Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9. Bölüm

@suwiiniz

İlk tokadını birkaç yıl önce yemişti. Bugün ise evden atılmıştı. Korkuyordu. Hava sıcaktı, ayaklarına deniz suyu vuruyordu. Ama kız dakikalar önce olandan dolayı deli gibi titriyordu. Saç dipleri çok acıyordu. Babası, annesi kızın yanında değilken yapmıştı yine yapacağını. Annesi çoktan gelse de yine de korkuyordu. Minik titrek elleri saçlarını buldu En ufak bir dokunuşta bile çok acıdı canı. Gözlerinin dolmasını sağlayan ise avuç içinde tuttuğu saçlarıydı. Titrek bir nefes kaçtı dudaklarından. Bu kadar saçı dökülmezdi onun hiç. Göz yaşları öylece akıp giderken ise onun bu halini başka birisi gördü. Yiğit Kalen. Ablasını ilk defa ağlarken görmemişti ama bu sefer ağlamasının sebebini biliyordu. İlk defa görmüştü çünkü. Babasının diğer yüzünü ilk defa ablası saçlarından çekilip çıkartılırken görmüştü. Babası bunu yaparken ise o bir şey yapamamış, korkmuştu. Bir nevi kendini suçluyordu kısaca ablasının ağlaması için. Kumun üstüne yürüyerek yaklaştı ve ablasının saçlarını gördü. Çok acıyor muydu canı?

"Abla."

Çisem duyduğu ses ile hızla göz yaşlarını silmeye çalıştı. Ancak başaramadı. Canı çok yanıyordu bir kere.

"Yiğit."

Yiğit ablasına doğru adımladı ve batan güneşin altına o da sakince oturdu. Normalde ikisi de denizin içinde birbirleriyle oynarlardı ancak bugün bunu yapamamışlardı. Yiğit ablasının elinde olan saç tutamına bakındı bir süre.

"Saçların uzun çok güzel, hep böyle kalacak değil mi?"

Çisem elinde ki saçlardan hızla kurtuldu ve kafa salladı. Hep uzun kalacaktı saçları. Dökülmeyecekti. En azından öyle umuyordu.

"Evet."

Yiğit küçük bir tebessüm gönderdi ve ilk defa ablasına sordu o gün.

"Babam çok canını yaktı mı?"

Çisem'in bu soru karşısında gözlerinden yaşlar süzülse de kardeşine bakıp gülümsedi. Daha yeni kendi saçlarını tuttuğu elini kardeşine uzattı. Yazın sonunda gideceğini bilmediği kardeşine uzattı minik ellerini. İteceğini bilmediği kardeşine.

"Sen yanımda olursan acımaz..."

2 Saat Önce

Eren Korlu

Yağmur. Anlıyordum. Belki ilk defa bunu hissetiğimdendi ama şimdi onu çok iyi anlıyordum. Çünkü ilk kez ben de yağmurdan bu kadar çok korkuyordum. Kulaklarımı damlaların sesi doldururken bedenim titredi. Kaçak. Hiçbir zaman anlayamamıştım onun bu yağmur korkusunu. İnsan herhangi bir doğa olayından korkar mıydı? Şimdi anlıyordum. İnsan sevdiğini o yağmur altında kaybedince korkuyordu. Kaçak'da bu yüzden mi korkuyordu? Birisi ölecek diye mi korkuyordu? Çünkü ben şuan en çok bundan korkuyordum. Kaçak. Daha fazla dayanamadığımda yavaşça yere çöktüm. Diz kapaklarım ıslandığında acıyla gözlerimi kapattım. Olmamıştı. Olamazdı. Kaçak bunu yapmış olamazdı. Ellerimin titrediğini gördüm. Korkuyla bedenim kasıldı. Bana bunu yapamazdı. Bana yapsa, sevdiklerine yapamazdı. Öyle bir şey olamazdı. Kanların arasında olan beyaz kazağını titreyen parmaklarla tuttum.

"Manyak!"

Boğazımın yandığını hissettim. Nefesim kesilir gibi oldu.

"Bugün, gidiyorum."

Ellerim titrerken ben ıslanmış olan o kazağı kaldırdım. Kazağın hemen ucundan kırmızı bir damla aktı. Gerçek değildi. Böyle olamazdı. Olmazdı.

"Öldür beni."

Ben ne yapmıştım? Göğsünde olan o yırtıkla bakıştım. Ben küçük bir kız çocuğunu mu öldürmüştüm? Olamazdı. Parmaklarımın arasından kazak düştüğünde kan birikintisinin tam ortasına düştü. Kafamı gerçeklerle eğdim. Kaçak. Tam önümde, dizlerimin altında kan vardı. Soluyordum. Hissediyordum. Ellerime baktım. Kazaktan bulaşan kan parmaklarımdaydı.

"Ellerim kanıyor!"

Kaçak... Sesi zihnimdeydi. Kafamdaydı. Acı olan ise kendisinin olmamasıydı. Söylesene Eren Korlu, sen küçük bir kıza ne yaptın? Gerçeklerin acısıyla yutkunamadım bile.

"Öldürdüm..."

...

3 Saat Önce

Çisem Kalen

Kalbim. Kalbim atıyor muydu? Hissediyor muydum? Zihnim çalışıyor muydu? Görüyor muydum gerçekleri? Duyuyor muydum? Acıyla bedenim devrildi. En içimde. Öyle bir kanatmışlardı ki her yerim duydukları karşısında parçalara ayrıldı. Duyduğum ses... Gerçek miydi? Olamazdı. Yapamazlardı. Bana yapmazlardı. Yapmazlardı yani değil mi? Bir insan bu kadar acımasız olamazdı. Her şeyi beklemiştim. Ölmeyi bile. Ama bunu... Bunu çocukluğum bile tahmin edememişti. Çocukluğum... Geçekler yüzüme öyle bir sert çarptı ki bu sefer kalkamayacağımı biliyordum. Bedenim duyduğum ses ile yerle bir olurken canım çok yandı. Demiştim ya... Birisi ölürse dayanamazdım. Bir kişi ölmemişti. Manyak beni de kendisiyle birlikte o uçurumdan itmiş, ölmemizi sağlamıştı. Bunu yapmıştı. Dudaklarımdan acıyla bir nefes çıktığında tek bir kelime edemedim telefonda konuşan o kişiye. Ağzımı açamadım. Acım öyle büyük geldi ki bedenime, ben nefes bile alamadım. Babam tam karşımda yavaşça bu halime güldü. Gözümden bir yaş süzülürken babam yanağıma akan o yaşı parmağı ile sildi.

"Eren Korlu. Bu güne kadar yaptığım en iyi anlaşmaydı, emin olabilirsin."

Telefonu babam kapattığında gözlerimden yaşlar aktı. Sesimi çıkaramadım. Ağlayamadım. Bağıramadım. Güvenim öyle bir kırılmıştı ki ben ne yapacağımı bile bilemedim. Babam gözlerime baktı. Acıdı bu halime. Ben ise ondan bile korkamadım. Göz yaşlarım sessizce döküldü. Babam her birini teker teker sildi. Göz yaşlarımı bugün, bu hayatta en korktuğum kişi sildi. Göz yaşlarım ise bu hayatta en sevdiğim kişi yüzünden aktı.

"Geçecek kızım, bu da geçecek."

Ela gözlere baktım. Yüzünde zafer gülümsemesi vardı. Titreyen bedenim bile donmuştu. Ben öyle bir düşmüştüm ki, korkamıyordum bile. Beni öyle bir yerimden vurmuşlardı ki, acıtmıyordu. Düştüğümü biliyordum, vurulduğumu da. Bugün öldüğümü biliyordum ama bağıramıyordum. Göğsüme bir delik açmışlardı ve o delik oluk oluk kanıyordu. Canım çok yanıyordu. Hayır, fiziksel olarak göğsümü delen bıçak değildi. Göğsümü delip, kalbimi ezmelerinin acısıydı bu. Boğazım da öyle bir yumru vardı ki sanki bir ömür çığlık çığlığa ağlasam da geçmezdi. Babama baktım. Bu halime gülen adama. Yenilgiyle. Acıyla. Hayal kırıklığıyla. Boğazımda olan yumruya rağmen fısıldadım.

"Bitti." Babam böyle bir şey beklemezken gülüşü donuklaştı. "Bitirdin." Yüzümde olan elini tuttum ve sıktım. "Yasin Kalen, senin kızın bu kadarına dayanamaz." Acımı anlasın diye elini hayal kırıklığı ile sıktım. "Kazandın."

