@suwiiniz
|
"Yağmur, üzgünüm ama bu hapları dışarıda kullanamazsın. Benim sana hapları yazmam da oldukça sıkıntılı olur ayrıca." Çisem. Çisem Kaya. Çisem Kalen. Şimdi ise Yağmur'du. Basit birkaç kontrol için adını aklına gelen ilk isim olan Yağmur olarak değiştirmişti. Ne kadar da saçmaydı oysa. Korkusunu ismi yapması. Annesinin adını yaşatmaya çalışması... Çisem ellerini sıktı. Haplara ihtiyacı vardı. Karşısında olan kadına bakındı. "Hapları satın alabileceğim herhangi bir yer var mı?" Kadın kızın söylediği ile hayrete düştü. Satın almaktan bahsediyordu. Resmen yasa dışı. Kendine çekidüzen verdiğinde boğazını temizledi ve kafasını olumsuzca salladı. "Üzgünüm, öyle bir yer olduğunu sanmıyorum. Dediğim gibi bu ilaçlar oldukça ağır. Uygunsuz kullanımda seni öldürme ihtimali bile var." Çisem ofladı. Aslında bir şekilde bulabilirdi ama Kaan izin vermezdi. Karşısında ki aptal doktor ise hastaneye yatış yapmadığın sürece kullanamazsın diyordu. "Benden kurtuluşun yok gibi desene." Çisem karşısında oturan kendisine baktı. Kadının yanında konuşmak aptalca olurdu. Çocukluğu gülümsedi. Normalde onu istememe gibi bir hareket yapmazdı ama oldukça haddini aşmaya başlamıştı hayalet. On altıncı yaşında ona izin veren zihni on yedisinde pişmanlık yaşıyordu. Geceleri uyuyamıyor, kendine hakim olamıyordu bazen. Ondan acilen kurtulması lazımdı. Herkes ise farkındaydı bu durumdan. Her an yanında bitiyordu. "Yağmur, iyi misin?" Çisem baktığı çocukluğundan gözlerini doktora çevirdi. Kafasını olumlu anlamda salladı. "Evet, yani ilaçlar için mecburen hastaneye yatmam mı gerekecek?" Kadın hüzünlü bir ifade ile başını olumlu anlamda salladı. Çisem derin bir nefes verdi ve kafasını olumlu anlamda salladı. "Anladım, teşekkürler." Kadın hafifçe tebessüm ettiğinde Çisem ayağa kalktı. Kapıya ilerlediğinde ise tekrar kadının seslenmesi ile duraksadı. "Yağmur, seçenek kötü gibi dursa da yanında sürekli birisinin dolaşmasından daha iyidir. Bazen insanın kendi düşüncelerini duyması gerekebilir." Çisem son bir kez daha doktora baktı. Ardından anlıyormuş gibi kafasını salladı ve dışarıya adımladı. Koridorda yürürken ise hemen yanında biten kişi elbette ki çocukluğuydu. "Eğer benden kurtulmayı çok istiyorsan senin için akşam gelip kadının dolabından ilaçları çalabilirim. Ya da hemen şimdi çalalım. Kadını da öldür-" "Sus!" Çisem dayanamadığında çocukluğuna döndü. Susmuyordu. Gün boyunca asla susmuyordu. Onlarca yere gitmişti onu artık susturmak için ama hepsi aynı şeyi diyordu. İlaç tedavisi. O ilaçları ise asla vermiyorlardı. Hastane. Deliler hastanesi. Öyle bir yerde asla kalamazdı. Peki nasıl kurtulacaktı? Çocukluğu başını kurtulamazsın der gibi olumsuzca sallarken pes edip tekrar yürümeye başladı. Gerçekten de kurtulma ümidi giderek sönüyordu. Kurtulmak istemiyordu aslında. Sadece biraz sussundu. Koridoru bitirdiğinde ise onu ayakta bekleyen kişiyi gördü. Kaan gelen kıza tebessüm etse de onun yüzünden anlamıştı işlerin iyiye gitmediğini. Çisem oflayarak oğlanın yanına gitti. "Yine aynı." Kaan anlıyormuş gibi başını salladığında kızın koluna girdi. "Belki de gerçekten haklılar-" Kız Kaan'ın sözünü sertçe böldü. "Hayatta olmaz." Kaan onu ikna edemeyeceğini bildiği için üstelemeden kafa salladı. O da endişeliydi ki bu güne kadar. Birkaç aydır uğraşının sonucunu almıştı. Dışarıya çıktıklarında arabaya doğru ilerlemişlerdi ki bir tane adam koşarak onlara doğru geldi. "Niye koşuyor bu salak?" Kaan güldü. Ardından kızın sorusuna yanıt olarak eğildi. "Sana bir sürprizim var." Çisem anlamayarak oğlana döndüğünde onlara doğru koşan adam yanlarına gelmişti. Çisem bir adama bir Kaan'a baktı. "Ne sürprizi?" Kaan adama göz kırptığında aracı işaret etti. Çisem heyecan ile arabaya koşmaya başladığında kapıyı açtığında beklemediği şey aracın ortasında bir adamın oturmasıydı. Adam ile bakıştıklarında arkasını dönecekti ki Kaan'ı hemen arkasında hissetti. "Sürprizim kırklarında bir adam mı?" Adam ona selam verirken Kaan hemen yanından mırıldandı. "Sürprizin sana evde tedavi yaptırmam." Çisem duydukları ile şokla Kaan'a döndüğünde oğlanın elinde olan ilacı gördü. Çocukluğunun küfrünü duysa da umursamadı. "Nasıl? İlacı nasıl buldun?" Kaan tebessüm ederken göz kırptı. Çisem aylardır arıyordu. Lakin kimse satmaya bile cesaret edemiyordu. Kız ilaca uzanacağında Kaan ilacı hızla kaldırdı. "Bulurum ben, ama bu senin eline geçmeyecek." Çisem anlamazken Kaan ilacı araçta ki adama attı. Adam ilacı zorlukla yakalarken Çisem hala anlamıyordu. Kaan ise anlayabileceği bir şekilde konuştu. "Bu Osman, yeni doktorun. İlacı onun söylediği kadar atacaksın." Çisem adama bakarken bunu beklemiyordu. Kaan ise karşısında ki kızı çok iyi tanıdığı için uyaran bir tonda konuştu. "İçinde sınırlı sayıda var ve eğer sen onu almaya kalkarsan yenisini almam. Kısaca, uslu bir şekilde Osman'ı dinliyorsun." Çisem durumdan her ne kadar memnun olmasa da başka bir şansı olmadığı için kafa sallamaktan başka bir şey yapamadı. Osman, işinin ehliyken Çisem birkaç ay içinde çocukluğunu görme oranı azaldı. Onu yok edemeseler de her dakika başında olmasından iyidir diye düşünerekten ilacı bir yıldan az bir sürede kesti. Daha doğrusu bırakmak zorunda kaldı çünkü Kaan'ın satın aldığı adam yakalanmış, yeni birisini ise bulamamışlardı. Çocukluğunu bu güne kadar engelleyen ise Çisem olmuştu. Kontrolü elinde tutmaya çalışıyordu. Bunu tek yapamadığı yer ise yağmurdu. Ta ki bu güne kadar... … Bir fırtına düşünün. He şeyi yakıp, bitirmiş bir fırtına. Öldüren bir fırtına. Ardında bir şey bırakmayan bir fırtına. Sadece ben kalmış gibiydim o fırtınanın sonunda. Yalnızca ben. Tek başıma. Esen rüzgar, yağan yağmur, siyah bulutlar... Hepsi gitmiş gibiydi. Geride bıraktıkları ise bir kabustu. Peki ben o kabusta mutlu muydum? Kıyametin ardında kalan tek kişi olmak ama ölememek. Sessizlik, koca bir sessizlik ve hiçlik. Ben böyle hissediyordum. İçimde bir korku vardı. Her şey birer birer yıkılmışken ben ayakta kalmaya korkuyordum. Çünkü biliyordum. Ayakta durup yıkılanlara bakamazdım ben. Zihnimde öyle bir sessizlik vardı ki sadece kendi düşüncelerim vardı. Ve evet ben kendi düşüncelerimden korkuyordum. Yapacaklarımdan. Yıllardır tek kalmayan zihnim bir anda boşluğa itilmişti. Sesim ise şimdi o boşlukta ki duvarlarda yankı yapıyor gibiydi. Ne yapacaktım? Söyle Çisem Kalen şimdi kendine. Sen ne yapacaksın? Sen korkmak dışında ne yapacaksın? Ayaklarının altında buz gibi bir su var Çisem Kalen. Yüzüne damlayan damlalar. Esip seni kavuran o soğuk rüzgar. Susan sesler... Ve korkmasına rağmen yaşadığını hisseden bir kalp. En kötüsü buydu işte. Kalbin yaşamak için çabalarken senin ölümüne korkman. Yağmur yağıyordu. Yağmur... Ama ben yağmurda ilk defa tek başımaydım. Kimsesiz gibi. Sanki öldürdüğüm herkes ayaklarımın altında gibi. Sanki... "Kaçak." Zihnimde esen rüzgar duyduğum ile dinginleşirken kalbimde olan sıcaklık arttı. Çok fazla düşünmem gereken şey vardı da ben yetişemiyordum. Az önce ne olmuştu? Elimi tutan o sıcacık el. Tam karşımda bana bakan gözler. Kimi seçecektim ben? Ya da seçebileceğim bir yer var mıydı? Kalbim o diyordu peki zihnim? Kendi sesim vardı duyduğum sadece. İki tarafta da ben olmak korkutucu geliyordu. Ne yapacağımı bilemezken özellikle. Olan her şeyden aptala dönmüş gibiydim. Her şey çok ani oluyordu. Korkuyordum. Ne yapacağımı bilememekten korkuyordum. İnsan bundan korkar mıydı? Korkmalı mıydı? Çünkü ben tenime her bir tane değdikçe çocukluğumun beni öldürüp intikamını alamadığı için kendimden tiksinirken, her bir tane tenime değdiğinde aynı zamanda ölmediğim için mutluydum. Karşımda olan siyahlara seslendiğim için kendimi suçlamalı mıydım, yoksa tebessüm mü etmeliydim? Ben ne yapacaktım? Siyahlar sanki düşüncelerimi okumuş gibi sıkıca tuttuğu elimin tersini okşadı. Saçları önüne gelmişti. Gözlerine çok özlediğim o ışıltı geri yansımıştı. Bana bakıyordu. Bir başkasına değil. O gözler doğruca bana bakıyordu. Ben ise kızmalı mıydım? Anlayış ile gülümsediğinde belimde olan eli ile beni doğruca kendisine çekti. Gözümden akan yaşlar daha yeni durmuşken kendimi bile bilmediğimi fark ettiğim için tekrardan doldu. Tuttuğu elimi bırakırken onunla da belimi sardı. Kafamı göğsüne yaslarken dudaklarını saçlarımda hissettim bu sefer. "Özür dilerim." Fısıltısı ile gözümden bir yaş daha akarken tenime değen damlalardan korkuyordum. Her şeyden korkuyordum. Çünkü... Çünkü sadece ben vardım. O koca fırtına da sadece ben vardım. Yağmur altında kalan beden benim bedenimdi. O yoktu. Çocukluğum... Yoktu. Saniyeler önce olan şey. Ben ne yapacaktım? Çocukluğumun başladığı işi bitirebilir miydim? Asla. Hiçbir zaman kendimi öldürmeye cesaret edemezdim ki ben. O yapardı. Peki onu ittirebilecek miydim? Göğsüne yaslandığım adamı ittiremezdim. Kabullenebilir miydim o halde? Bilmiyordum. Lanet olsun ki bilmiyordum. Hiçbir şey bilmiyordum. Tek bildiğim her şeyden korktuğumdu. Kalbimden bile. Belimde olan eller sıkılaşırken korkma der gibiydi. Ben varım diyordu. Peki ben ona güvenebilir miydim? Güvenebilirdim ama çocukluğum... Her şey çok karışıktı. Korkuyordum. Yağmur... Durmalıydı. Canım acıyordu. Bilinmezlikteydim. Daha yeni olanlar. Kalbim ona deli gibi atarken ben... Kafamı yasladığım beden benden uzaklaşırken gözümden bir yaş daha akıttım. Ona bakmamı istiyordu. Dolu gözlerimi siyahlara götürdüğümde eli önüme gelen saçımı buldu. "Geçti." Kafamı olumsuzca salladım. Geçmesindi. İstemiyordum. Geçtiğinde kendimden korkuyordum çünkü. "Korkuyorum." Fısıltımın ardından gözümden bir yaş daha akarken tebessüm etti. Acı bir tebessüm. Eli akan yaşı silerken yüzüme damlayan damlalara bir şey yapamadı. Onlara kimse bir şey yapamazdı zaten. O şuan fazlasını bile başarmıştı. Kimsenin başaramadığı bir şeyi... Bana gülümsemeye çalışsa da yüzünde yatan o duyguyu anlıyordum. Halime karşın ne yapacağını bilmiyor, o da korkuyordu. Ters bir şey yapmaktan, söylemekten o da karşımda deli gibi korkuyordu. "Biliyorum." Sesi çaresizdi. Buruk bir tebessüm oluştu yüzünde. Bir şey yapamamanın verdiği acı. Oysa farkında değildi ama o çok şey yapmıştı. Yaşamadığım her şeyi karşısında şuan bizzat ben yaşıyordum. Keskin kararları olan ben ne yapacağımı bilemiyordum. Gözümden bir yaş daha aktığında gözlerini yüzümden kaçırdı. Acıyla yutkunduğunda sanki o da benim gibiydi. Ne yapacağını bilemez gibi. Tekrar gözlerime döndüğünde ise kafasını salladı. "Biliyorum." Kelimesinin hemen ardından beni tekrar kendisine çektiğinde bu sefer daha sıkı sarıldı. "Elimden bir şey gelmiyor." Ne kadar da acı. İkimizin de birbirimize sarılmaktan başka şansı yok gibiydi. Oysa çok şey yapmıştım. Elimizden bir şey gelmiyorken biz çok şey yapmıştık her seferinde. Farkında olmadan... İçten içe birbirimizi yakmış, şimdi