Yeni Üyelik
7.
Bölüm

7. Bölüm

@suwiiniz

Kafasını soğuk zemine yaslamış öylece karanlığa bakıyordu. Belki de bir ışık görmek amacıyla bakınıyordu öylece boşluğa, bilinmez. Gözünden bir yaş usulca düştü. Acıyla yutkundu. Burada da ağlayamazdı. Karanlıkta kendisi bile etrafı göremezken babası görürdü. Ne yaparsa yapsın babası bilir zannederdi. Çünkü hep öyle olmuştu. Bedenini daha da küçülttü. Kız bilmese de korktuğu o karanlığa alışacaktı. Karanlık onun için aydınlıktan daha çekici gelecekti. Çünkü karanlık onun ilk kaçtığı, kendini sakladığı yer olacaktı. Aydınlıkta belli olan duyguları karanlıkta yok olacaktı. En sonunda ise kız, kendi zihninde karanlık bir taraf yaratacaktı. Orası onun gizli, güvenli yeri olacaktı. Tek korkusu ise o karanlığa da ışık tutulması, gerçek yüzünün ortaya çıkmasıydı gelecekte. Şuan ise küçük bedeni korkuyordu. Bilemezdi ki korkusu onun yaşam bulduğu yer olacaktı. Daha dört ya da beş ay olmuştu. Hala alışamamıştı. O karanlığa hala uyum sağlayamamıştı. Ancak eskisi gibi çığlık çığlığa bağırmıyordu. Gözünden bir yaş daha süzüldü ama eliyle sildi. Vücudunu kıpırdatmaya hali yoktu. Saatler öncesinde babası onu dövmüştü yine. Lakin bu sefer sessizce dövmüştü. Bağırmamıştı, küfretmemişti. Hatta bir ara kız onun ağladığını bile sanmıştı. Ama sonra babası olduğunu hatırlamış ve onun asla ağlamayacağını hatırlamıştı. Hatırlıyordu ki Yiğit'in öldüğünü bile bas bas ona haykırırken yüzüne nefret duygusundan başka bir şey uğramamıştı. Tek bir hüzün belirtisi bile yoktu. Lakin anlamıyordu. Anlamadığı şey ise kız sessiz sakin bir şekilde oturduğu bodrumda beklerken babasının bir anda gelip ona hiçbir şey demeden sürüklemesi, saatlerin sonunda ise dövülerek buraya atılmasıydı. Neden dövülmüştü? İleride sürekli olarak dövüleceğini bilmiyordu ama şuan bir şey yapmadığı sürece onu dövmezlerdi. Tek bir umudu vardı. Hala bu hayatta tek bir umudu vardı o bedenin. Annesi... O küçük yaşta bu hayatı anlamıştı. Babası gibi annesi de Yiğit için üzgündü. Ama sonra aklına gelecekti değil mi? Bir kızı olduğunu hatırlayacak, onu gelip buradaki çöplükten çıkartacaktı. Annesi onu severdi. Yaptıklarını anlamasa bile hala annesinin onu sevdiğine inanıyordu. Annesinin sesini duydu kız. "Çisem'im benim." Kızın gözünden bir yaş daha aktı. "Bugün ne isterseniz bakalım? Dışarı çıkalım mı?" Gözünden bir yaş daha aktı. Annesi hala neden gelmiyordu. "Annecim, ne oldu? Ağlama." Acıyla karnını tuttu kız. Yediği darbelerden yerinde kıvranıyordu. Gözünden bir yaş daha aktı. Ardından karanlıkta fısıldadı.

"Anne" Cümlenin devamı gelmeden sanki inandırmak ister gibi bu sefer gözlerinden yaşlar akmaya başladı. "Anne, ben ağlıyorum..."

Acıyla kıvrandı. Ağlarsa annesi gelirdi her zaman. Tam o sırada ise bulunduğu odanın kapısı açıldı. Işık içeriye bir anda dolduğunda kız gözlerini kapattı ve göz yaşlarını hızla sildi. Tek istediği babasının olmamasıydı. Babası ağlarsa kızardı.

"Çisem."

Duyduğu ses ile kız derin bir nefes verdi. Değildi. Gözlerini araladı lakin ışığa alışamamıştı. Yanına gelen adımları duydu.

"Çok mu acıyor?"

Gözleri alıştığında karşısında o adamı gördü. Kızın bedenine acıyan bakışlar ile bakıyordu. Lakin arada da kapıya bakıyordu. Burada olduğu bilinirse öleceğini biliyordu ancak kızın bu haline dayanamıyordu. Elinde olan tepsiyi bıraktı.

"Kalk hadi, bir şeyler ye."

Kızın doğrulmasına yardım etti. Kız önünde olan tepsiye baktı. Gözünden bir yaş daha aktığında karşısında olan adama sığınmaktan başka bir şey yapamadı. Ona halini soran sadece genç yaşında olan bu çocuktu.

"Kerem abi."

Yirmisine yakın olan çocuk kızın sesiyle tebessüm etti. Konuşuyorsa iyiydi. Tek umudu küçücük kıza olan bu işkencenin bitmesiydi. Lakin asıl soru çaresizce ona bakan kızın sorusu oldu.

"Abi, annem hala neden gelmedi? Unuttu mu beni?"

Kızın titreyen sesine çocuk cevap bulamadı. Ancak o bakışları da es geçemedi. Derin bir nefes verdi. Ardından ayaklandı. Burada bu küçüğe başka kimse açıklama yapmayacaktı çünkü. Biliyordu, herkes canının derdindeydi. Bir anne ile kızının acısını düşünen yoktu. Kapıya doğru ilerledi. Etrafa bakındığında ise konuştu.

"Gel."

Kız adamın sesinde olan çaresizliği duydu. Ancak annesine olan merakı çoktu. Acıyan bedenine rağmen kalktı. Adam onu kucağına aldığında depoda koşturmaya başladılar. Kız merakla etrafa baktı. Bir kaç adam onlara bakıyordu. En sonunda birisi seslendi.

"Lan! Kerem canına mı susadın!"

Oğlan onu umursamadan bulundukları odaya girdiğinde kızı bıraktı. Ardından eğilip o minik ellerini bir eliyle tuttu. Bir eliyle de saçını geriye attı. Ardından yavaşça tebessüm edip konuştu.

"Çisem, annen seni unutmadı."

Kız öylece adama baktı. Çocuk ise fazla vakit olmadığını biliyordu. Kızın babası, Yasin birazdan gelecekti. Diğer depoya bakmaya gitmişti. Her şeyi öğrenen oğlan ise kızın bu haline daha fazla susup oturamazdı. Kıza masada olan zarfı verdi. Yasin bütün gün bunlara bakıyordu.

"Korkmak yok, tamam mı?"

Oysa biliyordu, korkmayacaktı. Bu yaşında onlarca ölüm görmüştü çünkü kız. Çisem yavaşça kafa salladı. Oğlan tekrar zarfa baktı. Ağzını bu konu hakkında açamayacağını biliyordu. Kim diyebilirdi ki bütün ümidi annesi olan bir çocuğa annesinin gittiğini söylemek. Fotoğraflardan başka bir yolla kıza bunu anlatamayacağını anladı. Ardından zarfı açtı. Kızın minik ellerine fotoğrafları bıraktı. Çisem önce anlamayarak baktı fotoğraflara. İlk önce bir ip gördü. Gözleri kocaman açıldığında Kerem derin bir nefes verdi. Fotoğrafları alacaktı ki kız bırakmadı. Yerinde sersemledi. Eli fotoğrafta olan kadının boynuna doğru gitti. Gözleri doldu. Acıyla bağırmak istedi. Boynuna bir ip dolanmıştı. Gözünden akan bir yaş fotoğrafa öylece düştü. Acıyla karşısında olan adama baktı. Anlamıştı. Yine ölümü anlamıştı. On yaşında olan bir kız ölümü anlamıştı. Diğer fotoğrafa baktığında ise bu sefer bir metalin üzerindeydi. Annesinin yüzünü bu sefer daha net gördü. Gözünden bir yaş daha aktı. Kafasının aşağısına beyaz bir örtü örtülmüştü. O minik parmaklar bembeyaz olmuş annesinin yüzü üzerinde gezindi.

"Annem, gitmiş..."

Bu sözden hemen sonra ise o küçük odada bir silah sesi yankılandı. Kız korkuyla gözlerini açarken hemen önünde olan, onu burada tek sevip kollayan o adama baktı. Fotoğrafta olan eli yavaşça yere düştü Kerem'in. Kızın gözlerinden yaş aktı ve oğlanın hemen karnında oluşan o kırmızılığa baktı. Fotoğraflar elinden düştüğünde karşısında yüzü acıyla kasılmış abisine baktı. Kerem acıyla karnını tuttu. Ardından karşısındaki kıza baktı. Kız korkuyla ona bakıyordu. Onun da gitmemesi için yalvarıyordu o mavi gözler. Ancak dayanamadı. Eğildiği bedeni bu sefer yere doğru çöktü. Kız acıyla haykırdığında bir kişiyi daha kaybettiğini çok iyi biliyordu. Oğlanın hızla boynuna atıldı. Sımsıkı kucakladı. Sarılırsa gitmez sandı. Lakin öyle olmadı. Kerem öylece yere yıkılırken kızın gözlerinden yaş aktı. Ancak o dolu gözlerine rağmen gördü silahı doğrultan kişiyi. Babası... Acıyla çığlık attı ve daha sıkı sarıldı. O gün kız iki kişiyi birden kaybetti. Sarıldığı bedeni bırakamadı. Ancak saniyeler sonra bir kaç adam tarafından abisinden de ayrıldı. Çığlık çığlığa bağırdı o gün kız. Lakin sonu yine o karanlık bodrum oldu. Tek sığındığı şey ise tişörtü oldu. O yerde tişörtünü çıkardı ve ona da bulaşan kanlı kısma sarıldı. Kerem'den ona kalan tek şey, kanlı bir tişört oldu. O gün deliler gibi ağladı. Annesi için de, Kerem için de. O gece ise soğuğa rağmen tişörtünü giymedi. Başını çekinmeden kanlı kısma gömdü. Belki kokusunu alırım diye, aldığı koku ise ölümdü.

Bazı acılar vardır ki onların yanında diğer şeylere acı bile denilmez. O acılardan çok görmüştü benim zihnim. Hepsi de kayıplar üzerine kurulmuştu. On yaşımda kardeşimi kaybetmiştim. İlk acım buydu. O öldüğünde anlamamıştım lakin gördüklerim anlamamı sağlamış, acı gerçeği yüzüme vurmuştu. Yiğit'i kaybettikten dört beş ay sona ise ikinci en büyük acım olan annemin öldüğünü öğrenmiştim. Onun hemen ardından ise gözlerimin önünde başka bir sevdiğim katledilmişti. O pislik çukurundan kurtulmuş, tam hayatımı düzene oturtmuştum ki gençliğimde başka bir ölüm daha görmüştüm. Selim Vural. Bu kayıplardan sonra tek hatırladığım ise durumumun daha da kötüleşmesiydi. Haftalarca kendime gelemediğimi biliyordum. Peki ya şimdi? Bu kaybın üzerine ne olacaktı? Daha da mı delirecektim? Zaten delirmiş bir vaziyetteydim. Daha kötü ne olabilirdi? Derin bir nefes verdim. Halim ortadaydı. Ne kadar süre geçtiğini bilmediğim bir şekilde, ne durumda olduğumu bilmediğim bir halde öylece oturuyordum. Sırtım duvara yaslıydı. İnsanlar dağılmıştı. Şokumun etkisiyle ambulans aranmıştı. Bense tek kelime etmemiş bir şekilde hala oturuyordum. Çevremde olan kalabalık bile dağılmıştı. Gözümden kaçıncı olduğunu bilmediğim bir yaş daha aktı. Evimi söndürmüşlerdi. Bir yaş daha aktı gözlerimden. Evim yanmıştı benim. Asıl acı olan şey ise böyle kalakalmamın sebebinin ev olmamasıydı. Adını bile anamayacağım o adamdı. Gözümden bir yaş daha düştü. Bulmuştu. Gözlerimden tekrar yaşlar akmaya başladı. Çocukluğumun katili beni bulmuştu. Çocuğunun katili olduğum kişi beni bulmuştu. Ağzımdan bir hıçkırık kaçtı. Babam... Babam beni bulmuştu. Bedenim titrerken ben yine deli gibi ağlamaya başlamıştım.

"Çisem!"

Elimde tuttuğum kağıda baktım. Yazdığı kelimeler zihnimde susmuyordu. "Çisem Kaya, ismine uymamış. Benim soyadım daha hoş duruyordu."

"Çisem."

Bedenime dokunulduğunda korkarak kaçtım. Göz yaşlarımın arasında ise tanıdık o yüzü gördüm. Kaan bana endişeyle bakıyordu. İki elini de havaya kaldırdı. Korkutmak istemez gibi bana yaklaştı. Ancak ben artık her şeyden deli gibi korkuyordum. İyi değildim. Farkındaydım bunun. Ama elimden hiçbir şey gelmiyordu. Nedeni ise belliydi. Gözlerimden yaşlar aktı. Çocukluğum... Çocukluğum yoktu.

"Çisem, yalvarırım izin ver bana."

Ne denildiğini umursamadım. Çocukluğum gitmişti. Hissediyordum. Zihnimin tam ortasında bir boşluk vardı. Çocukluğumun katili olan o adamı görünce gitmişti. Hiçbir şeyden korkmayan çocukluğum onunla gitmişti. Kendi katiline dayanamamıştı. O da yenilmişti. Benim gücüm olan çocukluğum beni bile terk etmişti. Yapayalnızdım. Omzumda bir el hissettiğimde hızla kendimi geriye attım lakin zemine değen parmaklarım acıyla kasıldı. İnlediğimde gözlerimi kapattım.

"Çisem."

Gözlerimi araladığımda ilk baktığım parmaklarım oldu. Cam yüzünden kesilmişlerdi ve tekrar kanamaya başlamışlardı. Canım yanıyordu. Elimde tuttuğum kağıt parçası ise çoktan benim kanıma bulanmıştı. Bedenim titriyordu deli gibi. Ben ise ne yapacağımı bile bilmiyordum. Bana her şeyi söyleyen çocukluğum yoktu. Beni hem öldürebilecek hem de ayağa kaldıracak kişi aynıydı. Lakin o kişi yoktu. Ben ise boşlukta süzülüyordum. Gücüm olan çocukluğum yoktu çünkü.

"Yapma. Çisem bana bunu yapma."

Çaresiz o sesi duyduğumda gözlerim dakikalar sonra başka bir yüze kaydı. Kaan bana çaresizce bakıyordu. Gözümden bir yaş daha süzüldü. Elini silmek için kaldırmıştı ki ondan kaçan kişi yine ben oldum. Korkuyordum. Gerçekten korkuyordum. Korktuğumda ilk sığındığım kişi ise yoktu. Elim başımı buldu. Çocukluğum zihnimden gitmişti. Terk etmişti beni. Gözümden bir yaş daha süzüldü. Canım çok yanıyordu.

"Benden korkuyor musun?"

Kaan'ın o çocuksu sorusu beni bitiren diğer şey oldu. Sesi öyle çaresizdi ki o da ne yapacağını bilmiyordu. İlk defa ona bile izin vermiyordum. Çünkü ben gerçekten ondan bile korkuyordum. Yoktu. Çocukluğum yoktu. Bu hayatta beni hem yaşatan hem öldürecek olan o hayalet ortadan kaybolmuştu. Ve ben korkuyordum. Kaan gözlerimden anlamış olmalı ki yenilgiyle omuzları çöktü. Bana öyle bir baktı ki o bakışını unutacağımı sanmıyordum. Saatlerdir belki bana ulaşmaya çalışıyordu. Ama bu cevabım sonrasında benden uzaklaşacağını biliyordum. Gözlerimi ondan kaçırdım ve elimde tuttuğum kağıda baktım. Kimse görmemişti o yazıyı. Herkes sanıyordu ki evime ağlıyordum. Ağlamıştım evet ona da. Ancak benim canımı bu kağıt parçası daha çok acıtmış, daha çok korkutmuştu. En değerli şeyimi ise elimden alarak bana gerçekliğini kanıtlamıştı. Acıyla yutkundum.

"Kaan. Hala kendinde değil. Zaman tanı."