Dediğim ile donan yüzü tekrardan güldü ve kafasını olumsuzca salladı.

"Bitmedi." Kafamı eğdim. Bitmişti. Dayanamıyordum. Çoktu. Canlı canlı öldüğümü hissediyordum. "Daha bitmedi."

Yalvararak baktım. Tüm planlarım, her şey bitti. Elini yalvarır derecesinde sıktım. Kafamı olumsuzca salladım.

"Öldür beni." Acıyla göz yaşlarım düştü dediğim ile. Ben ise dayanamadım. Bu kadarı çoktu. "Baba! Öldür beni!" Kafamı eğdim ve önünde resmen eğildim. "Dayanamam! Buna dayanamam." Çığlıklarımın yerini ağlayan hıçkırıklarım doldurdu. "Öldür. Lütfen..."

Ben önünde eğilmiş beni öldürmesi için yalvarırken o elini elimden kurtardı. Acıyla haykırdım. Bu kadarı çoktu. Bana bu yaptığından sonra ölümü çok görüyor olamazdı. Benliğimi benden almışken, gururumu, ömrümü, sevdiklerimi, çocukluğumu... Beni benden almışken yaşamamı isteyemezdi. Bu kadarı fazlaydı. Sertçe eli çenemi bulduğunda başımı kaldırdı. Göz yaşlarım ise durmadı. Sertçe konuştu.

"Ölmek mi istiyorsun?"

Kafamı olumlu anlamda salladığımda sertçe çenemi bıraktı ve eğilmiş olduğu yanımdan tiksinerek kalktı. Biliyordum. Yalvarmamı bile dinlemeye tenezzül etmezdi. Bu halimden zevk alacaktı. Ben ise ölmeyi dileyecekti-

"Ölmek istiyorsan..."

Dediği ile gözlerimi ona kaldırmam bir oldu. Paltosunu giyerken yüzüme tiksinerek baktı. Derin bir nefes verdi.

"Eğer ölmek istiyorsan sana koyacağım şartı yerine getireceksin." Çaresizce ona baktım. "Eğer yaparsan, ölmene izin veririm. Ardında kalanlar ise yaşar. Seni bırakırım."

Ölümüm için içimde bir umut yeşerdi. Kendi ölümüm için ezilen kalbim heyecanlandı. Babam ölmene izin veririm dedi. Babam... Yasin Kalen demişti. Göz yaşlarımı olabildiğince temizlemeye çalıştım ancak durmadılar. O ise daha fazla uzatmadı.

"Eren Korlu ve Aras Altan."

Titreyen ellerim duyduğum isimler ile dondu. İçimde kırdıkları parçalar dışarıya çıkmak ister gibi canımı yaktı.

"Ölmek istiyorsan, öldür onları."

...

Şimdiki Zaman

Kalbim atıyor. Nefes alıyorum. Yaralarım temizlendi. Lakin çok uykum var. Ağzımda bir maske duruyor. Gözlerim yarı açık yarı kapalı. Nerede olduğumu biliyorum. Nasıl olduğumu da. Ancak bazı şeyleri hatırlamıyorum. Misal buraya nasıl geldiğimi. Ya da neden canımın acımadığını bilmiyorum. Canım yanmalı oysaki ama kafam uyuşuk gibi. Sanki içmişim de kafam ayrı gibi. Önümde bir kadın bana gülümsüyor. Şimdi, şuan. Ama kim olduğunu bilmiyorum. Sesleri duyuyorum. Ancak önceyi hatırlayamıyorum. Ne olduğunu. Kadın bana doğru yaklaşıyor şuan. Ben ise korkuyorum ama neden korktuğum belirsiz.

"Fazla kan kaybetmişsiniz, sakinleştirici vurmak zorunda kaldık. Bir kaç dakikaya kendinize geleceksiniz merak etmeyin."

Kadının sesi kafamda yankılandı. Sakinleştirici mi? Kafamı yavaşça eğdiğimde yeni yeni kendime geliyordum. Gözlerim odada gezindi. Konuşmak istedim ancak ağzımı açamadım. Bulunduğum yer hastane odasına benziyordu. Kadına tekrar döndüğümde bana tebessüm etti. Sanki bir şey diyeceğimi anlamış gibi maskemi yavaşça çıkardı. Boğazım yanıyordu.

"Su."

Kadın hemen yanımda olan minik masadan su kattığında içmeme yardımcı oldu. Bir yandan da konuştu.

"Yaralarınız kötü durumdaydı, dışarıda polis ifade için bekliyor. Üzerinizden bir şey çıkmadığı için de kimliğinizi tespit edemedik. Eğer bir yakınınıza haber vermek istersen-"

"Hayır."

Suyu kendimden uzaklaştırdığımda kadın net sesimle donuklaştı. Ben ise kafamı yastığa geri koydum ve derin bir nefes çektim.

"Kimseyi istemiyorum, bunu sağlar mısınız?"

Kadın sorumla duraksadı.

"Emin misiniz? Kıyafete ya da başka bir şeye ihtiyacınız olabilir."

Kafamı olumlu anlamda salladığımda üstüme baktım. Zihnime olaylar yavaş yavaş yüklendi. Babam gittikten dakikalar sonra üzerimdeki kazaktan kurtulmuş, sadece bir ceket giyip yağmura çıkmıştım. Dayanabilirim sanmıştım. Babamdan sonra yağmura dayanabileceğimi sanmış, kendimi öylece sokağa atmıştım. Öyle olmamıştı. Bunu ise şimdi anlıyordum. Babam demişti ki en büyük korku en küçükleri yok eder. En büyük korkum o sanmıştım. O da kendisi olarak biliyordu. Ama hayır. Benim en büyük korkum babam değildi. Yiğit. Benim en büyük korkum oydu. Onu kaybettiğim o gün. Benim en büyük korkum o gün olmuştu. Yağmur ise bana o günü hatırlattığı sürece asla kaçamayacaktım o korkudan. Bedenimin ise bugün daha fazla korkuya dayanamamış ve kısa süreli bir baygınlık geçirmişti. Çevrede ki insanlar tarafından ise acınıp buraya getirtilmiştim. Acımaları ise halime göre oldukça normaldi.

"Eminim, sizden tek isteğim kimse buraya gelmesin."

Kadın anlamış gibi kafa salladı.

"Peki."

Teşekkürümü mırıldanarak ettiğimde kadın maskeyi tekrar takacaktı ki durdurdum.

"Çıkartsam, daraldım."

Hemşire olduğunu tahmin ettiğim kadın bana baktı. Bir diğer anladığım ise ona para verilmiş olduğuydu. Gözlerimi sinirimle kapattım. Düşünmemek için çabalıyordum.

"Tabi, ama ateşiniz oldukça fazlaydı. Serumun bitmesini bekleyin. Sonra bir kontrol daha yap-"

"Kaç lira aldınız?"

Kadın bu ani sorum ile duraksadı. Devlet hastanesine getirilmem ve bu kadar ilgi fazlaydı. Asıl soru şuydu, kim para vermişti? Kadın benden uzaklaştı.

"Merak etmeyin, sadece merakımdan soruyorum."

Kadın telaşla yüzüme baktı. Ben ise mırıldandım.

"Yasin Kalen mi?"

Babam böyle bir şey yapmazdı. Biliyordum. Sadece bir ihtimal o olsun istedim. O olsun ki diğer isimleri saymamayım. Kadın kafasını olumsuzca salladı.

"Kaan Vural?"

"Hayır, ama size isim vermemem söylendi. Lütfen. Beni zor durumda bırakmayın."

"Ne?"