de söndürmeye çalışıyorduk. Ben ise sönmüştüm zaten. Onun fark etmediği buydu. Korkum, sönmüş olmamdı. Çünkü bir daha yanamayacak gibi hissediyordum. Su seslerini duyduğumda korku ile başımı kaldıracaktım ki izin vermedi. Elin saçlarımın arasında hissettiğimde ses yaklaştı. "Pardon geciktim, taksiyi hallettim." Gelenin kim olduğunu anladığımda zorlamadan kendimi ona bıraktım. Yanan gözlerimi kapattığımda ise üzerimize yağan yağmur kesilirken onu duydum. "Tamam, arabayı getir." Belimde olan eli ayrılırken gelen adamın şoför olduğunu anlamıştım. Başımı tekrar kaldırmak için hareketlendiğimde aklıma yeni yeni tüm düşünceler doldu. Göğsünden uzaklaşmama izin verdiğinde elimi göğsüne hizaladım. Kan. Kan vardı. Ama sadece benim ellerimde. Hayaldi. Ve ben artık hayal göremiyordum. Mutlu mu olmalıydım? Acı ile yutkunduğumda kendi elimden süzülen kanıma baktım. Benim kanım. Tırnaklarımı batırdığım yerden artık kanlar akıyordu. Gözlerim tekrar dolmuştu ki elimden tutuldu. Parmakları dikkatle tenimde dolaştığında yutkundum. Gözümden ise tekrar bir yaş süzüldü. Onun eline de kanım bulaşmıştı. Elimi hizasına getirdiğinde parmak ucumdan öptü. Gözlerimi kapattım. İçimde bir yer sızlıyordu. Ama ne olduğunu bilmiyordum. Üzerimizde olan şemsiye bizi yağmurdan korurken tebessüm etti. "Gidelim." Bana bir şey dememe izin vermeden elimi bıraktığı gibi elini omzuma attığında bedenimi kendisine çekti. Gözlerim siyahlarından ayrılırken kumsalı gördüm. Yağmurdan ıslanan kumsalı. Hala yağan damlaları. Acı ile yutkundum. Kim derdi ki yağmurda sevdiğim adamın kollarında şemsiye altında yürüyeceğimi. Ama yapıyordum işte. Dizlerime gelen buz gibi sudan yavaşça çıkarken esen rüzgar bedenimi titretti. Gözümden bir yaş aktı. Uzun zaman sonra ilk defa yağmur altında üşüyordum. Soğuğu hissederdim ama yanan bedenim asla üşümezdi. Şimdi ise... Göz hizama bize doğru yaklaşan büyük arabayı gördü. Ayaklarım soğuk sudan çıkarken bana destek olan beden koluma girdi. Karşımda yağmur yağıyordu ve ben öylece yürüyordum. Kim inanırdı buna? Araç biraz ileride durduğunda şoförün inişini gördüm. Adam arka kapıyı hızla açtığında bizi bekledi. Gözleri ise benim üzerimdeydi. Korkuyla ondan bakışlarımı çektim. Korkuyordum. Dediğim gibi. Ben bir şey olacak diye çok korkuyordum. Her şeyden. Birkaç saniye sonra tekrar gözlerimi kaldırdığımda ise adam başını yere eğmişti. Gözlerim doğruca siyahları bulduğunda o adama bakıyordu. Bana baktığında ifadesi değişirken tebessüm etti. Gülemedim. Lakin teşekkür ettiğimi bile anladı. Adımlarımız kapıda durduğunda zorlukla içeriye girdim. Koltuğa oturduğumda hemen yanımda olan camda yağmur damlaları vardı. Birkaç saniye bakmıştım ki kapının kapanma sesi ve yanımda hissettiğim beden ile bakışlarımı çekmek durumunda kaldım. Ancak siyahlara dönemeden ise bu sefer gözlerim sahile takılı kaldı. Kendimi boğacağım o yer... Daha yeni dizlerime soğuk suların vurduğu o yer. Ölüm soğuğunu tattığım o yerde şimdi acınası bir biçimde bedenimi ısıtma çabalarım. Yiğit'in her zaman yanında olacağım dediği yerde benim ona gitmek için intihar edeceğim yer. Bir anda belimden tutulması ile bedenim çekilirken gözlerim hedefini buldu. O ise izin vermeden eliyle gözlerimi kapattı. İstemsizce gerildiğimde mırıldandı. "Bakma, boş ver." Yutkunduğumda bu sefer beklemediğim şeyi ben yaptım. Başımı ona yasladığımda gözlerimi dediği gibi kendim kapattım. Gözlerimde olan eli boşluğa düşerken şuan hiçbir şeye itiraz edemeyecek bir durumda olduğumu fark ettim. Sanki zihnimde olan boşluk o kadar ses çıkarıyordu ki ben gürültü en çok nereden geliyorsa oraya gidecek gibiydim. Sıkıntı ise o beni ne kadar savurursa savursun itirazım olmazdı sanırım. Kulaklarıma gelen yağmuru bir müzik bastırırken hissettiğim ile gözlerimi araladım. Yine ne zaman sıkmış olduğumu bilmediğim elime uzanmıştı. Elime baktım. Parmakları parmaklarımı araladığında derin bir nefes verdi. Parmağı avuç içime gideceğinde ise o sesi duydum. Bir telefon sesi müzik ile karışırken hemen karşımızda olan kendi telefonumu ve ceketi gördüm. Ama sanki bakmam yasakmış gibi gözlerimi tekrar ellerimize getirdim. O beni rahatsız etmeden telefonuma sakince ulaştı. Çalan numaraya bakmadım. Gerçi şuan pek de umurumda olduğu söylenemezdi. "Alo." Benim yerime açtığında bir eli hala parmaklarımın üstündeydi. Telefondan gelen sesi duyamadım. "Yanımda, iyi." Bir süre ses gelmese de bana dikkat ederek konuştuğunu biliyordum. "Geliyoruz, çıkmayın bir yere. İyiyiz." Telefondan gelen sesler kesilmezken birkaç dakika konuşmadan sadece dinledi. Yüzünü bana döndüğünü hissettiğimde ben hala ellerimize bakıyordum. Ancak kasılan vücudu iyiye işaret değil gibiydi. Lakin umurumda olan bunların hiçbiri değildi. Korkuyordum. Boğazını temizlediğinde en sonunda mırıldandı. "Oraya gitmemiz olmaz. En azından şimdilik." Gitmek lafıyla gözlerim daldığı yerden doğruca ona dönerken o gözler zaten bana bakıyordu. Sıkıntılıydı. Yanımda açık açık konuşamadığı belliydi. Derin bir nefes verdi. "Kerim yanımızda Kaan'ın olduğunu bilmiyor mu?" Duyduğum ile bir şeylerin ters gittiğini sonunda anladım. Telefonda bağıran kişiden ise sonunda Aras'ı duydum. "Bilmiyorum!" Zorlukla ellerimize tekrar baktığımda bir şey anlamıyordum. O olmayınca sanki her gördüğüm, her duyduğum silik birer düş gibiydi. Çocukluğum... İhanet miydi bu? "Tamam, aklınıza edeyim ama tamam. Kaan'a sahip çık biz gelene kadar. Sinirle bir şey yapmasın." Kaan. Ona ne olmuştu? Neden sinirliydi? Nereye gidiyorduk? Yanımda telefon kapatılırken bu sefer şoföre seslendi. Telefonu uzatırken mırıldandı. "Atacağı konuma sür." ... Gözlerim nereye geldiğimizi bilirken ellerimizden ayrılmadı. Bakmak istemiyordum. Görmek istemiyordum. Duymak istemiyordum. Onu istiyordum. Çocukluğum. Nefes alamıyor gibiydim. Boşluğa düşmüş gibiydim. Kendimden ise nefret ediyordum. Her şeyden korkan bedenim korkmamak için ölümü istiyordu. Kendimi cezalandırmak isteyen zihnimden nefret ediyordum. Çocukluğum bedenime öyle ince işlemişti ki ondan vazgeçemeyecek bir haldeydim. O bendi... "Kaçak." Kapının hemen ardında dururken gözlerimi kaldıramadım. Yağmur. Dışarıda yağmur vardı. Yağmur vardı ve ben tek başımaydım. Lakin onun eli nazikçe elimi tuttu. Sanki ben varım der gibi. Gözlerim en sonunda onun yüzünü bulduğunda tebessüm etti. Küçük bir kıza her şey bitecek der gibi bakıyordu. O küçük kız yoktu ki ama. Çocukluğum... O yok olmuştu. Korkularım geride kalırken o gitmişti. Bir başkası değil. İçimde ki boşluğun sebebi oydu. Siyahlar ise tüm düşüncelerimin aksine tebessüm etti. Gözlerim ise bu sefer dışarıyı buldu. Cama değen damlalar. Yavaşlamış mıydı? Kalbimin üstüne damlıyordu sanki o damlalar. Yaşamaya direnen kalbim ise her bir damla ile daha da zorlanıyordu. Damlaların ardında kalan kişileri gördüm. En önde Ceylin vardı. İnmeli miydim? İnmeliydim. Benden önce ise elimi tutan beden ayaklandı. Ellerimiz ayrılmadan önümde durduğunda ona baktım. Gülümsemesi büyüdü. "En iyi yer burası senin için." Cümlesinin ardından gözlerim yağmurun ortasında kalmış o büyük binayı buldu. Burası mıydı? O öyle diyorsa öyle mi olmalıydı? Kaan'ın bedenini gördüm. Hiçbirisi hareket etmiyordu. Korkutmak istemez gibi. Tekrar önüme döndüğümde beni bekliyordu. Ellerimize baktım. Kalbim korkuyordu. Islanan dizlerim adım atmaya korkuyordu. İnsanlardan korkuyordum. Çok mu zavallıydım? Çocukluğum... O çok mu kızardı böyle olduğum için? Çok kızardı. Korkaksın diye bağırırdı. Korkak değildim ki ben. Ben sadece... Daha fazla düşünmek istemeyerek elimin acısını umursamadan elini doğruca ben tuttum. O bu yaptığım ile doğruca elime baktı. Ama can acımı hissetmiyordum ki. Uyuşmuş gibiydi bedenim. Gözlerini kapattı. Elimi elinden ayıramadı. Can acımı bilse de beni kendisinden ayıramadığı için kızdı o yüz kendisine. Bilmediği ise uyuşan bedenimdi. Ama bunu ona söyleyebilecek gücüm yoktu. Yavaşça ayağa kalktım. Buradan kaçışım yoktu. Bunun farkındaydım. O gözler yaptığım ile açılırken elini sıktım. İkimizin arasından akan sıcaklık ise benim kanım olmalıydı. Evet. Biz el ele tutuşurken bile kanatıyorduk. Gözlerime baktığında sanki canı yanan o gibiydi. Ben ise dışarıya baktım. Anlamış gibi kapıyı araladığında araçta çalan müzik sesini bastıran o sesi duydum. Kalbim korku ile attı. Gözlerimi ise dışarıdan ayırmadım. Korkuyordum. Çok korkuyordum ama umurumda değildi. Çünkü… Çünkü belki korkmazsam o gelirdi. Çocukluğum. Siyahların üstümde olduğunu biliyordum. Kapıyı bu sefer sonuna kadar açtığında gözlerimi kapattım. Yağmur sesi kulaklarıma tam geldi. Onun bedeni arabadan inerken elimi bırakmadı. Aksine bu sefer o da yaramı umursamadan sıkmış gibiydi. Soğuk hava bedenime vururken içim titredi. Kolay değildi. Bunu hayatın benden yapmamı istemesi basit olamazdı. Deli gibi korkan kalbime bu sorumluluğu yüklemeleri zor olmalıydı. Bana yaklaşan adımları duyduğumda kulaklarım o sesi duydu. "Çisem." Gözlerimi araladığımda bana yaklaşan o bedeni gördüm. Kapının ardında kalan bedenime damlalar vururken korkmamam elde değildi. Bedenimi geriye kaçıracağımda ise bana yaklaşan o bedeni engelleyen başka birisi oldu. Kaan'ın bedenini tutan Kerim ona eğildiği gibi bir şeyler söylediğinde benim gözlerimi onlardan ayıran kişi siyahlar oldu. Önüme geçtiğinde diğer elimin bileğini yakaladı. "Bana bak. Gel hadi." Yere baktım. Islanmış o taşlara. Acıyla yutkundum. Bize dikkat ile yaklaşan beden üstüme bir şemsiye tuttuğunda ona baktım. Tebessüm etti. Zorluk ile ilk adımı attım. Ayaklarım o zemine değdi. Sıcak el bileğimi bıraktığı gibi şemsiyeyi aldığında Aras yanımdan olabildiğince uzağa gitti. "Çisem." Kaan tekrar bana baktığında gözlerim onu buldu. Herkesi kontrol ettim. Adım atamadan önce herkese baktım. Aras. Aras Altan. Bana tebessüm ediyordu. Bedenine baktım. Kimseye zarar vermemiş olmam lazımdı. Kaan. Kaan Vural. İyiydi. Gözleri bana endişe ile bakıyordu. Ama... Bedenim gerildi. Onda bir şey vardı. Sinirliydi. Çok sinirliydi. Neye sinirliydi? Bana mı? Korkarak gözlerimi ondan kaçırdım. Bana sinirlenmesindi. Yeni kişi Kerim'di. İyiydi. Ceylin. O da iyiydi. Diğerleri. Diğerleri neredeydi? Gözlerim camda gördüğüm bedenler ile rahatladı. Deniz kapının hemen ardından bakıyordu. Korkuyla. Camdan bakan ise Erdem'den başkası değildi. Onlara bakan bedenimi bir başkası böldü. Siyahlar önüme geçtiğinde inandırmak ister gibi fısıldadı. "Herkes iyi. Kimseye bir şey olmadı Kaçak." İyi miydi? Yağmur yağmış ve kimse ölmemiş miydi? İmkansız gibiydi. Aklıma gelen ile bedenimi korku kaplarken gözlerim o siyah gözlerden ayrıldı. Tepemde duran şemsiyeye baktım. Siyahtı. Boşta olan elimi sakince kaldırdım. Herkes iyi miydi gerçekten? Korkuyla atan kalbimi rahatlatmam lazımdı. "Kaçak." Elim havada tutulduğunda benim