Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8. Bölüm

@suwiiniz

1 Saat Önce

Saatler sonra ne olacaktı? Biliyor muydum? Bir cevabım, herhangi bir tahminim var mıydı? Ya da olacakları hissedebilecek duyularım? Hayır. Her şey sıfırdı. Netlik yoktu. Hatta her şey öyle belirsizdi ki ölebilecek olma ihtimalim bile bu belirsizlik arasında en net olandı. Gözlerimi kapattım. Derin bir nefes çektim içime. Sanki gerçekliği vücuduma yağmurla temizlenen hava sağlayacaktı. Toprak kokusu ölüm habercim gibiydi. Senin sonunda bu saf toprak diye hatırlatıyordu. Bedenime vuran soğuk bile kafamı çalışması için zorluyordu. Lakin bu kadar karartılmış gerçeklik içinde zihnim binlerce çözüm üretse de çıkacak sonuç ne kadar beyazlık verir, işte orası tartışılırdı. İlk topu ben atmıştım. Tutacak olan belli başlı kişiler vardı. Onlar ise doğruca şut çekecekti. Kaleyi ise savunabilecek güçte miydim bilmiyordum. Ancak onların birbirlerine pas atması durumu artık sıkıcı olmaya başlamıştı. Geldiğini biliyordum. Gözlerimi yavaşça araladım. Ben şezlonga uzanmışken o ayaklarımın ucuna oturdu. Benim gibi yavaşça kafasını kaldırdı ve bulutlara göz gezdirdi. Saniyeler geçse de konuşulma olmadı. Ben ise daha fazla sessizliğe dayanamadım.

"Sence bu yaptığımız, ne kadar iyi oldu?"

Çocukluğum maviliklerini kapattı. Bir süre öyle kaldı. Son, sade ve rahat saatlerimizin olduğunu biliyor da tadını çıkartıyor gibiydi. Sakince mırıldandı.

"Eğer hamleyi biz yapmasak, onun oyununa yem düşerdik." Kafasını eğdiğinde gözlerime baktı. "Ve ikimizde bu oyundan deliler gibi korkuyoruz."

Yutkundum. Uçak biletini almamız her şeyi hızlandıracaktı. Belki haftalar sonra karşıma çıkacak olan babam, bu gün karşıma çıkacaktı bu yaptığımız ile. Buradan öylece çekip gidemeyeceğimi elbette ki çok iyi biliyordum. Ben kaçmaya çalışırken elleri bedenimi kavrar ve iyice dibe sürüklerdi. Çocukluğum korkumu anlamış gibi konuştu.

"Seni en beklenmedik anda en beklenmedik yerinden vuracak."

Bu en beklenmedik yeri ikimiz de çok iyi biliyorduk. Babamın yıllarca yüzümüze vurduğu o şey. Yiğit... Lakin çocuk değildim. Canımın yanmaması için elimden geleni yapacaktım. Çocukluğum tekrar mırıldandı.

"Sadece kardeşini düşünerek hata yapıyorsun."

Kafamı yasladığım yerden kaldırdım. Kaşlarım çatılmıştı.

"O ne demek?"

Çocukluğum da kendine çeki düzen verdi ve bu sefer ciddiyetle konuştu.

"Silah Çisem. Silahın yönü hiçbir zaman bize çevrilmez." Bu gerçekle canım yandı. "Seni en yakınında olanlarla vuracak. Yiğit'in ölümü çünkü onun için artık hiçbir şey ifade etmiyor."

Gözlerim evi buldu. İçeride uyuyan kişiler, en yakınımdakiler. Acıyla yutkundum. Herhangi birisinin bile ölümünü kaldıramayabilirdim. Tek bir ölümle bile tüm bu oyunu bitirebilirdim. Savaşmaya olmayan gücüm, her şeyi bitirebilirdi. Çocukluğum zihnimde kurduğum kötü sonu anladı ve doğruca değişikliğe gitti tekrardan.

"Rolünü güzel oyna, herkese gideceğini inandır. Babam karşına çıktığında ben güçlü duramazsam, sen dur."

Aslında yapacağım basit bir şeydi. Yıllardır rol yapıyordum ben hayatımda. Çisem Kaya. Tamamen bir roldü. Kendi hayatımı bırakıp başka birisine bürünmüştüm. Çocukluğumun bu istediğini en iyi bir şekilde gerçekleştirebilirdim. Rolümü de çok basitçe oynayabilirdim. Tek bir sıkıntı vardı burada. Yapacağım rolü izleyecek olanların üstümde kuracağı baskı. Yapacağım rolün ağırlığı. Yaptığım rolün gerçekleştiği yer...

"Ya dayanamazsak. Ya babam yine bizi çocukken olduğu gibi bir yere götürürse. Tekrar ölümlere daya-"

"Öyle bir şey yapamaz."

Çocukluğumun keskin sözüyle, eminliği ile şaşırdım.

"Nasıl eminsin? Yasin Kalen bu."

Çocukluğum gözlerini benden ayırdığı gibi eve dikti. Hafifçe tebessüm etti.

"Senin arkanda duracak, sen gidince bizden bile deliye dönecek üç eleman var çünkü. Her ne kadar sevmesem de onlar babama zarar verebilecek güçte. Babam bunu göze alamaz."

Gözlerim evi buldu. Hafifçe gülümsedim. Haklıydı. Elimizde bir adet sevdiğim, kalbimi hızlandıran, gözü döndüğünde nasıl da değiştiğini gördüğüm Korlu. Bir adet bana değer verip, her ne kadar sinirlerimi bozsa da toparlamayı da bilen, beni en çok anladığını düşündüğüm Altan. Bir adet tüm hayatım boyunca yanımda duran, bana aile ne demek gösteren Vural. Ve her ne kadar çocukluğum onu saymasa da bana her an destek olan Deniz'im. Dördü de farklı bir şekilde delirirdi. Ve eğer dördünden birine de benim yüzümden bir şey olursa... O zaman neler olabileceğini ben bile kestiremiyordum. Ya tamamen kendime düşecektim ya da... Çocukluğum benim yerime mırıldandı.

"Ya da tamamen bana dönüşeceksin."

...

12 Saat Önce

Eren Korlu

Aras'ı dinleyip buraya geldiğime inanamıyordum. Karşımda ki adamı giderek boğma isteğim artıyordu. Adam sıkıntıyla bilgisayarına baktı.

"Eğer dediğiniz gibi kullandığı ilaçlar bir doktor tarafından yazıldıysa ve halen fayda etmiyorsa bu ciddi bir durum. Hem de fazlasıyla." Ellerimi sıktım. "Bir kliniğe yatırmayı göz önünde bulun-"

"Ben size onu sormadım." Önümde duran isimliğine bakıp mırıldandım. "Psikiyatrist Hakan Özer."

Hakan denilen adam rahatça bana baktı.

"Eren Bey, anladığım kadarıyla bahsettiğimiz kişi bir yakınınız."

Bahsettiğimiz kişi Kaçak'tı. Bir yakın değil her şeydi o. Önümde ki ise her şey mahvolacak diyordu resmen.

"Lakin burada kocaman bir on iki yıldan bahsediyoruz."

Sinirle gözlerimi kapattım. On iki yıl. Resmen hayatının yarısından fazlasıydı. Ve ben bunu ona nasıl açıklayacağımı bilmiyordum. Her şey üst üste geliyordu ve bana resmen sus diyorlardı. Sen de sus, kimsenin konuşmadığı gibi. Peki susarsam ne olacaktı? Yenilgiyle mırıldandım.

"Ondan gerçeği sakladığımızda daha mı iyi olacak?"

Gözlerimi kaldırdığımda Hakan bir süre gözlerime bakındı. Ardından sessizce konuştu.

"Çisem Hanımı görmeden elbette ki kesin bir karara varamam. Ancak anladığım kadarıyla bu son evrede olan bir hastalık."

Ellerimi sinirle sıktım. Tüm her şey onun istediği gibiydi. Tüm gerçekler ortada sıralıyken o Kaçak'ı bir hayale inandırmış, tüm hayatını o hayale bağlamıştı. Şimdi biz bile onu o hayalden çıkartamıyorduk. Sinirle mırıldandım.

"İyi de, bu olacak olan onun hayatı boyunca istediği şey. Onu kabustan uyandırdığımızda iyi olması gerek-"

Hakan denen pislik lafımı böldü.

"Siz onu kabus olarak görüyorsunuz çünkü biliyorsunuz. Çisem Hanımın ise o kabus hayatı. Ya uyandığında bunun bir kabus olduğunu değil de uyandığı hayatın bir kabus olduğunu varsayarsa."

Nefes almaya çalıştım. Tüm yollar kapanıyordu. Elimden bir şey gelmiyordu.

"Ayrıca, biz sadece onun üzerinden bu olayı anlatamayız."

Tekrar Hakan'a döndüm.

"O ne demek?"

Hakan daha da kötüyü anlatmak istemez gibi bana baktı. Ancak anlatmaktan başka şansı da yoktu.

"Şöyle anlatayım, Çisem Hanım şuanda sadece kendisini düşünmüyor. Anlattığınızdan ve gördüklerim kadarıyla çift kişilikli. Çift kişilikte baskın olan taraf değiştiği anda tüm kişilik değişebilir. Ve bu her şeyi değiştirir."

Gerildim. Ancak anlamıyordum.

"Anlamıyorum."

Hakan derin bir nefes verdi.

"Çisem Hanım şuan baskın tarafta. Ancak kafasında ki kişi, onun yarattığı farklı bir karakter. İyi huylu mu kötü mü bilemem. Genellikle böyle vakalarda kişi, kendisinde ne eksik görüyorsa kurduğu karaktere onu yükler. Örnek verebilecek olursam, Çisem Hanım sağ elini kullanıyorken yarattığı karakter solak olabilir."

Duyduklarım karşısında gerildim. Nasıl yani? Tüm her şey mi? Ben daha anlattıklarına anlam veremezken o susmadı.

"Şuan anlattığınıza göre kafasında ona karşı gelen tek bir karakter var ama bu sayı artabilir. Belki de çoktan arttı. Onu görmeden bir şey diyemem. Ancak bizim bu konuyu dediğim gibi sadece Çisem Hanım üzerinden anlatamayız."

Anladıklarım karşısında ağzımı bile açamadım. Diyorlardı ki kafasında ki kişilik ondan tamamen farklı ve her an Kaçak'ın yerine geçebilir. Hem de ikisine de olayı kabullenebileceği bir şekilde anlatmamız gerekiyor. Bu imkansızdı. İki farklı kişiliğe, iki farklı karaktere, bir olayı aynı şekilde kabul ettirmek imkansızdı.

"Yani olayı Çisem Hanım kabul ederken o kişilik de kabul etmeli."

Elim başımı buldu. Ağrımaya başlamıştı.

"Ya bir taraf kabul ederken diğeri kabul etmezse?"

Hakan sıkıntıyla soludu. Lakin o kadar şeyi duyduktan sonra bunu hazmetmem de çok zor olmayacaktı.

"Bu tamamen kişiye bağlı. İyice çıkmaza sürüklenebilir. İki kişi arasında kalabilir ve..."

Devamını getiremediğinde ona baktım. Ve neydi? Gözlerime gerçeklerin acımasızlığı ile baktı.

"Ve vücudunda baskın olan karakter tamamen değişebilir."

...

Şimdiki Zaman

Çisem Kalen

"Çisem Kaya sekiz yıllık ömrünü tamamladı." Titreyen bir nefes verdim. "Gidiyorum..."

Her insana belirli bir yıl, hayat, yaşam süresi verilirdi. Benimkinin süresinin dolmasına ne kadar vardı emin değildim. Lakin Çisem Kaya'nın ömrü bitmişti. Bir kimliğim daha yaşam süresini doldurmuştu. Bir rolümün de bitişindeydim. Gözümden bir yaş daha süzüldü. Canım yanmaz sanmıştım, en azından bu kadar acıtmaz sanmıştım. Ancak karşımda olan adamın değişen yüzü bile canımı o kadar çok acıtmıştı ki... Bütün düşüncelerimi değiştiren kişi oydu. Bütün oyunumun sonunu getirebilecek kişi de. Karşımda bir yıkım oluşturmuştum. Önemsediğim kendi hayatımın bitmesi olacakken onun bu hali olmuştu. Güneş ışıkları bana vurdu lakin karanlıkta kalmak istedim. Göz yaşlarımı ne o görsün ne de ben onun bu halini görmek istedim. Kendi yaptığıma pişman olmuştum. Siyahlarını dakikalar sonra alaraladığında gözlerime bakmadı. Yüzüme bile bakmadı. Gözlerimden bir yaş daha süzüldü. Kendim içindi, onlar içindi. Kendimi öldürecektim. Gittiğim yerde de, kaldığım bu yerde de. Eğer olur da ölmeyi başarabilirsem babam onlara zarar vermezdi. Çocukluğum intikamını alacak, ben ise onlara zarar gelmemesini sağlayacaktım. Eğer olur da babamı öldürmeyi başarırsam bugün... Ki imkansızdı. Elimle onun karşısında bıçak bile tutamazdım. Başarısız olursam ise tutamadığım o bıçağı kalbime saplamaktan çekinmezdim. Onlar için tüm yolları kapatmaktan, kendimi ise o yolun sonunda ki uçurumdan atmaktan çekinmezdim. Tek istediğim babamın karşısında güçlü olabilmekti. Bir kez olsa bile, çocukluğum için o adamın karşısında dik durabilmekti. Onlar içinde kendim için de en iyisi buydu. Beklemeden ilk hamleyi yapmıştım. Sıra babamdaydı. Ve ben karşısında durmak istiyordum. Uzattığım elim yavaşça düştüğünde sonunda siyahlar bana döndü. Yıkım. Bir yıkım vardı o gözlerde. Gözümden bir yaş daha düştü ancak mutlu olduğumu göstermek ister gibi tebessüm ettim. Gözleri gülüşüme takıldı. Acıyla yutkunduğunda oturduğu yerden destek alarak ayaklandı. Sanki benim gibi, bir desteği olmazsa düşecekti. Gözlerini benden kaçırdığında hemen önümde durdu.

"Gidiyorsun." Sesi kısık çıkmıştı. "Öyle mi?"

Kendi dediğini anlamak istemez gibi güldü. Ardından gözleri beni buldu. Eli elimi tuttuğunda gülüşü büyüdü.

"Yorulmuşsun sen, gece hiç uyumadın mı? Saçmalamaya da başlamışsın."

Tuttuğu elimi sıktığında yanımdan geçti. Beni de kendiyle yürütmeye başladığında anlamak istemiyordu. Alayla güldü. Soğuk havada eve doğru yürüdük. Kabullenecekti. Dediğimi yapacaktım. Gideceğimi herkese inandıracak, olur da şansım olursa buradan gidecek ve kendimi öldürecektim. Eve girdiğimizde elimi elinden kurtardım. Adımları durdu. Bana döndüğünde ise yüzü korkarak bakıyordu.

"Manyak. Ben ciddi-"

"Ben de ciddiyim. Bütün gece soğukta falan mı kaldın?"

Derin bir nefes verdim ve dolan gözlerimi sildim. Böyle olmayacaktı. İnadına söyletmeyecekti. Ben ise ona kabul ettirecektim. Bu böyle olmazdı.

"Manyak."

Gözlerime baktı. Sus artık der gibi. Anlamıştı. Dediklerimi çok güzel anlamıştı. Sadece reddediyordu. Ancak ne kadar çabuk kabul ederse o kadar iyi olurdu. İkimiz için de. Gözlerimi ondan kaçıran ben oldum. Tepkisini görmek istemedim.

"Gidiyorum. Uçağım bugün."

Kafam dönmeye başladığında yapacaklarım arasında en kolay olanın bu olduğunun farkındaydım. Oysa ben bu yaptığımla bile fazlasıyla kötüydüm. Parmaklarımın arasında olan kağıdı sıktım. Gerçekler bu kağıttaydı.

"Neden?"

Buz gibi sesiyle daha fazla onun da reddedemeyeceğini anladım. Gözlerimi kaldıramadım. Neden? Gerçekten neden gidiyordum? Neden bu oyunlara girmiştim? Neden her şeye atlamıştım? Neden çocukluğum bunları düşünmüş, bende öylece yapmıştım? Neden gitmek istiyor ama gidemeyeceğimi de biliyordum? Neden onun bu sorusu bu kadar canımı acıtmıştı. Daha bir çok neden ile soru sorabilirdim kendime lakin o sinirle konuştu.

"Bana cevap ver!"

Sesi ilk gün ki gibiydi. Bir duygu barındırmıyordu. Gözlerine ise bakamadım. Gözleri de ilk gün ki gibi olur diye korktuğumdandı belki. Gözlerim tekrar doldu. Ancak bu sefer susmadım.

"Öyle gerekiyor çünkü."

Ne kadar da kale alınmaz bir cevaptı bu. Ne kadar da acımasız. Senin bilmene gerek yok der gibi aynı. Aynı, hayatıma karışma lüksün yok der gibi. Ben bir karar aldım ve sen buna ne karışabilir ne de bir şey yapabilirsin der gibi. Sadece haber etmek istedim der gibi... Gözlerimin dolmasını umursamadan ona baktım. Siyahlıklar inanmaz gibiydi. Ancak ben gözlerimde olan bütün duyguları sildim. Çocukluğumdan güç aldım. Ne kadar ciddi olursam o kadar çabuk anlardı. O kadar çabuk kabul ederdi. O kadar çok gitmek isteyen birisi, geride kalanları umursamamalıydı. Çocukluğumun konuşmasına izin verdim.

"Bugün saat üçte, birazdan çıkıp diğer evime gideceğim. Almam gereken eşyalar var." Sesim kısıldı. "Yanmadılarsa tabi." Gözlerimi kaçırdım. "Belki sonra görüşemeyiz, vedalaşalım diye dedim."

Bu cümleler çocukluğumun ne kadar acımasız olduğunu gösteriyordu. Ne kadar da umursamaz, ne kadar da duyguları önemsemediğini...

"Söylemeyecektin yani."

Sorusuyla içim yandı. O kadar masumca sormuştu ki... Çisem Kaya bu sorusu karşısında ağlardı. Çünkü biliyordu ki söylemezdi. Çisem Kalen izin vermezdi. Son dakika öğrense ne olacak, şimdi öğrense ne olacak derdi. Ben ise haklı bulur ve onaylardım. Bu sorunun altında ise, hayatında benim yerim ne diyordu resmen. Kırgınlığını yansıtıyordu. Acıyla yutkundum ve çocukluğuma yine izin verdim. Kendi acımdan konuşmazken, çocukluğum konuşsun ve daha çok acıtsın istedim.

"Evet. Bilince de bir şey değişmeyecek çünkü."

Gözlerim siyahları buldu. Hayal kırıklığı ile bakıyordu. Anlıyormuş gibi kafa salladı. Omuzları çökmüştü. Bu haliyle canım daha çok yandı. Ancak o canımı daha da çok yakacak şekilde mırıldandı.

"İyi, vedalaşalım." Gözlerim tekrar doldu bu dediği ile. O ise benden bir adım daha uzaklaştı. "Karşıma bir başkası olarak değil, Kaçak olarak çıktığında vedalaşırız."

