Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4. Bölüm

@suwiiniz

Sonuna kadar açtığım perdenin ardında kalanına bakıyordum. Camı açmış mis gibi toprak kokusunu solumak iyi geliyordu. Hafifçe güldüm. En azından bugün beni iyi eden bir şey vardı. O da daha birkaç saat önce kendimi öldüreceğim toprağın üzerinde tüten bir avuç yağmur kokusuydu. Garipti. Halim acınasıydı. Elimde olan şişeden bir yudum daha içtim. Tıkılıp kalmıştım. Gidemiyordum. Bu kadar rezillik artık bana bile fazlaydı. Acı olan şey ise benim gitmek istemememdi. Gözlerim baktığım pencerenin dışında olan bulutlara kaydı. Şehir merkezi yağmurluydu. Büyük ihtimalle ise buranın akşamında da yağmur olacaktı. Kısaca şuanlık bu küçücük odada tıkılı kalmıştım. Tek çarem ise elimde olan, yarılanmış şişeydi. Bedenimin acısını geçirmişti ama kafam, kafamdaki sesler hala susmamıştı. Derin bir nefes verdim. Düşünceler tekrar bir bir çarptı. Kendimden kaçmak istercesine gözlerim ile başka şeyleri aradım. Ne aradığımı bilmeden öylece baktım. Ama olmadı. Bu sefer ise koştuğum şey içki oldu.

"İçmeyi bıraıcak mısın?"

Yavaşça yudumladığım şişeyi indirdim. Karşımdaydı. Hafifçe güldüm. Kendimdeydim oysa.

"Sen hala yüzsüzce burda mısın?"

Karşımda olan çocukluğumdu. Korkmam gerekiyordu belki. Ama hayır. Ondan yağmur olmadığı sürece korkmazdım. Kafasını olumluca salladı. Ardından benim gibi o da oturdu. Derin bir nefes verdi ve dışarıya bakındı. O da biliyordu boka battığımızı. Hiç umursamadan terar bir yudum alacağımda bu sefer sertçe konuştu.

"Eğer bir yudum daha alırsan ne o öldürüp, parmak izinin geçtiği cesette olan bıçağı bulmana yardım ederim, ne de uyuşturucuyu bulup bu mafya kılıklılardan kurtulmana. O yüzden şu zıkkımı bırak."

Umursamadım.

"İyiyim ben. Kendimdeyim."

Dediğime alay eder gibi güldü.

"Sence beni gördüğüne göre ne kadar iyisin."

Ona baktım. Mavi gözlerde hala aşağılama vardı. Bu sefer ona sinirle yönelen ben oldum.

"Sen olmasan gayet iyiydim bir kere, o yüzden sus!"

Bana ciddi misin der gibi baktı.

"Çok pardon ama burda benim suçum ne?"

Şişeyi elimden sertçe bıraktım. Cidden insanı delirtmekte üstüne yoktu. Elimi sinirle salladım.

"Sen değil misin o adamı öldüren!"

Durdu. Bana baktı. Benim katil tarafım oydu. O sinirlenirse kendimi kontrol edemeyen ise bendim. Eğer o sinirlenmemiş olsaydı ben bıçağı o adama saplamayacak-

"İkimizin aynı kişi olduğunu unutma." Derin bir nefes verdim ve sakin kalmaya çalıştım. Aynı kişiymiş. Diyene bak. Dakikalar önce kendisini öldürmeye çalışan o değilmiş gibi. "O yüzden" Bana susmam için işaret verdi. "Kendini düşün ve şimdi ne yapacağımızı."

Kafamı geriye yasladım. Bilsem zaten ona kalmazdım. Düşünemiyordum. Sıfırdı. Boka batmıştım. Tek yapabileceğim şey adamın ölmesi için dua edip onu bulan kişinin beni tehtid etmesini beklemekti. Biliyordum. Eğer normal bir insan olsa zaten çoktan polise gider ve parmak izim çıkmış olurdu. Ama ses seda yoktu. Bu da demek oluyor ki eğer adam öldüyse onu bulan kişi bir şey isteyecekti. Yapmazsam ise uyuşturucu işi de üzerime kalabilirdi. Çünkü bu iki mafya kılıklının beni satması bile an meselesiydi.

"Evet."

Duyduğum ile duraksadım. Çocukluğum bir yere odaklanmış düşünüyordu.

"Neye evet?"

Bana baktı. Birkaç saniye durdu. Düşüncelerini iyice oturtmak ister gibi. Ardından mırıldandı.

"İki düşmanın bizi satması an meselesi."

Kafa salladım. Mal mıydı bu? Niye düşündüğümü tekrar ediyordu ki? Bana baktı.

"İki düşman."

Yine kafa salladım. Hayır ben zaten delirmiş onu görüyordum ama o da delirirse işimiz hiç iş değildi. Yavaşça ayağa kalktı.

"Biz seninle düşmanız değil mi?" Benim cevabımı beklemeden konuştu. "Mesala ben Manyak olsam ve sen Sarı olsan, seni vurulmuş bir şekilde bulsam..."

O anda bende de her şey yavaşça örtüştü. Çocukluğum bana baktı. Anlamıştım. Aynı anda konuştuk.

"Bir el de ben ateş ederim."

Çocukluğum gülümsedi. Ben ise duraksadım. Manyak ise onu öldürmek varken koşmuş destek olmuştu.

"Bu ne biçim düşmanlık."

Kafa salladım. Ben olsam düşmanımın acısından zevk alırdım. Ya çocukluğum ile ben çok acımasızdık ya da onlar el bebek gül bebek yetiştirilmişti. Ki bunun olabilme ihtimali çok düşüktü. Kafam iyice allak bullak olmuştu.

"Ne yani? Sence bizi düşmanız diye mi yiyorlar?"

Yavaşça yaslandığım yerden kalktım. Çocukluğum ses vermedi. Aksine düşünmeye devam etti. Ama o türlü de çok saçma olurdu. Manyak ile tanışmamız tesadüftü. Yani öyle olmalıydı. Başka türlüsü pek mümkün değildi. Ayrıca birbirlerine zarar vermişlerdi. Yani içinde bulunduğum bu ev şuan Sarı'nındı ve Manyak saolsun evi delik deşik etmişti. Sarı ise Manyak'ın vurulmasını sağlamıştı. Sonrasında ise ikisi de saçma bir şekilde birbirine yardım etmişti. Manyak ona destek olurken Sarı'nın adamları Manyak'ı tedavi etmişti.

"Çok karıştı, dur biraz."

Çocukluğuma döndüm. Kafa salladı. O da bulamamıştı. Sıkıntıyla soludum. Ortada adam yoktu, bıçak yoktu, ayrıca iki değişik adamın aradığı uyuşturucu da yoktu. Ofladım. Bu işin içinden çıkamaycak gibiydim. Hiçbir yandan tutunacak dalım yoktu. Aksine dallarda diken vardı. Her şey çok anlamsızdı. Bıraktığım alkole geri uzandım. Bugün düşünmek istemiyordum.

"Şunu içmeyi bırakacak-"

Bir kapı sesiyle konuşan hayaletim sustu. Şişeden bir yudum aldığımda kapıya baktım. Bana şokla bakıyordu. Asıl benim ona bakmam gerekirken hemde.

"Kaçak, ciddi olamazsın."

Bana doğru geldiğinde hafifçe sırıttım. Bana diyene bakın. Düşmanlığını bile adam akıllı yapamayan bir adam. Yanıma geldiğinde elimde ki şişeye uzanmıştıki kaçırdım elimi.

"Ver şunu, doğru düzgün konuşmamız lazım."

Kafamı olumsuzca salladım. Çocukluğum beni ikna edememişti ki o mu ikna ede-

Gözlerim çocukluğumu aradı. Yoktu. O anda elimden alınan şişe bir oldu. Geri almak için uzanmıştım ki o çoktan kalkmıştı. Sinirle baktım. Hayır daha konuşalı bir saat olmamıştı, şimdi bıraksındı da kafamı dinleseydim.

"Manyak ve-"

"Kaçak!"

Sinirle o da bana baktı. Derin bir nefes verdim. Şişeyi uzanamayacağım bir yere koydu. Bana baktığında onda olan gözlerimi kaçırdım. Kızgındı ama şuan onu hiç çekemezdim. Bende gergindim ve bence ikimizde bir süre sakinleşmeliydik. Bana doğru bir adım daha attığında tepemde dikiliyordu. Bana simsiyah o kabus gözleriyle dik dik baktığını çok net hissediyordum. Ama umrumda değildi. Benim de soracak sorularım vardı ama şuan iyi değildim. Sonra konuşur-

Üzerime eğildiğinde şaşkınlıkla baktım. Siyahlar bendeydi. Yüzü gerilmişti. Lakin sakin kalmaya çalışıyordu.

"Aşağıda delirmiş bir halde olan Aras var."

Gözlerimi kaçırdım. Adamını düzgün tutsaydı hiç bu işler olmazdı. O yüzden umrumda değildi. Büyük ihtimalle ise Manyak dakikalardır Sarı ile uğraşıyordu. Düşman kardeşler. Biraz daha üzerime eğildiğinde bir eli oturduğum koltuğu buldu.

"Ve delirmekte gayet haklı." Sesi çok katıydı. Sanki malın benle alakası olmasa beni öldürecek gibiydi. "Emin ol o uyuşturucu bulunmazsa hepimiz yanarız."

Son dediği ile istemsizce gülmeye başladım. Bunu beklemiyor olmalıydı ki gergin yüz ifadesi kayboldu. Ben ise hiç çekinmeden onu sertçe ittirdim. İt herif. Yanıma yaklaşmadan konuşamıyor muydu? Gülerek konuştum.

"Farkında mısın bilmiyorum ama ben zaten yandım." Benden uzaklaştığında bende ayağa kalktım. Kafam döndü. Elim kafamı bulsa da gülüşümü bitirmedim. Gülmezsem patlardım. Ama sınırdaydım. "Sizin sikik sokuk ölü adamı-"

Konuşmamı sertçe böldü.

"Sakın!" Sesinin bir anda ürkünçleşmesiyle durdum. Sakin kalmaya oldukça çaba gösteriyordu. Sanırım patlarsa bu benim suçum olacaktı. "O adamın benimle hiçbir alakası yok, sakın." Derin bir nefes verdi. "Sıçtığımın Aras'ıyla beni aynı yere koyma."

Boş boş ona baktım. Ciddi miydi? Buz gibi bir sesle sordum.

"Nerde olduğumuzu biliyorsun değil mi?" Ya ciddi anlamda ben delirmiştim ya da bu iki mal çok saçma bir oyun içindeydiler. "Senin o sıçtığın düşmanının evindeyiz, hani daha bir saat önce birbirinizin yaralarını sardığınız düşmanının."

Neyi kast ettiğimi anladı. Yavaşça kafa salladı. Bana çocuğa bakar gibi baktı ve yavaşça konuştu.

"Evet. Sırf senin için birçok adamımı kaybettiğim düşmanımın evindeyiz." İttirmem yetmiyormuş gibi bana yaklaştı. "Senin için yaralandığım, üstüne seni taşıdığım yerdeyiz." Gözlerim yarasını buldu. "Biraz daha geriye gidersek ise senin yüzünden malı kaybettiğim gerçeği var." Bir adım daha attığında dip dibeydik ve sinirlenmeye başlıyordu. "Asıl önemli olan şey ise senin bütün bunlara rağmen beni sorguluyor olman."

Siyahlar ölümcüldü. Emindim ki şuan beni öldürmek için her şeyi yapardı. Bu iç güdüsünü destekleyecek olan kişi ise yine bendim. Hafifçe sırıttım.

"Çok pardon ya." Ben de inat etmiş gibi ona yaklaştım. "Sizin tacizci adamınızı yaralayıp, şok etkisiyle ne yapacağımı billmediğim için." Bende diklenerek ona baktım. Burda haklı olan o falan değildi. "Senin gibi birisine denk gelip senden kaçtığım için. Sonrasında senin yüzünden ayrı bir adam tarafından evime baskın yiyip, kaçırıldığım, üstüne saatlerce dövüldüğüm için." Gülerek omzuna baktım. "Çok acıdımı o tatlı canın, sağol beni o acıya rağmen taşıdığın için."