Konuşan sesi bile ayırt edemeyecek haldeydim. Ölmek istiyordum. Oysa biliyordum ki kendimi bile öldüremezdim. Çünkü ölüm cesaretini bana veren kişi bile çocukluğumdu. Kendi ölümüm için cesaret isteyecek kadar zavallıydım işte ben. Gerçek Çisem buydu. Geriye kalan her şey çocukluğumdu. Şimdi ise... Gözlerimden yaşlar aktı. Çocukluğum gitmişti. Kendi katilinden kaçmıştı. Beni ise onunla bırakmıştı. Yanımda bir hareketlenme oldu. Ben ise bakmadım. Elimde tuttuğum kağıdı sıktım. Parmaklarım sızladı. Kan daha da yayıldı o kağıda. Gözlerimden yaş aktı. Yiğit gitmişti, annem gitmişti, Kerem gitmişti, Selim amca gitmişti, evim gitmişti. Şimdi ise çocukluğum. Beni en büyük korkumla bırakmışlardı. Günahlarımın bedeliydi bu biliyordum. Ancak bildiğim diğer şey ise zihnimin bu kadarını kaldıramayacağıydı. Çok fazlaydı. Bu çok fazlaydı. Yapamazdım. Gücüm yetmezdi. Çocukluğum olsa bile biliyordum ki buna ne benim, ne kendi hayaletimin gücü yeterdi. Yanımda bir beden hissetmem ile kafamı kaldırmam bir oldu. Uzaklaşacaktım ki ben yapmadan o birkaç santim geriledi. Benim gibi çömeldiğinde korkuyla ona baktım. Gözleri gözlerime bakıyordu. Siyahlardan ilk defa bu kadar korktuğumu hissettim.

"Kaçak."

O kadar sessiz konuşmuştu ki zor duymuştum. Korktuğumu, yüzüm nasıl bir ifadedeyse o da anladı. Gözlerime bakmadı daha fazla korkutmak istemez gibi. Hafif bir tebessüm kondurdu dudaklarına. Ardından elinde tuttuğu şeyi sallamasıyla gördüm. Acıyla yutkundum.

"Bu yeterince bende durdu, sana vermem gerekiyor artık."

"Yiğit..."

Fotoğrafta gördüğüm kişiyle bayıldıktan sonra ilk kelimem bu oldu. Gözümden bir yaş daha süzüldü. Elinde tuttuğu fotoğrafı tamamen unutmuştum. Oysa parmaklarımdaki kanın sebebi o fotoğrafı evden çıkarmaya çalışmamdı. Gözümden bir yaş daha süzüldüğünde ağlamam bir nebze olsun dakikalar sonunda durmuştu. Bebeklik fotoğrafına baktım. Fotoğrafa doğru uzanacağımda ise parmaklarımda olan kanımı gördüm. Elim duraksadı. Acıyla yutkundum. O fotoğrafa da kan bulaşmayacaktı. Buna izin vermeyecektim. Elim yumruk haline gelirken tırnaklarım tekrar derime battı. Öldürdüğüm çocuğun anılarına da kan bulaştırmayacaktım. O siyah gözler sanki anlamış gibi baktı.

"Kan bulaşmayacak."

Kafamı olumluca salladım. Kan bulaşmayacaktı. Karşımda yavaşça o da benim gibi oturdu. Korkuyla geriledim ama bir şey yapmadı. Ne bana yaklaştı ne de geriledi. Fotoğraf karesini dizinin üstüne bıraktı. Ardından mırıldandı.

"Kan bulaşmasın o zaman."

Gözümden bir yaş daha süzüldü. Kan ona çoktan bulaşmıştı. Ölmüştü o. Ben ise sadece anılarını korumaya çalışan bir zavallıydım. Parmaklarıma baktım. Bu ise imkansızdı. Çünkü benim ellerim her zaman kanlıydı. Dokunduğum her şeye bulaşacaktı bu kan. Onu ittiğim bu ellerin temizlenmesi imkansızdı. Fotoğrafa baktım. Belki de başıma bu gelen hakkım olandı. Bir çocuğun hayatını almış birine azdı bile belki bu yaşadıkları. Gözümden bir yaş daha aktı. Belki babamın beni bulmasına izin vermeliydim. Belki tamamen delirmeliydim. Belki kendimi öldürmeliydim. Belki çocukluğumun gitmesi bana cezaydı. Belki....

"Kaçak."

Gözlerim siyahları buldu. Hafifçe gülümsedi. Ardından elini korkutmak istemez gibi sakince kaldırdı.

"Bırakalım da kardeşin temiz kalsın, kan bana bulaşsın."

Yutkundum. Böyle bir cümle beklemiyordum. Kafamı olumsuzca salladım ve iyice kendime sindim. Kimseye kan bulaşmayacaktı. Ben kendi kanımda boğulmayı hak ediyordum. Ancak karşımda ki düşüncelerimi bozmak ister gibi elini biraz daha yaklaştırdı.

"Anılar Kaçak, anılar temiz kalmalı. Biz yeterince kirlendik. Bırak biraz daha kirlenelim ki onlar temiz kalsın."

Gözümden dediği ile bir yaş daha süzüldü. Haklıydı. Biz yeterince kirlenmiştik. Titreyen elimi titrememesi için sıktım. Tek sarılabileceğim kişi kalmıştı. Yiğit. Yiğit'i kana bulamıştım ama haklıydı. Anılar temiz kalmalıydı. O fotoğraftan başka bir şeyim kalmamıştı. Çocukluğum gitmişti. Benim sadece kardeşim kalmıştı. İçimde büyüyen korkuya inat ellimi gömdüğüm dizlerimin arasından çıkardım. Korkarak ona baktım. Bana gülümseyerek baktı. Elini biraz daha uzattığında titreyen elimi korksam da avcunun içine bıraktım. Elim sıcacık avuç içinde kaybolurken o bana gülümseyerek baktı. Ben ise çekinerek gözlerimi kaçırdım.

"Pansuman eşyalarını getirin!"

Bağırmasıyla elimi kaçıracaktım ki o bırakmadı. Gözlerim ise korkarak da olsa etrafa baktı. Olaydan sonra birkaç mahalleli kalmış doğruca acıyan gözlerle bana bakıyordu. Diğer gördüğüm ise saatlerdir burada bekleyen ambulanstı. Bize doğru gülümseyerek gelen kişi ise Kaan'dı. Onun arkasında araca yaslanmış bana bakan kişi ise Sarı'ydı. Onun yanında gördüğüm endişeyle bana bakan Deniz. Defalarca kez yanıma gelmişlerdi lakin hiçbirine izin vermemiştim. Sarı hariç. Şimdi ise kardeşimin anıları temiz kalacaktı. Kaan elinde bir çanta ile yavaşça yaklaştı. Çantayı hemen yanımıza korkmamam için sessizce bıraktı. Ancak gitmedi. O da yanıma oturduğunda dakikalar sonra yüzünde tebessüm vardı. Sağ elimde kalan kağıdı sıktım. Parmaklarım kanadı ancak korkumu bastıran şey acımdı. Çantayı Kaan araladığında ambulanstan bir kişinin hemen yanımıza geldiğini fark ettim. Korkuyla ona baktım. Aklıma gelen tek şey babamın adamı olabileceğiydi.

"Biz hallederiz."

Kadının adımları durduğunda onu durduran Kaan olmuştu. Ona döndüğümde ise bana bakıyordu.

"Emin misiniz?"

Kaan kafasını gözlerimin içine bakarak salladı. Ben ise gözlerimi kaçırdım. Elimi sıkıca tutan o bedene baktım. Çantanın içinden pamuk çıkarmıştı. Kaan'a döndü.

"Yardım etsene."

Kaan hızla çantayı araladığında Manyak asla elimi bırakmadı. Tek eliyle tuttuğu pamukla önce kurumuş, yeni yeni akan kanları temizledi. Ben ise bütün olan şeylerin arasında tek bir şeye baktım. Fotoğrafa. Parmaklarıma değen buz gibi sıvıyla yaralarım sızladı. Acıyla elimi çekecektim ki izin vermedi. Aksine yaralarıma üfledi. Ben ise tüm bu olanlar içinde sağ elimi daha da kanattım. Onlar bir elimi sararken ben bunu hak etmediğimi diğer elime hatırlattım. Yaralı parmaklarımı tek tek sardılar. Manyak temizledi, Kaan üzerlerini kapattı. İşlem bittiğinde gözlerim fotoğraftan ayrıldı. Elime baktığımda sargıları gördüm.

"İşaret parmağına dikiş gerekebilir."

Kaan'ın konuşmasıyla ona döndüm ama o bana değil Manyak'a bakıyordu.

"Kendine biraz daha gelsin hastaneye gidelim."

Kendime gelebilecek bir halde değildim. Manyak elimin tersini baş parmağıyla okşadığında bu beni kendime getirdi. Elimi bu sefer tutmasına izin vermeden kaçırdım. Dizinin üzerine koyduğu fotoğrafa uzanmıştım ki bileğimden yakaladı. Korkuyla kalakaldığımda ne yaptığını fark etmiş gibi hızla elini elimden uzaklaştı. Hafifçe küfrettiğinde ben hala fotoğrafta kalmıştım. Fotoğraf için giden ellerim ise korkudan hareket edemedi. Belki abartıyordum ama gerçek şuydu ki gerçekten korkuyordum. Elim çaresizce geri çekildi. O fotoğrafı alacak cesaretim bile yoktu. Elimi dizlerimin arasına gömdüm. Çekinerek onlardan uzaklaştım.

"Kaçak, diğer eline de bakalım öyle güzelim."

Elini tekrar elimi vermem için uzattı. Ancak yapamazdım. Çocukluğumu istiyordum. Korkuyordum. Çocukluğum ellerimi yaralasın yine sarsın istiyordum. Benim hayaletim canımı yaktığı kadar da toparlardı çünkü. Onlar değil, çocukluğum yapsın istiyordum. O fotoğrafı hiç çekinmeden, korkusuzca alsın istiyordum. Alayla gülsün, insanlara laf atsın, dövsün, beni öldürmeye çalışsın, uğraşsın ama dönsün istiyordum. Suçlasındı beni. Öldürmeye çalışsın, kardeşinin intikamını o alsındı. Babam değil. Çocukluğum öldürmeliydi beni. Gözlerim tekrar döndüğünde bu sefer Kaan seslice küfretti.

"Kaçak."

Sağ elimde tuttuğum kanlı kağıt bana gerçeği hatırlatıyordu. Babam buradaydı. Adamları etrafımdaydı. İzleniyordum. Biliyordum tüm bunları.

"Çisem, lütfen."

Gözlerim fotoğraftaydı. Alıp çocukluğumu aramaya gitmek istiyordum. Kendi başıma kalmak istiyordum. Fotoğrafa bir el dokunduğunda kaşlarım çatıldı. Lakin fotoğraf doğruca bana uzatıldı. Siyahlara baktığımda gülümsüyordu.

"Al, sonra sağ eline de bakalım."

Çekinerek onlara baktım. Kaan hala telaşla bakıyordu. Sol elimi sıktım. İkisi de istese beni şurada öldürebilecek güçteydi. Yine de fotoğraf için sol elimi çıkardım. Fotoğrafa doğru uzandım. Bir kenarından tuttuğumda bırakmasını bekledim ancak bırakmadı. Ona baktım.

"Eline bakacağız sonra."

Bir şey demedim. Ancak bırakmaktan başka çaresi de kalmadı. Fotoğraf elimle buluştuğunda saatler sonra gördüğüm yüz ile ilk defa gülümsedim. Sağ elim de dokunmak için kalkmıştı ki kan ile kalakaldı. Yutkundum. Ancak gülümsemem geçmedi. Gözümden bir yaş daha döküldü. Sessizce fısıldadım.

"Ablanı birlikte bulacağız."

Çocukluğumu bulacaktık. Sonra gidecektik. Yine ölecektik. Fotoğrafı göğsüme bastırdım. Gözlerim dakikalar sonra ilk defa tamamen etrafa baktı. Kaan dediğim şeyi duymuş bana bakıyordu. Göz göze geldiğimizde konuştu.

"O ne demek?"

Ondan kaçtım. Sarı aracın önüne yaslanmış duruyordu. Buraya geldiğimiz araç. Ölümden kurtulup cehenneme düştüğüm araç. Bakışlarımı kesen siyahlar oldu.

"Kaçak, sağ elin de çok kötü onu da ver hadi."

Kafamı olumsuzca salladım. Kafam dönüyordu. Ama önce çocukluğumu bulmam lazımdı. Güçlü olmam lazımdı benim. Kendimi öldürecek bile olsam çocukluğuma ihtiyacım vardı. Bıçağı kalbime o saplamalıydı ki intikamını alsın.

"Ne demek hayır?"

Manyak'ın afallayan sesini umursamadan sağ elimle sırtımı dayadığım duvardan destek aldım. Elimle ise tuttuğum kağıdı bırakmadım.

"Çisem elin."

Parmaklarım duvara sürtündüğünde acısa da umursamadım. Çocukluğumu bulmam lazımdı.

"Kaçak."

Benimle birlikte önümde duran iki birey de ayaklandığında Manyak elime doğru uzanmıştı ki geriledim. Lakin kafamın dönmesi de bir oldu bu yaptığımla.

"Kaçak!"

Koluma girildiğini hissettim ancak istemiyordum. Kalbim korkuyla hızlansa da şuan ciddi manada kafamın dönmesinden önümü göremiyordum.

"Bırak."

Kolumu çekmeye çalıştım ancak sıkıca tutulmuştu.

"Çisem, Çisem bana bakar mısın?"

Sol elim destek amaçlı tekrar duvarı buldu. Niye kafam dönüyordu? Elimle fotoğrafı sıkıca tuttum. Beni bıraksalardı. Kolumu bu sefer sertçe çektim. Kolum kurtuldu ancak bedenim de sertçe duvara çarptı.

"Kaçak!"

Bana yaklaştıklarını hissettiğimde geriledim. Dokunmayacaklardı. Kolumda temas hissettiğimde bu sefer bağırmaktan çekinmedim.

"Bırak!"

Kendimi hızla çektim.

"Kaça-"

"Eren tamam, iyi değil."

Kaan'ın sesini duyuyordum. Kafam dönüyordu. Ama önce çocukluğumu bulmam lazımdı. Fotoğrafı sıkıca tuttum. Bulacaktık onu. Sonra defolup gidecektim. O bana yardım ederdi zaten. Bu sefer sözünden de çıkmayacaktım. Öldür derse dayardım o silahı kafama. Bu dünya cehennemdi zaten ama ateş bu defa doğruca bana sıçramıştı. Ve ben yanmak istemiyordum. Çocukluğum ne derse o olacaktı. Başımın dönmesi bir nebze azaldığında sol elimi tutunduğum duvardan ayırdım. Çocukluğum korkmuştu, onu bulacaktım.

"Kaçak, iyi değilsin hadi oturalım."

Fotoğrafa baktım. Dönen başıma rağmen kardeşimi çok net bir şekilde gördüm. Hafifçe gülümsedim. Onun ablasını bulacak, sonra ona kavuşacaktım.

"Çisem, arabaya oturalım gel hadi."

Bana yaklaşıldığını hissettiğimde hızla bulunduğum yerden ayrıldım. Destek aldığım duvardan uzaklaşırken kafam gerçekten dönmeye devam etti. Bu iyi değildi.

"Çisem! Düşeceksin."

Kaan'ın bana doğru geldiğini gördüğümde biraz daha geriledim. Kafam dönüyordu. Ama önce çocukluğum- Kolumdan tutulmam ile bağırmam bir oldu.

"Dokunma!"

Kalbim korkuyla çarparken ben uzaklaştım. Yaklaşmayacaklardı. Gördüğüm yeni yüz ile ona baktım. Lakin tüm her şeyi Sarı susturdu.

"Çiso!" İlk defa adımı bu kadar nefretle söyledi. Tiksinirmişçesine. " Yeter!"

Bağırmasıyla ondan uzaklaşacağımda beni kendisine çekti.

"Artık kendine gel."

Sinirli sesiyle bedenim kap katı kesilirken Sarı sinirle bana baktı. Sanki bu halimden nefret ediyormuş gibi.

"Aras."

Sesim çıkmıyordu. Korkuyordum. Burada olan herkesten, her şeyden. Çünkü zayıftım. Şimdi kolumu tuttuğu o elini bükebilecekken yapamazdım. Çocukluğum yoktu. Aramıza bir beden girdi.

