Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@suwiiniz

"Söyle bakalım, kaç oldu?"

Deli gibi titriyordu kız. Soğuktan mı yoksa gördüklerinden mi bilinmez. Gözlerini sıkıca yummuştu. Açarsa göreceklerinden korkuyor ama açmaz ise olacaklardan daha da korkuyordu. Küçük beden ne yapacağını şaşmış bir haldeydi.

"Hadi ama güzelim, aç gözünü."

Küçük kız yüzünde el hissetmesiyle daha da geriledi. Babası ise kızın gitmesini engellemek amaçlı canının acıyacağını bilerek sıkıca çenesini kavradı. Bu sefer ise sesi sertti.

"Aç gözünü."

Kız mecburen kapattığı gözlerini açtı. Gözünden bir yaş aktı. Karşısında gördüğü adamdan korkuyordu. Babası gülümsedi. O gülümseyince daha da gerilirdi. Çünkü babası onun canı acıdıkça gülerdi. Babası Yasin ise hiç o korkuyu umursamadan kızın yüzünü çevirdi. Kız çocuğu ise gördüğü beden ile kalakaldı. Bütün korkan yüzü gördüğü şey ile dondu. Babası hafifçe güldü.

"Saydın mı?"

Cevap vermezse onun da canı yanacaktı. Kafasını sallamaktan başka çaresi yoktu. Midesi bulanıyordu. Kusarsa ise daha da kötü olurdu. Titrek küçük sesiyle fısıldadı.

"Yirmi iki."

Gözünden bir yaş daha aktı. Yirmi iki sayısı bazıları için belki küçütü. Çisem için ise çok şeydi. Gördüğü her bir sayı çünkü... Ağlamak istedi. Çok istedi. Karşısında gördüğü adam yerdeydi. Çocuklar renkleri bir şekilde öğrenirdi. Çisem biliyordu tüm renkleri ama kırmızı rengini hiç bilmek istemezdi. Babası yüzünü geri kendisine çevirdi.

"Yirmi iki." Onun gibi değil, gülerek tekrarladı. Ancak sonradan suratı asıldı. "Birisini unuttun."

Unutmamıştı oysa. Ama babası için çok geçti. Yüzüne yediği tokatla yirmi iki sayılı bedenin yanına düştü bedeni. Kan kokusunu bu sefer çok yakından aldı. Nedeni ise yüzünün yarısının o kana bulanmış olmasıydı. Gözlerini kapattı. Tam karşısında olan kafası parçalanmış adamı görürse eğer kusardı ve bu iyi olmazdı.

"Oğlumla birlikte yirmi üç!"

Kızın kapalı gözlerinden bir yaş daha aktı. Ellerine lanet okudu. Saçından tutulmasıyla ise açlıktan bitkin düşen bedeni kaldırıldı. Adam devasa eliyle küçücük suratı kavradı ve doğruca cesedi gösterdi.

"Bak!" Kız, gözleri açık ölen adama bakıyordu. "O da senin yüzünden öldü."

Kız böyle olsun istememişti ki. Sadece takılmıştı ve onu götüren adam onu tutmuştu. Ancak burada öyle bir şey olamazdı. Burası Yasin'in hapsiydi ve ona göre oğlunu öldüren birine en ufak bir yardım bile dokunulamazdı. Kız ise hep düşünürdü. Ben kızı değil miyim diye. Sonucu ise bugün tekrar öğrendi. Küçük, çocuk bedeni saçından asılarak dışarı sürüklendi. Kapıdan çıkmadan hemen önce duyduğu sesle ise neden dışarı çıkartıldığını anladı. İçerisi zaten soğuktu ama bedeni dışarıya çıktığında asıl soğuğu tattı. Üzerine damlalar yağdı o gece de. Ama anlardı. Babası normalde onu kiler gibi bir yerde tutar, kar ya da yağmur olunca dışarıya bırakırdı. Bunun amacını ise kız gelecek yıllarında öğrenmişti. Babası çok sevdiği yağmurdan onu korkutmayı başarmıştı. Bu sefer daha çok ağladı. Çünkü korkuyordu. O yaşında da o çok sevdiği yağmurdan korkuyordu. Babası ise hiç umursamadan onu üstü açık bir alana bıraktı. Bahçenin bir yerine yapılmış alandı. Genellikle buraya yazın köpekler konulurdu. Kışın ise kızın evi haline geliyordu. Kız saç diplerinin acısı geçmeden ıslanmamak için koşarak kulübe misali alana girdi. Islanırsa hastalanırdı. Küçük bedeni oraya sığabiliyordu. Dakikalar sonunda ise o yağmurlu geceye başka birisi daha katıldı. Babasının ardından gelen, o ölen ceset. Kız bütün geceyi o öldürdüğü adam ile geçirdi. Oysa kurşunu sıkan o değil, kendi babasıydı. Kıza ise katil olduğunu çoktan inandırmışlardı. Sabaha kadar kaldı o soğukta. Bazen gözleri kapanırdı. Ölmeyi dilerdi. Bütün dilekleri ise gün ışığıyla uyanınca solardı. Ölemezdi bir türlü. Kız yine cenin pozisyonunda kulaklarını ve gözlerini kapattı. Bedenini iyice küçülttü. Duymamaya, görmemeye çalıştı. Soluduğu kan kokusu ise ona yine bütün gerçekleri gösterdi. O gece de ölmeyi yine defalarca diledi. Ama ne yazık ki bu dilek de asılı kaldı. Sabaha doğru dinen yağmurla rahat bir nefes almıştı ki yağmurdan hemen sonra yine babası geldi. Kızının onu duyduğunu bilerek konuştu.

"Bazılarına ölmek sevaptır."

Kız sözün devamını biliyordu. Artık ezberlemişti. Sıkıca yumduğu gözlerini açtı. Tam karşısındaydı babası. Ancak ona değil, kendi vurduğu cesede bakıyordu. Bir müddet baktı. Kendi yaptığı eseri beğenmiş olmalı ki bu sefer gözleri kızını buldu. Onun bu halinden de zevk aldı. Sonrasında ise duyabileceği bir şekilde mırıldandı.

"Bu yüzden sevgili kızım, kurşun hiç bir zaman seni değil, bir başkasına vuracak."

...

Bir süre sonra

Tam önümde duran silahtaydı gözlerim. Kulaklarımda olan uğultuya rağmen kavgayı hala duyabiliyordum. Ancak benim yapmam gereken şey hemen önümdeyken artık kimseyi umursayamazdım. Haklıydı, Yiğit'e bir söz vermiştim. Daha fazla ölüm olmadan bitirecektim bu işi. Islanmış olan bedenimi ileriye gitmeye zorladım. Vücudumda olan acı kendini geri plana attı. Acıyı umursamadan yere eğildim. Birazdan bütün acı bitecekti. Kanlı ellerimde tuttum o silahı. Güçlükle bu sefer ayağa kalkmaya çalıştım. Bu işi yaparken bile zayıf görünmek istemedim. Arabanın kaputundan destek alarak zorlukla ayağa kalktım. Bugün sıkıca tuttuğum o elin yanına, yine sıkıca tuttuğum silah ile gidecektim. Ayağa kalkmayı başardığımda bir ses duydum ancak umursamadım. Dakikalardır korkan yüzüm şimdi yağmurda gülüyordu. Nedeni ise belliydi. Kardeşime kavuşacaktım.

"Çisem!"

Bana doğru seslenen isme baktım. Bu sefer kalkarsa ölürdü işte. Kafasına silah tutulmuştu. Ancak onun bağırmasıyla tüm bakışlar beni buldu. Doğru düşünemiyor olabilirdim. Ancak amacım buydu. Silahın namlusunu kendime doğrulttum. Bugün bu kurşun bir başkasını daha değil, doğruca beni bulacaktı. Bütün sesler kesilmişti. Tek duyulan yağmurdu. Korkmuyordum. O yapma diyen bakışları gördüm. Dediğim gibi ölü olan geri gelemezdi ama yaşayan ölebilirdi. Kavuşmak için ölüm mü gerekiyordu, yapardım. Gözümden bir yaş aktı. Hem gülüyor hem ağlıyordum. Cidden delirmiştim. Yavaşça yutkundum ve konuştum.

"Yiğit'in yanına gideceğim..."

...

Şimdiki zaman

"Yiğit'i öldürdün!"

Gözlerimden yaşlar gelse, önümü göremesem de koşmaya devam ettim. Her yerim acıyordu, lakin kafamda ki acı diğer her şeyi bastırıyordu. Gelmişti. Daha fazla koşmaya gücüm kalmadığında nefes nefese kendimi ağaca yasladım. Göz yaşlarımı sildiğimde görüntüm netleşti. Kafamda bir uğultu vardı. Başım dönüyordu. İyi olmadığımı biliyordum. Korkarak başımı kaldırdım. Islanan saçlarım, kıyafetlerim buz gibiydi. Ben ise korkudan yanıyordum.