Yüzü kapkatı kesilmişti ama umrumda değildi. Burada asıl yanan kişi ben iken açıkcası onların saçma sapan malı hiç umrumda değildi. Yenisini bulmak zor olmasa gerekti. Ben ise bıçakta parmak izi bırakmıştım. Şuan oldukça gergindim ve bu iyi değildi. Yarım saat beni taşıdı diye ona minnettar olabilirdim ama açıkcası orada ölsem daha minnettar olacak kişi de yine bendim. O yüzden yaptığı çok da büyütülecek bir şey değildi. Odadan çıkmak için bir adım atmıştım ki bileğimden yakalanmam ile geri çekilmem bir oldu. Bedenim alkol etkisiyle zar zor ayaktayken şuan bu hiç iyi olmamıştı.

"Anlamıyor olabilirsin ama o mal önemli." Bedenlerimiz biraz fazla mı yakındı şuan? Sinirli sesinden daha çok dikkatimi çeken şey buydu tam olarak. "Eğer onu bulursak sana söz, bu işten kurtarırım seni."

Elini her zamanki gibi kendimden ayırdım. Ellerimiz ayrıldığında ona baktım dik bir şekilde.

"Sana kalmadım." Bir adım uzaklaştım ondan. "Sence şuan buradan o malın değeri kaç milyonsa verip gidemez miyim?" Dediğim ile alay eder gibi sırıttı. Alkolü cidden fazla kaçırmıştım. "O adam bana da lazım."

Bıçakta parmak izim vardı. Bıçak ise o, ölüp ölmediği belirsiz adamdaydı. Delirecektim. Arkamı döndüm. Saolsun bütün olmayan keyfimin de içine etmişti.

"Sence önemli olan para olsa biz bu kadar umursar mıydık?"

Kafamı çevirdim. Bana değil bıraktığım şişeye bakıyordu. Tekrar çıkmak için önüme döndüm.

"Umrumda olan siz ve malınız değil, bıçak."

Bu işleri bilmiyor değildim. Sırf biraz daha para için birbirini yiyen iki adam, gerçi dost da olabilirlerdi. Orası belirsizdi. Parayı ikisine de verince tıpış tıpış yollarına gideceklerine ise emindim. Lakin onlarda o adamı bulmaya uğraşacakken neden tek başıma çırpınıp durayım ki? Onlar bulunca ben de bıçağıma ulaşacaktım. Sonra kaldığım hayata geri devam. O mutlu mesut güzel günler. Kendimi anca böyle kandırabilirdim. Merdivenlere geldiğimde aşağıya inmek için bir adım attım. Bu kasıntı herif yerine her şeyi dalgaya alan Sarı ile konuşmak daha mantıklıydı. En azından beni de bir süre oyalardı. Sacede nerdeyse onu bulacaktım. Ayrıca bu kafayla bedenimi dikkatle merdivenlerden indirmem lazımdı. Düşme-

Ne olduğuna anlam veremedim. Ağzımdan bir çığlık kaçtığında bedenim önce itildi. Sonrasında ise ne olduğu belliydi. Acı sırtımdaydı. Düşmüştüm. Kendim değil. Alkol değil. Sırtımdan itilmiştim. Vücudum alkol sayesinde acıyı hissetmesede şuan bütün alkolün olayı bitmişti. Her yerim acı içinde sızlıyordu. Acıyla inledim. Ne oluyordu be? Gözlerimi açtığımda ise kıvrılıp kalmış olan o vücudumu gördüm. Kafamı biraz daha çevirdiğimde ise bana bakan insanları gördüm. Bazıları sırıtıyordu. Ev miydi barınak mıydı gerçekten belli değildi.

"Fazla bile yaşadın sürtük."

Gülen o sesi duyduğumda gözüme ilk sarılmış olan bir el geldi. Kafam dönüyordu kaldıramıyordum. Ancak sonunda o yüzü gördüm. Boz ayı. Merdivenden sırıtmış iniyordu. Edeyim ama ya. Hayır bu mal bana neden takmıştı ki? Zihnimde ona tokat attığım, dakika başı laf soktuğum ve en sonunda sarılı olan eli canlandı. Sanırım bana takmakta haklıydı. Bir iyi olayım ona yapacaklarımın yanında aslında bunlar hiçti. O anda bir sıcaklık hissettim. Kafamdan geldiğini anladığımla elimi kaldırdım. Yavaşça dokunduğumda ıslaklığı hissettim. Sıçayım. Kanattığı yeri yine kanatmayı başarmıştı uyuz. Ona sinirle baktım. Kalkmak için hamle yaptım lakin alkolden mi yoksa kanamadan mı bilmediğim bir şekilde başım döndü. Daha da sırıttı.

"Şu işi bitirelim."

Tekme atacağını anladığımda ve nereye geleceğini hissettiğimde o an cidden korktum. Ellerim doğrudan kafamı sardı. Eğer kafam tekrar sert bir darbe alırsa bu cidden iyi olmazdı. En son gördüğüm ise vurmak için kaldırdığı ayağı oldu. Sessizce bekledim. Lakin olan benim hissetmem gereken acı değil, bir bağırış oldu.

"Sana yaptığım yetmedi mi lan!"

Duyduğum ses ile ellerimi araladım. İlk gördüğüm giderek kalabalıklaşan insan gurubu oldu. Doğruca sesin geldiği yöne bakı- Duyduğum bağırış, benim düşüncelerimi bile susturdu. Korkuyla baktığımda ise bütün korkum geçti. Çisem'in korkaklığını çocukluğumun acımasız tarafı aldı. Yüzümde oluşan sırıtmaya engel olamadım. Her şey bir anda oluyordu.

"Sahibin demedi mi sana bu kız önemli diye!"

Boz ayının gözlerinin dolduğunu gördüm. Nedeni ise bandajlı olan eliydi. Gerçi artık sadece elinde bandaj da yoktu. Gülüşüm büyüdü. Saplanmış bir kaleme de sahipti artık. Manyak kalemi hafifçe oyanttı. Boz ayı acıyla bağırdığında yere damlayan kana baktım.

"Şimdi usluca yuvana dön ve sakın bir daha karşıma çıkma."

Kalemi bıraktığında duvara yaslamış olduğu adamdan ayrıldı. Gözlerim o yüzü buldu. Acıyla ve nefretle bakıyordu bana. Benim ise ona karşılığım, yüzsüce sırıtmamdı. Gerildi. Canı yanıyordu. Onu kapatan ise bir çift ayak oldu önümde.

"Kaçak bana bak."

Kafamda bir el hissetmemle o yüze döndüm. Sanırım onu daha yeni azarlamamalıydım. Hafifçe güldüm.

"Bütün havamı söndürdü bu ayı. Ne güzel havalı havalı çıkmıştım."

Bütün sinirine rağmen onun da yana kıvrılan dudağını yakaladım. Acıya rağmen bende gülümsedim. Ardından kalkmak için bir elimle yerden destek alarak doğrulmuştum ki boz ayı gözüme gözüktü. Lakin benim asıl gördüğüm şey sağlam olan elinin beline gitmesi ve...

"Fırat, sakın!"

Bir kadının bağırışı ile Manyak da kendine geldi ve arkasını döndü ancak silah çoktan çıkmış ve Manyak'ı hedef almıştı. Lakin benim duyduğum başka bir ses oldu. Yerimden korkuyla sıçradım. Bir kurşun hemen yanımızdan geçerek boz ayının dibinde olan duvarı parçaladı. Gözlerim bu sefer diğer tarafa döndü. Gördüğüm şey ise beni şaşkına uğrattı. Bizi izleyen insanların çoğundan silah çıkmış ve bizi değil, boz ayıyı hedef almıştı. Anlamıyordum. Bu adamlar Sarı'nın adamları değil miydi? Neden?

"Bırakın öldüreyim!"

Bağıran boz ayıydı. Lakin önde olan kısacık saçlı kadın güldü.

"Bugün ölemem, kusura bakma."

Kesinlikle hiçbir şey anlamıyordum. O anda Manyak boşluk zamanı yakalamış gibi bir anda bedenimi bıraktı ve bize doğrultulan silaha yöneldi. Ben daha ne olduğunu anlamadan ise bir kırılma sesi ve bağırış duyuldu.

"Alın bunu!"

Derin bir nefes verdim. Bütün silahlar indirildiğinde kısa saçlı o kadınla bir an bakıştık. Adamlara işaret verdiğinde hala bana bakıyordu. Manyak halletmişti. Olan ise benim havalı halime olmuştu. Şimdi bu salağa yeniden teşekkür etmek zorunda kalacaktım.

"Kıza sağlık ekibi bulun!"

Kadın bağırdığında bana gülümsedi. Lakin onu bölen başka birisi oldu.

"Gerek yok."

Boz ayıyı tutan adamlar yanımızdan geçerken gözüme bu sefer Manyak gözüktü. Tekrar önümde benim gibi eğildiğinde derin bir nefes verdi.

"Salağın adamlarına güvenecek değilim. Ne halt olduğunuz belli oldu."

Anlamayarak ona baktım. Kız daha yeni hayatını kurtarmıştı öküzün. İnsan bir teşekkür ederdi.

"Eren Be-"

"Gerek yok dedim!"

Eren Bey mi? Şuraya kusabilirm miyim? Zaten midem de bulanmaya başladı alkol yüzünden. Cidden içen aklıma edeyim. Kız kafa salladığında tekrar göz göze geldik. Ben teşekkür amaçlı gülümsedim. O da karşılık verdikten sonra yavaşça arkasını döndü. O anda koca koridorda yalnızca bu Manyak ile kaldığımı anladım. Etrafa bakındım. O kadar insan nereye gitmişti ki şimdi? Bir dakika bir dakika. Bu mal şimdi neden sağlıkçı istememişti? Aklıma gelenle ise direkt ona döndüm. Ancak yine dibimde olmasını beklemiyordum. Sırıtmış bana bakıyordu. Resmen yüzündeki ifade, yine bana kaldın der gibiydi. Pislik. Ona falan kalmayacaktım.

"Teşekkür etmeyeceğim o yüzden bakma."

Gülüşü büyüdü. Sinirle gerildim. Cidden şuan çok rezil bir durumdaydım. Ama ona ihtiyacım yoktu. Kendim kalkacaktım.

"Çekil şurdan."

Hiçbir kımıldama göstergesi göstermedi. Aksine iyice sırıtması büyüdü. Sinirle gözlerimi kaçırdım. Ardından ellerimle destek alarak kendimi kaldırmaya çalıştım. Başardığımda ise yüzümde bir zafer gülümsemesi oluştu. Kalkmıştım işte. Ona ihtiyacım falan kalmamıştı. Sırıtarak hala yerde çömelmiş bir şekilde gülen Manyak'a baktım. O ise bir anda kalkarak yine boy farkını kapattı. Pardon aştı. Sinir adam uzundu da benden. Yine de ona ihtiyacım yoktu. Gülerek bir adım atmıştım ki ayağımın boşluğa düşmesi ile benim de düşme-

Bileğimden yakalandım. Bedenim bir anda çekildiğinde ise bu sefer iki ayağım da yerden kesildi.

"Rica ederim."

Beni tutan adama döndüğümde bir eli sıkıca bacaklarımı tutuyordu. Kafam dönmese çok güzel olurdu ama şuan benim de ona tutunmuş olmam hiç iyi değildi. Sinirle bıraktım ellerimi.

"Teşekkür eden olmadı, bırak beni."

Gülen suratını gördüğümde ise biz yine çok yakındık. Kafasını olumsuzca salladı. Bu sefer ise rahat durmadım. Elimi yarasına götürdüm.

"Bırak beni."

Bir yarasına bir bana baktı. Oldukça ciddiydim. Bana doğru eğildiğinde cidden fazla yakındık.

"Bırakırsam ve tekrar düşüp kafanı vurursan, o zaman ne olacak?"

Durdum. Düşmem diyemeyecektim çünkü her düşmem dediğimde resmen artık yere yapışıyordum. Gıcık. O anda aklıma gelenle gülümsedim. Etrafa bakınmak için döndüğümde konuştum.

"Kaan götürür beni."

İnmek için ayaklarımı oynatmıştım ki bi anda daha sıkı tutup yürümeye başladı.

"Yok sana Kaan."

Bir anda yürüdüğünden elim boynunu bulduğunda bana baktı ve yavaşladı. Elimi hızla çektim. Sinirle konuştum.

"Ne demek yok?"

Bir çektiğim elime bir bana baktı ve hafifçe gülümsedi.

"Yok, bana kaldın bugün."

"Ne demek sana kaldım."

Şokla sorduğum soruyla daha da sırıttı. Ardından yürümeye devam etti.

"Ne o, memnun değil misin?"

Kaşlarım çatıldı. O hala işin dalgasında olabilirdi ama ben Kaan'daydım.

"Kaan nerde?"