"Aras, kendine gelmesi gereken kişi şu an sensin."

Kim olduğunu göremedim aramıza gireni lakin Sarı'nın kolu benden ayrıldı.

"Ben miyim? Korlu! Kızın halini görmüyor musun? Lan ölümden döndüğünde böyle düşmedi!"

Hızla onlardan uzaklaştım. Kaan'da onlara doğru ilerledi.

"Herkes size bakıyor saçmalamayı kesin!"

"Lan Çisem lan bu! O kağıtta ne yazıyor olabilir de bu kadar yerle bir olabilir?"

Bağırışları arttı.

"Bilmiyorum! Önce sakin ol! Görmüyor musun lan korkuyor kız!"

Hızla arkamı döndüm. Hadi Çisem. Birbirlerine girmişlerdi. Arkadan bağırış sesi artarken ben araca doğru ilerledim.

"Saatlerdir kendine gelmesini bekliyoruz zaten!"

Çocukluğumu bulacaktım. Göz yaşlarımı temizledim. Çocukluğunu bulana kadar zayıf da olsan dayan Çisem. Dayanmam lazımdı. O seni böyle görmek istemez. Dalga geçer bu haline. Göz yaşlarım arttı. Şuan dalga geçmesine bile razıydım oysa. Beni aşağılamasına, suçlamasına...

"Çisem, nereye?"

Önüme geçen Deniz'i umursamadım. Bana dokunamıyordu. Gördükleri sayesinde cesareti yoktu. Dakikalar önce kriz geçirmiştim önünde. Beni sakinleştiren ise ambulans olmuştu. Önümde hızla ilerlemeye devam etti.

"Çisem, bana bak lütfen."

Başım dönüyordu. Aracın kapısına dayandım. Deniz ne yapacağımı anlamış gibi kaşlarını çattı.

"Çisem, nereye? Saçmalama hiçbir yere gidemezsin."

Derin bir nefes aldım. Fotoğrafı sıkıca tuttum. Çocukluğumu bulacaktık. Onu geri getirecektim.

"Çocukluğumu bulacağım."

Deniz cevabım ile kalakalırken ben daha fazla oyalanmadım. Hızla aracın kapısını açtım. İçeriye kendimi attığımda elimde olan kağıdı ve fotoğrafı yan koltuğa bıraktım. Deniz sanki duyduğu şeyin şokunu yeni geçirmiş gibi bana baktı.

"Çisem saçmalıyorsun bak şuan. Gel inelim." Eli aracın kapısını bulduğunda düşünmeden kilit tuşuna bastım. Bana şokla baktı. "Çisem. Çisem bu halde bir yere gidemezsin. Çisem. Çisem!"

Aracın üzerinde olan anahtarı çevirdim. Dönen başımı umursamadan dışarıya baktım.

"Çisem!"

Deniz'in bağırışı ile kavga eden ekibin gözleri sonunda burayı buldu. Göz göze geldiğim kişi siyahlar oldu. Üçü birbirine girmiş bir vaziyette iken dona kalmışlardı. Başım dönüyordu. Çocukluğumu bulacaktım. Sonra ise kaybolacaktım. Ne beni babam ne de bir başkası bulabilecekti.

"Çisem! Aç lütfen!"

Deniz kapıyı zorlarken ben siyahlara bakıyordum. Kaşları çatıldı yavaşça, yeni yeni anlıyormuş gibiydi. Bir şeyler söylediğinde duyamadım ama ilk dediğini ağzından okumuştum bile. "Kaçak." Hafifçe gülümsedim. Kaan'a baktım. O ise durmadı. Hızla bana doğru koşmaya başladı. Gözümden bir yaş akarken ben de durmadım.

"Çisem! Çisem dur!"

Hızla vitesi çevirdim. Geriye doğru gazladığımda Kaan koşmaya devam etti. Çocukluğumu bulacaktım. Son olarak yanan evime baktım. Ardından yönü çevirdim. Hızla sokağa doğru sürdüğümde aracın arkasına vuruldu. Ben ise beklemeden gaza bastım.

"Çisem!"

Aynadan baktığımda Kaan'ın hala koşan bedenini gördüm. Hızımı arttırdım ve önüme döndüm. Gözümden bir yaş daha süzüldü. Çocukluğumu bulacaktım. Hafifçe tebessüm ettim.

"Her zaman sen benim yanıma gelemezsin. Bu sefer ben geliyorum."

Yıllar sonra ilk defa geliyordum. Yiğit'in yanına bile korkuyla giderken buraya gelmeye asla cesaret edemezdim. Gözümden bir yaş daha süzüldü. Elimde sıkıca fotoğrafı tuttum. Ardından etrafa baktım. Nerede olduklarını bile unutmuştum. Gözümden bir yaş daha aktı. Ardından o ağacı gördüm. Hafifçe gülümsedim. Buraya en son Selim amcayla gelmiştim. Bir gece yarısı babamdan korkup uyuyamamıştım. O da beni buraya getirmişti. Bir daha gelememiştim sonra zaten. Yeni kimliğimi verdikten birkaç hafta sonraydı buraya geldiğim zaman. Mezarlığın etrafında onun adamları vardı o gün. Selim amca bile buraya gelmeden önce teker teker adamlarını dikmişti. Ben ise şimdi tek başımaydım. Gözümden bir yaş daha aktı. Aklıma başka bir yer gelmemişti. Ancak o ağacı hatırlıyordum. Adımlarım oraya doğru giderken defalarca kez kendi adımı sayıkladım. Çisem Kaya'sın sen. Çisem Kaya. Soyadım buydu. Gözlerimde olan yaş bir süre durmuştu ki o ismi görene kadar. Çocukluğum

"Çisem Kalen."

Gözlerimden deli gibi yaşlar süzüldü. Acıyla inledim. Mezarımın önüne geldiğimde dizlerim daha fazla tutmadı. Bedenim yere düşerken ellerim buz gibi mermere sarıldı. Çisem Kaya'nın yalandan ibaret hayatının gerçeği işte buradaydı. Korkuları, acıları, ölümleri, çocukluğu. Gözlerimin bulanıklığına rağmen hemen yanında olan o mezarı da gördüm. Bu sefer ise hıçkırıklarıma engel olamadım. Acıyla haykırdım.

"Anne!"

Gözlerim o ismi gördü.

"Yağmur Kalen."

Dizlerimin üstünde sürünerek onun mezarına gittim. Kupkuru toprağına baktım. Bir anne ve bir kızın hikayesi burada bitmişti. Gözümden akan yaşlar onun kuru toprağına düştü. Hıçkırıklarımın arasında konuşmaya çalıştım.

"Özür dilerim. Özür dilerim anne." Gözlerimin önünde onun fotoğrafları canlandı. Evde kendini asmıştı. O ipi hatırlıyordum. Bahçeye Yiğit'e salıncak kurmak için almıştı babam. Sonra ben kendi kardeşimi... "Benim yüzümden." Elimde tuttuğum fotoğrafı toprağına bıraktım. "Oğlunu senden aldığım için, özür dilerim."

Soğuk mezarına yaslandım. Yiğit'in ölümüne dayanamamıştı. Ben ortada yoktum. Babam ise kim bilir ona benim hakkımda ne yalan uydurmuştu. Hem oğlunu kaybetmiş hem de oğlunu ondan alan kızını kaybetmişti. Hangi anne yüreği buna dayanırdı ki? Onunki de dayanamamıştı. Son çare olarak ise kendini çocuğunun yanına götürmüştü.

"Anne. Anne ağlıyorum." Gözümden yaşları sildim. Dediğime pişman olmuştum. Derin bir nefes verdim. Ağladığımı duyarsa üzülürdü. "Tamam, tamam ağlamıyorum. Üzülme sakın."

Göz yaşlarımı hızlıca sildim. Elime fotoğrafı aldım. Ardından sırtımı onun mezarına yasladım.

"İyiyim ben." Fotoğrafa baktım. "Siz Yiğit'le iyi olun yeter bana." Gözümden bir yaş daha aktı. "Anne korkuyorum ama." Kendi mezarıma baktım. "Hani bir gün saklambaç oynarken ben eve değil de dışarıya saklanmıştım da beni bulamamıştınız ya, babam senden gizli kızıp vurmuştu bana." Sanki onu suçluyormuş gibi hissettim ve kafamı olumsuzca salladım. "Hayır, hayır sen suçlu değilsin. Bilemezdin ki. Ama anne o gün yüzüme ilk tokadımı atmıştı. O hafta çok korkmuştum. Yüzüne bile bakamamıştım." Çisem Kalen yazısına baktım. "Ben yine korkuyorum anne. Babamdan saklanırken çok rahat hissediyorum. Ama o beni bugün buldu anne. Canımı çok yakar mı? Kızar mı bana? Oğlunu da ondan sakladığım için çok kızmıştı. Sana ne dedi bilmiyorum ama canımı çok acıttı anne. Sen beni oğlunun acısı yüzünden unutmuştun ama ben seni bekledim biliyor musun?"

Akan göz yaşlarımı sertçe sildim. Onun yanında ağlayamazdım. Ağlarsam çok üzülürdü. Annem üzülmesindi. Herkes üzülsündü ama o anneydi. O üzülmesindi.

"Anne sonra bana fotoğraflarını gösterdi." Sildiğim göz yaşlarım hızlandı. "Anne çocuktum ben ama anladım biliyor musun? Senin de gittiğini anladım." Acıyla yutkundum. Boğazım düğüm düğümdü. "Anne ben seni beklerken sen nasıl beni unuttun ya? Bir çocuğunun acısını yaşarken diğerinin de acısını nasıl görmedin? Beni nasıl bıraktın anne?"

Göz yaşlarım durmazken kafamı görmemesi için dizlerimin arasına gömdüm. Onu suçlamıyordum. Onu suçlayamazdım. Bu hayatta ölmeyi isteyen birisi olarak başka birisini öldüğü için suç atamazdım. Dakikalarca ağladım. Annem görmesin diye ise kafamı bir kez olsun çıkarmadım gömdüğüm o yerden. Ta ki bir ses duyana kadar. Göz yaşlarım arasında kafamı yavaşça çıkardım. Hemen önümde bir çift ayak vardı. Gözlerimi yavaşça kaldırdım. Belki yüzüm dakikalar sonunda ilk defa gülümsedi. Bana baktı. Ancak o mavilikler de doluydu ve ilk defa güçlü değildi.

"Anneme adımızı sorduğumuzda ne derdi hatırlıyor musun?"

O maviliklerden bir yaş aktı. Kendi mezarının üzerine yavaşça oturdu. Kafamı olumluca salladım. Sonra aynı anda konuştuk.

"Çiseleyen yağmur demek. Sen ben demeksin. Ben Yağmur'sam sen benden öncesisin."

Gözümden bir yaş daha aktığında çocukluğum susmadı.

"Şimdi anneme diyebilir misin ki anne ben yağmurdan korkuyorum? Ben yağmur olamadım. Sen gittin ben yağmurdan korktum."

Onun sözünü böldüm. Göz yaşlarım acı gerçekle daha da hızlandı.

"Peki babama sorduğumuzda ne derdi hatırlıyor musun?"

Çocukluğumun yüzü öyle bir düştü ki. Ben ise onun yerine cevapladım.

"Hatırlıyorsun." Derin bir nefes verdim. "Gökyüzüne düşen ilk yağmur tanesi Çisem demek. Kısaca ölü bir yağmur tanesi." Babam gibi üzerini basa basa nefretle konuştum. "Sen ölüsün."

Çocukluğum başını eğdi. Göz yaşlarımı sildim. İsmimin bana göre iki anlamı vardı. Annem hep çiseleyen yağmur derken babam ölü yağmur derdi. Annem gitmiş, canlı olan o yağmur ölmüştü. Çocukluğum ölmüştü.

"Biz öldük." Mezara baktım. Kendi ismime. Gerçek soyadıma. "Bak, görüyor musun? Sen öldün." Çocukluğumun gözünden bir yaş daha aktı. "Sen de benim yüzümden öldün." Gözleri beni buldu. O maviliklerden ilk defa yaşlar akıyordu. "Yiğit'i ben öldürdüm, babam da benim yüzümden seni. Benim çocukluğum öldü. Sen öldün."

Gözlerini sanki daha fazla dinlemek istemez gibi kaçırdı. Kendi mezarına baktı. Ben ise bu sefer o küçük bedene doğru yaklaştım. Kardeşinin de kendi intikamını da almalıydı.

"Sana yalvarırım ki benim bir daha ölmeme izin verme. Gençliğimin de ölmesine izin verme. Yanımda ol. Zihnimde kal. Korkup gitme. Ya benim buradan kaçıp gitmemi sağla ya da beni bir daha suçlu duruma düşürme ve öldür beni."

Gözleri beni buldu. Ardından cebime baktı. Acıyla yutkundum. Orada o kağıt vardı. Çocukluğum gözünden bir yaş akıttı.

"Çisem Kaya. Ben Çisem Kalen, korkuyorum. Ölümden bile korkmayan ben Yasin Kalen kelimesinden bile korkuyorum. Onu görürsem neler olabileceğinin farkında mısın? Her zaman zihninden, kafandan gitmemi isterdin. Yok et beni. Çocukluğunu."

Kafamı olumsuzca salladım. Gözlerimden bir yaş daha aktı.

"Peki ben görürsem? Ben görürsem o adamı? Sen kaçtın onun elinden. Bir kez daha yap. Beni de kurtar. Lütfen. Ya kaçmam için bana güç ol ya da ölmem için cesaret. Kardeşin için al intikamını."

O mavi gözler bana baktı. İlk defa dalga geçmiyorduk birbirimizle. İlk defa birbirimizi suçlamıyorduk. Biz ilk defa deli gibi korkuyorduk çünkü. Bana baktı.

"Seni bu dünyadan kaçırsak bile gelip bulur bizi. Ölmenden başka çare yok. Ölüm var Çisem Kaya. Çisem Kalen gibi ölmeyi göze alabilecek misin sen?"

Acıyla yutkundum. O ise susmadı. Göz yaşlarını sildi ve o maviliklere tekrardan güç geldi. Ancak o güç gerçeklere dayanıyordu.

"Benim gibi hayalet olabilecek misin sen? Kardeşin seni affetmeyecek. Öleceksin. Belki baban öldüğüne bile inanmayacak. O adam belki cesedini bile deşecek. Söylesene, sen ölmeyi göze alabilir misin? Sevdiklerinden vazgeçebilir misin? Kaan'dan, Deniz'den, gökyüzünden, deli gibi korksan da sevdiğin o bulutlardan, toprak kokusundan, hayatından vazgeçebilir misin sen?"

Ona baktım. Canım çok yanıyordu. Ancak yine de konuştum. Bir diğer gerçeklerle bu sefer.

"Sence benim başka bir çarem var mı? Yaşarsam da ölmeyecek miyim? Babam bizi bulmayacak mı?"

Bakışları, bana olan nefreti bir an olsun afalladı. Yaslandığım mezardan ayaklandım. Derin bir nefes verdim ve gökyüzüne baktım. Simsiyah o bulutlara...

"Her şekilde öleceksem sevdiklerinin bir önemi kalmaz." O mavi gözlere döndüm. "O adamın elinde ölmek istemiyorum, beni sen öldür. En azından intikamını al."

...

Eren Korlu

"Bir kere adam ol da düzgün bir iş yap."

Sinirle yerimde soludum. Ancak üzerimde oldukça büyük bir korku vardı.

"Lan benimle ne alakası var!"

"Aras! Sus ve sür."

Yoktu. Gidebileceği her yere bakmıştık ama yoktu. İçimde ise büyük bir korku vardı. Kaan gidebileceği yerleri daha iyi bildiğini söyleyip gitmişti. Deniz bir ihtimal kendi evinde olabileceğini söylemişti. Biz de gitmiş olabileceği sokaklara bakmıştık ama yoktu. Şimdi ise kafeye doğru gidiyorduk. Kafamı eğdim ve dışarı baktım. Bulutlar... Yağmur yağacaktı ve bu şuan olabilecek en kötü ihtimaldi.

"Ya kendine bir şey yaparsa."