"Onu kendi elinle ittin!"

Duyduğum bağırış ile karşımda gördüğüm beden bir oldu. Korkuyla her şeyi boşverdim. Gelmişti. Kaçamayacaktım. Ormanın içinde deli gibi koşmaya devam ettim. Ancak gözlerimden önümü göremiyordum. Sonunda ise olan oldu. Ayağımın takılmasıyla yere yuvarlanmam bir oldu. Acıyla bu sefer kendimi tutmadım. Kafamı topraktan kaldırmadan bütün bedenimi yağmura serdim. Dakikalardır koşuyordum. Artık gücüm kalmamıştı.

"Öldür kendini."

Gözlerimden yaşlar gelse de susmuyordu. Görmemek için gözlerimi kapattım. Ama yine duydum.

"Çisem. Yiğit öldü."

Hemen yanımdaydı. Biliyordum. Kaçsam da peşimi bırakmayacaktı.

"Senin kardeşin öldü!"

Kulaklarımı kapattım. Kafamı ise artık ıslanmış topraktan kaldırmaya mecalim yoktu. Dakikalardır koşuyordum. Burada ölebilirdim. Yağmur altında. En büyük korkumun içinde ölmeyi diledim yine. Ama cesaretim yoktu.

"Ölünce seni affeder mi sanıyorsun?"

Halime acır gibi güldü. Dayanamdım. Gözlerimi araladım. Dakikalardır ondan kaçmama rağmen burdaydı. Tam karşımda. Gözlerimde oluşan yaşları sildim. Sessizce yalvardım.

"Lütfen." Kendimi soğuk, ıslak topraktan kaldırmaya halim yotu. "Lütfen, sus artık."

O mavi gözler bana baktı. En acılı oydu oysa ama kendini saklıyordu yine. O da kardeşini kaybetmişti. İntikamı ise bendim. Bana doğru eğildi. Bana acıma duygusu vardı ama nefreti çoktu.

"Sence ben susunca her şey bitecek mi?"

Yavaşça kafamı çevirdim. Simsiyah bulutlardan düşen damlalar yüzüme aktı. O ise bir eliyle kafamı gösterdi.

"Delisin sen. Ben gidersem daha beteri gelir."

Tekrar o mavi gözlere baktım. O küçük beden de ıslanmıştı.

"Bu yüzden beni de kendini de kurtar." Yavaşça eğildiği yerden tekrar ayaklandı. "Öldür kendini."

Kendi çocukluğuma baktım. Kendi katilime. On yaşında bir çocuk katil olabilir miydi? Biz olmuştuk. Derin bir nefes verdi. Ardından uzaklaştı.

"Sen bilirsin." Karşıya baktı. "Onlar gelinceye kadar kendini öldür, azaptan kurtul."

Baktığı yöne baktım. Seslerini duyabiliyordum. Adımı sesleniyorlardı. Bedenimi kaldırmak için önüme dönmüştüm ki... Yoktu. Korkuyla etrafa baktım. Bu sefer gözüme denk gelen ise kendi ellerimdi. Korkuyla bağırdım. Hızla topraktan kalkarken kendi ellerimden uzak durmaya çalıştım. Kan... Elimde kan vardı. Zihnimde onun bağırışlarını da duyduğumda ne yapacağımı bilmiyordum. Dediği olmuştu. Yine haklı olan kendi çocukluğumdu. Gitmişti. Lakin beteri gelmişti. Yiğit'in çığlıkları zihnimde yükselirken ayaklandım. Ellerim kulaklarımı buldu. Sussundu. Ancak daha da yükseldi çığlıklar. Abla diye haykırıyordu. O gün arabanın altında olduğu gibi. Başım döndüğünde ise kendimi yine yerde buldum. Ama bu sefer bütün çığlıkları kesen şey farklıydı. Kulaklarımı kapattığım elim gördüğüm ile ağzımı buldu. Gözlerimin dolmasına engel olamadım. Kafamda bağırışları susmuştu ama bu sefer...

"Yi-Yiğit."

Sesim titredi. Küçük bedene bakakaldım. Hemen yanımda uzanan o bedene. Gözümden bir yaş aktı. Deli gibi titrediğimi ona uzattığım elimden fark ettim. Boğazımda kocaman bir yumru oluştu. Nefes alamadım. Vücudu bembeyazdı. Elim korkarak yüzünü buldu. Soğuk... O çok soğuktu. Korkuyla geri çekildim. Düşündüğüm gerçek yüzüme tokat gibi çarptı. Ölmüştü. Ölmüş müydü?

"Yiğit, böyle olmaz, kalk hadi."

Dondum. Kardeşim ölmüştü. Yağmur altında ıslanan o minicik çocuğa baktım. O koyu gözlerini açsın istedim. Ölmesin istedim. Boğazımda oluşan yumru arttığında bu sefer dayanamadım. Ağlamaya başladığımda, elim o minik eli buldu. Sessizce fısıldadım.

"Özür dilerim..." Defalarca kez özür diledim. "Özür dilerim. Yiğit, uyan!" Gözümde olan yaşları sildim. "Beni yalnız bırakma!"

Ağzımdan bir hıçkırık kaçtı. Ama elini sıkıca tuttum. Bırakmayacaktım. Anılar tek tek gözümde canlandı. Gülen yüzü, sesi, gözleri... Hepsini hatırlama sebebim ise sadece kabuslarımdı. Unuttuğum şey kokusuydu. Kokusu yoktu. Yerimden sıçrayarak uyandığım kabuslarıma bir kez daha şükrettim. Onlar olmasa sesi de gidecek miydi? Kokusu gibi. Çoğu anımız silinmişti. Ölü olan o bedene bakmak için göz yaşlarımı silmeye çalıştım. Ama yenileri eklendi. Göz yaşlarımla uğraşmayı bıraktım. Biliyordum. Hayaldi. Yine de gitsin istemedim. Ben onun ölü bedenine bile hasrettim. Diğer elim titreyerek yüzüne doğru gitti. Dokunmaya ilk cesaret edemedim. Korktum. Ama sonra o soğuk teni hissettim. Nefes alamadım.

"Yiğit." Elim yüzünde gezindi. "Kalk ablacım, üşümüşsün."

Ne hareket etti, ne de ses verdi. Boğazımda olan yumru arttı. Belki şok etkisindeydim, bilmiyordum. Elim bu sefer saçlarına yöneldi.

"Saçların da kirlenmiş." Yumuşacık olan o saçları kirlenmişti. "Yağmur yağmış üzerine."

Hafifçe gülümsedim. Yağmur da oynadığı anılar canlandı.

"Ama sen yağmuru seversin, o yüzden değil mi?"

Onu yağmurlu bir günde ittiğimi unuttum. Bir umut belki unuttuğum o kokusunu alırım diye eğildim. Başımı onun yanına koydum. Elini ise asla bırakmadım. Onun yanına uzandı bedenim. Ne soğuğu umursadım ne de başka bir şeyi. Hemen yanına uzandığım küçük bedenin kokusu ise yoktu. Toprak vardı. Benim kardeşim toprak kokuyordu. Gözümden yaşlar aktı. İnsan toprak kokar mıydı? Yüzüne baktım. O artık toprak kokuyordu. Ama yağmurlu toprak kokuyordu. O yine sevdiği yağmur gibiydi. İçimde bir şeyler koptu.

"Yiğit?" Cevap verir sandım ama vermedi. Gözümden bir yaş daha aktı. "Çok uyudun Yiğit, uyan artık."

Uyanmayacaktı. Biliyordum. Aklıma gelen şey ile ise bir süre sustum, sadece ağladım. Ama soracaktım. Gerçekten de çocuk gibi sordum.

"Yiğit." Yüzüne baktım. Elini sıkıca tuttum. Sesim ise fısıltıyla çıktı. "Yanına gelsem, beni affeder misin?"

Dakikalar geçti. Üzerimize yağmur yağdı. Ben ise bekledim. Cevabını gerçekten de bekledim. O ise hareket etmedi. Yine de bekledim. Gitmeyecektim. Affederim derse sorgulamadan öldürürdüm kendimi. Ölmek benim için sorun değildi ki. Benim korkum ölünce beni affetmemesiydi. Çünkü burada bir ümidim vardı. Ölünce beni affeder belki diye. Ama oraya gidince... Orda çıkış yolu yoktu. Ölürsem tekrar ölemeyecektim. Oysa beni affederse defalarca kez ölmeye razıydım. Cevabı bekledim. Sesler duydum ama kalkmadım. Islanmış toprak üzerime sindi ama kardeşim yalnız kalsın istemedim. O korkardı. Yalnız kalmayı sevmezdi. Gözlerimden akan yaşlar dakikalar sonunda yavaşladı. Nedeni ise onu daha net görmek istememdi. Tek odağım o oldu. Ayırmadım, ayrılmadım. Bir kez daha bırakmak istemedim.

...

"Kaçak!"