Gözümden bir yaş aktı. Anlamıştı. Konuşanın ben değil, çocukluğum olduğunu bile anlamıştı. Bir adım daha uzaklaştığında arkasını döndü. Bu konuşmayı tekrar gerçekleştiremezdim. Buna gücüm yetmezdi.

"Manyak."

Adımları durdu. Sesim titremişti. Gözümden bir yaş daha süzüldü. Çocukluğum ile aramızda ki fark buydu işte. O her durumda güçlü durabilirken ben duramıyordum. kafasını çevirdiğinde göz göze geldik.

"Böyle yapma."

Dediğim ile yüzü gerildi ve bana tamamen döndü. Sinirlendiğini hissediyordum.

"Böyle yapma mı?"

Yanıma geldiğinde bileğimi sertçe tuttu ve kaldırdı. Gözlerimi pişmanlıkla kaldırdım. Parmaklarımın arasındaydı o kağıt.

"Kaçak, ben zaten hiçbir şey yapmıyorum." Bileğimi salladığında bu sefer sesini kısık tutamadı. "Siktiğimin bir kağıdı yüzünden gelmiş bana gideceğini söylüyorsun! Lan bugün gideceğim diyorsun!" Elimi bıraktığında gözlerimi araladım. "Bana bir açıklaman bile yok."

Sesi kısıldığında gözlerimi sildim. Ona baktım lakin kafasını olumsuzca salladı.

"Sakın. Sakın bir açıklama yapma. Şimdi değil." Eli kafasını bulduğunda sinirlerine hakim olamıyor gibiydi. "Saçmalık dinlemek istemiyorum."

Bu dediği ile canım daha çok acıdı lakin çocukluğumun da sinirlendiğini hissediyordum. Sessizce fısıldadım.

"Saçmalık mı?"

Elini kafasından çektiğinde doğruca yüzüme baktı ve bana yaklaştı.

"Saçmalık. Saçmalık Kaçak!" Bana doğru eğildi. "Sırf bir kağıt parçası yüzünden eğer hayatını değiştireceksen bu saçmalıktan başka bir şey değil."

Gözümden bir yaş daha süzüldü. Çocukluğumun sinirlendiğini fazlasıyla hissediyordum.

"Bilmeden konuşuyorsun."

Gözümü sildiğimde bu dediğime alayla güldü.

"Bilmeden mi?" Bana doğru geldi ve elimde ki kağıdı aldığı gibi yere fırlattı. Gözlerimi sinirimle kapattım. "Sırf bir kağıt için gitmiyor musun? Al kağıt! Hayatını bir kağıt yüzünden değiştirecek kadar zavallı olamazsın!"

Çocukluğumun hayatıydı o kağıt. Benim iki yılıma mal olmuştu o kağıt. Beni delirtmişti. Halüsinasyonlar göstermişti. Vücudumda geçmeyen yaralar bırakmıştı. Gördüğüm kabuslardı. Annemi almıştı. Kırk beş hayata mal olmuştu. Sırf bir kağıt için gitmiyor muydum? Evet. Sırf bir kağıt için gidiyordum ki tekrar bunlar olmasın. Tekrar kayıplar olmasın. Tekrarı olmasın hiçbir şeyin. Onları da kendimi de kaybetmeyeyim diyeydi. Gözümden bir yaş süzüldü. Acıyla yutkundum. İnsanlara kolay gözükebilirdi. Lakin o kağıt benim tüm benliğimdi. Siyahlara kırgınlıkla baktım.

"Haklısın. Bir kağıt için hayatımdan vazgeçecek kadar zavallının tekiyim."

Gözlerimi sildim. İşte en kötüsü de buydu. Tüm bunları haykırarak bağıramamak. İsyan edememek. Çocukluğumu elimden aldılar diye çığlık çığlığa ağlayamamak. Sadece ve sadece haklısın diyebilmek. Haklısın... Gözlerimi siyahlardan ayırdım. Yavaşça elimden alıp yere savurduğu kağıdı eğilip aldım. Tekrar siyahlara döndüğümde söylediğine pişman olmuş gibiydi. Ben ise tebessüm ettim.

"Ve sen benim gibi zavallı ile uğraşacak bir adam değilsin, Korlu."

Yutkunduğunda ben ona daha fazla bakmadım. Odama çıkmak için yönümü ondan çevirdiğimde görmeyi beklemediğim bedenleri gördüm.

"Kaçak."

Bakmadım. Bakarsam dayanamazdım. Ben bugün hayatımın en güçlü kararını verip babamın karşısına çıkmayı göze almışken, kendime sırf yenilmemek için zavallı demiştim. Bunu da asla unutabileceğimi sanmıyordum. Arkamda öylece onu bırakırken merdivenlerde gördüğüm bedenlere doğru ilerledim. Seslere uyanmış olmalılardı. Kaan ne olduğunu anlamış gibi kafasını eğmişti. Deniz endişeliydi. Sarı'ya ise bakamadan tekrar gözlerimin dolmasıyla kafamı eğdim. Öylece onlarında yanından geçtim.

"Çiso."

Tahammülüm yoktu. Canım acıyordu. Kendime bunu yaptığım için. Bugün hayatımın en büyük kararını verip sonra kendime zavallı dediğim için. Ancak bir yandan da haklı olduğumu bildiğim için. Odama doğru adımladım. Aşağıdan konuşmaları duysam da dinleyemedim. Sinirliydim ve yeni yeni fark ediyordum. Salak gibi bir uçak bileti alıp tüm her şeyi hızlandırdığım için. Babamın ayağına kendim gittiğim için. Ve tüm bunları yapmamı söyleyenin çocukluğum olduğu için. Onu dinleyenin ise kendim olduğunu biliyordum. Gözümden bir yaş düştü. Kendime bu yaptığım haksızlıktı. Hayatın yıllar sonra her şey tam düzelmişken babamı karşıma çıkarması, haksızlık değildi de neydi? Her şey düzene girmişken. Ölümden bile kurtulup sevdiğim insanlar bulmuşken... Her şeyin en başa dönmesi çok acımasızcaydı. Odama girdiğimde dolaba döndüm. Elimde tuttuğum kağıdı hızla masamın üstüne fırlattım. Kendi hayatımı bir başkası fırlatırken canım yanıyordu ama ben yapınca... Canım acımıyordu bile. Dolabımın en altında olan valizi çıkardım. Hızla yatağa koyduğumda burada daha fazla durmayacaktım. Kimsenin canını daha çok yakmayacaktım ve yakmasına da izin vermeyecektim. Hızla valizi açtım.

"Kaçak."

Gözümden akan yaşları sildim. Arkamı dönmedim. Dolaba doğru ilerledim.

"Çisem, sakin mi olsan?"

Kapımın önünde olduklarını görebiliyordum ancak birisine bile bakmadım.

"Çiso, bu valiz ne?"

Dolabımdan kıyafetlerimi almıştım ki ellerim dondu bu soru karşısında. Gözlerim acıyla kapandı. O kadar masumca sormuştu ki aklıma dün dedikleri geldi. Sarı... Ona bakamadım. Burada ki herkesin haberi vardı gideceğimden ama o, söylememiştim. En habersiz oydu. Ve düşündüğü şeylerin korkusu sesine vurmuştu. Kafamı yaptığım ve yapacağım şeylerin ağırlığı ile dolaba yasladım. Geride kalacaklara olanların acısı...

"Çisem, bu ne?"

Sarı'nın donuklaşan sesi ve Çisem demesi. İşte gerçekler buydu. Ancak ben güçlü olacaktım. Kafamı kaldırdım. Sarı bana değil bavula bakıyordu. Diyeceklerimin zorluğu ile sadece susabildim. Sarı'nın gözleri endişeyle bana döndü. Elimde tuttuğum kıyafetlerime baktı. Sonra anlamak istemez gibi gülümsedi ama o gülümseyişinin ardında gerçekler vardı.

"Tatile mi gidiyoruz? Nereye?" Gözlerimi kapattım. "Ben İstanbul'da tatil falan yapmam bak. Güzel bir yer ayarladım de. Nereye gidiyoruz?"

"Aras."

Kaan konuştu lakin Sarı susmadı. Oysa biliyordu tatil falan olmadığını.

"Şimdi bu havada da sıcak bir yer bulmak zor olmuştur ama sen de kış tatili yapmazsın. Nereye gidiyoruz?" Bana doğru yaklaştı. "Ayrıca bana niye önceden haber vermediniz ben daha giyeceklerimi ayarlamadım."

Gözlerimi araladığımda gülerek bana bakıyordu. Nasıl da zordu kardeşini kaybetmiş birisi daha dün bana kardeşim demişken ona gideceğimi söylemek. Nasıl da zordu. Çocukluğum rol yap derken bunları da hesaplamış mıydı? Bu kadar canımı acıtacağını düşünmüş müydü?

"Sarı..."

"Bak kızlar falan peşimde dolanırsa kıskanmak yok tamam mı?"

Korkuyla yüzüme bakarken gülümsüyordu. Anlamıştı aslında her şeyi. Benim gözlerimden anlardı o bir kere tüm düşüncelerimi. İçimi okurdu. Yine öyle yapsındı. Bana söyletmesindi.

"Çiso, tatilde bunlar mı giyilir?"

Dolabıma döndü. Elimde ki eşyaları tuttu ve bıraktı tekrar yerine.

"Yok mu kızım senin şortun falan?"

Gözümden bir yaş süzüldüğünde Sarı çocuk gibi dolabıma bakıyordu. Ancak gülümseyişi gitmişti. Derin bir nefes verdi. Ardından saniyeler sonra bana baktı. Gözümden akan yaşa takıldı o gözleri.

"Sen niye ağlıyorsun?"

Gözlerimi kapattım. O ise düşündüğü hariç her şeyi söyledi.

"Korlu ile falan kavga edip onu korkutmaya çalışıyorsan benim ev var bak. Oraya gideriz birlikte. Korkar bu enayi merak etme iki günde. Çok kalmayız yani."

Gözlerimi araladığımda bana düşündüklerini söylememem için endişeyle bakıyordu.

"Aras."

"Kes!"

Manyak'ı bağırarak susturduğunda canının yandığını gördüm. Yine de gülümsedi.

"Çiso, bir şey desene. Bak orada çok güzel balık da yapıyorlar." Gülüşü büyüdü. "Sen lahmacun sevmemiştin. Balık yeriz."

"Sarı."

"Balık da sevmiyorum deme."

Gerçeği söylemek için eline uzandım. Yavaşça tuttuğumda ellerini sıktı.

"Ben gidiyorum." Acıyla yüzüne baktım. "Sadece ben."

Gülüşü büyüdü.

"Öyle bir şeye abin olarak maalesef izin vermem. Ayrıca şurada ki dallamaya bile razıyım ama ben başka bir damat istemem." Elini elimden kurtardı. Ardından bavuluma doğru döndü. "Kusura bakma Çiso ama bu kadar küçük bavulla şehir mi değiştirilir?"

Bavulumu kapattığını duyduğumda gözlerimi kapattım. Ne yaparsam yapayım o Manyak gibi hemen anlamayacaktı. Sarı'ydı bu. İnat edecekti kabul etmemek için.

"Aras."

Kaan tekrar ona döndüğünde sinirle konuştu.

"Ne Aras! Aras ne! Çiso gelmiş gideceğim diyor, biriniz de demiyor ki nereye! Kızın abisi olduk tamam da her şeyi ben mi diyeceğim lan!"

Bavulum fırlatıldığını duyduğumda derin bir nefes verdim. Gözlerimi araladığımda Kaan hala sakince konuştu.

"Gitmesi şuan için en iyi-"

"Sikerim iyisini!"

"Aras!"

"Sen asıl sus! Kızı seviyorum diye dolanıyorsun ortalıkta! Gideceğim diyor sen kalkmış bir de üstüne kavga ediyorsun!"

Bu sözlerden sonra Manyak'ın a sakin kalmayacağını çok iyi biliyordum ve araya girdim.

"Bizi yalnız bırakın."

Manyak doğruca bana baktı. Gerilen yüzü kırgınlıkla düştü. Ben doğru düzgün ona bile bir açıklama yapmamışken bunu Sarı'ya yapıyor olmam onu kırmıştı. Haklıydı da. Lakin şuan aramızda en çocukça davranan kişi Sarı iken onu erteleyemezdim. Manyak hafifçe kafa salladı. Ardından bir şey demeden öylece çıktı. Her şey üst üste geliyordu ve ben bu kadarına hazırlıklı değildim. Kaan bana baktı. İyi misin der gibi. Hafifçe tebessüm ettiğinde sıkıntıyla soludu. Deniz bir bana bir delirmiş halde odamda dolanan Sarı'ya baktı. İçini rahatlatmak adına ona da gülümsediğimde yavaşça kapıyı kapattı. Ben ise hiç Sarı'ya dönmeden tekrar dolabıma döndüm. Kıyafetleri aldığımda cevabından korksam da mırıldandım.

"Kızgın mısın bana?"

Adım atışları kesildi. Kıyafetlerimi aldığımda ona bakmadan yatağımın üzerine koydum.

"Ne zaman gideceksin?"

Herkese bağıran sesi bana gelince kısılmıştı. Ona bakmadım. Bakmamı istemediğini de çok iyi biliyordum. Fırlattığı bavuluma eğildim ve tekrar yatağıma koydum.

"Bugün. Saat üçte."

Gülen sesini işittim. Bavulu açtım.

"Hangi şehir?"

Yurtdışı ihtimaline değinmiyordu bile. Bavula getirdiğim kıyafetleri koyduğumda gözlerim doldu lakin o şuan böyleyken karşısında ağlayamazdım. Çünkü o sadece gitmek istediğimi bilirse yanımda dururdu. Ve benim onun yanımda durmasına ihtiyacım vardı.

"Şehir değil, İngiltere."

Kıyafetlerimi yerleştirdiğimde tekrar dolabıma döndüm. Ondan ise ses gelmedi. Kıyafetlerime baktım.

"Kızdın mı?"

Cevap gelmediğinde ona dönecektim ki eşyalarım ile yanımda belirdi. Dolabıma tekrar koymaya başladığında yüzüme bakmadı. Ancak yüzüne saniyeler sonra bakmış olan ben, onu ne kadar kırdığımı anladım.

"Öldürürüm, yine göndermem seni bir yere."

Kıyafetimi dolaba koyduğunda elini tuttum. Bana bakmayan yüzü saniyeler sonra bana döndü. Gözleri doğruca dolmuş olan gözlerimi buldu.

"Hele bir kağıt için asla göndermem."

Elini sıktım.

"Yapma."

Kıyafetimi tekrar rafa koydu elimi ittirip.

"İstersen o kağıtta hayatın söz konusu olsun, ki sen öleceğini bilsen bile bir yere gitmezsin. Başka bir şey var."

Elleri yenilgiyle durdu. Kafasını dolaba yasladı. Bu sefer mırıldandı.

"Çisem, ne var o kağıtta?"

Acıyla yutkundum.

"Hayatım var, o kağıtta benim hayatım var Sarı."

Derin bir nefes verdiğinde yaslandığı yerden ayrıldı ve bana baktı. Kıyafetlerimi yere fırlattığında ellerini açtı. Bugün en çok ihtiyacım olan şeyi o yapmıştı. Burukça tebessüm ettiğimde daha fazla dayanamayarak ona sarıldım. Elleri belimi bulduğunda sıkıca sarıldı. Dolan gözlerim bu yaptığı ile yaşları daha fazla tutamadı.

"Teşekkür ederim."

Derin bir nefes verdi. Ve sanki konuyu dağıtmak ister gibi bana döndü.

"Benim gibi yakışıklı birisiyle sarıldığın için mi yoksa diğer gereksiz nedenlerden mi?"

Ağlarken kıkırdadım. Lakin o gülemedi. Yine beni güldürdü ancak kendisi gülmedi. Kafamı kaldırdığımda bana kederle baktı.

"Gidince ne değişecek?"

Gülen yüzüm yavaşça soldu.

"Hayatım."

Yavaşça ayrıldığımızda bedenini duyduğu ile tekrar dolabıma yasladı. Derin bir nefes verdi.

"Gitmesen ne değişecek?"

Ben de onun gibi bedenimi dolaba yasladım ve yine aynı cevabı verdim.

"Hayatım."

Sarı kafasını eğdiğinde bana baktı.

"Kaan izin verdiğine göre geri döneceksin yani."

Diyemedim ki hiç gidemeyeceğim. Kafamı olumlu anlamda salladım. İçini rahatlatmak istedim.

"Ne kadar kalacaksın?"

"Birkaç hafta."

Sinirle başını kaldırdı ve ofladı.

"Birkaç hafta çok uzun. Olmaz. Bak yine diyorum, aşağıdaki dallamaya bile tamamım ama yabancı damat istemem."

Hafifçe tebessüm ettim. Ardından ben de onun gibi cevap verdim.

"Senden yakışıklısını bulursam belki damat olabilir."

Gülümsedi. Buruk bir gülümseme.

"İçimi rahatlattın bak. Çünkü benden daha iyisi yok. Gerçi sen aşağıda olan göte de baktın pek güvenemiyorum ama..."

Derin bir nefes verdiğimde o çoktan Manyak'ın izin vermediğini ve neden kavga ettiğimizi anladı. Omzuyla omzuma vurduğunda ona baktım.

"Hadi ben de istemeyip ilk fırsatta vazgeçecek olsam da, sana karşı gelmeyeceğim. O lavuğu nasıl ikna edeceksin? Hayatta izin vermez."

Kafamı tavana diktim. Bir süre bakındım.

"Bilmiyorum. Bir şekilde kabul etmesi lazım."

Hafifçe mırıldandı.

"Rus sevgiliden sonra bir İngiliz'i kaldırabileceğini sanmıyorum."

Bu dediği ile ikimizde gülmeye başladık. İşte onun en sevdiğim yanı buydu. Belki de o kadar şey yapmış olmasına rağmen ona bu yüzden kızamıyordum. Her şeyde beni güldürmeyi biliyordu çünkü. Takılı kalmıyordu. Çocuk gibiydi. Bir şekilde gülebileceği bir sebep yaratıyordu. Bana döndü gülerken.

"Bana bir tane sarışın bulup fotoğraf atacağına söz verirsen gitme konusunu tekrar düşünebilirim."

Gülüşüm büyüdü. Ardından vereceğim cevabı bilemediğimden ne diyeceğim hakkında tıkandım. Gülüşüm donuklaştı. Sarı bu ani değişen yüz ifadem ile duraksadı.

"Ne o? Sevgiline üzüldün mü? Kızım bu kadar yufka yürekli olursan seni yerler."

Hafifçe gülümsedim ve kafamı olumsuzca salladım.

"Gidersem... Yani gidince bir tane senin gibi bir sarışın bulursam atacağım, söz."

Bu halimle bana baktı. Ardından elini hafifçe kaldırdığında ne yaptığına bakındım. O ise rafta duran kıyafetimi tuttuğu gibi çekti. Onun üstünde olanlarla birlikte hepsi ortamızdan yere düştüğünde hayretle ona baktım.

"Sarı..."

Bir tane daha tuttuğunda hızla elini tuttum.

"Ne yapıyorsun?"

Gülümsedi.

