Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@suwiiniz

Artık ayaklarının altı sızlıyordu. Açtı. Ama biliyordu. Yürümeye devam etmezse babası onu bulacaktı. İlk defa bu kadar uzun süre dayanmışken pes edemezdi. Bir haftadır sokaktaydı. İki yılının sonunu ona bir haftalık özgürlüktü. Bir haftadır tek yediği ise çöpten bulduğu atıklardı. Belki açtı, korkuyordu ama ilk defa kendini özgür hissediyordu. Başarmıştı çünkü. Bilmiyordu, yarın ne olacağı hakkında, en ufak bir fikri bile yoktu. Bulabilirdi babası onu. Ama kız bu andaydı. Çıplak ayakları her asfalta bastığında soğuktan ve yaradan sızlasa da, iyiydi. Babasının yanında kalsa daha çok canının yanacağını biliyordu çünkü. Bütün gün yürümüştü. Durursa yakalanırdı. Ancak artık mecali yoktu. Yaklaşık bir saat daha yürüdükten sonra gecenin karanlığında kaybolmaya karar verdi. Kendince en kuytu sokağı seçti. Sokakta bulduğu çöpe doğru ilerledi. Bedenini duvar ile çöp arasına saklama kararı almıştı. Pis kokuyu umursamadan karanlıkta çöpe doğru ilerledi. Duvar ile çöp arası küçüktü ama uyuyabileceği bir aralık vardı. Dikkatle oraya girdi. Elleriyle başına yastık yaptı. Tek istediği yağmurun yağmamasıydı. Hastalanabilirdi. Hastalıktan öte ise göreceklerinden korkmasıydı. Ceset görüyordu. Çocukken korkusu ölülerdi. Büyüyünce ise ölüme alışmış, kendi çocukluğundan korkmuştu. Küçük kız dua ederek uykuya teslim oldu...

"Param nerde lan!"

Duyduğu bağırış ile gözlerini araladı kız.

"Abi, bir hafta daha! Yalvarırım!"

Kız gördüğü adamlar ile çöpe iyice kendini sakladı. Onun düşüncesi babası oldu ilk. Ancak babası olmadığını çok geçmeden anladı.

"Bir ay oldu sikik herif!"

Kızın korkusu, babası olmadığı için yavaşça kayboldu. Çöpün altından izlediği ekibe göz gezdirdi. Otuzlarında bir adam yerde ağzı yüzü kan içinde olan adama silahını doğrultmuştu.

"Lütfen, söz veriyorum ödeyeceğim."

Yerde olan adamın yalvarışını dinledi kız. İşe yaramayacağını ve öleceğini o küçük haliyle bile anlamıştı. Mavi gözler etrafı taradı. Yedi kişilerdi. İçlerinde patronları olduğu adam en önde yere çökmüş kişiye doğru eğildi.

"Lütfen. Sende babasın, kızım var lütfen."

Silahı tutan siyah saçlı adam güldü. Ardından silahın yönünü adama doğru çevirdi. Çisem öylece yerde kalan adamın ağlayışını izledi. Ses çıkarmadı. Normalde kulaklarını sesten ötürü kapatırdı ama silahta olan susturucuyu bile anlayacak durumdaydı.

"Bir daha oğlumun adını ağzına alma piç kurusu."

Bir tık sesi geldi silahtan. Çisem her şeyi izledi. Adamın kafasının parçalanmasını, yere düşmesini. Diğer adamın yüzündeki kanı eliyle silişine kadar detay detay izledi. Sesini ise çıkarmadı. Çok kez şahit olmuştu. Artık korksada, alışmıştı. Ayağa kalkan adama doğru gelen diğer kişiye baktı. Silahlı adama yüzü silinmesi için bir mendil uzatıldı.

"Araç geliyor abi."

Adam yüzünü silerken sadece kafa salladı. Bir kaç dakika sonra ise adamın aracı yaklaştı lakin aracın tam çöpün yanına farlarını yakması Çisem'i belli eden şey olmuştu. Adam silahını yavaşça beline katmış, araca doğru ilerliyordu ki kızla göz göze geldiler. Adam ilk anlayamadı. Ancak sonrasında kızı fark etti.

"Abi ara-"

Adamı eliyle susturduğunda kız bu sefer korkuyla bedenini küçülttü. Yakalanmıştı. Ona doğru yaklaşan adım seslerini titreyerek bekledi. Tam yanında duyduğu adımla ise gözlerini açmak zorunda kaldı.

"Kızı nasıl görmediniz lan."

Arkada konuşan adamlara baktı Çisem. Hemen yanında olan silahlı adama bakmaya korkuyordu.

"Abi halledelim mi?"

Adam bir şey demedi. Kız her ne kadar korksa da gözleri o adamı buldu. Adam dikkatlice kızı süzüyordu.

"Çekin şunu."

Adamlar çöpü çekmek için geldiklerinde kız iyice sindi duvar dibine. Ancak adam kızı arabanın farlarından çok net görüyordu. Kızın onca olan şeyi görmesine rağmen hiç ses çıkarmaması dikkatini çekmişti.

"Gel."

Adam yavaşça elini uzattı ve tebessüm etti. Amacı korkutmak değildi. Kız yapamadı. Uzatılan eli tutamadı. Ama bilmiyordu ki bütün çocukluğu boyunca o adama gideceğini. Bütün hayatını bu adamın kurtaracağını. Ona Yiğit dışında başka bir kardeş daha vereceğini. Dakikalarca öyle kaldılar. Adam ne bir adım geri gitti ne de öne. Kızın gelmesini bekledi. Çisem korksada en sonunda o tebessüm eden surata doğru yaklaştı. Elini tutamadı ancak. Duvardan çıktıklarında kız ilk cesede baktı. Ardından sessizce fısıldadı.

"Temizlemeyecek misiniz?"

Kız bilirdi ki ceset öylece bırakılmazdı. Temizlenmesi gerekirdi. Yoksa kötü kokardı. Adam ise bunu beklemiyordu. Küçücük bir kızın ona babalık yapacak olan adama söylediği ilk şey bu oldu. Adam kızı süzdü. Cılız ve yaralar içinde olan o vücuda baktı. Daha yeni sanki deli gibi bağıran o değilmiş gibi kızı korkutmayacak bir şekilde cevapladı.

"Temizlenmeli."

Kız kafa salladı ve ölü olan adama baktı. Ardından önünde olan o adama. Sessizce konuştu.

"Şimdi bana ne olacak?"

Kız belki o gün hayatının tüm şansını kullanmış olabilirdi. Karşısında olan adam, Selim Vural onu hayata geri döndürdü. Kız uzun zaman sonra kendisini bir evde buldu önce. Okula geri döndü. Eğitimini tamamladı. Okula giderken ise bir başka şansını kullandı. Deniz Erçin. Bir yandan da Selim ona kendi işini öğretti. Kız ilk önce bu pislik dünyayı yeniden gördü. Ama sonrasında öğrendi. Önce dövüşmeyi, sonra silah tutmayı, en son ise hayatta kalmayı. Selim kendi kızı gibi sevdi kızı. Kızda kendi hayatını gördü belki, bilinmez. Çisem belki bir kere bile baba diyemedi adama ama Selim sıkıntı etmedi. Kızı kendi ailesine aldı. Geri de kalan Çisem ise öldü. On dört yaşında yeni bir kimlik çıkartıldı. Çisem Vural olmak istemedi. Çünkü ona her şeyi bağışlamış olan bir ailenin mirasına konmak istemedi. Çünkü o mirası hakeden bir abisi vardı. Bütün yaşamını bilen bir abi. Ona yeni bir kardeş olan abi. Selim'in oğlu. Selim bazen kıza kıyamazdı ama oğluna ağırdı. Bütün işleri öğrendi oğlan. İki çocuk ise o adamı erken kaybetti. Çisem on altı yaşında gömdü Selim'i mezara. Korkmuştu. Hayat ona yine acımasız davranacak sandı ama öyle olmadı. Çünkü onun arkasında artık başka bir Vural vardı. Kaan Vural.

...

"Kaçak iyi misin? Kaçak."

Yanımda sesler vardı. Ama onları susturan başkasıydı.

"Kendine gelmen lazım. Bana bak bu işi bana bırakacaksın."

Tam karşımdaydı. Sinirliydi. Öldürdüğü birisi başına kalacaktı.

"Öldüreceğiz. Gerekirse herkesi öldüreceğiz."

Çocukluğuma baktım. Yorgundum. Bu işten çıkamayacaktık.

"Çıkacağız!"

Bana döndü ve sertçe bağırdı. Gözlerimi kapattım.

"Çisem! Çisem bana bak."

Herkes konuşuyordu. Düşünemiyordum. Çocukluğum, Deniz, Manyak, Kaan... Susturmak ister gibi elimi kaldırdım. Bir sessizlik oluştuğunda gözlerimi açtım. Korkuyla bakan gözleri gördüm.

"Kurtul şu salaklardan."

Çocukluğumun söylenmesiyle onlara baktım. Ardından habere gitti gözlerim. Kimseden ses çıkmıyordu. Dakikalarca durdum. Ardından konuştum.

"Aradığımız adamın bu olduğu kesin mi?"

Gökçe'ye baktım. Bana tedirginlikle bakıyordu. Olumluca kafa salladı.

"Nasıl lan!"

Bağıran Sarı'ydı. Elim kafamı buldu. Ağrımaya başlamıştı. Bedenim zaten sızlıyordu.

"Çisem bir şey de."

"Deniz, alkol."

Sessizce konuştum. Alkol istiyordum. Sıçışımızı kutlamak istiyordum.

"Saçmalama."

"Çisem!"

Bana bağıran çocukluğumdu. Gözlerim onu buldu. Sinirliydi. Onun etrafında dönen oyuna sinirliydi.

"Bunlardan kurtul ve yalnız kal."

Ona baktım.

"Nereye bakıyon kızım sen?"

Sarı'ydı seslenen ama ben çocukluğuma bakmaya devam ettim. Aklında bir şey vardı.

"Bir şey mi buldun?"

Çekinmeden onca kişi arasında sordum evet bunu cidden.

"Kim bir şey buldu?"

Sarı susmuyordu. Çocukluğum derin bir nefes verdi.

"Düşünmem lazım, o yüzden kurtul şunl-"

"Çisem."

Korkuyla bana seslenen kişi Deniz'di. Gözlerim önümde eğilmiş kızı buldu. Bana korkarak bakıyordu. Sesi titredi.

"Kiminle konuşuyorsun sen?"

Derin bir nefes verdim. Bildiği halde soruyordu. Yavaşça sandalyeden kalktım. Bu işi çözmem lazımdı. Çocukluğum bir şey bulmuşken kaçıramazdım.

"Beni biraz yalnız bırakı-"

"Çisem!"

Bileğimden yakalnmam ile Deniz'in bağırması bir oldu. Sinirlenmemem lazımdı. Ancak içimde giderek büyüyen bir çocukluğum varken bu imkansızdı.

"Çisem kiminle konuşuyorsun."

"Deniz, yapma."

Elini bileğimden kurtardım. Şuan değildi. Çocukluğum her bir saniye iyice delirirken benim de delirmem an meselesiydi.

"Biraz acele mi etsen?"

Çocukluğum bana laf atarken Deniz'de durmadı.

"İlaç içeceksin çantamda getirdim."

"İlacı içince daha beterinin geleceğini biliyorsun değil mi?"

Çocukluğum susmuyordu.

"Ne o? Benden kurtulup boka daha da mı batacaksın?"

Kafam dönüyordu.

"Çantam nerde benim? İlaçların orada."

"Çisem ilaç falan içmeyeceksin!"

Ellerim kulaklarımı buldu. Susmuyorlardı.

"İlaç içince ben değil Yiğit gelecek, farkındasın değil mi!"

"Kaçak."

"Bu işten seni sadece ben kurtarabilirim, bu aptallar değil!"

"Kaan çantam askıdaydı, getirir misin?"

"Şu salakların yanından derhal ayrıl ve şu işi bitirelim!" Çocukluğumun sesi giderek yükseliyordu. "Benden başkasına güvenemezsin!"

Kulaklarıma iyice bastırdım.

"Çisem dayan biraz ilaç içince geçice-"

"Lan yeter!"

Bütün sesleri kesen kişiyi tanıdım. Çocukluğumda, bağırış ile sustu. Önüme gelen kişiye baktım. Deniz uzaklaşırken o tebessüm etti. Ardından her zaman yaptığını yaptı. Elleri önce kulaklarımı kapattığım ellerimi buldu. Sakince indirdi. Ardından fısıldadı.

"Bir şey buldun mu?"

Kafamı salladım.

"Buldu sanırım."

Kaan gülümsedi.

"Ölüm olacak mı?"

"Bilmiyorum, ama gerekirse-"

"Çık dışarı, öğren gel."

Deniz Kaan'ın arkasından konuştu.

"Kaan ona güvenecek değiliz saçmalama..."

Deniz konuşmaya devam ederken Kaan gözleriyle kapıyı işaret etti. Hafifçe gülümsedim. Ardından hızla kapıya doğru adımladım.

"Ne oluyor lan?"

Arkamdan konuşmaları duysam da bakmadım. Bu işi bitirecek kişi her ne kadar sevmesem de çocukluğumdu.

"Hiç birini sevmesem de Kaan'ın yine bir gideri var."

Çocukluğumu takmadan koridorda ilerledim. İstediği olmadığı sürece konuşmayacaktı. Kendimi binanın dışına attığımda kapının önünde adamlar vardı. Onlardan da uzaklaştım ve evin karşısında olan ağaca doğru ilerledim. Onun ötesi ormanlıktı zaten.

"Bir şey bulmuş olsan iyi olur."

"Susarsan düşünüyorum."

Ağacın yanına kadar ses çıkarmadım. Yağmur yağarsa işim iş değildi. Ancak şuan ölmek de işime gelirdi. Yerde olan kütüğe oturdum. Geceden nemli olsa da umursamadım. Çocukluğum karşımda ayakta dolanıyordu. Bana döndü.

"Sence yardım eden kim?"

Sıkıntıyla soludum.

"Bilsem buraya gelir miydim?"

Beni süzdü ve çıktığımız binaya baktı.

"Buradan birisi olabilir."

Alayla güldüm.

"Bana ihtimalle mi konuşacaksın yani?"

Sinirle döndü.

"Çok biliyorsan buyur seni dinleyelim."

Derin bir nefes verdim ve sustum. Acele etse iyiydi.

"Zamanımız yok, yirmi dört saatten az vaktimiz var belki, çabuk ol."

Nemli olan toprağa bakındı. Hala o da bişeyleri tam oturtamamıştı. Yüzünden belliydi. Dakikalar sonra elini kaldırdı ve dört işareti yaptı. Anlamayarak baktım. O ise konuştu.

"Dört ihtimal var."

"Dört mü? İki değil mi? Benim işten ekibim ve örgüt."

Kafasını salladı.

"Buradansa peki?"

Binayı işaret etti. Eve döndüğümde pencereden beni izleyen yüzleri gördüm ama umursamadım.

"Tamam, diyelim ki buradan. Toplam üç oldu. Dördüncü kim?"

Bana baktı. Ardından mırıldandı.

"Ölmek istemesen ama seni düşmanın öldürse. Ölmeden önce ne yapardın?"

Ne? Sinirle ona baktım.

"Geveleme de dökül. Ne bileyim ne yapardım. Ayrıca bunun konumuzla alakası ne?"

Bana baktı. Ardından yavaşça gülümsedi.