Derin bir nefes verdi. Kafam hala dönüyordu ya. Koridorun sonuna vardığımızda dönecekti ki ayağımı uzattım ve duvarla ilerlememizi engellemeye çalıştım ama nafile.

"Manyak, Kaan ne-"

"Kaçak." Bana baktı. "Gittiler, oldu mu?"

Gittiler mi? Nereye? Bensiz mi? Beni bırakıp mı gitmişti? Hemde burda. Onunla. İmkansız. Çok saçma olurdu. Kaan yapmazdı. Benim güvenliğimden emin olmadığı sürece imkansızdı.

"Kaan yapmaz öyle şey, ay-"

"Niye?"

Canı acımaya başlamış olmalı ki gülen suratı gitmişti. Suratı dümdüzdü.

"Beni burada bırakması imkansız."

Hafifçe güldü. Ama gülüşü çabuk kayboldu. Sonunda ise bir odaya vardık. Ona bırakmadan eğildim ve açtım. İçeriye girdiğimizde beni koltuğa doğru götürdü. Bıraktığında derin bir nefes verdi. Omzuna bakındım. Gerçi kıyafetten pek bir şey gözükmüyordu. Kapıya doğru ilerlediğinde geri kapattı. Niya kapatmıştı bu şimdi? Ya alkol etkisiyle düzgün düşünemiyordum ya da fazla kötüydüm şuan. Odada bulunan dolaplara doğru ilerledi. Aradığı şeyin yerini biiliyor gibi bir dolabi açtı ve aramaya başladı.

"Sen bir saattir odada içip kafa bulurken ben aşağıda delirmiş bir Aras ile uğraşıyordum."

Ee yani? Şuan ne alakaydı Aras. Ben Kaan'ı soruyordum. O sırada bulduğu bir çanta ile yanıma geldi. Burayı baya baya evi gibi biliyordu. Diyorum ya bunlar düşman falan değil, baya dost. Koridorda olan olayı da hesaba katarsak, kesinlikle dost.

"Kaan'da adama tekrar bakıcam diyince Aras'da en sonunda gitti. Bir nevi ben kovdum."

Kaan ile konuşmamıştık. Dışarıya çıkmıştı ve sonrası yoktu. Gerilmiş olduğu belliydi. Büyük ihtimalle o yüzden benimle konuşmamıştı hiç. Ya da aklında başka bir şey vardı. Ama benim anlamadığım burada beni nasıl yalnız bırakırdı?

"İyide Kaan beni yalnız bırakma-"

"Şehir tarafı yağmurlu Kaçak."

İşte bu susmamı sağladı. Parçalar yerine oturdu. Anlamıştım. Burada öylece boş boş duramamıştı. Bakmak istemişti ve beni de yanında götüremeyeceğini bildiği için gitmişti. Normaldi aslında. Ben o adamı bıçaklarken Kaan uyuduğu için bile pişman olabilirdi. Öyle bir yapısı vardı. Asıl beni korkutan şey karşımdaydı. Korkumu biliyordu. Yüzüm düşmüş olmalı ki yanıma oturdu. Hemen ardından ise farklı bir konuya geçti.

"Şimdi gelelim bir diğer konuya."

"Diğer konu?"

Diğer konu neydi? Hafifçe gülümsedi ve getirdiği çantayı koltukta bir kenara bıraktı. Ona anlam veremez gibi baktım. O ise ellerini kıyafetine götürdü. Napıyordu bu? Bir anda üzerindekini çıkardığında şaşkınlıkla kaldım. O benim surat ifademe sırıtırken ben oldukça ciddi bir şekilde ona bakıyordum. Ne yapıyordu şuan tam olarak?

"Bana hiç öyle bakma."

Açıkcası şuan alkol vücüdumdaydı. Hiç kusura bakmasın ama bakardım. Kendisi soyunmuştu sonuçta.

"Kaçak."

"Ne?"

Gülüşü büyüdü ve bu sefer yavaşça arkasını döndü. Çıplak sırtı gözlerime serilirken ilk gördüğüm bir kaç küçük yara oldu. Onları es geçmemi sağlayan ise eli oldu. Yaralı omzunun hemen altında parmağı durduğunda o an fark etmediğim bir şey gördüm. Dövme gibi bir işaret vardı hemen omzunun altında. İyide ne alakaydı?

"Güzel dövme mi demem gerekiyor şuan?"

Güldü.

"Aras'ı güzel süzememişsin."

"Ne?"

"Bu işareti daha önce hiç görmedin mi?" Dediği ile bu sefer daha dikkatli baktım gösterdiğine. "Aynısı Aras'ta da var."

İnce bir çizgi üzerine anlamsız işaretler konulmuştu. Biraz Çin yazısına benzettim ama hayır. Öyle de değildi. Çizgi dümdüz dik bir şekilde iken o işaretler yan bir şekilde dizilmiş bir yazı gibiydi. O dik çizginin üzerinde ve altında ise nokta misali birer damla işareti vardı. Hafızamı yokladım. Tanıdık mıydı? Evet. Tanıyor muydum? Hayır. Ne çok uzaktı ne de çok yakındı. İstemsizce dokundum.

"Biliyor musun?"

Sorduğu soruyla kafamı kaldırdım. Kafasını yana çevirmiş bana bakıyordu. Elimi yavaşça dokunduğum teninden uzaklaştırdım.

"Hayır."

Kendimi ondan geri çektim. Neden bilmiyorum ama bir anda ondan uzaklaşmam gerektiğini düşünmüştüm. Dövmeyi kesinlikle görmüştüm. Ama nerede bilmiyorum. Bana doğru döndü.

"Emin misin?"

Kafamı salladım ve ondan olan bakışlarımı çektim. Neden içim ürpermişti bir anda? Yine de kendimden ödün vermemek için konuştum.

"Başka çizdirecek bir şey bulamadınız mı?"

Bana baktı. Yüzüme cidden anlamak ister gibi baktı. Kendimi olabildiğince düzelttim. Neden gerilmiştim ki?

"Örgüt gibi bir şeyin amblemi, o yüzden bulamadık."

Örgüt mü? Anlamıyordum. Kıyafetini geri giymesini bekledim ama öyle yapmadı. Direkt çantaya uzandı ve fermuarını açtı. Aynı zamanda konuşmaya devam etti.

"Aras ve beni soruyorsun ya, ordayız." Bana baktı, tepkimi görmek ister gibi. Ardından devam etti. "Toplam bizimle birlikte altı kişiden oluşuyor."

Anlamıyordum. Bana bunları neden anlatıyordu. Çantadan bir şeyler çıkardı ama görmeme izin vermeden elinde çıkardıklarını bıraktı ve elleri omzumu buldu.

"Dön."

Sorgusuzca döndüm. Nedense içim istemsiz bir şekilde ürpermişti. Korku yoktu ama tedirgindim. Eli bu sefer omzumdan başımı buldu. Nazikçe eğdi.

"Herkes farklı bir işle uğraşıyor." Ellerini saçımda hissettim ama sesim çıkmıyordu. Buz kesmiştim. Ama sebebi belli değildi. "Aras, uyuşturucu ile o ilgileniyor."

Saçımı omuzlarımdan aşağıya sarkıttı. Sanırım saçlarıma Deniz hariç uzun zaman sonra ilk defa birisi dokunmuştu. Kendi derin sessizliğimi ve içimde ki ürpertinin geçmesi için konuştum.

"Sen peki?"

Bir tutam saç daha önüme düştü. Ardından elleri benden uzaklaştı.

"Silah."

Tek bir kelime. Evet tek bir kelime belki kaç hayata bedeldi. Bu benim için sorun muydu peki? Hayır. İnsanların hayatını umursamayacak bir evredeydim. Sadece... Şaşırmış mıydım? Hayır. Böyle bir şeyi bekliyordum. Sanırım tek beklemediğim oydu. Manyak'tı. Bana göre böyle bir adam böyle bir iş yapamazdı. Nedeni ise yine yoktu. Bir süre sessiz kaldık. Ardından konuşan ilk o oldu.

"Tepki verirsin diye düşünmüştüm."

Tepkim önemli değildi. Önemli olan diğer düşündüklerimdi.

"Başka ne var."

Sadece bu ikisi olsa iyi olurdu. Silah ve uyuşturucu. Ama öyle olmadı.

"Taş. Elmas. Altın. Değerli tüm taşlar."

Derin bir nefes verdim. Ben neye bulaşmıştım böyle. Asıl acınası olan şey ise şuydu. Sesinde pişmanlık yoktu. Benim gibi yaptığı işten pişman değildi. Tekrar konuşacağında izin vermedim. Daha fazla saçma sapan uğraştıkları malları duymak istemiyordum.

"Peki, silahla uğraşan birinin uyuşturucu ile alakası ne ve bana neden bunları öylece anlatıyorsun?"

Parmaklarını tekrar başımda hissettim. Kanayan yaranın etrafında gezindi.

"Çünkü sen sordun."

"Ne?"

Yarayı temizlemeye başlamış olmali ki canım yandı. Kafamı öne eğdim ama bu sefer bir eli çenemden yakaladı ve kaçmamamı sağladı.

"Bu işin başında ki biz değiliz."

Kesinlikle eli ağırdı. Yanıyordum lan. İşleri de kendileri de şuan en umrumda olmayan şeydi. Deli Manyak ise hareket etmemi de önlüyordu. Tam acıdığı için yakınacaktım ki beni konuşturmayan şey beklemediğim bir biçimde yarama üflemesi oldu. Eli çenemden ayrıldığında bu sefer sabit kalan ben oldum. Daha dikkatli yapmaya çalıştığını anladığımda tebessüm etmeden edemdim.

"Sorularına geçiyorum. Burada ki kimse bana zarar veremez." Egoya bak be. İçimden ne söylediğimi duymuş gibi konuştu. "Çünkü ben ölürsem silah işi yatar ve bu para kaybı demek."

O an anlamaya başladım. İkisi birbiri için dokunulmazdı. O da Sarı'ya bir şey yapamazdı çünkü o da para kaybı demekti. İşleri aslında bu iki man kafa yönetmiyordu. Bu ikisi yedek patrondu. O zaman asıl patron kimdi? Tüm bunları yöneten.

"Sait Uluç."

Dediği ile durdum. Sait Uluç. İyi de ben bu ismi duymuştum.

"Ben bu adamı duydum."

Onaylar gibi bir ses çıkardı.

"Normal. Kendisi her hafta televizyonlarda."

Hatırlamıştım. "Ünlü yardımsever Sait Uluç." Başka bir magazinde farklıydı. "Ülke zenginlerinde bugün." Farklı bir haberde. "Bu yıl yatırımda bulunması sayesinde..." Sinir oldum. İçimde istemsiz bir nefret oluştu. Adamı bir iki kez görmüştüm. Kırklarının sonunda olmalıydı. O anda yarama aniden bastırılmasıyla acıyla gözlerimi kapattım.

"Manyak adama olan sinirini benden çıkarmasan mı?"

"Ne?" Bir anda yaramda olan parmaklar geri çekildi. "Pardon."

Derin bir nefes verdim. O sırada o konuştu.

"Adama sinir falan değilim ama onun bize olması an meselesi."

Elini kendimden uzaklaştırdım. Patron oydu peki de yani? O niye bize sinir oluyordu? Arkamı döndüm. Siyahlıklar dalgındı.

"O ne demek?"

Gözleri gözlerimle buluştu. Elinde tuttuğu bezi bir kenara bıraktı. Ardından bana baktı.

"Kaçak..." Lafın gerisi gelmiyor gibiydi. Sıkıntıyla soludu. "O mal Sait'e verilecekti."

Anlamıyordum. Yani? Ona verilecekse o da içecek değil satacaktı. Parayı verip biz çoktan sattık deseler olmuyor muydu?

"Ee, o satmadan biz sattık deseni-"

Kafasını olumsuzca salladı.

"Çoğaltılacaktı." Büyük yanmış gibi eli yüzünü buldu. Ben ise hala anlamıyordum.

"Ee aynısından bulur geti-"

"Kaçak, başka yok."

Sözümü bölmesi bu sefer banada pahalıya patladı.

"Ne?"

Ofladı.

"Üretimini biz sağlayacaktık. Sait çoktan anlaşma yapmış. İki gün sonra Aras malı ona verecekti. Sonra üretime gidecekti."