"Önüne engel koyuyorum."

Elime rağmen hızla çektiğinde bir düzine kıyafetim de dağılarak yeri buldu.

"Sarı!"

Yüzünü buruşturdu.

"Bağırmasana kulağımın dibinde."

Bir tane daha çektiğinde ayaklarımın ucuna kıyafetlerim dağıldı. Sinirle ona baktım.

"Eğer bir daha yap-"

Gülerek bir kez daha yaptı.

"Sarı!"

"Tamam, tamam."

Yaslandığı yerden ayrıldığında askılığa eğildi. Orada kazaklarım ve sweatshirtlerim vardı.

"Sakın."

"Tamam dedim ya. Sadece gözlerini kapat. Sana benim hakkımda bilmediğin bir şey göstereceğim."

Kaşlarım çatıldı.

"Kıyafetlerimden mi?"

Kafasını salladı ve oldukça ciddiydi.

"Sarı saçmalama yere fırlatacağını biliyor-"

"Of hayır. Kapat gözlerini. Kapatmadan önce de hepsine bak çünkü on saniye sonra tüm sıralamayı değiştireceğim."

Dediği ile yüz ifadem değişti.

"O nasıl olacak?"

Güldü.

"Bir sihirbaz asla sihri hakkında bilgi vermez mi ne sözü vardı ya, ondan Çiso. Kapat şimdi gözünü."

Elimle bir dakika işareti yaptım ve kıyafetlere baktım. Renkleri aklımda tutmaya çalıştım. Kahverengi. Siyah. Bordo. Renkli vardı bir tane. Tekrar siyah. Ardından lacivert. Kafamı merakla salladım.

"Sadece on saniyen var bak."

Güldü ve kafa salladı. Gözlerimi kapattığımda mırıldandım.

"Başlıyorum saymaya."

"Bekle."

"Ne?"

Önümde bir hareketlenme oldu.

"Bu kaç?"

Sinirle soludum.

"Görmüyorum salak. Başla işte."

Derin bir nefes verdi.

"İyi başla saymaya."

Güldüm ve mırıldandım.

"Bir."

Askılık sesi duyduğumda tüm kıyafetleri indirdiğini anladım.

"Sarı, onları sen yerleştireceksin eğer ki bozarsan."

"Saysana kızım sen."

Cidden yapacağına inanmıyordum ve pişmanlıkla gözlerimi açacağımı bilsem de saydım.

"İki." Bir koşturma sesi duydum. "Sarı?"

"Say!" Gözlerimi açacaktım lakin bağırdı. "Sakın açma gözlerini!"

Sesi uzaktan mı geliyordu? Bir kapı sesi duymam ile gözlerimi açmıştım ki gördüğüm ile haykırdım.

"Sarı!"

Ona doğru koşmuştum ki o sırıttı ve gözlerimin önünde tüm kıyafetlerimi balkonumdan aşağıya bıraktı. Ağzımdan bir çığlık kaçtığında şokla ona baktım ve koşan adımlarım onun yanında durdu. Gözlerim aşağıya bakmaya korkuyordu çünkü balkonum hemen aşağısında...

"Abra kadavra!"

Aşağıda gördüğüm... Havuzda yüzen kıyafetlerim. Aşağıdan bize hayretle bakan yüzle karşılaştım. Manyak. Bir havuzda yüzen kıyafetlerime bir bize bakıyordu. Sinirle sırıtan Sarı'ya döndüm.

"Seni abra kadavra yapmam için benim beş saniyem var."

Gülen suratı dediğim ile soldu.

"Gözlerimi ben de kapatayım mı?"

Kafamı olumsuzca salladım.

"Ben açık açık seni havuza atacağım."

Hafifçe güldü.

"Saymaya başlıyorum o zaman."

Tekrar kafamı olumsuzca salladım.

"Süren konuşurken doldu."

Dediğim ile bir bana bir aşağıya baktı. Ardından gülerek kafamdan tuttuğu gibi alnımdan öptü.

"Kardeşlerin en güzeli, bir tanesi. Gitme diye."

Sinirle ona baktığımda doğruca çekildiği gibi balkon kapısından odama doğru koştu. Ben ise sinirle bağırdım.

"Sarı!"

Ben de koşmaya başladığımda çoktan odamdan çıkmıştı. Hızla koştuğumda o bağırdı.

"Lan renkleri değişti işte! Hepsi ıslanma sonucu karardı! Daha ne istiyorsun sen benim gibi yakışıklı sihirbazdan!"

Merdivenlerden indiğimizde ben de bağırdım.

"Suya sokunca sende esmerleşiyor musun diye bakacağım!"

Merdivenlerden indiğimizde o salona doğru koştu ve hayretle bize bakan Kaan'ın üzerinden atladı.

"Çiso!" Yapay bir kızgınlıkla bağırdı. "Saçlarım her şeyim kızım!"

Koltuğa koştuğumda arkasına atladı ve bana gülerek baktı.

"Ayrıca sen benim saçlarım olmasa kime yakışıklı diyeceksin. Dışarda ki uyuza mı?"

Sinirle ben de koltuğa çıktım.

"Saçın olmadan çirkinsin yani?"

Koltuğun arkasından kaçtığında sorum ile afalladı.

"Saçla mı olur bu iş!" Elleri yüzünü buldu. "Yüzüm ayrı bir iyi!"

Hafifçe güldüm. O yüzünü mahvedecektim. Benim koltuktan atlamama engel olan ise Kaan'ın beni tutması oldu.

"Siz iyice delirdiniz!"

Kaan belimden tuttuğunda ben bağırdım.

"Kaan bırak!

"Bırakma!"

Sarı'da bağırdığında Kaan ikimize de çocuk gibi baktı.

"Sabah sabah ne bok yerseniz yiyin."

Beni bıraktığında gülerek Sarı'ya baktım. Koltuktan atladığımda hızla tekrar koşmaya başladı. Koltukların etrafında yaklaşık on tur attığımızda en sonunda vazgeçerek tam karşımda durdu.

"Çiso! Bak, bu böyle olmaz!"

Kaşlarımı çattım.

"Kıyafetlerimi atarak mı olur!"

"Başım döndü ya."

Deniz ikimize de bıkkınlıkla baktığında Sarı ona da bulaştı.

"Aman, yerler o başını."

Deniz sinirle arkasında olan yastığı fırlattığında ben de fırsattan yararlanarak tekrar koşmaya başladım. Sarı ise bu sefer yönü değiştirerek bahçeye koştu.

"Herkesten darbe yiyorum anasını satayım!"

Bahçeye çıktığımızda karşılaştığım diğer yüz Manyak oldu. Bize şaşkınlıkla havuzun kenarından bakıyordu.

"Sarı! Yoruldum lan yeter!"

"Koşmasana kızım peşimden o zaman!"

Hızla havuza doğru koştuğunda ben de peşinden koştum.

"Lan ne yapıyorsunuz!"

Manyak bağırdığında ise doğruca onun üzerine koşuyorduk. Heyecanla bağırdım.

"Sarı'yı yakala!"

Manyak anlamasa da öyle yalvarır gibi konuşmuştum ki hafifçe bu halimize güldü. Sarı ise koşarken küfretti. Her şey ise o anda oldu. Sarı koşuş yönünü Manyak'tan tam çevirip havuzun kenarından hoplamıştı ki Manyak sadece onun kıyafetinden tutabilmişti. Hoplaması ise tamamen Manyak'a patlamış ve dengesini kaybetmesine sebep olmuştu. Ben ise yavaşlayamamış ve ayağımın kayması sonucu tam anlamıyla üzerine düşmüştüm. Ağzımdan bir çığlık kaçtığında saniyeler içinde bedenimi buz gibi bir su sardı. Kendim ile Manyak'ı da düşürmeyi başarmıştım. İşte benim tüm şansım da bu kadardı. Soğuk ile ne yapacağımı bilemezken belimi bir elin sarmasıyla bedenim yukarıya doğru çekildi. Su üzerine çıktığımda öksürmeye başladım. Her yerimden su yutmuştum lanet olsun ki. Kulaklarımı ise bir kahkaha doldurdu. Kafamda hissettiğim şeyi uzaklaştırdığımda bunun sarı kazağımın olduğunu gördüm. Bu Sarı'nın laneti falan mıydı? Saniyeler içinde kendime geldiğimde beni tutanın da Manyak olduğunu fark ettim. Bir eliyle bedenimi suyun üstünde tutarken o da su yutmuş olmalı ki gözlerini sudan temizliyordu.

"Manyak..."

Gözlerini açtığında ıslanmış saçlarını ve kirpiklerini gördüm. Derin bir nefes verdiğinde bedenimi iyice kendisine çekti. Açıkçası şuan rahatsız değildim çünkü buz gibi alanda tek sıcaklık oydu. Ellerim omzunu bulduğunda hala gülen kişiye ikimiz de aynı anda döndük. Sarı... İkimize bakıyor ve daha çok gülüyordu.

"Ne oldu lan bura-"

Kaan'ın sesiyle sinirli bakışlarımı Sarı'dan çevirmiştim ki Kaan'ın hayret dolu bakışlarını gördüm. Deniz'de geldiğinde halimiz rezillikti. Lakin şuan bunları düşünemeyecek kadar üşüyordum. Gecenin soğuğundan kalma sudaydık resmen. Hasta olmasak iyiydi. İyice Manyak'a sokuldum.

"Sarı!"

Sarı gülmesini bastırmaya çalıştı. Ardından omzunu gösterdiğinde omzuma baktım. Kafamdan attığım kazağım omzumdaydı şuan. Sinirle onu aldım ve Sarı'ya fırlattım. O kaçmayı başarırken konuşan kişi farklıydı.

"Ben bir havlu getireyim eni iyisi."

Deniz hızla içeriye girdiğinde Sarı bağırdı.

"İki olsun o!"

Gülmeye devam ettiğinde ona ne yapacağımı ben bile kestiremiyordum açıkçası.

"Böyle bir şey olacağı belliydi de olan Eren'e olmuş."

Kaan konuştuğunda ona döndüm lakin Sarı yine gülerek konuştu.

"Sence şuan hiç şikayetçi gibi duruyor mu?"

Sarı'nın dediği ile Manyak'a dönmüştüm ki yüz yüze geldik. Fazla yakındık ve ona yaklaşan ben olmuştum. Gözleri gözlerimdeydi. Ve gerçekçi olmak gerekirse gerçekten de hiç şikayetçi durmuyordu. Hatta Sarı'yı duymamış gibiydi. Boğazımı temizlediğimde ondan yavaşça uzaklaştım.

"Pardon. Ben üşüdüğüm için şey..."

Sarı benim cümlem ile daha da güldüğünde Manyak belimde olan elini çekmedi ve gözlerime bakmaya devam etti. Ardından kafasını salladı.

"Soğuk."

Gözleri dudaklarıma kaydı. Muhtemelen kızarmış olan dudaklarıma...

"Saçmalamayı kesin de gelin buraya. Hastalanacaksınız."

Kaan bize doğru geldiğinde elimi buz gibi suya soktum. Ardından Manyak'ın elini umursamadan yavaşça kenara doğru ilerledim. Eli belimden çözüldüğünde vücudumda olan tek sıcaklık da böylece benden ayrıldı. Yüzümü astım. Bedenim soğuğu görünce çabuk hastalanabiliyordum ve bu benim için hiç iyi olmamıştı. Deniz içeriden koşarak geldiğinde elinde havluları gördüm. Kaan bana elini uzattığında elini tuttum. Bedenim sudan çıktığında buz gibi hava beni karşıladı. Deniz havluyu hızla bedenime sardığında gerçekten pis üşüyordum. Benim ardımdan Manyak'da destek alarak çıkmıştı ki Sarı elini uzattı.

"Valla pardon ama sana da yaradı gibi."

Manyak gülerek elini tuttu.

"Kendimin de düşeceğini bilmesem seni şu suya sokup boğardım ama gerçekten soğuk."

Sarı daha da güldü. Elleri ayrıldığında Deniz havluyu Manyak'a uzattı. Ben ise hala onu süzüyordum. Tişörtü bedenine yapışmıştı. Ve açıkçası saatlerce onu böyle izleyebilirdim. Saçları çok güzel önüne dökülüyordu. Islak kirpiklerinin ardında olan siyahlarını yakından görmek için ise her şeyi yapabilirdim. Gözleri beni buldu.

"Çisem, doğruca duşa."

Kaan beni ittirdiğinde kendime geldim. Titreyerek içeriye doğru adımladım. Yanıma Sarı gelip elini omzuma attığında hızla kaldırdı.

"Buz gibisin lan."

Derin bir nefes verdim o ise geri elini omzuma koydu.

"Sarı, gözüme gözükme."

Güldü. Ardından bana doğru eğildi.

"Ne var kızım, aşkınız pekişti işte."

Sinirle karnına vurduğumda o mecburen eğildi. Ben ise hızlı adımlarla içeriye koştum. Sıcak ev bile bedenimi ısıtmadığında bu sefer üst kata doğru koşturdum. Artık koştuğumda bedenime vuran havayı bile soğuk algılıyordum. Resmen kışın havuza düşmüştük. Merdivenlerden çıktığımda odama doğru koştum. Kapıyı kapatır kapatmaz havluyu attığım gibi duşa doğru ilerledim. Sıcak suyu ayarladığımda kıyafetlerimi bile çıkarmaya uğraşamadım. Zaten ıslanmışlardı ve bedenim buz kesmişken şuan onlarla uğraşamazdım. Sıcak su ile bedenim çözündüğünde derin bir nefes verdim. Yaklaşık on dakika sonunda duştan çıktım. Kıyafetlerimi giyinirken ise aklıma Manyak geldi. Kıyafeti yoktu. Kaan'ın kıyafetlerini ise en son onun odasından kaldırmışlardı diye hatırlıyordum. Kaan yeni kıyafet sipariş edeceğini söyletip kaldırmıştı ancak söylemediyse şuan ki giysileri misafir odasındaydı. Lakin bunu bilen ev sahibi ise bendim. Oflayarak giyinir giyinmez odamdan çıktım. Manyak'ın odasını bulduğumda kapıyı çaldım. Ses gelmediğinde kapıyı yavaşça araladım. İçeriden gelen duş sesiyle hala çıkmadığını anladım. Odaya girdiğimde kapıyı kapatıp dolaba doğru yöneldim. Kapağını açtığımda gözlerim rafları taradı. Yazlıklar vardı. Kaan'ın kışlıkları neredeydi? Hafifçe geriledim. Gözlerim üst rafları taradığında gördüklerim ile sırıttım. Oradaydılar. Ben oraya doğru uzanacağımda ise odada bir telefon sesi doldurdu. Korkuyla arkamı döndüğümde yatakta çalan telefonu gördüm. Miraç yazısıyla bakıştım. Fazla özele girmek istemediğim için tekrar dolaba döndüm. Lakin sabah sabah aramasına da anlam verememiş değildim. Ayaklarımla dolabın ilk rafına basıp elimle üst rafı yokladım. Allah aşkına bu kıyafetleri buraya hangi geri zekâlı koymuştu. Bir de merdivenle falan mı çıkıyorlardı? Her iki hafta da bir temizlik şirketi geliyor ve etrafı temizliyor diye biliyor-

Bir kapı sesi ile afalladığımda hızla kafamı dolaba gömdüm.

"Kaçak."

Gözlerimi kapattım. Şansıma sıçayım ama.

"Manyak."

Elimle rafı yokladım. Bulduğum ve ne olduğunu bilmediğim şeyi çektiğimde tepeme bir kaç kıyafet daha düştü. Sinirle soludum.

"Hiçbir şey görmedim sadece kıyafet bulmaya çalışıyorum ve tepeme ne düştüğünü söylesen hiç fena olmaz."

Bir gülme sesi işittiğimde bana gelen adımları da çok net duyuyordum.

"Manyak, kör müsün? Uzaktan söylesene."

Elim başımı bulduğunda kafamı tavana kaldırdım. Bir tişörtle bakışıyorduk. Tam üstünde ise bir örümcek vardı. Tiksintiyle tişörtü geriye fırlattım.

"Zevkine edeyim ama Kaan."

"Düşeceksin."

Kafamı olumsuzca salladım. Ardından tekrar rafa baktım.

"Biraz yönlendirirsen hiç fena olmaz. Görmüyorum da çünkü."

Adım sesi işittiğimde gülmeye karışık sesini duydum.

"Yönlendireyim."

Parmak ucuma yükseldim. Bir rafa daha çıkmak şuan en mantıklısıydı ancak dayamaz da düşersem diye korkuyordum.

"Sağda olan pantolon güzel gibi."

Ellerim oraya doğru gittiğinde yetişemeyeceğimi fark ettim. Bir raf daha çıktım mecburen. Benimle birlikte ise uyaran o ses ve belime sarılan eller bir oldu.

"Kaçak."

Ben belimde olan eller ile afallarken aşağıya bakmaya korkuyordum. Bu Manyak duştan yeni çıkmamış mıydı? Ve şuan birlikte kıyafet seçmiyor muyduk? Ne yani şuan alt tarafta çıplak bir biçimde beni mi tutuyordu?

"Kaçak, almayı düşünüyor musun?"

"Ne?"

Bu halime güldüğünü duydum.

"Giyebileceğim bir şeyler diyorum, alacak mısın yoksa biraz daha böyle duralım mı?"

Kafamı anlamış gibi salladım. Ardından mırıldandım.

"Eve tavanla birleşik dolap yaptırmak aptallıkmış. Bunu çok iyi anladım şuan."

Belimde olan elleri sıkılaştı. Derin bir nefes verdim. Ardından kafamı kaldırdım ve görmeye çalıştım. Hemen sağda bir eşofman vardı. Lakin tepesinde de katlı bir ton kıyafet. Umursamadan Sarı misali topluca asıldım. Artık eşofmanın üstünde de nasibine ne çıkarsa onu giyecekti. Kıyafetler yere düştüğünde güldüm.

"Üzerine de ne çıkarsa onu giyeceksin çünkü boyum arkada olan-"

Belimden tutulmam ile indirildiğimde gözlerim fal taşı gibi açıldı. Ayaklarım zemini bulduğunda hemen arkamda olan bedenini hissediyordum. Daha demin duştan çıkan bedeni. Kendime gelmek amaçlı halen belimde olan ellerini tuttum ve kendimden uzaklaştırdım.

"Ben en iyisi çıkayım artık."

Bileğimden yakalanmam ve çekilmem ile bu sefer mecburen ona dönmek zorunda kaldım. Gözlerim doğruca gözlerini buldu. Çıplak olan omuzlarını şuan görebiliyordum ve daha aşağıya bakmaya korkuyordum. Manyak'ın yüzünde olan tebessüm hafifçe kayboldu.

"Önce asıl konuyu sakin bir kafayla konuşalım mı?"

Ona cidden şimdi bu şekilde mi diyen bir bakış attım. Havlu kullanıyordu değil mi? Aşağıda dilediğim dileğe lanet okudum. Islanmış kirpiklerinin ardında kalan siyahlıkları görmek için cidden her şeyi yapmıştım resmen. Ama ben duştan sonra olabileceğini hiç düşünmemiştim ki. Anlamıştım ki dilek dilerken de ayrıntıya girmek gerekiyor-

"Kaçak."