Kadın daha fazla yüzüme bakmadan odadan ayrıldığında kafam karışmıştı. İsim vermemek mi? Neden? Zaten fazla tanıdık yoktu bana bunu yapacak olan. Neden isim verilmesindi ki? Fazla düşünmedim. Üzerimde bir ağırlık vardı. Bunu bana verdikleri sakinleştiriciye bağlamak istiyordum ama hayır. Biliyordum bu o değildi. Bu bana atılan kurşunun ilk acısıydı. Düşünmek istemiyordum. Lakin o kurşun bedenime tamamen işlediğinde acı yayılacaktı. Öyle bir yayılacaktı ki ben yerle bir olacaktım. Bu yüzden düşünmek de görmek de istemiyordum. Tek istediğim burada olmamaktı. Özellikle birazdan olacakları bildiğim için burada olamazdım. Ne kadar sakinleştirici etkisinde kaldığım bile belirsizken hem de. Kolumda olan serumu hızla çıkardım. Canım yandığında derin bir nefes verdim. En azından hala bedenim acıyı hissediyordu değil mi? Ayaklarımı yataktan aşağıya sarkıttığımda karnımda büyük bir kasılma hissettim. İyi değildim. Bunlar iyi değildi. Üzerimde olan atleti umursamadan yataktan kalktım. Düşecek gibi olduğumda yatak başlığından tutundum. Aptal değildim. Çocukluğumun hala yaşadığını biliyordum. İntikam için yaşıyordu. Beni ayakta tutan oydu. Yataktan uzaklaştığımda kapıya doğru gittim. Şimdiye kadar kimsenin gelmemiş olması değişikti. Büyük ihtimalle bulunamamıştım. Bulunmak da istemiyordum. Kapıya doğru ilerlediğimde her bir adımımda karnımda olan kaslar kasıldı. Kopacak sandım bedenim. Bu ağrı kesici hiçbir boka yaramıyordu. Acıyla nefes verdim. Kapı kolunu tuttuğumda hızla kapıyı açtım. Karşımda oturan sandalyede ki polisi görmem bir oldu. Elinde olan telefona bakıyordu. Kapı sesiyle gözlerini kaldırdı.

"Hanımefendi."

Kapıyı kapattığımda derin bir nefes verdim. Gelmek üzereydiler. Biliyordum. Bu kadar zaman olmamaları bile bir değişikti. Polisi umursamadan adımladığımda adam ayaklandı. Gözlerim koridoru taradı. Polis yanıma geldiğinde hafifçe uzaklaştım. Adam korkutmak istemez gibi mırıldandı.

"İfadenizi almam lazım."

Kafamı olumsuzca salladım.

"Gerek yok, kimseden şikayetçi değilim."

Yüzüm dehşet bir halde olmalı ki adam bana garipseyen bir bakış attı.

"Yine de almam lazım bak-"

"Boş bir odada konuşalım o zaman."

Çıktığım odaya göz gezdirdi. Lakin ben ne bana tutulmuş doktor, ne de gelecek olan kişileri görmek istemiyordum. Bir kez daha uyutulamazdım. Ayakta duran bedenim acıyla kasıldı. Derin bir nefes verdim.

"İyi de-"

"Çisem Hanım!"

Duyduğum değişik ses ile koridorda bana doğru koşan bir kadın gördüm. Kimdi bu? Uzun açık kahve saçlar, yeşil gözler, benden dört beş yaş büyük bir kadındı. Giydiği önlükten doktor olduğunu anladım. Hızla polisin koluna girdim. Bedenim daha fazla ayakta kalamayacak gibiydi.

"Beni götürün lütfen."

Adam bir arkamızdan bize doğru gelen kadına bir de bana baktı. Ancak benim adımlamam ile mecburen yürümek zorunda kaldı. Harika. Bir polisle doktordan kaçmadığım kalmıştı. Bunu da yapmıştım. Bedenim düşme tehlikesi geçirdiğinde diğer kolumdan yakalandım.

"Çabuk, girin."

Kadın hemen yanımızda bir kapı açtığında ikimizi de oraya çekti. Kapı kapanmadan önce duyduğum şey ise beni bitiren şey oldu.

"Kaçak!"

Kapı kapandığında nefesim düzensizleşti. İki kolumdan çıkıldığında bir ilaç odasındaydık. Bedenimi endişeyle kapıya yasladım. Hayır diye mırıldandım. Dakikalardır gerçeklerle yüzleşmeyen beynim şimdi... Titrediğimi hissettiğimde kadın bana doğru yaklaştı.

"Bana bak." Gözlerim doldu. "Çisem kendine gel."

Zihnimde o ses vardı.

"Anlaştığımız süre doldu. Kızını gördün. Ayrıl şimdi oradan."

Nefes alamadığımı hissettiğimde kadın bu sefer iki eliyle başımdan tuttu. Kendime gelmemi ister gibi bedenimi sarstı.

"Bulamayacaklar seni." Nefes almaya çalıştığımda gözümden bir yaş süzüldü. "Çisem! Kendine gel."

"Çok fazla titremiyor mu?"

Polisin tedirgin sesiyle yutkundum. Buradaydılar. Gelmişlerdi. Düşünmemek için direnen zihnime her şey bir anda saplandı. Ben daha hazır değildim. Ne olmuştu? Nasıl yapmışlardı? Bana bunu nasıl yapmıştı? Bir kez olsun düşünmemiş miydi? Canımın acıyacağını bir kez olsun düşünmemiş miydi? Ben her kaçtığımda kovalayacağını söylemişken, tüm hayatım boyunca kaçtığım adamın da beni yakalamasını mı istemişti? Ölecek olsam bile. Gözlerimden yaşlar süzüldü. Nasıl gelebilmişti şimdi buraya? Hayatını ben kararttım demek için mi? Senin diğer katilin benim demek için mi? Tüm güvenini ezip geçerken arkama bile bakmadım demek için mi? Neden yapmıştı ya? Bunu bana neden yapmıştı? Bedenimi sertçe salladı kadın. Karnım acıyla kasıldığında bu sefer bana eğildi.

"Bana bak, sana söz veriyorum kimseyi görmeyeceksin."

Gözümden bir yaş aktığında o hızla sildi. Tüm korkularım bedenimi deli gibi öldürürken karşımda kim olduğunu bilmediğim kadın bana inançla bakıyordu. Çisem demişti. Hani kimliğim belirlenememişti? Diğer gözümden akan yaşı da sildi.

"Eğer çıkmak, yüzleşmek istemiyorsan şimdi bana yardımcı olman gerek. Tamam mı?"

Maviliklerim korkuyla kadına baktı. Kafamı olumsuzca salladım.

"Yapamam."

Sesim titrediğinde kadın bana hüzünle baktı. Bu halim onun da canını acıtıyormuş gibi. Saniyeler geçtiğinde hafifçe tebessüm etti. Elleri yüzümden ayrıldığında ellerimi destek olmak ister gibi sıkıca tuttu. Hafifçe ellerimi kaldırdığında tam göğsümün üstüne yasladı ve inanarak baktı.

"Yaparsın, burası için." Ellerimi hafifçe bıraktığında şakaklarıma dokundu. "Burayı bir kez daha kullanmaktan çekinmeyeceksin."

Gözümden bir yaş daha aktı. Sesimin titremesini önemsemeden sessizce konuştum.

"İki taraf da kullanamayacağım kadar hasar aldıysa peki?"

Kadın hafifçe tebessüm etti. Ardından ellerimden birisini tuttu.

"O zaman sana uzatılan eli itmeyeceksin ki o senin yerine savaşsın."

Ellerimi sıktığında korkuyla ona baktım.

"Kimsin sen?"

Kendime yavaş yavaş geldiğimi görmüş olmalı ki gülüşü büyüdü.

"Psikolog Ceylin Akar."

Gözümden son bir yaş daha aktığında o benim yapabileceğimi anlamış olmalı ki arkamızda kalan memura döndü. Adama dakikalar sonra baktım. Oldukça rahattı.

"Dışarıdakilere Çisem'in kafeye indiğini söyler misin? Onlar çıktığında mesaj at. Üst kata çıkacağız benim odama. Sonra oradan birlikte çıkarız."

Adam sorgulamadan kafa salladığında hafifçe kapının önünden çekildim. Olaylar dönüyordu. Adam hiç çekinmeden yanıma geldi. Polis olduğundan bile şüpheliydim artık. Doğruca kapıyı açtığında ise o sesleri duydum tekrardan.

"Ne demek bilmiyorum lan? Çiso nereye gidecek de?"

Gözlerimi kapattığımda kapı hızla kapandı. Ellerimi yapamayacağımı anlayarak indirdim. Ardından kafamı olumsuzca salladım.

"Korkuyorum."

Kadın derin bir nefes verdi. Ardından ellerimi bıraktı.

"Yaslandığın duvar yıkıldığı için mi yoksa kendini yaslayacak kadar asla birisine güvenemeyeceğin için mi korkuyorsun?"

Gözümden bir yaş daha süzüldü. Kendimde değildim artık. Sadece cevap verdim.