ne yapmaya çalıştığımı en baştan anlayan o kişi konuştu. "Eren." Uyaran Kerim'in sesinden saniyeler sonra elimden parmaklar ayrıldığında şemsiyeye uzandım. Siyahlara bir kez daha baktığımda ne yaptığımı anlamıyordu ama endişeliydi. Bir kişi kalmıştı. İyi olup olmadığına bakmam gereken bir kişi kalmıştı. Şemsiyeyi yavaşça görüş açımdan iteklediğimde damlalar üstüme geldi. Yüzüme değen soğuğu umursamadan gözlerim onu buldu. Her zamanki yerindeydi. Perdenin ardında. Kalbim biraz olsun rahatlarken o silik bedene baktım. Camın ardında kalan o bedene. Evet. Ben Çisem Kalen sırf birisinin iyi olup olmadığına bakmak için gözlerimi yağmura açmıştım. Bu da bugün olan bir ilkti. Parmaklarım şemsiyeden düştüğünde gecikmeden yağmur damlaları kesildi. Ben ise bu sefer ellerimize baktım. Kan. Kan vardı. Rahatlayan bedenim gerilirken elimi elinden kurtardım. Sıcak ten bedenimden ayrılırken soğuk havada elimi açtım. Evet. Benim kanımdı. Onun değil. Herkes iyiydi. Ben değildim. Ama herkes iyiydi. "Kaçak." Gözlerim korku ile siyahları bulduğunda düşüncelerime yetişemiyor gibiydi. Ama ben daha fazla kalmak istemiyordum. Kimseyi istemiyordum. Korkuyordum. Düşünmeden hızla ilerlediğimde saçlarıma damlalar vurdu. "Kaçak!" Gözlerimin tekrar dolduğunu hissettiğimde bedenimi zorladım. Arkamdan bir koşturma hissetsem de adım sesler giderek geride kaldı. Ayaklarım zorlukla merdivenleri bitirdiğinde kendimi binanın içine attım. "Çisem." Deniz'in sesini duydum. Ama umursayamadım. Gözlerimden bir yaş akarken ezbere bildiğim o yere doğru adımladım. Evet. Her şey yine birbirine girmişti bir biçimde. Biz o evdeydik. Bir hafta boyunca kaldığım o yerde. Hepimiz bir alandaydık. Nefes nefese odamı bulduğumda arkamdan gelindiğini biliyordum. Ama benim istediğim kişi onlar değildi. Kapımı kapattığımda bedenim derin bir nefes verdi. Ben vardım. Sadece ben. Gözlerimi araladığımda odama baktım. Ses yoktu. Yağmur yoktu. Zarar verebileceğim kimse yoktu. Tüm düşüncelerimi silen ise kapımda duyduğum sesler oldu. "Çisem, konuşalım hadi. Aç kapıyı." Kaan'ın sesini duymam ile bedenim gerilirken açılmaması için kapı kolunu sıkıca tuttum. Kendi başıma kalmalıydım. Kimse olmamalıydı. Zarar verebilirdim. "Kaan, biraz kendi başına kalsın." Duyduğum ses Ceylin'di. Kapıma bir kez daha vurulsa da ses bir daha gelmedi. Ancak son duyduğum onun o sesi oldu. "Önemli..." … Yağmur. Yağmur Kalen. Annem. Bu halimi görse ne olurdu? Benden kaçar mıydı? Sen benim kızım olamazsın der miydi? Benim kızım bir katil değil diye inkar edemez miydi? Kimse istemezdi çünkü. Kendi güzeller güzeli çocuğunun bir canavara dönüşmesini. Annem istemezdi en azından. Gözümden bir damla yaş aktı. Beni kabullenmez miydi? Şimdi karşıma çıksa. Onun o güzel çocuğunu kana buladığım için bana çok kızar mıydı? Yoksa beni kendisine çekip sarılır mıydı? Özür diler miydi mesela? Beni böyle bir hayatta yalnız bıraktığı için benden özür diler miydi? Özrüne ihtiyacım yoktu ki benim. Bana sarılmasına ihtiyacım vardı. Birinin bedenimi çekip, ben yanındayım demesine ihtiyacım vardı. Bunu bu güne kadar yapan çocukluğumdu. Şimdi ise yapayalnızdım. Korkuyordum. Sadece ben kalmaktan korkuyordum. O savaşın içinde bıçağı kendim tutmaktan korkuyordum. Çocukluğumu istiyordum. Dakikalar sonra bedenimi hareket ettirdim. Ayaklarım uzandığım yataktan yere düşerken dolu gözlerimi sildim. Düşünmek istemiyordum. Hiçbir şey düşünmek istemiyordum. Kalbim korkuyordu. Yalnızlıktan deli gibi korkuyordum. Bu çok mu kötüydü? Halim çok mu kötüydü? Zorlukla kalktım. Ellerimde olan sızıyı hissediyordum. Nemli paçalarım tenime çarpıyordu. Başım dönüyordu. Sanki zihnim de boşluğa alışamamış gibiydi. Saniyelerin sonunda banyoya girdim. Başım çok dönüyordu. Kapı kolundan güçlükle ayrıldığımda aynada kendi halimi gördüm. Saçlarım ıslandığını belli edercesine berbat bir haldeydi. Çocukluğumu istiyordum. Halim çok kötüydü. Daha fazla bakamadığımda adımlarım duşu buldu. Suyu doğruca açtığımda ise soğuk su bedenimi mahvetti. Gözlerimi acı ile kapattım. Elim sıcağa çeviremedi suyu. Titriyordum. Deli gibi titriyordum. Kıyafetlerim soğuk suyu çekip beni daha da mahvederken aklıma gelen tek şey olanlardı. Ne yapacağımı bilmiyordum. Sanki insanların tutunmam için uzattıkları dalları o kadar çok umursamıştım ki kendim o dalı tutmayı unutmuştum. Ben çocukluğumu unutmuş muydum? Ama... Kendi kafamda bile düşüncelerim oradan oraya gidiyordu. Acıyla nefes verdim. Soğuğu fethetmek ister gibi. Ama tam tersine o nefes ben de bir şeylerin kopmasına neden oldu. Ayaklarım daha fazla dayanamazken acıyla eğildim. O soğuk suyun altında ne kadar ağladığımı bilmiyordum. Tek bildiğim artık ağlayamayacak bir hale geldiğimde kalktığımdı. Sonum gelmiş gibi hissediyordum. Üzerimden kıyafetlerimi zorlukla çıkardığımda sızlayan ellerimi umursayamadım. Kendimi kabinden çıkarttığımda düşüncelerimden korkuyordum. Havluyu bedenime sardığımda kapıyı araladım. Aynaya bakamadım. Halimi görmek istemedim. Tüm düşüncelerimi bitiren ise karşımda gördüğüm oldu. "Deniz." Korku tekrar bedenime istila ederken Deniz tebessüm etti. Elinde kıyafetlerim vardı. Bana doğru bir adım attı. "Çisem." Korku ile kapıya baktım. Bilerek kilitlemiştim. Defalarca kez gelmişler, ama açmamıştım. Kapı ise hala kapalıydı. O zaman Deniz... Nasıl? Bedeni bedenime yaklaşırken ayaklarım geriledi. Korkuyordum. Deniz'in gülen yüzü solduğunda mırıldandı. "Sen kapıyı açmayınca ben farklı yöntemler denedim." Bana yaklaştığında buruk bir tebessüm gönderdi. Ardından elinde olan kıyafetlerimi uzattı. Anlamıyordum. "Camdan Çisem." Anlamadığımı anlaması ile fısıldadığında gözlerim camı buldu. Camdan... Evet. Mantıklı. Cam. "Senin sen olduğun zamanlarda ki gibi." Söylediği cümle ile ona döndüğümde hafifçe gülümsedi. Benim ben olduğum zamanlar... Ne zamanlardı o zamanlar? Hatırlamıyordum. Tek emin olduğum ise çocukluğumun da ben olduğum zamanlar da olmasıydı. Deniz. Acıyla yutkundum. Deniz ise anlamış gibi mırıldandı. "Giyin de konuşalım." … "Hatırlıyor musun? Lisede ben deli gibi korkarken sen beni bir şey yok diye geçiştirirdin." Deniz elimi sardığında önümde tebessüm etti. İkimiz de o zamanları özlüyor gibiydik. Bandajı bir kez daha çevirdi elimin etrafında. Ardından mırıldandı. "O zamanlar daha beter yaralanıyordun. Nasıl becerdiğini ise asla anlamıyordum." Yine sadece tebessüm edebildim. Genellikle ben koşturup, oradan oraya zıpladığım için ellerim veya dizlerim mahvolurdu. Ya da bıçak veya silahtan. Ama kesinlikle vücudumun düzgün olduğu bir zaman olamamıştı. Ben geçiştirdiğim için ise sürekli Deniz bakardı. Kandan korkmasına rağmen hem de. "Ne yaptığımı biliyordun değil mi?" Sessiz fısıltım ile o gözlere baktım. Duraksadı. Elbette ki biliyordu. Masum gibi gözükebilirdi. Masumdu da. Ama aptal değildi. Hatta bazen o masumluğunu çok güzel kullanarak harika işler yapardı. Hafifçe tebessüm etti ve bana baktı. Elime son bir tur daha yaptığında ise sakince bıraktı. "Bildiğimi biliyordun yani." Dediği ile istemsizce tebessüm ettim. O ise sonunda başarmış gibi derin bir nefes verdi. Ardından tebessüm etti. Lakin benim gülüşüm kısa sürdü. Gözlerimi ondan kaçırdığımda ilk gittiği yer kapalı perdelerim oldu. Bedenime soğuk bir dalga vurmuş gibi hissettim. O soğuk dalganın geri çekilmesini sağlayan ise Deniz oldu. "Yağmur durdu." Durmasa ne olacaktı? Ölebilecek miydim? Çocukluğum geri gelecek miydi? Ben, eski ben olabilecek miydim? Denemek istedim. Görüp de çocukluğum gelsin istedim. Koltuktan sakince kalktığımda Deniz adımı mırıldandı. "Çisem." Sanki o da bu halimden korkarmışçasına ayaklandı. Bir süre karanlık o cama baktım. Küçükken perdenin ardından birisi çıkacak diye korkardım. Büyüdüm. Şimdi perdenin ardından birisinin çıkması için yalvarıyordum. Çocukluğum... Kabusum oydu evet ama o benim aynı zamanda tüm çabamdı. O perdenin ardında korkum yatıyordu yine. Ama ben bir adım attım. O korkum çıksın, yine tüm benliğimi sarsın istedim. Çok sessizdi. Kafam o kadar sessizdi ki korkuyordum. Ölmeden önce ki sessizlik gibiydi. Cama yaklaştığımda hemen arkamda Deniz vardı. Zorlukla perdeyi araladım. Beni ilk karşılayan minik o damlalar oldu. Ellerimi sıkmak istedim lakin bandajlar bana engel oldu. Yağmur durmuştu. Bana bazı şeyleri vermiş, ama tüm hayatımı çalmış gibiydi. Derin bir nefes verdiğimde perdeyi araladığım gibi geri kapattım. Bu kadar dayanabiliyordum. "Gitti değil mi?" Deniz'in aniden konuya atılması ile ona döndüğümde bana bakıyordu. Tedirginlikle gözlerimi kaçırdım. Ama o izin vermeyip bana yaklaştı. "Çisem, değiştiğinin farkında mısın?" Farkındaydım. En çok ben farkındaydım. Gittiğini biliyorken ise bunu yapması canımı yakıyordu. "Deniz be-" "Bana eskiden her şeyi anlatırken şimdi gözlerime bile bakmıyorsun." Bu dediği canımı acıttı. Çünkü haklıydı. En büyük sırdaşlarımdan birisi oydu. Çocukluğumu umursamadan ona her şeyi anlatan ise bendim. Bir başkası değildi. Elimden tutulması ile gözlerim onu buldu. Sarı saçları önüne dökülmüş bana hüzünle bakıyordu. "Sen eskiden ona rağmen tebessüm ederdin. Aynada yüzüne hiç baktın mı?" Acıyla yutkundum. Haklıydı. Ama çoktu. Her şey çoktu. "Deniz her şey üst üste geliyor. Yapamıyorum." Elimi daha sıkı tuttu ve bu sefer o diklendi. "Çocukluğun gitti diye mi bu halin? Neyi yapamıyorsun? Seni güldüren o muydu? Rahatlaman gerekirken şu haline bak." Beni bir anda çekiştirdiğinde derin bir nefes verdim. Anlamıyordu. Anlamayacaklardı. Kimse anlayamazdı ki. O beni öldürmeye çalışan bir şeytandı. Bunu biliyordum. Ama diğer tüm şeytanlardan beni koruyan da oydu. Ben kendim ile savaşabilirdim. Ama diğer şeytanlar ile savaşamazdım işte. Bunu kimse göremiyordu. Aynanın önüne geldiğimizde önümden çekildi. Ne yaptığımızı anlamazken o arkama geçti. Çökmüş olan bedenime baktım. "Ne görüyorsun?" Aynadan boş gözlerle kendime baktım. Deniz ıslak saçlarımı arkama atarken acıyla yutkundum. Kendimi görüyordum. Artık onu göremiyordum. Çocukluğum yoktu. Gözlerimi kapattım. Kendime bakmak istemiyordum. "Kendimi görüyorum kimi göreceğim başka?" Deniz yine inat ederek omuzlarımdan dönecek olan bedenimi aynaya çevirdi. Gözlerimi aralayıp derin bir nefes verdim. "Deniz bak cidden şu-" "Ben seni görmüyorum." Sözümü sertçe böldüğünde aynadan ona baktım. Omzumun akasından oldukça ciddi bir ifadeyle bana bakıyordu. Elini kaldırdığında doğruca beni işaret etti. "Bak, sence bu sen misin?" Dediklerini anlamazken bedenime baktım. İyice zayıflayan bedenime, çöken gözlerime, ıslak saçlarıma... Ama her şeye rağmen hala atan o kalbime bakmaya çalıştım. Bendim işte bu. "Deniz ne saçma-" "Ben çocukluğunu görüyorum Çisem Kalen." Net sözü ben de her şeyi bitirirken aynada kendime tekrar baktım. "Çünkü sen her şeye rağmen gülerdin, ama şimdi... Ölüden