Duyuyordum. Defalarca kez seslenmişlerdi. Ama ben gitmeyecektim. Kardeşimi bırakmayacaktım.

"Kaçak!"

Aklımda tek bir soru vardı. Ölürsem, affedecek miydi? Affetmezse peki, o zaman ne olacaktı?
Kendi kendime sordum. Onu görebilecek miydim ölürsem? Görürdüm değil mi? Bembeyaz olmuş tenine baktım. Elini sıkıca tuttum. Affetmese bile onu görür müydüm? Tek, bir kez bile gülüşünü, sesini, kokusunu görmek için yapmayacağım şey yoktu. Belki normal düşünemiyordum.

"Kaçak!"

Artık ses çok yakındı. Canım yanıyordu. Vurdukları vücudum da sızlıyordu ama en çok içim acıyordu. Kardeşim ölmüştü benim.

"Bizi kurtarmaya geliyorlar."

Gözümden bir yaş daha aktı. Elini sıkıca tutum. Kurtarmaya geleceklerdi ama o? O kurtulmayacaktı. Kurtulamayacaktı.

"Kaçak!" Bir koşturma sesi duydum. "Kaçak, sonunda."

Bedenime dokunulduğunda bile bakmadım. Beni bıraksındı. Böyle ölmek istedim. Kardeşimin yanında. Kardeşim kurtulamazsa ben giderdim yanına.

"Kaçak, bana bak."

Bakarsam onu kaybederdim. Ama bana kalmadan yüzüm sıcacık avuçlar tarafından çevrildi. Gözümden son bir yaş daha aktı. Karşımda ki adama baktım. Kumral olan saçları, tuttuğum elin sahibi gibi ıslanmıştı. Sessizce fısıldadım.

"Öldü..."

Kardeşim ölmüştü. İşte bu acıydı. Çünkü sesi, yüzü, her şeyi aklımda iken kendisi yoktu. Ölmüştü. Yanına gidecektim. Bıraksındı beni. O ise dediğim şey ile kaşlarını çattı. İlk etrafa bakındı. Ben ise etrafa değil hemen yanımda olan o küçük bedene baktım. Teni sanki bakmayınca daha da beyazlamış, üşümüş gibi hissettim. İçim yandı.

"Kaçak, iyi değilsin."

İyi olacaktım. Ona döndüm. Kardeşimden güç aldım. Sıkıca tuttum elini. Ona baktığımda gözleri beni buldu. Boğazım yansa da konuştum.

"Beni öldürür müsün?"

Gözleri donuklaştı. O yapsındı. Kafama sıksın demiyordum zaten. Beni sadece burada bıraksındı. Derin bir nefes verdi.

"Saçmalamayı kes."

Kafamı olumsuzca salladım. Saçmalamıyordum ki. Kardeşimin yanında olmak istiyordum. Anlayamazlardı. Ölü olan geri gelemezdi ama yaşayan ölebilirdi. Tekrar küçük o bedene baktım.

"O tek başına korkar, ben de yanına gideyim."

Ne yaptığını göremedim. Gözlerim kardeşimdeydi. Ama yanımdan kalktığını duydum. Gidiyor diye sevindim. O eli daha da sıkabilirmişim gibi daha da sıktım. Ancak beklediğim gibi olmadı.

"Kaan, buldum." Gözlerimi kapattım. Tuttuğum eli daha da sıktım. "Köprü tarafındayız, oraya doğru gelin."

Ben bir yere gitmeyecektim. Hareket etmeye gücüm yoktu. Kafam allak bullaktı. Sadece burda kalmak istiyordum. Kardeşimin yanında. Tekrar yanıma geldiğini hissettim. Gözlerimi açmadım.

"Hadi bakalım Kaçak, gidiyoruz."

Hayır diye mırıldandım. Ancak pek de umursamadım. Gidecek mecalim yoktu. O da beni taşıyacak değ-

Bedenimin kaldırıldığını hissettiğimde gözlerimi açtım. İlk Yiğit'e baktım.

"Hayır."

Küçük beden kalmıştı. Elini tuttuğum...

"Hayır, bırak!"

Çırpınamadım bile. Gözlerim yerde yatan bedendeydi. Vücudum soğuk topraktan ayrılıp sıcacık kollara girse de ben pişman oldum. Kardeşim soğuktaydı. O üşüyecekti.

"Bırak beni!"

Dinlemedi.

"Buz gibisin, bi delirip kaçmadığın kalmıştı onu da yaptın."

Sitemli sese bir şey demedim. Gözlerim kardeşimdeydi. Bensiz üşüyecekti. O ise arkasını döndü. Baktığım kardeşim ise gözlerimin önünden kayboldu. Kolunu sıktım.

"Lütfen."

Dinlenmedim. Gözlerlerim doldu ama biz ilerledik. Kafamı olumsuzca salladım. Onu görmüşken kaybedemezdim ki. Sessizce fısıldadım.

"Yiğit orda kalmasın. Lütfen..."

Beni taşıyan beden ilerlemeye devam etti. Yol boyunca yalvardım. Gözlerim dolmuştu. Lakin ağlamaya gücüm bile kalmamıştı. Bedenim sızlıyordu. Kendi kardeşimi öldürmüştüm zaten, tek başına bari kalmasındı. Canım yandı. Onu orda bıraktık. Anlamıyordum ki. Neden bırakmamıştı beni? Kafamı kaldırdım. Yola bakıyordu. Zihnim ise onu kendi kardeşime benzetmekte geç kalmadı. Evet, daha yeni ölü çocuk bedeninin yanında yatarken yüzsüzce onun büyümüş haline bakacak kadar iğrençtim. Yüzüme baktı ve derin bir nefes verdi. Canı acıyor gibiydi.

"Emin ol uyuşturucunun yerini bilmesen ve benim yüzümden bu halde olmasan seni şurda bırakır giderim."

Kafamı olumsuzca salladım. Bırakamazdı. Nedenini bilmiyordum. Çok net düşünebildiğim söylenmezdi şuan. Yutkundum.

"Çok üşür mü?"

Yol boyunca böyle şeyler tekrarladığım için bana baktı. İlk defa soruma cevap verecek diye ben de ona dikkatle baktım. İlk gözlerime baktı.

"Kim bu Yiğit?"

Soruma soruyla karşılık verdiğinde bakışlarımı ondan çektim. Cevabı beklemiştim. O an tekrar yürümeye devam etti. Ardından dakikalar sonra konuştu.

"Üşümez, merak etme."

Hafifçe gülümsedim. Oysa biliyordum. Teni çok soğuktu. Üşürdü. Ama kandırdım kendimi. Dediğine inandım. Çünkü buna ihtiyacım vardı. Ölen birisinin iyi olduğunu bilmeye gerçekten ihtiyacım vardı. Biraz daha yürüdükten sonra tekrar durdu. Yorulmuştu. Ve canının acıdığını görebiliyordum. Nedenini bilmiyordum?

"Bırak beni. Canın acıyor."

Gözlerime baktı. Hafifçe güldü.

"Ölmeye bu kadar meraklı olma."

Dediği ile sessizleştim. O ise sırtını bir ağaca yasladı. Gözlerim gökyüzündeydi. Yağmur biraz olsun sakinleşmişti. Kardeşime ağlıyordu belki o da. Biraz durduk. Ne kadar bilmiyorum. Ben bulutlara baktım, içim ürperdi. Ama zihnim ne yapacağımı bildiği için delirmedi. Sonra onu duydum.

"Neden korkuyorsun?"

Arabada yağmurun yağmasıyla telaşlanan Kaan'dan ve benim çocukluğumu görüp kaçmamdan anlamış olmasına şaşırmadım. Cevap vermedim. Bakmaya devam ettim. Anılar dolaştı. Kendi çocuk bedenimi hatırladım. Cevap vermeyeceğimi anladığında yaslandığı yerden ayrıldı ve tekrar adımlamaya başladı. O sırada uzaktan gelen bağırışı duydum.

"Çisem!"

Tepki vermedim. Benim yerime bağıran ise yine beni taşıyandı.

"Burdayız!"

Gözlerimi kapattım. Saniyeleri saymaya başladım. Yüzüme damlalar yağdı. İçim yine yandı. Gözlerimi açarsam dolarlardı. Bu yüzden kapalı tuttum. Bir kaç seslenme daha sonucunda ilerledik. En sonunda koşan adımları duydum.

"Çisem!"

Gözlerimi açtım. İlk gördüğüm siyah gözlerdi. Bana bakıyordu.

"Bir şeyi yok."

Hafifçe gülümsedi. Gülüşüne takıldım. Aklıma gelen isim belliydi. Yiğit... Hemen yanımda hissettiğim bedene baktığımda onu gördüm. Telaş içindeydi.

"Abi omzun."

Konuşan kişiye baktım. Erdem, bize bakıyordu. Sonunda aklıma gelen şey ile ilk defa kafamı çevirdim. Omzuna baktığımda yarayı gördüm ve daha da kötüleştiğini. Hala beni taşıyordu. İnmeye kalkacağımda bırakmadı.