O anda sıçtığımı anladım. Kafamın dönmesini umursamadan telaşla ayaklandım. Ellerim başımı buldu. Ne milyonu, ben bütün paramı versem bile çoğaltılacak olan malı karşılayamazdım. Üretim diyordu. Başka yok diyordu. Koca bir örgüte servet olacak malı ben kayıp etmiştim. İşte şimdi tam anlamıyla boku yemiştim. Saatlerdir geçiştirdiğim konu bana kendini gösteriyordu.

"Kaça-"

"Manyak sen ne dediğinin farkında mısın?"

Yanacağız derken gerçekten haklıydı. Derin bir nefes verdim. Koltuktan kalktı.

"Kaçak bi sakin ol."

Sinirimden gülmeye başladım. Çekinmeden silah, elmas, uyuşturucu işi yapan birisi bu ülkeyle yetinmezdi. Bunun yurtdışısı da vardı. Mal büyük ihtimal oraya kadar gidecekti. Paraydı. Çok paraydı. Devasa bir paraydı. Ve ben o parayı hiç etmiştim. Sarı delirmekte haklıydı. En başta o yanacaktı. Sonra ben, sonra...

"Kaçak!"

Kafam dönüyordu. Ben bu işlerden yeni sıyrılmışken bu sefer en dibe batmıştım. O Sait denen herif zaten para babasıydı. Benim param onunkinin yanında zaten bir hiçti. Böyle bir şeyden kurtuluşum yoktu. Artık bıçağı falan da geçmiştim. Eğer o uyuşturucu bulunmazsa öleceğimi biliyordum. Ölmekle kalmaz, sürünürdüm.

"Ben bittim..."

O anda iki elimden tutuldu.

"Kaçak." Gözlerim siyahları buldu. "Sen bitersen bizde biteriz." Bana doğru yaklaştı. "Adamı bulacağız, sakin ol."

Sakin falan olamazdım. Bu işleri biliyordum. Dünyanın bu tarafında para işlerdi. Para her şeydi. Gerisi acımasızlıktı. Burası pislik yuvasıydı ve ben o yuvanın çöplüğüne çoktan girmiştim. Herhangi bir uyuşturucu değildi. Üretime girecek olan, başka bir teki olmayan, milyarlar değerinde olan bir uyuşturucuydu bu. Abartmıyordum. Çünkü biliyordum. Yeni bir ürün çıktı mı onu üretirsen ve sata-

Kafamın dönmesiyle durmak zorunda kaldım. Beni destekleyen iki elden destek alarak ayakta kalmayı başardım. Siyahlar bana bakıyordu. Korkmuştum. Gerçekten korkmuştum. Bu işe tekrar bulaşamazdım. Ona baktım. Korkuyla sordum.

"Ne yapacağız?"

Hafifçe gülümsedi. Sanki sorun yok der gibi. Ama o da çok iyi biliyordu ki çok büyük yanmıştık. Çünkü bir diğer suçlu da o olacaktı. Aras'ın işine burnunu soktuğu için o da yanacaktı.

"Kaçak, sakin ol ve düşün."

Ellerimi bırakmadan beni tekrar koltuğa götürdü. Tekrar oturduğumda yanıma oturdu.

"Adamı bulacağız, sonuçta yaralı değil mi?"

Kafamı salladım. Yaralı birisini bulmak zor olmazdı. Ya öldüyse peki? O zaman ne olacaktı? Ellerimi ellerinden kurtardım. Kendime gelmem lazımdı. Düşün Çiso. Düşün. Aklıma gelenlerle karşımda olan adama baktım.

"Telefon."

Kaşlarını çattı.

"Ne?"

"Bana telefon lazım."

Bir süre bana baktı. Sonrasında ise cebinden bir telefon çıkardı. Şifresini girdiğinde bana verdi. Numaralara girdim. Derin bir nefes verdim. Daha vardı. Halledecektim. İki gün. Halledilirdi. Çiso yapardı. Numaralardan Kaan'ı buldum. Kulağıma götüreceğimde Manyak izin vermedi ve elimi yakalayıp kendisi hoparlöre aldı. Bir süre çaldı.

"Alo."

"Kaan benim."

"Çisem."

Derince bir nefes verdim. Adama bakmaya gitmişlerdi ama olması imkansızdı. Bir kere olmayan bir daha olacak değildi.

"Şu sıçtığımın aletini hoparlöre al."

Uzaktan Sarı'nın sesini duydum. Ardından konuştum.

"Adam yok değil mi?"

Kaan'a kalmadan Sarı konuştu.

"Yok! Ama kan izi falan da yok! Hiçbir halt yok!"

Gözlerimi kapattım. Çocukluğum bir an önce yardımıma gelmelidi. Kafam almıyordu.

"Normal birisi değil. Seni tehtid edecek ya da onları. Ama bekleyecek vakit de yok. O yüzden söyle Kaan'a yapması gerekeni yapsın."

Gözlerimi açtığımda tam karşımdaydı. Hafifçe gülümsedim ve sessizce teşekkür ettim. Beni kurtaracak olan kişi kendi çocukluğumdu. Bir başkası değildi. Kimseyi umursamadım.

"Kaan, tüm yaptığım işlerde olan adamları söyle kontrol etsinler." Manyak'a baktım. Bana ne işi der gibi bakıyordu. Ben devam ettim. "O sokakta, mahallede yaşayan kim var kim yok baksınlar. Kamera kayıtları, bütün görüntüler."

"Emin misin, bak bırakalı epey süre oldu ve bizimkiler yanlış anlarsa seni geri çağı-"

"Kaan eminim."

Başka çarem şuan yoktu. Ekip olaya geri bulaştığımı anlarsa çağırabilirdi ama gitmezdim. Bir ay kadar başımda uçuşurlardı. Ama çekerdim. Ölmekten daha iyiydi sonuçta.

"Tamam."

Telefondan derin bir oflama geldi. Ardından bu sefer konuşan Sarı oldu.

"Eren, adamlarım senin ve kendininkileri de kat. Adam akıllı başlayalım bakmaya. Bu iş ciddiye binmeye başladı."

Manyak karşımda olumluca kafa salladı. O sırada ben konuştum.

"Siz ikiniz gibi örgütte sizin işlere burnunu sokan var mı?

Manyak bana bakındı.

"Var ama..."

Sarı cümleyi tamamladı.

"Bize bulaşacak götü yok, o yapmaz."

"Yine de bakın."

Bu işi götü yer, yemez konusuna getiremezdim.

"Hastane, sağlık ocağı..."

Çocukluğumun konuşmasıyla onun yerine ben devam ettim.

"Eğer ölmediyse hastane ne var ne yok bakmak gerekiyor. Bize adamın adı, soyadı lazım."

"O basit iş, kapatın ve sen benimle gel Kaçak."

Kafamı salladım. O ise başka hiçbir şey demeden telefonunu elimden aldı ve bu sefer konuştu.

"Gökçe'yi al ve getir."

Başka bir şey demeden telefonu kapattığında bana döndü. Bir süre baktı. Ben de ona baktım. Hala üzerine bir şey giymeyecek gibiydi. Nereye baktığımı anladığında her şeye rağmen sırıttı. Ardından dolaba tekrar döndü. Kafamı dağıtmıştı salak. Ne güzel odaklanmıştım.

"Dövmesini gördüğüme eminim."

Bir anda çocukluğumun konuşmasıyla ona döndüm. Ama o arkası dönük olan adamın omzunun altında kalan o dövmeye bakıyordu. Kürek kemiğindeydi hemen. Çok büyük bir dövme değildi. Parmağım kadar ancaydı. Bir anda arkasını döndüğünde göz göze geldik. Elindekilere baktım. İki tanesini bana doğru attı. Hemen yanıma düştüğünde kendisi bulduğu tişörtü üzerine geçirdi.

"Kapının önündeyim ama istersen sana ya-"

"Kapının önü güzel yer."

Bana baktı ve güldü. Ardından arkasını döndüğünde odadan çıktı. Ben ise dikkatlice verdiği eşofman ve tişörtü giydim. Buradaki kadınlarındı büyük ihtimal bunlar ama tişört büyüktü. Elbise misali olmuştu. Yine de sorun etmedim. Bir kaç dakika ise öylece durdum. Kendimce olayı sindirmeye çalıştım. Kurtulacaktım. Geçecekti. Kapı tıklatıldığında kendime geldim.

"Geliyorum artık!"

Yavaşça ayağa kalkmaya çalıştım. Kendimi taşıtmak istemiyordum. Kapı açıldığında ise ayağa kalkmayı başarmıştım.

"Kaça-"

"İlaç var mı?"

Sözünü böldüm. Alkolün etkisi bittiğinde vücudumda olan morluklar yine acısını gösterecekti. Özellikle karnımdakiler. Hafiften bile sızlaması şuan canımı sıkıyordu. Bana baktı. Ardından kafa salladı.

"Olması lazım."

Odaya girdiğinde bıraktığı çantaya doğru ilerledi. İçersine bakındığında ben kapıya doğru adımladım. Anca giderdim zaten o buluncaya kadar. Kapıdan çıktığımda duvara yaslanarak adımlamaya devam ettim. O sırada bir anda ayaklarım havalandı.

"Kusura bakma ama sabaha kadar seni bekleyemem, vakit yok da."

Ellerim aniden boynuna sarıldığında o resmen koşuyordu.

"İlaç?"

Bana baktı.

"Az sonra içersin, şimdi değil."

Koridoru hızla döndüğümüzde ses çıkarmadım. Koridor boyunca bize garip bakışlar oldu. Umursamadım. Şuan önemli bir gerçek vardı ki iki gün sonra ölmek istemememdi. Aklıma gelen ile sordum.

"İki günün içersine bugün dahil değil, değil mi?"

Sıkıntıyla kafasını olumsuzca salladı. Sıçayım. O zaman resmen bir günümüz vardı. Bugün neredeyse bitmişti zaten. Akşam olmak üzereydi, hatta olmuştu bile belki. Cidden delirecektim. Bir merdivene geldiğimizde inmeye başladı. Ne yani bodrum da mı vardı? Hızla indiğimizde koca bodrumunun sadece iki alandan oluştuğunu gördüm. Bir çok insan bize bakındı. O sırada Manyak gürce bağırdı.

"Bütün işler iptal, herkes toparlansın!"

Koca alanda olan bilgisayar sistemine bakındım. Bir diğer tarafta ise koliler vardı. Kolilerin içinde ne olduğu ise belirsizdi. Herkes bize bakarken Manyak sinirlendi.

"Vakit yok lan! Çabuk!"

O anda bir tane adam güldü.

"Lafın değil, canın önemli sadece Korlu. Kendi adamların bitti de Aras'a mı kaldın?"

Manyak'ın sinirlendiğini gerilen vücudundan çok net anladım. Bana döndü ve yavaşça gülümsedi.

"Seni bir dakikalığına koltuğa bırakıyorum."

Adama bir dakika dedi ve beni ileride olan tekli koltuğa götürdü. Bıraktığında ise adama tekrar döndü. Ellerini belinde birleştirdiğinde bir şey olacağını anladım.

"Bir daha tekrarlasana ilk dediğini."

Adam gevşekçe sırıttı. Ben ise o an Manyak'ta olan şeyi fark ettim. Ne ara almıştı bu...

"Lafın değil canın önemli."

Birkaç kişi daha adamın dediğine güldü. Manyak belinde olan bir elini tişörtünün altına götürdü. Gözlerimi kapattım. O da oldukça gergindi ve şuan ona bulaşmamalılardı. Bana her ne kadar sinirini göstermese de o da yanacak kişilerden birisiydi.

"Sende ikiside önemsizken bu gevşeklik nereden geliyor?"

Dalga geçer gibiydi. Gözlerimi ise olacakları bildiğim için açmadım. Sakince bekledim. Belki benim de biraz olsun içim soğurdu.

"Aras'ın en iyi adamlarından biri oldu-"

Bir silah sesi yankılandı küçük bodrum katında. O gevşek ses kesildi. Gözlerimi yavaşça araladım.

"Neyse ki bende iyi adam çok. Birisini Aras'a veririm."

Bütün sesler kesilmişti. Tek bir çıt yoktu. Kan kokusu yavaşça bana da geldi. Gözlerim Manyak'ı buldu. Bana değil insanlara bakıyordu. Herkes korkuyla ona bakıyordu.

"İşin ciddiyetini herkes kavradıysa konuya giriyorum." Kendisinin sağında kalan tarafı işaret etti. "Siz, bu sabah altıdan itibaren bugünkü teslim edilecek uyuşturucuyu bütün her yerden izliyor, buluyorsunuz. Neydi teslimatçının adı?"

Bir kadın önündeki bilgisayardan anında tuşlamaya başladı.