Hafifçe güldü. Dalıp gittiğim gözlerinden ona baktım. Boğazımı temizledim.

"Konuşuruz, sen giyindikten sonra bol bol konuşuruz asıl konu neyse. Ben aşağıdayım."

Ben gitmek için bir adım atmıştım ki boşta olan eli dolapla arama girdi. Koluyla bir süre bakıştığımda buradan çıkamayacağımı anlamıştım.

"Asıl konu ne sence?"

Gözlerimi kapattığımda mırıldandım.

"Bende senin şuan çıplak olman ama sen de ne bilemem."

Bana doğru geldiğinde yüzünde olan gülümsemeyi gördüm. Geriye gitmek amaçlı bir adım attım ama lanet olası dolap vardı. Her şey onun yüzünden olmuştu zaten. Sırıtan yüzü bana yaklaştığında donuklaştı.

"Ben de sensin. Asıl konu aslında tamamen farklı ama sen niye bembeyaz kesildin?"

"Ne?"

Dolaba koymuş olduğu eli yüzümü bulduğunda parmakları önce yanaklarımda gezindi. Ardından alnımı bulduğunda bana bakıyordu.

"Ateşin olma ihtimali kaç?"

Elim benim de alnımı bulduğunda sıkıntıyla ofladım. Yüksekti. Elim benim de yüzümü bulduğunda pek bir şey anlamdım. Ardından omuz silktim.

"Yüksek ama boş ver. İyiyim şuan."

Beni dinlemeyip çoktan kaşlarını çatmıştı.

"Hiç iyi görünmüyorsun, cidden iyi olduğuna emin misin sen?"

Açıkçası iyi görünmeme sebebim şuan karşımda çıplak bir şekilde bana dokunuyor olması da olabilirdi. Çünkü gözlerim hala havlu olup olmadığını teyit etmekte ısrarcıydı ve ben kendimi zor tutuyordum. Elim hızla elini buldu ve kendimden uzaklaştırdım.

"Emin ol hasta olduğumdan değildir o."

Dediğimi birkaç saniye içinde anladığında ağzıma lanetler okudum. Hafifçe güldü.

"Anladım."

"Ben gidiyorum."

Gitmek için tekrar adım atmıştım ki kolu tekrar kapı ile arama girdi.

"Hiçbir yere gitmiyorsun."

Asıl konu diye bahsettiği şeyin gitmem olduğunu sesinin soğukluğundan anladım. Bu konuyu onunla cidden düzgünce konuşamamıştık ancak şuanda pek düzgün bir konumda değildik.

"Önce üzerini giyinsen mi diyorum?"

Yüzüne baktığımda o ciddiyetle kafasını olumsuzca salladı. Ben bu yaptığıyla şokla ona baktım.

"Ne demek hayır?"

Ciddi ifadesine rağmen hafifçe dudağı kıvrıldı.

"Seni anca böyle sakin tutabiliyorum."

Sinirle ona baktığımda gülüşü büyüdü.

"Manyak."

Gülüşü benim ciddi sesimle hemen düzeldi ve bana net bir biçimde baktı. Sanki bu konun dağılmasını o da istemez gibi. Saniyeler içinde ikimiz de konuşmadığımda derin bir nefes verdi ve bana baktı.

"Özür dilerim."

Gözlerimi kaçırdım. Aşağıda konuştuğumuz, pardon kavga ettiğimiz konudaydı. Zavallı konusu. Omuzlarımı silktim.

"Dediğim gibi, haklısın. Özür dilemene gerek yok."

"Var."

Gözlerim onu bulduğunda oldukça net ve pişmandı. Bunu görebiliyordum. Buruk bir tebessüm attım.

"Önemli değil. Oldukça ciddiyim. Alınmadım zaten. Ayrıca bu konuyu daha fazla konuşmak istemiyor-"

"Gitme."

Sesiyle afalladığımda bunu beklemiyordum. Yalvarır gibi konuşmuştu.

"Kaçak. Gitme."

Yutkundum. Bunun karşısında ne diyecek sözüm, ne de herhangi bir cevabım vardı işte. Gözlerimi onun yüzünden ayırdım. Siyahları cevabım için bana ısrarla bakıyordu lakin benim cevabım belliydi. Çocukluğum... Çocukluğum yap demişti ve yapmıştım. Bunun geri dönüşünün olmadığını bilerek yapmıştım. Manyak sanki kaçmamı istemez gibi yüzümü kendisine çevirdi. Acıyla yutkunduğunda yüzü değişti. Ancak bunun nedeni gitmem konusu değildi. Başka bir şey vardı. Eli ıslak olan saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.

"Gidersen eğer burada olanı asla..."

Kendi cümlesini tamamlayamadığında bu sefer gözlerini o kaçırdı. Ben ise merakla ona döndüm.

"Ne var ki burada olan?"

Siyahları bir süre bana bakmadı. Sessizce mırıldandı.

"Buraya bir şans daha ver. Belki iyi bir hayat sen-"

Sözünü ben kestim.

"İyi de zaten sadece birkaç hafta olmayacağım."

Bu dediğime alayla güldü.

"Kaçak, buradaki herkesi bir şekilde kandırabilirsin ama beni asla." Siyahlıklar doğruca beni buldu. "Gidince ne yapacağını çok iyi biliyoruz." Keşke gidebilseydim de o yapacağımı yapsaydım. "Kimliğini değiştireceksin, kendi hayatını yine sıfırlayacaksın. Bir başkası olarak dönüp belki bize bile haber vermeyeceksin."

Çisem Kaya öldü dediğimden anlamış olmasına şaşırmadım. Derin bir nefes çektiğimde içime haklıydı. Gidebilirsem tüm bunları yapacak üstüne kendi ölümümü de ekleyecektim. Ancak gidebileceğimi pek sanmıyordum. Olur da bir ihtimal izin verirler de, buradan kurtulabilirim umudu vardı içimde sadece. O zaman tüm bunları yapacaktım evet. Onlara haber etmeyecektim çünkü dönmeyecektim. Fısıltıyla konuştum.

"Burada kalamam."

Onun dediklerine hayır dememiştim. Olmayacak öyle bir şey dememiştim. Çünkü biliyorduk ki ikimizde ben bunları yapabilecek seviyedeydim. Manyak ise bana eğildi.

"Sadece biraz daha, bir iki hafta daha Kaçak. Sonra söz, gitmene tek bir kelime bile etmem."

Ona anlamayan bir şekilde baktım. Bir iki haftada ne olmasını bekliyordu? Babam beni bulurdu bile. Belki de dövülmekten canım çıkardı. Delirirdim. Bir iki hafta da ne olmasını bekliyordu gerçekten? Olabilecek ihtimaller bunlardı. Gidemeyeceğimi biliyordum ancak babam gitmeyeceğimi öğrenirse oldukça yavaş oynardı oyununu ki zevk alsın. Ben her şeyi hızlandırmış ve yapacağı her şeyi bugün öğrenmeyi amaçlamıştım. O ise bir iki hafta diyordu.

"Bir iki haftada daha burada durursam delirmemden başka bir şey olmaz."

Eli elimi sıkıca tuttuğunda bana eğildi.

"Kendine deli demeyi bırakmanı söylemiştim."

Tebessüm ettim bu dediğine.

"Manyak, delirdiğimi biliyorum. Ve dediğim gibi bundan mutsuz değilim çünkü hayatta kalma sebebim bu."

Beni ikna etmeye çalışır sanmıştım lakin yüz ifadesi sorgular bir hal aldı. Birkaç saniye gözlerime bakındı.

"Ya sana bu hayata tutunmanı sağlayacak bir gerçek sağlarsam."

Kafamı umutsuzca salladım.

"Öyle bir gerçek mümkün değil. Çünkü hayaletim ölmem için elinden geleni yapacak."

Acıyla yutkundu. Sanki böyle dememem gerekiyordu. Eli elimi daha da sıktı.

"Neden? Ölümü neden bu kadar istiyorsun?"

Gözlerimi kaçırdım. Ancak saklamak istemedim.

"Tüm sevdiklerin ölünce, yaşamın pek bir tadı kalmıyor."

Dakikalar sonra yüzüne ilk defa bir gülümseme geldi. Sanki bu cevabım hoşuna gitmişti.

"Yani sevdiğin birisi için hayata tekrar bir şans verirsin."

Kafamı tekrardan olumsuzca salladım. Ardından gözlerine baktım. O siyahlarda kaybolup yok olmak istedim.

"Sevdiğim sence yok mu?"

Bu dediğimi beklemiyordu. İlk defa gözlerine bakıp bir nevi onu sevdiğimi söylüyordum. Elini sıktım. Onu seviyordum. Sevdiklerim elbette vardı ancak hiçbiri öldürdüğüm kendi kardeşimin değerinde olamazdı çocukluğuma göre. Ben kardeşim için ölümü göze almıştım bir kere. Bir başka sevdiğimi kaybetme korkusunu yaşamak yerine kendimi öldürüp, onları kardeşimle birlikte beklemek isteyen bir deliydim ben.

"Manyak, yaşamak için çabalayan benim zaten." Acıyla yutkundum. "Zihnimde ki... Yiğit'in ölümüyle tüm gerçekleri silip atan o. Karşısına şu hayatta en sevdiği şeyi çıkarsak bile o bir kez Yiğit'te takılı kaldı." Gözlerimi kaçırdım. "Ki ona hak veriyorum."

Başını yenilgiyle düşürdü. Anlamalıydı. Neden gitmek istediğimi de, neden ölmek istediğimi de. Neden tüm bunların olduğunu anlamalıydı. Yüzüne baktım tekrar. Ancak o başını bile kaldıramadı. Nedenini ise anlayamadım. Bu kadar canını sıkmış olamazdı anlattıklarım. Konu zaten yurtdışına gidecek olmamdan tamamen çıkmış gibiydi. Eli elimi daha da sıktı.

"Manyak."

Başını kaldırmadan mırıldandı.

"Kaçak."

"Bilmediğim bir şey yok değil mi?"

Gözlerini saniyeler sonra kaldırdığında bana baktı. Gözlerime. Bir şeyler düşündüğü belliydi. Yüzünde çaresizlik var gibiydi. Kaşlarım çatıldı.

"Bir şey olmuş." Saniyeler geçti ancak ağzını bir kez olsun açmadı. Ben ise giderek telaşlandım. "Ne oldu?"

Derin bir nefes verdi. Ardından yüzümü izledi öylece.

"Bana sarılır mısın?"

Ben böyle bir şeyi beklemezken o gerçekten bunu bekler gibiydi. Yutkundum ve zihnim tamamen farklı bir yere kaydı. Şuan çıplak bir halde değil-

Beni kendisine çektiğinde ben donakalırken o hafifçe güldü.

"Kaan eşofman bulmuştu Kaçak."

Hızla ondan ayrıldığımda altına baktım. Kaşlarım çatıldı. Ancak o kızmama izin vermeden beni kendisine geri çekti.

"Adi adam dakikalardır öldüm dirildim ve sen bana bunu şuan mı söylüyorsun?"

Derin bir nefes çekti içine. Ben bu haline giderek şaşırıyordum. Çıplak göğsü bedenimi sararken, kokusuyla etkisi altına çoktan girmiştim ancak bu hali beni korkutmaya başlamıştı. Sakince mırıldandım.

"Manyak, iyisin değil mi?"

Kafasını boynuma gömdüğünde kalbim giderek hızlandı. Lakin bu bir veda gibi hissediyordum. Boynumdan sakince öptüğünde gözlerimi kapattım. O da tüm düşüncelerimi kanıtladı.

"Kaçak'ımla vedalaşıyorum."

Dediği canımı acıttı. Lakin bu normal bir veda değildi. Bir şeyler olmuştu. Hissediyordum bunu.

"Bana ne olduğunu anlatmayacak mısın?"

Elleri belimi sıkıca doladı ve beni biraz daha kendisine çekti. Ancak yine sesimi çıkarmadım. Çünkü cidden veda eder gibi bir hali vardı. Parmakları belime uzanan saçlarımda gezindi.

"Emin ol sana şuan o kadar çok anlatmak istiyorum ki..."

Cümlenin devamı gelmediğinde yavaşça ondan ayrıldım ve siyahlara baktım. Mal mıydı bu? Anlatsaydı ya. Beni kendinden uzaklaştırmak istemez gibi belimi bırakmadı.

"Anlatsana o zaman Manyak."

Hafifçe güldü bu halime. Ancak konuyu tamamen değiştirdi.

"Sen niye ben sana her temas ettiğimde kaçacak bir yer buluyorsun?"

Onun bu sorusuyla kalbim hızlandı ancak zihnim şuan onun bu haliyle daha çok ilgileniyordu. Yoksa çoktan kaçacağımı bende biliyordum lakin bu hali beni gerçekten korkutuyordu. Fazla sakindi. Pis pis sırıtmıyordu. Ya da gitmemem konusunda ısrarcı olmuyordu. Belki de ben abartıyordum ancak hoşuma gitmemişti.

"Sen şuan neden bu konudan kaçıyorsan ben de o sebepten kaçıyorum."

Gülen yüzü yavaşça düştü. İşte tam olarak bundan bahsediyordum. Şuan bana laf sokup gülmesi gerekirken bunu yapmıyordu. Bir eli belimden ayrıldığında her zamanki gibi önüme gelen saçta oyalandı.

"Nedenleri aşmamak için fazlasıyla çaba gösteriyorum."

Gözleri saçlarımdan maviliklerimi bulduğunda ne dediğini gayet iyi anlamıştım. Ancak cidden bu hali iyi değildi. Şuan kalbimin hızlanması saçmalığıyla ilgilenemezdim.

"Sarı bardak kırdığı için mi bir şey oldu ben anlamadım ki. Anlatmıyorsun da."

Bu dediğime hafifçe güldü. Ancak gülüşü hemen yine donuklaştı.

"Eğer ki hastalanırsan, o zaman onun o kafasıyla bardağı bizzat ben kırarım."

Hafifçe dediğine güldüm.

"Ben de en son onu havuzda boğuyordum ama bil bakalım ne oldu?"

O an gözlerimde canlandığında resmen tekrar üşüdüm. Manyak hissetmiş gibi beni kendine çektiğinde sıcacık ve kesinlikle çıplak olan göğsü beni karşıladı. Ben ise asla şikayet etmedim. Soğuğu cidden sevmiyordum. Her ne kadar bir zamanlar sevsem de... Yavaşça eğildi ve fısıldadı.

"Böyle yanıma geldin ve sıkıca sarıldın."

Dediği ile sinirle kafamı kaldırdığımda gülüyordu. Gözlerim gülüşüne takıldığında sesimi çıkartamadım. Ne olduğunu bilmiyordum ama şuan laf sokmasından anladığım kadarıyla eskiye dönmüştük. Kafamı yavaşça salladım. Ardından mırıldandım.

"Soğuğu sevmem."

Gülüşü büyüdü.

"Belli."

Kafamı tekrar salladım ancak neden salladığımı bu sefer ben de bilmiyordum. Bu halimle eli belimden başımı buldu ve tekrar bedenimi kendisine yasladı. Başım kalbinin üstünde dururken gülümsedim. Benim kalbim şuan onunkine bakamayacağım kadar hızlı atıyordu. Belki gitmeden önce yaptığım son aptallıklarımdı, belki de aptallık değildi. Fark etmezdi çünkü şuan mutluydum. İyiydim. Eli saçlarımda dolaştı.

"Kaçak."

Dinlediğimi belirten bir sesle mırıldandım. O ise duraksadı ve başını başıma yasladı.

"Seni asla bırakmayacağımı biliyorsun değil mi?"

Hafifçe güldüm.

"Evet, sürekli bir yerden çıkıp geliyorsun."

Onun da güldüğünü işittim ama bu veda konuşmasına benzeyen konuşmalar, giden kişinin ben olduğum halde canımı sıkıyordu. Bunları benim söylemem gerekmez miydi? Sanki ben değil de o bana veda ediyordu.

"İstediğin kadar kaç, sen Kaçak'sın. Ben seni sürekli kovalarım ama..."

Cümlenin devamı gelmediğinde kafamı yine kaldırdım ve eğmiş olduğu başıyla bu sefer doğruca dip dibe geldik.

"Ama ne?"

Gözleri dudaklarıma kaydığında derin bir nefes verdi.

"Ama bir gün beni seni kovalayamacağım bir durumda bırakma, olur mu?"

Kaşlarım çatıldı. Artık gerçekten sinirleniyordum. Ne diye sürekli buna getiriyordu durumu?

"Manyak, saçma sapan konuştuğunun farkında mısın? Görende giden kişi sensin sanar."

Bana bunun farkında olduğunu biliyor gibi baktı. Ancak gözleri hala cevabımı bekliyordu. Derin bir nefes verdim. Cevabı vermezsem içi rahatlamayacaktı. Yüzünden belliydi.

"Ayrıca o ne demek?"

Gözleri gözlerimi buldu. Birkaç saniye ne cevap vereceğini düşünür gibi düşündü. Ardından sessizce mırıldandı.

"Bugün dediğinin aksine, ölüme bile gidecek olsak bıkmadan kovalarım seni." Dediği ile gerildim. Bu konu hakkında nettim. Böyle bir şey yapmaması konusunda da onu gayet açık uyarmıştım. "Bakma bana öyle, ismimin hakkını taşımam lazım." İsmine de ona da başlardım. Ölüm konusu ben olunca konuşulabilirdi ama o kendisi ve ölümü yan yana getiremezdi. "Konu bu değil."

Cidden anlamıyordum. Konu neydi? Biz şuan tam olarak neyi konuşuyorduk? Neden vedalaşıyorduk? Neden böyleydi?

"Açık açık söyler misin?"

Sıkıntıyla bana baktı. Bir eli tekrar yüzümü bulduğunda parmakları yanağımın üzerinde gezindi.

"Kaçak, benden uzaklaşmak istediğinde istediğin kadar kaç. Ben seni gelir bulurum." Cümlenin devamının kötüye bağlanacağını biliyordum. Öyle de oldu zaten. "Ama sakın bir gün benim gitmem için bekleme olur mu?" Gözlerini bu dediği her şeymiş gibi baktı. "Yüzüme bakarak bana git deme."

Yutkundum. Böyle bir şey beklemiyordum. Oysa biliyorduk ki ben kesin konuşurdum. Git dediğimin zaman bunun sebebi büyük olacaktı. Anlamadığım bunu neden bana söylediğiydi. Benim adıma Kaçak demişti ve her nereye gidersem gelecek kadar Manyak olduğunu biliyordum. Lakin olur da bu hikaye bir gün tersine dönerse ikimizde biliyorduk ki bu bitişti. Çünkü ne o kaçabilecek kadar vazgeçmişti ne de ben ona git dedikten sonra kovalayabilecek kadar manyaktım. İkimizde zıt karakterlerdik ama bir şekilde birbirimizi tamamlıyorduk. Dediği gibi bir gün olur da bu zıtlıklar yer değiştirir ise... İşte o zaman emindim ki birbirimizi iterdik. Ne o gittikten sonra kovalanmak ister ne de ben git dedikten sonra kovalardım. Biliyordum ki bir gün o da bana git derse giderdim. Bu sefer ise kovalamasını ben de beklemezdim. İşler tersine dönerse ne olacağını bilmiyordum. Bilemezdim de. Ancak bildiğim şey, elimden geldiği kadarıyla böyle bir şeye izin vermemekti. Hafifçe onun gerilen yüzüne inat güldüm. Cevabımı korkarak bekliyordu.