farksızsın Çisem." Acıyla bedenime baktım. Haklıydı. Çocukluğum... Ona mı benziyordum? Deniz onaylarcasına konuştu. "Çocukluğun gitmedi, sen ona dönüşüyorsun ama farkında bile değilsin." Acıyla yutkunduğumda omzumdan tutan ellerini bedenimden uzaklaştırdım. Saçmalıyorduk. Kendime daha fazla bakamayacaktım. "Saçmalıyoruz." Deniz yine izin vermedi. "Eren'i mi suçluyorsun?" Gözlerimi duyduğum isim ile kapattım. "Deniz." "Çocukluğun yerine ona sarılmayı dene. Kaan var. Ben varım. Sen varsın." Önüme geçtiğini hissettiğimde gözlerimi araladım. "Onu aramaktan vazgeç artık." Bana heyecan ile bakıyordu. Acıyla yutkundum. Gücüm yoktu. Güvenmeye gücüm yoktu. "Yapamam." Beni tınlamaz gibi tebessüm etti. "Yağmur altında öpüştüğü adamın elini tutarak yürüyen kız mı söylüyor bunu?" Gözlerimi şok ile açtığımda o güldü. "Sen... Ne?" Ben şok ile kalırken onun gülümsemesi büyüdü. "Deniz." Bedenim şok ile açılırken hızla savunma tarafımı açtım. "O öyle bir şey değildi. Bir anda oldu. Ayrıca o yaptı. Ama amacı o değildi yani... Ben şey yapıyordum o da mecburen şey yapmak zorunda kaldı. Ben de şok etkisi ile ne yapacağımı bileme-" "Çisem. Nefes al." O hala gülerken ben hala şok etkisindeydim. Bu konu en düşünmediğim şeydi ve şuan elim ayağım birbirine girmişti. "Bir dakika ya, sen nereden biliyorsun?" Tüm düşüncelerim silinirken Deniz alayla güldü. "Benden bile utandıysan adamın karşısına geçince ne yapacaksın sen?" "Deniz!" Alayla gülmeye başladığında benden kaçarcasına uzaklaştı. Ben ise ona doğru adımladım. Odanın içinde koşturmaya başladığımızda bağırdı. "Gelme! Biliyorum işte!" Zorlukla onu yakaladığımda gülüşü büyüdü. "Deniz, sen nereden biliyorsun?" Gülümsemesi büyüdüğünde bana doğru eğildi. Lakin hemen geri çekildi. "Soru sormayacaksın ama." Kafamı söylediğini yapacakmışım gibi salladığımda soracağıma emin olsa da eğildi. "Aras söyledi." Kaşlarım çatıldı. Aras mı? Benden uzaklaştığında kalbim heyecan ile atıyordu. "Aras mı?" Kafa salladı. Ardından sırıtarak mırıldandı. "Sizi öyle görünce tahmin etmiş, sen de onun tahminini kanıtlamış oldun şekerim." Benden heyecan ile ayrıldığında şok etkisinde olsam da aklıma gelen ile mırıldandım. "Aras sana neden tahminini söyledi ki?" Onun adımları dediğim ile kesilirken bu sefer sırıtan bendim. Ona doğru yaklaştığımda hafifçe mırıldandım. "Deniz." Yüzünü gördüğümde dudaklarını dişlemişti. Beni görünce ifadesini hemen düzeltti. Gülümsemem büyüdü. Bu ifadeyi biliyordum. "Soru sormak yok dedik." Umursamadan daha da gülerek ona yaklaştım ve mırıldandım. "Siz Aras ile bu ara fazla mı yakınsınız yoksa bana mı öyle geliyor?" Bana şok ile baktığında boğazını temizledi ve kafasını hızla olumsuzca salladı. "Yok artık, daha neler. Ben o duygusuz öküze bakacak birisi miyim sence?" Hafifçe güldüm. "Aşırı derecede yakışıklı duygusuz bir öküz olmasın o?" Deniz'in yüz ifadesi değişirken gülümsemem büyüdü. "Deniz, anlat." Hızla yanımdan geçtiğinde bağırdı. "Yok bir şey!" Ben gülerek ona doğru döndüğümde ise çoktan kilitli kapıyı açmıştı. "Deniz!" Benim de adımlarım hızlandığında saatler sonra odamdan çıkmıştım. Hem de ilginç bir biçimde gülerek. Nedenini bilmiyordum. Belki de bana söyledikleri gaz vermişti bedenime. Ya da tamamen o konu yüzündendi. "Gelme!" Evin içinde koşturmaya başladığımızda bir düşme tehlikesi geçirmem sonucu aramızda ki fark açıldı. Ofladığımda koridora bakındım. Sağdan gitmiş olmalıydı. Hızla tekrar koştuğumda ise yanlış yönden gitmiş olmalıydım ki görünürde yoktu. Adımları yavaşlattığımda aşağı katta olduğumu biliyordum. Kerim'in çalışma odasına yakın bir yerdeydim. Karşıda ki salona girme ihtimali yüksekti. Büyük alanda bizimkiler olmalıydı. Büyük ihtimalle oraya girip saklanacak- "Hangi akıllınızın fikri bu!" Duyduğum ses ile yerimde kalıverirken gülen suratım düştü. Manyak... "Eren! Sakin mi olsan?" Kerim. Çalışma odasındalardı. Hemen yanımda aralık olan kapının ardındaydılar. Sakince kapıdan gözükmemek adına ilerledim. "Haklı. Yağmur yağıyor diye geldim ama riskin farkında değil mi lan bu?" Aras. Ne riski? Anlamıyordum. "Ne bok yiyecektik? Oteli yeterince birbirine kattık zaten!" Kerim'de şiddetle bağırdığında bedenim korku ile titredi. "Hadi Kaçak'ı bir hafta tuttun burada! Diyelim ki şimdi de tutacağız." İçeriden bir hareketlenme olduğunda bir şey olacak diye korkuyordum. Hepsi niye bu kadar sinirliydi? "Kaan. Kaan'ı ne yapacaksınız? Adam aptal değil." "Hem de hiç değil!" Aras'ta desteklediğinde anlamıyordum. Aklıma gelen tek şey ise Kaan'ın sinirli o yüzüydü. Ne oluyordu? Ne oluyordu ve ben aptal gibi anlamıyordum. "Çisem farkında zaten. Bir hafta bir şey yapmadıysa yine yapmaya-" Kerim'in sözünü benim bile duyduğum Aras'ın kahkahası durdurdu. "Sen diyorsun ki şimdi; Çiso uslu duruyor, Deniz zaten korkak, Kaan'ı durdursak yeter." Kaşlarım çatıldı. Lakin o anda yakalanma ihtimalim olan o bedeni gördüm. "Çisem sonunda se-" Gördüğüm yüzün hızla ağzını kapattığımda kaşları çatıldı. Lakin ben içeriyi işaret ettim. Koca bedeni kasılırken sinirini anladım. "Anlamışsınız işte." Kerim'in sesini duyan Kaan'ın bedeni daha da kasılırken onu da kendi yakınıma çektim. Elimi ağzından çektiğimde tüm dikkatim oradaydı şuan. Bir ihtimal duyarım diye sakladıkları şeyi. Konuşan ise Manyak oldu. "Kaçak sizi ayakta uyutmuş haberiniz yok." "Ne?" Aras tekrar alay ile güldü. "Çiso'yu diyelim ki sizin tuttuğunuz gibi burada sakince tuttuk. Ki böyle bir şey imkansız. Kaan'ı ne yapacağız? Hadi diyelim ki onu da hallettik, Deniz? O kızı hafife alıyorsunuz ama korkunun arkasında yatan cesareti önemsiz göremezsiniz. Masumluğuyla herkesten önce her şeyi öğrenir. Hele ki Kaan bildiği iki üç şeyi ona anlatırsa." Bir süre sessizlik olduğunda karşımda olan Kaan'a baktım. O ise içeriye bakıyordu. Bedeni kap katıydı. Ne biliyordu peki? "Çisem'i ben idare ettim gayet de güzel. Size düşen bu gün iki kişiyi uslu tutmak. Sonra da İstanbul'a dönmek." Kerim'in sözleri ile içim sızlarken kendimi oyuncak gibi hissetmem normal miydi? Bir alay ile gülme sesi daha duyduk. "Korlu, Çiso'yu anlattıklarından masum birisi sanacağım şimdi.." Bir süre ses gelmediğinde Kaan ile göz göze geldik. "Kerim, yarın söyleyelim ve bitsin bu iş. Ne olacaksa ortalık daha fazla karışmadan olsun. Kendileri ya da bir başkasından öğrenirlerse sıkıntı olur." Bir sessizlik daha olduğunda adım sesleri işittim. "Aras'ta haklı. Kaçak sandığımızdan çok daha fazla şey biliyor olabilir." "Kısaca artık durmaya zaman yok. Ne olacaksa olacak." Aras'ta cümlesini tamamladığında bedenime bir korku vurdu. İyi de çocukluğum... O yokken ben öğrenemezdim. Korkuyordum. Kaan'a döndüğümde kaşları çatılı içeriye bakıyordu. "Öyle bir şeye izin vermem. Kimse hazır değil-" Kerim'in sesini sertçe bölen Manyak oldu. "Lan bu işe Sait girerse ne olacak! Yasin girerse ne olacak! İşler aksıyor ve Sait bunun farkında değil mi sanıyorsunuz? Bize biçilen zamanın sonundayız. Ortalık karışmadan bu işi en hasarsız şekilde halledelim." Babam mı? Anlamıyordum. Çocukluğumu istiyordum. O bir şeyleri biliyordu ve şimdi... Kaan'a baktım. Oldukça ciddiydi. Sinirini ise hissedebiliyordum. "Eren haklı. Hangi cehennemdeyse git getir patronunu adam akıllı konuşalım." Aras'ın cümlesinin hemen ardından duyduğum adım sesleri ile tedirginlik ile Kaan'a baktım. Birisi geliyordu. Lanet olsun ki en önemli anda. Kaan bileğimden tuttuğu gibi beni salona çektiğinde içeride kimse yoktu. Ancak koridorda olan adım sesleri yaklaşmıştı. "Kaan." Bana eğildi. "Anlatacağım. Her şey bende de birbirine girdi." Benden birkaç adım uzaklaştığında salona o ses girdi. "Çisem Hanım. Ben de sizi arıyordum." Kafamı çevirmem ile bedenim afalladı. İyi de bunun burada ne işi vardı? Gülerek yanıma geldi. "Beni görünce şaşırdınız mı?" Mert. Aptal o çocuk. Garson o çocuk. Her şeyi unutup hafifçe tebessüm etmeye çalıştım. "Sayende artık şaşıramıyorum." Gülüşü büyüdü. Yine bu aptal yüzünden mi ben en önemli yeri dinleyememiştim? Cidden bir gün elimde kalacaktı bu çocuk. Ona doğru olabildiğince gülümsemeye çalışarak yaklaştım. "Ben de sizi çok sevdim Çisem Hanım." Kafamı anlıyormuş gibi salladığımda giydiği gömleğin yakasını olabildiğince sertçe düzelttim. Çocukluğum olsa şuan çoktan ağzı yamulmuştu ama... Derin bir nefes verdiğimde tüm moralim bozulmuştu işte. Elimi yakasından çektiğimde mırıldandım. "Bana tatlı bir şey-" "Olmaz. Ceylin Hanım sürekli şekerli beslenmenizi yasakladı." Kaşlarım çatıldı. Ne diyordu bu aptal? "Aç olmalısınız. Pırasa vardı ben size onu getire-" "Mert." Sözünü ben böldüğümde sesimizi duymaları sonucu açılan kapıyı fark ettim. İçime korku tohumu düşse de umursamamaya çalışarak mırıldandım. "Tatlı istiyorum. Bana tatlı bul gel." Tedirginlikle bana baktığında ise onun konuşmasını engelleyen başkası oldu. "Çiso!" Bakışlarımı mecburen Mert'in üstünden çektiğimde çalışma odasından gerginlikle çıkan o sarı kafayı gördüm. Ardında kalanlar da çıkarken öncelikli davranan elbette ki Aras oldu. "Yüz kere kapına gelmeme rağmen şuan çıktın ya, içime su serptin." Konuşmayı duyup duymadığımı anlamaya çalışıyordu. Bunu yüzünden anlamıştım. Önümde dikildiğinde benim tepkimi anlamaya çalışıyordu ve o lanet gözleri yine en içime bakıyordu. Ve benim rol yapabilecek bir çocukluğum yoktu. Gülümsemeye çalıştım. "Deniz sayesinde." Sesim kısık çıkarken kapıya yaslanmış Kerim'de bana oldukça donuk bakıyordu. O an ondan korkmadım değildi. Beni tamamlayan kişi ise imdadıma koşan Kaan oldu. "Biz de Çisem ile önemli bir şey konuşacaktık." Kaan bana doğru adımladığında Aras'ın yüzü yavaşça gerildi. Beklemediğim şey ise beni sorgulamayı bırakıp elini her zaman ki yeri olan omzuma atması oldu. "Sonra da konuşursunuz, benim ona söyleyeceğim daha önemli şeyler var." Bedenim bu kadar gerginliği kaldıramazken Aras beni çekiştirerek koltuğa götürdü. Mert ortadan kaybolmuşken ben beni kurtarabilecek birisini arıyordum. Tedirginlikle mırıldandım. "Ne konuşacağız?" Aras oturduğumuzda yönünü bana çevirirken beklediğimin aksine tamamen sırıttı. Ardından cebine eli gittiğinde vücudumun her şeye gerilmesine alışamamıştım. Rahat olan bedenim herkese karşı tedirgindi. Aras ise çıkardığı telefonu bana uzattı. Anlamayarak baktığımda bunun takside düşürdüğüm telefon olduğunu saniyeler sonra anladım. Aras ise beni daha fazla beklemeyerek elime uzandı. Elimi kaldırdığında ise sargıları gördü. "Bunları ne ara, kim yaptı? Sakın bana kendinin yaptı-" "Ben yaptım." Odaya nefes nefese giren Deniz konuya dahil olurken Aras'ın bakışları ona döndü. Yüzü gülerken ise ikisine baktım. Deniz'in yüzü kızarırken ben bir şeylerin olduğunu anladım. Deniz ise daha fazla oyalanmadan yanıma doğru geldi. Nereye kaybolmuştu da şimdi geliyordu? Yanıma oturmadan önce eliyle gülmemi işaret ettiğinde