"Ahmet. Ahmet Çeki."

Manyak kafa salladı.

"Ahmet'in gün içinde gittiği her yer, bakınca anlayacaksınız zaten. Adam ölü mü yaralı mı bulun bana. Hastane ne var ne yok tarıyorsunuz." Adamlar kafa salladığında bu sefer bağırdı. "Çabuk!"

Bütün ayakta kalan kim var kim yok herkes bilgisayar başına oturdu. Bu sefer Manyak sol tarafı işaret etti.

"Sizin yapacağınız; örgütte olan kişiler, adamları bu sabah o civarda bulunmuş mu bakıyorsunuz. Herkesi ince ince inceliyorsunuz. Anlaşıldı mı!"

Her biri kafa salladığında onlarda aynı şekilde masa başına geçtiler. Ancak Manyak durmadı. Masalardan birinde oturan birisini kaldırdı.

"Sen," adam gerginlikle bir ona bir elinde olan silaha baktı. Cidden bu derece korkuyor olamazlardı. "Git yukardan adam çağır ve şu pisliği temizlet."

Cesedi işaret ettiğinde adam kafa salladı ve yukarıya doğru koşmaya başladı. Manyak ise durmadı. Başka birisine yöneldi.

"Sen, adamlarıma ulaşıyorsun. Benim ekibimi de getirt buraya."

Kadın kafa salladığında ayağa kalktı ve bir telefona doğru ilerledi. O sırada bir ses duydum.

"Abi bu kadar ciddileşti mi iş?"

Merdivenden inen Erdem'e baktım. Manyak kafa salladı.

"Gökçe gelecek, ona uygun bir alan hazırlarsın sen."

Erdem ofladığında Manyak kaş göz yaptı. Ardından Erdem de bilgisayarlardan birine ilerledi. Bir eli sargılıydı. Göz göze geldik ama beni pek takmadı. Benim de bakışlarımı ondan çeken Manyak oldu.

"Sen de yukarı çıkıp çorba, yoğurt, sıvı ne varsa getiriyorsun."

Kadın ilk anlamamış gibi Manyak'a baktı. Cidden ben de anlamamıştım. Ne alakaydı şuan? Çorba mı?

"Ee hadi!"

Kadın kafa sallayıp yukarıya çıkarken bu sefer merdivenlerden üç dört kişi elinde kovalar ve temizlik eşyaları ile iniyordu. Büyük ihtimal ceset temizlenecekti. O an ilk defa cesede bakma şansım oldu. Tam kafasından vurulmuştu. Manyak'a baktım. Göz göze geldik. Elinde olan silaha kaydı gözlerim. Cidden silah işinde olduğunu belli ediyordu. İki kere silah tutmasına şahit olmuştum ve ikisinde de doğruca istediği noktayı vurmuştu. Hiç zorlanmadan hemde. Derin bir nefes verdim. Sıra bendeydi. Burada boş boş oturacak değildim. Koltuktan ayaklarımı sarkıttım ve ellerimden destek alarak kalkmıştım ki...

"Kaçak oturuyorsun."

Onu umursamadım. Oldu paşam, başka istediğin var mı? Hiç takmadan Ahmet'i araştıran bölüme doğru yürüdüm. Gözüme bilgisayarda uğraşan kadını kestirdim.

"Kaçak!"

Ona baktım. Silahı geri bedenine taktı. Oflayarak konuştum.

"Başka bir isteğin var mı?"

Kafasını olumluca salladı ve yanında olan adama dokundu. Adam ona baktığında bana bakarak konuştu.

"Bana ilk yardım çantası bul gel."

Ciddi miydi bu? Daha başımı ne kadar oyacaktı.

"Benim kafam iyi istemiyo-"

"Değil."

Sözümü sertçe böldü. Sinirlenmeye bende başlıyordum. Hiç kusura bakmasın ama bende boş boş oturmazdım. Dokunduğu adam ayağa kalkmıştı ki bu sefer ben konuştum.

"Otur geri." Manyak sırıttı ve beline kattığı silaha doğru tekrar uzandı. Adam hızla masadan çıkmak için atılmıştı ki ben de sertçe konuştum. "Eğer oturmazsan seni ben öldürürüm."

Adam öylece kalakaldı. Ben ise sinirle Manyak'a bakıyordum. Daha da büyük sırıttı. Ardından belinde olan silahı tamamen çıkardı.

"Bana ilk yardım çantası getir."

Adam bir bana bir de Manyak'a baktı. Yüzünden damlayan ter damlaları ise cidden onu kötüleştirmişti. Hiç umursamadım. Şuan bu durumdayken boş oturmayacaktım. Masaya doğru ilerledim ve bende kalemlikte duran maket bıçağını aldım. Manyak yaptığım ile kaşlarını kaldırdı. Sanırım beklemiyordu. Adamdan terler akmaya başlarken daha otuzlarında olduğunu fark ettim. Hiç umrumda değildi açıkcası. Sırf Manyak'a inat şu son günlerimde birini daha öldürsem bir şey olmazdı. Bıçağın ucunu açtım. Adam bu sefer ağlamaklı bir sesle konuştu.

"Yalvarırım durun!"

İkimiz de ona değil birbirimize bakıyorduk. Manyak sırıtmıştı.

"Kaçak, bence bıçaklardan uzaklaşmalısın." Elindekini salladı. "Daha kolay."

Elimdekini bende onun gibi salladım.

"Çabuk ölmesini sevmiyorum, daha acılı."

Gülüşü arttı.

"Kaçak hanımefendi lütfen!"

Adamın bana seslenmesiyle ona döndüm. Kaçak hanımefendi mi? Sinirle Manyak'a döndüm. Bu sefer cidden gülüyordu.

"Al işte! Kaçak hanımefendi diyor senin yüzünden."

Adam sinirlenmem ile bu sefer daha kötü bir şekilde seslendi.

"Pardon! Kaça- Yani hanımefendi. Getireyim lütfen." Adama baktım. Oluk oluk ter akıtıyordu. "Hem bakın ikiniz de yaralısınız."

"Ne?"

Gözlerim Manyak'ı taradı. İkimiz de mi yaralıyız? Gözlerim omzunda durdu. Tişörtünde kanı gördüğümde içimden küfrettim. Demiştim ki beni taşıma. Al işte. Kanatmıştı. Kaldırdığım bıçağı sinirle masaya attım. Adam şükrederek koşmaya başladığında Manyak zaferle sırıtıyordu. Silahı geri beline götürdü. O sırada ise bütün sessizliği bozan kişi Erdem oldu.

"Siz cidden delirmişsiniz."

Ona baktığımda eğilmiş olduğu bilgisayardan bize bakıyordu. O anda fark ettim ki sadece o değil herkes bize bakıyordu. Manyak boğazını temizlediğinde bütün bakışlar önüne döndü. Bende en başında kalkıştığım işe geri dönmek amacıyla gözüme kestirdiğim kadına ilerledim. Kadın ona geldiğimi fark edince korktu. Buradakileri nasıl bu kadar korkutmuşlardı. Gerçi beş dakika önce adamı öldürüp diğerini de öldürmeye kalkıştığımız için normal gibiydi. Kadın dediğimde benden bir kaç yaş büyük olmalıydı. Simsiyah uzun saçları vardı. Arkasında bağlamış, çok güzel olmuştu. Hafifçe gülümsedim. Kafam cidden dönüyordu. Bu kadar dönmesi normal değildi. Kadının masasına yaklaştığımda ellerinin titrediğini gördüm. Yok artık. Bu kadar mı korkunç görünüyordum? Hemen yanında olan sandalyeyi çektim ve yanına oturdum. Kadın bana bakıyordu? Etrafa bakındım. Manyak bize bakıyordu. Kaşlarımı çattığımda sırıttı ve arkasını döndü. Cidden insanı delirtecekti. Hiç çekinmeden bu sefer önüme döndüm ve elimi uzattım.

"Selam. Çisem ben."

Kadın bir bana bir uzattığım elime bakıyordu. Elini kaldırdı ve yavaşça sıktı. Gülümsedim.

"Sen?"

"Ne?" Bir süre anlamamış gibi baktı. "Selen ben."

Tebessüm ettim ve kadını daha fazla zora sokmamak için bilgisayarına döndüm.

"Ne yaptın bakalım?"

Yine birkaç saniye cevap gelmedi.

"Şey, teslimatçı saat beş gibi durağa yaklaşıyor ordan beri izli-"

"Kamera var yani."

Kadın onaylar bir şekilde ses çıkardı.

"Çaprazında kalan bir evin kamerası var."

Bu iyiye işaretti.

"Saat altı civarına getirir misin?"

Selen dediğimi yapmak için bilgasayara yöneldi. O sırada ben yine konuştum.

"Rahat ol."

Kafasını salladı. Ama rahat falan değildi. Kamerayı altıya getirdiğinde kendimi gördüm. Selen'i rahatlatmak için gülen suratım gördüğüm ile soldu. Yavaşça konuştum.

"Yakınlaştırabilir miyiz?"

Dediğim oldu. Boğazım yandı bir anda. Berbat bir haldeydim. Çökmüştüm. Mezarlıktan çıkmış ilerliyordum öylece. Bedenim çökmüştü. Yüzüm net gözükmese de berbat olduğum her şekilde belliydi. Yavaşça bilgisayardan uzaklaştım. Bir anda durgunlaşmıştım. Açık olmak gerekirse uyuşturucu işi bile bu kadar yormuyordu.

"İyi misiniz?"

Selen'in seslenmesiyle kafamı salladım. Ardından sessizce konuştum.

"Biraz sardıralım."

Dediğim oldu. Bu sefer otobüs durağına girmiş, o it ile boğuşuyordum. Derin bir nefes verdim.

"Biraz daha."

Kadın dediğimi yaptı. Bu sefer duraktan çıkıyorduk. Eli elimdeydi. Tutulmuş olan elime baktım. O kirli hissiyatı tekrar hissettim. Elime bakınarak konuştum.

"Bu yolu takip eden kameralara bakalım."

Kadın onayladı. Ben ise bakmadım. Nasıl da bir bokluk yüzünden bu kadar işe düşmüştüm. Asıl moralimi bozan şey ise kardeşimdi. Yiğit... Bir pisliğe düşmüştüm, onun acısını bile unutturan bir pislik. Her daim aklımda olan Yiğit bu sefer sessizdi. Belki de eski halime dönüşüyordum. Avcumun içini kurcaladım. Daha yeni hiç düşünmeden bir adamı öldürebileceğim gibi. Belki de düşünmemek için yine çocukluğuma koşuyordum.

"Güçlü olman sorun olmaz."

Hemen yanımda yine onu hissettim. Çocukluğumdu. Ona göre güç demek, ölüm demekti. Ben ise ölüm istemiyordum. Ona göre Yiğit'den sonra geri kalan insanların yaşaması önemsizdi. En değerli gidince, diğerleri de gitmeliydi ona göre. Ben bile.

"Ara sokakta kamera yok maalesaf. Sadece karşısında olan sokakta o aralığı gösteren kamera var."

Gözlerimi kaldırdım. İki bina arasına girişimizi gördüm. Sonuçta görüyorduk. Sıkıntı yoktu. Gireni çıkanı da görebilecektik. Sıkıntıyla soludum.

"Sardıralım."

Kadın benim çıkışıma kadar sardırdı. Ceketimi sımsıkı tutup çıkışımı öylece izledim. Bedenim korkmuştu. Çocukluğum ise geri dönüp öldürmek için direniyordu.

"Benim dediğimi yapsaydın en azından adamın öldüğünü bilirdik."

Hemen yanımda laf yetiştiren oydu. Umursamadım.

"Bu sokağın bulunduğu yeri hızlandırıp kimin geldiğini bulsan yeter."

Selen kafa salladı ve hızlandırdı. Boş olan sokağa baktım. Dakikalarca izledik. Ne kadar oldu bilmiyorum ancak bir araç o sokağa girdiğinde ekrana yaklaştım. Gelen her kim ise bu olmalıydı. İçimde bir heyecan oluştu. Belki de bu işten kurtulabilecektim. Ancak olan yine oldu. Araç daha kendisini adam akıllı göstermemişti ki bir şey oldu. Kararan ekrana bakakaldım. Simsiyah ekranla öylece bakıştık.

"Ne oldu."

Selen bir kaç tuşa bastı. Bu sefer onun da sesi sorgular bir hal aldı.

"Bilmiyorum."

Bir kaç ayara girdiğinde sıkıntıyla soludu.

"Silinmiş gibi."