"Ne yaptın da çocuk gibi yüzüme böyle bakıyorsun?"

Cevap vermemem ile gözlerini kapattı.

"Kaçak."

"Manyak, eminim sana git denilse de anlamayacak kadar malsındır. O yüzden sana git demem merak etme." Alaya alıyordum ve biliyordu. Ben ise hafifçe güldüm. "Direkt kovarım seni."

Cevap vermeyeceğimi anladığında sıkıntıyla baktı. Tekrar konuşmak için ağzını açtığında ise onu bölen telefonunun çalması oldu. Bu konunun üstünde telefon çalması şuan en iyi şey olmuştu. Çünkü ben de ne cevap vereceğimi bilemeyip dalgaya vurmuştum. Kafasını kaldırıp ofladığında güldüm.

"Telefon Manyak."

Bana eğildi. Gözleri gözlerimde gezindi ve hafifçe güldü.

"Telefon Kaçak."

Ondan yavaşça ayrıldım.

"Açmayacak mısın?"

Elleri belimden çözüldüğünde sıkıntıyla yüzüme baktı. Yatakta duran telefonu aldığında ise doğruca açmasını beklemiyordum. Bana döndüğünde yüzü gerilmişti.

"Efendim Miraç."

Miraç mı? Sabah'ın bu saatinde neden bu kadar üst üste arıyordu anlamamıştım ki. Manyak'ın bana dönüp gerilen gözleri ise ayrı bir meseleydi.

"Atacağım tamam. On dakikaya gelmiş ol."

Buraya mı geliyordu? Miraç mı? Bu saatte mi? Fazla özele girmek istemediğim için sakince mırıldandım.

"Ben aşağıdayım."

Kafasını olumlu anlamda salladığında ben odasından dışarı çıktım. Kapıyı örtüp gideceğimde ise beklemediğim o şeyi duydum.

"Bana bak emin misin?" Sesi bir anda soğumuştu. "Yine de tüm o yıllarda ölenleri dosyaladın değil mi? Ne olur olmaz." Gidecek olan bedenim afalladı. O kişinin ben olma ihtimalim neydi? "Gökçe'yi de bir şekilde uyandırsın Erdem. O salak daha uyumamıştır."

Kapıdan yavaşça uzaklaştım. Daha bugün sabah, gün doğmadan ona anlatmıştım hayatımı. Şimdi ise ölen birisinin dosyasını istiyordu. Bu ne kadar doğruydu? Daha doğrusu ben ne kadar düzgün düşünüyordum? O ölen kişinin ben olma ihtimalim neydi? Odama doğru yol aldım. Daha ne kadar olmuştu anlatalı da o Miraç'a araştırıp buraya gelmesini söylemişti? Ben olmamalıydım. Olmazdım. Mantıklı olmazdı zaten. Bu kadar kısa vakitte dediklerimi hiç umursamadan doğruca araştırmak Manyak'lık hareket değildi. Odama girdiğimde kapımı kapatmıştım ki içeride görmeyi beklemediğim kişiyi gördüm.

"Deniz."

Deniz gözlerini diktiği yerden kaldırdı ve bana baktı.

"Çisem, bu odada tam olarak ne oldu?"

Baktığı yere baktım. Sarı... Tüm kıyafetlerim yerdeydi. Derin bir nefes verdim.

"Sarı işte."

Deniz'in gözleri beni buldu. Moralimin düştüğünü anlamıştı. Hafifçe gülümsedi ve yanıma yaklaştı.

"Neyse, toplarım ben."

"Saçmalama, gerek yok."

Omuz silktiğinde koluma girmişti bile. Ben odama dinlenmek için gelmişken o kapıyı açıp beni çıkardı.

"Sen gidince bu aptallarla uğraşmak yerine eşya toplarım daha iyi. Ayrıca sana kafa dinlemek için sadece bir hafta veriyorum. Sonra haberin olsun ben de gelirim."

Hafifçe güldüm ve aşağıya inen merdivenlerden geçerken hala kapalı olan o kapıyı gördüm. Manyak. Kapısının hemen yanından geçtiğimizde içeride konuştuğunu duyuyordum. Deniz ise hiç duraksamadan merdivenlere doğru çekiştirdi beni.

"Ben de seni çağırmak için gelmiştim. Sıcak bir şeyler yaptım size. Su kaynamıştır."

Kafamı salladım. Merdivenlerden indiğimizde o bana döndü.

"Çisem, sen iyi misin?"

Hafifçe gülümsedim. Aklımda olan Miraç konusunu sildim. Zaten buraya gelmeyecek miydi? Gelince ne olacağını görürdük birlikte. Umursamadan tebessüm ettim.

"İyiyim. Soğuk vurdu sanırım."

Deniz son basamakta beni kendine çevirdi ve dakikalar önce Manyak gibi eli başımı buldu. Elinin soğukluğu ile içim ürperdi. Onun da kaşları çatıldı.

"Ateşin var gibi."

Elini yüzümden çektim ve sıkıca tuttum.

"İyiyim merak etme. İçtim hap. Bir şey olmaz."

İçini rahatlatmak için söylediklerim tamamen yalandı.

"Gerçekten içtin mi?"

Bu sefer onu ben salona doğru çekiştirdim ve onaylayan bir ses çıkardım. O ise elini kurtardı.

"Geç sen içeriye, mutfaktan hemen içecekleri getiriyorum."

O bana bakmadan mutfağa doğru ilerlediğinde gülen yüzüm soldu. Ardından salona döndüm. Sarı uzanmış bir halde tavana bakınıyordu. Kaan'da telefonuna. Uzun bir süredir telefonu benim elimde olduğu için olayı gayet doğal karşıladım. Doğruca Sarı'nın uzanmış olduğu koltuğa ilerledim ve ayaklarının ucunu bedenimi bırakıp ben de onun gibi tavana bakındım. Bu ani hareketimle ise o bana döndü.

"Çiso."

"Ne?"

Derin bir nefes verdiğimde ona şuan bulaşamayacaktım. Havuza itmiş olduğu konuyu sonra tartışırdık. Sarı ise elbette ki durmayıp ayak ucuyla beni sarstı. Ona eğdim kafamı yavaşça.

"Ne oldu be? İki soğukta yüzdüm diye hasta oldum deme bana."

Kafamı onu umursamayarak tekrar tavana döndüm. Gözlerimi kapattığımda uykum gelmişti. Büyük ihtimal soğuk suyu yiyip sonradan sıcacık bir alanda mayıştığımdandı. Kafamı olumsuzca salladım.

"Uykum var."

Sarı'nın tekrar koltuğa uzandığını hissettim.

"Uyu o zaman. Uçağa daha varmış."

Gerilen sesinden anladığım kadarıyla hala beni göndermemekte kararlıydı. Ona doğru döndüm ancak. Hala tavanla bakışıyordu. Aklımı daha fazla kurcalamasına izin vermeyecektim.

"Miraç kim?"

Gözleri beni buldu. Bu ani sorumla yüzü gerilirken onun da bir şeyler bildiğini anladım.

"Miraç kim?"

Kaan'da benim sorumun aynısıyla muhabbete katıldı. Ancak gözleri hala telefondaydı. Sarı'ya döndüm. O ise benim Kaan'a baktığım arada yüzünde ki tüm o gerginliği silmişti.

"O dağ ayısından hoşlandım deme de. Adamın yüzünü gece görsem korkarım."

Bana bakmayacağını anladığımda kafamı kaldırıp tekrar gözlerimi kapattım. Sıkıntıyla soludum.

"Miraç kim?"

Kaan bir kez daha aynı soruyu sorduğunda ben Sarı yerine mırıldandım.

"Manyak'ın bir tane adamı anladığım kadarıyla."

Sarı benim dediklerimin ardından tekrar ayağıyla beni sarstı.

"Sen onunla ne ara tanıştın?"

Gözlerimde fazlasıyla ağırlık vardı. Bir saat uyumak çok tatlı görünüyordu gözüme. Lakin tekrar mırıldandım.

"Ahmet'in kanının sonucunu çıkarması için ona kanı birlikte götürmüştük. Ama hala kim olduğunu bulamadım."

O yüzü hatırlıyordum. Yüz ifadesi zihnimdeydi ama kayıptı. Nerede, nasıl gördüğüm hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Bir o kadar da yakındı oysa bana.

"Hatırlamadım derken."

Sarı'nın sesi giderek sorgular bir hal aldığında Kaan'ın da bu konu üstüne telefonunu kapatmış olabileceğini tahmin ettim. Bu tür adamlarla takılmamı istemiyordu. Ama bilin bakalım kimin evinde iki tane mafya bozuntusu vardı ve biri hemen şuan yanımda yatıyordu? Tabi ki benim.

"O adamı bir yerde gördüğüme eminim."

Gözlerimi araladığımda tahmin ettiğim gibi Kaan telefonunu bırakmış bana bakıyordu.

"Sen niye takıldın peki bu adama?"

Bu sefer soran Kaan'dı. Gözlerimi tavana diktim. Ardından omuz silktim.

"Bilmem, beni rahatsız ediyor sadece."

Kaan ofladı.

"Durup dururken ne alaka onu anlamış değilim? Rüyanda falan mı gördün?"

Gözlerim tavanda gezindi. Desenleri tek tek izledim. Sorusunun üstüne ne kadar zaman geçti bilmiyorum ancak bana baktıklarını biliyordum. Kafamı eğip doğruca bana bakan gözlere baktım. Sarı. O da biliyordu. Buraya geleceğini o da biliyordu. Bunu yüzünden anlamıştım. Olumlu anlamda kafa salladım ve sessizce konuştum.

"Rüyamda gördüm..."

Sarı gerginlikle gözlerini kaçırmıştı ki tüm olayı bozan kişi Deniz oldu.

"Kahveler geldi."

Kafamı yavaşça kaldırdım. Elinde ki tepsiyle gülerek gelmişti ancak yüz ifadelerimizle onun da gülüşü donuklaştı.

"Yine bir şeyi mi kaçırdım?"

Sarı uzandığı koltuktan doğrulduğunda konuyu o tümden değiştirdi.

"Sizin bu evde kahve harici bir şey içilmez mi? Kusacağım artık her yerde kahve içmekten."

Deniz derin bir nefes verdi.

"Sana muzlu süt buldum. Olur mu?"

Tepsiye baktığımda gerçekten de bir kupa farklıydı. Hafifçe güldüm bu dediğine.

"Tam senlik."

Sarı kupayı gördüğünde yüzünü buruşturdu.

"Bu ne?"

"Yeşil çay. Başka içecek yok maalesef."

Sarı bıkkınlıkla bana baktı.

"Sen ne biçim ev sahibisin? İnsan şuraya güzel güzel yiyecek, içecek alır. Soda bile yok."

Masaya konulan kupalardan birisine uzandım.

"Üzgünüm, bir bay beğenmiş geleceğini bilemedim."

Sarı göz devirdiğinde ben sıcacık kahveden içtim. Uykumu açardı umarım. Yoksa bu gün olacakları düşündüğümde bu halde hayatta yapacaklarımı yapamazdım.

"Eren nerede?"

Soru ile gerilip iyice koltuğa sindiğimde Deniz'in sorusunu merdivenden inen kişi yanıtladı.

"Buradayım."

Dakikalar önce dip dibe olabilirdik ancak duyduklarım sonucu ondan on adım uzaklaşmış olan kişi yine bendim. Derin bir nefes verdiğimde dünkü Sarı gibi masada olan kumandaya ben uzandım bu sefer. Manyak'ın ise gelişini hiç önemsemedim. Televizyonu açtığımda Sarı bana doğru yaklaştı.

"Üç yüz altmış altıyı açar mısın?"

Onun bu haline baktım. Hevesle televizyona bakıyordu. Ne olduğunu merak ederek tuşlara basmıştım ki... Sarı hafifçe güldüğünde karşımızda bu sefer tren yerine uçak vardı. Kırmızı kanatlı uçan şeye baktım. Gözleri pek olmamıştı bana göre. Yani küçükken bunu görsem korkabilirdim o gözlerden.

"Dün ki daha güzeldi. Bu gözler olmamış."

Sarı'nın konuşmasıyla kafamı olumlu anlamda salladım.

"Ayrıca erkek uçağı kırmızı yapıp, kızı hangi kafayla mavi yapmışlar?"

Sarı beni onayladığında iki uçak piste indi. O sırada ise yanlarına gelen kamyonu gördüm. Sarı ile ikimiz aynı anda hayretle konuştuk.

"Yok artık, pistte kamyon mu?"

Bir gülme sesi işittiğimde oraya döndüm ki Sarı'da benimle dönmüştü. Herkes ikimize bakıyordu. Yanımda ki Sarı'ya anlamayarak döndüm.

"Bunlar niye bize bakıyor?"

Sarı göz devirdi ve içeceğinden bir yudum aldı. Ben ise onları umursamayıp tekrar televizyona döndüm.

"İki insan birbirini bu kadar bulamaz."

Konuşan Kaan ile ikimiz de tekrardan onlara döndüğümüzde hepsi yine sırıtıyordu.

"Ne var lan? Olmuş mu yani? Uçak pistinde kamyon var."

Sarı hızla savunmamızı gerçekleştirdiğinde bende onu onayladım.

"Yani hayal güçleri bu kadar sınırlıyken çizgi film yapmaları saçma olmuş. Başka araç mı kalmadı?"

Sarı yine beni onaylamakta geç kalmadı.

"Helal kız." Eli omzumu bulduğunda beni kendine çekti. Her şeye rağmen güldüm. "Siz ne anlarsınız ayrıca."

Gülerek kafamı kaldırdım ve Sarı pislik yapmakta geç kalmadı. Burnuma bir fiske vurduğunda sinirle ona baktım. O ise bu halime sırıtarak baktı.

"Sen bu itin bizi havuza düşürdüğünü hatırlıyorsun değil mi?"

Sarı'da olan gözlerim konuşan Manyak'a döndü. Olabildiğince konuşulanları unutmaya çalışarak cevap verdim.

"Ne var yani? Olur öyle şeyler. İki gün sonra ben de onun evini havuz yaparım."

Sarı'ya masum bir gülümseme attığımda son dediğime takılı kalmıştı.

"Ciddi değilsin değil mi?"

Dudak büzdüğümde diğer elinde tuttuğu çayı kendime çektim. İçecektim lakin kokusu bile benlik değildi. Yüzümü buruşturdum.

"Bu ne be?"

Hafifçe güldü. Ardından çayı biraz daha dibime soktu.

"İçer misin?" Omzunda olan elini kendimden kurtardım ve oflayarak ondan uzaklaştım. "Kötü değil bak. Çok ciddiyim."

İçeceği biraz daha uzattığında ittirdim.

"Sarı, çek şunu. İçmeyeceğim. İç sen."

"Nereye kadar kahve içeceksin. Biraz sağlıklı beslen."

İçecek ikimizin arasında çekiştirilip itilirken sonunun ne olduğu belliydi. Ancak tam ortamıza giren bedenle ikimizde mecburen kavgayı kestik. Beklenen son ise yarım kaldı.

"Çocuk gibisiniz sabahtan beri." Azarlayan ses tonuyla kafamı çevirdim. "Yakacaksınız şimdi de birimizi."

Sarı aramızda olan Manyak'a güldü.

"Hiç şikayetçi değil-"

"Aras, iç şu zıkkımı."

Gözlerimi televizyona çevirdiğimde sıkıntıyla ofladım ve koltuğun en ucuna kaymaya çalıştım ancak zaten en uçtaydım. Ve şuan dip dibeydik, yine. Salak salak televizyona yorum yapmak istedim ama aptal çizgi film bitmişti. Bunlar neden bu kadar kısaydı?

"Lan sizin yüzünüzden izleyemedim."

Sarı homurdandığında benim yerime Deniz dahil oldu.

"Oturup bunu izlediğimize inanamıyorum."

Hızla koltuktan kalktım ve hemen karşımızda olan Deniz'in yanına geçtim. Bu hareketim elbette ki kimsenin gözünden kaçmamıştı. Ben ise homurdandım.

"Sıcakta, bunaldım."

Halbuki daha yeni Sarı'yla resmen sarılır bir vaziyetteydik. Ayrıca ev oldukça normaldi. Hatta soğuk bile denenebilirdi. Deniz ise bu dediğimle hatırlamış gibi beni kendine çekti. Eli tekrar başımı bulduğunda ben onun sarı olan saçlarını çektim.

"Deniz, sıcak diyorum. Soğuk değil."

Deniz kaşları çatık bir şekilde bana baktı.

"Sıcak olduğuna emin misin?" Tekrardan elinin tersiyle alnıma baktı. Ben ise sinirle ellerini kendimden uzaklaştırdım. "Ateşli gibisin."

"Evet. İyiyim ben."

Kaan ile göz göze geldiğimizde onun da yüzü gerilmişti.

"Sen zaten hep sonradan sonraya kötüleşirsin."

Sıkıntıyla soludum.

"Ben gayet iyiyim. Fazla abarttınız."

Önüme döndüğümde göz göze geldiğimiz kişi Manyak'tı. Onun, bu halimden hoşlanmadığı yüzünden belliydi. Gözlerimi kaçırdım. Hala Miraç denen o adamla konuştukları aklımdaydı. Ayrıca kırılmıştım da. Gerçek manada kırılmıştım. Emin olmadan hesap sormak istemiyordum lakin ona anlattıktan sonra bunların olması ne kadar normaldi?

"Çiso."

Bana seslenen Sarı'ya döndüm. Ani gerilen yüzümle herkesin modunu düşürmeyi başarmıştım.

"Hastaneye gidelim mi?"

Kafamı olumsuzca salladım.

"İyiyim Sarı."

Endişeyle yüzüme baktı. Ben ise ondan da kaçtım. Sıkıntıyla soludum. Lakin tüm bu havayı bozan şey farklı oldu. Kapı zili çaldığında aklıma gelen ilk isim elbette ki babamdı. Aniden kapıya döndüğümde herkes benim bu aptal korkaklığıma baktı. Bütün ortamı düzelten ise Sarı oldu.

"Bıçağını getireyim mi Çiso?"

Kafamı istemsizce olumlu anlamda salladığımda gülmeye başladı. Ardından koltuktan kalktığı gibi beni de tuttu. Hızla çekiştirildiğimde en sonunda bakışlarımı kapıdan çektim.

"Sarı. Ne yapıyorsun?"

Beni zorla kaldırdığında eli her zamanki yeri olan omzumu buldu ve beni kendine çekti.

"Sana nasıl misafir karşılanır, onu öğreteceğim."

Ona sinirle döndüğümde kafasını olumsuzca salladı.

"Kesinlikle bu yüz ile karşılanmaz bir kere."

Eli ağzımı bulduğunda gülmeme yardımcı olmaya çalıştı ancak ben sinirle ondan uzaklaştım.

"Of çekil be."