"Ben olsam düşmanıma ölmeden önce bile olsa en büyük zararı verirdim."

...

Koşarak binaya ilerledim. Haklıydı. En büyük ihtimali gözümüzden kaçırmıştık. Pencereden izleyenlerim benim koşmam ile dışarıya çıktığında nefes nefeseydim. Ama haklıydı. En önemli ihtimal oydu ve biz bunu aptal gibi kaçırmıştık.

"Çisem ne oldu?"

Kaan en önde çıkarken arkasından Deniz'i de gördüm. Hemen ardından gelenler ise Manyak ve Sarı'ydı.

"Bir deliden fikir almadığım kalmıştı, harika."

Sarı söylenirken sinirim tepemdeydi. Aptal çocukluğum bunu öldürebilir miydi lütfen. Derin bir nefes aldım ve konuştum.

"Buldum."

"Kaçak adam akıllı anlat neyi buldun?"

Gökçe kapıdan çıktığında arkasında yine elinde sigara ile bekleyen Erdem vardı. Gözüme Gökçe'yi kestirdim. Bakıştık. Hızla söyledim.

"Otopsi."

Hiç kimse bir şey anlamazken onlar bana bakıyordu.

"Otopsi mi? Çiso seni şurda otopsi yapmadan anlat!"

Nefesim düzeldiğinde Sarı'ya döndüm.

"Seni vurduğumda, ölecek olsan ve canın yanıyor olsa, ölmeden önce de beni batırmak istesen ne yapardın?"

Sarı bana mal mal baktı. Ancak anlayan kişi oldu.

"Lan siktiğimin işini biz nasıl kaçırdık!"

Bağıran Manya'tı. Yüzü güldüğünde diğer kimse bir şey anlamamıştı. bu sefer açık açık söyledim.

"Bıçak yarası en acılı ölümdür, öleceğini bilen birisi ise acısını azlatmak ister. Hem de yanında hediye paketi olarak düşmana zarar vermek vardı." Sıkıntıyla nefes verdim. "Acılı bir şekilde ölecek olsam ve yanımda uyuşturucu olsa, açıkcası kullanmaktan çekinmezdim."

Acıyı bastırırdı. Ancak gülen Manyak'ın suratı soldu. Sarı anladığı şey ile afalladı.

"Ne yani? Uyuşturucuyu ölmeden önce mi kullandı?"

Belki bu ölümümüzdü ama yapacak başka bir şey yoktu şuan elimizde.

"Adamın otopsisi her şekil yapılacak, kısaca her şekilde öğreniriz."

Kafamı olumsuzca salladım.

"O otopsi günler sonra da sonuç verebilir. Vakit yok. Oraya gidilmesi lazım."

Herkes dediğim ile afalladı.

"Ölü bir adamın kanını almaktan mı bahsediyorsun sen?"

Soruyu soran Kaan'dı. Kafamı olumluca salladım. Ama bizi bozan Manyak oldu.

"Ya kullanmadıysa? Sonuçta Ahmet yaralı bir şekilde denize atlayacak değil. Uyuşturucuyu kullanmadıysa boşa vakit kaybetmiş oluruz."

Kafamı salladım.

"Bu yüzden ben kanı alacağım, siz de araştırmaya devam edeceksiniz."

Manyak'ın kaşları çatıldı.

"Peki sen nasıl oraya girmeyi planlıyorsun Çiso? Sokaktan her geçeni ölünün yanına almazlar da."

Sarı'ya baktım. Hafifçe güldüm.

"Senin ekibin varsa benim de var yakışıklı."

Göz kırptığımda o hala anlamaya çalışıyordu.

"Bu saçmalık olmayacak."

Deniz sertçe bana baktı.

"Ekipten yardım alamazsın, Deniz haklı."

Konuşan Kaan'dı. Sıkıntıyla nefes verdim.

"Berk'ten alırım o zaman."

Kaan söylediğime gülmeye başladı. Belki de sinirdendi. Belkisi yoktu. Baya sinirden gülüyordu.

"Çisem seni o adama bulaştıracağımı sanıyorsan çok yanılıyorsun."

"Bir dakika, ekip neyin nesi ve Berk kim?

Manyak bize bakarken Kaan hiç çekinmeden cevapladı.

"Çisem'in bir ara sırf para için girdiği bir ekip, paçasını bir yılda zor kurtardı. Berk ise onun takıntılısı."

Kaan'a baktığımda sinirle bana bakıyordu.

"Bu işi unut Çisem. Seni oraya salmam."

"Ben salarım."

Sonunda birisi bana destekti. Konuşan Sarı'ya baktım. Bana bakıyordu.

"Kız haklı, başka çare yok. Kanı getirsin, kimi arıyorsan da ara. Kanı burada inceletiriz. Berk denen herifte oraya girmeni sağlayacaksa takıntılı olması işimize gelir. Ben burada kalan işleri hallederim Eren'le."

"Hayır. Öyle bir şey olmaya-"

Kaan'ı sertçe Sarı böldü.

"Ya şuan biricik kardeşine destek olursun, ya da seni bağlatır, kızı ben gönderirim."

Kaan sinirle adamlara baktı.

"Çisem saçmalama." Deniz bana doğru geldi. "Bak tüm bunlara aklını sokan o ama ölmeni isteyen de o. O yüzden dinleme ve bırak bu işi."

Çocukluğumdan bahsediyordu. Kafamı olumsuzca salladım.

"Her şekil öleceğim, en azından denemiş olurum."

Deniz derin bir nefes verdi. Biliyordu artık ikna edemeyeceğini. Fazla zorlamadan asık bir suratla içeriye girdi. Onu dinlememe bozuluyordu.

"Çisem, gözümün önünden ayrılmayacak!"

"Kaan."

Kaan beni takmadı bile.

"Sizin götünüzü kurtarmak için o pisliğe bulaşmaya-"

Kaan'ın kolundan bir adımın tutmasıyla Kaan hiç çekinmeden yumruğu vurdu. Ağzımdan bir çığlık kaçtı.

"Sarı! Çek şu adamları!"

Beni umursamadılar bile. Kaan'a doğru giden diğer adamlardan birinin önüne geçtim ama nafile. Beş altı kişilerdi ve ona yaklaşmıştı bile.

"Manyak! Bişey yapsana!"

Dinleyen yoktu.

"Sıçtım lan ağzınıza it herifler!"

Kaan küfretmeye devam etti ancak iki aptaldan da ses çıkmadı. Dakikaların sonunda ise Kaan'ı zorla içeri sokarken görebildim. Sinirle onlara döndüm.

"Eğer ki ona herhangi bir şey olur-"

"Çiso, var mısın yok musun?"

Sinirle ona baktım. Gülmüyordu. Ciddiydi. Ancak bende ciddiydim. Lakin beni durduran çocukluğum oldu.

"Bir saçmalık yapma, öldürecek değiller biricik abini."

Derin bir nefes verdim. Delirecektim. Sarı'ya baktım.

"Ben gittikten sonra bırakacaksın."

Sarı kafa salladı.

"Peki."

Ofladım. İşler zora girmese olmuyor muydu?

"Ben devam ediyorum, yürü Erdem."

Gökçe içeriye doğru girecekti ki Sarı onu durdurdu.

"Çiso'ya kulaklık bulun gelin, erkenden çıksın."

"Banada bulun."

Beklemediğim ses en sonunda konuşan Manyak'tı. Bana bakıyordu.

"Tek gidemez, adamlarım burada zaten."

Sarı omuz silkti. Kısaca ne halin varsa gör demekti bu. Manyak'a baktım.

"Ne zaman çıkıyoruz?"

"Hemen şimdi çıkıyorsunuz."

Sarı keskindi. Eğer o kandan uyuşturucu çıkarsa kim bilir o zaman ne olacaktı. Sıkıntıyla soludum.

"Kaan'ın telefonu lazım, Berk'in numarası orda var."

Sarı kafa salladı ve doğruca Erdem'e baktı. Erdem kendine lafın geldiğini anladığında elini kaldırdı.

"Elim kırık, onunla hiç dövüşemem kusura bakmayın artık."

Sigarasınından bir yudum aldığında kapıdan geçti ve binaya girdi. Sarı bıkkınlıkla Manyak'a baktı.

"Baya güzel adamların var."

Manyak da iki dakika önce Sarı'nın yaptığı gibi omuz silkti. Sarı sinirle binaya girdiğinde ise öylece kaldık. Manyak bana bakarken telefonunu çıkardı ve bir şeylere bastı. Ardından telefonu kulağına götürdü.

"Araç getirin."

Başka bir şey demeden kapattığında bakışıyorduk öylece. Ondan bakışlarımı kaçırdım. Tek duam uyuşturucunun kanında çıkmamasıydı. Yoksa yanmıştık cidden.

"Kaçak." Bakışlarım onu buldu. "İyi misin?"

Kafamı olumluca salladım. Ancak ona da sinirlenmiştim.

"Kaan'a yardım edebilirken sen öylece izlediğin için çok saol bu arada."

Gözlerimi kaçırdım. Ancak o her zamanki gibi bana doğru yaklaştı. Ben ise sınırımı korumak için geri gittim. Geri gitmem ile ise durdu. Bir süre konuşmadı.

"Yardım etseydim de bir de Aras'la çakışıp zaman mı kaybetseydim? Zamanımız yok."

Bir şey demedim. O da bir nevi haklıydı ama bir çok şey yapabilirken o durmuştu. Sesini bile çıkarmamıştı.

"Öleceğiz Kaçak."

Gözlerimi kaldırdığımda göz göz geldik. Buz gibi söylemişti. Sanki gerçeği yüzüme vurmak ister gibi. Siyahlarını benden çektiğinde ise yanımıza gelen arabaya doğru ilerledi ve bedenimin yanından öylece geçti.

...

Telefonu çalıyordu. Açmaz ise bütün her şey bitmiş demekti. Sıkıntıyla soludum. Hadi be Berk. Aç şu telefonu. Yani Kaan ile her ne kadar birbirlerine girseler bile açmaması saçma olurdu değil mi? Bir anda açılma sesiyle yüzüm güldü.

"Ne var lan, sabah sabah beni mi buldun!"

Bir anda gelen bağırma ile telefonu kendimden uzaklaştırdım. Cidden Kaan'a fazla sinirliydi. Yanımda aracı süren Manyak ile göz göze geldik. Hadi bakalım Çiso. Şuan en iyi performansımı sergilemilydim.

"Berk, benim."

Telefondan bir süre ses gelmedi.

"Berk?"

Bir boğaz temizleme sesi duyduğumda sırıtmadan edemedim.

"Çisem." O kaba sesin yerine değişen ses ile sırıtışım büyüdü. "Kusura bakma, biraz çıkışmış olabilirim."

Aynıydı. Peşimde o kadar koşmuştu ama kendisinde hiçbir değişim yoktu.

"Sıkıntı yok."

"Sen beni armazdın, bir şey mi oldu?"

Yapay bir şekilde ofladım. Ardından sesimi olabildiğince üzgün hale getirdim.

"Berk ben çok kötü bir işe bulaştım ve aklıma senden başkası gelmedi."

Yanımda Manyak dediğim ile homurduğunda kaşlarımı çatarak ona baktım.

"Ne işi, ne oldu?"

Manyak'a uyaran bakışlarımı attım. Ardından tekrar konuşmaya döndüm.

"Aslında yan yanayken konuşmak isterdim ama pek zamanım yok."

"Çisem, sonra da olur. Yemek yeriz. Şimdi söyler misin ne oldu?"

"Berk, benim Adli Tıp'a girmem lazım acilen."

Telefonda bir sessizlik oluştu.

"Çisem, sen neye bulaştın?"

Sıçayım. Yardım etmeyebilirdi. Yoksa şimdiye çoktan anında kabul ederdi. Bu sefer iş ciddiye bindi. Ağlar gibi bir ses çıkardım.

"Üzerime cinayet atacaklar, lütfen."

Manyak yok artık der gibi yanımda bana bakış attı. Ne var diye kafa salladım.

"Tamam, tamam sakin ol, hallederiz bir şekilde."

Daha da hüzünle ses çıkarttım.

"Gerçekten mi?"

Telefonda ofladı.

"Seni biliyorum, bu derece seni etkileyen bir şey ise yardım ederim. Ne gerekiyor?"

"Teşekkür ederim, söz. Buluştuğumuzda her şeyi anlatacağım."

"Yakın bir buluşma olursa sevinirim."

Onu onaylayan bir ses çıkardım ve ağlama olayını gerçekleştirmek amaçlı burnumu çektim.

"Çisem, ağlama artık. Ne yapmam gerekiyor söyle bana."

Derin bir nefes verdim.

"Adresini atacağım Tıp Kuruluşunda, morga girmem lazım."

Telefondan ses gelmedi. Bir süre ses gelmediğinde yapamayacağım demesinden endişelendim. Hemen sesimi daha da kötüleştirdim.

"Tamam, Berk. Hiç aramadım farz et. Seni bu işe bulaştırmayaca-"

"Hayır, hayır." Bir süre bekledi. "Morga katabilecek yetkiyi veremeyebilirim. Sadece gizlice girebilirsin."

"Olur, yeter ki girelim."

Sorgulayn bir sesle konuştu.

"Girelim mi? Kaç kişi geliyorsun."

Hay ağzıma edeyim. Sesimi kötüleştirdim.

"Kaan, çok hasta. Bilirsin o yardım ederdi ama hasta olunca adamıylayım. Beni tek göndermedi."

"İyi yapmış, aslında yalnız olmayacaksın ben varım ama."

"Kaan bu biliyorsun."

Derin bir nefes verdi.

"Peki, hangi gün yapıyoruz."

Son ikna etme yeri Çiso. Hadi bakalım.

"Üç saat sonra desem..."

Bir küfür duydum. Ancak sonrasında konuştu

"Ona da tamam be Çisem. Sen olmasan biliyorsun yapmam ama. Konuma gelin. Orda bekliyorum sizi."

Derin bir nefes verdim. Olmuştu.

"Berk, sen olmasan napardım bilmiyorum. Çok saol."

"Bir şey değil, yeter ki sen üzülme. Anca yetişir kapatıyorum, yemek sözünü unutmam haberin olsun."

"Tamamdır."

Telefon kapandığında gülmeye başladım. Olmuştu. Yapacaktı. Girebilecektik. Gülerek Manyak'a döndüm. Bana, senden korkulur gibi baksa da onun da bir dudağı kıvrılmıştı.

"Yapacak!"

Gülüşü büyüdü.

"Çok pisliksin, adamı resmen kullandın."

Omuz silktim. Şuan tek umudum kandan uyuşturucu çıkmamasıydı. Derin bir nefes verdim. Şuan inanıyordum. Bulacaktık. Yapacaktık.

...

Kapıya baktım. Berk'i bekliyorduk. Çoktan gelmiş her yere bakmış olmalıydı. Ama on dakikadır ortalıkta yoktu.

"Ara şu aptalı bir daha."

Telefondan saate baktım. Saat on olmuştu. Sıkıntıyla ofladım.

"Daha beş dakika önce aradık. Gelecektir."

"Ya becerememişse."

Binadan çıkan Berk'i gördüm. Yüzüm güldü.

"Becermiş."

Manyak bana baktı. Bana doğru eğildi.

"Lütfen şuan çıkmakta olan salağa Berk deme."

Kafamı olumluca salladım.