Tepki vermedim. Aptal olan bendim. Ne bekliyordum ki? Gelen adamı öylece bulabileceğimizi mi? Selen bir kaç şeyle daha oynadı. Benim ümidim ise sıfırdı. Neden bilmiyordum. Belki aklıma Yiği gelip durgunlaştığımdandı. Ama ümidim cidden kalmamıştı. Bitmişti işte. Bir halt yemiştim ve ölümüm yakındı. Belki de iyi olmuştu. Kardeşime kavuşmam için bir yoldu. Boğazım yandı. Bu boktan işten kurtulamayacaktım.

"Belki başka bir kayıttan buluruz."

Selen yanımda öylece uğraşırken ben arkama yaslandım. Salak olmayan birisi burayı silmiş ise diğer tarafları çoktan yok etmişti.

"Ayrıca sadece bu kamera arzalanmış ola-"

Bakışlarım birisiyle denk geldi ve daha fazla dinlemedim. Manyak bana bakıyordu. Kaşları çatılmıştı. Bir masaya yaslanmıştı. Ne oldu der gibiydi. Derin bir nefes verdim. Ardından Selen'e döndüm.

"Saol Selen."

Kadın hala bilgisayardan bulabileceğimizi düşünüyordu.

"Hala bulabiliriz."

Kafamı olumsuzca sallamıştım ki beni sarsan bir şey oldu. Sandalyemin döndürülmesi ve bir anda çekilerek masadan uzaklaşmam bir oldu. Kafamı kaldırdım. Manyak beni sürükliyordu.

"Ne yapı-"

"Seni bekliyordum ve bence işin bitti."

Bir boş masanın önüne geldiğimizde sandalyemi masaya doğru çevirdi. Önümde gördüğüm yoğurt, çorba, içecek ile şaşırdım.

"Sabahtan beri ne yedin sen? Bir de bayılırsan cidden uğraşamam."

Bütün durgunluğuma rağmen tebessüm etmeden edemedim. Masaya yaslandığında o da gülümsedi. Kendini affettirmeye çalıştığı her halinden belliydi. Söylediklerim bir tık işe yaramış gibiydi. Ağzımda oluşan yaraları hesaba katıp, sadece sıvı şeyler getirtmesi ise sanırım bugün beni mutlu eden ilk şeydi.

"Rica ederim."

Tebessümüm büyüdü. Ardından kaşığa doğru uzandım.

"Teşekkür etmedim ki."

Beni umursamadan ayağıyla sandalyeyi daha da masaya yaklaştırdı.

"Ye de, ilacı iç."

Çorbaya uzandığımda o yaslandığı yerden ayrıldı. Nereye gittiğine bakmadım. Çorbadan bir kaşık aldım. İstemsizce gülümsedim. Bir öküzün içinden böyle düşünceli birinin çıkması da ayrı bir ironikti. Açıkcası onun yerinde ben olsam kendimi bana affettirmeye çalışmazdım. Saçımın bir anda önüme atılmasıyla kafamı kaldırmam bir oldu. Tepemde dikilmiş Manyak'ı görmemle ise bütün sinirimin beynime hücüm etmesi bir oldu. İki dakika mutlu olmuştum be adam. Hafifçe sırıttı.

"Manyak defol gi-"

Kafamdan tutup beni geri düzeltti.

"Yesene yemeğini sen. Yara açık kalmasın sadece kapatı-"

"Ya sana ne benim ya-"

Ağzıma sokmaya çalıştığı meyve suyu üzerime dökülecek diye mecburen susmak zorunda kaldım. Elinden içeceği aldım.

"Biraz sus Kaçak."

Sinirle nefes verdim. Moralim zaten bozuktu ve ben yine ona patlayabilirdim. O ise çirkin yüzünü göstermekte geri kalmaz, ikimiz de burayı birbirine katardık. O yüzden sakin Çiso. Saçlarım önüme atıldığında ise cidden delirecektim.

"Beni sana bırakan Kaan'ın aklına ede-"

"Ayıp, sus ve ye."

Bütün saçlarım sonunda önüme geldiğinde bir süre bana dokunmadı. Bende mutlu mesut yemeğimi yedim. Ancak parmağını hissettiğimde kızacaktım ki ben konuşmadan o bu sefer ciddiyetle konuştu.

"Sıra sende."

"Ne?"

Bir süre durdu. Ardından mırıldandı.

"Ne sorduysan cevapladım, sıra sende."

Kafamı ona bakmak için geriye yatırdım ama o izin vermeden geri öne itekledi.

"Kaçak adam akıllı dur işte, acıyacak."

"Ne merak ediyorsun."

Kafamı geriye yatırdığımda göz göze geldik. Siyahlar bana bakıyordu. Sorup sormamakta emin değil gibiydi. Ancak konuştu.

"Dışarıdayken, yağmurda söylediğin kişi..."

Hafif merakla sırıtmış olan suratım bir anda dondu. Yüzümün gerilmesiyle o daha da gerildi. Sorup sormamakta cidden emin değildi. Yine de konuştu.

"Yiğit."

Gözlerimi ondan kaçırmak için bu sefer kafamı ben düzelttim. Kendime zaman tanımak amaçlı gözlerimi kapattım. O ise her şeyi eminim ki çoktan kafasında oluşturmuştu.

"Kim o?"

Gözlerimi araladım. Onunla uğraşırken biraz olsun unutmuştum ama şimdi. Kısa bir cevaptan bir şey olmazdı. Daha fazlasına izin vermezdim zaten.

"Kardeşim."

İkimiz de konuşmadık. Etrafta sadece tuş sesleri duyuldu. Yarama da bir şey yapmadı.

"Mezarlıkta onun yanındaydın." Kafasında artık her şey oturmuştu. "Mezarlıktan durağa gidiyordun. Yağmurda o yüzden beni bırak dedi-"

"İşin bitmedi mi?"

Sesim buz gibiydi. Duraksadı. Ardından konuşmadık. O sessizce işini bitirdi. Ben ise öylece durdum. Bütün her şeye olan hevesim kaçmıştı. Yaramı kapattığını hissettiğimde bir süre kimseyle konuşmayacaktım. Üst odalardan birine çıkıp uyumaktı planım. Sandalyem geriye çekildiğinde o da mırıldandı.

"Bitti."

Sandalyeden kalktım. Kafam yine hafifçe döndü. Belki de aç olduğumdan dönüyordu, ya da yorgunluk. Gidip biraz dinlen-

Önümü Manyak kesti. Yavaşça bana doğru geldi ve eğildi. Dip dibe geldiğimizde ne yaptığını anlayamadım ama vücutlarımız birbirine çarptı. Gerildim ve bir adım geri gittim. Elinde su ile doğrulduğunda ise ne yaptığını anladım. Suyu bana uzattı. Ardından eli cebine gitti ve bir hap çıkardı.

"İç, iyi gelir."

Pişmalıkla nefes verdim. Fazla keskindim. Yavaşça hapa uzandım. O ise benim yerime suyu açtı. Ciddi olamazdı şuan. Suya uzandığımda ona baktım. Ardından mırıldandım.

"Teşşekkür ederim."

Küçük bir tebessüm oluştu yüzünde.

"Rica ederim."

En sonunda doğru bir şekilde yapmıştık. Hapı içtiğimde o arkasını döndü. Ancak bu sefer içimde ki duyguya engel olamadım ve ben seslendim.

"Manyak."

Yavaşça bana döndü. Gözüm omzunda oyalandı. Ne yapacağımı çok bilmesem de bence ben de bir şeyler yapabilirdim. Sandalyeyi ona ittim. Ardından her şeye rağmen gülümsemeye çalıştım.

"Otur. Sıra bende."

En azından içimde olan Yiğit'in acısını bir şeylerle oyalanarak bastırabilirdim. Belki yani. Siyahlarla bakıştık. Ciddi miyim diye baktı? Ardından konuştu.

"Gerek yok, iyi-"

"Değilsin."

Sanki bu cümle tanıdıktı. Hafifçe güldü. Ancak hiç oturmaya niyetli değildi. Ben ise oturmadığı her saniye boyunca iyice inat haline getirecektim.

"Kaçak o bende işe yara-"

"Oturmazsan..."

Bir dakika ya aklıma tehtid gelmemişti. Gülmesi büyüdü. Ancak ben aklıma gelen ile sırıttım.

"Oturmazsan seni affetmem."

Gülüşü donuklaştı. Ancak hala inat etmişti.

"Affettin bile, o yüzden rol yapma."

Dik dik bakındım.

"Gider Sarı ile adamı bulurum, detay detay her şeyin üzerinden beraber geçer sonra seni batırmak için güzelce uğ-"

"Kaçak."

Sırıttım. Yüzü gerilmişti. Ben ise sandalyeyi gösterdim.

"Otur Manyak."

Derin bir nefes verdi. İnat ettiğimi anlamış olamlı ki bu sefer oturdu ve ayağıyla kendini itekleyerek önümde durdu. Zaferle sırıttım. Ardından etrafımda dönüp çantaya bakındım. Karşıda olan masada gördüğüm ile oraya ilerledim. Çantayı alıp arkamı dönmüştüm ki gördüğüm ile donuklaştım. Üzerinde olan tişörtü çıkarmış bana bakıyordu. Pislik.

"Giysene üstünü."

Güldü.

"Giydiğimde nasıl yaraya bakmayı düşünüyorsun."

Mantıklıydı. Surat asıp ona doğru yaklaştım. İlla beni sinir edecekti yani. Çantayı ona uzattım. Bir çantaya bir bana baktı.

"Ne? Bakma öyle. Ben ne bulduysam kullanıp yapıyorum."

Bu sefer sırıtması iyice genişledi. Ardından çantayı aldı.

"Sen bu yaşına kadar ciddi soruyorum nasıl geldin?"

Yüzümü buruşturdum. Çok bilmiş. Baya baya gelmiştim işte. Nasıl geldiğimi ise bende bilmiyordum.

"Bir de gelmiş bana otur diyorsun."

Çantadan elime pamuk gibi bir şey verdi. Ardından bana baktı. Ciddi bir ses tonuyla sordu.

"Temizleyebilecek misin yoksa kendim mi yapa-"

Acıyla sesinin kesilmesi ve gözlerini kapatmasının nedeni doğruca pamuğu yarasına bastırmamdı. Hafifçe sırıttım. Pamuğu çektiğimde yapmacık bir şekilde konuştum.

"Ay pardon."

Çenesi kasılmıştı ve yüzü gerilmiş. Gözlerini açtı. Derin bir nefes verdi.

"Kaçak."

"Sus Manyak ve ye."

Sandalyeyi masaya ittirdim. Yoğurda hiç dokunmamıştım ve emindim ki o da açtı. Yemesini beklemesem de yarım bıraktığım meyve suyuna uzandı. Ben ona bakarken o içti. Bir yandan da bana laf attı.

"Ben dediğini yaparken sen de başlasan mı artık?"

Gülmeden edemedim. Ardından bu sefer nazikçe yarayı temizlemeye başladım. Ben yaparken dediğim gibi o hem yedi hem de bana bakındı. İşlemi yaklaşık on dakika sonrasında bitirdiğimde derin bir nefes verdim. Kendimde olsa bu kadar uğraşmayıp direkt basardım ama beyfendi huysuzlanıyordu. Bilerek huysuzlandığını bilsem de yapmıştım.

"Şimdi ne yapıcam?"

"Başka bir şeye gere-"

"Var. Söyle ne yapıcam. Kapatalım."

Bana baktı. Ardından sorgulayan bir sesle konuştu.

"Sen sırf oyalanmak için mi benimle uğraşıyorsun?"

"Evet. Hayır."

Hafifçe gülümsedim. Öyle olduğunu anladığında göz devirdi. Ardından tekrar çantaya uzandı.

"Sırf senin için şu duruma düştüğüme inanamıyorum."

Onun ses tonuyla onu tekrarladım.

"Benim için değil zaten, seni batırmamam ve affetmem için bu durumdasın."

Elime susmamı ister gibi bir şey tutuşturdu.

"Yarayı bununla kapatsan yeter."

Kafamı salladım. Ardından verdiği değişik şeyi bir süre inceledikten sonra yaklaşık beş dakika da kapatmakla uğraştım. İşlem bittiğinde yaptığım mükemmel olan o sonuca baktım. Biraz beceriksizce olsa da gayet gideri vardı.

"Bence harika oldu."

"Pek emin değilim."

Dediği ile sandalyesini sertçe masaya itekledim ve arkamı döndüm.

"Yardım edende kabahat."