"Duvarın yıkıldığını hala kabullenemediğim için."

Ceylin bana döndü.

"Belki de yıkılmak zorunda kalmıştır."

Kafamı olumsuzca salladım. Kimdi bilmiyordum. Nereden geldiğini de. Belki de yıkılan duvarın o da bir parçasıdır.

"O yıkıldı çünkü benim düşmemi istedi."

Kadın bana tamamen döndü.

"Peki sen düşecek misin?"

Gözümden bir yaş daha döküldü. Ardından ben de ona döndüm.

"Ben düştüm zaten çoktan doktor. Sadece yere çarpıp tamamen dağılmayı bekliyorum."

Kadın bana elini uzattı.

"Sen düşmeden bir ip uzatıldığında tut o zaman."

Ceylin'in yeşil gözlerine baktım. Bana gerçekten tutmamı ister gibi bakıyordu. Tedirginlikle mırıldandım.

"Ya o ipi tutan tarafından tepeye vardığımda daha kötü itilirsem?"

Kadın hafifçe tebessüm etti.

"En azından biraz daha zamanın olur. Kim bilir belki de ipi tutan sana yepyeni, düşmenin imkansız olduğu bir yol açar."

Göz yaşlarım konuşmanın etkisiyle yavaşça kurudu. Elini tuttum sakince.

"Bu hayatta asla düşmeyeceğin bir yol yok."

Elimi sıktığında telefon bildirim sesi geldi.

"Bir kere düşmeden, sakince en dibe inersen, bir daha düşemezsin."

Bu kadın kimdi bilmiyordum. Nereden çıkmıştı onu da bilmiyordum. Hiç sevmediğim de kesindi. Bütün düşüncelerimi yıkmıştı bir konuşmada. Lakin bir tarafı fazlasıyla güven veriyordu.

"Şimdi elimi tut ve inmeye başla Çisem. Karşılaşacağın manzara belki tepede olandan daha güzel olur."

Hafifçe gülümsedim. Düşüncelerimi yok saymaya çalışıyordum olabildiğince. Konuşması iyi hissettirmişti.

"Bırakırsan seni de çekebilecek gücüm yok artık."

Kadın telefonunu çıkardığında güldü.

"Daha da güçlenip, kendi başına çıkarak beni iteceğini varsayıyorum." Telefonunu kapattı. "Şimdi, şu yıkılan duvardan kurtulalım."

Kapıyı açtığında beni beklemeden hızla etrafa baktı. Ardından koluma girdi.

"Merdiven çıkmamız gerekecek."

"Dayanırım."

Odamın olduğu yere baktığımda boş olduğunu gördüm. Kimlerdi bilmiyordum. Belki de dediğim gibi yıkılan o duvarın bir parçalarıydı. Ancak şuan sorgulamaya gücüm yoktu. Hızlı adımlarla bir kapıya vardık. Kapı merdiven boşluğuna açıldığında Ceylin'den destek alarak bir kat çıktım. Karnım tekmelerin ana sahibi olmuştu. Bakmamıştım ancak beter olduğunu biliyordum. Merdivenleri bitirdiğimizde beni yönlendirdi.

"Odama az kaldı, dayan."

Dakikalar sonunda odasına vardığımızda kendimi koltuğuna attım. O ise beni şaşırtacak şeyler yaptı.

"Şimdi, görevim gereği bunları yapacağım ve sen sorgulamayacaksın."

Kafamı olumlu anlamda salladığımda o dolabına yöneldi. Simsiyah kıyafetler çıkardığında bana yaklaştı.

"Şu üzerinde ki kirli şeylerden kurtulalım. Eşofman seviyor gibisin."

Hafifçe tebessüm ettim.

"Beni güzel araştırmışsınız."

Kadın omuz silkti. Cana yakındı.

"Normalde belli etmemem gerekiyordu. Ama zeki bir kızsın. Ben de uğraşmak yerine doğruları söylüyorum."

Anlamış gibi başımı salladım.

"Babamın adamı değilsin, Kaan'ın da." Derin bir nefes verdim. Aklıma iki isim gelmişti. "Başka da aklıma gelmiyor."

Kadın üzerimde olan kıyafetleri çıkarmaya yardımcı oldu.

"Bir psikolog olarak söylüyorum, çok kötü yalan söylüyorsun."

Üzerime siyah eşofmanı giydirdiğinde ben de onun gibi mırıldandım.

"Zeki bir kadın olduğu belli. Ben de uğraşmak yerine doğruları söylüyorum."

Ceylin dediğime hafifçe güldü.

"Zamanımız olsa seninle bol bol konuşurdum ama şimdi değil."

Ben de ona sorgulayarak baktım.

"Yani sonrasında bol bol konuşabiliriz?"

Ceylin susmamı ister gibi işaret yaptı. Bu haline güldüm. Sevmiştim onu. Üzerime siyah kazağı da giydirdiğinde bana baktı. Sonra tekrar dolaba döndü.

"Sana bunları da verip, istediğin gibi buradan çıkarmam lazım."

Önüme bir çanta koyduğunda ona baktım.

"Bunlar ne?"

Derin bir nefes verdiğinde hafifçe güldü. Açıklama yapacağında ise telefonunu bir arama doldurdu. Bir dakika işareti yaptığında ben çantaya baktım. O da tüm kombinim gibi siyahtı. İçeresinde bir telefon ve cüzdan gördüm.

"Tamam, hemen çıkartıyorum."

Telefonu kapattığında bana döndü.

"Ne olduğunu gördün, şimdi acilen gitmemiz lazım."

"Bunlarla ne yapacağım?"

Ceylin koluma hızla girdi.

"İstediğini. Ama seni buradan çıkarmak için bu kadar uğraştığım anları düşünerek istediğini yap olur mu?"

Kısaca bulunma diyordu. Kalktığımda kafa salladım. O ise önüme bu sefer bir tekerlekli sandalye getirdi. Anlaşılan onu da yormuştum.

"Konumumu bileceksiniz yani."

Kadın hafifçe güldü ve sürmeye başladı.

"Elbette ki, çok iyi ortadan kaybolduğunu biliyorum."

Bu cümleyle yutkundum. Hafifçe mırıldandım.

"Evet. Çok iyi kaçtığım doğrudur."

Kadın ne dediğimi bile anladığında hızla asansöre doğru ilerledik. Demek ki bana bu kadar yakın birisiydi. Tek zeki o değildi. Kötü bir durumdaydım ama hala kafam çalışıyordu.

"Ne zamandan beri beni araştırıyorsun ve ne zaman tekrar görüşeceğiz?"

Asansör önümüzde durduğunda içeriden birkaç kişi indi ve içeriye girdik. O zemin katı tuşlarken kimseyi umursamadan konuştu.

"Yaklaşık iki gündür senin tüm hayatını okuyorum." Derin bir nefes verdim ve gözlerimi kapattım. "Alınma, ben sadece doktor hasta ilişkimiz adına sana dürüst oluyorum ki sen de bana öyle ol."

"Yani biz doktor hasta mıyız?"

Birinci katta durduğumuzda ne olur olmaz diye önüme geçti ve beni gizledi.

"Şuan pek öyle değiliz. Ama olacak gibiyiz. Bende bilmiyorum. Sadece önceden önlem."

Anlıyormuş gibi kafa salladım ve ben de ona baktım.

"Belki de sadece bir yalan kurgusu."

Kapı kapanırken içeriye birileri girdi. Ceylin tekrardan arkama geçti.

"Hayatı yalan olan birisisin Çisem Kaya." Soyadıma vurgu yaptığında içim ürperdi. "Ama merak etme, her şey yavaş yavaş düzene girecek."

İçeride ki kişilerin dinlediğine emin olsam da konuştum.

"Hayatı yalan ve ölüm olan birisine neden yardım edeceksin o halde. Kendini ölüme atmak ne kadar akıllıca?"

Kapı açıldığında asansörde oluşan mırıldanmaları duydum.

"Belki ben de senin gibiyimdir. Canımı pazardan almış gibi öylece kendimi ölüme atmak istiyorumdur. Olamaz mı?"

Sandalyeyi sürdüğünde ona doğru kafamı kaldırdım.

"Hayatını sevdiğin gözlerinden belli." Bana bakmadan gözlerini kaçırdı. Ben ise konuştum. "Benimkinin aksine seninkiler parlıyor."

Hızla kapıya doğru sürdüğümüzde onun cevabını telefon sesi örttü. Hızla durdurup etrafına bakındı ardından telefonu açtı.