"O salak Berk." Ona uyaran bakışla döndüm. "Bana bak, sakın bozma. Bütün iş iptal olur. Kaan'ın adamısın ve arabada olduğu gibi sakın bana gülme."

Onun cevabını beklemeden yüzümü düşürdüm. Çıkmış bizi gören Berk'e doğru hiç çekinmeden koştum. Bu iş bitene kadar böyleydi. Artık yapacak bir şey yoktu. Berk beni görünce gülümsedi. Ben ise yüzümü daha da astım. Hiç çekinmeden boynuna sarıldığımda bunu beklemiyordu. Yönümüz çevrildiğinde yüzünü ekşitmiş bize bakan Manyak'ı gördüm. Kaş göz yaparak onu uyardım.

"Berk, iyi ki varsın."

Onun da elleri belimi buldu. Manyak yüzünü daha da ekşitirken sinirle soludum. Ellerimi boynundan ayrıdığımda gözlerimi buldu. Hiç çekinmeden canıma acısada gözlerimi ovuşturdum. Saatlerdir ağlamış gibi gözükmem gerekiyordu. Manyak suratını sonunda düzelttiğinde, şükürler olsun ki ayrılabildim.

"Çisem." Elimden tuttuğunda şimdi kendi bu zavallı halime gerçekten ağlayacaktım. "Ne oldu sana böyle, mahfolmuşsun."

Gözlerimi yere eğdim.

"Söz, anlatıcam ama önce şu işi yapalım, yoksa bu halim bile iyi halim olacak."

Bu konuda işte ciddiydim. Ölümüm şu halimden beterdi.

"Tamam, halledelim."

"Bencede."

Yanımızda buz gibi sesle gelen kişi Manyak'tı. Berk onu görünce afalladı. Biraz da haklı gibiydi. Sarı kadar olmasa da onun da hakkını yemeyim şimdi. Kendisi gayet yakışıklıydı. Bana baktı.

"Bu mu Kaan'ın adamı?"

Berk bana döndüğünde Manyak kusar gibi baktı. Sanırım Kaan'ın adamı olmak koymuştu.

"Evet."

"Girelim mi?"

Konuşan yine Manyak'tı. Ona uyaran bakış attım. Açıkcası bence hiçbir alt mevkideki adam bu kadar soğuk sesle ve kaba konuşmazdı. Bana göz devirdi. Yemin ediyorum çocuktan farkı yoktu. Sanki ben çok memnundum şuan. Ellerimi Berk'ten kurtardım.

"Bu işi çabuk halletmem lazım."

Kafasını anlıyormuş gibi salaldı.

"Girelim."

İlerlediğimde o konuşmaya devam etti ve Manyak arkamızdan yürümeye başladı.

"Üçümüze de kart çıkartacak kadar vakit yoktu, ayrıca bu adamın bilgileri de yoktu. O yüzden sadece bende kart var. Yanımda bendenmiş gibi gözükeceksiniz. Diğer bir sıkıntı da morga girecek mevki bende de yok. Gizlice girmeniz gerekecek. Kameraları hallettim."

Kafamı salladım.

"Bi bok becersen şaşardım."

Manyak'ın mırıldanmasıyla ona döndüm. Berk duydu mu bilmiyordum ama cidden elimde kalacaktı. Benim bakışlarımı görünce sustum işareti yaptı. Kapıdan geçtiğimizde içerideydik. Berk dediğim gibi binayı çoktan gezmişti.

"Ben alt kata gelemeyeceğim. Sizin inmeniz gerekecek."

"Tamamdır."

Koridor boyunca ilerledik. Bir merdivene geldiğimizde alt kattan inen kişiye Berk selam verdi. Adam da ona tekrar selam verdiğinde Manyak'a döndüm. Her ne kadar mal bir Berk olsa da işini yapabiliyordu.

"Koridorun sonunda ki oda."

Hızla beni merdivenlere ittirdiğinde inmeye başladım.

"Ben burda bekliyorum."

Kafa sallamama gerek kalmadan Manyak elimden yakaladığı gibi beni merdivenlerde koşturmaya başladı.

"Manyak durur musun?"

"Vakit yok, yeterince geç kaldık zaten."

Merdivenler bittiğinde koridora dönecektim ki elimden tutan birey beni geri çekti. Bedenim ona yaslandığında gözlerim şokla açıldı. Ne yapıyordu şuan bu aptal?

"Yürü Kaçak."

Beni tekrar çekiştirdiğinde koridora değil merdivenin yanına doğru geçtik. Beni kendine tekrar çektiğinde cidden delirmek üzereydim. Bedenlerimizin arasında şuan sıfır boşluk vardı.

"Manyak şuan tam olarak ne durum-"

Konuşmamı bölen şey eliyle ağzımı kapatmasıydı. Bir eline bir ona baktım. Hafifçe güldü ve bana doğru eğildi.

"Böyle daha iyi gibi."

Ona şokla baktığımda bir yerlerine vurmamak için son beş saniyemdi. Lakin beni engelleyen bir şey oldu.

"Adam sence öldürülmüş mü?"

"Bilemiyorum, ama yüksek ihtimal. Bıçak yarası gibi gözüküyor."

Merdivenden çıkan adamları gördüm. Manyak beni iyice kendine çektiğinde resmen merdivene yapışmıştık. Pardon, ben ona yapışmıştım. Hızlanan kalbim ise şuan durumu hiç iyi bir yere götürmüyordu. Yine de yakalanmamak için ses çıkarmadım. Saniyeler sonunda sesler uzaklaştığında son gücümle kendimi ittim. O sırıtarak bana bakarken sinirle ona baktım.

"Tek kelime etme."

Çıkacağımda yine bileğimden yakalanmam ve çekilmem bir oldu. Yine birisi mi geliyordu? Etrafa bakınacağımda o beni kendine çevirdi ve eğildi. Tam olarak ne oluyordu? Eli saçımı bulduğunda anlamıyordum. Ama kalbimin hızlanması hiç iyi değildi. Gerilerek ona baktım. Ancak o kulağıma kulaklığı yerleştirdi.

"Kulaklık önemli, Kaçak."

Derin bir nefes verdim. Kulaklık. Kulaklı Kaçak. Kulaklık Çisem. Götünden anlama her şeyi. Kendisine de taktığında kulaklığı çalıştırdı. Ben de onun gibi yaptım. Hala yüzüme gülerek bakıyordu. Kendi aklıma edeyim. Gözlerimi kaçırıdım.

"Aras, sesim geliyor mu?"

Kendi kulaklığımdan da onun sesini duydum.

"Geliyor. Çiso yanında mı?"

"Burdayım."

Sesim homurdanır gibi çıktığında Manyak'ın gülüşü büyüdü.

"Ne yaptınız?"

"Ben kanı almaya gidiceğim şimdi, Gökçe kameraları halletti mi?"

Ona anlamamış gibi baktım. Berk zaten halletmişti kameraları.

"Berk zaten yapmı-"

"O aptala güvenemem maalesef Kaçak."

Derin bir nefes verdim.

"Hallettim, Korlu."

Konuşan Gökçe'ydi. Manyak kafasını salladı. Bana doğru döndü.

"Ben gidiyorum ve sen burada kalıyorsun." Ağzımı itiraz için açmıştım ki eliyle susturdu. "İtiraz yok. Birisi gelecek olursa bana haber ediyorsun anladın mı?"

Çocuk gibi anlatması sinir bozucuydu. Yüzümü astığımda ağzımı kapattığı eliyle burnuma fiske vurdu.

"Kulaklık, Kaçak."

Burnumu tuttuğumda cidden sinirleniyordum. Pardon da bu işi yapacak olan kişi bendim. İki de bir dikkatimi dağıtmasa gayet de güzel yapardım.

"Kulaklık, Manyak."

Sırıttı. Ardından koridoru kontrol etti. Lakin bu sefer ben de öylece duracak değildim. Kontrol işlemi bittiğinde bir adım atmıştı ki hiç çekinmeden doğruca bende olan şırıngayı cebimden çıkartıp kafasına attım. Beklemiyor olmalı ki kafasına gelen şeyle bana döndü. Gülümsedim.

"Şırıngayı unuttun."

Derin bir nefes verdi ve yere düşeni aldı. Cebine elini kattığında kendininkini salladı.

"Bende de vardı."

Kafamı anlamış gibi yaparak salladım.

"Çocuk gibi tartışmayı kesip şu işi artık halledin!"

Kulaklığımdan bağıran Sarı ile yüzümü buruşturdum. Ardından Manyak'a gitmesi için işaret verdim. Etrafa son kez baktığında hızla ilerledi. Ben ise merdiven boşluğuna sindim ve dikkatle hem gelen var mı diye bakındım hem de Manyak'ın gidişine. Birkaç saniye sonunda girmesi gereken kapının önüne varmıştı. Etrafı son kez kontrol ettiğinde kapıya kulağını yasladı. O anda göz göze geldik. Göz kırptığını gördüğümde ise kapıyı açmasıyla içeriye girmesi bir oldu. Gidişine bakındım.

"Sırıtmaya devam edecek misin?"

Çocukluğum sesiyle yerimden sıçrarken o bana ters ters bakıyordu. Elim ağzımı buldu. Cidden sırıtıyordum. Neden? Yarın ölüm ihtimalime rağmen ben nasıl sırıtıyordum? Neye sırıtıyordum? Sıkıntıyla soludum. Asıl gerçekler onun sayesinde kendini hatırlattı.

"Ya kullandıysa?"

Sorum aslında çocukluğumaydı. Ancak kulaklığı unutmuştum.

"O zaman tek bir çaremiz kalıyor."

Kulaklıktan Sarı'nın konuşmasını beklemiyordum. Kendimi merdiven boşluğuna yasladım iyice. Başka bir çaremiz var mıydı ki? Olması bile ilginçti.

"Ne çaremiz varki?"

Kulaklıktan gelen cevap Sarı'dan değil Manyak'tandı.

"Bize isminin hakkını göstermen gerekecek. Çare bu. Kaçacağız."

Ben konuşmaya odaklanamamıştım. Emin olamadığım şeyle merdiven boşluğuna daha da sindim. Kaan'ın telefonu çalmaya başladığında istemsizce hemen kapattım. Merdivenden ses mi duymuştum yoksa yanlış mı anlamıştım? Kaşlarım çatıldı. Telefonu çıkardığımda arayan Berk'ti. Sıçmıştık. Kafamı hafifçe çevirdiğimde ise aşağı kata doğru gelen adımları gördüm. Derin bir nefes verdim. İlla morga girecek değildi, değil mi? Yine de kulaklığı buldum.

"Gelen var."

Fısıltımı duymasını istedim.

"Ne!"

Manyak kulaklığımdan küfrederken her şey birbirine girmişti. Sarı bir yandan seslenirken Manyak'ın kulaklığından hışırtılar geliyordu. Adım sesleri ise giderek yaklaşıyordu.

"Çiso! Bayıltacaksın."

Sesleri duymamaya çalışarak kafamı çevirdim. Görmeyi beklediğim ise böyle bir şey değildi. Saçları beyazlamaya başlamış birisi hemen birkaç adım önümdeydi. Yüzünü görmek için kafamı biraz daha çıkardım. Gördüğüm şey ise taktığı maske oldu. Maske mi? Kimdi bu? Adam etrafa bakındığında hızla geri çekildim. Bir süre öylece bekledim. Kalbimin sesini şuan en net duyan bendim. Yani inşallah sadece ben duyuyorumdur.

"Kaçak. Ses ver, noluyor."

Ses verirsem yakalanırdım. Telefonu çıkardım. Manyak'ı bulduğumda mesaj bölümüne girdim.

"Adam var, bir şey yapmadan öylece dikiliyor. Kal orada ben haber edene kadar."

Mesajı yolladığımda Sarı'ya da susması için mesaj atacaktım ki duyduğum ile mesaj yazan parmaklarım duraksadı.

"Girmişler sanırım, ses seda yok."

Kulaklığımda durmadan konuşan bir Sarı vardı. Anlamıyordum. Kafamı yavaşça çıkardığımda adamı koridorun sonuna bakarak, elinde telefonla konuştuğunu yakaladım.

"Aras yok, Korlu gelmiş. Dediğiniz gibi birlikte çalışıyorlar sanırım."

Gözlerim duyduklarımla şokla açıldı. Kimdi bu?

"Bir de kız var." Bir süre karşıdakini dinledi. "Hayır, kızı daha önce görmedim."

Düşünemiyordum. Ne yapacaktım? Tuzağa mı çekilmiştik? Telefonu cebime geri kattım. Ne yapacağım belliydi. Buraya gelmemiz bekleniyordu zaten. Dediğim gibi, bu işin ardında birisi vardı. Uyuşturucu kimdeydi bilmiyordum ama kesinlikle bu adam önemliydi.

"Kilitliyorum o zaman."

Adam telefonu kapattığında eli cebini buldu. Bir anahtarlık çıktığında adımları morga doğru ilerlemeye başladı. Ne yapacaktım?"

"Dediğini yap, bayılt!"

Çocukluğumun konuşmasıyla düşünmedim. Manyak'ı şuan kimse oraya kitleyemezdi. Ben hariç yani. Düşünmedim. Merdiven boşluğundan hızla çıktığımda adam sesin gelmesiyle arkasını dönmüştü. Biraz ses çıkacak gibiydi. Adamın üzerine tekmeyle uçtuğumda beklemediğim o şey ayağımın yakalanmasıydı. Göz göze geldik. Kahve gözlere baktım. Şaşırmamıştı. Nasıl şaşırmazsın be adam?

"Küçük Hanım, bu işe bulaşmamalıydınız."

Küçük Hanım mı? Gösteririm ben şimdi sana küçüğü büy-"

Ayağımın bir anda çevrilmesiyle yere düşmem bir oldu. Acıyla inledim. Hay sıçayım! Yaralarım sızlarken adam morga doğru değil merdivenlere doğru koşmaya başladı. Elim doğruca kulaklığımı buldu.

"Manyak! Kanı al ve derhal çık!"

Hızla canım acısa bile ayağa kalktım. Bende koşmaya başladığımda o merdivenlere gelmişti. Son gücümle koştum. Lakin yaralarım şuan ilaç içtiğim halde bile berbattı. Sanırım çok fazla hareket etmemeliydim. Adamı yakalayana kadar geçersizdi ancak bu.

"Çiso ne oluyor!"

Merdivenleri bitirdiğimde o çoktan koşmaya geri başlamıştı. Bende koştuğumda konuştum.

"Ahmet'e yardım edeni buldum! Kameraları açın ve takip ed-"

"Çisem!"

Bedenim tutulduğunda bir koşan adama bir beni tutan Berk'e baktım. Üzgünüm ama şuan oyalanamazdım.

"Berk sonra."

Onu ittirdiğimde çoktan adamla aramızdaki mesafe açılmıştı bile. Sıçayım! Kaçabilirdi.

"Çiso adam mı? Ne alaka?"

Karşımda koşturan adamın arkasından koşuyordum. Beni konuşturmamalılardı. Adam çoktan çıkış kapısından çıkmıştı.

"Bilmiyorum! Ama bu emi-"

Acıyla adımlarım duraksadı. Bedenim çarpışmanın etkisiyle yere doğru düşecekti ki bileğimden yakalandım. Kulaklığımda hala bağırışlar varken ben acıyla kıvrandım. Sıçayım! Adam kaçacaktı.

"İyi misiniz?"

Bileğimi kurtardım ve karşımda olan adama, pardon benden küçüktü. Kafamı salladım. Ancak gözlerim takılmıştı. Koşmam gerekiyordu şuan. Sessizce konuştum.