Eli omzumdan ayrılmadığında gözlerim ayaklanan Manyak'ı buldu.

"Misafir benim misafirim, oturun siz."

"Olmaz."

Ani cevabımla bana döndü. Ben ise bu sefer Sarı'ya kendim yanaştım.

"Ben misafir nasıl karşılanır öğrenmek istiyorum. Yürü Sarı."

Sarı bu halime kahkahayla güldüğünde ben onu çekiştirdim. O ise gülerek yanımda ilerledi.

"Kaçak."

Arkamdan sesleneni umursamadım. Bu işte benim olup olmadığımı öğrenmem gerekiyordu. Ben olmasam bile sabah sabah buraya gelecek kadar önemli olan şey neydi? Onları yalnız başlarına bırakmayacaktım.

"Sen baya takmışsın bu Miraç'a."

Sarı omzuma iyice ağırlık yaptığında ofladım.

"Şımarmadan yardım edecek misin?"

Kapıya vardığımızda kafa salladı ve gülen suratını düzeltti. Boğazını temizlediğinde elini omzumdan da kendisi isteyerek çekti.

"Tabi ki."

Kapıyı açacağında hala istemsizce babam olduğu korkusu vardı. Kapıyı açacak olan elini hızla durdurdum.

"Bekle."

Bana anlamayan bir şekilde baktı. Ben ise onu umursamadan kapı deliğine yöneldim.

"Yoka artık. Sana gerçekten adam akıllı bu işi öğretmem gerekecek."

Miraç'ın o yüzünü gördüğümde rahatladım. Bedenimi açması için kapı önünden çektiğimde senden adam olmaz der gibi baktı.

"İyi izle şimdi."

Onu izlediğimi belli etmek adına kafa salladım. Sarı benden emin olduğunda bir kere daha boğazını temizledi. Hafifçe güldüm bu haline. Görende konsere çıkıyor sanacaktı. Bana son bir kez daha bakıp göz kırptıktan sonra hemen kapıyı açtı.

"Hoş geldiniz." Gülen yüzü bir anda solduğunda gülmeden edemedim. "Lan, görüşmeyeli daha da korkunçlaşmışsın."

Bu haline daha da güldüğümde o ne dediğini yeni fark etmiş gibi kendine çeki düzen verdi.

"Yani diyorum ki maşallah, daha da boylu poslu olmuşsun. İlk insan gibi, mağarandan çıkıp..."

Cümlenin devamını getiremediğinde ben gülmeye başladım. O bana sıkıntıyla baktı.

"Nehalt ediyorsun lan sen yine?"

Sarı sıkıntıyla bana döndü. Miraç'ı ise zerre umursamadı.

"Hiç kusura bakma Çiso ama ben sana bu öküzün önünde ders veremem. Bence de bıçak getirelim haklısın, ne olur olmaz."

Mutfağa doğru döndüğünde gülüşüm büyüdü. Hızla kolunu tuttum.

"Tamam, gel."

Bizim mal konuşmamız sırasında Miraç içeriye girmişti bile. Göz göze geldiğimiz anda gülüşüm söndü. Onun da normal olan yüzü, yani mağara adamı yüzü gerildi. Kapıyı kapattığında ikimiz de birbirimiz harici bir yere bakmıyorduk. Hatırlıyordum. Onu gerçekten hatırlıyordum ama nerde ve nasıl olduğu hakkında gram fikrim yoktu. Yüzü vardı ama olay yoktu.

"Eski sevgili gibi daha ne kadar bakışacaksınız?"

Sarı'nın dediğini umursamadım. Elimi uzattığımda gözleri elime kaydı. Ben ise kendimden ödün vermeden gülümsedim.

"Hoş geldin."

Bir süre duraksasa da elinde olan çantayı diğer eline alıp en sonunda elimi sıktı. Buz gibiydi. Yutkundum. Korkutucu görünüyordu.

"Hoş buldum."

Elimi kurtarmak istediğimde izin vermedi. Ürkünç bir biçimde tebessüm etti.

"Bir daha karşılaşmayız sanıyordum. Kurtulmuşsun."

Kafamı anlıyormuş gibi salladım ve elini daha sıkı tuttum. Bana meydan okunuyorsa asla geri kalmazdım.

"Ne o? Beni hatırladın da kaybetmekten mi korktun?"

Dediğim ile daha da güldü.

"Çok. Senin gibi birisi için basit bir ölüm pek hoş olmazdı."

Elini daha da sıktım. O da aynı şekilde karşılık verdi. Deli gibi korksam da asla çekinmedim.

"Bakıyorum da bana ölüm şekilleri düşünmüşsün bile."

Benim sözümün ardından arkamızdan bir ses duyduk. O bakarken ben dönmedim. Manyak boğazını temizlemişti. Ben hala o gözlere baktım. Hatırlamam lazımdı. Fazla tanıdıktı. Dilimin ucundaydı. O gün, kanı verdiğimizde fazla umursamamıştım çünkü ölüm korkusu vardı. Ama şimdi fazlasıyla dikkatimi çekiyordu. Elini elimden kurtardı. Manyak'tan çekindiğini de böylece anlamış oldum. Tanıdıktı ancak yanımda değildi. Karşımda olan bir tanıdıktı. Benim de karşımda değildi. Çocukluğumun... Ve bu hayatta çocukluğumu karşısına alanlara üzülmüyor değildim. Sarı hafifçe güldü.

"Sabah sabah ne kadar da iç açıcı bir konuşma oldu."

Miraç tekrar gözlerime baktığında yanımdan geçmek adına adım attı. Lakin doğruca kulağıma eğildi.

"Ölüm şekillerini en iyi sen bilirsin bence."

Fısıltısı ardından adım atacaktı ki sertçe kolunu tuttum. Çocukluğumu göstermekten asla çekinmedim ve doğruca gözlerine baktım.

"Dikkat et de bildiklerim seni vurmasın."

Bu dediğime hafifçe gülse de ben gözlerinde olan o korkuyu gördüm. İşte çocukluğumun en sevdiği oyun da buydu. Korkutmak. Bunun zevki tüm her şeyden farklıydı. Hele ki o korku ölüm korkusu olduğunda... Asla çekinmezdi. Kolunu elimden sertçe kurtardı. Kendine çeki düzen verdiğinde hızla yanımdan ayrıldı. Sarı bana şokla baktı. Yavaşça arkama döndüğümde Manyak'ın bize sinirle baktığını gördüm. Miraç onun yanına geçtiğinde içeriyi gösterdi. Gözlerim içeriye kaydığında Kaan ve Deniz'in de bize baktığını gördüm. Sarı hızla bana eğildi.

"Çiso, senin yerine konuşan kişi tam olarak kimdi?"

Elini omzuma attığında ona söylemekten çekinmedim.

"Çocukluğum..."

Böyle bir şey beklemiyordu. Kendimle konuştuğumu biliyordu lakin kendimin çocuk hali olduğunu bilmiyordu. Ben ise dikkatle salona adımlayan kişiye baktım.

"Lan ne oldu da siz ölümlerde geziniyorsunuz?"

Sarı beni hareket ettirdiğinde Miraç koltuklardan birine oturmuştu. Göz göze geldiğimiz gibi gözlerini kaçırdı. Ben ise sessizce mırıldandım.

"Çünkü sanırım o daha yeni bir ölüm listesine eklendi."

Sarı'nın adımları duraksarken bana inanmayan bir şekilde baktı.

"Saçmalıyorsun."

O vücuda baktım. Ardından kafamı olumsuzca salladım.

"Ondan hoşlanmadım. Çocukluğumun bir bildiği vardır."

Sarı hayretle bana baktı.

"Nasıl yani? O hayaletin her dediğini yapıyor musun sen kızım?"

Gözlerimi en sonunda Miraç'tan çekip Sarı'ya çevirdim.

"Böyle konularda evet. Özellikle de siz üçünüz benden bir şeyler gizlerken."

Sarı'nın ifadesi donuklaştığında ben sinirle kolunu çimdikledim. Hızla kolunu kaçırdı ben ise oldukça ciddi bir şekilde konuştum.

"Bana bak Sarı, şimdi dökülüyorsun. Ne bok yediğinizi anlatacaksın."

Sarı hafifçe güldü. Ama gözlerini çoktan kaçırmıştı bile.

"Ne bok yiyeceğiz? Eren bu. Bana ne soruyorsun?"

Ona sinirle baktım.

"Eğer olur da bu olayın altından sen de çıkarsan gerçekten evini havuza çeviririm."

Hızla kolunu kendimden uzaklaştırdığımda o arkamdan bağırdı.

"Çiso!"

İçeride oturan elemanlar bize döndüğünde ben umursamadan doğruca Miraç'ın karşısına geçtim. Herkesin gözü bende iken ben yine belirli olan kişiye bakıyordum. Miraç. Gözlerini kaçırmadan bana baktı. Aramıza giren ise hemen yanıma oturan Sarı oldu. Elini yine sırnaşarak omzuma attı ben ise hızla itekledim.

"Çiso bak ben gerçek-"

"Sus Sarı."

Sinirle ofladı.

"Size yine ne oldu?"

Kaan'a döndüğümde benim yerime Sarı konuştu.

"Yine ne oldu derken?"

Cümlesini homurdanarak ben tamamladım.

"Sanki her gün bir şey oluyormuş gibi."

Kaan bu halimize güldü.

"Daha bir saat önce evin içinde havuz yarışı yapmıyor muydunuz?"

İkimizde afallayarak birbirimize baktık. Böyle bir konuda ikimizin karakteri de yalan söylemekten asla çekinmezdi.

"Sanki öldük."

"Alt tarafı bu ikisi suya girdi. Serinlemekten zarar gelmez."

Kafa salladığımda Sarı'nın da kafa salladığını gördüm. Kesinlikle onunla sataşabilirdim ancak aramızın bozuk olduğunu ve her saniye kavga ettiğimizi bilmelerine gerek yoktu.

"Ee madem havuz olay değil. Şimdi ne oldu size?"

Bu sefer soran Deniz'di. Sarı hızla elini omzuma attı. Bu sefer ise geri ittirmedim ve ben de ona yaklaştım.

"Hiçbir şey. Biz gayet iyiyiz."

Sarı'da kafa salladı. Lakin ben bu fırsattan yararlanmaktan çekinmezdim. Hızla Miraç'a döndüm.

"Biz sadece Sarı'yla sabah sabah ne oluyor diye hafif bir münazara gerçekleştirdik. Dimi Sarı?"

Sarı yutkunduğunda yine de kafa salladı.

"Evet."

Ben hızla Manyak'a baktım.

"Biliyor musun Sarı'nın da hiçbir şeyden haberi yok. Kahvaltı yapmaya gelmiştir Miraç diyor." Doğruca Miraç'a baktım. "Bana göre ise ölen birisinin dosyalarını getirdi."

Hafifçe gülümsediğimde iki kişi de aynı anda donuklaştı. Hemen yanımda olan Sarı buz keserken gözlerim Manyak'ı buldu. O da böyle bir şey beklemiyordu. İşte ben de böyle doğruca topu ortaya salardım. Gülümseyerek Miraç'a döndüm.

"Söyle bakalım, Sarı mı doğru tahmin etti ben mi?"

"O ne demek?"

Kaan'da rahat pozisyonundan vazgeçip dikleştiğinde benim gülen yüzüm sinirlendi. Anladığım gibiydi. O ölen kişi Çisem Kalen'di.

"Biz Miraç'la bahçede konuşalım sonra anlatırım size detaylıca." Manyak aceleyle ayaklandığında canım yandı. Ona boş boş baktım. "Hadi kalk Miraç."

Manyak'a olan sinirimden gözlerim Miraç'ı buldu. Oldukça rahat bir şekilde koltuğa oturmuştu. Gülerek bana bakıyordu.

"Ee Çisem konuya gayet hakim işte. Gerek var mı da?"

Sinirle gözlerimi kapattım. Bir fermuar sesi duydum. Yine yanılmamıştım. Ben gün doğmadan ona kendim hakkında bilgi vermişken o daha öğlen olmadan araştırtmıştı.

"Bence de siz dışarıda konuşun."

Yanımda Sarı oldukça uyarıcı bir tonda konuştuğunda ben sinirle omzumda olan elini ittirdim.

"Çiso!"

Miraç gülerek çantasını açmış ve bir dosya çıkarmıştı. Hızla ilk olarak o dosyayı ben aldım.

"Kaçak."

Bana doğru yaklaştıklarında ikisine de öyle bir baktım ki yerlerinde kaldılar. Bu kadar mıydı ya? Bu kadar mı düşmüşlerdi? Ben ona ağlayarak anlatmışken onun hiç vicdanı sızlamadan araştırmalarını mı söylemişti? Dosyayı açtığımda Çisem Kaya başlığını gördüm. Çocukluğumun sinirini en içimde hissettim. Patlamak için hazır olan bir bomba gibiydi. Gözlerim yazılarda dolandı. Ev adresim, sahip olduğum mallar, yaşım, annem, babam, eski erkek arkadaşlarıma kadar vardı ancak bunlar önemsizdi. Hızla kağıdı yere fırlattım ve arkada olan kağıtla bakıştım. Acıyla yutkundum. Bu sabah bahsettiğim ölüm hikayem. Selim amcanın beni ölü olarak gösterdiği yılda ölen kişilerin isimleri vardı. Kağıtları hızla dosyadan çıkardım. Gözlerim isimlerde gezerken gözlerim doldu. Çisem Işık. Çisem Nur Gürbüz. Çisem Kurt... Yavaşça isimleri geçerken o isimle karşılaştım. Çisem Kalen. Gözlerimi sinirle kapattım. Bu yüzden bu gün veda eder gibi konuşmuştu.

"Kaçak."

Nefretle gözlerimi açtım. Güvenimi nasıl da kırmıştı? Nasıl da bir çırpıda yok etmişti? Bana doğru bir adım attığında sinirle konuştum.

"Sakın. Sakın konuşma."

Yapma der gibi baktı. Ben ise sinirle elimde tuttuğum kağıdı yırttım.

"Bu kadar mı düştünüz?"

"Çiso bak bu-"

"Ya benim sana anlattıklarımın hemen sabahında bu adamı çağırmışsın ya!"

Manyak gözlerini kaçırdığında parçaladığım kağıtları sinirle attım.

"Güvenip de anlattım lan sana!"

Yüzüme bile bakmadı. Ben ise sinirle Sarı'ya baktım. Yapma diyordu. Böyle yapma diyordu o yüzü. Sinirle bir şey demek için elimi kaldırdım. Lakin ağzımdan ona söyleyecek tek bir kelime çıkmadı. Ona söyleyecek bir kelime bile bulamadım. Çocukluğumu bilen oydu çünkü. Bunu yapmaması gerektiğini bilen de o. Kaan yavaşça durumun ağırlığıyla ayağa kalktı.

"Çisem, sakin mi olsan?"

Kaan'a bakmadım. Ancak onun cevabını da verdim.

"Olamam!" Manyak gözlerini pişmanlıkla kaldırdı. "Çünkü o neden gittiğimi gayet iyi biliyor!"

Kaan'da hayretle bu sefer Manyak'a baktığında konuştu.

"Nasıl?"

Sinirle etrafımda döndüm. Daha fazla duramayacaktım. Çocukluğumu daha fazla zapt edemezdim. Gözüme bana bakarak sırıtmış Miraç gözüktü.

"Çiso, bir dinle. Bak cidden öyle değil."

Hiçbirini umursamadan Miraç'a doğru ilerledim.

"Kalk."

O bu yaptığımla anlamazken ben koluna girdim.

"Kalk hadi."

Bedeni ayaklanırken herkes benim delirmiş bu halime bakıyordu.

"Nereye?"

Bana soru soran Miraç'a döndüm.

"Burada mı kalacaksın? İkimizde çok iyi biliyoruz ki derdimiz var, hem onu konuşmaya hem de beni götüreceksin. Yürü."

Yüzü güldüğünde tuttuğum kolundan onu çekiştirdim. Kendi başıma bir yere gitmeye korkuyordum ve şuan burada olan kimseyle iletişim kurmak da istemiyordum. En olmadı sinirimi bundan çıkarırdım.

"Çisem, saçmalama yürü ben götürürüm seni."

"İstemiyorum."

Kaan benim bu halime şaşırarak baktı. Ben ise derin bir nefes verdim. Ona da haksızlık ediyordum şuan. Sakin kalmalıydım. Miraç'ın kolunu bıraktığımda Kaan'a doğru yöneldim. Ne yapacağımı anlamış gibi burukça tebessüm etti ve kollarını açtı. Ona sarıldığımda parmak uçlarıma kalktım.

"Özür dilerim."

Derin bir nefes verdi.

"Biraz sakin kalsan yeter."

Kafamı olumlu anlamda salladım.

"Miraç'la olan durumu da halletmek istiyorum her şey üst üste gelmişken. O yüzden."

Benden ayrıldığında gülümsedi.

"Peki."

Hafifçe tebessüm ettim ve kimseye bakmadan Miraç'a döndüm.

"Hadi."

Bu halime sırıtıyordu. Kafasını salladığında ben kapıya doğru ilerledim.

"Kaçak!"

Bakmadım bile. Kapıya doğru hızla yürüdüm. O sırada Deniz tedirginlikle önüme geçti.

"Çanta getireceğim bekle. Telefon lazım, lütfen."

Derin bir nefes verdiğimde kafa salladım.

"Dışarıdayım."

Hafifçe gülümsedi ve hızla merdivenlere yöneldi. Ben ise Miraç'ı tekrar sürükleyerek dışarı çıkardım. Ceketimi üzerime giyerken o bana bakıyordu. Bu halim hoşuna gitmişti.

"Böyle yaparak o listede adının olduğunu kanıtladın."

Omuz silktim. Her ne olursa olsun ona koz vermeyecektim.

"O listedeki çoğu ismi zaten ben oluşturdum. Kısaca benim hayatıma benzeyen orada onlarca isim var. Yani beni bulmanız imkansız."

Hafifçe güldü. Ben ise ona baktım. Bu iş daha bitmemişti.

"Sigaran var mı?"

Bunu beklemez gibiydi.

"İçiyor musun?"

Dışarıya bakındım.

"Varsa içeceğim."

Eli cebine gittiğinde sigara paketi çıkardı. İçinden bir dal aldığımda tekrar cebine uzanıp bu sefer çakmak çıkardı. Hafifçe gülümsedim ve çakmağı aldım. Yan tarafımda olan çöp kovasına baktığımda hızla elinde olan çantayı kaptım.

"Lan!"

O bana uzanacağında ise bacak arasına doğruca tekme attım. Acıyla yere düştüğünde çantayı açtım. İçerisinde tonla kağıt vardı.

"Onlar seninle ilgili değil!"

Acıyla nefes verdiğinde umursamadan çakmağı doğruca kağıda tuttum. Benimle alakalı veya değil. Fark etmezdi. Gider ayak başıma iş almaya gerek yoktu. Çanta içeriden yanmaya başladığında ağzımda tuttuğum sigarayı içine tükürürcesine fırlattım. Ardından hepsini çöpe attığımda derin bir nefes verdim. Miraç şokla bana bakarken acısı bir gram olsun azalmış gibiydi.

"Sen nasıl bir delisin?"