"Üzgünüm Kaçak ama seni bir daha yere bırakmam. Hele yağmur yağıyorken."

"Ver bana."

Kaan'ın beni kontrolü bitmiş olmalı ki beni bu sefer alan oydu. Beklemedim. Boynuna sarıldım. Ardından duyabileceği şekilde fısıldadım.

"Korkuyorum."

Derin bir nefes verdi.

"Biliyorum." Gözlerim anında doldu. "Yiğit."

Beni daha sıkı kucakladı. İsmimi yavaşça fısıldadı. Susmamı ister gibi. Onun da canını yeterince sıkmıştım. Ben ise susmadım.

"Kaan, çok soğuktu" Gözümden bir yaş aktı. "Bembayazdı." Acı olan gerçeğe geldim. "Öldü."

Yüzüme bir kez daha acı gerçek vurdu. Kaan'ın küfrettiğini duydum. Sarılmayı bıraktığımda yüzüme baktı. Emin olamıyordu.

"Bir şey olacak mı?"

Bir şey demedim. Gözümde olan yaşı sildim. O ise bu sefer susmadı.

"Çisem, çığlık çığlığa bağırman gerekirken sakinsin." Gözünü korku sardı. "Bir şey olacak."

Olacaktı. Yapacaktım. Bu sefer yapacaktım. Korkmayacaktım. Görecektim onu. Yine de sesimi çıkarmadım. Kaan bana baktı. Cevap bekliyordu. Ancak konuşmadım. En sonunda ise Manyak konuştu.

"Gitmezsek hepimiz hastalanmak üzereyiz. Özellikle sen."

Bana baktı. Toprak üzerinde kalmamdan bahsediyordu büyük ihtimal. Kaan kafa salladı. Yine de aklına yatmamıştı.

"Gidelim."

Adımlamaya başladık. Sesimi çıkarmadım. Gözlerim bulutlardaydı. Fakat yolda beni korkutan o şey oldu.

"Yapacaksın değil mi?"

Duyduğum ses ile kapkatı kesildim. Kaan bana baktı. Gözlerim ise etraftaydı. Onu gördüm. Karşımızda bir ağaca yaslanmıştı. Ona doğru ilerliyorduk. Yutkundum.

"Tepeyi indik mi araba değil mi?"

Erdem'i onaylayan bir ses çıktı. Ben ise tek bir noktaya bakıyordum.

"Yapacaksın."

Çocukluğumun yanından geçtiğimizde onun gülen suratını gördüm. Islanmıştı. Koşarak önümüzde yürümeye başladığınca iyice gerildim.

"Noluyor?" Konuşan Kaan'dı. Ona baktım. Bana bakıyordu. "Bembeyaz oldun."

"Hiç."

Tekrar gözlerim çocukluğumu buldu. Bana bakıyordu.

"Anlamı olmayan bir hayattan ayrılıp kardeşine kavuşmak çok zor olmasa gerek."

Zor değildi. Ama-

"Aması yok."

Tepeyi tırmanmış inecektik ki adımlarımız durdu.

"Noluyor lan?"

Konuşan Manyak'tı. Gözlerimi zar zor çocukluğumdan çektim. Gördüğüme ise tepki veremedim.

"Hay sıçayım."

Kaan beni daha sıkı tuttu. Bedenim titremeye başladı. Koşarak çıktığım o aracın yanında artık iki araç daha vardı.

"Lan hani bütün arabalarını halletmiştin."

Manyak sinirle konuştuğunda bu sefer konuşan Erdem'di.

"Halletmiştim."

Aşağıda kalan adamlara baktım. Birisi indiğimiz aracın içine bakıyordu. Diğerleri dışardaydı. Manyak hızla konuştu.

"Kaan, yolun aşağısında kalan evler var oraya do-"

Sözünü bölen ise Erdem'di.

"Biraz geç kaldık gibi."

Gözlerim sarışındaydı. Bize bakmış gülümsüyordu. Elinde olan silaha baktım. Anılarım canlandı.

"Bence ölmek için güzel bir zaman."

Konuşan çocukluğumdu. Ölüm şuanlık ayağıma gelmediği sürece kendimi öldürmeye halim yoktu. Ama yapacaktım. Emindim. Kardeşimi daha fazla orda tek başına bırakmayacaktım.

"Gelin gelin!"

Seslenen kişiye bakmadım. Pek umrumda değildi açıkcası şuan olaylar. Kafamı Kaan'ın omzuna yasladım. Eve gidecek miydim acaba? Ya da daha mühim bir soru. Yaşayacak mıydım? Çocukluğum kafasını olumsuzca salladı. Manyak bir şey demeden inmeye başladığında hala titriyordum. Neden titrediğimi ise bilmiyordum. Ölüm korkusu muydu acaba?

"Sakin ol, bir şey olmayacak."

Kaan'a baktım. Bana bakıyordu. Erdem'de yanımızdan indiğinde biz de mecburen inmeye başladık.

"Kendinde kalman tek istediğim."

Konuşmadım. Önümüze baktığımda Manyak çoktan inmiş sarışının yanına doğru gidiyordu. Biz indiğimizde ise ikisi çoktan konuşmaya başlamıştı. Sarışına baktım. Dudağında hasar vardı. Sanırım herkes beni kurtarmaya çalışırken bir şekilde darbe almıştı. Ben onlara bakarken Kaan yönünü araca çevirdi.

"Sen bizi burda bekliyorsun."

Ses çıkarmadım yine. Ama başka bir şey oldu.

"Kız bizimle gelecek!"

Kaan'ın adımları durdu. Derin bir nefes verdi.

"Lan sana bir saattir ne anlatıyorum!"

Arkamızda bağıran Manyak'tı. Kaan arkasını döndüğünde sarışın bize bakıyordu. Manyak ise sinirle ona. Sarı bana baktı. Uzunca süzdü.

"Konuşabilecek durumda, gerisi önemli değil."

Kaan sinirle güldü. Manyak sinirle elini sakin kalmak ister gibi yüzüne getirdi.

"Lan se-"

"Kız benimle gelecek!"

Bağıran sarışındı ancak Manyak'ın da sinirleriyle oynanıyor gibiydi. Sarı ise durmadı.

"Alın."

Beni işaret etti. Geri giden Kaan ise bağırdı.

"Sakın!"

Bir adam ise çoktan bize doğru gelmeye başlamıştı. Adamın yüzü netleştiğinde boz ayı olduğunu gördüm. Korktum da. Elim Kaan'ın kolunu sıkıca tuttu. Yağmur yağıyordu. Kendimi biliyordum. Kalkmaya gücüm yokken üstüne dövüşemezdim. Hem de yağmur yağarken. Kaan hızla araca döndü.

"Seni bir ye-"

"Bir adım daha atarsan sıkarım!"

Bağıran ayıydı. Kaan'ın adımları yarıda kesildi. Kafamı yavaşça çevirdim. Bize doğrultulmuş silahı gördüm. Korku vücudumu esir aldı. Şuan bize doğrultulmuş bir silah vardı. Ölüme götürecek bir silah. Kaan'ın sinirlendiğini çok net anlıyordum. Yüzü kasılmıştı.

"Lan sen ne sikik adamsın, anlamıyor musun!"

Bağıran Manyak'tı. Kaan bana baktı.

"Bir şey olmayacak merak etme."

Yavaşça eğildiğinde kucağında olan beni aracın tekerine doğru bıraktı.

"Sadece bekle."

Yağmur yağıyordu. Benim bir şey yapabileceğimden korkuyordu. Ses çıkarmadım. Ancak o anda havada bir silah sesi yankılandı. Korkuyla yerimden sıçrarken acılı bir bağırış duyuldu. Korkarak Kaan'a baktım. Kafasını eğmiş o da anlamdırmaya çalışıyordu. İkimiz de birbirimizi saniyeler içinde kontrol ettiğimizde asıl vurulan kişiyi gördüm.

"Bir kez uyardım. Kıza hiçbir şekilde zarar gelmeyecek."

Elinde silahını çıkartmış Manyak boz ayıyı tam elinden vurmuştu. Sarı hafifçe güldü. Ben ise korkuyla kalmıştım. Titremeye başladım. Düşünemiyordum, anlamıyordum. Sadece olanları takip edebiliyordum. Kaan'ın siniri geçmemiş olmalı ki doğrulduğunda acıyla kıvranan boz ayıya ilerledi.

"Siktim belanı şimdi."

Boz ayıya son gücüyle vurduğunda ellerim kulaklarımı buldu. Acıyla bir bağırış duydum. Kulaklarımı kapattım. Şuan en savunmasız şekildeydim ve ben gerçekten korkuyordum. Kaan hırsını aldığında ayının yere düşürdüğü silahı aldı ve sıkıca tuttu. Silaha korkuyla baktım. Elime almayalı çok olmuştu ve ben şuan korkuyordum.