Sinirle ona baktım. Biraz daha konuşursa her şeyi bir kenara bırakıp beynini patlatacaktım şuan. Onun aptallığı yüzünden küçücük bir kız çocuğu gibi davranan bir kızı kaçırmıştık. Ne yapacağı belli olmayan bir kız çocuğu... Aklıma ihtimaller geldikçe ise sinir katsayım artıyordu. Hele son hali gözümün önünden gitmiyordu. Korkuyordu. Çok korkuyordu. Elinde olan o kağıtta ne yazdığını ise tamamen görememiştim. Ne yazabilirdi ki? Onu bu hale getirecek ne olabilirdi?

"Korlu, kızın hayatına resmen sıçtık."

Derin bir nefes verdim. Aras'a döndüğümde ise onu da bu denli endişeli görmem beni durduran şey oldu. Eli direksiyonu sıkmaktan kıpkırmızı kesilmişti. Siktiğimin malı.

"Yağmur yağarda bulamazsak."

"Aras!" Elim başımı buldu. "Bilmiyorum Aras. Ne olur gerçekten bilmiyorum."

O arabaya bindiğinde göz göze gelmiştik. Yüzünde korku vardı ama o mavi gözlerinde. Her şeyi yapabilirdi o gözler. Keşke başkasına yapsaydı ama o aptal beyni sadece kendine yönelik ihtimaller kuruyordu. O gün onu toprakta bulduğumda öldü sanmıştım ilk. Yağmurun altına uzanmış olan o bembeyaz bedeni unutabileceğimi sanmıyordum. Ölmediği görüp derin bir nefes vermişken ise o öldür beni demişti. Bir insan ölümü bu kadar isteyecek kadar ne yaşamış olabilirdi? Düzgün bir zihne sahip olmadığını biliyordum. Ama güldüğünde oluşan o çocuksu tebessümü. Sanki düşüncelerin aksine en çok bu hayatta o yaşamak istiyor gibi öyle bir gülümsüyordu ki... Sıkıntıyla soludum. Araç hızla durduğunda beklemedim. O gülüşü biraz daha hayatta tutacaktık. Kaçamayacaktı. Kafeye doğru koştuğumda açık görmeyi beklemiyordum. Düşünmeden içeriye doğru koştum. Gördüğüm ile adımlarım duraksarken hemen arkamdan Aras'ta girdi.

"Lan, burası açık."

İçeride olan müşterilere baktım. Daha fazla oyalanmadan mutfak bölümüne doğru ilerledim. İçeride tonla çalışanı görmek ise beni daha da şaşırttı. Burayı kim işletiyordu? Düşünmeye vakit yoktu. Hızla yanımdan geçen bir garsonu durdurdum. Bana kalmadan ise Aras konuştu.

"Çisem Kaya, geldi mi buraya hiç?"

Durdurduğumuz garson daha on sekizinde falan olmalıydı. Kaşları çatıldı.

"Çisem abla buraya bu aylarda hiç gelmez ki. Evinden çıkmaz o."

Ağzımdan ufak bir küfür kaçtı. Kızın şimdi bir evi bile yoktu. Nereye gideceği hakkında ise en ufak bir bilgim yoktu. Aras hafifçe teşekkür etti ve bana baktı.

"Yok, kız yok. Yağmur yağabilir. Ne yapacağız?"

Sıkıntıyla saçlarımı karıştırdım. Aklıma bir yer gelmiyordu. Kızın hayatına öyle bir dalmıştık ki, ölmekten kurtulmak dışında iletişim bile kurmamıştık. Kendi düşüncelerime tebessüm etmeden edemedim. Aklıma ona yaklaştığım anda suspus oluş hali gelmişti şuan. Ne alaka bilmiyordum ama kafamda o hali canlanmıştı.

"Korlu, ne sırıtıyorsun olum?"

"Ne?" Aras'a baktım. Bana anlamaz bir ifadeyle baktı. "Hiç."

Aras bir şey diyecekti ki yüz ifadesi bir anda değişti. Ona döndüm. Aklına bir şey gelmişti.

"Korlu, Çiso mezara gitmiş olmasın? Deniz demişti hani veda etmesi falan gerekiyormuş birine. Yürü gide-"

"Kaan bakmıştır bile."

Mezar. Kaçak'ın benden kaçmak için yalan attığı ilk yer. Gözlerimi sinirle kapattım. Orası canımı sıkıyordu. Orda o sikik adamı ararken gördüğüm yer...

"Ne oldu?"

Aras'a baktığımda bir şey olduğunu anlamıştı. Sıkıntıyla soludum. Söylemeli miydim? En az Kaçak'ı o da benim kadar tanıyordu. Ve şuan bu diyeceklerim fazlasıyla canımı sıkan bir diğer konuydu. Ondan başka diyebileceğim başka kimse de yoktu.

"Ben bir şey gördüm."

"Eren geveleme de anlat. Ne gördün?"

Sıkıntıyla cebime uznandım ve telefonumu çıkardım.

"Kendin bak ama aklımı kurcalamıyor değil. Kaçak'ın gerçek kimliği ile ilgili. Tanıştığımız gün mezara gittiğimde gördüm."

Onun da kaşları çatıldı.

"Kardeşinin mezarına gitti işte. Yiğit'in. Ne görmüş olabilirsin olum?"

Telefonumda çektiğim mezarın fotoğrafını açtım. Derin bir nefes verdim. Ardından ona gösterdim.

"Sence bu sadece isim benzerliği mi yoksa düşündüğüm şey mi?"

Aras'ın gördüğü isim ile yüzü bembeyaz kesildi. Elimden telefonu aldı. Fotoğrafı yaklaştırdığında bana inanamayarak baktı.

"Eren..."

Yutkundu sanki gördüğü şeyi anlamak istemez gibi. Telefonu bana uzattı ve destek almak ister gibi masadan tutundu. Saniyeler sonunda bana istemeyerek baktı.

"Eğer bu gerçekse, gerçekse ben yapamam." İnanmak istemiyor gibiydi. "Çiso'nun yüzüne bakamam."

Çisem Kaya

Şu kalan zamanda daha fazla hüzne izin vermemeye çalışacaktım. Islak olan saçlarımı saldım. Kurutmak istemiyordum. Yatakta olan fotoğraf karesini aldım. Hafifçe tebessüm ettim. Ona bir daha zarar gelmesine izin veremezdim. Dolabıma doğru ilerledim. Kendi kasamı açtığımda içinde bir miktar para ve önemli eşyalar vardı. Fotoğrafa, Yiğit'e son bir kez daha baktım. Ardından kasaya yerleştirdim. Ne başka bir yangında zarar görecek, ne de başka birisinin eline geçecekti. Ben her ona ihtiyaç duyduğumda gelecek ve görecektim. Kasayı kilitlediğimde derin bir nefes verdim. Arkamı döndüğümde kendimi odamın aynasında gördüm. Üzerime yeni giymiş olduğum eşofman takımı, ıslak saçlarım, hala yüzümde ve bedenimde olan morluklar. Solmuştum. Bunu şuan fark ediyordum. İyice zayıflamıştı bedenim. Beyaz olan tenim daha da beyazlaşmıştı. Göz altlarım ağlamaktan şişti. Duş alırken fark etmiştim ki saçlarım da fazlasıyla dökülüyordu. Daha fazla kendimi incelemek istemedim. Hızla odamdan çıktım. Bu devasa villa da bile kendi küçük, yanmış evime hasrettim. Kötü düşünmek istemiyordum. Hava hala bulutluydu. Ve ölmemiştim. Yine. Korkum ise artık bir nebze olsun azalmıştı. Çünkü o vardı. Koridorda gördüğüm fotoğrafa baktım. Kendi küçüklüğümdü bu. Olacaklardan habersiz neşeyle gülümsemiş önümde ki mumları üflüyordum. Sekizinci yaşım olabilirdi bu. Hatırlamıyordum. Ama mutluydum. Derin bir nefes verdim ve merdivenlerden alt kata doğru ilerledim. Evde olan tüm panjurları kapatmıştım. Perdeler kapalıydı. Ses ise duyulmayacaktı. Her evimde son kalite ses sistemi vardı. Dışarıda daha fazla kalamayacağımı bildiğim için mecburen buraya gelmiştim. Şehir merkezinden bir saat uzaklıkta olan bir evdi. Salonda açık olan bilgisayarıma baktım. Ekranda gördüğüm uçak bileti sayfasıyla bir süre bakıştık. Boşlukta gibiydim. Ağlayamıyordum. Gülemiyordum da. Mezarlıkta olanlar aklıma geldi. Ne demişti bana? Öldüreceğim dememişti. Gelemem de dememişti. Ne demişti?

"Bekle. Beni biraz bekle. Bir şeyler var."

Ne olduğunu bilmiyordum. Ne olacağını da. Tek bildiğim burada duramayacağımdı. Bilgisayarı sertçe kapattım. Başımın dönme sebebini açlığa bağladığımdan mutfağa doğru ilerledim. Beklerken açlıktan ölmemem gerekiyordu. Dolabı açtığımda ise bomboş raflarla karşılaştım. Sıkıntıyla soludum. Kaan'ı aramalı ve akşama gelirken yiyecek bir şeyler de getirmesini istemeliydim. Akşama kadar da aç kala-

Duyduğum kapı sesi ile kaşlarım çatıldı. Korku vücudumda hükmederken ben geriledim. Kaan akşama doğru geleceğini söylemiş, o zamana kadar da benim istediğim işi halledeceğini demişti. Deniz ile birlikte geleceklerdi. Onlara kaçtıktan üç saat kadar sonra haber vermiştim. Manyak ve Sarı'da evi bilmiyorlardı. Adresimi bulmaları da pek mümkün değildi. Kimdi o zaman? Aklıma tek gelen isim babamdı. Korkuyla mutfaktan giriş kapısına baktım. Bir kere daha çalındığında ne yapacağımı bilmez bir haldeydim. Düşün Çisem. Aklıma gelenle hızla mutfağa ilerledim. Bulduğum ilk bıçağı elime aldığımda kapı üçüncü kez çalıyordu. Eğer babamsa kendi boynumu şurada kesebilirdim. Yapardım bunu. Onunkini kesemezken kendiminkini düşünmeden keserdim. Kapıya doğru ilerledim. Delikten bakacağımda ise aklıma başka bir soru doldu. Ya yağmur yağıyorsa? O zaman babamı değil, kendimi bile öldüremezdim. Ne yapacağımı bilemezken dışardan gelen o gür sesi duydum.

"Çiso, aç şu siktiğimin kapısını dondum!"

Elimde ki bıçakla göz göze geldik. Ne? Hızla kapıyı açtığımda şaşkınlıkla mırıldandım.

"Sarı."

Yüzüme ofladığında beni beklemeden içeriye girdi. Dışarıya döndü bakışlarım. Hava hala bulutluydu ve güneş batmak üzereydi.

"Kızım sağır mısın sen? Üç defa bastım zile."

Kapıyı kapatırken o hala söyleniyordu. Göz göze geldiğimizde ise iyi olup olmadığımı anlamaya çalıştığını anladım. Onun burada olmaması gerekiyordu. Görmezsem daha iyiydi. Daha kolay yapardım. Bedenimi inceledi ve elimde durdu.

"Kendini öldürmeyecektin değil mi?"

Ben de ona baktım ve elinde tuttuğu kutuları gördüm.

"Sen burayı nereden buldun ve bunlar ne?"

Hafifçe sırıttı ve içeriye baktı. Ortamı süzdüğü belliydi.

"Burası harikayken neden o evde kaldığına anlam veremiyorum."

Ben hiçbir şey demezken doğruca içeriye geçti ve boş boş konuşmaya devam etti. Ben ise şaşkınlıkla ona baktım. Kutuları sehpaya bırakırken montunu çıkardı ve koltuklardan birine kendini attı.

"Yani vampir gibi yaşıyorsun Çiso."

Şaşkınlıkla içeriye yanına doğru gittim. Koltuğa yayıldığında tekrar bana baktı. Elimde ki bıçakta gözleri duraksadı.

"Yani intihar girişimini böldüm kusura bakma ama artık o bıçakla da maydanoz doğrarız."

"Maydanoz mu?"

Gülüşü büyüdü ve bıraktığı kutulara eğildi. Hiçbir şey olmamış gibi o kadar rahat davranıyordu ki inanamıyordum. Bu huyundan bana da lazımdı. Kutulardan birini açtığında ise evin içini yemek kokusu sardı. Gördüğüm lahmacun ile ona baktım. O ise çoktan bir tanesini hazırlamaya başlamıştı. Bir yandan da konuştu.

"Bu arada çok iyi bir yerden aldım, böyle başka bulamazsın."

Lahmacunu sardığında bana uzattı. Ben ise hala onun bu hızına yetişmeye ve anlamaya çalışıyordum. Ne lahmacunu ne maydanozuydu ya? Kaşları çatıldı.

"Çiso yemeyeceksen ben yiyeceğim."

Derin bir nefes verdim ve bende vazgeçerek yanına oturdum. Lahmacunu tekrar uzattığında yenilgi ve açlıkla uzandım. Gülüşü bu sefer büyüdü. Bıçağı masaya bıraktım ve verdiğinden bir dilim ısırdım. Bu halini artık biliyordum. Aslında bir nevi benim gibiydi. Fazla düşünmüyordu. Kaçarak konuyu değiştiriyordu. Ben ise uzun bir süre konu değiştirebileceğimi düşünmüyordum. Tekrar kutuya döndü ve bu sefer kendisi için hazırladı. Konuşmayı ise tamamen farklı bir konuya götürdü.

"Bana kızgın mısın?"

Koltuğa iyice yerleştim ve ona baktım. Yüzüme bakmıyordu. Kendini suçladığını anladım lakin anlamaz gibi tavır aldım.

"Niye seni suçlayayım?"

Bir süre duraksadı. Sıkıntıyla soludu. Gözleri beni bulduğunda yüzü donuktu.

"Suçlamak için sebep mi yok Çiso? Yüzünün haline bir bak aynada. Bugün de öyle." Gözlerini yine kaçırdı. "Bağırdım, korkuttum ve ikimiz de biliyoruz ki eğer yağmur yağsaydı..."

Devamını getirmedi. Ben de duraksadığımda ona bakamadım. Haklıydı aslında. Onu suçlamak için birçok sebebim vardı. Ama biliyordum ki suçlamıyordum. Ona karşı öyle bir duygum yoktu. Lahmacundan bir ısırık daha aldım.

"Haklısın." Gözleri dediğim kelime ile doğruca beni buldu. Pat diye söylememi beklememişti sanırım. Ben ise derin bir nefes verdim. "Ama suçlayamıyorum seni."

Kaşları çatıldı.

"Neden?"

Omuz silktim.

"Bilmiyorum. Oysa suçlamam gerekir. Hayatımın içine sıçtın çünkü."

Gülmesini bekledim ama gülmedi. Sanırım bu konuyu sandığımdan daha fazla ciddiye almıştı. Tuttuğu lahmacunu geri kutuya bıraktı ve başını pişmanlıkla eğdi.

"Özür dilerim."

"Dileme."

Gözleri tekrar beni bulduğunda anlamıyordu.

"Neden?"

Gözlerimi kaçıran bu sefer ben oldum. Ama içini rahatlatmak için söylemekten de çekinmedim.

"Çünkü bu güne kadar ilk defa birisi beni anlıyormuş gibi bakıyor gözlerime. Hem de ben hiçbir şey demeden."

Kaçmak adını lahmacundan bir ısırık daha aldım. Öyle kolay iltifat eden birisi değildim. İltifat olmamasına rağmen. Sarı diziyle dizime vurdu. Ona baktığımda dalga geçeceğini sandım ama öyle yapmadı.

"O nereden çıktı?"

Lahmacunu bende en sonunda bıraktım. Tamamen ona döndüm.

"Bugün bana bağırmanın sebebini biliyorum. Teşekkür de ederim." Kaşları iyice çatıldı. "Herkes anlatmamı isterken sen bir kez bile gelip sormadın. Aksine korkmamı değil güçlü durmamı istedin."

Hafifçe tebessüm etti. Ama gülüşü çabuk söndü.

"Bak, o kağıtta ne var bilmiyorum ama sana söz yanında olurum. Sıçtığım o hayatına biraz olsun yardım ederim. Korktuğun neyse önünde de dururum ama..."

Devamını getiremedi. Sanki söylemek istemez gibi. Ben ise ona baktım. Bugün açık konuşuyorduk. Her şeyi anlatsındı hakkımda düşündüğü.