istemsizce kendimi toparladım. Aras'ın uzattığı telefonu kaptığımda o kendine gelmiş gibi bana döndü. Hafifçe güldüm. "Düşürmüştüm. Ne ara aldınız bunu siz?" Telefonu aldığımda ise bütün gülüşümü donuklaştıran o şeyi gördüm. Ekrana boş boş bakarken Aras bana doğru eğildi. "Nasıl, bence böyle daha güzel." Ekranda gördüğüm kişi tam anlamıyla yanımda olan bireydi. Bütün telefonu kaplayan yüzünü çekmiş kendisini koymuştu. Güzelim o fotoğraf gitmişti. Sinir ile ana ekranı açtığımda tek fark fotoğrafın açısının değişmesi oldu. Ona döndüğümde gülüyordu. "Bu telefon neden ben hariç herkesin elinde dolaşıyor?" Sinirli sorum ile Aras güldü. "Çünkü seni o aptal rüyadan uyandırıp kendine getiren bu telef-" Elim aptalın ağzını bulduğunda dakikalar sonra aklıma o anı geldi. Uyaran bakışlarımı ona attığımda güldü. Sinir ile elimi çektim. "Tamam, anladım." Aptal bana göz kıptığında birini işaret etti lakin ben bakmadım. Çünkü kimi işaret ettiği gayet açıktı. Umursamamaya çalışarak telefona döndüm. Konu şükürler olsun ki değişmişti ama şimdi de ayrı bir boyuta ulaşmıştı. Yanımda oturan Deniz sırıtarak bana eğildi. "Çok belli ediyor-" Sinir ile ikisinin arasından kalktığımda bu sefer onları şaşırtan ben oldum. İkisine döndüm ve konuştum. "Siz benim ile uğraşacağınıza birbiriniz ile uğraşsanıza." Dediklerimin ardından aralarından kalkan yine benim sayemde bakışları kesişti. Deniz'in gülen suratı düşerken hızla kafasını çevirdi. "Ne dedim de ben şimdi? Ayrıca sen ne saçmalıyorsun yine?" Onu umursamadan arkamı döndüğümde sinir ile oturan o kişinin yanına doğru adımladım. Lakin tekli koltukta oturan bireye asla dönmedim. Kaan bana bakarken onun hemen yanına oturup kafamı omzuna yasladım. O da dünden razı olmalı ki bu yaptığımda eli bedenimi sardı. Ben ise ortaya bombayı saldıktan sonra güvenli bölgemde telefon ekranımı normal bir insanın ekranına çevirmeye çalıştım. "Çiso bence sen-" "İyi misin?" Dolaylı yoldan Aras aptalı gibi anlamak yerine hemen yanımda olan adam bana sorduğunda telefona dokunan parmaklarım duraksadı. Bedenim gerilirken yutkundum ve Deniz'in dediği gibi gülümsemeye çalıştım. "İyiyim. Yok bir şey." Zorlukla tekrar telefonuma döndüm. Ekranı değiştirdiğimde başka oyalanmak için yol aradım. Fazla düşünmeden galeriye girdiğimde elbette ki Aras malının fotoğraflarını gördüm. Kaan anlamış gibi kafa salladığında odaya başka bir ses girdi. Lakin ben pek iyi sayılmazdım. İçimde ki boşluk sanki giderek açılıyordu. O sanki her bir saniyede giderek daha da kendini aratıyordu. "Ceylin ile konuşmak ister misin?" Konuşan Kerim moralimi daha da beter ederken boğazımda bir yumru oluştu. Neden konuyu oraya götürüp duruyorlardı ki? İyi olmaya çalışıyordum işte. Anlamıyorlar mıydı? "Hayır." Sesimi net çıkarmaya çalışsam da boşaydı. Gücüm yoktu. Elimi tutacak çocukluğum yoktu. Telefonu sinir ile kapattığımda korkumu gizlemeye çalışmak çok koyuyordu. Canım yanıyordu. Derin bir nefes verdiğimde anladığım tek şey hala çocukluğum olmadan bir hiç olduğumdu. Gülemiyordum bile. Kaçmak için bir bahane aradığımda ise o bana geldi. "Çisem Hanım yemeğinizi getirdim." Mert içeriye girerken elinde olan pırasayı görmem ile hızla ayaklandım ve sinir ile mırıldandım. "Kendim alırım yiyeceğimi, sağ ol Mert." "Ama sürekli tatlı yiyor-" Yanından sertçe geçtiğimde derin bir nefes verdim. Bir şey yiyebileceğimi sanmıyordum. Bu kadardı. Dakika sürmemişti bütün enerjim. Ama onlar da haksız değildi. Sürekli değişen bir yönüm vardı ve ayak uyduramıyorlardı. Ben iyi olmaya çalışırken onlar izin vermediğim berbat halime ulaşmaya çalışıyordu. Adımlarım yine kendi sığınağım olarak belirlediğim odamda durduğunda kapıyı açtım. Yiyeceği tamamen bahane olarak kullanmam işe yaramıştı. İçeriye girip birkaç adım atmıştım ki kapımın tekrar açılmasıyla bedenim irkilerek oraya döndü. Gördüğüm kişi kalbimi heyecanlandırırken ne yapacağımı bilemeyerek ona döndüm. Aşağıda yüzüne bakamamıştım. Şimdi ise tam karşımdaydı. Kapıyı kapattığında şaşkınlık ile ona baktım. "Yemek yemeye gideceğini sanıyordum." Onun da yüzü ne tepki vereceğimi merak ediyordu. Lakin ben korkumu attıktan sonra aklıma gelen tek şey... Kalbim hızlanırken yutkundum ve olabildiğince sakin kalmaya çalıştım. "Vazgeçtim." Bedenimin heyecanlanmamasına özen göstererek arkamı döndüm. Saatlerce kapımda durmuştu. Ama ben korkarak içeriye almayı reddetmiştim. Şuan ise tam anlamıyla buradaydı. Makyaj masama ilerlediğimde elimde olan telefonumu sakince bıraktım. Diken üstünde yürüyormuş gibi hissediyordum. Bedenimde adlandıramadığım bir heyecan vardı ve bu heyecan hiç iyi yönde gidecek gibi gelmiyordu. Bana doğru gelen adım sesleri ise heyecanımı arttırmaktan başka bir işe yaramıyordu. Hızla ben de ondan uzaklaşmak adına yatağımın olduğu yere doğru adımladım. Devasa oda küçük gelmeye başlamıştı. Benim yürümem ile ise adımlar yine durmadı. "Kaçak." Ona bakmamaya çalışarak konuştum. "Efendim." Acilen bir şey ile meşgul olmam gerekiyordu. Aklıma gelen ile hızla yön değiştirdim ve yanıma gelen bedenin tersine doğru adımladım. Dolap. Dolap gayet mantıklıydı. Ben dolabımı asla düzenlemezdim. Şuan gayet düzenlenebilirdi. Kıyafetlerim. Kıyafet de seçebilirdim. Sonuçta bir sürü elbisem vardı. Ben neden böyle duruyordum? Ya da dışarı çıkabilirdim. Ama dışarısı çok korkunç olurdu. Ama ev küçüktü. Evet. Heyecanım tavan yaparken o adım sesleri yine yaklaştı. Hızla dolabı açtım. Hay sıçayım. Kim düzenledi lan buraları? Bahane. Düşün. Düşün Çisem. Bahane uydurmam lazımdı. Doğru. Kıyafet seçebilirdim. Kıyafet. Elbiselere baktım. Elim birini seçmek için uzanmıştı ki duraksadım. İyi de onun yanında mı giyinecektim? Saçmalama Çisem. Elbette ki onu çıkartıp öyle giyinecektim. Ama onun karşısına böyle geçebilir miydim? Evet. Hayır. Dolabın bir anda kapatılmasıyla gözlerimi kapattım. Bahanelerim bitiyordu. "Kaçak." Mecburen ona doğru döndüğümde kalbim daha da hızlandı. Yüzünde hafif bir tebessüm vardı. Ama o siyahlarda benim gibi çekingen bakıyordu. Bana doğru bir adım daha attığında kaçmak istedim lakin olmadı. Ayaklarım geriye gitmedi. Her zaman çocukluğuma bağlardım ama bu sefer kendimdendi. Öyle bir heyecan vardı ki ölecek gibiydim. Aynı zamanda da bedenimde istemsiz bir korku vardı. Ona baktığımda aklıma gelen tek şey yaptığımızdı. Düşünmeyi sürekli reddedip farklı sonuçlar çıkarsam da şuan öyle bir seçeneğim yoktu. Derin bir nefes verdiğinde gözleri gözlerimi buldu. "Konuşalım mı?" Konuşmak. Çok güzel bir eylemdi. Ama ben şuan o güzel eylemi yapabileceğimi düşünmüyordum. Bu sefer ise adımlarım sonunda gerçekleşti ve geriye doğru gittim. Ardından harika derecede olan o mükemmel bahanemi söyledim. "Canım bir anda pırasa çekti. Ben en iyisi mutfağa gideyim sonra konuş-" Gitmek için arkamı dönmüştüm ki laflarımı bile tamamlamama izin vermeden bileğimden çekildim. Kokusu ciğerlerime dolarken vücudum bahanem olan o dolaplara yaslandı. "Bence kaçmak için pırasa bahaneni artık bırakmalısın." Bahane mi? Pırasa ve bahanenin nasıl bir alakası olabilirdi? Kalbimi ve yakınlığımızı hiç umursamadığım için hemen konuştum. "Bahane falan değil canım pırasa çekti, ayrıca açım ben." Tekrar geçmek için adım atmaya çalışacaktım ki mükemmel kapım ile aramıza kolu girdi. Kalbim acilen sakin olmalıydı. Bana biraz daha eğildiğinde gözlerine bakmamalıydım. Düşüncelerim ve korkularım yakınlığımız ile son buluyor gibiydi. "Kaçak." Hay edeyim ama şuan o siyahlara bakıyordum. Gözleri ise doğruca üstümdeydi. Derin bir nefes verdi ve dakikalardır söylemek için çırpındığı şeyi söyledi. "Bana kızgın mısın?" Heyecanımı sorusu ile bir kenara kaldırdığımda gözlerini yeni fark ettim. Çocukluğumu biliyordu. Gittiğini biliyordu. Saatler önce kapıma geldiğinde Ceylin onu çağırmıştı. Ondan sonra da bir daha gelmemişti. Belki de gelememişti. Ceylin... Anlatmıştı ona her şeyi. O ise kızgın olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu. Peki ben nasıldım? Kızgın mı? Asla. Ama canım acıyordu. Çocukluğum gittiği için ağladığım odamda onu götüreni suçlayamıyordum. Çünkü bu onun da suçu değildi. Bu benim lanet kafamda anlam veremediğim bir düşünce sonucu gelişen saçmalıktı. Çocukluğum... Gelmesi için her şeyi yapardım. Ama çocukluğumun da bildiği ve tek yapmayacağım şey karşımda olan siyahları göndermekti. O beni, bana rağmen kabul etmişken çocukluğumun da bu durumu böyle kabul etmesi gerekirdi. Burada suçlu olan dediğim gibi benim zihnimdi. Hafifçe gülümsedim. Gülümsemem ile gözlerinde olan bütün kaygı son bulurken mırıldandım. "Gitmediğin için kızgın olamam." Gözleri gözlerimi bulurken kalbime rağmen konuştum. "Kaldığın için teşekkürler." Yüzü benim Manyak'ıma dönerken bu yakınlık bana artık çoktu. Hızla onu ittim. "Ben de pırasa yiyeceğim şimdi." Bedeni biraz olsun gerilemişken fırsatımı kullanacaktım. Ama beklediğim olmadı. Yürümem ile onun ayağına takılıp düşecektim ki beni tuttu. Gözlerim şokla açılırken kanımda olup heyecan pompalayan zıkkımın adı neyse ona sıçacaktım şimdi. Onun gülüşünü duyduğumda bedenim ona yaslıydı. Gözlerimi kapattığımda ise manyak herif durmayıp bir elini belime doladı. "Pırasayı boş mu versek?" Kulağıma eğilmesi ile bütün bedenim uyarılırken hızla ellerim belimde olan eline gitti. Bu bana çoktu. Kalbim dayanmazdı. Ne demek pırasayı boş vermek? Ne olacaktı? Ben o meyveyi, aman sebzeyi yemek istiyordum. Belimi bırakması için ben uğraşırken ise o bırakmadan biraz geriledi. Lakin bu sefer sesi farklı çıktı. "Kaçak." Derin bir nefes verdim. Bıraksa kaçacaktım evet. Ama bırakmıyordu. Elini saçlarımda hissettiğimde ona döndüm. Kaşları çatılmıştı. Bana baktığında ne olduğunu anlamıyordum. "Senin amacın hastalanmak falan mı?" Ne? Anlamıyordum ve ağlayacaktım. "Pırasa hastalığa çok iyi gelir." O bana bakıp derin bir nefes verdiğinde belimde olan elini bıraktı ama bu sefer elimi tuttu. Pırasadan bıkmış gibiydi. Beni tekrar sürüklediğinde mırıldandı. "Kapıyı açmadığında da ıslak ıslak durdun değil mi?" "Evet. Hayır." Beni yatağa oturttuğunda sonunda elimi bırakmıştı ki konuştu. "Orada beni bekliyorsun." Bok beklerdim. Arkasını döndüğünde kalkacaktım ki tekrar bana bakmasıyla hafifçe gülümsedim. Hay ağzıma edeyim. Oturmamı işaret ettiğinde ofladım. Ne yapacaktık da ben onu bekliyordum? Hayır neden? Tekrar oturduğumda sonunda önüne döndü ve ilerledi. Ben boş boş arkasından bakarken saçlarıma bakındım. Aklıma gelen ile gözlerimi şok ile açtığımda hızla ayaklandım. Asla ve katiyen böyle bir şey olamazdı. Hızla kapıya doğru koşmuştum ki lavabodan çıkan bedeni beni yakaladı. "Yemeyeceğim gel." Gözlerimi kapattım. Adımlarım lavabodan içeri giderken o çoktan bana çatık kaşlarla bakıyordu. Aynada beni önüne sabitlediğinde ağlayacaktım. "Çocuk gibisin." O söylenirken çoktan saç kurutma