Arkamdan güldüğünü duydum. İkimiz de dakikalardır birbirimizin vaktini yiyorduk öylece. Yoksa kafayı yiyecek ve bir kaç kişiyi daha öldürecektik. Bana göre ise bugün için ölüm sayısı iyiydi. Etrafa bakındım. Ceset gitmişti. Erdem benim oturduğum koltuğa oturmuş sigara içiyordu. Geride kalanlar ise yine bilgisayar başındaydı. Planım olan şeyi yapmak için merdivenlere doğru yöneldim. Yukarı çıkacak ve uyuyacaktım. Yoksa bugünün biteceği yoktu. Bir adıma atmıştım ki bana seslenilmesiyle durdum.

"Kaçak!"

Bu kadar bağırmasının sebebini anlayamadığımda döndüm. Gergindi. Ne var der gibi kafa salladım. Eliyle gel işareti yaptı. Kafamı olumsuzca salladım. Seslenip nefes yorasım yoktu. Dakikalardır sahte sahte gülümsüyor, kendimi konunun ağırlığından kaçırıyordum ama bu sefer gerçekten biraz yalnız kalmak istiyordum. Ama Manyak durmadı ve yanıma doğru hızla geldi. Bir eli bileğimi kavradığında beni çekiştirerek içeriye doğru sürükledi.

"Gözümün önünden ayrılmıyorsun, her kaybolduğunda başımıza bir bela geliyor."

"Ya çıkıp uyuyucam, ne belası?"

Durduğumuzda etrafa bakındı. Ardından gözleri bir yerde durdu.

"Erdem kalk lan ordan!"

Erdem bize baktı. Anlamamış gibi bakındı. Ben elimi çekiştirdim.

"Saçmalama Manyak. Rahatsız etmesene adamı."

Beni hiç takmadan eliyle kalk işareti yaptı. Erdem derin bir nefes verdi. Ardından sigarasını söndürüp ayaklandı. Manyak beni oraya çekiştirdiğinde koltuğa resmen fırlatıldım.

"Ya burda nasıl uyumamı bekliyorsun."

"Uyuma zaten kafan bu haldeyken. Bir kaç saat dur."

Sinirle ona baktım.

"Salsana beni adam."

Gözleri hala etrafta dolanıyordu. Ardından bir yerde durdu. Oraya ilerlediğinde ben ona bakıyordum. Bir çalışan kadına doğru ilerledi. Kadın bilgisayara dalmışken ise kadının sandalyesine astığı şalı aldı. Kadın aniden olan olay ile afallarken o hiç umursamadan bana doğru geldi. Şalı bana uzattı. Ben ise ciddi mi diye baktım.

"Sen delirdin herhalde."

Sırıtttı.

"Senin kadar değil."

Sinirle soludum.

"Git kadına geri ver ben burada durma-"

"Eğer burada durmazsan kadını öldürürüm."

Benim almamı beklemeden şalı bana attı. Şaka yapar yanı yoktu. Daha önce de şaka yapmadığını anlamıştım. Sinirle şalı aldım. Ardından yere fırlattım.

"Şu işten kurtulayım senin bütün işlerine musallat olmazsam bana Çisem demesinler."

Dediğime güldü.

"Onuda yaparsın bir gün."

Arkasını döndüğünde arkamda kalan yastığı çıkardım ve tırnaklarımı ona geçirdim. Cidden sinirimi bozuyordu.

"Yastık yerine onu parçalamalısın."

Yanımda bana laf atan Erdem'e bakındım. Kafa salladım. Bencede öyle yapmalıydım. Erdem benden uzaklaştığında sinirle yerimde oturdum. Dakikaların sonunda ise ne olduğunu açıkcası pek hatırlamıyordum.

...

"Çisem!"

Uzaktan bir ses duydum.

"Çisem!"

Ses giderek yaklaşıyordu.

"Çisem!"

Yavaşça olduğum yere daha da sindim. Yorgundum.

"Lan adam akıllı girsenize! Kız uyuyor! Bu kim ayrıca?"

Manyak'tı sanırım konuşan.

"Deniz! İyi. İyi görüyor musun?"

Deniz mi?

"Uyandıralım, sesini bir kez duyayım."

"İlk aşkı mübarek, bu ne sevgi."

Sarı'ydı bu konuşanda. Hafifçe tebessüm ettim. Uyanmıştım saolsunlar.

"Saçamalama, bırak dinlensin. Berbat haldeydi. Bütün gece mezarlıktaymış."

Gülüşüm yavaşça kayboldu. Kaan'dı bu da. Saolsun bana gerçekleri yine hatırlatmıştı.

"Ne demek mezarlıktaymış?"

"Gitmiş işte her yıl olduğu gibi."

Daha fazla duymak istemediğim için gözlerimi araladım. İlk gördüğüm üzerime örtülmüş olan şaldı. Gözlerimi kaldırdığımda ise onları gördüm.

"Ya gidecek olsa bana haber verirdi, gitmez o korka-"

Göz göze geldiğimiz kişinin boğazını temzilemesi sonucu tüm sesler kesildi.

"Günaydın uykucu güzel, nasıl rahat mıydı?"

Sitemle beni yargılayan Sarı'ydı. O arkasını döndüğünde bütün görüntümü kapatan kişi ise Deniz oldu.

"Çisem! Aklım çıktı, çok korktum."

Boynumda elleri hissetmem ile derin bir nefes verdim ve tebessüm ettim. Ardından yavaşça mırıldandım.

"Deniz, çok kötü kokuyorumdur."

Deniz benden ayrılmadı. Gün boyu koşturup durmuştum. Yine de bütün korkularımı onun bastıracağını bildiğim için ben de kollarımı ona doladım. Saniyeler sonra benden ayrıldığında gözlerinin dolduğunu gördüm.

"Ben özür dilerim."

Gözlerimi kapattım. Çoktan kendisini suçlu ilan etmişti.

"Ben biraz daha vakit geçtikten sonra gidersin sanmıştım ama..."

"Deniz."

Sarı saçlarını taramamıştı. Hafifçe gülümsedim.

"İyiyim. Bir şeyim yok."

"Kendini öldürmeye kalkarken beni vurduğun içindir."

Deniz dehşet içinde gözlerini açarken ben sinirle Sarı'ya baktım. O ise hala gergindi. Yüzü gülmüyordu. Her zaman gülen Sarı gülmüyordu. Laf atmaları alayla değil ciddiydi. Durum berbat haldeydi. Bunu çok net anlıyordum.

"Ne demek kendini öldürmeye çalı-"

"Yeter lan! Bu kızı yol boyunca çektiğim yetti. Birisi şuna biraz daha ağlarsa hepimizin iki gün içinde öleceğini açıklasın!"

Sarı sinirle bağırdığında bu sefer bağıran Manyak'tı.

"Aras!"

"Ne var! Yalan mı!"

Deniz anlamayarak bir bana bir onlara baktı. Yattığım yerden yavaşça doğruldum. İki büklüm olmuştum zaten.

"Tüm sikik halt seninken kes o çeneni!"

Alayla güldü Sarı. Ardındam Manyak'a doğru ilerledi.

"Benim sikik haltım öyle mi! O sikik işe ikiniz burnunuzu sokmasaydınız-"

"Yeter!"

Aralarına bağırarak giren Kaan'dı. Derin bir nefes verdi.

"Yeter. Gökçe geldi. Kameralara tekrar bakılacak ve adamı bulacağız."

Onlar biraz sakinlerken bu sefer merdivenlerden bir kız gözüktü. Elinde olan elmayı ısırdı ve sırıttı.

"Evet bebekler, biraz geç de olsa geldim. Saatlerdir yağan yağmur olmasa bu kadar gece kalmazdık ama önümüzü pek göremedik."

Duyduğum cümleler yavaşça kulaklarımdan geçti ve zihnime ulaştı.

"Ne?"

Sesim bile çıkmamıştı. Deniz dehşet içinde bana baktı. Benim gözlerim Manyak'ı buldu. Bu yüzden üst kata çıkmama izin vermemişti. Burada ne pencere ne de ses vardı. Titremeye başladığımı hissettim. Bütün gözlerin bende olduğunu hissediyordum.

"Ben yanlış bir şey mi söyledim?"

"Hay ağzına edeyim, yürü."

Azarlayan Erdem'di sanırım. Kulaklarımda bir uğultu başlamıştı.

"Çisem, Çisem bana bak."

Gözlerim Deniz'i buldu. Hafifçe gülümsedi.

"Yağmur falan yok, geçti."

"Görende sanar ki çocuk kandırıyor."

Korkuyla gelen sese döndüğümde çocukluğum bana bakıyordu. İlerki masalarda durmuştu. Kafamdan tutuldu.

"Hayır! Hayır kimse yok."

Deniz bana kendini gösterdi. Çocukluğumu biliyordu. Kafamı olumsuzca salladım.

"Var."

Kaan küfrederken arkasını dönmüştü. Ancak ben delirmediğim halde ölmek istiyordum. Yavaşça titreyen elimle yüzümü tutan Deniz'in elini tuttum.

"Deniz." Çocukluğuma baktım. Ardından etrafıma. Büyük bir işe bulaşmıştım ve çıkamayacaktım. "Bırak."

"Ne?"

Deniz korkuyla fısıldadı. Ben ise gülümsedim. Ardından ona doğru sesim çıkmadığından fısıldadım.

"Ben çok boktan bir işe bulaştım, çıkamam." Gözümden bir yaş aktı. Her şekilde ölecektim. Bıraksınlardı da bunu çocukluğum yapsaydı. "Bırak da o çıkmama yardım etsin."

Deniz bunu beklemiyordu. Biraz olsun kendimde kalmamı, delirmememi bekliyordu. Acı olan ise ben kendimdeydim. Bu işten çıkamayacaktım. Biliyordum. Çocukluğum bana doğru yaklaştı.

"İlginç, bende bu kadar çabuk kabul etmeni beklemiyordum."

Ben çoktan kabul etmiştim oysaki. Adam yoktu, ölmüştü biliyordum. Bu işin arkasında başka birisi vardı. Çünkü ölmese o yarayla mı uğraşacaktı yoksa kameradan görüntü mü silecekti? Yarası daha ağır gelirdi bence. Arkasında birisi vardı bu işin. Kolay birisi değildi. Ben de başkası tarafından değil kendim ölmek istiyordum. Burada ölseydim işte. Beni de öldürdükleri o adamların yanlarına atsalardı. Deniz bana bakarken o anda çocukluğum bağırdı.

"Sakın!"

Ben daha anlam veremezken boynumda bir acı hissettim. Karşımda Deniz şokla bağırırken Kaan ve Manyak'ın da bağırışını duydum. Damarıma giren şeyi hissettim. Kafamı çevirdiğimde Sarı bana bakıyordu.

"Üzgünüm Çiso, ama bu gün ne sen ne de ben tekrar ölüm tehlikesi geçiremeyiz."

Boynumdan çıkardığı şırıngaya baktım. Hafifçe gülümsedi.

"Ya birlikte öleceğiz ya da kurtulacağız."

Kafam dengesini sağlayamayıp düştüğünde ben ne olduğunu anlayamamıştım. Ne olmuştu? Kafam dönüyordu.

"Ne yaptın!"

Deniz'in bağırışı duyduğum son ses oldu. Yine ölememiştim. Uyandığım ile geri uyumam bir oldu. Bedenim bulunduğu koltuğa geri yığıldı. Gözlerim bulanıklaştığında gördüğüm en son şey Manyak'ın Sarı'ya doğru ilerlemesiydi. Sonrasında gözlerim de kapandı. Bedenime ne enjekte ediliğini anlayamadım. En sonunda ise bilincim de yavaşça kapandı.

...

Bir tık tık sesiyle gözlerimi araladım. Ses ise kesilmedi. Bedenim uzanmış bir şekildeydi. Gördüğüm Kaan oldu. Karşımda bir sandalyeye oturmuş eliyle sandalyeye vuruyordu. Dalmıştı. Saat kaçtı? En son ne olmuştu? Bir gelişme var mıydı? Yağmur yağıyor muydu? Uyandığımı belli etmek amaçlı sessizce konuştum.

"Ne oldu."

Susamıştım. İlk hissettiğim bu oldu. Konuşmam ile Kaan hafif ürktü. Gözleri beni buldu. Derin bir nefes verdi. İfadesinden anlamış oldum ki durumlar iyi değildi. Sıkıntıyla ağrıyan gözlerimi geri kapattım. Saatlerdir uyuyor olmalıydım ki bedenimde ilacın etkisi geçmişti, her yerim sızlıyordu.