"Ama ne? Anlat. Kızmayacağım."

Bana tedirginlikle baktı ama anlatacağına emindim.

"Çisem." Çiso değil de Çisem demesi canımı sıkmıştı ama belli etmedim. "Korkmanı sevmiyorum. Önünde durmayı da. Çünkü sen sadece kendinden korkarken o kağıtta yazan her neyse canımı sıkıyor."

Dediği ile kaşlarım çatıldı.

"Sarı s-"

"Çisem. Gördüğün kişinin kendin olduğunu biliyorum. Seni öldürmeye çalışanın da, sana akıl verenin de..."

Böyle bir şeyi beklemediğim için dona kalırken o gülümsemeye çalıştı.

"Kısacası kendi hayaleti hariç hiçbir şeyden korkmayan senin bir şeye korkuyor olması can sıkıcı."

Ona ciddiyetle baktım.

"Sana bunu kim söyledi?"

Çocukluğumu bilmesi hoşuma gitmemişti. Derin bir nefes verdi.

"Kimse. Basit oldu anlaması. Seni ölümüne dövdüğümde bile korkmadın. O gün Sait'in yanında silahı kendine çevirdiğinde elin titremezken bize çevirdiğinde elin titredi. Sen kendinden korkmadığın kadar yapacaklarından korktun. Başta Yiğit sanmıştım konuştuğun kişiyi ama kendimden biliyorum. İnsan en çok kendisinden korkar."

Gözlerimi kaçırdım. Haklıydı. Tekrar dizi dizime vurdu. Ona döndüğümde gülümsedi.

"Seni anlıyorum. Bir o kadar bana benziyorsun bir o kadar da..."

Sustuğunda ona merakla döndüm.

"Bir o kadar da kime benziyorum?"

Derin bir nefes verdi. Yüzünde hüzünlü bir gülümseme oluştu.

"Kız kardeşime." Gözleri beni buldu. "Bugün emin oldum. Kız kardeşime çok benziyorsun."

Böyle bir şey beklemediğim için yutkundum. İlk tanıştığımız gün bana söylediği aklıma geldi. Birine benziyorsun demişti.

"Neden bugün emin oldun?"

Gülen suratı buz gibi bir hal aldı. Gözleri beni bulduğunda ilk defa onu bu kadar hüzünlü gördüm. Gözlerinde olan duyguyu ise benden başka kimse anlamazdı. O söylemeden anladım. Gözlerimi pişmanlıkla kapattım. Ölmüştü.

"Onu yangında kaybettim." Sesinde ki o acı tınıyı çok iyi biliyordum. "Seni bugün evinde öyle görünce..."

Konuyu fazla karıştırdığım için pişman oldum. Bir süre ikimizde birbirimize süre tanıdık. Kardeş acısı... Kendimi düzelttim. Yine de moralini alacaktım. Bu sefer onun dizine ben vurdum. Bana döndü. Hafifçe gülümsedim.

"Yalnız sen abiliği de beceremezsin." Kaşları çatıldı. Ben ise alay eder gibi ona baktım. "Ama merak etme ben sana ablalık yaparım."

Suratında olan o ifade giderken hafifçe güldü.

"Ben senden üç yaş büyü-"

"İki yaş."

Sinirle ona baktığımda güldü.

"Ha iki ha üç abisinin gülü."

Ben sinirle ona baktığımda bütün o kasvet havası gitmişti bile. O ise omzuyla itekledi ve burnuma fiske vurduğunda şokla ona baktım. O benim ifademe gülerken cidden sinir oluyordum. Her boku abartıyordu.

"Bu arada," gülmeye devam etti. "Üstünde ki rezil eşofman takımını nerden aldın. Bok rengi ne kızım? Söyle de yanlışlıkla gitmeyim mağazaya."

Yüzüm tamamen düştüğünde o daha da güldü. Sana yüz verende kabahat. Suç bendeydi. Sinirle lahmacunumu aldım.

"Bir daha sarıyım mı sana beni de yer misin yoksa?"

Bana göz kırptığında sertçe ayağına vurdum.

"Zıkkım ye!"

Gülmeye devam ettiğinde sinirle yarım kalan lahmacunu kutuya fırlattım. Ayağa kalktığımda konuşuyordu.

"Ne dedik ya? Zapzayıfsın zaten tamam gel, ye."

Ona döndüğümde pis pis sırıtıyordu.

"Yakışıklısın diye dua et yoksa o ağzını yırtardım."

Gülüşü bozuldu. Ben mutfağa doğru ilerlediğim sırada bağırdı.

"Ayıp, abinim ben senin abi!"

Yüzümü buruşturup ona döndüğümde hala alttan alta gülüyordu. Ona daha fazla bakmadan mutfağa girdim. Uyuz. Hemen dalgaya vurup bokunu çıkaracaktı. Yine de gülmeden edemedim. Bu halini seviyordum. Fazla hüzne gerek yoktu. Bulduğum suyu ocağa koyduğumda kahve yapma kararı almıştım. İçeriye döndüğümde ise Sarı kumandayı eline almış televizyon ile uğraşıyordu. Ağzına sıkıştırdığı lahmacunla ise ortaya harika bir görüntü çıkmıştı. Bu haline gülmeden edemedim. Bana baktı. Kafasını ne var der gibi salladı. Hiç der gibi hareket yaptım. Kaşlarını çattı. Ben ise bu yüz ifadesine daha da gülerek arkamı döndüm. Kahve için gerekli malzemeleri hazırladığım zaman ise o bir taraftan boş boş konuşarak beni bunaltmayı ihmal etmedi.

"Senin bu televizyonun ne saçma."

Elimde kahvelerle yanına doğru gittim ve bıkkınlıkla sordum.

"Televizyonumun neyi varmış?"

Ayaklandığında bana baktı.

"Hiçbir şeyi yok işte. Onu diyorum."

Derin bir nefes verdim ve oturdum. O ise mutfağa doğru gitti. Bu sefer kumandayı ben aldım. Kanallarda boş boş gezinirken haber kanallarından birinde durdum. Sarı ellerini yıkarken ben kahvemden bir yudum aldım. Kaza olmuştu. Altı yaralı ve iki ölü vardı. Tepki gösteremedim. Sanki sinema izliyormuş gibi öylece görüntüleri izledim. Üzülemiyordum.

"Televizyondan habere mi bakılır?"

"Kahveni iç Sarı."

Yanıma oturduğunda kahveden önce kumandayı aldı elimden. Bana eğildiğinde kahveme baktı. Ardından ona yaptığıma.

"Sen süt tozu nedir bilmez misin? Zift mi kahve mi belli değil?"

Yemin ediyorum artık baygınlık geçirecektim. Bir insan her şeye bahane bulamazdı. İnatla yapıyordu. Açtığım haber kanalını geçtiğinde ise kanallara bakmadan değiştirmeye başladı. Boş boş ona baktım. Kendisinin de ne yaptığı hakkında bir fikri yok gibiydi. Dakikalar sonra kumandayı bıraktığında bana döndü.

"Ben sıkıldım." Hafifçe güldüm. "Çiso gülme, gerçekten sıkıldım. Yani tamam bugün ki gibi ölümden ölüme koşmayalım ama böyle de çok sıkıcı kızım. Hadi dışarı çıkalım."

Kafamı olumsuzca salladım.

"Üzgünüm sarışın ama misafirim var."

Kaşları çatıldı.

"Kim?"

"Sevgilim."

Yüzü iyice gerildi.

"Ne sevgilisi? Dosyanda sevgili falan yoktu."

Hafifçe sırıttım.

"Sen benim dosyamı mı ezberledin? Niye?"

Bir an afallar gibi oldu. Belli etmemeye çalışarak hemen düzelttiğinde elinde ki kumandayı salladı.

"Bence ayrıl. Yani tamamen benim fikrimce. Yani yarın bir gün ölürüz kalırız, olan çocuğa olur. Üzülür falan. Ayrıl o yüzden. Ayrıca sana bakmış olması da ayrı bir tuhaf."

Aklıma gelenle ona baktım.

"Peşime adam falan takma." Hafifçe güldü. "Sarı ciddiyim. Sakın."

Gülüşü büyüdü.

"Belki de çoktan peşinde dolaşan adamım var."

"Ne?"

Sinirle ona döndüğümde gülümsedi. Ben ise aklıma gelen ile daha da sinirlendim.

"Sen burayı öyle mi buldun? Peşimde cidden adam mı var?"

Gülüşü büyüdüğünde tekrar televizyona döndü. Ben ise ona yaklaştım.

"Sarı bana cevap ver." Daha da güldü. "Kahveyi üzerine dökerim benim bok rengi kıyafetlerimi giymek zorunda kalırsın."

Bana baktı ve göz kırptı.

"Belki de hiç giymem."

Sinirle omzuna vurdum.

"Saçmalamayı kes de anlat."

Yapay bir biçimde omzunu tutup dudak büzdü.

"Elin ağır bu ara-"

"Sarı."

Derin bir nefes verdi.

"Tamam be. Adam falan yok peşinde."

"Nasıl buldun sen o zaman burayı?"

Televizyondan hala aptal gibi kanal değiştirmeye devam etti. Bir yandan da bıkkınlıkla mırıldandı.

"Benim aracımı çalıp kaçtığın için olabilir mi? Plakadan bulduk. Senin sayende de artık tüm araçlara takip cihazı taktıracağım."

Anlamış gibi kafa salladım. O ise bana göz ucuyla baktı.

"Senin sevgili olayı ne? Ne ara buldun da yap-"

Kapının çalmasıyla ikimizde sustuk. Gözlerim masada olan bıçağı buldu. Sarı bana baktı.

"Geldi sevgilin, koş bak."

Derin bir nefes verdim ve kahvemi masaya bıraktım. Bıraktığım gibi bıçağa yöneldiğimde Sarı güldü.

"Bu misafirperverlik gözümü yaşartacak. Her gelene böyle mi kapı açılır? Ne yapacaksın sevgilini mi doğrayacaksın?"

Ona tedirginlikle baktım. Korktuğumu anlayıp dalga geçen ifadesini silmesi bir oldu. Derin bir nefes verdi ve eliyle kapıyı gösterdi.

"Beklediğin kimse o değil merak etme. Biliyorum ben, yürü aç."

Derin bir nefes verdiğimde bıçak mevzusunu kapattım ve ona baktım.

"Kim? Senin sevgilin mi?"

Ben ayaklanırken güldü.

"Benim sevgilim. Aşkımızdan ölüyoruz hiç sorma."

Bir yandan gülerek bir yandan da merakla kapıya gittim. O ise kanal değiştirmeye devam etti. Kapıya geldiğimde içimde istemsiz bir korku olsa da o korkunun daha fazla büyümesine izin vermeden kapıyı araladım. Hemen karşımda gördüğüm yüzle ise Sarı'nın daha yeni dedikleri zihnimde yankılandı. İstemsiz gülmeye başladığımda o bana bakıyordu şaşkınlıkla. Olanlardan sonra böyle bir karşılaşma cidden garipti.

"Yakışıyor muyuz!"

İçerden bağıran Sarı ile daha fazla gülmeye başladım. Siyahlar bu halime şaşkınlıkla baktığında en sonunda gülmeyi kenara bırakıp kapıyı tamamen açtım.

"Kaçak."

Bana sorgular bir ifadeyle baktığında yüzümde olan sırıtmayı saniyeler sonunda silebildim. Sanırım en son görüşmemizden sonra böyle bir Çisem beklemiyordu. Onun ses tonunu taklit ederek ben de konuştum.

"Manyak."

Hafifçe gülümsedi. Ardından en beklemediğim o şeyi yaptı. Beni kendine çektiğinde dona kaldım. Elleri belimi bulurken kesinlikle bunu beklemiyordum. Ben şaşkınlıkla yutkunurken o derin bir nefes verdi. Ellerimi nereye koyacağımı bilemezken dışarının soğuğu ile buz tutmuş bedeni şuan çok yakındı. Fazla yakındı. Aklıma tekrar yapacak olduklarım geldi. Gözlerimi acıyla kapattım. Böyle giderse yapamayacaktım. Boğazımı temizledim ve sesimi olabildiğince neşeli çıkarmaya çalıştım.

"İçeride sevgilin bizi bu halde görmese iyi olur."

Hafifçe güldü. Bir elini saçlarımda hissettiğimde kalbim yine son sürat atmaya başlamıştı. Derinden gelen bir sesle konuştu.

"İyisin."

Gülümsemeden edemdim. Kendini inandırmak ister gibi konuşuyordu.

"İyiyim."

Elleri belimden çözüldüğünde her zaman olduğu gibi boşluğa düşmüş gibi hissettim. O ise düşmeme izin vermeden bana doğru eğildi. Biz yine dip dibeydik. Bu sefer sesini kızgın gibi yapmaya çalışarak konuştu ancak yüz ifadesi tamamen farklıydı.

"Yeni kurallar var."

Şaşırmış gibi yaptım.

"Ne kuralı?"

Yüz ifademe bakıp güldü. Biraz daha yaklaştığında sarılma fikri artık daha iç açıcıydı.

"Birincisi, bir daha sakın benden korkmayacaksın."

Bir şey demeden öylece yüzüne baktım. Siyahlar kurumakta olan saçlarımda gezindi.

"İkincisi?"

Merak etmiş gibi ona baktığımda o cümleyi devam ettirdi.

"İkincisi, bir daha yanımdan o haldeyken kaçmayacaksın."

Yine bir şey demedim. Kızgın gibi yaptığı ses tonu giderek normale dönüyordu.

"Üçüncü kural var mı?"

Kafasını olumlu anlamda salladığında biraz daha bedenime doğru eğildi. Gözleri gözlerimi bulduğunda bu sefer gülümsedi.

"Her şeyi yap Kaçak ama bugün ki gibi sana dokunmama bir daha engel olma."

Ben bunu beklemezken o biraz daha yaklaştı. Bu kuraldan ben şuan ne anlamalıydım? Ne yapacağımı bilmezken o benim bu ifademe daha da güldü ve deli manyak yaklaşmaktan da çekinmedi. Boğazımı temizlediğimde aklım başıma gelmişti. Hızla ondan uzaklaştım ve içeriye doğru koşturdum.

"Sarı! Sevgilin seni çok özlemiş!"

Arkamdan güldüğünü duyduğumda rezilliğime diyecek laf yoktu. İçeride gördüklerim ise bambaşka bir şoka uğratmıştı beni. Arkamda bıraktığım faciayı unutup önümde olan dehşete baktım. Sarı koltuğuma uzanmış, bir saattir aralıksız değiştirdiği kanalların birinde durmuştu. Burada ki şoke olacak olay ise onca kanal içerisinden çizgi film kanalında durmasıydı. Sırıta sırıta izliyordu üstelik. Gözlerimi ondan ayırdığımı televizyona baktım. Animasyon muydu bu neydi?

"Sarı?"

Bana bakmadı lakin gülüşü büyüdü.

"Çiso, tam senin tarzında bir şey buldum. Aşırı iyi gel."

Ona hayretle baktım. Ancak öyle zevkle izliyordu ki cidden beni daha da şaşırtıyordu.

"Aras. Ne yapıyorsun lan?"

Yanımda Manyak'da hayretle ona baktı. Sarı ona da bakmadı.

"Senin yüzünden küçükken bunu izleyememiştim, çok iyiymiş göt herif."

Duyduğum ile daha da şaşırdım. Manyak derin bir nefes verdiğinde ona doğru ilerledi. Masa da duran kumandaya uzanmıştı ki onu engelleyen Sarı'nın hızla ona vurması oldu.

"Lan bırak izleyeyim!"

Manyak dizini tutarken ona sinirle baktı. Sarı ise bana söylenmeye devam etti.

"Bu göt küçükken bile sıkıcıydı. İnsan on yaşında belgesel izler mi? Bana da zorla izletiyordu bir de."

Manyak sinirle ona bakarken ben kendi düşüncelerimin haklılığı ile ikisine baktım.

"Aras ver şunu!"

"Bırak lan! Üst kata çıkıp orada izleyin sizde! Romantik bir şeyler açarsınız işte!"

Sarı ensesine tokadı yerken ben iki mankafayı da bölecek o şeyi söyledim.

"Siz on yaşından beri tanışıyorsunuz yani."