makinesini prize takmıştı. Islak saçla dolaşsam ölmezdim değil mi? Yine de sinir ile aynadan ona baktım. "Tamam çık sen, ben yaparım." Sinirli gözleri beni bulduğunda ifadesi değişti. Ardından kafasını olumsuzca salladı. Ona anlamayarak baktım. Ne demek hayır? "Ben yapmak istiyorum." Sinirlenmeye başlıyordum. Yapacaktım işte. Niye itiraz ediyordu. Yapmam bile büyük bir lüksken hem de. Ona aynada bakmak yerine döndüm. "Çocuk olan sensin. Ver yapacağım işte, çık sen." Bana doğru eğildiğinde elinde tuttuğu şeyi kaçırdı. Ardından üstün bir ciddiyet ile kafasını yine olumsuzca salladı. "Ben yapacağım." Artık heyecanımın yerini sinir alıyordu. Ofladım. "Ya ne anlarsın sen saç kurutmaktan ver işte." Söylediğime alınmış bir ifade takındı ve kafasını eğdi. "Bu ne? Ne farkı var? Aynı." Kendi önüne dökülen saçlarına bakıp bir de kendi saçıma baktım. Ciddi olamazdı. "Sence aynı mı?" Ofladığında gerçekten çocukluk yapıyordu. Ayrıca istemiyordum. Ben kuruturdum. O ise beklemediğim bir biçimde omuzlarımdan tutup beni geri çevirdi. "Sus Kaçak." Derin bir nefes verdim. Tekrar söyleneceğimde ise sesimi bastıran makineyi açması oldu. … Gözlerimi açık tutmaya çalıştım. Cidden ağlayacaktım. Kafamda olan uğultu dibimde olan makinadandı. Bitmiyordu. Kaç dakika olmuştu? Sıcak havadan uykusu gelen bedenim ayakta duramıyordu artık. Aynadan sıkıntı ile ona baktığımda oldukça ciddi bir biçimde hala lanet saçımı kurutmaya çalışıyordu. Lakin makineyi bir saniye bile yerinde tutmadığı için saçıma hava dokunup geçiyordu sadece. Kaç kere denesem de öküz inat etmişti. Bunu insanlar romantik birer aktivite olarak yapıyor diye biliyordum. Ben ise sıcaktan bayılmamak için çaba gösteriyordum. Ama yeterdi artık. Dönmeme izin vermeyeceğini bildiğim için elimi kaldırdığım gibi fişe takılı olan kabloyu çektim. "Kaça-" "Yeter!" Eli saçımda dolaştığında aynada kafasını olumsuzca salladı. "Nemli daha olma-" "Ben gidiyorum." Sertçe arkamı döndüğümde o beni engellemeye çalışacaktı ki elimi kaldırdım. "Tek kelime etmiyorsun. Çekil." Onu sertçe iteklediğimde kendimi odamda bulduğum yatağıma attım. Gözlerim kapanırken derin bir nefes verdim. Yatağın soğuğu bile bana iyi gelmişti. Kestirme kararı aldığım saçlarımı ise yanan ensemden çektim. "Abarttın." Homurdanan sesini umursamadım. Feci uykum gelmişti. Kalbim bile sıcaktan gevşeyip ona olan tüm duygularını atmış gibiydi. Ya da tamamen uykumdan dolayıydı. Lavabo kapısının kapanmasını duyunca gidecek diye rahatlamıştım. Ta ki adımları bana doğru gelinceye kadar. "Camı açsana." Ev zaten sıcaktı. Bir de üstüne sıcakta durmuştum. Pişmiş gibi hissediyordum. "Saçmalama." Derin bir nefes verdim. Ben sıcak insanıydım bir kere. Ama bu duruma getirmişti beni. Şimdi de gelmiş saçmalama mı diyordu? Yatakta hissettiğim beden ile hızla gözlerimi açtığımda belimden çekildim. Dibimde onu gördüğümde bu sefer sinir ile bağırdım. Aşkına da sevgisine de başlardım. Yanıyordum lan. "Manyak sıcak diyorum, sırnaşıp durmasana!" Ben sinirle onu ittirmeye çalıştığımda beklemediğim bir biçimde güldü. Ben bağırıyorum adi herif sen niye gülüyorsun? Ona anlamadığım bir biçimde baktığımda bana doğru biraz daha eğildi. "Ne dedin sen az önce?" Sinir ile ofladım. "Sağır mısın sen? Sıcak diyorum daha da geliyorsun." Onu ittireceğimde inadına beni kendine daha çok çekti. "Onu demiyorum, bana ne dedin onu diyorum?" Neyi demiyordu da neyi diyordu? Sıcak artık kafa yapmıştı. Benim anlamadığımı anladığında gülüşü genişledi. Hay sıçayım ki onun gülüşü ile benim de kalbim hızlandı. "Manyak cidden daral-" Ne dediğimi kendim anladığımda dudaklarımı dişledim. Tüm sinirim bir anda uçtu. Ona aptal aptal baktığımda gülüşü büyüdü. Gözleri dişlediğim dudaklarıma kaydığında hızla serbest bıraktım ve kafamı yatağa gömdüm. "Ay sen onu diyorsun." İkidir ben buna Manyak diyordum. Uzun zaman sonra. Alttan alta ben de sırıttığımda kafamı geri çıkardım. Hala bana bakıyordu. "Onu diyorum." Bana biraz daha eğildiğinde kalbim her zaman ki hızına erişmiş şimdi yeni rekor kırmaya çalışıyordu. Bedenime lanet sıcakta iyice sıcak basarken elimle onu ittirdim ve ters döndüm. "Neyse ne. Uyuyacağım ben." Konu değiştirme hızımda bugün rekorlara ulaşmıştım. Çevirdiğim bedenimin arkasında kalan ona bakış attığımda hala bana gülerek bakıyordu. "Ama istersen demem bir daha." Bu sefer sırıtan ben iken onun yüzü dediğim ile düşmüştü. Sinirle gerilen yüzü ile bedenini kaldırdığında ona anlamayarak baktım. "Bence de uyu sen." Ayaklarımın ucunda olan örtüyü bedenime çektiğinde şokla ona baktım. Kendisi de yanıma tekrar yattığında mırıldandı. "Saçmalamaya başladın." Şuan onda falan değildim. Üzerime örttüğü şeye şokla bakıyordum. Ciddi miydi bu? Sinirlerim artık üst seviyedeydi. Delirmiştim resmen. "Ya ben sıcak diyorum sen gelmiş üstümü örtüyorsun! Çekil şuradan!" Onu ittireceğimde güldü. Bedenimi kaldırdım. "Gül sen! Gidiyorum." Gözlerini bana çevirdi. "Pırasa mı yiyeceksin?" Sinir ile yastığı yüzüne geçirdim. "Beyinsiz aptal salak!" Kalkacağımda beni kendine çektiğinde üzerime eğildi. Yakınlık ile yine bütün sinirim geçerken tekrar sırıttı. Kendimi hamile ilan edeceğim şimdi. Bu duygu değişimlerinin başka bir açıklaması olamazdı yoksa. "Manyak da de ki tam olsun." Yutkunduğumda gözleri gözlerime bakıyordu. Lanet olsun ki kalbim yine deli gibi atıyordu. Ancak hafifçe güldüm ve hafifçe mırıldandım. "Çok beklersin." Güldüğünde gözleri gözlerimden ayrıldığı gibi benim gülen dudaklarımı buldu. Kalbim daha da hızlandığında bu sefer fısıldadı. "Belki de beklemem." Dediği ile eğilmişti ki daha yeni lanetler yağdırdığım örtüyü çektiğim gibi kendimi kapattım. O gülerken rezilliğime ağlayacaktım. O üzerimden çekilirken daha da aptal olan o cümlemi kurdum. "Uykum kaçacak." Eli belime dolanırken mırıldandı. "Bir o kaçmamıştı zaten Kaçak." Rezillik. Büyük rezillikdi hem de. … Hafifçe tebessüm ettim. Karanlığı hissediyordum. Yıllardır uyuyamadığım uykuyu sanki bugün uyumuştum. Derin bir nefes verdim. Kabus olmadan, ses olmadan, huzurlu bir uykuydu. Uzun zamandır tatmadığım bir histi. Gülümsemem büyüdü. "Manyak..." Fısıltımın ardından yattığım yerde döndüm. Üzerimde örtülü olan örtü gülüşümü büyüttü. İnatçı pislik. Ses gelmediğinde hala uyuyordur diye gözlerimi araladım. Karanlık odada ise yatakta gördüğüm boşluk beni tedirgin etti. Arkama da baktığımda gitmiş olduğunu anladım. Bir şey olmuş olamazdı değil mi? Bir kabus daha olamazdı bu. Derin bir nefes verdiğimde abarttığımı fark ettim. Bedenimi yatakta doğrulttuğumda hemen yanımda kendi telefonumu gördüm. Saate bakmak için aldığımda aklıma geldi. Bu şey en son makyaj masamda değil miydi? Telefonu açtığımda saatten önce gördüğüm bana gelen mesajdı. Hafifçe güldüm. Saate bile bakmadan mesaja tıkladığımda ondandı. Aras'ın kaydetmesini ise umursamamaya çalıştım. "Hayatım aşk göteleği. (manyak)" Hafifçe gülmeden edemedim. Aşk göteleği. Harikaydı. İsme takılmamaya çalışarak mesaja baktığımda gülümsemem büyüdü. "Aşağıda seni bekliyorum." Mesajdan çıktığımda başka bir mesaj gördüm. Aras onu da ilginç bir biçimde kaydetmişti. "Sarışın iki." Sarışın iki büyük ihtimal Deniz olmalıydı. Mesaja tıkladığımda tebessümüm donuklaştı. "Uyanır uyanmaz süslenip geliyorsun. Eşofmanla gelirsen seni mahvederim." Derin bir nefes verdim. Ardından uyku uyanıklığı ile bende yazdım. "Niye süsleniyorum sorabilir miyim acaba?" Gönderdikten birkaç saniye sonra aktif olduğunda yazdı. "Gelince öğrenirsin. Hadi çabuk." Kaşlarım çatıldı. Neden süsleniyordum ben ya? Umursamamaya çalışarak yataktan kalktım. Zorlukla ışıkları açtığımda gözlerim acıdı. Kendime çeki düzen verdikten sonra Deniz'in söylemi gereği dolabıma yöneldim. Niye süsleniyordum ben ya? Evin içindeydik işte. Herkes de ağzımdan kan akarken bile beni görmüşken eşofmanla çıkmam bence hiç bir sorun teşkil etmezdi. Yine de gözüme kestirdiğim elbise ile istemsizce gülümsedim. Koyu mavi elbise. Bunu ne zaman aldığımı bile hatırlamıyordum. Sakince indirdiğimde gece mavisi rengi gözlerime resmen beni giy diye haykırıyordu. Fazla abartı mıydı acaba? Biraz kısaydı. O sırada Manyak'ın konuşması aklıma geldi. "O piçe hazırlanıyorsun da bana niye hazırlanmıyorsun sen hiç?" "Of. Ne biçim hayaletsin sen ya? Her şeyi ben mi söyleyeceğim illa, sen anlamayacaksan bırak bu işi." "Son kez söyle sonra hep ben anlarım merak etme." "Salaksın. Utandığım için çıkamam işte. Neyini anlamıyorsun sen?" Hafifçe tebessüm ettim. Utanırdım. Ama yine de içimden giymek geldi. Abartısı da umurumda değildi. Suçu Deniz'e atardım. Fazla düşünmeden elbiseyi giydiğimde gözlerim aynadan kendime baktı. Saçlarım açık kalan omuzlarımdan dökülüyordu. Pürüzsüz bir vücudum yoktu. Kollarımda olan yaralara dikkatle bakıldığında belli olabilirdi. Bacaklarımda olan morlukları kapatabilirdim. Ama bıçak yaraları gitmezdi. Aynaya daha fazla bakmadım. On beş, on altı yaşında moda dergilerine bakıp pürüzsüz o vücutlara özenirdim. Kendi yaralarıma lanet okurdum. Ama şimdi öyle değildi. Yaralarım hayatımı anlatırken onlardan nefret etmezdim. Saçlarımı taradığımda abartmak istemedim ve salık bıraktım. Kahve tutamlarım belime geliyordu artık. Gülümsedim. Yiğit uzun severdi. Bu yüzden asla kısaltmazdım. Yüzüme makyajı abartmadan yaptığımda fark ettiğim şey gözlerim oldu. Elbise ile sanki mavilerim daha da canlanmıştı. Belki de çocukluğum gittiği içindi. Ama çok kötü değildim. Sabahki gibi değildim en azından. Çünkü elimi tutan insanlar vardı. Manyak gibi mesela. Daha fazla oyalanmadan ayağıma siyah yüksek topuklularımı giydim. Boyum uzarken ayna da son kez kendime baktım. Güzel gözüküyordum. Askısız elbise her ne kadar rahatsız hissettirse de güzeldi. Derin bir nefes verdiğimde daha da bakarsam elbiseyi çıkartacağımı bildiğimden odamdan telefonumu alıp çıktım. Ancak beklemediğim hemen kapımda gördüğüm o yüz oldu. Bedenlerimiz çarpmamak için son anda dururken o hayretle bana baktı. "Çüş!" Ağzından kaçırdığı ile üstüme bakındım. Tedirginlikle ona döndüm. "Deniz dedi, çok mu abartı olmuş?" Sarı kafa hala beni süzerken onun da takım elbise giyindiğini gördüm. Şuan karşımda harika duruyordu. Dergilerden fırlamış modeller gibiydi. Niye böyle giyinmiştik? Elini bana uzattığında sırıttı. Sakince tuttum. Beni etrafımda döndürdüğünde güldü. "Korlu aklını yitirmese harika olur. Fıstık gibi olmuşsun." Ona anlamayarak baktım. "Niye böyle giyindik?" Derin bir nefes verdi ve beni koluna kattı. Ardından sakince adım attığında mırıldandı. "Kerim dedi. Ben de bilmiyorum. Sanırım birisi gelecek." Anlamış gibi kafa salladım. "Sen niye gelmiştin?" Bana döndüğünde konuştu. "Deniz yolladı. Hanımefendinin işi varmış." Yürüyen adımlarım dediği ile kesildi. Ona döndüğümde neden yürümediğime bakıyordu. Hafifçe güldüm. "Siz Deniz ile ne iş