"Ne oldu? Çıkmak üzereyiz."

Etrafa bende bakındım. Çıkış kapısına az kalmıştı. Kurtulacaktım.

"Ne? Tamam kapat."

Telefonu hızla kapattığında sandalyemi itmesi bir oldu. Kapıdan uzaklaşırken ona döndüm.

"Ne oluyor?"

Derin bir nefes verdi ve resmen koşar bir halde sürmeye başladı.

"Sarı kafa şüphelenip alt kata inmiş. Acilden çıkacağız."

İçim ürperdi. Korkmadan edemiyordum işte. Acil yazısıyla bakıştığımızda Ceylin hızla sürdü. İçeriye girdiğimizde yataklarda olan kişilerle bakıştım. Sanırım, hatırladığım kadarıyla beni de buradan üst kata çıkarmışlardı. Göğsüme ve birkaç parmağıma dikiş atıldı diye hatırlıyordum. Tabi sakinleştirici etkisiyle ne kadar hatırlamaksa o kadardı. İnsanların garipseyen bakışlarını umursamadan kapıya doğru ilerledik. Beni kapıya yaklaşmadan, yani dışarıyı görmeden önce bıraktığında hafifçe önüme geçti.

"Geliyorum hemen."

Bana verip kendi omzuna takmış olduğu çantayı kucağıma bıraktığında dışarıya doğru koştu. Derin bir nefes verdim. Dışarıyı kontrol edecekti. Nefes nefese kalmış, yorulmuştu benim yüzümden. Asıl canımı sıkan ise gözlerinde olan o ışığın sönecek olmasıydı. Babam haklıydı. Hayatıma aldığım her insanın sonu ölümdü. Kimdi bilmiyordum. Sevmemiştim de. Ama güven veren o tarafını yok sayamazdım. Saniyeler sonunda tekrar koşturarak yanıma geldi. Sandalyemin arkasına geçtiğinde konuştu.

"Kimse yok, hava iyi gibi. Kısaca sorun yok."

Beni dışarıya sürdüğünde gözlerim bulutları buldu. Grimsi o bulutlar. Kapıdan çıktığımızda bedenime soğuk vurdu.

"Hay! Montu unuttum."

Ceylin telaşla söylendiğinde ben mırıldandım.

"İyiyim, sıkıntı yok."

"Hayır, alıp gelece-"

"Ceylin. İyiyim."

Gözleri endişeyle bana baktı. Hafifçe tebessüm etmeye çalıştım. İyiydim ve beni buradan çıkartan o olmuştu. Ona doğru döneceğimde o gerek kalmadan önüme adımladı.

"Emin misin? Ateşin vardı. Hemen ala-"

"Teşekkür ederim."

Ceylin bu ani çıkışım ile duraksadı. Ben ise ona tebessüm etmeye çalışarak baktım. Hızla gözlerini kaçırdı.

"Teşekküre gerek yok." Hafifçe omuz silkti. "Sonuçta seni buradan çıkardım diye tonla para alacağım." Bana döndüğünde o gülümsedi. "Ayrıca veda etmene de gerek olmadığını biliyorsun. Sana anlatmamam gereken çoğu şeyi söyledim."

Bu dediği ile ben de gülümsedim. O ise gördüğü ile ellerini salladı. O tarafa baktığımda taksi olduğunu anladım. Araç bize doğru yaklaşırken ona baktım.

"Pekala, o zaman şimdilik görüşürüz."

Araç önümüzde durduğunda bana destek oldu. Ön koltuğu açtığında hafifçe güldü.

"Eğer kaybolmazsan emin ol görüşeceğiz." Beni koltuğa yerleştirdiğinde derin bir nefes verdi ve bana baktı. "Biraz olsun kendine gelmeye odaklan."

Tebessüm ettim.

"Sanmıyorum, ayrıca olur da belki görüşemez-"

Kapım benim sözümü tamamlama izin vermeden çarpıldığında pencereden ona baktım. O ise bağırdı.

"Görüşürüz!"

Gülümsedim. Ben de hafifçe el salladığımda araba hareket etti. Ona son bir kez daha baktığımda şoför konuştu.

"Nereye?"

Önüme döndüğümde gülümsemem silinmedi. Nereye gidecektim? Aklıma tek bir yer geldi. Şoföre döndüğümde hastanenin ön kapısından çıkışa doğru ilerliyorduk.

"Merkezden uzak, götürür müsün?"

Adam kafa salladığında ben önüme dönmüştüm ki tüm ifademi donduran bir şey oldu. Taksi ise öne bir aracın geçmesiyle yavaşladı. Hemen on metre ilerimde... Gözlerim doldu. Düşüşüm sona yaklaştı. Man-

Gözümden bir yaş aktı. Eren... Sinirle telefonla konuşuyordu. Kalbim hızlandı. Ancak heyecandan olmadı bu sefer. Korkumdan. Ona olan korkumdan hızlandı. Yolun hemen yanındaydı. Ona doğru gelen diğer bedeni gördüm. Aras. Acıyla yutkundum. Hemen yanından geçtiğimizde eğmiş olduğu kafasını kaldırdı. O siyahları gördüğümde saatlerdir düşen bedenim sonunda zemine çarptı. Dağıldım, yıkıldım, ezildim, parçalara ayrıldım. Gözümden bir yaş süzüldü. Nasıl anlatırdı bilmiyordum. Tek bildiğim kalbimin çok acımasıydı...

Bedenim titriyordu. Acıyla yutkundum. Uzun saçlarım rüzgarla savrulurken bedenim soğukla titredi. Anılar gözlerimde canlandı. Giydiğim botlar ıslak kuma battı. Ne kadar da sessizdi. Bir o kadar da sesli. Benim sessiz yıkılışımın şiddetini gösterir gibi. Gözümden bir yaş daha süzüldü. Buraya gelmiştim. Korkardım. Babam burada diye yıllardır gelememiştim ama aslında her ağladığımda kaçmak istediğim yerdeydim. Bugün ise babamla karşı karşıya gelip ağlama isteğim artmıştı. Düşünmeden buraya gelmiştim. Yavaşça adımladım ve her adımımda kuma daha çok battı ayaklarım. Değişmişti. Yıllar değiştirmişti. Artık banklar vardı. Birisine oturdum. Nemli olduğunu hissetsem de umursamadım. Gözlerim suda, kulaklarım seslerdeydi. Babamdan ayrıldıktan sonra buraya gelmek istemiş, ama yağmur beni başarısız kılmıştı. Derin bir nefes çektim içime. Gözlerimi kapattım ve yaşları bastırdım.

"Canım yanıyor Yiğit..."

Kapalı gözlerimden fısıltım ile bir yaş aktı. Sesim dalga sesine karışırken ellerim bankın tahtalarını sıktı.

"Sen yanımda yoksun, canımı çok yakıyorlar."

Gözlerimi açtığımda dalgaların önünde oturan iki minik beden gördüm. Soğuk hava bir an olsun ısındı. Ta ki gözlerim tekrar dolup o görüntü silinene kadar. Gözlerimden yaşlar süzüldü. Ellerim avuç içimi değil, tahtaları parçalarcasına sıktı.

"Dayanamıyorum!"

Babamın yanından sonra ilk defa kendimi serbest bıraktım. Saatlerdir tuttuğum göz yaşlarım serbestçe süzüldü. Sıktığım bedenim kendini kardeşinin yanında serbest bıraktı. Güçlü durmaya çalışmadım. Acıyla içime nefes çektim.

"Herkesi hesaba katmıştım ama onu..."

Onu hesaba katmamıştım. Ona öyle bir güvenmiş, kendi ellerimle kendimi ona yaslamıştım ki o beni itmişti. Çantam omzumdan yavaşça düştü. Acıyla haykırdım.

"Nasıl yaptı bana bunu? Hepsi yalan mıydı?"

Bana sarılışı, gülüşü, bakışları, gözleri... Acıyla eğildim. Yalan olamazdı değil mi? Bir kez olsun beni sevmemiş olamazdı değil mi? Kalbim düşüncelerim ile acıdı.

"Ben o gözler için canımı ortaya koymuşken o beni hiçe saymış olamaz değil mi?"