İkisi de birbiriyle uğraşmayı bırakıp bana döndüğünde sırıttım. Doğru tahmin etmiştim. Çok önceden tanıştıkları belliydi.

"Boş boğazlığına sıçayım."

Manyak'ın küfrü üzerine ben keyifle koltuğa oturdum. Ardından bıraktığım kahveme uzandım ve televizyona döndüm.

"Cidden belgesel mi izliyordu sevgilin?"

Sarı güldüğünde Manyak'ın bir başka küfrü daha odada yankılandı.

"Bir keresinde aslan ceylanı yedi diye gözleri dol-"

Sarı'nın cümlesi acılı bir inlemeyle kesildiğinde gülüşümü zor bastırdım. Gözlerim Manyak'ı bulduğunda bana bakmadan masada duran kahveye uzandı.

"Acıdı lan! Ayrıca o benim kahvem."

Manyak onu hiç umursamadan kahveyi içtiğinde bana bakmamak için özen gösterdi. Sarı ise uzandığı yerden doğruca bana baktı.

"Merak etme ben sana didik didik her şeyi anla-"

"Eğer tuvalete sıçıp kendi bokun için ağladığını anlatmamı istemiyorsan sus."

Ben bu sefer gülmemi bastıramazken Sarı'nın yüzü dona kaldı. Manyak'a döndüğünde öfkeyle baktı.

"Anlatmış kadar oldun it herif!"

Manyak hafif bir tebessümle ona baktı. Ben ise ikisinin arasına girdim.

"Daha rezil anınız yoksa konuyu kapatalım mı?"

İkisi de aynı anda kafasını salladığında gülüşüm daha da büyüdü. Benim kapıda ki rezilliğimi Sarı kapatmıştı. Daha rezil bir şekilde. Tekrar televizyona döndüğümde ise bir trenle bakışıyorduk. Kahvemden son yudumu alıp sırıtmamamı bastırmaya çalıştım. Bu iki salağın tanıştığını tahmin etmiştim lakin bu kadar eski olduklarını bilmiyordum açıkçası. Neden düşman oldukları ise bilinmiyordu şuan. Pek de umurumda değildi açıkçası çünkü ikisinin de düşmana benzer bir tarafı yoktu. Cidden çocuk gibi anca birbirleriyle uğraşıyorlardı. Kahvemi masaya bıraktığımda ortamda bir sessizlik vardı. Tek ses izlediğimiz çizgi filmde konuşan fildi.

"Sarı."

"Bokum ile dalga geçmeyeceksen efendim."

Yeni bastırdığım gülüşüm yeniden ortaya çıktı. Ancak sorum farklıydı.

"Bu çizgi filmin senin zamanından olduğuna emin misin? Pek eski yapıma benzemiyor da."

Sarı'ya baktığımda oldukça ciddi bir şekilde televizyona bakıyordu. Bu hali beni daha da güldürdü. Bir süre cevap vermedi.

"Değilim. Ama bu trenin aynısından vardı. O yüzden artık eski yapım."

Kafamı anlamış gibi salladım. Konu her ne kadar saçma olsa da şuan gerçekten mutluydum. Çünkü ilk defa normal bir şekilde oturmuş, havadan sudan ve boktan bahsediyorduk. Kendi düşüncem ile tekrar tebessüm ettim. Boku için ağlayan bir Sarı.

"Çiso güldüğünü görüyorum. Kaan'dan detay detay çocukluğunu alıp yüzüne yüzüne vururum."

Gülüşüm daha da büyüdüğünde gözlerim Manyak'ı buldu. Onun da yüzünde bir tebessüm vardı lakin doğruca bana bakıyordu. Yüz ifademi düzelttim ve gözlerimi kaçırdım.

"Kaan'da çok rezil anım yok maalesef. Hepsi Yiğit'te kaldı."

Yüz ifadem yavaşça düşerken yutkundum. Gözlerim tekrar çizgi filmi buldu. Bu sefer ise gülemedim. Saniyeler geçtiğinde ise kimseden ses çıkmadı. Normalde Sarı bir şekilde dalgaya vururdu lakin o da susmuştu. Göz ucuyla ona baktığımda ise buz kesen yüzünü gördüm. Manyak'a baktığımda ise o da aynıydı. Sarı boğazını temizledi ve uzandığı koltuktan kalkıp bana baktı. Yüzünde ise en ufak bir duygu yoktu.

"Bugün olanların Yiğit ile bir alakası var mı? En azından bunu cevapla."

Gözlerimi kaçırdım. Hayatımda olan bütün aksiliklerin ucu bir şekilde zaten Yiğit'e dayanıyordu. Konuyu değiştirmek amaçlı sahtece güldüm.

"Çizgi filmin bitti."

Televizyonda olan bitiş sahnesi ile bakıştık.

"Kaçak."

Onlara bakmamak için özen gösteriyordum ama konun da bir şekilde oraya geleceği belliydi. Daha fazla kaçamayacağımı da bildiğim için siyahlara baktım. Aklıma gelen kağıtla ise bütün havam gitmişti.

"Ben yiyecek bir şeyler var mı bir bakayım."

Hızla koltuktan kalktığımda mutfağa doğru ilerledim. Boğazım düğüm düğüm olmuştu. Bir şey olmadığını bilsem de dolapları açıp kapatmaya başladım. Zaman geçse yeterdi şuan. Kendime gelmem lazımdı. Düşünmezsem sorun olmazdı. Ayrıca çocukluğum ne demişti? Bekle demişti. Bekleyecektim sadece. Hızla dolabı kapattığımda derin bir nefes verdim. Elim başımı buldu. Çocukluğum her ne yapıyorsa bir an önce kafasında bitirse iyi olurdu çünkü ben korkuyordum. Hem de bahsi bile geçmemişken. Dolaba yöneldiğimde soğuk bir su çıkardım. Sadece bu gece dayanacaktım. Onda da çocukluğum yanımdaydı. Sadece bekle demişti değil mi? Raftan bir bardak aldığımda hızla soğuk suyu doldurmaya başladım. Kurtulacaktım. Bu işten de sıyrılacaktım. Sadece sakin olmalıydım. Her şeyi halletmiştik biz çocukluğumla. Bunu da halledecek sonra birbirimiz ile uğraşmaya devam edecektik. Babamdan da kurtulacaktık. Babam... Bizi bula-

Kırılma sesiyle yerimden sıçrarken ayaklarımın önünde yerle bir olan bardağa baktım.

"Kaçak!"

İçmek için oysa sadece elime almıştım. Titreyen elimle göz göze geldiğimde ise korkaklığıma lanet okudum. Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde yine kendi zayıflığıma lanetler okudum. Tek bir kağıt parçasıyla bu haldeydim. Tek bir cümleyle...

"Kaçak!"

Yanıma gelen bedenle gözlerimi kaldırdığımda telaşla bana bakıyordu. Hızla havada kalan elimi tuttu. Elimi ondan uzaklaştırdım.

"İyiyim." Derin bir nefes verdim. "İyiyim bir şey yok. Sadece bardak düştü."

Önümde parçalara ayrılmış bardağa baktım. Acıyla yutkundum. Siyahlara daha fazla rezil olmamak için geri adım attım.

"Ben..." Bahanem neydi? Nasıl kaçacaktım bu sefer? Sıkıntıyla soludum. "Ben yukarıdan süpürgeyi getireyim en iyisi."

Ondan hızla uzaklaştığımda yüzüne bile bakamadım. Hızla merdivenlerden doğru gittiğimde salonda başını eğmiş Sarı'yı gördüm. Merdivenlerden çıkarken dolan gözlerimi sertçe sildim. Malzeme odasına kendimi attığımda ise yere çökmem bir oldu. Acıyla karanlıkta öylece durdum. Yine karanlığa sığındım. Yine bir göz yaşımı karanlıkta akıttım. Görünsün istemedim. Görsünler istemedim. Güçlüydüm ben. Çocukluğum geldiğinde beni bu halde bulamazdı.

"Ama bu haldesin."

Hemen yanıma bir beden çöktüğünde hızla başımı kaldırdım. O küçük beden karanlıkta yanımdaydı. Onun yanında kötü görünmemek için göz yaşlarımı sildim.

"Korkuyorum."

Çocukluğum derin bir nefes verdi. O da korkuyordu. Ancak susmadı yine güçlü olan taraf o oldu.

"Kalk ayağa. Ne yapacağımız belli. Sadece bir gece daha sabret. Kendini zayıf gösterme. Beni zayıf gösterme. Sonrasında istediğimiz olacak."

Kafamı tamam anlamında salladım. O ise bana baktı.

"Kalk hadi."

Derin bir nefes verdiğimde çöktüğüm yerden destek aldım. Yine kendimi kendim toparlamıştım. Değişikti. Ancak bende tek işe yarayan şeydi. Yanımda olan süpürgeye uzandım ve daha fazla rezil duruma düşmeden ayaklandım. Merdivenlere doğru ilerlediğimde ise bu sefer aşağıdan farklı bir ses duydum.

"Çisem nerede?"

Kaan diye mırıldandım. Aşağı inmek için bir basamak atmıştım ki beni duraksatan başka bir şey oldu.

"Yukarıda. İyi diye mesaj atmıştım ama iyi sanmışız." Sarı'ydı konuşan. "Kağıt dediğimiz an sabahki haline geri dönüyor. Sen cidden bir şey görmediğine eminsin demi?"

Aşağıda bir sessizlik olduğunda merdivenden bir türlü adım atamıyordum. Kim ne görmüştü? İçime bir şüphe düştü.

"O kağıdı okuduğunda en yakınında sen vardın."

Kaan'da mı sarıya katılıyordu?

"Okusam söylerim. Sadece başını okuyabildim diyorum ya. Kısaydı zaten. İsim soy isim gördüm sadece. Sonrada bayıldı..."

Gözlerimi korkuyla kapattım ve bekledim. En yakınımda o yangında Manyak vardı. Kağıdı okurken hemen yanımda duran.

"İyi de Çisem her ne olursa olsun yıllardır bu hale gelmemişti. Çisem Kaya isminde en fazla ne görmüş olabilir?"

Deniz'de buradaydı.

"Tamam neyse alın şunları. Ben konuşurum şimdi."

Poşet sesi duyduğumda Kaan'ın gelmesini istemediğimi fark ettim. Yalnız kalmak istiyor lakin tek başıma olunca da başıma bir şey gelecek korkusuyla duramıyordum.

"Kaan, Kaçak gerçekten iyi değil. Emin misin? Daha kötü olur-"

"Eminim."

Merdivenlerde adım sesi işittiğimde süpürgeyle hızla odama doğru koştum ve ışığı açtım. Kapımı kapattığımda ise derin bir nefes verdim. O kadar kötü bir durumda mıydım? Sarı o yüzden mi benim bu korkak halimi sevmemiş ve bağırmıştı? Peki ya her şeyi konuşuyorlarsa aşağıda olduğu gibi Kaan ona söylediklerimi aşağıdakilere anlatmış mıydı? Panikle yatağa doğru gittim ve süpürgeyi bir kenara bıraktım. Ben bedenimi yatağa bıraktığımda ise odamın kapısı çaldı.

"Çisem."

Endişeyle kapıya baktım. Ses veremedim. Kaan ise birkaç saniye durduktan sonra kapıyı araladı. Göz göze geldiğimizde hafifçe tebessüm etti.

"Gelebilir miyim?"

Kafamı olumlu anlamda salladım. İçeriye girdiğinde kapıyı geri kapattı. Bir süpürgeye bir bana baktı. Fazla umursamadan yanıma doğru geldiğinde hemen yanıma oturdu. Yüzüme baktığını hissetsem de ben dönüp de ona bakamadım. Saniyeler sonra ise konuştu.

"Bana dediğin şeyleri yapmama emin misin?"

Dakikalar sonra ona baktım. Doğruca bana bakıyordu. Kafamı olumlu anlamda salladım. Tekrar önüme döneceğimde ise o konuşmaya devam etti.

"Seni bu kadar korkutabilecek olan aklıma tek bir şey geliyor Çisem."

Acıyla yutkunduğumda gözlerim dolmuştu bile. Boğazımın düğüm düğüm olmasına rağmen sessizce fısıldadım.

"Konuşmasak olmaz mı? En azından bu konuyu. Bugünlük."

Kaan derin bir nefes verdi.

"Zaten sadece bu günün kaldı Çisem. Başka seçenek bırakmadın."

Ona döndüm. Korkarak sordum.

"Aşağıdakilere söylemedin değil mi?"

Sıkıntıyla bana baktı.

"Söylemedim. Söylemem de merak etme."

Hafifçe tebessüm ettim.

"Teşekkür ederim."

Beklemediğim bir şekilde elime uzandı. Bu aralar pek dokunulmasını sevmesem de sesimi çıkarmadım.

"Sence bir açıklamayı hak etmiyor muyuz?"

Sağ elime pek bakmamıştım. Eli parmaklarımda olan yaralarda gezindi. Yüzüne bakmaya korkuyordum. İfadesinden.

"Açıklamayı ben kendime bile yapamazken size tek kelime bile edemem."

Kaan bana döndü.

"Bana bile mi Çisem?"

Gözlerimi pişmanlıkla kapattım ve elimi elinden kurtardım. Gözlerimi araladığımda ise konuyu değiştirmek adına hafifçe güldüm.

"Selim amcanın beni ortadan nasıl yok ettiğini hatırlıyor musun?"

Yüzüne bakamıyordum. Bakarsam canım yanardı. Her ne kadar istemese de beni onaylayan bir ses çıkardı.

"Benim yaşlarımda kimsesiz, ölmüş bir kız çocuğunu yakarak tanınmaz bir hale getirmişti. Ona da Çisem Kalen dediler. Annemin yanına koydular o kızı." Derin bir nefes verdim. "Ben o kızın Yiğit'in yanına gömülmesini çok istedim be Kaan. Ama babam beni onun yanına layık görmedi. Haklı da. Kim ölen bir insanın yanına ölü katilini gömer ki?"

"Çisem, yapma."

Sesi fısıldar gibi çıktı.

"Ama annemi de hak etmiyorum. Yiğit yalnız kaldı. Annemi neden onun yanına gömmediler? Neden bir katil değil de bir çocuk yalnız kaldı?"

"Çisem."

"Küçükken buna canım çok yandı."

"Çisem."

"Ama biliyor musun artık o kadar acımıyor. Sanırım alıştım bu gerçeğe. Kendi pisliğimi gördükçe alıştım."

"Çisem." Yüzümü kendisine çevirdiğinde gözlerimden bir yaş süzüldü. "Yapma. Suçlunun sen olma-"

"Suçlu benim Kaan. Bunu sende bende çok iyi biliyoruz."

Gözümden akan o yaşı sildi.

"Sen biliyorsun. Benim bildiğim ise senin asla Yiğit'i öldürmeyeceğin."

"Öldürdü-"

"Öldürmedin."

Alayla güldüm. Kendi anılarımı unutacak kadar delirmemiştim henüz.

"Öldür-"

"Çisem. Öldürmedin."

Gözlerimi kaçıracağımda başımı tekrar kendisine çevirdi. Bana doğru eğildiğinde ise ilk defa bu kadar sert konuştu.

"Her ne kadar öldürdüm dersen de, istersen getir önüme babanın her seferinde sana izlettiği o videoyu aç inanmam. Çisem. Zaman makinesi getirip götürsen beni o zamana, ben yine inanmam. Yapmadın çünkü. İnsan yaptığı bir şey için bu kadar yas tutamaz. Sen kendine inanmasan bile ben sana inanacağım."

Gözümden bir yaş daha aktığında sessizce fısıldadım.

"Neden?"

Hafifçe tebessüm etti.

"Gördüm çünkü. Ben senin çocukluğunu gördüm. Masumluğunu gördüm. Sen katil olamayacak kadar masum ama kendini katil edebilecek kadar pisliğe bulanmıştın." Tekrar yaşı sildi. "Çisem Kalen'i kendince acımasız bir katil ilan edip Çisem Kaya'ya istediğin kadar sığın. Ama bil ki benim gözümde her zaman masum olan Çisem Kalen olacak."

Göz yaşlarımın arasında hafifçe gülümsedim.

"Teşekkür ederim."

Hafifçe gülümsedi. Eli yüzümden ayrıldığında ben durmadım. Sıkıca sarıldığımda tekrar teşekkür ettim. Bir kez daha ettim sonra. O ise her teşekkürümde biraz daha güldü. Elleri saçlarımda gezindi. Bu hayatta canımı onun için hiçe sayacağım belli başlı kişilerdendi. Bir an bile düşünmeden. O benim her şeyimdi. Kaan Vural.