"Pardon."

Hafifçe kafa salladı ve gülümsedi. Gözlerim gülüşüne takıldı. İstemsizce onu süzdüm. Kimdi bu?

"Çiso!"

Kendime gelmeliydim. Daha fazla oyalanmadan hızla bulunduğum noktadan ayrıldım. Otoparka doğru koştuğumda gözlerim etraftaydı. Sikeyim! Yoktu! Kaçmıştı. Ellerimi sıktım. Daha gitmiş olamazdı değil mi? Koş Çiso. Bulursun.

"Kaçak, hallettim. Nerdesin? Yardıma geliyorum."

Sıkıntıyla etrafa bakmaya devam ettim.

"Otoparktayım."

Nefes nefese kalmış olsam da gözlerim araçların etrafını taradı. Buraya gelmişti. Emindim. Hızla bir kaç yere daha ilerledim. Neredeydi bu? Bulacaktım. Saniyeler geçse de aramaya devam ettim. O telefonda konuştuğu kişi önemliydi. Resmen hayatımdı. Sıkıntıyla etrafıma baktım. Sakin kalmalı ve bulmalıydım. Ama içimde kaybettin korkusuyla atan bir kalbim vardı.

"Kaçak!"

Kendi etrafımda döndüm. Burada olmalıydı. Kaçıramazdım. Yapamazdım. Yanıma koşan Manyak'ı duyuyordum. Nefes nefeseydim.

"Kaçırdın!"

Çocukluğum bir taraftan bağırıyordu. Deli gibi kendi etrafımda döndüm.

"Çiso, kaybettim deme."

Gördüğüm maskeli kişiyle yüzüm gülmüş, ona doğru koşacaktım ki... Bir araç önümden geçti. O an göz göze geldik. Maskesine rağmen gülen o suratı anladım. Yavaşça el salladığında işte bütün korku bedenimi ele sardı. Araba hızla önümden geçip giderken tıkandım. Öylece kaldım.

"Kaçak."

Hızla bir el elimi tuttu ve yönümü çevirdi. Gözlerim dolmaya başlamıştı. Kaybetmiştik. Boğazım yanıyordu. Yetişemezdik o araca.

"Kaçak, sıkıntı yok."

Manyak önümde bana sesleniyordu. Yarın bitmişti, belki uyuşturucu kanda çıkmaycaktı. O zaman o adamdan yakalayabilirdik. Ama ben kendi ellerimle kaçırmıştım. Çok yakınımdayke-"

"Bana bak!"

Gözlerim bağırmasıyla en sonunda onu buldu. Siyahlar bana bakıyordu. Derin bir nefes verdi. Ben ise fısıldadım.

"Bitti..."

Hafifçe gülümsedi. Ardından burnuma bir fiske vurdu. Rahatlığına şaşkınlıkla baktım. Pardon ama ölecektik. Elimi tutan eli cebine gittiğinde bir tüp çıkardı. Tüpün içinde olan sıvıya öylece bakındım. Derin bir nefes verdim.

"Manyak anlamıyo olabilirsin ama uyuşturucu çıkmadığında bakacağımız ilk ihtimali elimden kaçırdım. Biz bittik! Adam bu sefer daha dikkatli ola-"

"Kaçak."

Sözümü böldüğünde tebessüm etti ve kulaklığıma uzandı. O benimkini çıkarttığında ise ben anlamıyordum. Bana bir adım attı. Anlamıyordum. Cidden anlamıyordum. Öleceği için mi gülüyordu? Yavaşça fısıldadı.

"Ben bitirmeden bu oyun bitmeyecek."

Anlamsızca baktım.

"Ne?"

Gülüşü büyüdü. Eli kendi kulaklığına gitti.

"Gökçe, dediğim plakayı aldın değil mi?"

Bir anda dediği ile içimde oluşan umutsuzluk yavaşça kayboldu. Benim değişen ifadem ile o da gülümsedi. Kendi kulaklığını da çıkardığında kanın olduğu tüp ile ikisini cebine attı.

"Daha yaşıyorsak, bu işi bitirelim."

Kafamı olumluca salladım. İçimi bir hırs duyusu kapladı. O adamı bulacaktım. Sonrası... Sonrasında olacaklar zihnimde güzel canlanmadı. Canı acıyacaktı. Benim düşüncelerimi kesen, Manyak'ın bana doğru eğilmesiydi. Aynı boya geldiğimizde sırıttı.

"Rica ederim."

Çekinmedim, düşünmedim de. Normalde olse terslerdim belki ama bu sefer öyle olmadı. Ellerim boynunu bulduğunda istemsizce ona sarıldım. Korkmuştum. Gerçekten kaçtı ve öleceğiz diye korkmuştum. Manyak ilk yaptığım şeyi beklemese de sonrasında onun da elleri belimi buldu. Sessizce fısıldadım.

"Teşekkür ederim."

...

"Ya adamı kaybedersek?"

Bilmem kaçıncı sorumda Manyak en sonunda bezdi.

"Kaçak. Bu daha önemli."

Sıkıntıyla ilerleyen araçtan dışarıya baktım.

"Ya adamı sen duymadın ki. Aras dedi, Eren dedi. Ben olmasam ölülerle kilitleniyordun be. O adam önemli. Senin adamlarına bırakamayız bu işi."

"Kaçak; kanda uyuşturucu var mı yok mu, ne zaman belli olur bilmiyorum. O yüzden kanı verelim. Sonra biz de gideriz."

Oturup ağlayacaktım. Bir kandan uyuşturucu çıkma süresi maksimum ne kadar olabilirdi ki? O adam önemliydi.

"İndir beni."

"Ne?"

Ona ters ters baktım.

"Sen kanı vermeye gidebilirsin ama ben adamın yanına gideceğim."

Derin bir nefes verdi.

"Adamın yanına en son gittiğinde fırlatılmışsın. Ayrıca çok merak ederek soruyorum. Sen saçı beyazlamış bir adamdan hem nasıl dayak yiyip hem de nasıl yakalayamazsın?"

Ofladım.

"Saçı beyazlamış değil. Beyazlamaya başlamış. Beklemiyordum ayağımı tutmasını. Olamaz mı?"

Anlamış gibi kafa salladı.

"Hadi o kısmı anladım. Adam yaşlıysa, nasıl becerdin yakalayamamayı?"

Cidden şimdi kafasını kıracaktım.

"Birileri tarafından bütün vücudum yaralı olmasa belki daha hızlı koşabilirdim. Ya da iki kişiyle üst üste çarpışıp tutulmasam."

Bana göz devirdi. Resmen beni anlattığıma pişman etmişti.

"Manyak, ya sen kime kanı vereceksen ver sonra be-"

Sözümü bölen şey telefonunun çalmasıydı. Ofladım.

"Sus iki dakika Kaçak."

Sinirle başımı çevirdim. Susardım. Vaktimiz yok diyordu. Beni bıraksa ölürdü sanki. Hayır adamı ben tutamamıştım. Değişik bir tipti. Kendi adamlarına nasıl güvenebiliyordu?

"Sonunda Miraç."

Miraç mı? Merak etsem de başımı ona çevirmedim. Susacaktım.

"Evde misin yoksa benim tarafta mı?"

Onun taraf neresiydi? Umrumda değildi gerçi. Ayrıca Miraç kimdi? Ofladım. Kafamı dağıtmak için camı açtığımda başımı yasladım ve temiz havayı içime çektim.

"Tamam, geliyorum."

Araba aniden dönüş yaptığında sarsıldım. Deli miydi bu? Sinirle ona baktığımda gözleri yoldaydı. Yüzüne bakındım. Gözleri en çok dikkatimi çeken şeydi. Benimki resmen hiçbir koyuluk barındırmazken adamın gözleri resmen siyahtı. Tamam, belki biraz abartıyo olabilirdim ama koyu kahve resmen siyaha dönmüştü. Güneşte baksam belki bir ihtimal koyu kahve derdim. Başka bir şekilde açılmaz-

Bir anda bana dönmesiyle afalladım. Kafamı geri cama döndürdüğümde sırıttığına emindim. Yine de konuşmadım.

"Çocuk gibi küstün mü cidden?"

Cevap vermedim. Konuşma demişti. Konuşmayacaktım.

"Kaçak."

Arabayı sürmeye odaklanabilir miydi bu gıcık? Beni bir salsındı.

"Gideceğimiz yer yakın, yarım saat olmadan adamın yanındayız."

Kafamı çevirdim. Siyahlar bir bana bir yola bakıyordu.

"İstersen iki gün sonra gidelim, bana farketmez."

Derin bir nefes verdi. Eli direksiyonu fazla sıkıyordu. Sanırım ona öleceğimizi tekrar hatırlatmıştım. Hafifçe güldüm.

"Eğer bugün bulamazsak yarın yanımda bıçak taşıyacağım."

Gözleri beni buldu. Benim gülüşüme takıldı gözleri. İstemsizce gülümsemem soldu.

"Ölümü bu kadar isteyen gördüğüm ilk kişisin."

Omuz silktim.

"Yaşayınca bir bok olmuyo."

"Ölünce ne olacak?"

Aniden sorduğu ile afalladım. Gözlerim dışarıya daldı. Bize doğru yaklaşan bulutları görebiliyordum. Mırıldandım.

"Ya cehennem ya da cennet olacak."

Dediğimi alay aldı.

"Cennete girebileceğimizi sanmıyorum."

Kafamı salladım. Kastettiğim o değildi zaten. Yiğit'ti. Ya affedecek bana cenneti yaşatacaktı yanında, ya da cehennem... Gerisini düşünmek istemiyordum. Bir anda suratımın düşmesini anlamış olmalıydı.

"Değişiksin."

Ona baktım. Bana bakıyordu. Hafifçe tebessüm ettim.

"Saol."

Kafasını olumsuzca salladı. Ardından yola döndü.

"Kaçak Kaya?" Sorgular bir sesle soyadımı sormuştu. Ardından sırıttı. "Kaç yaşından beri Kaya'sın?"

Gözleri bana döndü. İnanmamıştı. İnanması aptallık olurdu zaten. Cevap vermeyeceğimi düşünmüş olmalı ki önüne döndü.

"Bu işten kurtulursam, sanırım yapacağım ilk şey seni araştırmak olacak."

Derin bir nefes verdim.

"Başına yeni bir iş açmış olursun."

Hadi be der gibi bir bakış attı. Ben ise göz kırptım. Bir süre sessizlik olduğunda soracak çok şeyinin olduğunu biliyordum. Ama sessiz kaldı. Oysa ben çocukluğumla konuşurken beni camdan en önde izleyen oydu. Söylemek istemesem de acı gerçeği bilmesi gerektiğini düşündüm. Gözlerim onu bulduğunda bana bakmıyordu. Sıkıntıyla soludum.

"Dissosiyatif kişilik bozukluğu ilk olarak, yanında bir çok hastalığa sahibim."

Bunu söylememi beklemiyor olmalı ki yüzü değişti. Ben ise sırıttım.

"Kısaca deliyim."

Araç yavaşladığında gözleri beni buldu. Tepkisini görmek istemedim. Genelde bunu dediğimde insanlar benden uzaklaşırdı. Ben ise fazla bakmazdım. Umrumda olmasa bile canımı sıkardı. Gözlerim yolu buldu.

"Değilsin."

Dediği şeyi beklemiyordum. Ona döndüğümde bana bakıyordu. Gözlerini benden kaçırdı. Yola tekrar döndüğünde varıncaya kadar aramızda başka konuşma geçmedi. Dediği ise beni içten içe mutlu etmişti. Sorgulamamıştı, gülmemişti, uzaklaşmamıştı. Sanırım beni böyle kabul eden üçüncü kişiydi. Araba durduğunda bir market önündeydik. Gözlerim etrafı taradı. Normal bir mahalleydi. İnmek için kapıya gitmiştim ki...

"Kaçak." Bakışlarım onu buldu. "Bir daha kendine sakın öyle deme."

Dediği ile afalladım. O ise beni beklemeden araçtan indi. Ne yani? Yol boyunca dediğim deli kelimesine mi takılmıştı?

"Bu da ayrı bir deli o zaman."

Arka taraftan konuşan çocukluğuma aldırış etmedim. İstemsizce gülümseyen suratımı düzelttim ve bende arabadan indim. Manyak arabayı kilitlediğinde beni yine beklemeden ilerledi. Onu takip ederek bende gittiğimde bir markete girdik. İyi de biz Miraç her kimse onun yanına gitmeyecek miydik? Manyak kasada duran adama selam verdiğinde arka tarafa doğru ilerledik. Hızla ona yetiştim.

"Biz Miraç'a gitmeyecek miydik?"

Bana baktığında sonunda bir rafın önünde durduk. Etrafa bakındı. Ardından bana döndü.

"Bunu ne Kaan'a ne de Deniz'e söylemek yok."

"Ne? Neyi?"

Benim sorumu umursamadan rafa yaklaştı. İki eliyle baskı uyguladığında ben anlamıyordum. Ne yapıyo-

Bir tık sesiyle bu sefer raf hızla geriye çekildi. Gözlerim şokla açıldığında Manyak beni bileğimden yakaladı ve içeriye çekti. Ben karanlıkta göremezken bir tuşa baasılması sonucu raf geri öne doğru çekildi. Aman Allah'ım çok havalı. Bende böyle bir şey yaptıra-

"Yürü Kaçak."

Eliyle beni yürüttüğünde merdivenlere geldik. Ben cidden önümü göremiyordum ama. Bir adım daha atmıştım ki birinin sırtına toslamam bir oldu. Acıyla burnumu tuttum. Manyak'ın bana mal mısın diyen suratını şuan gözümde canlandırabiliyordum.

"Ne? O kadar parayla yaptırdın bari, ışık koysan batar mıydın?"

Derin bir nefes verdi. Ardından bir tuşa basıldığında gözlerimi kapatmam bir oldu. Işık açıldığında alışan gözlerimi araladım. Bana dik dik bakan siyah gözlerle karşılaştım. Hafifçe gülümsedim. Ama fazla oyalanmadan gözlerim etrafı taradı. Dar bir merdivenin sonundaydık. İlersinde bir koridor vardı. Koridorun sonunda olan kapıyı görebiliyordum.

"Madem ışık vardı baştan açsan olmaz mıydı?"

"Süzmen bitti mi?"

Kafamı olumluca salladım. Bitmese de şuanlık bitmiş diyebilirdim. O ışıkları kapatmadan tekrar beni sürüklemeye başladı. Koridorun sonunda olan o kapıya vardığımızda ise ışıklar tekrar söndü lakin bu sefer kör olmadım. Kapının altından ışık sızıyordu. Manyak kapıyı açtığında kafamı hemen çıkartıp içeriye baktım. Ağzım açık kalmıştı. Kocaman bir alan karşılamıştı beni. Hemen kapının yanında tamamen camla kapanmış iki oda vardı. Odaların gerisi ise tamamen bomboştu. O büyük alanın ortasında bilgisayar sistemi kuruluydu. Daha fazla görebilmek için Manyak'ın elini bıraktım. Bilgisayarların yanında küçük bir mutfak tezgahı ve oturulacak alan vardı. Diğer tarafta ise bütün duvarı kaplayan bir raf ve içersinde dosyalar vardı. İçeriye koşturdum. Gözlerim iki camlı odayı buldu. Birisi yine dosyalardon oluşuyordu. Diğerinde ise bir masa ve koltuk vardı. Sırıtarak kendi etrafımda döndüm.