Sözleri zihnimde susmuyordu. Ne demişti babama? Hatırlamak istemedim. Ne zamandan beri beni biliyordu? Soyadımı. Gerçek beni ne zaman anlamıştı da vazgeçmişti benden? O gece, beni öptüğünde mi? Yoksa sabahında ona kendimi anlattığımda mı? Ya ne zaman öğrenmişti de beni bir hiç gibi itebilmişti? Acıyla yutkundum.

"Belki de en başından beri..."

Devamını getiremedim kendi konuşmamın. Ama zihnim ona da ihtimal verdi. Belki en başından beri olan her şey yalandı. Benim doğru, sevgi, olarak gördüğüm her şey belki onlar için bir yalandan ibaretti. Ben o kadar kör olmuş muydum? O kadar düşmüş müydüm? Onlara inanmam ne kadar sürmüştü gerçi? Bir gün. Aras... Zihnim körlüğüm ile haykırdı. O adam beni ölümüne dövmüşken onu affetmiştim. Eren... O apayrıydı. Kalbim ona öyle bir güvenmişti ki bir an onu kendi kardeşim yerine bile koyabilmiştim. Onu kendi planıma dahil etmemem oldukça normal değil miydi? Ellerim artık dayayamadığım başımı buldu. Babamın sözleri zihnimde yankılandı. Onlar için intihar mı edecektin diye bağırıyordu. Seni anında harcayan iki adam için intihar edecek miydim? Yapacaktım. Öyle bir sevmiştim ki bir an bile düşünmez yapardım. Çocukluğum bunu sorgulamamıştı çünkü ikimizin bir araya geldiği tek bir nokta vardı. Kalbim birisini sevdi mi zihnim onu korumak için her şeyi yapardı. Çünkü ikimiz de bir sevdiğimizi kaybetmiştik ve çocukluğum bir tane daha kaybetmemi istemezdi. Çünkü dayanamayacağımı bilirdi. Benim yıkılışım ise onun da sonu demekti. Ben sevmiş, çocukluğum koruyacağım demişti. Sonunda ise ikimiz de itilmiştik. Çocukluğum en büyük korkusuyla karşı karşıya kalmış, ben ise sevdiğimin ihanetiyle tanışmıştım. Öyle bir dağıtmışlardı ki bizi ikimiz de ayrı bir yana savrulmuştuk. Her zaman ben yıkılırsam o kaldırır, o yıkılınca ben yapardım. Ama şimdi... Birbirimizi kaldırmaya gücümüz bile yoktu.

"Ölmek istiyorum. Yiğit. Ben dayanamıyorum. Ölmeme bile izin yok."

İstedim ki ölümümü kendi kardeşim dilesin. Benim dileklerim kabul olmazken bir çocuğun dileği kabul olur da ölürüm belki dedim. Kendi kafama sıkamazdım, çünkü kendi kafama sıkmak demek yanımda iki kişiyi daha götürmek demekti. Kaan ve Deniz... Onlar da bana ihanet edip düşürsün istedim. Ki arkama bakmadan sıkayım kafama. Kimseyi düşünmeden. Ama öyle bir ihtimal yoktu. Yavaşça doğruldum. Tek ihtimal, acıyla atan kalbimin artık durmasıydı. Dursun istedim. Dursun ki ben de susayım. Ortadan kaybolayım, yok olayım, kaçayım... Düşündüklerim yine canımı acıttı.

"Kaçamayacağım!" Acıyla bağırdım. "Kaçmamı da aldılar!"

Oysa bu hayatta yapabildiğim tek şeydi. Kaçmak. Kaçak... Onu öyle bir sökmüşlerdi ki artık kaçmak için adım bile atamaz hale gelmiştim. Ne kalmıştı? Sevdiklerim ölmüş, benim tarafımdan öldürülmüş ya da beni itmişlerdi. Geriye kalanlar ise sevdiklerimin yanına gitmemi engelliyordu. Kaçamıyordum, sevemiyordum, güvenemiyordum, öldüremiyordum. Ben ne yapacaktım? Babamın sözleri yankılandı zihnimde...

"Ölmek istiyorsan, öldür onları."

...

Güneşin batışını dizlerimin arasına gömdüğüm yüzümle izledim. Deniz daha da dalgalanmış, rüzgar daha çok artmıştı. Bedenime soğuk hava vuruyordu. Dizlerimi iyice bedenime çektim ve derin bir nefes verdim. Sıcak nefesim soğukta tek sıcak olandı. Gözlerimi acıyla kapattım. Saatlerdir ağlamaktan artık sızlıyordu gözlerim. Uykuya ne kadar da özlem duyduğumu anımsadım. Eskiden uyuyabiliyor, kabus görünce uyanıyordum. Şimdi ise... Uyuyabileceğimi bile sanmıyordum. Kalbim sızlıyordu çünkü. Olanlardan ve olabileceklerden yüreğim yanıyordu. Yapabileceklerimden korkuyordum. Bir o kadar ya yapamayacaklarımdan. Şimdi ise ne yapıp ne yapamayacağımı bilmiyordum. Hangi yöne savrulacağıma karar verememiştim. Benim isteğim dışında gelişeceğini de biliyordum. Dizlerimin etrafını saran ellerime kaydı bakışlarım. Parmaklarımın bazılarında dikiş vardı. Bazıları sargıdaydı. Bakalım ellerim kendi gibi başka kimi sarıp, kimi kanatacaktı. Kendim olma ihtimalini çok istiyordum. Kendimi öldürüp, başka kimseyi yanımda götürmemek. Tek dileğim buydu. En azından şimdilik. Bir anda omuzlarımda hissettiğim ağırlık ile yerimde sıçramıştım ki o sesi duydum.

"Hava soğuk."

Hızla kafamı kaldırdım. Kararmaya başlayan gökyüzünden net göremesem de tanıdık değildi. Ellerim üzerimi örten şeyi buldu. Ceket. Gerginlikle adama baktım. Bir süre bana baktı.

"Kimsin?"

Direkt sorumla hafifçe tebessüm etti. Ardından beklemediğim başka bir şey daha yaparak yanıma sakince oturdu.

"Ben buralıyım, asıl saatlerdir burada ağlayan sen kimsin?"

Ayaklarımı banktan yere düşürdüğümde ayaklanacaktım ki sakince kolumu tuttu.

"Rahatsızlık vermek istememiştim, sadece..."

Kaşlarım çatıldı. Hafif sakallı, otuzlu yaşlarında bir adamdı. Tedirginlikle ona baktım. Derin bir nefes verdi.

"Sadece merak ettim."

Kolumu ondan kurtardığımda üzerime koyduğu cekete uzandım ama o beni yine durdurdu.

"Hava soğuk, kalsın."

Bedenimi ondan uzaklaştırdım. Bu hareketimi görse de ses çıkarmadı. Ben ise korkarak fısıldadım.

"Kim gönderdi seni?"

Bu soruma hafifçe tebessüm etti. Ardından gözlerini benden çekip denize bakındı.

"Kerim gönderdi beni."

Gerildim. Kerim mi? Ona sorgular gibi baktım.

"Kerim mi? O kim?"

Bakışları tekrar bana döndüğünde gülüşü büyüdü ve elini bana uzattı.

"Kerim ben, memnun oldum..."

Bir ona bir eline baktım. Cümleyi uzatması demek adımı sorması demekti. Sinirle montunu çıkardım.

"Hiç tipim değilsin, git."

Bu dediğim ile o gülmeye başladığında ben ceketini ona uzattım. O ise ciddi olup olmadığıma bakındı.

"Sana yürümem için fazla küçük değil misin?"

Ceketine dokunmadığında ben anlamıyordum. O ise uzattığım ceketi umursamadan sırıtır bir biçimde tekrar dalgalanan denize döndü.

"Evet, küçüğüm. Sen de büyük olduğunu bildiğine eminsin değil mi?"

Tebessümü büyüdü. Ardından kafasını yavaşça eğip bana baktı.

"Eminim."

Kaşlarım çatıldı. Madem yürümüyordu o zaman kimin adamıydı? Aklıma gelen isimler beni tedirgin ediyordu. Korkmuş olduğumu anlamış gibi tekrar elini uzattı.

"Canım sıkılıyordu, sonbahar aylarında buraya pek kimse gelmez. Seni sabahtan beri burada görünce geldim."

Elini tedirginlikle sıktım. Kimseye güvenemeyeceğimi biliyordum. Yine de gerçekten bundan dolayı gelmiş gibiydi.

"Çisem."

Anlıyormuş gibi kafa salladı ve yüzüme bakındı.