"Kimse seni öldürmeden kendini öldürsene."

Yanıma yaklaşan çocukluğuma baktım. Bedenimi geri çekerek araca iyice yaslandım. Kulaklarımı daha da sıkı kapattım. Sarı hafifçe güldü ve eliyle alkışladığını gördüm. Sonra bir şeyler konuşuldu.

"Silahla bu işi kolayca halledersin."

Çocukluğumu susturmaya çalıştım. Ama o yanımda durdu ve izlemeye başladı. Sarı ve Manyak bir süre sadece konuştu. Ben ise kulaklarım kapalı bir şekilde bekledim. Artık üşüyordum. Bedenim titriyordu. Korkudan mı soğuktan mı işte orasını bilmiyordum. Alkol almış gibi beynim sersemdi. Fakat dakikalar sonra gördüklerim beni daha da korkuttu. Manyak kafasıyla beni işaret ettiğinde sarışın bana baktı. Kafasını salladığında Manyak bir adım geriledi. Beni verecek miydi? Korkuyla kaldım. Sarı hafifçe gülüp bana doğru geldiğinde tek ümidim olan Kaan'a baktım lakin o da sinirli olsa da önümden çekildi. Bana gelen sarışına dehşetle baktım.

"İşte şimdi yandın."

Konuşan çocukluğumu susturmak amaçlı ona baktım. Ama o sarıya bakıyordu. Ben de sarışına baktığımda kaçmaya çalışacaktım ama sadece bir iki santim yerimden kayabildim. Önümde eğildiğinde yüzünde yine o korkunç gülümsemesi vardı. Benim ise şuan o gülümsemeyi söndürecek herhangi bir gücüm yoktu. İki elini kaldırdığında bir elinde olan silahı gördüm. Geriye kaçacağımda bir eliyle elimi tuttu. Yavaşça çektiğinde konuştu.

"Seninle konuşmam için beni duyman gerekiyo Çiso."

Anlamıyordum. Gözüm elinde olan silahtaydı.

"Silahı alıp kendini öldürmeye ne dersin?"

Çocukluğumu es geçtim. Kaan ise neyden korktuğumu anlamış gibi silahını o kaldırdı ve sarışını hedef aldı.

"Silahı bırak."

Sarı bir elinde ki silaha bir bana baktı. Anlamıyormuş gibi biraz durdu. Yüzüme baktığında uzun süre inceledi. Ardından Manyak'a döndü.

"Ne yaptın lan bu kıza?"

Manyak sabrı sınanıyormuş gibi derince nefes verdi.

"Lan o kadar yanımda kaldı başını indirmedi, süt dökmüş kediye dönmüş."

Atıştıran yağmura baktım. Süt dökmüş kedi...

"Canımı sıkma ne halt edeceksen et!"

Çocukluğum bana bakmış gülüyordu.

"İnsanlara alay konusu olacak kadar zavallısın."

Diğer elimi de yavaşça indirdim. Sarı tekrar bana döndüğünde elinde olan silahı yavaşça yere bıraktı. Ellerini boş olduğunu göstermek ister gibi açtı. Ardından konuştu.

"Şimdi Çiso, şöyle yapıyoruz." Bana doğru biraz daha yaklaştı. "Sen bana uyuşturucunun yerini söylüyorsun ben de burdan kimsenin canını yakmadan gidiyorum."

Islanmış sarı saçlarına baktım. Şuan yakışıklı olduğunu düşünemeyecek kadar kötü bir haldeyken o benden bunu bekliyor olamazdı. Cevap vermem için yüzüme baktı.

"Ne uyuşturucuymuş be."

Çocukluğum sinirle geriledi. Ben ise sarışına baktım. Kaşlarını çatmış bana bakıyordu.

"Çiso, konuşmayı düşünüyorsun değil mi?"

Bilmiyorum diyemezdim. Niye bende dedin diye sorgulardı o zaman. Cevap vermemek şuan en makul olandı. Aklıma da başka bir şey gelmiyordu zaten. Kafam çalışmıyordu.

"Çiso."

Sinirleniyordu. Derin bir nefes verdi. Bu sefer Manyak'a döndü.

"Sana çoktan söyledi değil mi lan!"

Bağırmasıyla yerimde sıçrarken o bana baktı. Bir eliyle sertçe çenemden tuttu.

"O uyuşturucu milyonlar değerinde ve şimdi sen bana yeri-"

Cümlesini tamamlayamadan sertçe itildi. Eğilmiş bedeni denge sağlayamadığında düştüğünde bu sefer bağıran başkasıydı.

"Kıza bir daha dokunmayacaksın dedim!"

Ellerimle kulaklarımı kapatacaktım ki bu sefer beni en çok korkutan şey oldu. Kan. Elimde kan vardı.

"Korlu!"

Önümde bağıran bu sefer sarışındı. Hızla ayaklandığında ikisinin birbirini mahvedeceğini çok iyi anladım.

"O malı teslim edecek benim!"

Sesler buğulanmaya başlamıştı. Başım dönüyordu. Gözlerimi ise onlardan ayırdım ve ellerime baktım. Bir silah sesi duyduğumda yerimden sıçradım. Başım dönüyordu. Bayılacak gibiydim.

"Eğer kendini öldürmeyi düşünmüyorsan ben yapacağım."

Önümde bana doğru yaklaşan çocukluğuma dehşetle baktım. Hemen yan tarafımda silah sesi gelmiş, insanlar yumruk yumruğaydı. Ancak benim telaşım ise çocukluğumdu.

"Yiğit'i gördün be bugün!" Gözlerim dolmaya başladı. O ise susmadı. "Sen demedin mi yanına ben geleceğim diye!" Bana doğru yaklaştı. "Sözünde dur ve öl!"

Kardeşinin intikamı istiyordu. İntikamı ise benim ölmemdi. O gözlerde nefret vardı. Ellerime baktım. Kan. Bu sefer daha çoktu. Aklımda canlanan tek görüntü ise o yerde yatan küçük bedendi. Ne yapacağımı düşündüm. Ama ölmemek için o an hiç bir sebebim yoktu. Korkuyla yanımda olan, sarışının elinden bıraktığı silahına baktım.

"Yap." Çocukluğuma baktım. "Kardeşin için yap."

Başımı çevirdim. Bu sefer gözlerime kavga eden gurup doldu. Bir adam yerdeydi. Boz ayı elini tutmuş araca yaslanmıştı. Gözlerime bu sefer başka birisi çarptı. Kaan. Yerdeydi. Yüzüne yumruk yemiş gibiydi. Kendini kaldırmak için uğraşacağında bana baktı. Gözlerimiz kesiştiğinde ilk olarak yerde ki silaha baktı. Ne yapacağımı anladığında ise kafasını olumsuzca salladı. Bana doğru kalkacağında ise bu sefer arkasından gelen adam sertçe karnına vurdu. Acısını yüzünden okudum.

"Eğer kendini öldürürsen bütün bu kargaşa biter."

Daha fazla düşünmek istemedim. Silaha baktım.

"Başkası ölmeden sen bitir bu işi."

Tam önümde duran silahtaydı gözlerim. Kulaklarımda olan uğultuya rağmen kavgayı hala duyabiliyordum. Ancak benim yapmam gereken şey hemen önümdeyken artık kimseyi umursayamazdım. Haklıydı, Yiğit'e bir söz vermiştim. Daha fazla ölüm olmadan bitirecektim bu işi. Islanmış olan bedenimi ileriye gitmeye zorladım. Vücudumda olan acı kendini geri plana attı. Acıyı umursamadan yere eğildim. Birazdan bütün acı bitecekti. Kanlı ellerimde tuttum o silahı. Güçlükle bu sefer ayağa kalkmaya çalıştım. Bu işi yaparken bile zayıf görünmek istemedim. Arabanın kaputundan destek alarak zorlukla ayağa kalktım. Bugün sıkıca tuttuğum o elin yanına, yine sıkıca tuttuğum silah ile gidecektim. Ayağa kalkmayı başardığımda bir ses duydum ancak umursamadım. Dakikalardır korkan yüzüm şimdi yağmurda gülüyordu. Nedeni ise belliydi. Kardeşime kavuşacaktım.

"Çisem!"

Bana doğru seslenen isme baktım. Bu sefer kalkarsa ölürdü işte. Kafasına silah tutulmuştu. Ancak onun bağırmasıyla tüm bakışlar beni buldu. Doğru düşünemiyor olabilirdim. Ancak amacım buydu. Silahın namlusunu kendime doğrulttum. Bugün bu kurşun bir başkasını daha değil, doğruca beni bulacaktı. Bütün sesler kesilmişti. Tek duyulan yağmurdu. Korkmuyordum. O yapma diyen bakışları gördüm. Dediğim gibi ölü olan geri gelemezdi ama yaşayan ölebilirdi. Kavuşmak için ölüm mü gerekiyordu, yapardım. Gözümden bir yaş aktı. Hem gülüyor hem ağlıyordum. Cidden delirmiştim. Yavaşça yutkundum ve konuştum.