"Kaçak."

"Sus Manyak, keyfimi bozma."

Gözlerim onu bulduğunda bu halime gülüyordu. Ben ise ona bakmak yerine etrafa bakmaya devam ettim. Ancak bu sefer göz hizama birisi girdi. Tövbe estağfurullah. Gördüğüm adam ile istemsizce gerildim. Adam simsiyah saçlara sahipti. Yüzü ise resmen kabusumda görsem yerimden sıçrayacağım bir şekildeydi. Kötü değildi. Korkunçtu. Benden büyüktü.

"Miraç."

Arkamdan seslenen Manyak ile ona baktım. Bu muydu Miraç? Bu ne biçim Miraç. Adam kafa salladı. Boyu yaklaşık neredeyse iki metreydi.

"Bütün herkes Aras'la iken seni buraya atan ne? Ayrıca bu kim?"

Adamla ilk defa göz göze geldik. Ancak beni bir diğer şoka uğratan şey onu tanıyor olmamdı.

"Kaçak."

Bana baktı. O gözlerden anladım ki o da beni tanıyordu. Kimdi lan bu? Ben bu yüzü nasıl unutmuştum. Görmüş olduğuma emindim.

"Ben seni nerede gördüm?"

Sorduğum ile bana doğru yaklaştı. Fazla yanıma gelmese miydi?

"Tanışıyor musunuz?"

Adam bir kaç adım kala durduğunda bana baktı. O da beni görmüştü. Yüzüne iyice yakından baktım. Cidden ben bu adamı nerede görmüş ve unutmuştum? Yüzünde bir anda ifade değişti. O beni hatırlamıştı. Hafifçe gülümsedim. Nerede görmüştü-

"Ben seni daha önce hiç görmedim, tanımıyorum."

Ne? Gerilen yüzünü görmemiş olduğumu falan mı sanıyordu? Beni kesinlikle tanımıştı. Benden uzaklaştığında bedenimin yanından geçti. Afallayarak arkamı döndüm.

"Miraç? Emin misin?"

Manyak'da tanıdığını görmüştü işte. Aptal olmayan anlardı.

"Evet, tanımıyorum."

Manyak bir bana bir ona baktı. Ardından pekala diye mırıldandı. Eli cebini bulduğunda tüpü çıkardı. Havaya attığında tüpü kapan Miraç'tı.

"Uyuşturucu bunda mı diye bak."

Miraç tüpe bakındı. Ben ise hala ona bakıyordum. Hatırlamak üzereydim. Çok yakındı.

"Eğer bundaysa" Gözleri beni buldu. Sıkıntıyla nefes verdi. "Acilen dört tane sahte kimlik ve pasaport çıkart."

Miraç'ın bakışları anlamdıramıyarak Manyak'a baktı. Ben de kaşlarımı çatmıştım. O bana bakıyordu.

"Dört tane mi?"

Manyak kafa salladı. Miraç bana baktı. Kaşları onun da çatıldı.

"Dört kimlik kim için pardon?"

Sorumla güldü.

"İstersen sadece ikimiz için de yaptırabilirim ama bir tarafım Kaan ve Deniz'i bırakmayacağını söylüyor."

Kafamı olumsuzca salladım.

"Kendine yaptırmanı öneriyorum sadece."

Kafasını olumsuzca salladı.

"Yarına hazır olsun, bir de uçak bileti. Yurtdışına."

Bu cidden ciddiydi.

"Yarına olması imkansı-"

"İmkanlı olsun."

Elim sıkıntıyla başımı buldu. Ne yani? Bulamazsak kaçacak mıydık? Ciddilerdi. Bunu söylerken gerçekten ciddilerdi. Alayla gülmeye başladım.

"Üç tane olsun o zaman."

Bakışlarım siyahları buldu. Kaçmayacaktım. Bütün hayatımı bir kaçak olarak yaşamışken tekrar o hayata düşmeyecektim. Öldürür, kökten bitrirdim bu işi. Manyak'ın kaşları çatıldı. Ben ise sırıtmaya devam ettim.

"Siz Sarı ile kaçmakta ciddi olabilirsiniz ama hayır. Bir daha olmayan hayatımı, yeniden kurmaya uğraşamam." Yüzü gerildi. Ben ise daha da sırıttım. "Ne? Kaçınca bulunmayacağınızı falan mı düşünüyorsunuz? Karşımızda olan adam Sait."

"Kaçak."

Kafamı olumsuzca salladım.

"Sakın, sakın. Ya bu pisliği temizleyeceğim ya da defolup gideceğim."

O da benim ciddi olduğumu anladı. Arabada bıçak taşıyacağım derken şaka yaptığımı düşünebilirdi ama ben ciddiydim. Eğer bu iş olmazsa çocukluğuma izin verecektim.

"Saçmalamayı bırak."

O da dediğim ile sinirlenmişti. Omuz silktim. Bu saçmalık değil, gerçekti.

"Kendi kimliğini çıkart. Kaan zaten Deniz'e bir şey olmasına izin vermez."

Kaşları çatıldı. Bana doğru adım attığında ben ona dik dik bakıyordum. Yanıma gelmesini bekliyordum lakin o gelip elimi yakaladı ve beni sürüklemeye başladı.

"İyice saçmaladın. Miraç, dediklerimin her birini yap."

"Hayı-"

"Kaçak!"

Bağırmasıyla sinirle gözlerimi kapattım. Hızla girdiğimiz yerden çıktık. Ne ışıklar açıldı ne de konuştuk. Raflara kadar öylece ilerledik. Ancak sinirini hissediyordum. Neden bu kadar sinirlendiğini ise anlamış değildim. Rafları sertçe açtığında kendimi yine market içinde buldum. Elimi bırakmadan dışarıya kadar sürüklendim. Ancak dışarıya geldiğimde ben de sinirlenmiştim. Elimi sertçe çektim. Bunu beklemiyor gibi bana baktı. Derin bir nefes verdim. Gerilmiştim.

"Bin arabaya."

Kafamı olumsuzca salladım. Yüzü iyice gerildi.

"Kaçak, bin arabaya."

Sinirimi yatıştırmak amacıyla bir adım geriledim.

"Git sen, ben gelirim sonra."

"Kaça-"

"Git dedim Manyak."

Siyahları yine kapkaranlık bakıyordu. Derin bir nefes verdi. İkimizde gergindik. Nedeni ise bir saçmalıktı.

"Manyak, bak ikimizde gerginiz biraz ayrı kala-"

"Kaçak! Arabaya bin, hadi güzelim."

Bağırmasıyla bu sefer bende kendimi geri çekmedim.

"Ya sen niye sinirlendin ki bu kadar? Benim ölüp ölmememden sana ne!"

Sinirle bana yaklaştı ama ben geriledim. Gözleri gerileyen adamlarıma baktı. Sonra sinirine hakim olmak ister gibi sırıttı. Derin bir nefes verdiğinde siyahlar maviliklerimi buldu.

"Sebep mi istiyorsun?" Kafamı salladım. Bir süre baktı. "Kimsenin benim sıçtığımın işim yüzünden ölmesine izin vermem!"

Alayla güldüm. Bu falan değildi. Sıkıntıyla soludum ve bir adım geriye gittim.

"Beni sal bir süre."

Arkamı dönmüştüm ki bu sefer bileğimden yakalanmam ve döndürülmem bir oldu.

"Süre yok!" Dip dibeydik. Bana eğildi. "Kaçak, süre yok. Anlamıyor musun?"

Bileğimi ondan kurtardım. Sinirlerime artık hakim olabileceğimi pek sanmıyordum.

"O zaman beni değil, kendini kurtarmakla uğraş!"

Sinirle bana baktı. Ben ise arkamı döndüm. Bir adım atacaktım ki dediği ile duraksadım.

"Yağmur yağacak."

Gözlerim bulutları buldu. Tam tepemize gelmek üzereydi. İçimi korku tohumu sarsa da umursamadım. Arkamı dönmedim.

"Bir şey olmaz."

Bir adım atmıştım ki bileğimden tekrar yakalandım. Döndüğümde bana baıyordu. Alayla güldü.

"İkimiz de neler olacağını gayet iyi biliyoruz."

Acınası tınıda söylediği canımı yaktı. İlk defa sesinde ki acımayı duymuştum. Gözlerimi kendime olan sinirimle kapattım. Ancak susmadım.

"Olan bana olur merak etm-"

"Vicdan azabı çekmek istemiyorum, yürü!"

Beni bileğimden araca sürüklediğinde ona arkasından sadece bakabildim. Gerçek yüzünü göstermişti işte. Onca zaman gülümsediğim adamın gerçek hali buydu. Sinirle söyledikleri canımı yakıyordu ama görmüyordu. Lakin beklediği olmayacaktı. Yürümeyi bıraktığımda sinirle soludu ve bana döndü. Boğazım yanıyordu ama konuştum.

"Sakın, sakın bir daha bana acıma."

Elimi sertçe elinden kurtardım. Her şeye rağmen güldüm.

"Şu hayatta o kadar boka batmışken benim ölümüm sana vicdan azabı falan çektirmez. O yüzden merak etme beni."

Bir şey diyecek oldu ancak dinlemedim. Gözlerim yanıyordu. Arkamı dönmem ile hızla ilerlemem bir oldu. Dolmayı bekleyen gözlerim ise arkamı dönmem ile doldu. Sertçe sildim. Arkamdan baktığını bildiğimden hemen yanımda olan sokağa döndüm. Görünmeyeceğimi bildiğim için gözlerime izin verdim. Yaşlar aktı. Önümü göremediğimde ise kendimi bir duvara yasladım. En ufak bağlandığım insanı bile umursamak bazen çok koyuyordu. Gözlerimi sildim. Karşımda gördüğüm beden ise canımı daha çok acıttı. Bana bakıyordu öylece. Kafamı salladım.

"Konuş, konuş sende. Vur yüzüme."

Çocukluğum derin bir nefes verdi. Ardından yanıma yaslandı.

"Özür dilerim."

Bunu beklemiyordum. Ona döndüğümde bana değil karşıya bakıyordu. Gözleri beni buldu.

"Ben sadece intikam istiyorum, biliyorsun. Amacım seni zavallı göstermek değil."

Gözlerim daha da doldu. Bakışlarım ise havayı buldu. Bulutlar üstümüzdeydi.

"Sende merak etme o zaman. Bugün amacına ulaşırsın."

Bir şey demedi. Benim için intikamından vazgeçmeyeceğini biliyordum. Benim için benden bile önemli olan kişi Yiğit'ti. Kendimde biliyordum. Bu yüzden fırsatı kaçırmazdı. Dakikalarca öylece durdum. Çocukluğum ise yanımda kendime olan acımamın bitmesini bekledi. En sonunda ise konuştu.

"Çisem."

Ona baktım. Maviliklerde bu sefer nefret yoktu.

"Bunu da biliyorsun ama yine de..." Derin bir nefes verdi. "Senin sonunu yazacak olsam da, canın yandığında bana bürünmekten korkma."

Katil olmaktan korkmamalı mıydım? Dakikalar önce olan o gözlerimin yanışını hissettim. Ardından karşımda olan bedene baktım. Düşündüm. Gerçekten düşündüm. Haklıydı. Benim yerimde o olsa umursamaz, aksine gülerdi. Hafifçe tebessüm etti. Ve kafasını salladı. Derin bir nefes verdim ve gözlerimi sildim.

"En son sana inandığımda şuan ki milyarlarımı insan öldürerek kazandım."

Hafifçe sırıttı. Ölüm ona mutluluk veriyordu. Sıkıntıyla soludum. Şuan tek çarem oydu. Yaşamak için başka yolum yoktu.

"Öldürmek yok, söz ver."

Gülümseyişi büyüdü.

"Söz."

Kafamı salladım. Bu işten yırtacaktım. Yaslandığım duvardan ayrıldım ve kalan göz yaşlarımı kendim temizledim.

"İlk olarak, maskeliyi bulalım."

Haklıydı. Öylece hiçbir şey yapmadan durmayacaktım. Ölümün gelmesini bekleyemezdim. Sessize aldığım telefonu çıkardım. Mesajlar vardı. Bilinmeyen bir numaradan gelen konuma tıkladım.

"Araç burada."

Gökçe olmalıydı. Konuma girdiğimde bana çok uzak değildi. Nasıl gidecektim? Elimde olan telefon beni gülümsetti. Kaan'ı tanıyordum. Telefon kılıfını açtığımda gördüğüm kart ile sırıtmam büyüdü.

...

"Burası sanırım abi."

Taksi evin önünde durduğunda etrafa baktım. Ardından arabayı gördüm. Göz göze geldiğimiz aracın aynısıydı bu. Etrafta ise birkaç tane daha siyah araba vardı. Bunlar yüksek ihtimalle Manyak'ın adamlarıydı. Derin bir nefes verdim. Bir şey hissediyor muydum? Hayır. Ona beni kurtardığı için bir anlık güvenmiştim. Şuan ise nefret duygusu falan beslemiyordum. Duygusuzdum. Umrumda değildi.

"Emin misin kızım? Pek düzgün bir yer gibi değil."

Kafamı salladım.

"Eminim abi, eminim."

Parayı ödediğimde taksiden indim. Telefonu cebime koydum. İçimde büyüyen hırsı hissediyordum. Karşımda olan eve baktım. Eski bir evdi. Düşünmeden ilerledim. Kapının önünde gördüğüm iki adamı umursamadım. İçeriye girmek için birkaç adım kalmıştı ki...

"Buraya giremezsiniz."

Alayla güldüm konuşan kel adama.

"Neden?" Duraksadı. "Ne o? Patronun girişimi de mi yasakladı?"

Adam bana afallayarak baktığında onu göğsünden itekledim.

"Çekil şuradan."

Ancak bu sefer önüme diğer adam geçti.

"Anlamadınız sanırım, buraya gire-"

Sert bir yumruğu yüzüne attığımda adam yana doğru savruldu. Arkamda olan hareketlenme ile bu sefer eğildim. Arkamı döndüğümde keltoş havaya yumruk atmıştı.

"Denk gelmedi gibi ha?"

Tekmem bu sefer keltoşun karın bölgesini buldu. Adam acıyla gerilediğinde ben direkt kapıyı açtım. İçerinin pis kokusu burnuma geldi. Yüzümü buruşturdum. Etrafa bakındığımda ev oldukça büyüktü. Lakin gelen sesler onları bulmamı kolaylaştıracaktı. Üst kattan geldiğini anladığımda merdivenlere yöneldim.

"Hey!"

Arkama baktığımda keltoşun arkadaşı bana doğru geliyordu. Elimle bir dakika işareti yaptım.

"Ne bağırıyorsun be?"

Adam bana baktı. Dudağı patlamıştı bu arada. Arkadan keltoşu da gördüğümde elimi ağzıma götürdüm ve susun işareti yaptım. İkisi de malmışım gibi bakıyordu. Ben ise gelin işareti yaptım. Birbirlerine baktılar. Ben ise önüme döndüm ve merdivenden çıkmaya devam ettim.

"Bakın hanımefendi bura-"

"Ya bir sus."

Merdivenler bittiğinde bir kırılma sesiyle sağımda kalan koridora yöneldim. Artık acılı inlemeyi duyabiliyordum.

"Hanımefendi."

Arkamda kalanları umursamadım. Odayı bulmuştum. Gülümsedim. Adımlarım hızlandığında koridorun ikinci odasından gelen yere doğru hızla ilerledim. Kapı da durduğumda gülümseyişim kocaman bir hal aldı. O beyazlayan saçı gözlerim buldu.