"Ağlamayı bıraksan mı artık?"

Hafifçe güldüm.

"Teşekkür ede-"

"Çisem. Yeter. Anlama zorluğum yok."

Göz yaşları arasında kıkırdadım. Ayrıldığımızda son akan göz yaşımı sildi. Kendime çeki düzen verdiğimde gülerek bana baktı.

"En sevdiğin çikolatalardan aldım, cips falan da var."

İşte şuan beni en önemli yerimden vurmuştu. Neşeyle güldüm.

"Acıkmıştım."

Yüzü sorgulayan bir ifade aldı.

"Aşağıda beş altı kutu lahmacun vardı. Onları kim yedi?"

Hafifçe güldüm.

"Sarı iki lokmada bulaşıp keyfimi kaçırdı. Geri kalanı ise o yedi sanırım."

Yüzü öyle bir değişti ki gülmeden edemedim.

"O çocuğu bir kaşık suda boğmamak hata."

Bir anda kapı açıldığında bakışlarım hızla oraya döndü. Sarı sırıtmış bize bakıyordu.

"Aşağıda Eren aldıklarınız yarıladı, haber vereyim dedim."

Ben gülmeye başladığımda tam karşımızda hala konuşurken elinde ki paketten cips yiyen bir Sarı vardı. Kaan yanımda derin bir nefes verdi.

"Bu kişinin Eren olduğuna emin miyiz?"

Sarı kendinden emin bir şekilde kafasını salladı ve ağzına bir tane daha cips attı.

"Sevgilim diye diyorum ama kendisi çok aç. Fazla aç. Evde yemek yemiyor sanırım."

Güldüğümde Kaan bana anlamayan bir ifadeyle baktı.

"Sevgilisi mi?"

Kafamı olumlu anlamda salladım.

"Ne o? Bana mı tutulmuştun sende? Yani ben olsam ben de bana tutulurdum ama Korlu kaptı beni. Şansına küs artık."

Kaan bıkkınlıkla nefes verdi. Ben Sarı'ya bakarken ise bana göz kırptı.

"Yalnız talip sensen Çiso hepsini yollarım bak. Sana her zaman açığız."

Bilerek yaptığını biliyordum. Güldürmek adına kendisini resmen gay ilan etmişti salak. Yavaşça ayaklandım.

"Sen bana en son abilik yapmıyor muydun?"

Suratı bir anda afalladı. Sonra omuz silkti.

"El aleme gidip ne yapacaksın?"

"Aras, biraz daha konuşursan yediğin ile gömerim seni."

Sarı gülerek kaş göz yaptı.

"Görüyor musun bak nasıl kıskanıyor beni?"

Dediğine alayla güldüğümde Kaan'ın ifadesi öyle bir bozuldu ki Sarı başına gelecekleri çoktan anlamış gibi pişmanlıkla sırıttı.

"En iyisi ben aşağıya ineyim."

"İnmeden önce sen gel biraz."

Kaan ayaklandığında Sarı birkaç adım geriledi.

"Bak eğer dediklerimi ciddi anlayıp öpersen şurada bayılırım. Sonumuz hastane olur hayalinin aksine."

Daha fazla dayanamadığımda kahkahaya boğuldum. Kaan ona doğru koştuğunda Sarı kapıyı çarptığı gibi koştu. Kaan kapıyla bakıştıktan sonra bana döndü.

"Çisem, gülme."

Ben hala gülerken o sinirle kapıyı açtı ve koşmaya başladı. Gülerek arkalarından ilerledim. Kapıyı kapattığımda aşağıdan gürültüleri geliyordu.

"Lan Çiso gülsün diye! Korlu sevgili olduğumuz bir dönem hatırası adına koru beni!"

"Aras! Lan bir şeyin de bokunu çıkarma!"

Merdivenlerden indiğim sırada bir bağırış daha duyuldu.

"Ne? Çiso sen ile beni fazlasıyla yakıştırıyor! Kız sana bakmadı diye üzülme bana kaldın fe-"

Duyduğum ses ile Sarı'nın sesi kesilirken alt kattan gelen o vurma sesini ben bile duydum. Ardından gelen acılı inleyiş ise Sarı'ya aitti.

"Eline sağlık kardeşim."

Kaan'ın gülen sesini işittiğim de hafifçe güldüm. Ah be Sarı. Olan yine ona olmuştu.

"Biraz sert olmadı mı? Kıpkırmızı oldu."

Deniz'imin masum sesi de geldiğinde alt kata inmiştim.

"Az bile oldu. Belgeselmiş. Bir daha anlat da ne yapıyorum ben sana."

Sarı'yı yerde güler bir halde gördüm. Hemen dudağının yanında gördüğüm kırmızılık ise çok iyi bir dayak yediğini açıklıyordu.

"Sen hala belgeselde misin lan Korlu?" Akıllanmamış gibi daha da güldü Sarı. "Ben bokuma bu kadar takılmadım oğlum. Yalnız Çiso bunu öğrendi ya, hiç şansın kalmadı ha. Üzüldüm lan."

Dudağımı dişleyerek gülmemi bastırmaya çalıştım. Sarı tümüyle yere yapışmış bir halde olsa da hala laf yetiştirmeyi esirgemiyordu. Göz göze geldiğimizde ise sırıttı. Bir şey yapacağını anladım.

"Aras, biraz daha saçmalarsan kanayan sadece dudağın olmaz."

"Tehdit mi ediliyorum şuan?"

"Evet."

Hafifçe uzandığı yerden kalktı Sarı.

"Neyse onu boş ver de sana çok önemli bir şey diyeceğim Korlu."

Suratı öyle ciddi bir hal almıştı ki ben bile şuan ne yapacağını merak ediyordum.

"Ne diyeceksin?"

"Bak valla şaka maka dalgaya alıyorum ama bugün Çiso hakkında acayip bir şey öğrendim ve harbi üzüldüm lan sana."

Sarı tekrar bana baktı ve alttan alta sırıttı. Anında ise ifadesini değiştirdi.

"Ne öğrendin? Geveleme."

Sarı öyle bir ifade takınıyordu ki şuan hepsi ciddiyetle ona bakıyordu. Sarı sıkıntıyla soludu.

"Çiso bugün bana sosyal medyadan istek attı. Yeni telefon almış."

Manyak'ın yüzünü şuan göremesem de Sarı'nın halinden anlıyordum ki yüzü düşmüştü.

"Yani?"

"Ben seni de ekler diye düşünerek isteği kabul ettim, takip ettim falan."

"Aras, adam akıllı anlatacak mısın?"

Sarı Manyak'ın dizine pat pat yaptı. Ardından öyle bir baktı ki Manyak'a benim bile acıyasım geldi.

"Olum kız bana yakışıklısın falan diyordu ya sürekli. Ben dalgasına sanıyordum da ciddiymiş lan. Çiso'nun bütün takipçileri sarışın."

Manyak'ın sesi çıkmazken ben gülmemek için zor duruyordum. Sarı çok ciddi ve pislikçe oynuyordu.

"Asıl acı haberi ise vermedim. Ben attığı fotoğraflara baktım."

Manyak'ın buz gibi sesini duydum.

"Ee?"

Sarı gözlerini kaçırdı.

"Şöyle düşün. Bak ben kendimden daha iyisini bugüne kadar görmemiştim ki o fotoğrafı görene kadar. Sapsarı saçlar, masmavi gözler, iki metre boy, bir tane rus adam. Yemin ediyorum ben bile adama düştüm." Sarı acıyla başını yere eğdi. "Eski sevgilisiymiş ama hala takipleşiyorlar. Fotoğraflarda falan da acayip yakınlardı."

Dudağımı dişledim. Çok pislikçe bir şeydi bu. Sarı ise durmayıp aksine elini cebine götürdü.

"Dur hatta göstereyim."

"Gerek yok."

Buz gibi o sesi duyduğumda Sarı derin bir nefes verdi.

"Yani sen de haklısın. Ben de bakmak istemezdim."

Merdiven boşluğundan yavaşça ayrıldım. Bu kadar da acımasız olmak kötüydü. Yeterliydi bence. Onlara doğru bir adım atmıştım ki o rahat sesi duyana kadar.

"Yok lan. Kızın özeli. Bana ne."

Gülen suratım öyle bir boşluğa düştü ki ilerleyen adımlarım duraksadı. Sarı'da böyle bir tepki beklemiyordu.

"Ne demek bana ne? Sen bu kızdan hoşlanmıyor musun?"

Manyak'ın omuz silktiğini gördüm.

"Ben sadece moral olsun diye yakın davranıyorum."

"O ne demek Eren?"

Kaan'ın da buz gibi sesiyle ben hala duyduklarımın etkisindeydim. Sarı bana baktı lakin o da sinirlenmişti. Ben ise hayretle sırtı bana dönük olan Manyak'a bakıyordum.

"Kaçak bu. Sevgilisi varsa bana tebrik etmek kalır. Bizim aramızda bir şey yok ki."

Acıyla yutkundum. Sert bir şekilde vurma sesi duydum.

"Lan puşt! Çiso'yla öylesine mi takılıyorsun göt? Siktirtme belanı!"

Sarı'nın bağırmasını dinlemek istemediğim için tekrar merdivene döndüm. Çocukluğumun içten içe bu halime güldüğünü biliyordum. Hatta duyuyordum. Merdivenden çıktığımda ise mutluluğumun yine çok sürmediğini görmüştüm. Oysa ne bekliyordum ki? Onun da dediği gibi; Manyak'tı o. Bir iki kez yakın davrandığı için böyle düşünmek aptallıktı. Belli ki takılıp geçmişti. Ben de buna aptal gibi izin vermiştim. Merdivenlerin sonuna geldiğimde derin bir nefes verdim. Kendi aptallığımda. O kadar yaklaşmasına izin veren bendim. Şu berbat hayatımda iyi bir şey olacağını düşünmek aptallıktı. Zaten ölmeden önce gösterilen yakınlıktan ben ne bekliyordum ki? Ama canım acıyordu. Bedenimi odamın kapısına yasladım. Ondan cidden hoşlanacak kadar aptal mıydım ben? Gözlerimi acı gerçek ile kapattım. Bu kadar düşmüş olamazdım. O benimle sadece eğlenmişken ben cidden bir umut beslemiş olamaz-

Duyduğum adım sesleri ile gözlerimi hızla açmıştım ki yaslandığım kapanın açılması ve bedenimin düşmesi bir oldu. Korkuyla çığlık atacaktım ki bedenimin düşmesini belime sarılan el, bağırmamı ise ağzımı kapatmış olan eli engelledi. Odaya girdiğimizda bedenim duvara yaslandı. Kapı kapandığında ise ben hala beni tutanın kim olduğunu anlamamıştım. Ta ki o kokuyu alana kadar. Yutkundum. Elini yavaşça ağzımdan çekti. Bana doğru eğildiğinde karanlıkta göremiyordum ama fazla yakındık. Kulağıma doğru yaklaştı. Sessizce fısıldadı.

"Kaçak."

Elim ittirmek için göğsünü bulmuştu ki o aksine iyice bana yaklaştı.

"Manya-"

"Siz aklınızca bana oyun mu oynayacaksınız?"

Kulağımdan uzaklaştığında bilerek yanağını yanağıma değdirmekten çekinmedi. Ben ise anlamıyordum. Ancak hızlanan kalbim ve bana kızan zihnim arasında tercih yapamayacak bir durumdaydım.

"Ne?"

"Rus sevgilin diyorum, ismi neydi?"

Nefesini yüzümde hissettiğimde bedeni biraz daha yaklaştı.

"Sevgili mi?"

Belimde olan eli biraz daha baskı yaptığında ne yapacağımı kesinlikle bilmiyordum. Yutkundum.

"Sevgili Kaçak, sevgili."

Kaçmak için yer arıyordum. İyice duvara sindim. Kafamı biraz eğdiğimde ona mesafeyi hatırlattım. Bu duyduklarımdan sonra yaklaşmasına izin verecek kadar aptal değildim. Olmamalıydım. Yavaşça boğazımı temizledim.

"Aşağıya ineceğim."

Ondan ayrılmak için yana kaymıştım lakin belimde olan eli beni yine aynı yerime sürükledi ve bu sefer hafifçe güldü. Eli çenemi bulduğunda eğdiğim yüzümü kaldırdı. Yutkundum. Şuan elini kırmam lazımdı. Bana doğru eğildiğini fark ettiğimde hızla elim, çenemde olan elini buldu ve hızla kafamı eğdim. Ki eğmez olsaydım... Dudakları dudaklarım yerine alnımı bulduğunda hızlanan kalbimle içimden bir küfür savurdum. Hızla ayrılmak için başımı çekecektim ki hissetmiş gibi eli başımı buldu ve kaçmamı tamamen engelledi. Gülümsediğini hissettiğimde ise şuan bayılmak üzereydim. Kalbim giderek hızlanırken zihnim yapacağım şeyi çoktan unutmuştu bile. Saniyeler sonunda ise konuşmak aklıma geldi. Titreyen bir sesle fısıldadım.

"Manyak..."

Derin bir nefes çektiğinde dudaklarını üzerimden çekti. Bedenim bir yandan rahatlarken bir yandan boşluğa düştü. Ancak aşağıda dediklerini unutmuş değildim. Boğazımı temizledim ve uzaklaşmak istedim. Biz yine çoktan fazlasıyla sınırı aşmıştık bile. O ise yine beni engelledi ve bu sefer normal bir şekilde konuştu. Tabi ki eğilmeyi ise ihmal etmedi.

"Kaçak."

Başımda olan eli saçlarıma kaydı. Bir tutamla oynadığında heyecandan ve kendime olan nefretimden bayılmak üzereydim. Biraz daha bana doğru yaklaştırdı bedenini. Ardından güldüğünü hissettiğim bir şekilde fısıldadı.

"Aşağıda Aras'ın dediklerini çok güzel dinliyordun."

"Ne?"

Böyle bir şey beklemezken o hafifçe güldü ve saç tutamımı kulağımın arkasına attı. Ardından eli yanağımda yavaşça dolaştı. Yutkundum. Anlamıyordum. Görmüş olması imkansız-

"Televizyondan bile çok güzeldin."

Gözlerimi kapattığımda anladıklarım karşısında bende gülmeden edemedim. Tam karşısında kapalı televizyon vardı ve tam arkasında da benim bedenim... Görmüştü.

"Gördün."

Biraz daha yaklaştı.

"Gördüm."

İçim rahatlarken ayakta duramayacağımı fark ettiğim için elim destek amaçlı belimi saran kolundan destek aldı. Fazla yakındık. Ve ben öğrendiklerim ile daha da heyecanlanıyordum.

"Bilerek yaptın."

Bedenini tamamen bana yasladığında titrek bir nefes verdim. Bana iyice eğildi.

"Bilerek yaptım."

Çoktu. Bu bana şuan çok fazlaydı. Kalbim hızla atıyordu. Kendimi ona her an bırakabilirdim lakin düşüncelerim tamamen farklıydı. Her ne kadar içimi rahatlasa da bunun altında kalamazdım. Elim tutunduğu kolundan ayrıldı ardından kaldırdığım başımı eğdim ve normal bir şekilde konuştum. Çok üzgünüm kalbim...

"Yani bana pek bir şey fark etmedi. Sonuçta biz Manyak ve Kaçak'ız. Ciddi olarak desen de alınmazdım, merak etme. Benim için önemli değildi."

Belimde olan eli biraz daha baskı yaptığında kalp krizinden gidecektim. Ayrıca yalanın da bu kadarı. Neredeyse üzüntüden kendimi bıçaklayacaktım.

"Önemli değildi öyle mi?"

Kendimden emin bir sesle konuştum.

"Değil."

Hafifçe güldüğünü işittim. Yanağımda olan parmakları yolu değiştirdiğinde gözlerimi pişmanlıkla kapattım. Parmağı dudağımın üzerinde sakince durdu.

"Kanıtla."

Hay dediklerim. Bir kere de altta kal da bulaşma Çisem, adam her türlü konuyu oraya getiriyordu. Yine de anlamamış gibi yaptım.

"Neyi?"

Biraz daha eğildi.