"Yiğit'in yanına gideceğim..."

Bana en yakın olan bir bağırış duydum.

"Kaçak!"

Beklemedim. Parmağım yolu buldu. Tetiğe bastım...

...

İnsanlar kolay kolay delirmez. Ölümü öyle her insan hayal etmez. Bazıları anlamsız bir hayat için savaşır. Bazıları ise o hayattan kurtulur. Ya da öyle şanslılar vardır ki bulunduğu bu hayatı sever. Maalesef ki ben o şanslılardan değildim. Kimdim peki? Tüm hayatımı yeniden düzenleyen, kendime sahte bir soyisim koyup asıl olduğum hayattan kaçan birisiydim ben. Asıl hayatım, yani çocukluğum ise peşimi bırakmıyordu. Psikolojik destek almıştım. Sonucu ise daha beterdi. Çocukluğumun geri gelmesi için dua eder olmuştum. Çünkü o gidince Yiğit gelmişti. Kendi öldürdüğüm, herşeyim olan o bana bağırınca olmuyordu. Kendimi direk ölüme atıyordum. Bağırmıştı bir keresinde.

"Hiç mi sevmedin de beni öldürdün?"

Çok yakmıştı o cümle canımı. Bu yüzden aslında çocukluğumdan şikayetçi değildim. O güçlü olan tarafımdı. Beni öldürmek istese bile evet. O güçlü taraftı. Sadece anlamsız bir hayat için savaşmak istemiyor, kardeşinin yanına gitmek istiyordu. Bunu ise intikamını almış bir şeklide yapmak istiyordu. Ayrıca beni koruduğunu da bilirdim. Bir dönem çok kötü bir haldeydim. O zamanlar neredeyse her gün yanımdaydı. Yine o gün ise bir gurup tarafından öldürülecektim. Çocukluğuma göre ise beni yalnızca kendisi öldürebilirdi. Beni ordan çıkaran o olmuştu. Bazen bedenime hükmeden oydu. Delirdiğimi biliyordum. Ama dediğim gibi şikayetçi değildim. Beni öldüren o olsun istiyordum ki, Yiğit beni bir ihtimal olsa da affetsin. Kendim ise yaşamak istiyordum. Bir umudum vardı. Belki yine yaşam sevincini bulmak. Sırf o ihtimal için her gece başımı yastığa koyduğumda derdim ki, belki yarın güzel bir şey olacak. Olmazdı ama. Bugün de olduğu gibi.

...

Bir tık sesi geldi elimde ki silahtan. Çocukluğum küfrederken herkes derin bir nefes verdi. Ben ise durmadım. Elim direk şarjörü buldu. Mermi olmayan silah bir halta yaramaycaktı. İçinde illaki olmalıydı.

"Eren ilki seni korkutmaktı ama ikincisinde kesinlikle mermi var!"

Ben daha açmadan duyduğum sarışın ile tekrar silahı kafama dayadım. İşte bu sefe-

"Hay sikeyim!"

Elim tutulduğu gibi havaya kaldırıldığında havada silah sesi yankılandı. Geriye doğru kaçacağımda bileğim bırakılmadı.

"Kaçak kendine gel!"

Silahı bırakmaya niyetim yoktu. Yanıma sarışında geldiğinde diğer elimi tutan o oldu. Manyak ise elimden silahı almaya çalışıyordu. Bırakmadım. Üçümüz kargaşa içinde geriye doğru gittik. Bugün sözümü tuta-

Her şey bir anda oldu. Bir silah sesi yankılandı. Donuk bir şekilde kaldım. Acılı bir inleme geldi. Korkuyla bir Manyak'a bir Sarı'ya baktım. Manyak da bize baktığında anladım ki kargaşının içinde yanan kişi... Sarı acıyla eğildiğinde zihnim sonunda kendine geldi.

"Aras!"

Bağıran Manyak'tı. Beni bıraktığında dehşet içindeydim. Aras hala bir elimden tutmuş destek almaya çalışıyordu. Korkuyla neresine geldiğini anlamaya çalıştım.

"Sikeyim böyle işi."

Acıyla karnını tutuyordu. Manyak eğildiğinde bir yandan bedenine destek oldu bir yandan da elini bakmak için çekti.

"İyiyim lan!"

Manyak emin olduğunda derin bir nefes verdi. Ardından kalktı ve Sarı'nın koluna girdi.

"Kırk altı oldu."

Yanımıza gelen çocukluğum ile elimde olan silah yere düştü. Ölecek miydi? Bedenim aniden çekildiğinde etrafıma kollar dolandı. Kaan olduğunu anladım. Sesim çıkmadı. Anlayamıyordum. Ne yapmıştım ben?

"Sıyırmış, yok bir şeyi."

"Göt! Acıyor."

Gözlerim onlardaydı. Sarı hala karnını tutuyordu. Manyak etrafa bakındığında Kaan bana baktı.

"Yok bir şey."

Elleri sanki beni inandırmak ister gibi ıslak saçlarımda gezindi. Sarı'nın yarasından gözlerimi ayıramadım. Yağmur o anda yavaşça durduğunda gözümden bir yaş aktı. Kaan tekrar bana sıkıca sarıldı.

"Bir daha sakın böyle bir şeye kalkışmıyorsun."

Kendimi öldürmemden bahsediyordu. Ben ise hala sarışındaydım.

"Bi haltı becersen şaşardım."

Çocukluğum bana baktığında arkasını döndü. Sinirle ilerlemeye başladı. Tekrar sarışına baktım. Bana bakıyordu. Gözlerlerimi kaçırdım. Yutkundum.

"Yürü salak herif."

Manyak'ın bağırmasıyla onlara istemsizce baktım. Sarı hiçbir şey yokmuş gibi hafifçe sırıttı.

"Canım acıyor Korlu. Kucağına alsa-"

"Yardım edende kabahat."

Manyak onu bırakacağında Sarı izin vermedi.

"Tamam lan. Götür bari."

Manyak derin bir nefes verdi. Birlikte araca doğru yürüdüler. O sırada Manyak bize döndü.

"Hadi!"

Kaan bana baktı. Yavaşça ayrıldı. Ben yürüyeceğimde ise kucağına aldı. Aynı araca gittiğimizde gerildim. Hala yaptığım şeyi anlamamıştım. O sırada Manyak Sarı'yı arka koltuğa fırlattı.

"Göt!"

Arabaya eğildiğinde duyamadığım bir şeyler konuşuldu. O sırada Kaan diğer tarafı dolanıp arka koltuğu açtığında direk Sarı'nın yanına konuldum.

"Söyle adamlarına temizlesinler burayı."

Manyak azarlar gibi konuşurken Sarı bana dönmüştü.

"Lan kime diyorum."

Sarı derin bir nefes verdi.

"Benim adamlarım seninkiler gibi aptal değil. Biliyorlar zaten ne yapa-"

Kapı suratına sertçe çarpıldı. Derinden küfrettiğini duyduğumda benim kapım da kapandı. Bakışlarımı ondan kaçırdım. Ancak tam da beklenen oldu.

"Çiso."

Bakmadım. Yağmur dursa da hala doğru düşündüğüm söylenemezdi. Ne yapacağımı ise bilmiyordum.

"Çiso!"

Ona döndüm sesinin yükselmesiyle. Hafifçe güldü. Beni süzdü. Ardından dışarıyı kontrol edercesine baktı. Sonra bana doğru eğildi.

"Eğer malın yerini söylersen, ödeşmiş sayılırız."

Dediği şey ile kaşlarımı çattım. Dediği ile sonunda zihnim çalıştı. Ondan uzaklaştım. Kendimi niye suçluyordum ki. Benim de onun yüzünden halim hal değildi. Bedenim sızlıyordu. Çekinmeden bu sefer doğruca konuştum.

"Zaten ödeşmiş olduk."

Bana ciddi miyim diye baktı.

"Ödeşelim diye ölebilirdim lan."

Omuz silktim.

"Ölmedin sonuçta."

Ön kapılar aynı anda açıldığında Manyak sürücü koltuğuna geçti. Aynadan bana baktı. Kaan hemen önüme oturduğunda direk arkasını döndü. Gözlerimi aynadan çektim.

"Bir şeyin yok değil mi?"

Sarı yanımda güldü. Yok diye mırıldandım. Ona dik dik baktığımda bakışlarını kaçırdı.

"Deniz telefonumu yakmış onu bi ar-"

Uzattığı telefonu direk aldım. Yağmur başlayınca elimden düşürmüştüm. Şifreyi girerken yanımdaki uyuz yine durmadı.

"Ya bu Çiso hanginizin sevgilisi ben hala anlamadım."

Dediği ile şokla ona döndüm. O ise oldukça ciddi bir şekilde öndekilere bakıyordu.

"Yani ona göre tehtid edicem de o yüzden."

"Aras, sus."