"Seninle tanıştım diye ben de bu hale gelmem değil mi?"

Yaralarımı sorduğunu anladığımda elimi kurtardım ve omuz silktim.

"Kendi tercihindi. Tekin birisi olmadığımı bu yaşa kadar anlamış olmalıydın."

Dediğime güldü ancak ben oldukça ciddiydim. Ceketi dizlerime koydum. Gerçekten soğuktu. Sonbaharda buraya kimsenin uğramamasına şaşmamalı. İnsanlar burayı yazlık olarak kullanırdı genelde. Benim anlamadığım Kerim denen yanımda ki elamanın burada ne işi olduğuydu. Tesadüflere inanamayacak bir hayat yaşıyordum.

"Hastaneye falan gitmen gerekmiyor mu?"

Hastane... Gözlerimin tekrar dolacağını anladığımda hızla düşünmemeye çalıştım.

"Hastanedekilerin ağrı kesiciden başka bir bok yaptığı yok."

Anlıyormuş gibi kafa salladığında beklemediğim bir şekilde hemen bankın yanından siyah bir poşet çıkartıp önümüze koydu. Poşete bakarken o bana baktı.

"O zaman bu bir bok olur gibi."

Poşeti araladığında alkol şişelerini gördüm. O ise beklemeden kendisine bir tane çıkardı. Ben ise derin bir nefes verdim.

"Bana yürümediğine emin misin?"

Şişeyi açtığında güldü.

"Yürüyecek kişi arasam emin ol bu halde olan birisini tercih etmezdim."

Dalga geçmesine üzülsem mi sevinsem mi bilemedim. Ama sevinsem de pek halimin değişeceğini sanmıyordum. Şişeden bir yudum aldığında ona baktığımı gördü. Sırıtıp şişeyi uzattı. Derin bir nefes verdim ve sakince uzandım. Şuan buna ihtiyacım yok diyemezdim. Bir yudum içtiğimde acı tadı boğazımı yaktı. Kendisine bir tane daha çıkarttı.

"Anlat."

Ona dönmedim.

"Neyi?"

Düşünmeden direkt sordu.

"Sence? Neden bu halde olduğunu, neden saatlerdir ağladığına ve neden burada olduğun gibi basit konulardan başlayabilirsin."

Ona döndüm. Bedenini bana çevirmiş dikkatle bana bakıyordu ama gözleri fazlasıyla benim yüzümü inceliyordu. Rahatsız olmuştum.

"Kim olduğunu bilmediğim birine bunları anlatacağımı nereden çıkardın?"

Kendi şişesinden bir yudum içti. Ardından omuz silkti.

"Tanımadığın birisine anlatmak daha kolay olur."

Ona bakındım. Hiç tanışmıyor gibi durmuyorduk şuan. Hafifçe güldüm. Ve ben de içkiden bir yudum daha aldım. Gözlerimi ondan kaçırdım.

"Normal bir insana hayatımı anlatırsam sonumuz karakol olur."

Bu dediğime gülmedi. Ben ise denize baktım. Hava tamamen kararmıştı neredeyse. Sürekli kasılan karnım ile normal bir oturuş sergileyemediğim için yine dizlerimi banka çıkardım ve kendime çektim. Ardından şişeden bir kez daha içtim.

"Belki normal bir insanın kararlarına ihtiyacın vardır."

Ona alayla döndüm. Hafifçe ben de onu süzdüm. Hafif uzun saçları vardı. Pek benim tipim olmasa da hafif bir yakışıklılığı vardı. Üstelik yaşına göre gayet iyiydi.

"Senin de normal bir insan olduğunu düşünmüyorum."

Onu süzdüğümü anlamış gibi eğildi. Ardından mırıldandı.

"O nedenmiş?"

Omuz silktim.

"Tesadüflere inanmam. Hele ki bir insanın benim gibi bir tipe öylece yaklaşacağına hiç inanmam. Kimin adamı olduğunu söylemek bu kadar zor olmamalı."

Dediklerime güldü. Ardından eğildi hafifçe.

"Belki öylece birisiyim, seni beğendim ve eve atmak istiyorum. Olamaz mı?"

Dalga geçtiğini anlasam da gözlerimi ondan kaçırdım ve derin bir nefes verdim. Kafamı olumsuzca salladım.

"O hiç olamaz."

Güldüğünü işittim.

"Neden?"

Ona bu sefer kendi gerçeklerimle döndüm.

"Bir kez oldu ve bir daha olacağını sanmıyorum. Tanrı bir kulunun da ölmesini istemez bence. Yani ihtimal dışı."

Bu dediğim ile gülen yüzü donuklaştı. Ben ise hafifçe sırıttım ve elinde tuttuğu şişeye kendiminkini vurdum.

"Al sana anlatmamı istediğin bir gerçek."

Donuklaşan gözlerinde yapmacık bir korku vardı. Ben ise umursamadan içeceğimden bir yudum aldım ve gözlerimi ondan kaçırdım. Denize doğru bakındım. Havada olan bulutlar dağılmaya başlamıştı ama rüzgar hala hafif hafif esiyordu. Birkaç dakika ikimizden de ses çıkmadı. O ise en sonunda kendine geldi. Bu sefer ise cesaretli olan o sesi yoktu.

"Yani birisini öldürdün ve sen bunu şakaya mı vuruyorsun?"

Ona bakmadım. Ancak içim yandı. Bu soru beni yaktı. İçeceğimden büyük bir yudum aldım. Ellerimi sıktım. Şakaya vurmayıp ne yapacaktım? Gözlerim dolduğunda bu sefer çekinmeden ona baktım. Bütün gün ağladığımı görmüştü zaten.

"Hayatında hiç ölü birisini gördün mü?"

Gözleri gözlerime baktı. Bir süre dursa da gördüğünü anladım. Kafasını olumlu anlamda sakince salladığında ben dolan gözlerimi sertçe sildim. Bugün daha fazla ağlamak istemiyordum.

"İşte ölen kişiyi bir de senin öldürdüğünü düşün." Ona dikkatle baktım. "Bir insanının canını aldığını düşün ve sonra ne yapacağını?" Tebessüm ettim ve kendimi gösterdim. "Ben delirdim."

Gözlerini benden kaçırdı. Sanki bu söylediklerimi duymak istemez gibi içeceğinden büyük yudumlar içti. Ben ise onu daha fazla zorlamadım.

"Gitmek istiyorsan git." Hafifçe güldüm. "Öldürmem seni merak etme."

Gözleri beni bulduğunda halime üzülür gibiydi. Sorup sormamakta çekinir gibi baktı.

"Öldürdüğün birisi için ağlıyorsun yani."

Gözlerimi kaçırdım. Artık sık duyduğum sorulardan birisi buydu. Sıkıntıyla soludum. Ama gerçekten merak ederek döndüm bu sefer ona. Gerçekten de tanımadığın birisine anlatmak daha kolaydı.

"Yapmacık mı gözüküyor?" Gözlerim doldu tekrar. "Katili olduğun bir insan için göz yaşı dökmek çok mu yapmacık?"

Derin bir nefes verdiğinde bunları beklemediği kesindi. Gözlerimi silmedim bu sefer. Bedenini denize çevirdi.

"Bu soruya iki tür şık verilir." Elinde tuttuğu şişeyi yavaşça salladı ve bir süre ona bakındı. "Ya insanların bakışlarından kaçmak için pişman olduğuna inandırmak için ağlarsın."

Bana döndüğünde gözlerinde korku vardı. Ben ise fısıldadım.

"Ya da?"

Hafifçe tebessüm etti.

"Ya da böyle bir şeyi gerçekten istemeden yapmışsındır. Belki gerçek bile değildir."

Hafifçe güldüm ve ondan gözlerimi kaçırdım. Sinirle gözlerimi sildim. Derin bir nefes çektim içime. Yine daralmıştım.

"Sence hangisi."

Bankta hafifçe kımıldandı ve daha rahat bir oturuşa geçti.

"Birinci şık olsa bakışımdan çekinirdin." Ona döndüğümde bu sefer rahatça bana bakıyordu. "Bu demek oluyor ki bu bir kaza."

Dediği içimi yaktı. Ardından ellerime baktım. Sakince fısıldadım.