"Abi kendisini dışarı çıkartamadık."

Kahve gözler ile göz göze geldiğimizde sandalyeye bağlanmış bir haldeydi. Gözlerim ondan başkasını görmedi. Ağzı yüzü kan içindeydi. İçimde yatan katili çekinmeden ortaya çıkardım. Adama doğru koştuğumda onu döven adamları geçtim. Hiç çekinmeden yakasını kavramam ile yüzüne vurmam bir oldu.

"Kaçak!"

Adamın yüzü yana düştüğünde nefretle ona baktım.

"Senin gibi bir piç yüzünden ölmeyeceğim!"

Durmadım. Tekrar bir yumruk attığımda acıyla inledi. Tekrar vuracağımda ise belimden yakalandım ve geri çekildim. Lakin durmadım. Ayağımla sertçe bacak arasına vurdum.

"Bana uyuşturucuyu vereceksin!"

Adam acıyla öne eğildiğinde geriye çekilmiştim.

"Kaçak!"

Belimde olan elleri çözmeye çalışıyordum.

"Bırak!"

Adam acıyla öne eğilmiş haldeydi. Bağırdım.

"Ayağımı büken ellerini kırmazsam bana Çi-"

"Kaçak!"

Kulağımın dibinden gürce bağrılması sonu durmak zorunda kaldım. Arkamı yavaşça döndüğümde karşımda Manyak vardı. Beni tutan elleri belimde gevşerken sertçe onu ittim.

"Sakın! Bana bir daha dokunma!"

Bu kadarını beklemiyordu. Bana şaşkınlıkla baktı. Lakin ben ona değil acıyla kıvranan adama baktım. Ardından gözlerim etrafı taradı. Bok gibi bir yerdi. Adamlar bana şaşkınlıkla bakıyordu. Kimseyi umursamadan kıvranan adama ilerledim. Saçından tuttuğumda kendime baktırttım.

"Kimsin sen?"

Adam konuşamayacak durumdaydı. Lakin ben saçını iyice çektim. Yanımda olan adamlardan birisi konuştu.

"Mesut."

Kafamı salladım.

"Telefonundan bir şey çıktı mı?"

Adama döndüğümde cevabı ondan beklediğimi anladı. Mesut'u bıraktım. Tamamen yönümü bana cevap veren adama çevirdim. İlk Manyak'ın olduğu tarafa baktı ve sonra bana. Ardından kafasını salladı.

"Eve tamamen baktık. Uyuşturucu da telefon da yok."

Sinirle oturan adama baktım. Bana bakıyordu. Konuşmasını beklemiyordum.

"Küçük Hanım."

Kaşlarımı çattım. Ona döndüm. Ağzında olan kanı tükürdü. Ardından hafifçe güldü.

"Çok ilgi çektiğinizi söylemiş miydim? Patronum doğrudan sizi araştırmaya başladı."

"Ne?"

Anlamıyordum. Adam daha da gülümsedi.

"Sizi beğendi gibi."

Anlamıyordum. Bu sefer benim tepkimi veren arkadan gelen bir sesti.

"Ne?"

Yanıma yaklaşıldığını hissettiğimde yapılmaması gereken bir şey yapıldı. Bileğimden tutulduğunda yönüm çevrildi.

"Sen patronuyla mı görüştü-"

Sesini kesen benim tokatımdı. Yüzü yana düştüğünde gözleri kapanmıştı. Bileğimi sertçe kurtardım.

"Bana bir daha sakın dokunma." Bir adım ondan uzaklaştım. "Dediğim gibi, kendi canını koru. Gerekirse benden de."

Derin bir nefes verdiğinde gözlerini açmadı. Kendine süre tanıdı ben ise onun süresine aldırış etmedim. Arkamı döndüm. Mesut bize bakmış gülüyordu. Derin bir nefes verdim ve düşündüm. Patronuyla ben karşılaşmış olabilir miydim?

"Fotoğraflarınıza bakıyordu en son konuştuğumuzda."

Canım sıkılmaya başlamıştı. Ona doğru ilerleyeceğimde bu sefer beni bölen yine Manyak'tı.

"Kaçak." Sıkıntıyla soludum. "Adam akıllı konuşa-"

"Konuşamayız."

Mesut'a yaklaştım. Adama yan tarafta olan sandalyeyi işaret ettim. Adam yine ilk önce Manyak'a baktı. Saniyeler sonra sandalyeyi bana getirildi. Derin bir nefes verdim ve oturdum.

"Kim bu patron?"

Bana baktı. Hafifçe gülümsedi.

"Selim gibisin."

Kaşlarım çatıldı. Ona şokla baktığımda gülümsedi.

"Seni cidden kızı gibi büyütmüş, kimliğini de o değiştirmiş olmalı ki cidden asıl kimliğine ulaşamıyoruz."

Ellerimi sıktım. Tırnaklarım derime battı.

"Erken ölmesi kötü olmuş. Baksana ne işlere bulaşmışsı-"

"Devam et konuşmaya."

Göğsüne yaslamış olduğum çakıya baktı ve yutkundu. Ben ise gülümsedim.

"Sen o adamın adını ağzına alacak bir lükse sahip değilsin."

Bir bıçağa bir bana baktı. Ardından gülümsedi.

"Selim'le tanışıyorum."

Kaşlarım çatıldı.

"İmkansız."

Kafasını olumsuzca salladı.

"Birbirimizi görmedik sadece, ancak sana babalık yapan adamla çok iş yaptık."

Göğsüne biraz delik açmaktan çekinmedim. Acıyla kasıldı.,

"Kaçak!"

Kafamı olumsuzca salladım.

"Hayatımı güzel araştıramamızsın. Yanımda işleri devralacak bir Vural büyüdü benim." Mesut denen adam bana baktı. "Kaan bütün işleri devraldı, o işlere bende girdim. Tek sıkıntı ne burada biliyor musun? Biz asla uyuşturucu ile uğraşmadık."

Adam gülümsedi. Ancak canı acıyordu.

"Yarın bu adamlar seni sattığında ne demek istediğimi anlayacaksın."

Çakıyı uzaklaştırdım. Adam derin bir nefes verirken ben düşündüm. Böyle birini görmüş müydüm? Hayır. Emindim.

"Vural'ların bu konuyla alakası ne de bana bunu anlatıyorsun?"

Göğsünde ufak bir kırmızılık oluştu.

"Bir alakası yok. Ancak korksan iyi olur."

"Yeter bu kadar."

Manyak'ın önüme geçmesi ile adama bir yumruk atması bir oldu. Gözlerimi kapattım ve elim başımı buldu. İlaç etkisini kaybediyordu. Bedenim sızlıyordu.

"Uyuşturucu ve bıçak nerede!"

Sandalyeden kalktım. Başımın dönmesiyle ise afalladım. Elimden çakı düşerken birisi tarafından yakalnmam bir oldu.

"İyi misiniz?"

Beni tutan adama baktım. Kafa salladığımda ondan ayrıldım ve kapıya doğru ilerledim. İş iyice karışıyordu. Merdivenlerden inecek gücü kendimde bulamadım. Koridorun sonuna geldiğimde merdivenin ilk basamağına çöktüm. Elim telefonu buldu. Numaralardan Sarı'yı buldum. Aradığımda bir süre çaldı.

"Çiso. Ne oldu?"

Derin bir nefes verdim.

"Sarı, benim başım fazla dönüyor bu aralar. Bana her ne verdiysen onunla alakalı olabilir mi?"

Bir süre ses gelmedi.

"Sanmıyorum, normal sakinleştiriciydi."

Ofladım ve elim kafamı buldu.

"Peki, tamam."

"Çiso sen iyi misin?"

Kafamı kaldırdım. Kimseye güvenemezdim. Buna emin olmuştum.

"İyiyim Sarı, iyiyim. Bana Kaan'ı verir misin?"

Telefondan ses gelmedi. Saniyeler sonra o sesi duydum.

"Çisem."

Duyduğum ses ile içim rahatladı.

"Kaan."

"Nerdesin sen? Bir şey yok değil mi?"

Elim başımı buldu. Ne diyecektim? Kendi gerçeğimi ondan gizleyemedim.

"Kaan, ben çok kötüyüm. Bu işten çıkamayacağım."

"Çıkacaksın. Çıkacağız."

Kafamı olumsuzca salladım sanki görebilecekmiş gibi. Ardından o soruyu sordum.

"Kaan, biliyorum şuan ne alaka diyeceksin ama..."

Cümlenin gerisi gelmedi.

"Çisem?"

Derin bir nefes aldım.

"Kaan çocukken hiç Mesut diye biriyle Selim amcayı gördün mü?"

Telefondan ses gelmedi. Gözlerimi kapattım. Sorduğuma pişman olmuştum. Babası bir nevi zayıf noktasıydı. Annesini erken yaşta kaybetmişti ve onun bütün ailesi babası olmuşken babası da onu bırakmıştı. Saniyeler sonunda buz gibi bir ses duydum.

"Hayır."

Her şeye rağmen emin olmak istedim.

"Son bir şey daha sorabili-"

"Sor Çisem, sor."

"Uyuşturucuyla ne biz ne de baban uğraşmadı değil mi?"

"Hayır ama şuan biz ne alaka?"

Kafam feci dönüyordu.

"Bilmiyorum. Bir bilsem..."

Bir süre konuşmadık. Odada olan sesler de kesilmişti. Ancak aklıma gelen ile gülümsedim. Beni araştırmaları bile uzun sürmüşken Kaan'ı araştırmış olamazlardı.

"Kaan acil Gökçe'den konumu al ve buraya gel."

"Ne?"

"Sorgulama ve yap."

Fazla sorgulamaması için telefonu kapattım. Eğer onu tanımazsa sıkıntı yoktu. Ancak tanırsa cidden bu konu Vural ailesini etkileyebilirdi. Bu arada içeriden neden sesler kesilmişti. Adama bir şey olmamalıydı. Hızla arkamı dönmüştüm ki döndüğüm ile afalladım.

"Sen ne zamandan beri ordasın."

Bana baktı siyahlar. Ben ise koridor sonuna baktım.

"Adama bir şey olmasın, ayık olmalı."

Ayağa kalkacağımda bana doğru yaklaştı ve bedeniyle geçmemi engelledi. Ona dokunmak istemiyordum.

"Manyak, çekil şuradan."

"Kaçak."

Derin bir nefes verdim. Ona bakmak istemiyordum.

"Kaçak, bakar mısın yüzüme?"

Dokunamayacağını anlamıştı. Beni bırakmayacağını bildiğim için gözlerim en sonunda gözlerini buldu. Yüzüne dakikalardır bakmıyordum. Yüzünde pişmanlık vardı. Net bir şekilde görülür bir pişmanlık. Ancak artık zerre umrumda değili. Hayatımda önemli bir yere sahip değildi, pek de umrumda değildi bu yüzden.

"Öldürecek gibi değil, Kaçak gibi bakar mısın?"

Alayla güldüm.

"Saçmalamayı kes ve çekil."

Elini dokunmak için kaldırdığında hatırlamış olmalı ki havada asılı kaldı. Derin bir nefes verdiğinde eli yumruk halini aldı.

"Özür dilerim."

Siyahları beni buldu. Gözlerine boş boş bakındım. Elini çaresizce indirdi. Sadece kafa salladım. Ardından bir basamak aşağıya indim.

"Adam ayık kalsın. Kaan gelecek."

"Konumuz şuanda bu mu cidden."

Siyahlara baktım.

"Aşağıdayım ben, araçlardan birini açtır."

Pişmanlıkla gözlerini kapattı. Ben ise arkamı döndüm. Bu işten kurtulduğumda hayatımda olmayacaktı hiçbiri. Bunun bilincindeydim artık. Hayatımı kurtardığı için bir güven duygum oluşmuştu. Ancak önemsiz olduğunu bugün fark etmiştim. Merdivenlerden indiğimde başım tekrar döndü. Ofladım. Belki de önemsizdi. Geçiştirdim. Ev soğuktu. Arabada beklemek daha mantıklıydı. Evden çıktığımda hemen önümde bir arabanın kilidi açıldı. Kapıyı açtığımda kendimi içeri attım. Kaan daha erken gelmezdi. En az iki saat beklemem gelecekti. Neden şehirden iki saat uzaktaki bir yere insan ev yaptırıp, bütün düzeneğini oraya koyardı ki? Al işte. Bir olay olduğunda iki saat yol vardı. Kafam tekrar döndüğünde küfrettim. Belki de açlıktandı. Sabahtan beri hiçbir şey yememiştim. Aklıma gelenle etrafa baktım. Ardından sırıttım. Telefonuma girdiğimde bir yemek sayfasına girdim. Karşıma çıkan pizza ile bakıştığımızda ise ne yiyeceğimi bulmuştum. İki büyük boy sipariş ettim. Sonuçta burada ne kadar kalacağımız belli değildi. Akşama kadar burada gibiydik. Siparişi tamamladığımda kafamı yasladım. Yapacağım herhangi bir şey olmadığı için gözlerimi kapatmaktan başka çarem yoktu.

...

Camın tıklatılmasıyla sıkıntıyla ofladım. Ancak ses kesilmedi. Gözlerimi araladığımda boynum uyuşmuştu. Bir kapı açılma sesi geldiğinde bütün uyku sersemliğini bir kenara attım. Kafamı çevirdiğimde içeriye giren Manyak'la bakıştık.

"Kaçak, harikasın."

Kaşlarım çatıldı.

"Ne?"

Elinde gördüğüm pizzalarım ile afalladım. Yaslandığım koltuktan hızla doğrulduğumda Manyak çoktan sürücü koltuğuna geçmişti.

"Açlıktan ölüyordum."

Şuan yüzsüzce karşımda bana pizza mı övüyordu? Sinirle arabadan çıkacağımda bileğimden yakalandım. Ona döndüğümde hızla elini çekti.

"Pardon."

Kapıyı açacağımda ise araçta bir kilit sesi yankılandı. Şokla kaldım. Kapıyı açmak için uğraştım. Ona döndüğümde gülümsüyordu. Elinde olan anahtar ile bakıştık.

"Manyak, seni burda öldürürüm. Aç kapı-"

Pizza kutularından birisini bana uzattığında elime tutuşturdu.

"Beni düşündüğün için saol Kaçak."

"Seni mi?"

İçecekten bir yudum aldığında delirmek üzereydim.

"Ama sanırım bir tane daha içecek koymayı unutmuşlar."

Bilerek yapıyordu. Cidden bilerek yapıyordu. Sinirle pizza kutumu kafasına fırlatmak için kaldırmıştım ki kutuyu fırlatmadan yakaldı.

"Tamam." Sıkıntıyla soludu. "Sustum."

Kutuyu çektiğimde eli havada kaldı. Sinirle önüme döndüm. Boğazında kalır inşallah. Kendi kutumu açtığımda bir dilim aldım. Şuan umrumda değildi. Açtım. Cebimden telefonu çıkardığımda arayan kişi olduğunu gördüm. Sanırım sessizde kullanmayı bırakmalıydım. Gerçi Berk'in arayıp beni yakalatması gibi bir ihtimalle daha karşılaşamazdım. Sessiz daha iyi, evet. Arama kısmına girdim. Sarı aramıştı. Onu aradığımda bir taraftan pizzayı yiyordum.

"Çiso, bir saate ordayız."

Göz devirdim.

"Sen niye geliyorsun?"