Hafifçe güldüm ve ona eğildim.

"Bence sen benim nasıl bir deli olduğumu gayet iyi biliyorsun."

Yüzü gerildi.

"Fazla yaşayamayacağını biliyorsun değil mi?"

Sanki ona hiç vurmamışım gibi elimi uzattım kalkması için.

"Amacım hiçbir zaman fazla yaşamak olmadı zaten."

Elimi tuttuğunda ayağa kalktı. Tam o sırada evin kapısı açıldığında Deniz'i gördüm. Ancak görmem ile kaşlarımın çatılması bir oldu.

"Deniz, ne oldu?"

Korkar bir halde bana baktı.

"Bir şey yok."

Sesi titrediğinde kaşlarım çatıldı. O ise belli etmemeye çalışarak yutkundu ve çantamı uzattı. Çantayı aldığımda ona tekrar baktım. Bir şey olmuştu.

"Emin misin?"

Kafasını salladığında sanki daha fazla durmak istemez gibi kendini geriye çekti. Kapı hızla yüzüme kapandığında anlam veremedim. Kapıyı tekrar çalmak için gitmiştim ki Miraç beni durdurdu.

"Eğer arkadaş teselli edeceksen ben daha fazla oyalanamam."

Zile giden elim duraksadı. Sıkıntıyla durdum. İçeriye girip tekrar sinirlenmek istiyor muydum? Çocukluğum bu sefer beni deli ederdi. Kendisi pek duracağa benzemiyordu. Ayrıca babamla karşılaşmadan son bir kez daha evimi görmek istiyordum. Sonuçta yalnız değildim, yanımda Manyak'ın adamı vardı ve bu aptal her ne kadar beni sevmese de Manyak'tan korkuyordu. Ancak Deniz... Kendi kendime moral olarak konuştum. Kaan evdeydi. O hallederdi her ne olduysa. Arkamı döndüğümde Miraç bana bakıyordu. Gitmek daha mantıklı geldi. Kafamı olumlu anlamda salladım ve ofladım.

"Gidelim."

...

Eren Korlu

"Lan bu siktiğimin Miraç'ı ne bok yedi farkında mısın? Sen hala oturuyorsun."

Elim başımı buldu. Bu hiç iyi olmamıştı. Sabah bana güvenip anlattıklarından sonra hiç iyi olmamıştı hem de.

"Lan siz asıl Çisem'i neden araştırıyorsunuz?"

Kaan'ın sorusuyla kasıldım. Aras'a baktığımda ise onun da sinirlenmiş olan ifadesi geçmişti. Kaan ikimize de hayretle bakıyordu.

"Merak ettiğiniz ne varsa sormak bu kadar mı güç oldu lan?"

Yutkundum.

"Sordum."

Kaan alay eder gibi güldü.

"Sordun, cevap alamayınca da arkasından iş mi yapayım dedin? Hem de o sana güvenip anlatmışken."

Tam olarak da öyle yapmıştım. Hay aklıma sıçayım. Kaan ise susmak bilmedi.

"Lan madem yaptınız bir bok! Onu saklı tutun lan! Kızın gözlerinin önünde ne demek ben seni araştırdım?"

Ellerim yumruk halini aldı.

"O siktiğimin Miraç'ına sen söylemedin değil mi gel de böyle yap diye?"

Miraç. Miraç. Bir şeyler çeviriyordu. Derin bir nefes verdim.

"Saçmalama, tabi ki ben söylemedim."

"Lan o zaman bu neye güveniyor?"

Aras yanımda bağırırken giderek geriliyordum. Bir şeyler vardı. İçime sinmiyordu. İkisi bir yerden tanışıyorlardı. Kaçak'ı biliyordum. Anlasa çoktan bana ya da Kaan'a anlatırdı. Lakin Miraç. Kaçak'ı ilk gördüğü gün tanımıştı. Yüzünden anlasam da öylesine bir tanışma sanmıştım ama bugün yaptıkları. Kızın önünde bilerek o belgeleri çıkarmıştı.

"Bilmiyorum."

Konuştukları zaman da birbirlerinden hoşlanmadıkları belliydi. Kaçak ise şimdi onun yanındaydı. Sinirle soludum. Ne yapmaması gerekiyorsa yapıyordu. Beni delirtecekti.

"Bu kimlik olayı ne?"

Aras tekrar konuştuğunda gözlerimi kapattım. O da ayrı bir mevzuydu. Ben ise yetişemiyordum. Kaan sinirle önümde volta atarken adımları yavaşça durdu. Gözlerimi araladım.

"Gittiler mi?"

Kafamı yavaşça çevirdim. Ancak gördüklerim hoşuma gitmemişti. Deniz. Yavaşça ayağa kalktım. Kaan'da benim gibi kaşlarını çattı.

"Deniz."

Aras hemen yanımda Deniz'e baktığında kız yerden gözlerini ayırdı. Kaşlarım çatıldı. Yavaşça bir yaş aktı gözlerinden.

"Deniz. Ne oldu?"

Kaan onun yanına gittiğinde kız afalladı ve yere düşecek gibi oldu. Aras yanımdan hızla ilerleyeceğinde onu durdurdum. Kaan çevik bir hareketle onun koluna girdiğinde koltuğa oturttu. Canım giderek sıkılıyordu. Ne olmuştu? Aklıma ilk gelen isim Kaçak'tı. Ona bir şey olmuş olamazdı değil mi? Deniz koltuğa oturduğunda Kaan hemen önünde eğildi. Sesi telaşla çıktı.

"Deniz, güzelim ne oldu?"

Deniz karşımızda titrek bir nefes verdi.

"Çisem..."

Bedenim kaskatı kesildi. Bir şey olmuştu. Kaan anlatması için iyice eğildi.

"Ne oldu Çisem'e?"

Deniz gözlerini kaldırdığında gözlerinden bir yaş daha aktı. Acıyla yutkundu.

"O gitti."

Lanet. Anlatmıyordu. Hızla öne doğru gidecektim ancak beni durduran bu sefer Aras oldu. Ona döndüğümde mırıldandı.

"Sakin ol. Miraç yanında."

Derin bir nefes verdiğimde içime bir şeyler sinmiyordu. Deniz neden böyleydi o halde? Tekrar Deniz'e döndüm.

"Deniz anlatır mısın?"

Deniz'in gözünden bir yaş daha aktı. Ardından hıçkırdı.

"Kaan. Çisem korktuğu için gitmiyormuş."

Kaan'ın bedeni çökerken anlamaya çalışıyordum.

"Deniz, anlamıyorum."

Söylemeliydi artık. Giderek gerilen vücudum iyiye işaret değildi. Kaçak yanımda olmalıydı şuan. O ise yine gitmişti. Deniz gözlerini kaldırıp bize baktı. Ardından hıçkırdı ve tekrar Kaan'a döndü.

"Kaan, o biz ölmeyelim diye gidiyor." Bedenim duyduğum ile buz keserken Deniz beni daha da kötüye sürükledi. "Kaan o kendini öldürecek!"

Deniz deliler gibi ağlamaya başladığında avuç içinde olan o kağıt parçasını Kaan'a uzattı. Gördüğüm anda tanıdım o kağıdı. Korkuyla yutkundum. En çok bakmak istediğim şeye, gördüklerim karşısında bakmaya korkuyordum. Kaan, Deniz'in elinde olan kağıda uzandı. Kanlı o kağıt. Kaçak'ı o hale getiren kağıt. Kavga ettiğimiz kağıt. Bedenim titredi.

Kaçak'ın ölecek dedikleri kağıt...

 

Çisem Kalen

Oflayarak yola bakındım. Sıkılmıştım. Neredeyse bir saat olmuştu. Sinir falan kalmamıştı, bıkmıştım. Yanımda ise resmen bir hödük vardı. Ben onunla konuşmak için yola çıkmıştım. O ise konuşmamak için yemin etmiş gibiydi. Tamam konuşmasındı ama arabaya bari şarkı açalımdı. Daha fazla dayanamayarak ona döndüm. Gözleri yoldaydı.

"Konuşacak mıyız artık?"

Bana göz ucuyla baktı.

"Arabayı durdurunca."

"Ya neden?"

Derin bir nefes verdi.

"Kaza yapmak istemiyorum."

Alay eder gibi güldüm.

"Biz niye kaza yapalım ki konuşunca?"

O bana göz ucuyla baktığında evime bir iki dakika kadar falan yol kalmış olmalıydı. Hafifçe güldü lakin bu gülüşü insanı korkutuyordu.

"Söylemem konusunda emin misin?"

Kafamı evet anlamında salladım. Çenesi seğirdi.

"Son bir yıl boyunca seni aradım."

"Ne?"

Bunu işte beklemiyordum. Bir yıl mı? İyi de bulunması o kadar zor birisi değildim. Ayrıca neden?

"İyi de neden? Ayrıca bir yıllık bir arayışa gerek yoktu."

Gözlerini kaçırdığına şahit olduğumda mırıldandı.

"Vardı. Daha da uzardı ama sen karşıma çıktın. Sonra da şansım beni başka birisine götürdü."

Araç evimin önünde durduğunda hızla düşer gibi oldum. Bu iş iyiye gitmiyordu. Arabada bir kilit sesi yankılandığında korkuyla yutkundum ve ona baktım. Elim emniyet kemerini buldu. Bu beklediğim gibi değildi. Çocukluğum hangi cehennemdeyse çıkmalıydı. Miraç bana döndüğünde gözlerinin dolmuş olduğunu gördüm.

"Miraç... Kimsin sen?"

Bana nefretle baktı. İlk defa böyle bir bakış görmüştüm. Tiksiniyordu. Titrek bir nefes verdi.

"Kardeşin öldüğünde canın çok yandı, değil mi?"

Kemerden kurtulduğumda dediği şey ile dona kaldım. Dehşetle ona baktığımda çocukluğumu hissediyordum. Bedenimi korku sarmıştı. Ancak çocukluğum sevmediği birisi kardeşi hakkında konuştuğu için sinirliydi.

"Canın yanmadı mı lan!" Araba içinde bağırdığında gözlerimi korkuyla kapattım. O ise susmadı. "Yiğit Kalen öldüğünde canın yanmadı mı! Çisem Kalen!"

Uzun zaman sonra ilk defa soyadım bağırılarak yüzüme vuruyordu. Biliyordu. Tüm hayatımı biliyordu. Acıyla yutkundum. Beklediğim Miraç bu değildi. Gözlerimi araladığımda o da yıkılmış bir halde karşımdaydı. Sessizce fısıldayabildim.

"Acıdı... Çok acıdı."

Alayla güldü. Bu halime inanmaz gibi.

"Katil olduğun kadar yalancının da tekisin."

Kafamı olumsuzca salladım. Her şeyde yalan söylerdim ama bu konuda asla. Bana nefretle baktı.

"Kendi kardeşini öldüren birisi ne kadar acı çekebilir Çisem Kalen?"

Yüzüme bilerek vuruyordu. Acı ile yutkundum.

"Yapma. Bu konuda yapma."

Bu halime güldü.

"Acıdı mı yani?"

"Çok..."

Fısıltım ile daha da güldü ve beklemediğim o şeyi yaptı. Montundan bir bıçak çıkardığında doğrulttu. Korkuyla gözlerimi kapattım. Ancak içimde büyüyen çocukluğumu hissediyordum. Her an ortaya çıkabilirdi. O ise nefretle soludu.

"Kendi kardeşini öldürdün, canın da çok yanmış." Bıçak ucunu göğsümde hissettim. "Lan o zaman benim Kumsal'ımdan ne istedin!"

Gözlerimi araladığımda gözünden bir yaş aktı. Herkesin ondan çekindiği, korktuğu adam karşımda bir göz yaşı akıttı. Tuttuğu bıçağa baktım. Elimi bile kaldırmadım. Benim de gözümden bir yaş aktı. Kumsal. Miraç. Halime acıyarak güldü.

"O kadar çok kişiyi öldürdün ki hatırlamıyorsun bile değil mi?"

Kafamı umutsuzca salladım. Haklıydı. Utanıyordum. Kendi rezilliğime utanıyordum. Yaptıklarıma utanıyordum.

"Kumsal Uysal."

Soy isim ile zihnimde anılar doldu. Gözümden bir yaş daha aktı. Zehirlemiştim. Bir parti gecesi zehirlemiştim. Karşımda kardeşi için göz yaşı döken bedeni hatırladım. O gece kardeşi kendi kanını kusarken, onu kucağına almış, haykırarak yalvaran o bedendi. Ben ise o partinin üst katında çocukluğum ile birlikte şarap içip öldürdüğüm bedene bakıyordum. Acı olan ise pişman olmamamdı. Utanıyordum ancak asla pişman değildim. Karşımda olan adamın yüzünü unuttuğum için utanıyordum ama pişman değildim. Çünkü ben o gece bu yüzden zevk almıştım. İşte Çisem Kalen buydu. Çocukluğumu kendi içimde sakince serbest bıraktım. Çünkü ben daha fazla dayanamayacaktım. Ben göz yaşlarımla birlikte kendi içime gömülürken çocukluğum hafifçe gülümsedi.

"Pişman değilim."

Miraç dediğim ile yüzüme öyle bir nefret ile baktı ki bıçağı göğsüme değdirdi. Kanadığını hissettim. Ancak hareket etmedim. Gözümden akan yaşı sildim.

"O kız ölecekti Miraç. Ben yapmasam bir başka-"

"Kes!"

Göğsümde olan acı kendini gösterdi. Ben ise bıçağı tutan elini kavradım.

"Öldür." Gözümden bir yaş daha aktı. "Yap bunu. Şimdi."

Bıçağı biraz daha bastırdığında göğsümde açılan o boşluğu hissettim. Acı ile nefes verdim. Çocukluğumu geri plana atmak istedim ancak o çoktan ortaya çıkmıştı. Ve beni şuan öldürmezse kendisi ölecekti.

"Ne kadar verdiler? Kaç aldın benim kardeşimin ölüsü için!"

Gözümden bir yaş daha aktı. Çocukluğumu hissediyordum. Ortaya çıkmak üzereydi. Öldürmek için ortaya çıkmak üzereydi. Kafamı olumsuzca salladım.

"Öldür beni." Kaşlarını çattı ben ise tam zihnimin ortasında ortaya çıkmak için haykıran çocukluğumu zor tutuyordum. "Öleceksin! Öldür beni!"

Çocukluğum tekrar zihnimde bir yerlere sinerken bunu sağlayan bıçağı çekmiş olmasıydı. Gözünden akan yaşı sildi.

"Hayır."

Kaşlarım çatıldı.

"Ne?"

Bana baktı. Ardından güldü.

"Kardeşimin intikamını bugün aldım. Sana para veren adam zehirlenerek öldü." Ona anlamayarak baktım. Bana nefretle bakıyordu. Göğsümden süzülen kanı hissediyordum. "Ama sen basit bir şekilde ölemezsin." Korktuğum o cümleyi yıllar sonra kardeşini öldürdüğüm bir adam gülerek karşımda kurdu. "Bazılarına ölmek sevaptır." Camımın arkasında bir tık tık sesi duyuldu. "Bu yüzden Çisem Kalen, kurşun hiçbir zaman seni değil, bir başkasını vuracak."

Daha yeni zihnimde bağıran çocukluğum öyle bir yok oldu ki... Bedenim buz kesti. Gözümden bir yaş akarken Miraç arkamda kalan yere gülerek bakıyordu. Bana doğru nefretle baktı.

"Seni Yasin Kalen'e bırakıyorum."

Gözlerimi korku ile kapattım. Bir kez daha arkamda kalan cama vuruldu. Gerçek değildi. Rüyaydı bu. Bir kabus. Birazdan uyanacaktım. Bir kilit sesi yankılandı arabada. Bedenim titredi. Ancak ilk defa çocukluğum değil ben kendi gözlerimi araladım. Beklediğim olmuştu. Yasin Kalen beni en beklemediğim yerden en beklemediğim anda vurmuştu. Ancak yapacaklarımı bu ani hareketiyle engelleyemeyecekti. Çocukluğumun olmadığı yeri ben tamamlayacaktım. Kendi kardeşimi koruyamamış olabilirdim ama bu sefer öyle olmayacaktı. Kendi geçmişimi, gururumu koruyacaktım. Ve gerekirse bunu çocukluğuma dönüşerek yapardım. Karşımda olan adam, Miraç Uysal'a nefretle baktım.

"Kardeşini zehirlememeliydim." O benden bunu beklemezken ben yavaşça gülümsedim. "Her bir parçasını tek tek ayırmalıydım." O bu söylediğimle öyle bir gerildi ki lakin ben daha da güldüm. Korkar gibi bana baktığında bıçağı kaldırdı. "Eğer yaşarsam da Korlu seni öldürmezse, sana Kalen ne demek bizzat göstereceğim. Kardeşine yapamadığımı sana yapacağıma yemin ederim."

Miraç bir küfür savurdu lakin benden korktuğunu o gözlerde gördüm. İçim deli gibi titrerken ise beklenen o son oldu. Kapım açıldı...

 

Artık insanlık namına bir özellik barındırdığımı hissetmiyordum. Bir insanın duyguları olurdu mesela. Benim var mıydı? Bugünden itibaren olacağını sanmıyordum. Bir insanın kendine saygısı olurdu mesela. Ben de o duygu çoktan yok olup gitmişti. Bir insanının bu hayatta sevdiği şeyler de olurdu mesela. Artık sevebileceğimi sanmıyordum. Bir insan gülümserken öleceğini düşünür müydü? Bir insan ağlarken güçlü olmam gerek der miydi? Bir insan kendi ölümünü her an kafasında kurar mıydı? Bir insan kendi çocukluğu ile konuşabilir miydi? Bir insan ölen kardeşi için her şeyi yapmaya hazır olabilir miydi? Bir insan... Normal olan bir insan bu saydıklarımın hiçbirini yapmazdı. Kendimi asla normal olarak görmemiştim. Artık kendimi insan vasfından çıkarmıştım bu yüzden. Yüzüme bir tokat daha yediğimde hayat da bana katıldı. Çünkü hiçbir insana hayat bu kadar acımasız davranamazdı. Kafam yana düşerken ağzımdan yavaşça kendi kanım süzüldü. Vücudum uzun zaman önce bu dövülmeye alışmıştı ama şimdi... Şimdi uzun zaman sonra vücudum unutmuş olmalı ki acıyordu. Çok acıyordu canım. Çok yakıyorlardı canımı.

"Abi, sence yetmez mi? Tüm yüzü kan oldu."

Hafifçe güldüm. Kollarımdan tutup bana destek olan adamlar bile yüzüme tiksinerek bakıyordu. Halbuki bilmiyorlardı ki bu daha fragmandı. Film daha başlamamıştı. Ancak fragman filmin kötü biteceğini bilir gibiydi. Çenemden sertçe tutuldu. Gözlerimi açmaya çalışarak karşımda ki adama baktım. Babam yine en beklenmeyeni yapmıştı. Sevdiğim kişinin adamı, Miraç yüzünden bu çukura itilmiştim. Şimdi ise çukura beni gömen kişi abim olan kişinin adamı, boz ayıydı.

"Ölmediği sürece akıllanmayacak bir sürtük bu!"