"Gökçe, Erdem'in kardeşi. Hala görüntüleri tekrar yüklemeye çalışıyor. Adam hastane ya da başka bir yere gitmemiş. Yağmur yağmıyor. Başka da bir şey yok."

Kafamı olumluca salladım. Ardından başka bir soru sordum.

"Sarı bana ne verdi?"

"Bilmiyorum."

Çaresiz gelen sesle gözlerimi araladım. Gözleri bende değildi. Yavaşça yattığım yerden doğruldum. İyi değildi. Yavaşça mırıldandım.

"Kaan." Bana bakmadı. Tekrar seslendiğimde ise gözleri beni buldu. "İyi misin?"

Gözleri yere doğru düştü. Kafasını olumsuzca salladı. Başkasına iyiyim derdi belki ama benden saklamazdı. Saklasa da gerçi halinden belliydi. Göz altları morarmıştı. Sessizce konuştu.

"Güneş doğdu Çisem..." Bana döndü. "İnsanlar uyumadı, saatlerdir çalışıyolar, elimizde ise bir hiç var." Derin bir nefes verdi. "Bir şey yapamadım, yapamıyorum. Tek yaptığım beklemek."

Sıkıntııyla soludum. En sevmediği şeydi bu. Öylece beklemek. Kendime gelmek amaçlı etrafa baktım. Bana bir yer yatağı hazırlanmıştı. Hala bodrumda olduğumu anladığımda ofladım. Çevreme baktığımda ise kolilerin olduğu o alanda olduğumuzu anladım. Yavaşça ayaklandım.

"Sıra bizim ekipte o zaman."

Kaan bana baktı. Anlamıyormuş gibi.

"Ne?"

İleriye baktığımda hala bilgisayarda çalışan insanları gördüm.

"Böyle olacak iş değil. Bizimkilerle konuşup adam akıllı şu işi halledelim."

Kaan delirmişim gibi bana baktı.

"Bizimkiler dediğin pisliğe bulanmış ve karşılıksız hiçbir şey yapmayacak olan bir ekip mi?"

Kafamı olumsuzca salladım.

"Bizimkiler dediğim bizi para için ölümden kurtaracak ve işini ehliyle yapacak olan bir ekip."

Kaan ayaklandı. Gerilen suratına baktım.

"Çisem para falan istemeyecekler. Hepsinde para var zaten. Ne istiyeceklerini biliyorsun."

Karşıya baktım. Deniz tekli koltukta uyuya kalmıştı. Gökçe'yi birkaç bilgisayardan oluşan bir masada çalışırken buldum. Ancak yüzünden anladığım kadarıyla durumlar iyi değildi. Erdem onun arkasında sandalyede uyukluyordu. Bilgisayarların başında olan çoğu kişinin gözleri mosmordu. O an Manyak'ı gördüm. Bir bilgisayara da o oturmuş öylece uğraşıyordu. Sarı ise oldukça ciddi bir şekilde bir adamın yanına geçmiş bilgisayara bakıyordu. Durumumuz iyi değildi. Ölecektik. Kafamı salladım.

"Ara. İstedikleri oysa yaparım."

Kaan beni ciddiye almadı.

"Çisem saçmalıyorsun, bu işi zor bıraktın zaten tekrar giremezsin. Deniz izin vermez bir kere."

"Deniz ölmemize de izin vermez, ama bil bakalım sonumuz ne?"

Daha fazla kalamadım. Cam mekanın kapısına doğru ilerledim. Dışarıya çıktığımda birkaç göz beni buldu. Bakıştığım ilk kişi Manyak oldu. Ancak ikimizde birbirimize tebessüm edemedik. O ise kafasını umutsuzca salladı.

"Sıçtık."

Öylece konuşan Sarı'ya baktım. O güzel kendine baktığı halinden eser yoktu. Berbat haldeydi. Manyak'a döndüm. Elinde içtiği şişeyi gördüm. Sanırım uyanık kalma sebebi buydu.

"Hepsi sıfırlanmış."

Gökçe derin bir nefes verdi. Sarı tekrar küfür ettiğinde arkamdan Kaan sinirle çıktı ve yukarıya doğru ilerledi.

"Buna ne oldu?"

Bütün bakışlar beni buldu. Yavaşça konuştum.

"Sunduğum seçeneği beğenmedi."

Sarı güldü.

"Seçenek beğenmeyecek bir durumda değiliz."

Kafamı olumluca salladım. Ellerim boynumu buldu. Sarı doğruca boynuma baktı.

"Teşekkür ederim."

Söylediğim şeyi beklemiyor olmalı ki bir süre konuşmadı. Kısa bir süre bakıştık. Ardından tek yaptığı kafasını sallamak oldu. Gülmüyordu. Her zaman gülen Sarı gülmüyordu. Şaka yapmıyordu. Dalga geçmiyordu. O sırada Manyak'ın alkış sesiyle yerimden sıçradım. Benimle birlikte herkes de aynı şekilde tepki verdi. Ayağa kalkmış bize bakıyordu. Deniz yavaşça uyandı ve yerinde kıpırdandı.

"Yarım saat ara verelim."

Sarı atıldı hemen.

"Ara falan yok, devam."

"Aras." Manyak durdu. "Saatlerdir çalışıyoruz, insanlar aç. Yarım saat kahvaltı yapalım. Saat yedi oldu, farkında mısın?"

Sarı saate baktı. Ofladığında ise bütün kendisine bakan insanlara el işareti verdi. Gülen suratlarla karşılaştığımda herkes merdivenlere doğru yöneldi.

"Yarım saat sadece!"

Bağıran Sarı'yı kimse duymadı. Deniz'i yanıma gelmiş bir halde buldum.

"İyi misin?"

Kafamı olumluca sallladım. Ardından koluna girdim.

"Gel bizde bir şeyler yiyelim."

Onayladığında biz de merdivenlere yöneldik. Arkamı döndüğümde Erdem uyur bir haldeydi. Gökçe yerinden kımıldamamıştı. Yeni fark ediyordum ki ikisi cidden birbirine benziyordu. Bu durum olmasa kardeş olduklarını fark etmemek imkansız olurdu.

"Hadi Aras, Gökçe."

Manyak'ın seslenmesi ile Aras yerinden kalktı.

"Şuna da seslenin gelin."

Manyak, Gökçe'ye Erdem'i işaret etti ama Gökçe bilgisayara bakıyordu.

"Gökçe."

"Uyusun, gece uyumadı. Ben de biraz daha burdayım."

Manyak fazla zorlamadı. Biz üst kata çıktığımızda onlar da arkamızdan geliyordu. İnsanların gittiği alana doğru ilerledik. Vardığımızda ise beklemediğim bir şekilde kocaman mutfak beni karşıladı. İçeriye o kadar adam girmesine rağmen resmen kimse yok gibiydi. Herkes farklı bir alana dağılmıştı ve ortalık bomboştu.

"Çiso o kadar uyudun bana kahve yap gel."

Omzuma çarparak geçen Sarı'yı umursamadım. Sanki kendisini uyutmamış gibi laf atması ayrı meseleydi. Uyutmasa ise kim bilir neler olurdu. Orası apayrı bir meselydi artık.

"Bana da Kaçak."

Yanımdan geçen diğer kişi de siparişini verdiğinde Deniz'e döndüm.

"Sen ne alırsın hanımefendi."

Hafifçe güldü.

"Bana da aynısından o zaman."

Kafamı salladım ve kolundan ayrıldım. Koca mutfakta şimdi kahve makinası arıyordum. Cidden koca makineyi bulamamam ise ayrı bir dertti. Yaklaşık bir iki dakika sonunda makineyi bulmam ile kendimce küçük zaferime sevindim. Benim de bir şeyleri kazanmış gibi yapmaya ihtiyacım vardı. Kendime de kahve yaptığımda oturmuş oldukları kırk kişilik boş masaya doğru elimde tepsi ile gittim. Sarı kafasını elleri arasına gömmüş, masaya yaslanmıştı. Deniz boş boş telefonuna bakınıyordu. Manyak ise hala elindeki şişeden içiyordu. Yanından geçerken şişeyi elinden kaptım. Göz göze geldik.

"Kahveler geldi."

Deniz başını kaldırırken Sarı hala aynı şekildeydi.

"Kalk lan. Uyumanın sırası değil."

Bir tekme sesi geldiğinde Sarı yerinden sıçradı.

"Ne vuru-"

"Kahve."

Hepsini uyaran bir sesle susturdum. Bir kavgaya daha hazır değildim. Önlerine kahveleri dizdim. Kendim de oturduğumda sıkıntıyla baktım kahveye. İçesim bile gelmiyordu.

"Hayatıma girdin ve beni öldürdün, saol Çiso."

Sarı kahveden bir yudum aldığında ben kapmış olduğum içkiden bir yudum aldım. Manyak bana baktı ve kendisi ister gibi el işareti yaptı. Bir yudum daha aldıktan sonra masadan şişeyi ona ittim.

"Hayatıma senin adamın girdi ve beni öldürdü, saol Sarı."

Kafasını salladı.

"Ne yani hiç bir yol yok mu? Patron değil misiniz siz, koruyun kendinizi."

Sarı Deniz'in dediğine sırıttı.

"Sait lan bu, sırf işi için kendi abisini öldürdü. Bizi çerez gibi yer."

Deniz bunu beklemiyor olmalı ki durdu. Yeni duymuştum ben de ama şaşırmadım. Bu işler için daha nicesini yapanlar vardı. Gözlerim Manyak'ı bulduğunda kahve bardağına şişeyi boşaltırken yakaladım.

"İçmesen mi artık?"

Kahveyi bile cidden öyle içecekti. Bana baktı siyahlar.

"Kaçak, şuan tek kaçacağım yer bu."

Derin bir nefes verdim. Kötü durumdaydık. Kahvemden bir yudum almıştım ki bir ses duyduk. Hepimiz kapıya döndüğümüzde içeriye koşturarak giren Gökçe'yi ve arkasında kalan Erdem'i gördüm. Hemen ardında ise Kaan vardı. Sarı ayaklandı.

"Bir şey buldum de!"

Gökçe nefes nefes televizyonu gösterdi. Kalbim küt küt atarken Manyak da bağırdı.

"Kumanda! Siktiğimin kumdasını bulun!"

Bir adam kumandayı bize doğru salladığında heyecanla bağıran ben oldum.

"At!"

İyi bir şey çıksındı. Lütfen. Kumandayı yakaladığımda doğruca aç tuşuna bastım.

"İyi bir haber, iyi bir haber, iyi bir haber gelsin."

Yanımda fısıldayan Deniz doğruca televizyona bakıyordu.

"Sabah haberi aç!"

Kanallarda gezinmeye başladım. İyi bir şey olmalıydı? Lütfen.

"Ver şunu!"

Sarı'ya vermeme gerek kalmadan rastgele bir haber kanalı çıktı karşıma. Canlı yayın yazısıyla duraksadım.

"Ses!"

Herkes merakla kalkmış televizyona doğru ilerliyordu.

"Açılan lan görmem lazım!"

Sarı herkese laf atarken sesi yüze getirdim. Ancak duymayı beklediğim kesinlikle bu değildi.

"Karaya vurmuş olan cesedin, kimliği belirlenmekte."

Deniz mi? Kara mı?

"Ne alaka lan?"

Kameraman görüntüyü çevirdiğinde ambulansı, polisi en ilginçi ise sahili gördüm ekrandan.

"Karnında oluşan yaranın düşerken mi olduğu yoksa düşmeden önce mi oluştuğu şuanlık belirsiz."

Anlamıyordum.

"Evet. Üzerinden çıkan kimlikte ise kişinin Ahmet adlı, elli sekiz yaşında bir vatandaş olduğu belirlendi."

Yerimde sendeledim. Duyduklarım mantıklı mıydı? Elimden kumanda kaydığında başka bir ses duydum.

"Kaçak!"

Yavaşça sandalyeye çöktüm. Denizden karaya vurmuş diyordu. Ahmet diyordu. Elli sekiz diyordu. Karnı yaralı halde diyordu. Önemli olan şey ise, ölmüş diyordu. Uyuşturucu yoktu, bıçak yoktu. Anlam veremiyordum. Benim sokakta öldürdüğüm adam, nasıl denize düşerdi? Korkuyla Manyak'a baktım. Bu iş normal bir iş değildi. İmkansızdı böyle bir şey. Büyük bir oyuna girmiştim. Karşımda kim vardı bilmiyordum ama bitmiştim. Çok pis bir bataklığın içinde saplanıp, öylece kalmıştım...

...

Loading...
0%