"Keyfimden Çiso. Sus, zaten canım tehlikede şuan."

"Boş yapma da nereden gideceğimi söyle!"

Arka taraftan bağıran Kaan ile gülmeden edemedim. Onu adamlarına tutturmamalıydı.

"Dön sağa işte, on kere dedim."

"Lan sürekli sağa dönüyoruz, yolu bildiğine emin misin sen?"

"Durdur şu arabayı, ben süre-"

"Hayır."

Ağzıma bir dilim daha attığımda sırıtıyordum. En birbirini çekemeyecek ikili şuan bir aradaydı.

"Deniz nerede?"

"O ağlağı hiç çekemezdim Çiso? En güvenli yer de ev zaten şuan."

Bir şey demedim. Deniz'e baya sinir oluyordu. Duygu sevmediği aslında her yerde sırıtmasından belliydi. Kendini gülüşüyle gizliyordu.

"Neyse, siktiği-" Telefonu kulağımdan uzaklaştırdım. Uzunca bir küfrün ardından cümle devam etti. "Konuştu mu?"

Uyuduğum sırada bir şey olma ihtimali var mıydı? Bilmediğim için Manyak'a bakmıştım ki onu bana öylece bakarken yakaladım. Bedenini cama yaslamış tamamen bana bakıyordu. Pizzaya dokunmamıştı. Gözleri gülümseyen dudaklarımdaydı. Yüzümü düzelttim. Boğazımı temizlediğimde o da kendisini düzeltti.

"Adamdan bir şey çıktı mı?

Haififçe sırıttı ve kafasını olumsuzca salladı. Gözlerini benden kaçırdığında anlam veremedim. Neye gülüyordu bu?

"Çiso?"

"Çıkmamış."

Sarı bir kez daha küfrettiğinde ben de önüme döndüm. Ya cidden delirmiştim ya da hayırlı olsun, Manyak da delirmişti.

"Neyse tamam. Geliyoruz biz."

"Tamam."

Telefonu kapattığımda bir sessizlik çöktü. Yanımdakine göz ucuyla baktığımda kutuyu açıyordu. Pek oyalanmadan geri önüme döndüm. Ancak homurdanmasıyla ona baktım. Pizzaya yaratık görmüş gibi bakıyordu. Ardından benimkine baktı. Hafifçe sırıttı.

"Ben zeytinli sevmem."

Benimkinden bir parça aldığında kendiminkine baktım.

"İyi de ikisi de ayn-"

Ona baktığımda çoktan pizzayı yiyor ve sırıtıyordu. Sinirle önüme döndüm. Gevşek.

"Seni tanımıyor."

Ona baktığımda bu sefer eve bakınıyordu.

"Ne?"

Gözleri beni buldu.

"Adamlarımdan birisi sürekli yeni bilgi veriyor ona."

Kaşlarım çatıldı. O tekrar benim kutuma uzanmış pizza alıyordu ki çekileceğinde elinden yakaldım ve ters ters baktım. Bana baktı.

"Sen bunu nereden biliyorsun ve bildiğin halde neden burdasın? Ya adamı salarsa?"

Elime baktığında yüzü değişti. Güleceğini anladığımda elini bıraktım. Geri çekildiğinde ise çoktan sırıtıyordu.

"Birkaç defa odadan bilerek çıktım. Her girdiğimde senin hakkında farklı bir şey söyledi."

Eve baktım. Haklı olabilirdi. Açıkcası kolay bulunabilecek bir dosyam yoktu. Yeni bilgi bulundukça o adama iletiliyorsa bu normal olurdu. Açıkcası ben olsam bütün bildiklerimi bir anda anlatırdım. Manyak'a sorgular bir şekilde döndüm.

"Sen ne yapıyorsun o zaman burada. Bilginin daha kolay iletilmesine mi destek oluyorsun?"

Kafasını olumluca salladı ve gülüşü büyüdü.

"Manyak, adam akıllı anlat."

Derin bir nefes verdi.

"Burada olan bütün adamlarımın telefonları ve kulaklıklarını Gökçe takip ediyor."

O anda yüzümde bir gülüş belirdi. Çok zekiceydi. Oyuna uyum sağlamıştı. Elinde tuttuğu içeceği hızla aldım. Ardından arabanın kilit tuşuna bastım. Bunca zamandır bilerek duruyordum aslında. Soğuktu çünkü. Hızla dışarıya çıktığımda bu sefer neşeyle güldüm. İçecekten bir yudum aldım. Bilginin nereden geldiğini bulursak, kurtulabilirdik. Büyük ihtimalle uyuşturucu da oradaydı çünkü. Gözlerim evi buldu. Bir kapı sesi daha geldiğinde bedenimi araca yasladım ve evi izlemeye başladım. Hemen yanıma bir beden geldiğinde o da benim gibi yaslandı.

"Kaçak."

Ona döndüm. Durgundu. Aklıma anında o konu geldiğinde benim de gülüşüm soldu. Ondan uzaklaşacağımda elimden yakaladı. Ona döndüğümde elimi çekecektim ancak beni engelleyen yüzü oldu.

"Ben gerçekten özür dilerim."

Elimi kurtaracağımda diğer eliyle de tuttu ve tamamen bana döndü.

"Manya-"

"Dediğin gibi yaptım."

Duraksadım. Neyi dediğim gibi yapmıştı? Bana baktı. Ardından bir eli elimden uzaklaştı ve cebine yöneldi. Düşürdüğüm çakıyı çıkardığında elimde ki içeceği bir kenara fırlattı ve bana uzattı.

"Söylediğin de haklıydın, yanına bir bıçak almalısın. Kimlikleri iptal ettim."

Çakıyı tuttuğumda bırakmadı ve bu sefer söylediği ile ona baktım. Kimlikleri mi?

"Sadece benimkini demişti-"

Sözümü böldü.

"Hayır. Bir boka battık." Çakıyı tamamen bıraktığında hafifçe tebessüm etti. "Önce o Aras'ı, sonra beni öldür ki o piçin ölüşünü göreyim." Çakıyı tuttuğum elimi kendime doğru ittirdi. "Kendini bizden sonra öldür ki, ölümünün intikamını al." Dediğine şaşkınlıkla baktım. "Batacaksak da birlikte, öleceksek de birlikte dedik sonuçta."

Dediklerini kesinlikle beklemiyordum. Elimi sıkıca tutan o ele baktım. Hafifçe tebessüm ettim. Ancak güvenimi tazelemesi için tek bir yolu vardı. Ayrıca o söylediği kelimelerin de bir intikamı vardı. Tutmuş olduğu elimle bu sefer onun elini ben tuttum ve boşluğundan faydalanarak elini çevirmem bir oldu. Beklemediği için bedeni arabaya yaslanırken ben sertçe dizine tekme attım ve çökmesine sebep oldum. Ardından çakıyı çekinmeden açtım ve doğruca boynuna yasladım.

"Şimdi seni burada öldürüp sonra kendimi öldrüsem kabulsun yani?"

Kolunu sıktığım için canı yanıyordu şuan. Hele o omuzla acısını düşünemiyordum. Kafasını acıyla arabaya yasladı.

"Kaçak." Gülümsedim. Acıyla nefes verdi."İnsanlar böyle cümlelerden sonra sarılıp öpüşüyolar falan, sen niye böylesin kızım?"

İstemsizce sırıttığımda kolunu iyice büktüm.

"Ne yani? Öpüşelim mi?"

Acıyla nefes verdiğinde küfretti.

"Ben onu mu dedim şimd-"

Kolunu daha da büktüğümde acıyla kafasını vurdu bu sefer araca.

"Tamam! Tamam lanet! Öldür kurtul, ikimiz de rahatlayalım!"

Gülüşüm büyüdüğünde kolunu serbest bıraktım. Çakıyı boynundan çektiğimde derin bir nefes verdi. Yüzünü buruşturarak koluna baktı. Çakıyı cebime attığımda gözleri beni buldu.

"Ben bunun acısını fena çıkartı-"

"Sus da kalk hadi."

Elimi uzattığımda bana ciddi misin der gibi baktı. Hafifçe gülümsedim. Elimi geri kendime çektiğimde ofladım.

"Yardım edende kabaha-"

Elimden yakaladı.

"Sus da kaldır hadi."

Gözümü devirdiğimde hiçbir destek sağlamadan kendisi kalktı. Haififçe güldüm.

"Tebrikler, yarına kadar yaşama hakkı kazandın."

Ondan uzaklaşmak için bir adım atmıştım ki beni kolumdan çekmesiyle aracın arasına sıkışmam bir oldu. Gözlerim şokla açılırken o sırıtıyordu. Bana doğru eğildi.

"Şovun bittiyse sıra bende. Ne demiştik? Öpüşme mi?"

"Ne?"

Biraz daha yaklaştığına kaçmak için etrafa bakındım. Ciddi miydi bu?

"Manyak saçma-"

"Kaçak."

Bana daha da yaklaştığında istemsizce arabaya yaslandım. Ancak durmadı. Kaşlarımı çattım. Kalbim fazla mı hızlanmıştı şuan?

"Many-"

"Kaçak."

Gülüşü büyüyordu. Derhal bir şey yapmalıydım. Aklıma gelenle bende gülümsedim.

"Çakı hala cebimde."

Gözü gözlerimden cebime kaydı. Ardından kafasını olumsuzca salladı.

"Bugünlük hakkını kullandın, sıra bende."

Gözleri tekrar gözümü bulduğunda yutkundum. Ancak hala aklım başımdaydı. Elimi cebime atacağımda elimi yakaladı. Elimi havaya kaldırıp araca yaslarken ben gülümsedim. Gülümsemem ile duraksadı. Ona doğru bu sefer ben eğildim ve kulağına fısıldadım.

"Bugünlük senin sıranı da çalıyorum o zaman." Tekrar yüzüne baktığımda aşağıyıyı işaret ettim. "Yanlış el maalesef."

Gözleri aşağıyı bulduğunda ona çevirdiğim çakıyı gördü. Şaşırdığını gizlemedi. Gülüşü büyüdü.

"Saplayabilir misin sence?"

Hiç çekinemeden kıyafetine yasladım.

"Denemek ister misin?"

Gözleri gözlerimi buldu. Derin bir nefes verdiğinde bir adım uzaklaştı. Eli elimden ayrıldığında kafasını kaybetmiş gibi salladı ve iki elini de teslim oluyormuş gibi kaldırdı.

"Neyse, başka bir gün artık."

Bana göz kırptığında bu yüzsüzlüğüne şaşırdım. Hayvan herif. Sinirle ona baktım.

"Affetmiyorum seni!"

Arkasını döndüğünde eve doğru döndü ve bağırdı.

"Affettin bile, rol yapma."

Bu cümle sanki tanıdıktı. Derin bir nefes verdiğimde kendimi doğruca arabaya attım. Koltuğa yığıldığımda elim kalbimi buldu. Cidden öpmeyecekti değil mi? Saçmalıyordum. Öpecek değildi. Manyak'tı bu.

"Bir ölmeden önce ki gün öpüşmen eksikti."

Konuşan çocukluğuma baktım. Bana resmen aferin salak, başına bir de bu çıktı der gibi baktı. Gözlerimi kaçırdım.

"Öpmeyecekti bence, sırf intimakımı alıcam dedi-"

"Hıhı, kesin öyledir. Neyse ki çok vaktiniz yok. Öbür tarafta da sen buna değil kardeşine bakarsın zaten. Kısaca olmayacak bir aşk, üzgün falan da değilim."

Ona şokla baktım.

"Sen niye bu kadar taktın ya?"

Bana ciddi misin der gibi baktı.

"Bu adamla mı cidden? Yani ben tamam desem sen bu gevşekle mi?"

Kusuyor gibi yaptı.

"Hayır tabiki. Olamaz öyle bir şey."

Göz devirdi.

"Gördük. Adam saatler önce sana acıyordu, nefret doluydun. Şimdi öpse..."

Bana ters ters bakması sayesinde cümlenin devamını tamamlamıştı. Sinirle ona baktım.

"Yok öyle bir şey. Gidiyorum ayrıca ben. Seni dinleyemem."

Kapıyı açtığımda inecektim ki beni durduran o oldu.

"İn de yarım kalan işi tamamlat bari."

Duraksadım. Cidden ne yapacaktım? Yanına gidemezdim. Kafamı sıkıntıyla çevirdim. Sanırım kendi aptal hayaletime kalmıştım...

... 

Sıkıntıyla karşımda olan adama baktım. Manyak'ın dediği gibiydi. Birisinden bilgi alıyordu. Kaan'ı ilk tanımamıştı. Sonrasında bir anda hatırlamıştı. Kaç saattir burada olduğumuzu bilmiyordum. Ancak akşam olmuştu. Zihnim kabullenmişti. Ölecektim. Başım çatlıyordu. Leş gibi kokan odadan çıktım. Elim telefonuma gitti. Saat gece birdi. Bitmişti. Aşağı kata indiğimde bütün ekip buradaydı. Kirli koltuğun birisine de çekinmeden ben oturdum. Karşımda Sarı vardı. Kafasını yaslamış öylece tavana bakıyordu. Yanında olan içkisinden ise alkollü olduğu belliydi. Hemen yanında yere bakan Manyak vardı. O da çökmüştü. Sabah ki olayı umursayamacak bir haldeydik ikimiz de. Benim yanımda olan Kaan'a baktım. Bana bakıyordu. Hafifçe gülümsedi. Ancak karşılığını veremedim. Çaprazımda oturan Deniz hala olaya yetişememiş, gerçeği kabul etmemekte diretiyordu. Ona kendimi öldüreceğimi değil, kaçacağımızı söylemiştim. Kaan ise ne yapacağımı biliyordu. Sanki zihnimi okumuş gibi bir eli omzumu buldu ve beni kendisine çekti. Başım dizini bulduğunda konuştu.

"Dinlen biraz."

Eli saçımda gezindiğinde gözlerimi kapattım.

"Bitti lan." Konuşan Sarı'ydı. Alayla bir gülme sesi duydum. "Ne yani? Bu kadar mı yaşayacaktım?"

Sesinde hüzün vardı. Boğazım acı gerçekle benimde yandı.

"Lan daha yirmi dördüm lan. Çok küçük değil mi?"

Gözlerimi araladığımda ona baktım.

"Hani bende üç yaş büyüktün aptal."

Bana baktı. Kendini patlattığını anlamış gibi omuz silkti.

"Çift sayı sevmem. Ayrıca seninle güzel uğraşılıyordu."

Kafamı anlamış gibi salladım. Ardından bende güldüm.

"Köpek büyütmek istiyordum daha, sanırım olmayacak."

Gözlerim tavanda oyalandı. Çürümüştü. Kaan saçımla oynamaya devam etti.

"Bulalım bir tane, büyüt saatlik olsa da."

Konuşan Manyak'tı. Kafamı olumsuzca salladım. Çocukluğum gözümde canlandı.

"Kulübesi olmalı. Yazın orada olmalı. Kışın ise evimde."

Sarı alayla güldü.

"Mevsimlik değil, saatlik hayaller mevcut elimizde."

Ona baktım.

"Senin neydi?"

Duraksadı. Böyle bir şey beklemiyordu. Gözleri Manyak'ı bulduğunda ikisinin kısa bir süre bakıştığını gördüm. Ancak ikiside gözlerini kaçırdı. Sarı derin bir nefes verdi.

"En azından bir ailem olur, öyle ölürüm diye hayal etmiştim."

Gülümsedim. Gözlerim Kaan'ı buldu ardından Deniz'i.

