaptığı ile kendine gelen aklımdan yavaşça geçerken benden ayrıldı. Alnını alnıma bastırdığında hala kanayan elimi bir eliyle sıkıca tuttu. Hiç gitmemiş gibi. Ben şok ile ona bakarken tebessüm etti. Uzun zamandır görmediğim o tebessüm... Ardından kısık o sesi duydum. "Kimse ölmedi Kaçak." Eli elimi sıkıca tutarken canım yandı ama zerre umurumda değildi. Ne olmuştu daha yeni? "Kimse gitmedi. Buradayım..." Olanlar tek tek beynimden geçerken dakikalardır korkuyla atan kalbime bir sıcaklık vurdu. Gözlerimden akan yaşlar son bulurken gerçekler ile karşılaştım. O anlık heyecanım ile fısıltıma ise engel olamadım. "Manyak..."
Kim bilebilirdi ki bir kabusun böyle bir son ile bitebileceğini... Kim bilebilirdi ki bir ölüm korkusunun onun ile kaybolacağını... Kim bilebilirdi ki iki yabancının bir anda yine birbirine sarılacağını... ...
|
0% |