"Madem önemli değil, öp beni." Daha da yaklaştı ve kendinden emin bir şekilde konuştu. "Beni öperek, kanıtla."

Bu kadar açık olmasıyla yutkunduğumda o parmaklarını dudaklarımdan çeneme çevirdi. Başımı kaldırdığında çok yakındı. Fazla yakındı. Güldüğünü hissettim. O adi kazançlı suratının halini çok net bir şekilde hayal edebiliyordum ancak kalbimin düşündüğü ihtimaller beni mahvediyordu. Dudağımı dişledim. Ne yapacaktım? Parmakları tekrar dudağımı bulduğunda dişlerimden kurtulmasına yardımcı oldu. Benim yapamayacağımı çok iyi bildiği halde eğleniyordu. Lakin biliyordum ki ben yapmasam bile şuan onu durduramazdım. Ve bu ihtimal beni heyecanlandırmaktan başka bir işe yaramıyordu. Bu durumdan kurtulmam için resmen mucize gere-

"Çiso bu evde kaç tuvalet var! Siktiğimin Korlu'su birine düş-"

Hızla Manyak'ı ittiğimde çoktan kapı açılmış, ışık yakılmıştı. Utançla kafamı eğdim. Gözlerim ani ışıkla kamaşırken tek isteğim bizi görmemiş olmamasıydı. Yoksa dilinden düşemeyeceğime emindim.

"Korlu?"

Kafamı kaldırdığımda ilk gördüğüm Manyak oldu. Kafasını eğmiş sırıtıyordu. Bakışlarım bu sefer utanç içinde Sarı'yı buldu. O ise bana değil kaşları çatık bir şekilde Manyak'a bakıyordu. Manyak derin bir nefes verdi.

"Geleceğin zamana sıçayım Aras."

Ben bu rahatlığı ile şaşkınlıkla Manyak'a döndüğümde o hala sırıtıyordu. Gözlerim tekrar Sarı'yı bulduğunda o da beni yavaşça süzdü. Görmediğini anladım lakin bu halimizle de ne yaptığımız gayet açıktı bence. Sarı ilginç bir şekilde sadece bir süre bize baktı. Bu sessizlik korkutucu bir boyut aldığında ise sessizce konuştum.

"Sarı, iyi misin?"

Sarı buz gibi bir suratla kafa salladı. Ardından aralık olan kapıdan baktığı bedenini tamamen odaya soktu. Sonrasında ise her şey bir anda gerçekleşti.

"Asıl ben senin karakterine sıçayım lan!" Gözlerimi olacakları bildiğimden dolayı kapattım. Bir yumruk sesi geldi. "Lan ben sana aşağıda ne dedim! Eğleneceğin kişi Çiso olamaz demedim mi!" Gözlerimi araladığımda Sarı tamamen delirmişti. "Sikik herif!" Bir yumruk daha attığında gözlerimi tekrar kapattım. "Lan başka kız mı kalmadı!"

Bir inleme daha duyduğumda ellerim pişmanlıkla yüzümü buldu.

"Ne oluyor?"

Deniz'in çığlığını duyduğumda resmen kendime lanet okudum.

"Aras! Aras, lan sakin!"

Kaan'ın hızla yanımdan geçtiği gördüğüm en son şey oldu. Sonrasında daha fazla bu rezillikte kalamayacağımı fark etmiş ve odayı sessizce terk etmiştim. Merdivenden ineceğim sırada ise odamdan bir kırılma sesi duydum... Sanırım en kötü ilk öpücük buydu.

Üşüdüğümden bedenimi olabildiğince küçülttüm. Uyuyamıyordum. Saat kaçtı bilmiyordum. Yorgundum da. En son olanlardan sonra Manyak'a mecburen pansuman yapmış, Sarı'ya on kez olayı anlatmak zorunda kalmıştık. Cidden abilik rolünü tamamen benimsemişti. Gece yarısına kadar olay sürdüğünden onları odalara göndermiş ve burada kalmaları konusunda ısrar etmiştim. Şimdi ise gözüme uyku girmiyordu. Uyuyamıyordum. Elimde tuttuğum kağıda baktım. Tamamen benim kanım ile kaplanmış, yazı dağılmıştı. Dikkatli bakıldığında ise hala okunabilirdi. Sıkıntıyla havuz suyuna baktım. Yağmur yağmış ve suyu bulanıklaştırmıştı. Yağmurun ne zaman yağdığını bilmiyordum ancak etraf çok güzel kokuyordu. Şezlonga iyice yerleştim. Hava soğuktu. Dakikalar boyunca öylece düşündüm. Ne düşündüğümü ise kendim bile bilmiyordum. Gözlerim uyku ihtiyacı ile kapanmıştı ki adım sesleri duymam bir oldu. Gözlerimi babam olması ihtimali ile korkuyla aralamıştım ki gördüğüm beden rahat bir nefes vermemi sağladı. Ancak o yine korktuğumu görmüştü. Sıkıntıyla bana baktı. Yüzümü ondan gizledim ve tekrar havuza döndüm. O ise elbette ki gitmedi. Aksine adım sesleri yaklaştı. Hemen yanımda ki şezlonga oturdu.

"Neden uyumadın?"

Açık oldum. Az kalmıştı. Bir diğer uykunun tutmama sebebi de buydu. Yapıp yapmamakta gelip gidiyordum. Lakin yapacaktım. Başka çarem yoktu.

"Kabus göreceğim, uyuyamıyorum. Sen?"

Ona döndüğümde cidden sordun mu bu soruyu der gibi baktı.

"Aras kafamda bardak kırdı. Canım yanıyor, bu yüzden olabilir mi?"

Hafifçe güldüm. Cidden rezillikti.

"Ne o, hoşuna mı gitti?"

Derin bir nefes verdim.

"Gitti, güzel bir geceydi. Her ne kadar sonu biraz tuhaf bitse de, güzeldi. İlk defa insancıl bir şekilde takıldık."

"Bir şey yarım kaldı ama..." Ona tersçe baktığımda gülüşü büyüdü. "Elbet onu da tamamlarız bir gün."

Hızla yüzümü kaçırdım ve yanlışlıkla sesli düşündüm.

"Rüyanda gör-"

Dediğime güldü. Bende kendi rezilliğime bu sefer gülmeden edemedim. Ona baktığımda ise yüzümü buruşturamadan edemedim. Feci dövmüştü Sarı cidden. Dudağı patlamış, kaşı yarılmış, tam yanağında kocaman bir sarılık oluşmuştu. Kafası ise bardak kırılması sonucu biraz kanamıştı.

"Çok kötü haldesin."

Dediğime inanmaz gibi baktı. Ardından yine dalgaya vurdu.

"Bunu diyen sen olamazsın."

Ben de güldüm. Haklıydı, benim yüzümün de ondan aşağı kalır bir tarafı yoktu. O da benim gibi uzandığında derin bir nefes verdi. Aklında sorular olduğu belliydi. Ona döndüm. Gökyüzüne bakıyordu. Siyahlar yine uzaklardaydı.

"Sor."

Bana döndü. Ardından takmaz gibi tekrar başını çevirdi.

"Cevaplamayacaksın, moral bozmaya gerek yok."

Ben de onun gibi gökyüzüne baktım. Aslında amacım kimseye görünmemekti ama o yine Kaçak'ını yakalamıştı. Ben ise bu sefer kaçmak istemedim. Son duraktaydık. Anlatmak istiyordum. Yorulmuştum. Ve yapacağım şeyi biliyordum. Az kalmıştı. Bilsin istiyordum. Zaten bir daha... Düşünmedim. Seesizce konuştum.

"Bugün mezarlığa gittim." Bana baktığına emindim. Beklemediğine de. Sıkıntıyla soludum. "Annemin yanına hayatımda sadece bir kez gitmiştim." Buruk bir tebessüm attım gökyüzüne. Sanki bana bakıyormuş gibi hava yine bulutluydu. Yağmur Kalen beni seyrediyor gibiydi. "Selim amca götürmüştü beni. Bugün ilk defa kendim gittim."

"Neden?"

Hafifçe gülümsedim.

"Annem beni korusun diye..." Acıyla yutkundum. "Korktuğum için."

Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde gözlerimi kapattım ama gülmekten vazgeçmedim. Son anlar mutlu bitmeliydi. Elimde tuttuğum kağıt parçasını sıktım.

"Kaçak..."

Konuşmasına izin vermedim.

"Biliyor musun annemin mezarının yanında benim mezarım var." Bir şey demedi. Burukça gülümsedim. "Ama Yiğit farklı bir mezarlıkta."

Gözlerimi açtığımda bir yaş süzüldü. Siyahlara döndüm.

"Telefonumda insanların gece mezarlığa gitmekten korktuğunu okumuştum." Uzandığı yerden kalktı ve bana baktı. Kederli bir bakıştı bu. Boğazım yanıyordu. "Manyak, ben ilk defa bugün gündüz mezarlığa gittim."

Siyahlarda belki acıma vardı belki hüzün, ayırt edemiyordum. Ancak bakmasını istemedim öyle. Yüzümü tekrar bulutlara çevirdim.

"Kaçak." Sesi buz gibiydi. "Bana soyadını söylemezsin değil mi?"

Meraktan değil de ilk defa endişeyle sormuştu. Sanki bir şeyler olacağını sezmiş gibi. Gözümden bir yaş daha aktı. Ama gülümsedim ve aptala yattım.

"Manyak, sen beni dinlemiyor musun? Dedim ya annemin mezarının yanında benim mezarım var. O öldü. Ben Çisem Kaya'yım."

Ona baktığımda yüzü gerilmişti. Delirmiş gibi hafifçe kıkırdadım.

"Sana canice bir şey söyleyeceğim." Gözümden akan yaşı sildim. "Selim amca öldüğümü kanıtlamak için ölü bir kızı yakarak tanınmaz hale getirmiş, onu ben yapmıştı. O mezar boş değil yani."

Ben deli gibi dediğime gülerken o bana hüzünle bakabildi sadece. Sanki bu gülerek anlattıklarımı haykırarak anlatmamı ister gibi. Dudak büzdüm.

"Kaan her dediğimde içten içe tiksinir, sende mi iğrendin?"

Hafifçe gülümsedi. Ama öyle bir gülümsemeydi ki... Sanki bu olanlardan kendini suçlayacaktı. Bu haline güldüm.

"Bu kadar üzüleceğini bilsem anlatmazdım."

Güldüğüm halde gözlerimden yaşlar geliyordu. Sinirle gözlerimi sildim.

"Kaçak." Sesini zor duymuştum. Ona baktım. Söylemek istemez gibi baktı. Ardından acıyla yutkundu. "Sana ne yaptılar?"

Sorusuyla gülüşüm donuklaştı. Gözümde ki yaşlar artarken tekrar gülmeye çalıştım lakin olmadı. Uzandığım yerden doğruldum.

"Bir şey yapmadılar. Delirdim sadece." Alayla güldüm ve ona baktım. "Manyak biliyor musun ben delirdiğim için üzgün değilim. Herkes bu halime üzülüyor ama ben mutluyum." Gözümden bir yaş daha aktı. Acıyla konuşmaya çalıştım. "Manyak..." Artık gülemiyordum. "Delirmesem yaşayamazdım, dayanamazdım." Gözümden akan yaşları durduramadım. "İnsanı delirdiği için mutlu ettiler sadece, başka bir şey olmadı." Her şeye rağmen gülümsedim. "Canım çok yanmadı, sadece..."

Daha fazla konuşamadığımda o da dinlemek istemedi. Ayağa kalktığında güldüm. Hızla gözümden akan yaşları sildim ama durmadılar.

"Çok boş konuştuk."

Yanıma oturduğunda sertçe gözlerimi sildiğim elimi tuttu. Canım daha çok yandı onun yanıma gelmesiyle. Acım sanki katlandı. Elimi açtığında bu, sarmalarına izin vermediğim elimdi.Gözlerime ilk defa sanki benim acım onun acısıymış gibi baktı.

"Kendi hayatına boş diyemezsin"

Yaralı olan bir parmağımı eğilip öptüğünde içim ürperdi. Bunu ondan beklemiyordum. Siyahlar bana baktı. İlk defa ona bu kadar açık olmuştum. O ise ilk defa beni gerçekten anlıyor gibi bakıyordu. Ya da ben öyle hissediyordum, bilmiyordum.

"Canını bu kadar önemsiz göremezsin." Diğer parmağıma da ufak bir buse kondurdu. Gözümden bir yaş daha aktı. "Canının yandığını inkar edemezsin." Diğer parmağımı da öptü. "Ve asla kendine deli diyemezsin."

Gözümden yaşlar acıyla süzüldüğünde o diğerleri gibi son parmağımı da öptü. Gözümden akan yaşları ise bu sefer o nazikçe sildi. Hafifçe gülümsedi. Bir eli yaralı olan elimi sıkıca tutarken diğeriyle göz yaşlarımı sildi.

"Kaçak..." Sol elime baktı ve yüzümde olan eli yavaşça ayrıldı. "Göster bana, kimseye değil bana."

Sol elimde parmaklarımın arasında olan kağıda baktı. Diğer elimi tuttuğu gibi sargılı elime de uzandı.

"Yine birlikte hallederiz."

Kafamı olumsuzca salladım. İşte bunu yapamazdım ona.

"Halledemeyiz."

Yüzü gerildi. Gözlerime baktı.

"O zaman da birlikte halledemeyiz. Birlikte ölüme gittiğimiz gibi."

Onun ölme ihtimalini düşündüğümde elimi ondan kurtardım. Bu ani çekilişim onu daha da gererken ben elimle sildim kalan göz yaşlarımı. Kaç kişi ölmüştü? On? Yirmi? Otuz? Kırk? Farketmezdi. Ölen gelmezdi ama yaşayan da gidemezdi. Benim yüzümden bir daha kimse canından olmayacaktı. Bir kez daha dayanamazdım çünkü. Hele ki o.

"Manyak." Hafifçe diyeceğim şey için güldüm. "Kaçacağım her yere gelebilirsin." Acıyla yutkundum. Güldüğüm şeyin geri kalanı fazlasıyla üzücüydü. "Ama seni katmayacağım tek bir yer var." Kaşları çatıldı. Ona ciddiyetle baktım. Bunu duymalıydı. Can acıtacaktı ama onun içindi. Çocukluğumdan güç aldım. "Ölümüme kaçarken kovalamayacağından emin olur, gerekirse seni Eren Korlu yaparım."

Bizim için bir ilk daha gerçekleşmişti. Acı bir ilk. Ben ona kendi içimden bile Manyak derken ilk defa ismiyle hitap etmiştim. Siyahlıklar öyle bir baktı ki bana onun gözlerinde ilk defa korkuyu gördüm. Bu gitmemin korkusu değildi. Bu ölüm korkusuydu. Bizimki kısa sürede gerçekleşen saçma bir sevgiydi. Kaçak ve Manyak. Manyak ve Kaçak. Gece yarısı onun kollarındayken gün doğarken onu ben bırakıyordum. Hafifçe gülümsedim. Ardından oturduğum yerden kalktım. O hala duyduğunun şoku ile oturduğum yere kitlenmişti. Sondu. Bunu da diyecek ve bitirecektim. Güneşin ilk ışıklarının siyahlara vurduğunu gördüm. Her şeye gülümsedim. Gözümden yaşlar aksa bile.

"Manyak."

Elimi ona uzattım. Dakikalar önce onun öptüğü parmaklarımı ona uzattım... Anlamaya başlamıştı. Neden ona açık açık anlattığımı, neden bugün izin verdiğimi, neden uyumadığımı... Anladıklarıyla ise gözleri maviliklerime yalvarır gibi baktı. Yapma diyordu o siyahlar.

"Gerçekten çok güzeldi." Gülmeye çalıştım. Ancak o gözlere karşı bu cümleleri söylerken gülemedim de. "Ölümlerden dönsek bile güzeldi. Teşekkür ederim. "

Gözlerini kapattığında ne olduğunu işte şimdi tamamen anlamıştı. Acıyla yutkundu. Gözümden bir yaş daha aktı. Gözlerini açsındı. Görmeme izin vermeliydi o siyahları. Ancak daha fazla duramayacağımı biliyordum. Sessizce ve duyabileceği bir şekilde konuştum.

"Çisem Kaya sekiz yıllık ömrünü tamamladı." Titreyen bir nefes verdim. "Gidiyorum..."

...

Loading...
0%