"Aile güzel."

"Çok güzel."

Cümlemi devam ettiren Sarı'ydı.

"Aras." Konuşan Manyak'tı. Gözlerim ikisini buldu. Sarı ona döndüğünde Manyak tebessüm etti. "Özür dilerim lan. Çocukluğun içinde, bugüne kadar yaptığım her bokluk için de."

Sarı bunu beklemiyor gibiydi. Kafasını anlamış gibi salladı. Benim takıldığım ise çocukluğun kelimesiydi. Çocukluk ne alakaydı ki şuan?

"Ben de." İkisine baktım. Birbirlerine bakıyorlardı. O bakışmada ise çok şey geçti aralarında. Sarı bir yudum daha aldı. "O göt hariç ben de her şey için özür dilerim."

Bu sefer Manyak kafa salladı.

"Ne yani? Hiçbir şey yapmayacak mısınız? Bitti mi?"

Konuşan Deniz kuzuma baktım. Aras dediğine alayla güldü.

"Üst katta kalan adamı bir gündür dövüyoz lan, Çiso'yu bir saat dövdüm kız bu halde." Yukarıyı işaret etti Deniz'e. "Korkmazsan adam ne halde diye bir bak gel. Adam konuşmamak için tövbe etmiş."

Deniz sinirle Sarı'ya baktı. Ardından bana baktı.

"Hani Gökçe telefonlara bakıyordu?"

Sıkıntıyla soludum.

"Uydu sinyali sürekli değişiyor, kısaca bulması imkansız."

Deniz tutunacak dal arıyordu. Ancak yoktu.

"Kandan da mı hala sonuç yok."

Manyak kafasını olumsuzca salladı.

"Aksaklık çıkmış, daha yakın vermiş kanı. O da sabaha anca sonuçlanır."

Gözlerimi kapattım. Ardından elimi açtım.

"Çiso, dua da etsen töve de etsen her şekil yanıyoruz kızım."

Gözlerimi açıp ona ters ters baktım.

"Sen iç anca öküz, sanane."

Bana güldü. Ancak ellerimi aşağıya indiren Kaan oldu. Yavaşça gülümsedi. Ona baktığımda derin bir nefes verdim. Fazla sessizdi. Gözleri sürekli bendeydi. İçinden bana vedasını ettiğini anlıyordum.

"Affedecek seni, korkma tamam mı?"

Eli ellerimi sıkıca tuttu. Bakışlarım donuklaştı. Boğazımda bir düğüm oluştu. Korkuyla ona baktım.

"Ya affe-"

"Çisem." Tebessüm etti. "Onu sen ittir-"

"Kaan..."

Gözlerimi acı ile kapattım. Anılarım da yalan olamazdı. Sustuğunu belirtmek amaçlı elimi sıkıca tuttu. Konuyu değiştiren ise Manyak'tı.

"Saat kaçta?"

Sarı derin bir nefes verdi.

"Dokuz. Mekan kapatmış bir tane. Kısacası öldürmek için harika bir alan."

Gözlerimi araladığımda sertçe dolmaması için sildim. Ardından bu sefer derin bir nefes verdim ve doğruca ayaklandım. Hepsinin gözü beni buldu.

"Kalkın hadi."

Sarı güldü.

"Nereye? Kaçıyor muyuz bayan Kaçak?"

Gülümsedim ve kafamı olumsuzca salladım.

"Son güzel saatlerimi kokuşmuş bir binada geçirmek istemiyorum. Kafeme gidiyoruz."

...

Yutkundum ve tabelaya baktım. Bulut Kafe... Sessizce anahtarı çevirdim.

Annesinin elini sıkıca tutup kendince kurduğu oyunda ileri geri sallamaya devam etti kız. Bir yandan da uydurduğu şarkıyı mırıldanıyordu. En sonunda sıkılıp gözlerini havaya kaldırdı. Yüzünde bir ışıldama belirdi. Hava da bulutlar vardı. Keşke yağmur yağsa diye geçirdi içinden. O zaman uzun saçları ıslanır, su birikintilerine hoplar, kardeşine su sıçratır, çok güzel vakit geçirirdi. Annesi demişti ki haftaya bulutlar gidecek, hava soğuyacaktı. Kız ise istemiyordu. O yağmur mevsimini severdi. Sonbaharın adını unuttuğu için ona göre bu mevsim yağmur mevsimiydi. Tam o sırada karşısında bir su birikintisi gördü. Tam üzerine doğru o koşacaktı ki onun yerine önce başka birisi koşmaya başladı. Anne ve kızın üstüne sular sıçrarken tam önlerinde Yiğit gülüyordu. Kızın bütün hevesi kursağında kaldı.

"Yaa ben yapıcaktım."

Kardeşi ona gülmekle yetindi.

"Başkasına da sen hoplarsın kızım."

Annesin dediğiyle elini bıraktı ve ters bir biçimde yürüyerek tam annesinin yüzüne baktı. Bir yandan da isteği gerçekleşmediği için dudaklarını büzmüştü.

"Ama sen dedin. Bulutlar yağmur getirmeyecekmiş artık."

Annesi kızın dediğine güldü.

"Evet. Ama sonra kar getirecekler."

Kız omuz silkti. Ona göre kar çok soğuktu. Elleri çabuk üşüdüğü için tutamaz, hemen kızarırdı. Yağmur ise öyle değildi. Ne soğuk ne sıcaktı.

"Ben bulut olsam hep yağmur getiririm. Kar soğuk."

Kardeşi kızın dediğinin üzerine geride kaldığı yerden koşarak onlara yetişti ve ablasının önünde zıplaya zıplaya yürümeye başladı.

"Ben bulut olucam. O zaman sana hep yağmur getiririm."

Kız kardeşinin dediğiyle gülümsedi.

"O zaman beni getirmiş olursun akıllım."

İsminin anlamını tam söyleyemediği için annesine döndü.

"Benim ismim neydi anne?"

Annesi kızın bu sorusuna gülmeden edemdi.

"Çiseleyen yağmur."

Kız kafa salladı ve kardeşine döndü.

"Ondanım ben. Çisem getirirsin yine sen bana."

Yiğit ablasının isminin anlamıyla annesine döndü.

"Benim adım olmuyo ama anne. Yiğit bulut demek değil."

Annesi tam oğlunu teselli edecekti ki kız annesine izin vermeden konuştu.

"Artık bulut demek o zaman."

Yiğit inat etmiş olsa gerek omuz silkti.

"Ama değil."

"Artık öyle."

"Değil."

"Öyle."

"Değil."


İlk önce hepimiz evlere dağılmış, ölmeden önce kendimize çeki düzen vermiştik. Güzelce yüzümü kapatıp makyaj yapmıştım. Siyah, şık bir tulum giymiştim. Kafeye geldiğimizde deliler gibi gülmüş, içmiştik. Kahveleri herkese dağıttım. Ardından ben de yavaşça bir sandalyeye oturdum.


"Yıllardır bu küçük yerde mi çalıştın yani?"

Sarı etrafa bakmış gülüyordu.

"Küçük dediğin yer neredeyse bir ev boyutunda."

Sarı omuz silkti.

"İsmi neden Bulut."

Soru Manyak'tandı. Hafifçe gülümsedim. Anılar aklımda gezindi.

"Çocukluğumda yağmur en sevdiğim şeydi."

Manyak bunu beklemiyor gibi kaşlarını kaldırdı. Sarı ve o üzerine bir takım elbise giymişti. Saçlarını özenle şekillendirmişerdi. Açıkcası ölme fikri aklımda olmasa ne kadar yakışıklı oldukları hakkında bir saat konuşurdum.

"Nasıl bu hale geldin kızım o zaman sen?"

Sarı'ya baktım. Öleceğimi bildiğim için çekinmeden söyledim.

"Her yağmur yağdığında yanında her gün farklı bir cesetle bütün geceyi geçirdin mi hiç? On yaşındayken."

Sarı yudumladığı kahveye doğru öksürdüğünde bunu beklemiyordu. Hafifçe tebessüm ettim. Gözlerim Manyak'ı buldu. Bana şokla bakmıştı. Dediği sözler gözümün önünden geçti. Gülüşüm daha da büyüdü. Ağlama isteğimi gülüşümle bastırdım. Hafif bir sessizlik çöktü. Deniz yan tarafta içip bayıldığı için rahattım. Ardından gülüşüm büyüdü.

"Bu yüzden uzun zaman sonra ilk defa yağmur yağmasını istiyorum. İnsanlar gibi bende yağmur altında öleyim."

Manyak ile bakıştık. Gözlerini benden kaçırdı. Dedikleri can acıtmıştı ama sorun yoktu. Canım zaten yanıyordu. Sarı ile göz göze geldiğimizde gözleri üzerimdeydi. Sanki içimi okuyormuş gibi hissettim. O da benim gibi hüzünle tebessüm etti. Ardından kafasını salladı.

"Anladım."

Neyi anladığını sormadım. Gözlerim saati buldu. Yedi... Gülümsedim ve kahveden bir yudum aldım.

"Son iki saatim."

Manyak bana baktı.

"Saatimiz demek istedin herhalde."

Kafamı olumsuzca salladım.

"Yaşama ihtimaliniz benden yüksek."

"Nedenmiş o?"

Benim yanıma oturan Kaan'a baktım. Ardından ikisine.

"Eğer kanında uyuşturucu çıkmazsa uyuşturucu kayıp demektir. Sait'in bulmak için size ihtiyacı var. Ayrıca aynı anda iki patronu öldürmek pahalıya patlar."

Manyak gülümsedi. Gülümsemesinden anladım. Bu yüzden bizi sen öldüreceksin diyordu. İşte onu da yapabileceğimden emin değildim.

"Kızım, bu Sait kendi abisin öldürdü. Bize mi kıymayacak?" Sarı alayla güldü. "O kahvaltıdan sağ çıkayım, ilk işim yurtdışı."

Manyak güldü.

"Oradan sağ çıkamayacağız."

Kahvemden bir yudum daha aldım. Siyahlarla bakışıyorduk.

"Nasıl eminsin lan bu kadar? Belki de gerçekten acır bize. Sonuçta çocuğu gibi büyüttü bizi."

Manyak benden bakışlarını çekmedi ve kafasını olumsuzca salladı.

"Belki başka bir acımasız bizi öldürür."

Sarı güldü.

"Örgütten mi? Sait konuşmadığı sürece kimsenin sesi çıkmaz."

"Bilemezsin."

Kaan bana doğru eğildi.

"Anladığım şey doğru mu?"

Ona döndüm. Bana bakıyordu. Derin bir nefes verdim ve fısıldadım.

"Doğru. Ama bilmiyorum. Yapamaz gibiyim."

Hafifçe gülümsedi.

"Eğer öyle bir şey olsa kafandaki çıkış planını çoktan kurmuştur bile. Ölmeyeceksin. Biliyorum ben."

Bu eminlik ile şaşırsam da umutsuz bir vakaydık.

"Çocukluğum ölmemi istiyorken pek mümkün değildir be."

Kaan olumsuzca kafa salladı. Ancak sandalyemi kendisine çekmesi ve elini omzuma atması bile diğer ihtimalden korktuğunu anlatıyordu.

"Ölmeyeceksin."

Saatler önce ölüm ihtimalimi kendine inandırmış, bana cesaret veriyordu. Lakin saat yaklaştıkça o da korkuyordu. Hissediyordum. O ihtimal onu bitiriyordu. Bende omzumda olan elini sıkıca tuttum. Aklıma gelenle ise masada olan bir telefonu kaptım. Kimin olduğu umrumda değildi. Kameraya girdiğimde herkes ne yaptığımı anlamıştı.

"İki günde birbirini parçalayan bizim için bir hatıra."

Güldüm ve kamerayı havaya kaldırdım.

"Gülümseyin."

Herkes duraksadı. İlk kimse gülmedi. Lakin sonrasında hepsi güzel bir hatıra bırakmak ister gibi güldü.

Hepimiz ilk defa içtenlikle güldük...

...

Karşımda olan kapı belki son geçeceğim kapıydı. Yanımda olan eli kim olduğuna bakmadan sıkıca tuttum. O da elimi sıktı. Sarı yanımdan geçtiğinde tuttuğum elin Manyak olduğunu anlamıştım. Sarı bir kaç ötede durdu. Önünü ilikledi. Yüzü bembeyazdı. Bize baktı.

"Ölüme adımlayan üç salaktan başka bir şey değiliz."

İçimi bir ürperti sardı. Gireceğimiz, kapatılmış o restoranta baktım.

"Girelim ve ne olacaksa olsun."

Konuşan Manyak'tı. Sarı kafa salladı.

"Buraya kadarmış anlaşılan." Bana baktı. Korktuğumu hissetmiş gibi gülümsedi. "Hala iki yıl çok yaşayarak sana koydum Çiso, ağlayacaksan çekinme."

Gülemedim. Ama Manyak elimi daha sıkı tuttu.

"Girelim hadi."

Konuşan, yani fısıldayan bendim. Yoksa korku bedenimi daha da ele geçirecekti. Kaybetmiştim. İlk adımı atan ise ben oldum. Çantamda olan tabanca, cebimde olan çakı bana olacakları hatırlatıyordu. Derin bir nefes verdim ve elini tuttuğum elden ayrıldım. Hayatımdan belki vazgeçiyordum ama kardeşime kavuşacaktım. Kapıya ilerlerken kapıda bana gülümseyen çocukluğumu gördüm. Kendimi öldüreceğim için mutluydu. İçeriye girmeden önce son kez havaya baktım. Siyah bulutlar ile belki son kez gülümsedim. Çocukluğum bana baktı.

"Yapacaksın."

Kafamı salladım. Yapacaktım. Benim tutmayı bıraktığım eli tutan Manyak oldu. Birlikte içeriye girdiğimizde bana doğru eğildi.

"Sakın, bir an bile çekinme. Yap."

Elimi sıkıca tuttu. Adımlarım yavaşladı. Kendimi öldürmekten belki emindim ama onlar. Yapamayacak gibiydim.

"Yürüyün hadi, artık tek çaremiz şansımız."

Sarı önüme geçmişti ki bir telefon sesi geldi. Manyak elini cebine attığında yüzü değişti.

"Aras."

Sarı bize baktı. Neler oluyordu. Telefona baktığımda Miraç'ın aradığını gördüm. Umutla ona döndüm. Sonuç çıkmış olmalıydı. Lütfen. Yalvardım. Kanında çıkmasındı. Sarı'da heyecanla baktı. Telefonu açtı. Ardından kulağına götürürkenki korkuyu yüzünden gördüm. Belki on saniye sürdü. Bana ise yıllar gibi geldi. Ancak korku dolu ifadesi değişti. O söylemeden anladım. Ses bile çıkarmadan telefon yavaşça aşağıya düştü. Tuttuğum eli sıktım. Ardından gözlerimi kapattım. Nefes alamadığımı hissettim. Ardından o kelimeler yavaşça beni esir aldı.

"İçmiş, kanında..."

"Ne?"

Sarı'nın ilk defa çaresiz sesini duydum. Bitmişti. Kaybetmiştim. Bu kadardı. Gözlerim içeride hazırlanmış olan masayı buldu. Ölüm masası. Ardından o ses beni de çaresiz bırakan şey oldu. Manyak acıyla fısıldadı.

"Şansımız kalmadı."

Tuttuğum eli sıktım. İpin koptuğu yerdeydik. Sanırım buraya kadardı.

...

Loading...
0%