Manyak'a yanımda göz devirdi. Araba çalıştığında ise u dönüşü yapmamız ile kalakaldım.

"Nereye gidi-"

"Üç yaralı olarak şehre kadar gidemeyiz."

Sarı yanımdan bana yaklaştı. Pisce sırıttı.

"Bana gidiyoruz yani."

Hiç sorgulamadan yarasının üzerinde tuttuğu eline sertçe bastırdım. Acıyla kendini geri çektiğinde bana kaşlarını çatmış bakıyordu. Onu umursmadan telefona döndüm. Numaralardan Deniz'i buldum. Arama geçmişine baktığımda ise resmen Deniz'in aramalarından başka bir şey yoktu.

"Deniz mi yani sevgilin?"

Ona baktım. Hayır beni döverken gayet ciddi olan bu adam şuan niye cıvımıştı? Yara onda farklı mı işliyordu? Derin bir nefes verdim. Ardından önüme dönüp Deniz'i aradım. İlk çalışta açılmasıyla sesinde olan telaşı duydum.

"Kaan. Çisem'e bi-"

"Benim."

Yanımda olan yakışıklı pislik bana doğru yaklaştığında geriledim ama öküz kulağını resmen telefona dayamıştı.

"Çisem. Çok kork-"

"Ne yani Deniz kız mıydı?"

Yanımda olan yakışıklıyı sertçe ittirdim.

"Çisem iyi misin? Bir şey de. Bak yağmur devam ediyo beni-"

"Yağmur devam mı ediyo?"

"Evet, nerdeyseniz söyle geliyorum."

Derin bir neffes verdim. Şehre doğru gidersek yağmurla karşılabilirdik. Burda dinmiş olması içimi rahatlattı. Normalde Sarı'ya gitmemek için bahane üreten kendim, razı oldum.

"Biz biraz gecikicez, ayrıca pek gelebileceğin bir yerde değilim."

"Çisem!" Telefondan bağırmasıyla telefonu uzaklaştırdım. "Derhal konum at ve beni deli etme."

Ofladım. Ama onu bu işlere katasım yoktu. O da bulaşmamalıydı. Halimiz hal değildi.

"Deniz, ben iyiyim. Kaan'a veriyorum."

Telefonu Kaan'a uzattım. Beni ikna edebilirdi ama onu asla.

"Kız seni o kadar merak etmiş şu yaptığına bak."

Yanımda ki uyuza baktım. Alnında boncuk boncuk terler oluşmuştu. Canı yanıyor olmalıydı.

"Kusura bakma sarışın senin gibi mafya kılıklı biri ile arkadışımı tanıştıramazdım."

"Niye? Ben insan mı yiyorum?"

Ona baktım. Sorusunu es geçtim. Elini yarasına bastırıyordu ama pek bi bastırdığı da söylenemezdi. Daha sonra öne baktım. Manyak ile ayndan göz göze geldik ama ben zorlukla hafifçe doğruldum. Öne doğru eğildiğimde direk omzuna baktım. O da sıyırmıştı ama onun ki daha beter bir durumdaydı. Yüzümü buruşturdum. Açıkcası Sarı umrumda olmayabilirdi ama bu adam beni taşımışken umursamamak mümkün değildi.

"Deniz kapatıyorum artık, olmaz."

Deniz hala telefondan yalvarsa da Kaan kapattı. Ben ise tekrar oturdum.

"Çok acıyor mu?"

Sorduğum soru ile göz göze geldik. Hafifçe güldü.

"İyiyim."

"Ölmez biricik aşkın, bu arada ben ondan daha yakışıklıyken se-"

"Bunu yola atamıyor muyuz?"

Kaan'ın sorusuyla Sarı göz devirdi.

"İki saatlik yol çekmek istiyorsan buyur at."

Onsuz eve giremeyeceğimizi gayet iyi biliyordu. Yarasına baktım. Cidden şu yaraya adam akıllı bastırmıyordu.

"Laf yetiştireceğine yarana bastır."

Bana baktı. Laf sokmasını bekledim ama yüzüme baktı. Gözlerini kaçırdığında anlam veremedim. Bir süre sessizlik oldu. Yanlış bir şey mi söyledim diye sorgulamadım değildi. Ama bir şey bulamadım. Sarı ise daha sonrasında çok konuşmadı. Eve vardığımızda ise evin önünde bizi bir ordu karşıladı. İneceğimde Kaan benden önce atıldı.

"Oturuyorsun."

İlk inen Kaan oldu. İnmesiyle ise doğrultulan silahları görmem bir oldu. Kaan hiç umursamadan benim kapımı açtı. Kucağına aldığında binayı gördüm. Bazı pencereler kırılmıştı. Çoğu yerde ise kurşun izi vardı. Arkamızdan hemen bir araç daha durdu. Baktığımda içinden Erdem ve boz ayı indi. Diğer adamları tanımasamda sayımız eksikti. Büyü ihtimal geldiğimiz yeri toparlayacaklardı. O sırada beni öldürmek isteyen bir yüzle karşılaştım. Boz ayı doğruca bana bakıyordu. Hafifçe güldüm. İçeriye doğru adımladı.

"Lan yavaş!"

Diğer tarafa baktığımda gülüşüm büyüdü.

"Lan çek elini ordan!"

Sarı destek almak için Manyak'ın yaralı omzunu bulmuştu. O ise iki büklüm olmuş bir şekilde kalakalmıştı. Yanlarına ise silahları indiren adamlar yetişti. Sarı'ya destek olduklarında Manyak kendine çekidüzen verdi. Bana baktı ama benim baktığım omzuydu. Kaan'ın ilerlemesiyle ise bakışlarımı çekmek durumunda kaldım. İçeriye girdiğimizde pek etrafa bakmadım. Kafam biraz olsun meşgul olmuşken girdiğimiz yer ile yine aynı şeyleri hatırlamıştı. Kaan durgunluğumu anladı. Yine de bir şey demedi. Hepimiz büyük bir salona geçtiğimizde L şeklinde devasa bir koltuğa hepimiz dizildik. Hemen ardımızdan giren, elinde ilk yardım çantalarıyla gelenlere baktım. Kaan hemen yanımda diğer yanımda ise Manyak vardı. Çaprazımda olan Sarı ise çoktan kıyafetini sıyırmış yarasına bakıyordu. Ben de baktığımda hala kanadığını gördüm. O sırada odaya Erdem'de girdi. Gözüm ise bizim yanımıza gelen iki kişiye takıldı. Biri erkek biri kadındı. İkisi de Manyak'a geldiler. Ancak Manyak'ın direk üzerinide olan kıyafetini çıkarmasını en beklemeyen bendim. Şokla gözlerim açıldı.

"Çiso, kendine gel."

Sarı yarasından bakışlarını uzaklaştırmış bana bakıyordu. Sırıttı.

"Daha asıl şöleni görmedin."

Üzerini çıkarmaya çalıştığında acıdan onu da beceremedi. Küfrettiğinde gülmeden edemedim. Çocuktan farkı yoktu. Ciddiydim şuan. Onun yanına gelen kadın yardım ettiğinde sonunda çıkarmayı başarabildi. Gerçeği söylemek gerekirse süzmedim desem yalan olurdu. İyiydi. Fazla iyiydi. Islak olan saçlarını geriye attığında bana göz kırpmıştı kı görüş alanımı kapatan eller oldu.

"Adam seni dövdü sen onu süzüyorsun. Yuh artık."

Yanımda söylenen Kaan'a baktım. Omuz silktim.

"Beni dövmesi yakışıklı olduğu gerçeğini değiştirmiyo ama."

Kaan dediğimde ciddi olup olmadığıma bakarken göremediğim o taraftan büyük bir kahkaha sesi geldi. Fakat sonra acıyla inleme geldi.

"Lan yavaş!"

Kaan'ın elini kovduğumda görüş alanıma tekrar girdi. Kadın yarasını temizlemeye başlamıştı. Vücuduna takılmadan bu sefer yanımdakine baktım. Açıkcası şuan halimden hiç şikayetçi değildim. Ama gördüğümle benim de canım yanmadı değil. Sarı orda saçma sapan söylenirken Manyak kadına izin vermeyip kendisi direk yaranın üzerine bastırmıştı. Yüzü ise yaranın yandığını çok net açıklıyordu. Bakışlarımız kesişti. Önünde olan kadına döndü.

"Bana değil kıza bak."

Kadın kafa salladığında ben mırıldandım.

"Ben de kanama yok ki sadece bir ka-"

"Başta patlamış olan dudağın sonrasında ise dizin ve en önemlisi kafan."

Elim dudağımı buldu. Yara vardı ama çok sızlamıyordu. Kadın eşyaları ile önüme geldi.

"İlk kafanıza bakayım."

"Gerek yo-"

"Çiso sus artık."

Bana söylenen Sarı'ya baktım. O ise bana değil temizlenmekte olan yarasına bakıyordu.

"Senin dizine ne oldu?"