Yüzüme bir tokat daha yediğimde güldüm. Nasıl da kudurmuştu böyle karşımda. Oysa geldiğimden beri bir kez olsun ağzımı açmamıştım. Çünkü kendi yasımdaydım. Çocukluğum... Çocukluğum bugün bir kez daha ölecekti. Her zaman yanımda olacağını söylemişti ama ya bugün gücü biter de ölüp, gömüldüğü o mezardan kalkamazsa? O zaman bana ne olacaktı? Ne olacağını biliyordum. İki seçenek konulacaktı önüme. Birincisi, çocukluğumun yanına bir mezar da ben açacaktım. Kendim için. Oraya gömecektim kendi bedenimi de. İkincisi ise beni en çok korkutandı. Kendi çocukluğuma dönüşecektim...

"Yasin abi konuşabilecek halde olsun demişti."

Konuşamazdım ki. O adamın gözlerine bakıp ne diyebilirdim? Çocukluğumu benden aldın diye mi bağıracaktım? Bağıramazdım çünkü ben onun elinden oğlunu almıştım. Şimdi karşıma neden çıktın mı diyecektim? O demeyecek miydi sen zaten benim kızımsın. Karnıma bir darbe yediğimde güldüm. Acıdı ama güldüm.

"Abi, abi bir şey oldu."

Gülüşüm büyüdü. Ağzımdan kan aktı. Gözlerimi ise doğruca boz ayıya çevirdim. Bana bakıyordu nefretle.

"Siktiğimin piçi."

Fısıldayışımı öyle iyi anladı ki kimse bunu benden beklemiyordu. Dakikalardır dövülen bedenim güldü. Sustuğumda içime gömdüğüm çığlıklarımı serbest bıraktım. Çocukluğum yerine bu sefer ben güçlü oldum.

"Sen o ellerle hala nasıl bana vuruyorsun lan!"

Herkes gerilirken o bana hayretle baktı. Ben ise çığlık çığlığa bağırdım.

"Korlu'ya götün yemedi de beni mi suçladın şerefini sikti-"

Hızla bir tokat yediğimde kahkaha atmaya başladım.

"Abi, fazla darbeden bir şey olmasın."

Çenemden tutulduğunda kafam çevrildi. Boz ayı doğruca bana bakıyordu sinirle.

"Sen yürek mi yedin kızım!"

Sırıttığımda yüzüm ne haldeyse tiksinerek baktı. Ben ise kıkırdadım.

"Kırk beş yürek yedim. Doyup ondan sonra çıkardığım yürekleri de ezdim!"

Kafayı yediğimi biliyordum. Babam gelince sesimin çıkmayacağını da. Bu yüzden bağırmaktan çekinmedim.

"Ne diyor lan bu!"

Bana eğildiğinde ağzımda olan kanı üzerine tükürdüm. Doğruca suratına geldiğinde iğrenerek gözlerini kapattı. Sinirleniyordu. Ben ise konuştum.

"Bir gün gelecek ve bana öyle bir yalvaracaksın ki..."

Karnıma tekme yediğimde acıyla kasıldım. Boz ayı ise güldü.

"Sana deli diyenler gerçekten haklıymış. Kafayı sıyırmışsın kızım sen!"

Acıyla nefes almaya çalıştım. Lakin olmadı. Kollarımı tutan adamlar bana dehşetle baktı. Nefes alamıyordum! Nefes alamıyordum.

"Lan nefes alamıyor!"

Kollarımı tutan adamlar bedenimi dikkatle bıraktığında hızla bana eğildiler. Ben ise sürünmeye başladım. Nefes alamıyordum.

"Abi ne yaptın!"

Boz ayıya dehşetle baktım. O ise bu halime gülüyordu. Hızla geride kalanlar adamlar da etrafıma toplandı.

"Zaten geberecekti, ben işi kolaylaş-"

Odada tüm sesleri kesen bir tık sesi yankılandı. Boz ayı susarken alnında açılan o deliği ve kanamayı gördüm. Birkaç kişi hariç kimseye canım konusunda güvenmezdim. Asıl bir gerçek şuydu ki Yasin Kalen canım konusunda bu hayatta en çok güvendiğim kişiydi. Evet, canımı en çok acıtan kişiydi ve ben canım konusunda da en çok ona güveniyordum. Öldürmezdi o asla. Süründürürdü. Ölmeme de asla izin vermezdi. Öldürmeye çalışana da şuan olan olurdu. Boz ayı yavaşça yere düştüğünde çevremde olan adamlar korkuyla geriye çekildi. Nefes alamadığım için yeri tırnakladım. Gözlerim kaymaya başlamıştı. Babama olan korkum bile şuan öleceğim olmaktan daha azdı. Acıyla çırpındığımda uğultular duymaya başladım. Babam gelmişti ama ben onu göremiyordum. Korkamıyordum. Çünkü ölüyordum. Bugün düşünmüştüm ki babamı bir kere görmeden asla ölmem. Şimdi ise beden-

Acıyla öksürdüğümde tam göğsümde bir acı hissettim. Nefes almaya çalışırken yerimde kıvrandım. Ölememiştim. Yine ölememiştim.

"Alın şu şerefsizi gözümün önünden! Kızımı yıllar sonra görmüşüm şu yaptığınız rezilliğe bakın!"

Bedenim acıyla kıvrandı yerde. Nefes aldığımı yavaş yavaş bedenim hissederken uzun süre soluklandım. Babamın sesi kulaklarımda yankılanıyordu lakin şuan kafamın hemen dibinde olan kanla gülümsedim. Kırk beşti. Şimdi kaç olmuştu? Kırk altı. Saçlarımın ucunun kana değdiğini hissettim. Kokuyu çok yakından alıyor, midem bulanıyordu. Anılar gözlerimin önünden geçti. Önümde olan ceset gözlerimin önünde kaldırıldı. Başımın yarısı kana bulandı. Çocukluğum... Çocukluğumu gördüm ben saniyelerde. Avaz avaz bağırma isteğim yavaşça soldu. Gözlerim doldu. Dakikalar sonra ise bedenimden tekrar tutuldu. Bir kukla misali kaldırıp, duvara yasladılar. Benim ise gözlerim yerde olan kandan bir türlü ayrılmadı.

"Böyle bir karşılama istemezdim. Ama biliyorsun kızım." Gözlerim kandan tam karşımda oturan o adamı buldu. Acıyla yutkundum. Nasıl da her şey sıfıra dönmüştü öyle, nasıl da gücüm bir anda elimden alınmıştı. Her zaman söylediği o lafı teker teker anlamamı, duymamı, söylediği zevki hissetmek ister gibi konuştu. "Silahın yönü kızım, asla seni değil bir başkasını bulacak."

Titremedim. Deliler gibi korkmadım. Ağlamadım. Sadece yutkundum. Geçmişimin acısı yine yüzüme çarptı. Karşımda olan adamın gözlerinde ise tek bir acı, hüzün kırıntısı yoktu.

"Büyümüşsün."

Mavi gözlerim yerde olan kana takıldı. Beyaz olan kazağıma baktım ardından. Bilerek mi giymiştim bugün beyaz? Ne kadar kanayarak büyüdüğümü görmek için mi giymiştim bu rengi? Kanatarak büyütmüşlerdi beni. Kanatmayı öğrenmiştim. Bir katil adamın kızı da bir katil olmuştu. Bugün bir kez daha katil olmuştum. O bir bodrum katınının karanlığı ve soğuğunda beni büyütmüştü. Karanlık bir taraf çıkarmıştı zihnimde, acımasız... Soğuk bir benlik yaratmıştı bende, kimsenin sıcaklığına güveni olmayan bir ben. Öyle bir suçlamıştı ki beni, başka hiçbir suçlamayı kabul etmemiştim. Ama onun suçlaması kalbime öyle bir işlemişti ki... Onun olmadığı zamanlarda onun yerine beni suçlayacak birisini yaratmıştı kafamda. Tüm bunlar bir olunca da zalim bir katil çıkmıştı ortaya. Kendisine benzeyen. Şimdi fark ediyordum. Çocukluğum. Çocukluğum nasıl da babama benziyordu? Yıllardır kendi babamdan kaçmıştım ama o kaçmadan önce çoktan zihnime kendisinin bir kopyasını işlemişti. Ben ise ondan bile şikayetçi olamamıştım. Karşımda beni bu hale getiren adama baktım. Gözleri beni izliyordu. Nasıl da benziyordu gözlerimiz birbirine, nasıl da izliyorduk iki katil birbirimizi?

"Sana benzemiş miyim?"

Sesimde ki soğukluktan ilk defa kendimi onun karşısında güçsüz hissetmedim. Şimdi fark ediyordum. Biliyordum, çocukluğum yoktu. Ama zaten çocukluğum oydu. Ben ise bu sefer kendim güçlü duracaktım. Çocukluğumu kendisine benzettiği için, hayatımı bir kabus yaptığı için. Suçlayabilirdi. Ben zaten kendimi suçluyordum. Her yağmur yağdığında, iki kardeşi izlediğimde, gülen bir çocuk gördüğümde, kendime aynada baktığımda... Bu özelliklerimi o sağlamıştı. Ben ise onun bana verdiği tüm bunları ikiye katlayarak kendime sunmuştum. Yağmurdan korkmamı o sağlamıştı, ben ise yağmurda korku içinde ölmek istemiştim. Cinayet işleyip suçu bana atmıştı, ben ise tüm cinayetlerimi kabul etmiştim. Yiğit için beni suçlamıştı, ben ise kardeşim için defalarca ölümü göze almıştım. O yüzden o öğretmiş, ben kendime beterini sunmuştum. Şimdi fark ediyordum ama çocukluğum ondan daha kötü, ben ise aralarında en güçlüydüm. Eğer olur da bir gün çocukluğum onun karşısına çıkmaya karar verip, yanımda olursa; biz o gün kendi katilimizi öldürürdük. Bunu görebiliyordum. Kafasını olumsuzca salladı.

"Hayır." Hafifçe gülümsedi. "Sen sadece bana benzememişsin, sen benden de beter olmuşun kızım."

Gözlerine dik bir biçimde baktım. O ise bu halimle hem acıdı hem güldü.

"Ama hala tek bir eksiğin var. Sen ölümsün kızım."

Sakin sesiyle gözlerimi kapattım. Hala aynıydı. O vücudumu yaraladığı kadar aklımla da oynuyordu. Ve başarıyordu da.

"Söylesene, benim yanımda kaç kişiyi öldürmüştüm?"

Ellerim titredi. Korkmuyorum dediğim anın saniyeler sonunda ellerim titredi.

"Kırk beş." Sesimin titremesini umursamadan yerde ki kana baktım. "Ve kırk altı."

Benim yanımda olan adam şok ile tepki verirken babam gülümsedi.

"Kırk beş. Sonra kaç oldu saydın mı? Kendi ellerinle kaç kişiyi boğdun?"

Gözümden bir yaş aktı ve engel olamadım.

"Saymadım."

Anlıyormuş gibi kafa salladı. Beni vuracağı yeri iyi biliyordu. Dakikalardır dövülmeme rağmen ağlamayan ben kendimi şimdi ağlamamak için sıkıyordum.

"Hayatına her girdiğin kişiyi öldürüyorsun kızım." Acıyla yutkundum. Gözlerimi sıkıca yumdum yoksa ağlayacaktım. "Söylesene sırada kim var şimdi? Sana bakan adamı öldürdüğün gibi oğlu mu? Kaan'mı? Okul arkadaşın, her şeyin, Deniz'mi?" Susması için gözlerimi açtım ancak sadece yaşlar aktı. Selim'i ben öldürmemiştim ki... Ama babam onun hayatında olduğum için bile beni suçladı ölümünden. Susmadı. "Yoksa onların hayatına girdiğin gibi ölüme sürüklediğin o iki adam mı? Eren Korlu ve Aras Altan?"

Kafamı olumsuzca salladım ve ellerimle kanı umursamadan gözlerimi sildim. Saniyeler öncesinde güçlüydüm oysaki.

"Kimse ölmeyecek."

Sesim titrerken bu dediğime alayla güldü. Hatta kahkaha attı.

"O yüzden mi bugün yurtdışına gidiyordun?"

Maviliklerimle ela gözlerine baktım. Susmalıydı. Bu gerçek olmamalıydı. Bitmeliydi. Kabusum bitmeliydi. Rüya sona ermeliydi. Ben onun karşısına ya hiç çıkmamalı ya da dimdik durmalıydım. Ancak ikisi de olmadı ve gerçekler yüzüme tokat misali çarptı.

"Dur ben senin ne yapacağını da tahmin edeyim. Arkadaşlarına bir bahane uydurdun, gideceğim dedin. Gidince ise kimliğini tekrar değiştirecek ve intihar edecektin."

Sesinde oluşan nefreti hissettim. Başımı görmesin diye eğdim. Gözlerimden yaşlar süzüldü. Haklıydı çünkü. Eğer izin verseydi bunu yapacaktım.

"Nasıl? Tanıyor muymuşum kızımı hala?"

Gözümden yaşlar süzüldüğünde akmalarına sert bir biçimde bağırdı. Yerimde titredim.

"Hala aptal gibi ağlıyorsun! O sikikler için intihar mı edecektin?" Halime güldü. "Ah benim aptal kızım."

Kafamı olumsuzca salladım. Ve bu sefer ona dik bir biçimde baktım. Göz yaşlarımı akıtmadan. Nefretle. Korkumu zor da olsa tekrar geri plana atarak.

"Eğer onlara bir şey yaparsan sen-"

"Çisem."

Sözümü sertçe böldü. Ardından oturduğu yerden kalktı ve yanıma doğru geldi. Korktum. Bana yaklaşmasından, dokunmasından çok korktum. Hafifçe gülümsedi

"Onları ben değil, sen öldüreceksin."

Dediği ile afallarken halime acır gibi baktı. Ardından akan göz yaşımı benim yanıma eğilip sildi. O ne demekti? Anlamıyordum. Anlamak istediğimi de sanmıyordum.

"Benden nefret ediyorsun değil mi kızım?" Yüzü gerildi. "Oysa sana asla zarar vermeyeceğimi bu yaşına kadar anlamalıydın." Saçlarımı düzelttiğinde yavaşça kulağımın arkasına sıkıştırdı. Eline, yüzümde olan kurumaya yakın kan bulaştığında ise tiksindi. "Onları ben değil sen öldüreceksin."

Nefretle baktım o gözlere.

"Öleceklerinde onların önüne atlarım ama asla o silahı sıkan ben olmam."

Babam burukça gülümsedi.

"Ama onlar sana ateş etti bile. Farkında değilsin ama kanıyorsun kızım." Ne diye mırıldandığımda o belinden silahını çıkardı ve bana gösterdi. "Oysa ben silahın yönünü asla sana çevirmedim, çevirmem de."

Kaşlarım çatıldı. Ne diyordu? Anlamadığımı anladığında silahın namlusunu başıma dayadı. Ancak korkmadım. Dediği gibi, o silah asla beni vurmazdı. Buna emindim.

"Bak korkmuyorsun." Hafifçe gülümsedi ve silahı bastırdı. "Ama şimdi seni ben değil Aras ve Eren vuracak."

Gözlerimi kapattım. Yalan söyleyecekti. İnanmayacaktım. Zayıf yerimden beni vuracağını biliyordum. İnanma Çisem. İnanma.

"Seni bulamamı onlar sağladı kızım. Beni sana gösteren onlar oldu."

Bir silah sesi geldi. Tam zihnime girdi o silahta ki kurşun. Gözümden bir yaş aktı. O silah önce beynimde olan yerleri paramparça etti. Ardından kalbime ilerledi. Bir an durdu sandım kalbim. Ancak o durmak yerine her bir atışında duyduklarının altında ezildi.

"Ne?"

Babam silahı yavaşça indirdi. Ardından gülümsedi.

"Yalan söylemediğimi biliyorsun. Çünkü ben sana silah doğrultmadığım gibi bu güne kadar asla yalan da söylemedim."

Gözümden bir yaş aktı. Kafamı olumsuzca salladım. Babam bu halime güldü.

"Seni o kadar yanımda tuttum ama hala tek başına zayıfsın." Gözlerim onu buldu. Silahını cama doğrulttuğunda bana eğildi. "Oysa benim yanımda öyle bir güçlüsün ki. Senin yerin benim yanım Çisem Kalen."

Gözlerim camı buldu. Gözümden bir yaş aktı. Yağmur... Yutkundum. Cam açıktı ve yağmur yağıyordu. Ben ise bunu o gösterince fark etmiştim. Bedenim deli gibi titremeye başlarken o yüzümü kendisine çevirdi.

"En büyük korku en küçükleri yok eder." Yüzümü tekrar yağmura çevirdi. "Ölü bir yağmursun sen. Ölüp gitmiş bir yağmur damlası. Yanında insanları da götüren. Oğlumu götüren bir yağmur damlası."

Gözlerimi kapattım. Sinirle çenemde duran elini ittirdim. Ona bu kadar kolay yenilmeyecektim. Nefretle baktım o gözlere.

"Yalan söylüyorsun!"

Bu halime acıdı. Ancak eliyle bir işaret verdiğinde korkum daha da büyüdü. Dediklerinde değildim, Manyak'taydım. Yapmazdı, yapamazdı. Bana bunu yapmamış olmalıydı değil mi? Babamın arkasından bir adam telefon uzattı.

"Bugün senin ilk güvenini kırmadılar mı? İlk darbeyi sana vurmadı mı? Seni bana onun adamları getirdi be."

Hayır diye mırıldandım. Tüm planlarım, tüm her şey duyduklarım ile yıkıldı. Bedenim çöktü. Babam ise gülümseyerek bana telefonunu gösterdi. Aramalarla yüzleştiğimde gözümden bir yaş aktı. Eren Korlu. Hafifçe alta kaydırdı. Aras Altan. Acıyla yutkundum. Bugün beni yıkan babam değildi, onlardı. Asıl yıkımım ise babamın bana çevirdiği ekranda yazan numara oldu.

"Eren Korlu."

Babam telefonu kendisine çevirdi. Hafifçe güldü.

"İnanman için kızım."

Telefonu açtığında kulaklarım duymasın istedim. Ölmek istedim. Ama ben saatler önce sarıldığım adamın, o buz gibi sesini duydum. Duyduklarım ile ise tüm planlarım, tüm benliğim yok oldu. Güvenim yerle bir edildi. Her şey bir anda mahvoldu...

"Anlaştığımız süre doldu. Kızını gördün. Ayrıl şimdi oradan."

Bir yıkım gerçekleşti bu gün içimde. Bir ölüm daha oldu. Unutma Çisem Kaya. Bu tarihi asla unutma. Çünkü bugün bir sevdiğini daha kaybettin. Manyak. Hayatına aldığın, gerçek manada sevdiğin o adam öldü bugün. Kimse ölmeyecek demiştin ama yanıldın. Manyak ve Kaçak bitti. Çünkü Manyak bugün öldü. Kaçak ise onu dediği gibi kovalamadı. Bu tarihi asla unutma çünkü sen bitirdin. Manyak'ı kendi içinde sen öldürdün, Kaçak.

Sen Çisem Kalen oldun. Geride ise Eren Korlu kaldı...

...

 

 

Loading...
0%