Aras Bey?" Yüzü donuklaşırken gözlerini kaçırdı. Kolunu çekiştirdim. "Söylemezsen saçlarını bozarım." Elim taradığı saçlarına uzanmıştı ki eğildi. "Sakın!" Elimi tuttuğu gibi indirdiğinde saçını kendince düzeltti. Fazla iyiydi yine. "Yok bir şey, sadece konuşuyoruz öyle." Ona inanmayarak baktım. "Yeme beni. Hayatta inanmam." Derin bir nefes verdiğinde bu sefer gözlerime baktı. "Karışık Çiso. Hiç girme oralara. Ayrıca hala Aras diyorsun gözümden kaçmadı." Konu değiştirme çabasına beni ilerletmesiyle dahil oldum. "Anlatacağına söz ver ben de konu değişikliğine ayak uydurayım." Bana baktığında kafasını olumluca salladı. Ardından mırıldandı. "O uyuzu affedip beni affetmemen çok kırıcı. Ne yani ben de mi tutup öpe-" "Saçmalama aptal." Salağa sinir ile baktığımda sırıttı. "Yani barışmanıza o kadar ben yardımcı olmuşken bence affedilmeliyim. Özellikle Eren malını da ben geri dönmesi için aramışken." Gözlerimi kaçırdığımda haklı olduğunu biliyordum. Kafamı onaylar biçimde salladım. "Şartım var ama." Güldü ve konuştu. "Kabul." Aptaldı gerçekten. "Keşke önce bir duysaydın." Omuz silkti takmıyormuş gibi. "Söyle ama kararım yine aynı." Hafifçe ben de güldüm ve mırıldandım. Çok güzel pislik yapılırdı bu dediğine. "O zaman yarın kuaföre gidiyoruz." Bana anlamayarak baktığında mırıldandı. "Bakım falan mı yaptıracağız? Niye?" Gülüşüm büyüdü ve saçlarını işaret ettim. "Bence siyah sana çok yakışır-" Hızla kolumdan çıktığında küfretti. "Çek silahı vur daha iyi." Gülmeye başladığımda sinir ile çocuk gibi önden yürümeye başladı. "Sarı! Şaka." "Seninle konuşmuyorum." Gülüşüm büyüdü. Gerçekten çocuk gibiydi. "Sarı, tamam ya hadi." Adımları durduğunda arkasını döndü ve beni süzdü. Ama Sarı demem ile rahatladığını gizlemedi. "Bir şartla affederim." Ona ne şartı der gibi baktım. Güldü ve beni işaret etti. "Bence sana da sarı çok yakışı-" "Çek silahı vur daha iyi." Onu taklit ettiğimde bu sefer surat asan bendim. Her ne kadar yapmacık bir küslük olsa da önden yürüyen bedenime bu sefer gülerek o yetişti. Elini omzuma attığında mırıldandı. "İkimiz de aynı anda ateş edip ölsek nasıl olur?" Ona baktığımda kınadım. "Sen hile yaparsın, benim silahım boş olur." Salona yaklaştığımızda beni durdurdu. "Böyle olmaz." Ona anlamayarak baktığımda boğazını temizledi ve elini omzumdan çekti. Kendini düzelttiğinde içeriye bakacaktım ki beni çekiştirdi. Hala anlamazken saçını düzeltti ve bana eğildi. "Dur Çiso, o konuyu sonra tartışırız." Kendi saçı yetmezmiş gibi benim saçımı da düzelttiğinde son bir kez bana baktı. Ardından onaylıyormuş gibi kafa salladı. "Evet, Eren bayılabilir şimdi." Hafifçe güldüğümde gözleri dudaklarıma kaydı ve yüzünü buruşturdu. "Bu elbiseye koyu ruj giderken sen doğal formatta kalmaya aman devam et Çiso." Derin bir nefes verdim. "Modelinizi hazırladıysanız girebilir miyim bay Sarı." Hafifçe güldü ve elini uzattı. Düşünmeden koluna girdiğimde göz kırptı. "Fena değilsin yine de ama bak ciddiyim koyu renk da-" "Sus artık Sarı." Onu ben yürüttüğümde boğazını temizledi. Görünüşe bir insan bu kadar önem veremezdi. İçeriye girdiğimizde ilk gördüğüm kişi ayakta takım elbise giyen Kerim oldu. Gözleri beni bulduğunda elbise giymeme alışık olduğu için pek takmadan önüne geri döndü. Onun hemen yanında olan Ceylin tebessüm ederken beğenmiş bir ifadeyle bana baktı. En dipte gördüğüm kişi ise gün boyu görmediğim Erdem'di. Bir kenara sinmiş içki içiyordu. Herkes takım elbise giyinirken ise o rahatlığından ödün vermeyip bir gömlek giymiş ve gelmişti. Beni görmemişti bile. Uykudan uyandırılmış da zorla getirilmiş gibiydi gerçi. Görmemesi normaldi. Umursamadım. Gözlerimin aradığı kişiyi tararken ise ondan önce sarışınımı buldum. Giydiği koyu yeşil elbise üzerinde mükemmel durmuştu. Saçlarını ise dalgalandırmıştı. O ise bana değil yanımda ki felakete bakıyordu. Sarı'ya döndüğümde o da Deniz'den farksız değildi. Yutkunduğunda ona eğildim. "Dünyadan Sarı'ya. Modelimiz Deniz hakkında ne düşünüyorsunuz?" Hafifçe gülümsediğinde mırıldandı. "Felaket bir şey olmuş." Bir eksik bulamaması beni şaşırtırken kolundan onu itekledim. "Git kıza da söyle bari bu harika düşünceni." Benim iteklemem sonucu afallarken mecburen yürümeye başladı. Ben sırıtarak ikisine bakarken ise gözlerim sonunda aradığı kişiyi buldu. Lakin Sarı'ya dediğim her şey ben de kala kaldı. Siyahlar masanın yanından bana bakarken gözleri başka hiçbir şey görmüyor gibiydi. Kalbim hızlanırken giydiği muhteşem siyah takıma baktım. Bilerek yapıyor gibiydi. Ben o siyah gözlerine ölürken giydiği simsiyah takım tüm bedenine öyle bir uyum sağlamıştı ki gözüme daha cezbedici görünüyordu şuan. Saçlarını o da şekillendirmişti. Kim içindi bu hazırlık bilmiyordum ama umurumda da değildi. Onu böyle görmüştüm ya... Fazla iyiydi. Çok iyiydi. Yutkunduğumda saniyeler içinde şükürler olsun ki birimiz bir tepki verdik. Siyahlar hafifçe gülümsediğinde aklım başıma gelmiş gibi ben de tebessüm ettim. Kalbim bununla bile mahvolurken o fazlasını yaparak bana doğru bir adım attı. Adımlarının dahası gelirken ben yerimden kımıldayamadım. Bedeni bedenime yaklaştığında kalbim daha da hızlandı imkanı varmış gibi. "Kaçak." Sesi ile tebessümüm büyürken ben de onun gibi mırıldandım. "Manyak." Hafifçe güldü. Gözleri tekrar bedenimi süzdüğünde ağzının içinde bir şeyler fısıldadı. Anlamadığımda ona doğru eğildim. "Bir şey mi dedin?" Yüzü daha da gülerken gözlerime tırmandı siyahları. Ardından kolunu uzattı. "Gelsene sen benimle." Bir koluna bir ona baktım. Bir adım ona doğru attığımda mırıldandım. "Nereye gidiyoruz?" O da bir adım attığında mırıldandı. "Gideriz bir yerlere." Kanım kaynamaya başlarken masayı işaret ettim. "Yemek birazdan başlayacak ama." Gözleri hiçbir şeyi umursamaz gibiydi. Bana bir adım daha attığında aramızda pek bir şey kalmamıştı. "Başlasın." Hafifçe güldüm dediğine. Arkamızdan bize doğru gelen ile gülüşüm büyüdü. "Biz de burada kalmak zorunda kalacak gibiyiz." O anlamasa da hiç merak ediyor gibi değildi dediğimi. Lakin tüm dikkatini dağıtan omzuna atılan el oldu. Onun bedeni geri çekilirken ise gözlerim ayrı bir yakışıklıyı karşıladı. "Senden önce ben alıyorum onu Eren." Elini bana uzattığında memnuniyet ile kabul ettim. Takım giymeyi pek sevmese de bugün o da giymişti. Onu böyle görmeyeli uzun zaman olmuştu. Beni etrafımda döndürdüğünde bugün ilk defa içten gülümsedi. "Çok güzel olmuşsun." Hafifçe güldüm ve ona baktım. "Sen de çok yakışıklı olmuşsun." Kaan'ın hemen yanında olan Manyak derin bir nefes verdiğinde Kaan sırıttı. "Hangimizin daha iyi olduğu seçildiğine göre seni ben alıyorum." Kolunu uzattığında sırıtıp koluna girdim. Manyak bana şok ile baktığında dudak büzdüm. "Abilere her zaman öncelik verilir, üzgünüm Manyak." Daha fazla ona bakamamamın sebebi Kaan'ın bedenimi ilerletmesi oldu. Beni küçük masalardan birisine çektiğinde önüme bir bardak içki koydu. Ben ise aslında neden çağrıldığımı anlamış oldum. Yüzü gülerek hala bana bakarken fısıldadı. "Babam seni böyle görmeliydi." Tebessümüm dediği ile donuklaşırken canım acıdı. Yine de bozmamaya çalışarak içkimden bir yudum aldım ve ben de fısıldadım. "Bizi görmeliydi." Onun da yüzü kederli bir hal alırken yine de gülümsedi. Ben ise onun konuyu açmasını beklemeden hem de acımı unutmak adına mırıldandım. "Konuşalım." Odayı hafif bir müzik doldururken bu kadar hazırlığın neden olduğunu bilmiyordum. Ama umurumda değildi. Kaan derin bir nefes verdi. Ardından kendi bardağından bir yudum aldı. "İstersen bu anı mahvetme-" "Kaan, sabahtan beri berbat bir haldesin. Anlat da kurtul." Sıkıntıyla etrafa baktığında bana doğru yaklaştı küçük yuvarlak masa da. Ben durumun ciddiyetini anlayamazken mırıldandı. "Dediğin kişiye baktım." Ona döndüğümde heyecanlandım. "Bulabildin mi? İsmi ne? Soy adı ne? Nereli?" Bana ciddiyetle baktığında bardağından bir yudum daha aldı. Lakin ben o isimsiz çocuğu anlatmasını beklerken bana eğilip elimi tuttu. Destek olmak ister gibi. "İş düşündüğümüzden sıkıntılı. O çocuğa ulaşmak imkansız olabilir." Bedenim gerilirken anlamıyordum. Ne demek imkansız olabilirdi? Bıçak ondaydı. Ona endişeyle baktım. "Neden ki? Niye yani?" Sıkıntı ile nefes verdi. "Sait tek bir iş yapmıyor. Her yola atılmış. Her yolu ise kusursuzca döşemiş." Bedenime bir huzursuzluk çöktü. Bunun o çocuk ile ne alakası vardı. Elimi daha sıkı tuttu. "Çisem bu işte en önemli olan ne biliyor musun?" Bedenimi bir korku sardı. Yutkundum. Ancak tek yapabildiğim kafamı olumsuzca sallamak oldu. "Para." Anlamıyordum. Para ne alakaydı o çocukla? "İstersen milyonları sat. İstersen binlerce silah, uyuşturucu, taş sat ama önemli olan para." Anlamıyordum. Lanet olsun ki bu işe kafam basmıyordu. "Kaan, anlamıyorum." Derin bir nefes verdi. Ardından anlamamı sağlayacak o cümleleri kurdu. "Milyonlarca şey satsan da temize geçirmezsen paranın hiçbir anlamı kalmaz. O parayı temize geçirmezsen sadece bir hiçtir." Gözlerimi kapattığımda derin bir nefes verdim. Bunu yapan babamdı. Babamın önemini vurguluyordu bana. Ama o çocuk... O çocukla ne alakası vardı bunun? Anlamıyordum. Elimde olan bandajları tırnakladım. Yaralarım sızladı. "Babam en önemli hat mı yani?" Gözlerimi araladığımda Kaan dakikalar sonra kafasını olumsuzca salladı. Kaşlarım çatıldı. Nasıl? "Öyle sanıyormuşuz." Öyle mi sanıyormuşuz? Lanet olsun ne oluyordu? Kaan sıkıntı ile soludu. "Çisem, sadece altı kişi olmayabilirler. Sadece altı yol olmayabilir." Kaşlarım çatıldı. O ne demekti? Dahası mı vardı? Kaan etrafına bir kez daha baktı. "Silah, uyuşturucu ve taşlar. Sence tüm bunları tek bir şirket üzerinden temizleyebilirler mi?" Ona anlamayarak baktım. "İyi de şirket neredeyse tüm ülke ile anlaşma yapmış." Binlerce şirketle, otelle, ticari yerler ile ilişkileri vardı. Bir şekilde halledilirdi o para. Kaan kafasını olumsuzca salladı. "Yetmez. Bu onlara yetmez. Eğer bu işten biraz olsun anlıyorsam bu kazandıkları paranın neredeyse yüzde ellisini karşılar." Bedenim gerildi. Bu ne demekti? Başkası mı vardı? Kimdi? Kaan hafifçe güldü. "Çisem, o çocuğun Sait ile hiçbir alakası yok." Bedenim gerilirken anladıklarım ile şokla açıldı. Kaan ise devam etti. "Ne adı var ne de sanı." Ona korku ile baktığımda gerginlikle kafa salladı. Ardından düşüncelerimi o dile getirdi. "Bir insan bir hazineyi saklamak için sence herhangi bir yol açar mı?" Sait altı yol açmıştı. Ama en önemli, tüm paraların ortak olduğu o yol kapalıydı. Kaan'a baktığımda anlıyordum işte. "O yolu yok eder yine de açmaz." Kafasını evet anlamında salladı. Anladığımı anlamıştı. İyi de saçma değil miydi? Küçücük bir çocuğun en önemli hazine olması. Tedirginlikle etrafa baktım. Siyahlar doğruca üzerimdeydi. Kafamı olumsuzca salladım. "Diyelim ki bu çocuk en önemli kişi." Kaan elini bu sefer ben sıktım. "Kaan