Yanımda Kaan sorduğunda eşofmanımı yavaşça dizimin olduğu yere doğru getirdiğim. Kendi yaptığım pansuman çoktan Allah yoluna girmişti bile. Yavaşça Manyak'a döndüm.

"Birileri yüzünden düştüm."

Bana ciddi olup olmadığıma baktı.

"Bunu şuan bana bu haldeyken söylüyor olamazsın."

Kadın kafamı eğdiğinde yaraya bir süre baktı. Sonrasında temizlemeye başladığında acıyla gözlerimi kapattım. Geri açtığımda bütün yaşadığım saçmalıkla derin bir nefes verdim.

"Çok pardon ama beni tehtid etmeseydin şuan bu halde değildim."

Güldü. Ardından beni taklit etti.

"Çok pardon ama bana yalan söylemek yerine benimle gelsen şuan bu halde olmazdık."

O sırada ikimizin ortasına sinirle atlayan Sarı'ydı.

"Çok pardon ama uyuşturucumu çalmaya çalışmasaydınız şuan hiçbirimiz bu halde olmazdık."

Yüzümü buruşturdum ve önüme döndüm. Sanki bana orda yavşayan bunun adamı değildi.

"Adam akıllı birisini teslimatçı yapsanız bunların hiçbiri olmazdı asıl."

O sırada yanımda bir kıpırdanma oldu. Kaan bana bakıyordu. Yüzünde sorgulayan bir ifade vardı.

"Uyuşturucuyu geçtim, asıl adama ne oldu?"

Dediği ile afalladım. Nasıl yani bulmamış mıydı? Adamı halletmemiş miydi?

"O ne demek ben sana yerini söyledim ya."

Kaan bana baktı.

"Çisem o sokakta adam falan yoktu."

Diğer iki kafaya baktım. Ama onlarda da tık yoktu.

"Sarı, oraya ilk giden sendin ada-"

"Ben otobüs durağından başka bir yere bakmadım. Çantanı bulduktan so-"

"Manyak sen? Her yere bakmışsındır."

Kaşları çatılmıştı. Bana baktı.

"Ben mezarlığa baktım bir de durağın çevresine. Sonra Kaan ile karşılaştık zaten."

Dehşet içinde kaldım. Kafamın işi bittiğinde kadın dudağıma yönelmişti ki istemediğimi belli ettim. Hepsi bana bakıyordu. Delirmiş gibi güldüm.

"Bakın biriniz şaka yapıyorsa komik falan değil."

Sarı yarasını boş verdiğinde bana sıkıntıyla baktı.

"Bir dakika bir dakika, adam şuan ortada mı yok?"

Kaan'a döndüm.

"Kaan sen durağın sağında kalan ilk sokağa dönüp-"

"Çisem, tüm her yere baktım. Adam falan yoktu."

Sarı dakikalardır acıyan yarasını bir kenara attığında ayaklandı.

"Çiso, şu olayı adam akıllı anlatacak mısın?"

Sinirleniyorlardı. Farkındaydım. Ama düşündüğüm şey farklıydı. O derece kanaması olup, bıçaklanan bir adam yaşıyor olup sokaktan ayrılabilir miydi? İmkansızdı. Yarası derindi bir kere. O zaman başkası bulmuştu. Ama o zaman da olmazdı. Bulan biri illaki ya polis ya ambulansı arardı. Bu üçü ise farklı farklı zaman neredeyse toplam bir saat kadar ordalardı. İllaki birisi bir şey görürdü. Elim başımı buldu. Adam neredeydi peki?

"Kaçak. Bir şey de."

Derin bir nefes verdim ve kafamı kaldırdım.

"Adam yok."

Sarı kaşlarını iyice çattığında bu sefer aklıma gelenle Kaan'a döndüm.

"Sana ulaşmaya çalıştığımda telefonun kapalıydı."

Konuyla alakalı değildi biliyordum ama her şeyi gözden geçirmem gerekiyormuş gibiydi. Şuan en önemli konum buydu.

"Birisi ile karşılaşıp kavga ederken telefon düştü. Telefonu geç açabildim."

Direk Manyak'a bakarak konuştuğunda ikisinin kavga ettiğini anladım. Ama hala anlamsızdı.

"Çiso en baştan anlatmazsan delirmek üzereyim."

Sarı'ya baktım. Anlatacak mıydım? Başka ne olacaktı? Beni illaki bir şekilde üçü de konuşturtacaktı. Daha fazla zorlamaya gerek yoktu. Sıkıntıyla soludum.

"Otobüs durağına girdiğimde ordaydı o salak. Sonra alkolle saçma sapan şeyler isteyince ben sinirlendim."

Bir süre durduk. Dediğimi anlamaları zaman aldı. Yanımda olan Manyak dediğimi anladığında ise gülmeye başladı. Ama sinirden güldüğü için doğruca Sarı'ya bakıyordu.

"Bir kere de şu işleri ciddiye alıp düzgün adam yerleştir lan!"

Bir anda çıkışmasıyla ben yerimden sıçradım. Sarı onu hiç takmayıp bana bakıyordu.

"Sonra."

Sıkıntıyla nefes verdim.

"Sonra işte kavgaya tutuştuk sonra benim boşluğuma gelince öldürmeye kalktı."

Yanımda oturan Kaan'ın gerildiğini anlıyordum. Eli çoktan yumruk olmuştu bile. Ama sesi çıkmıyordu.

"Mecburen sokağa gittim, sonra orda da itiş kakış oldu. En son bu bıçak çıkarıp saldırdı. Bıçak yere düşüncede..."

Devamını herkes anlamıştı. Kaan yanımdan kalktığında kapkatı kesilen bedenini gördüm. Salondan çıktığında ise sakinlemek amacıyla gittiğini anladım. Diğer çalışanlar ise onunla birlikte çıktı.

"Sonra adamı bıçakladın."

Cümlemi tamamlayan Manyak oldu. Kafamı olumluca salladım.

"Geri kalanını biliyorsun zaten."

Manyak üzerine tekrar kıyafetini geçirdiğinde o da yerinde duramıyormuş gibi kalktı. Yüzüne baktığımda ise oldukça donuktu. Doğruca Sarı'ya ilerlediğinde o an beklemediğim bir şey yaptı. Sarı da anında ona atılan yumrukla yalpalarken yüzünü acı ile buruşturdu. Yüzü değil yarasıydı acıyan ama Manyak durmadı.

"Lan bi işi de düzgün yap!"

Sarı doğrulduğunda eli yarasındaydı. Fakat o da gergindi. Manyak ona doğru ilerlediğinde sinirle konuştu.

"Eren sakın. Burdayken ve ben gerginken sakın."

Manyak hafifçe güldü.

"Adamlarına mı dövdürtüceksin lan beni de!"

Sarı sinirle gözlerini kapattı. Manyak ise susmadı.

"Adam kıza taciz etmeye kalkıyo, bütün işi umursamıyo sen ise gelip burda kızı..."

Bağırması giderek solduğunda kendini cidden zor tutuyordu. Sarı'yı sertçe ittirdiğinde Sarı karşılık vermedi.

"Sana bu işi verenlerin kafasına ede-"

"Korlu!"

Sarı'da sinirle bağırdığında ikisi de gergindi. Ortalığın karışacağını hissettiğimde ise sonunda konuştum.

"Bıçak karnına girdi ve kesinlikle sıyrık falan değildi."

İkisi de durduğunda bana baktı. Ben ise zorlukla ayaklandım.

"O adam oradan kendi başına gitmiş olamaz."

İşte şimdi ikisi de gergin bir şekilde kalmışlardı. Bir kaç dakika sadece durduk. Çünkü bir gerçek vardı. Ya aramızdan biri yalan söylüyordu ya da diğer kötü ihtimal adamı bir başkası bulmuştu. Kafam almıyordu. Bugün her şey üst üsteydi. En sonunda ise varlığını unuttuğum köşede kalan Erdem konuştu.

"Neyse ki önemli olan adam değil ve uyuşturucu sende."

Dediği ile gözlerimi kapattım. Koltuğa geri pişmanlıkla oturduğumda bütün bakışların üzerimde olduğunu biliyordum. Ellerim başımı buldu. Sonra ise o sesi duydum.

"Kaçak." Sorgulayan bir ses tonuyla konuştuğu için iyice gerildim. "Mal sende, adamdan malı aldın değil mi?"

Yutkundum. Kafamı kaldırmadan sadece başımı olumsuzca salladım. Bir küfür işittiğimde ise tek bir söz daha etmedim. Asıl gerçekler ortadaydı ve hiç iç açıcı değildi.

"Nasıl yani şimdi ne ölü adam, ne de onda olan uyuşturucu ortada yok mu?"

Sarı'nın sorgulayan sesiyle kafamı kaldırdım. Bana bakıyordu. Sıkıntıyla yutkundum. İşte şimdi yanmıştık.

"Yok..."

...

Loading...
0%