o daha çok küçük, ben bu yaşımda bu tür işleri anlamazken öyle bir şey olanaksız." Kaan derin bir nefes verdi. "Biliyorum." Ben ise aklıma gelenleri sıraladım. "Ayrıca o yemekte olması saçma değil mi? Madem bu kadar önemliyse o yemekte olmamalıydı. Benden sonra geldi. Kısaca Sait onu çağırmayabilir-" Aklıma gelen ile kendi cümlemi yuttum. Kaan bana bakarken Sarı'nın ve Manyak'ın sözleri zihnimde yankılandı. "Babanın işi bu!" "Hadi Kaçak. Seninle sonra görüşücez, babana selam söyle." Hafifçe gülümsedim. Babası vardı. Çocuğun babası vardı. Kaan bana baktığında mırıldandım. Bedenimi bir heyecan kapladı. "Babası var. O bu yaşta tüm bunları yapamaz ama gayet de güzel Sait ile babasının iletişim ağı olabilir. O hazineye çıkan kestirme." Kaan dediklerim ile yüzü aydınlanırken konuşmasını engelleyen o şey oldu. "Ne hazinesi?" Bedenim duyduğum ses ile korkarken siyahlar doğruca bana bakıyordu. Kaan'ın elinden ayrıldığımda derin bir nefes verdim. Kalbim duyması ihtimali ile korkuyla hızlanırken Kaan oldukça soğukkanlı bir biçimde benim yerime konuştu. "İşle ilgili." Manyak anlıyormuş gibi kafa salladığında o da yanımıza doğru tamamen geldi. Sıkıntıyla nefes verdim. "Ne o? Hazineciliğe mi başladın?" Kaan hafifçe güldü. Şuan arada kalmıştım. Ama Kaan asla geri adım atmadı. "Evet. Büyük bir para var işin sonunda." Hafifçe güldü Manyak. Ardından o da masada duran bardaklardan birisini aldı. "Ve sen bunu Kaçak'a mı anlatıyorsun?" Kaan meydan okurcasına ona baktı. Araları giderek kötüleşiyordu. Bunun farkındaydım. Olaya dahil oldum. "Doğal olarak. Bilirsin insanları korkutmakta üstüme yoktur. Harika birisine yatırım yapmıştık. Onu diyor Kaan. Değil mi?" Kaan beni onaylarcasına kafasını salladığında Manyak sonunda bana döndü. "Sen para alıp verme işine girmiyorsun diye biliyordum ben." Derin bir nefes verdim. Ardından hafifçe güldüm. "Gerektiğinde elbette ki yardım ederim." Manyak ikimize de baktığında elbette ki bir şeyler karıştırdığımızı anlamıştı. Derin bir nefes verdi. Söyleyemeyeceğimizi biliyor olmalı ki daha fazla üstelemedi. "Konuşmanız bittiyse seni alabilir miyim?" Kaan'a döndüğümde çenesini sıktığını gördüm. Daha fazla yan yana durmamalı gibiydiler. Tebessüm etmeye çalıştım ve kafamı salladım. O daha yeni ki ifadesini tamamen yok ederken bana gülümsedi. Kolunu uzattığında düşünmeden girdim. Birlikte masadan ayrıldığımızda ise beni herkesten uzak bir köşeye doğru çekti koca salonda. Ona doğru baktığımda ise mırıldandı. "Ne halt ediyorsanız bana şuan açıklıyorsun." Sert sesini beklemiyordum. Hafifçe güldüm. "Bir şey yaptığımız yok." Beni en köşeye çektiğinde bedenini bana çevirdi. "Buna inanmamı bekliyor olamazsın değil mi?" Gülümsemem büyüdü. Ardından umursamazca omzumu silktim. "Sen bilirsin, sadece Kaan'ın kız arkadaşından konuşuyorduk." Hafifçe güldü. "Kaan'ın kız arkadaşı nagivasyon mu da kestirmeden hazineye ulaşıyordunuz?" İçimden küfrettim. Bu Manyak oraları duymuştu değil mi? Bozuntuya vermemeye çalışarak gülümsedim. "Kaan'ın özeli. Anlatamam." "Kaçak." Bana doğru bir adım attığında kalbim hızlandı. Şuan çok yakışıklı duruyordu. "Benden habersiz hiçbir işe kalkışmıyorsun." Dediğini anlamadan kafa salladım. Derin bir nefes verdi bu halime karşın. "Ben çok ciddiyim bak bu Sait işi basit bir iş değ-" "Çok yakışıklı olmuşsun." Sözüm ile tüm cümlesi yarım kalırken kızgın olan o yüzü donuklaştı. Ben gülerken aklıma gelen ilk yola sapmıştım. Ve bu yolda onun kapıları bana tamamen açıktı. Dediğime karşın gözlerini kapattığında eli yüzünü buldu. Konuda kalmaya çalışarak gözlerini ovuşturduğunda bana döndü. "İşini çok iyi biliyorsun ama şuan önem-" Ellerim yakasını bulduğunda kendimce düzelttim. "Bence sen sürekli siyah giymelisin." Lafı yine yarım kalırken ben daha da gülümsedim. Kalbim deli gibi atsa da şuan önemli olan bir an önce konuyu değiştirmekti. Ayrıca gayet de doğruları söylüyordum. Siyahları yüzüme yaptığım ile şokla bakarken yutkundu. "Sikeyim böyle işi." Ağzının içinde küfrettiğinde gülümsedim. Ellerim yakasından uzaklaştığında mırıldandım. "Bu arada tercihim Kaan değil sendin." Dediğimin hemen üstüne beklemediğim bir biçimde belimden tutup beni aniden kendisine çekmesiyle gözlerim şokla açıldı. Lakin bu sefer gülümseyen oydu. Sanırım aşırıya kaçmıştım. "Tüm bunları en yanlış anlarda söylemeyi başarmakta üstüne yok." Yutkunduğumda bu kadarı şuan çoktu. Bilerek kaşınmıştım ama yalnız olmadığımızı bildiğim için sorun etmemiştim. Onun ise umurunda değil gibiydi. Kafamı olumluca salladım. "Bence de çok yanlış bir an haklısın, acıktım da ben." Onu olabildiğince nazik bir biçimde uyarmıştım ama gözleri çoktan gözlerimden ayrılıp farklı yerlere gitmişti. "Manyak." Belimde olan eli sıkılaşırken etrafta insanlar vardı. En köşedeydik ama buraya kimse gelmeyecek diye bir kaide yoktu. Beni onaylayan bir biçimde mırıldandığında ben bir kez daha onu ittirdim. "Manyak." Sinir ile etrafa baktım. Bırakmıyordu öküz. "Sen de çok güzel olmuşsun. Söylemiş miydim?" Bana biraz daha yaklaştığında mecburen ona döndüm. Yutkunduğumda hafifçe gülümsedi. Eğildiğinde mırıldandı. "Mavi yakışmış." Kalbim daha da hızlanırken yutkundum. Acilen bir şey yapmam lazımdı. Yoksa bu işin sonu hayra alamet değildi. Hafifçe gülmeye çalıştım. Ona iltifat edip gaza getiren aklıma edeyim. Aklıma gelen ilk şeyi söyledim. "Biliyor musun seni rüyamda gördüm?" Gözleri gözlerime tırmandığında bunu beklemiyordu. Hafifçe güldüm ve mırıldandım. "İkimiz de hakkın rahmetine kavuşmuştuk." Aklıma gelen ilk şeyin bu olması ne kadar da iç açıcıydı. Onun tüm odağı dediğim ile dağılırken mırıldandı. "Ne?" Gülümsedim ve boşluğundan faydalanarak hızla belimden tutuğu elinden kurtuldum. Bedenimi bedeninden kurtardığımda derin bir nefes vermiştim ki beni bileğimden yakaladı. "Sen o yüzden mi o gün..." Ben dediklerim için çoktan pişman olmuşken o bazı şeyleri anlıyormuş gibi yüzüme bakıyordu. Ben tebessüm ettim. "Pırasa var mı ki acaba? Ben bir bakayım." "Kaçak." Beni kendisine çektiğinde gitmeme engel olmuşken kalbim daha da hızlandı. "O gün o yüzden mi öyle kalktın yanımdan?" Derin bir nefes verdiğimde tüm kaçış yollarım tıkanmış gibiydi. Anlıyormuş gibi kafa salladı. "Öyle. Bugün de kan var dedi-" "Manyak." Şaka sanır diye demiştim ama o oldukça ciddiye almıştı ve anlamıştı. Anlamasını ise asla beklemiyordum. Derin bir nefes verdim. Bu konu uzarsa kendimde kalamazdım. Beni kurtaran ise salonda çalan müziği bastıran zil sesi oldu. Zil koca evde yankılanırken içime su serpildi. Her kimse şükürler olsun ki doğru zamanda gelmişti. Boğazımı temizledim. "Bence şuan yeri değil ayrıca çok abarttın." O anlamış gibi kafasını salladı. Lakin yüzü her şeyi açıklıyordu. "Bence de bugün bunun yeri değil." Bunları söylemesini beklemezken anlamasının rahatlığı ile ondan uzaklaşacaktım ki beklemediğim bir biçimde beni biraz daha kendisine çekti. "Bugün gayet güzel bir gün." Ona şokla baktım. "Ne?" Hafifçe gülümsedi. "Çok güzel olmuşsun." Ben kaşlarımı çatarken o beklemediğim bir biçimde eğildi. Ben daha ne olduğunu anlamazken ise dudaklarını dudaklarımda hissettim. Saliseler sürse de tüm bedenim dona kaldı. O geri çekildiğinde gülümsemesi büyürken kulağıma doğru eğildi. "Tam doyamasam da geri kalanını yemekle kapatırız artık." Dedikleri ben de şok etkisini uğratırken hala olan şeyi anlamdırmaya çalışıyordum. Belimde olan elleri çözülürken bedenimin dayanağı tutunduğum duvar oldu. Sindiğimiz köşemizden o gülerek ayrılırken benim aklım durmuş gibiydi. Daha yeni ne olmuştu. Heyecandan titreyen elim dudağımı bulduğunda ölecek gibiydim. Derin bir nefes verdim. Ne olmuştu tam olarak? Yüzüm istemsizce güldüğünde kendi gülüşümü hayretle karşıladım. Kalbim heyecan ile atarken birkaç dakika öylece kalakaldım. Lakin salonda sesler artarken ne denildiğini zerre anlamasam da yanlarına gitmem gerektiğini biliyordum. İlk adımı zorlanarak atsam da elim kalbimi buldu. Sadece tüy gibi dokunmuştu. Ama kalbim... Kalp krizi geçirmesem iyiydi. Gülüşüm büyürken birkaç adım daha atıp bulunduğumuz köşeden ayrıldım. Yani benim bulunduğum. Ben şimdi ne yapacaktım? Birisi mi gelmişti? Kim gelmişti? Aklımı meşgul tutup aptal aptal sırıtmamam gerekiyordu. İçeride olan kişileri gördüğümde gözlerimi bana keyifle bakan Manyak'tan hızla çektim. Zorlukla ayakta durduğumda Kerim'in kapının yanında sesini duyuyordum. "Hoş geldin." Birisi gelmişti değil mi? Gözlerimi zorlukla o yöne çevirecektim ki Kaan'ı gördüm. Tüm bedeni buz kesmiş tek bir noktaya bakıyordu. Ona anlamayarak baksam da gülüşümden bir şey eksilmedi. Gözleri beni bulduğunda yutkunuşunu gördüm. Sessizce fısıldadı. "Çisem..." Duymasam da sadece ağzını okuyabilmiştim. Bir şey olmuştu. Gülen yüzüm yavaşça donuklaşırken baktığı, Kerim'in olduğu yöne döndüm. Tam göremediğim kişinin önünden Kerim ayrılırken ise doğuca göz göze geldik. Gülen yüzüm gördüğüm ile hayret ile kalırken aklımda olan tek bir cümle vardı. Sesler sustu, müzik kesildi. Tek bir ses vardı. Kaan'ın sesi zihnimde yankılandı. "İş düşündüğümüzden sıkıntılı. O çocuğa ulaşmak imkansız olabilir." Bedenim buz keserken gördüğüm koyu gözler beni görmesi ile gülümsedi. Saçlarını özenle taramış, en şık takımlardan birini giymişti. Beyaz teninin ardında kalan o bakışları kalbimi farklı bir duygu ile hızlandırırken bir tarafımı korku ele geçirdi. Şok ile Kaan'a döndüm. O da çocuğa bakıyordu. Bakışlarımız kesişti. İmkansız mı diyorduk biz? Anlam veremeyerek tekrar çocuğa döndüm. İmkansızı biz bulamazken o mu bizi bulmuştu? O tanıdık gülümseme bana doğru bir adım attı. Lakin benim gerilememi sağlayan şey asıl korkumu getiren şey oldu. Elim hissettiğim ile hızla atan kalbimi bulurken iki ses de aynı anda konuştu. "Çisem Hanım." Çocuğun sesi kulaklarımdan geçerken onun hemen arkasına gizlenen o bedeni gördüm. "Çisem Kalen..." Zihnimde ki boşluk tekrardan dolarken iki bedene bakakaldım. Ölmüş gibi hissetmem normal miydi? İkisinin gülümsemesine takılı kaldı gözlerim. Ne kadar da benziyorlardı. Korkum kalbime işlerken tekrardan sesini duydum. "Dediğiniz gibi tanışmalar tek taraflı olmamalı." Koyu gözlerden gözlerimi ayıran o küçük beden oldu. Nefea alamaz gibi hissettim. Ciğerlerime hava ulaşmaz gibiydi. "Bizim tanışmamıza gerek yok sanırım." Gülen kişi korkularımı çıkartırken aynı zamanda kapatan oldu. Çocukluğum... Gülümsemesi büyürken duvarlarda yankılanan sessiz çığlıklarımı sakince bastırdı. Bu gece bir değil, iki imkansız gerçekleşti. Çocukluğum bedenimi sararken, karşımda ki gözlere baktım. Bana o tanıdık tebessümle bakıyordu. Evet, tam anlamıyla bu gece iki imkansız beni bulmuş resmen altüst etmişti. Bedenimi yavaş yavaş ele geçiren yaratık ise beni asıl korkutan şeydi. Çocukluğum tüm benliği ile buradaydı, zihnimde... ... |
0% |