"Kaza değil, birisini kendi ellerim ile ittim ve bugün hayat bunun acısını benden aldı." Kalbimin kırıklığı ile yutkundum. Ardından ona döndüm. Bana anlamak ister gibi bakıyordu. Sessizce fısıldadım ve gözlerim tekrar doldu. Kardeşim güvendiği bir kişi tarafından itilmişti. Bu gün bana olan gibi. "Çok acıtıyormuş, ölümü dileyecek kadar çok."

Bu halime gerçekten üzüldü. Ardından gözleri denizi buldu.

"Öldür o zaman kendini." Eli suyu gösterdi. "Ölümün orada."

Denize baktım. Sıkıntıyla soludum.

"Ölürsem beni tutmaya çalışanları da çekeceğim. Onlara bunu yapamam."

Bu dediğim ile sıkıntıyla nefes verdi. Ben ise her şeye rağmen gülmeye çalıştım.

"Can sıkıntını daha da arttırdım gibi."

O bu dediğime aldırış etmeden bana bakındı. Anlamıyormuş gibi. Birkaç saniye gözlerimde gezindi.

"Anlamıyorum."

Ben de neden anlamadığını anlamıyordum. Neden der gibi baktım. O ise elinde tuttuğu şişeyi salladı ve bana bakındı.

"Sevdiğin birisini kendi ellerinle itmiş birisiyim dedin." Gözleri gözlerimi bulduğunda eliyle beni işaret etti. "En büyük düşüşü onunla yaşamış olman gerekmez mi? Neden seni iteni şimdi çıkıp en acı verici şekilde sen itmiyorsun?" Ben dedikleri ile kaşlarımı çatarken o gerçekten anlamıyormuş gibi güldü. "Sonuçta bir kere yapmışsın, ikinci zor olmasa gerek."

Ona ciddi mi diye baktım. Öldürdüğümü biliyordu. Alkol kafa yapmıştı sanırım.

"Çabuk sarhoş olmuşsun."

Kafasını olumsuzca salladı.

"Ciddiyim."

Gözlerimi ondan kaçırdım ve mırıldandım.

"Ölü birisini gördüm dedin ama anlaşılan sevdiğin birisi değil-"

"Kız kardeşim olarak gördüğüm bir kızın bedeniydi. Ve emin ol bir başkasını öyle görsem onun kadar acıtmaz bu canımı."

Gözlerim ona hayretle baktı. İşte benden de delisini bulmuştum. Sorgular bir biçimde baktım.

"Ne yani? Bir başkasını daha görürsem dayanamam demedin mi?"

Hafifçe tebessüm etti. Sanki bir başkası onun yanında ne ki der gibi.

"En acı olan diğer acıları bastırır."

Dediği ile yutkundum. Gözlerimi kaçırdığımda halime hafifçe güldü.

"En büyüğünü yaşadıysan diğeri o kadar can yakmaz. Şimdi anladığım kadarıyla seni iten sevdiğinmiş." Gözlerimi kapattım. Sadece sevdiğim miydi? Güvenle ona baktığımdı o. "Ama öldürdüğün ile aynı değerde mi?"

Konuşan Kerim'e bakamadım. Derin bir nefes verdim. Yiğit ve Eren. İkisi de karşımda olsa ve birisini seçmem gerekirse... Kalbim her zaman Eren için atardı ama Yiğit için hem zihnim hem kalbim atıyordu. Çocukluğumu tekrar hissettim içimde. Yiğit hiç kimse ile kıyaslanamayacak bir konumdaydı benim için. İçimde olan hırs büyüdü. Haklıydı. Saatlerce ağlamış ama hala kabullenememiştim. Neden? Bunun aynısını Yiğit' kendimin yaptığını biliyordum. Ben kendimi bile sırtımdan ittirip, öldürmüşken bir başkası neden canımı bu kadar yakmıştı? Neden kabullenememiştim? Çocukluğum zihnime tekrardan yavaş yavaş yerleşti. Bu şuan çok mantıklı geliyordu. Yeterince üzülmemiş miydim? Daha ne kadar gerçeği kabullenmeye çalışacaktım? Ortada bir gerçek vardı. Benim daha önce bin beterini yaşadığım bir gerçek. Kendimi ben kendim itmiştim. Buna alışmıştım. Her yağmur yağdığında kendi içimde ters düşüşümden alışmıştım. En güvendiğim kişi çocukluğum iken ben onun tarafından zaten defalarca kez itilmiştim. Bu, bu kadar koymamalıydı ki bana. Çocukluğuma hak verdim. Kerime'e döndüm sakince.

"Haklısın aslında." Tebessüm ettiğinde ben oldukça ciddiydim. "En değerlim gitmişken bir değerin de gitmesi bana bir şey kaybettirmez."

Bu dediğim ile duraksadı.

"Bir dakika bir dakika, bir şey yapmayacaksın değil mi?"

Ona döndüm. Ardından kafamı olumsuzca salladım. Çocukluğum fazlasıyla şuan ağır basmaya başlamıştı.

"Yapacağım."

Hızla kolumdan tuttu.

"Sadece hafif bir intikam duygusu için dedim sen uçtun kızım. Sakin."

Ona döndüm. Çocukluğumun hırsını hissediyordum. Bugün ölüm için eğdiğim başımı intikam için kaldırmak istiyordu. Ona göre çünkü ben sadece ona yalvarmalıydım. Haksız değildi. ben bugün ölüm için yalvarmıştım. Bunun intikamı olacaktı.

"Ben onun için canımı öne koymuşken o beni ezdi." Gözlerim Kerim denen önümde ki herifi buldu. "Ama ben zaten ezildim, haklısın."

Yiğit'i düşününce fark etmiştim ki canım aslında o kadar da yanmıyordu. Elimde ki içkiden içtim.

"Bir planım vardı, sekteye uğradı." Düşündüm. Gerçekten düşündüm. "Ama şimdi herkes tarafını seçmiş durumda ve daha açık. Düşünmeme ihtimalimin olmadığı bir durum kalmadı. Korumam gereken kişi sayısı azaldı."

"Bak şuan yanlış düşünüyorsun. İllaki hala görmediğin bir şey vardır ve seni oradan vururlar."

Kolumda olan eline elimi koydum ve kendimden uzaklaştırdım.

"Vuracakları şey sınırlı sayıdaydı ve bitti."

Kafasını hızla olumsuzca salladı.

"Bir insanın illaki düşeceği bir şey vardır."

Bu dediğine hafifçe güldüm.

"Ben zaten düştüm, unuttun mu?"

Bana korkuyla baktı. Ben ise alev alev yanan çocukluğumu hissediyordum. Düşünmediği bir yerden vurulmuştu. Şimdi ise asıl o konuyu düşünecek ve o konuyu tamamen bitirip o yola öyle devam edecekti. Saatlerdir güçsüz olan ben onu yeni yeni görüyordum. Çocukluğum çoktan kalkmış, beni bekliyordu.

"Ya üzerine toprak atarlarsa, ya aslında hiç düşmediğini fark edersen?"

Ona kararlılıkla döndüm.

"Üstüme toprak atamayacak kadar bir daha asla yakınıma yanaşamayacaklar. Ben ise defalarca düştüm."

"Şuan saçmalamaya başlıyorsun."

Hayır anlamında başımı salladım. Saçmalamak değildi bu. Ben kendimi gömüyordum oysa çocukluğum toprağın üstünde öylece çıkmamı bekliyordu. İntikam için bekliyordu. Yeni kurduğu planlar için bekliyordu. Ölümler için bekliyordu.

"Bu sefer kaçırabileceğim herhangi bir konu yok."

"Her zaman insan bir şeyleri kaçırır."

Ona döndüm. Elinde tuttuğu şişeyi banka bırakmış bana telaşla bakıyordu. Sanırım diyeceklerinin bu kadar etki edeceğini bilmiyordu. Derin bir nefes verdim ve içkiden bir yudum daha aldım.

"Evet. Bu işe öylece atlayamam."

Dediğim ile derin bir nefes verdi. Ben ise gülümsedim. Bu işe öylece ben atlayamazdım ama benim yerime zevkle atlayacak birisini tanıyordum. Saatlerdir görmediğim o beden gözlerimin önünde belirdi. Çocukluğum. Maviliklerde ilk defa ölümü bu kadar net hissediyordum...

Odada sakince dolaştım. Çocukluğum oturduğu koltuktan bana bakıyordu. Ellerim başımı buldu. Düşün. Düşün kafam.

"Plan basit."

Çocukluğumun konuşmasıyla kafamı olumsuzca salladım.

"Bu sefer her şey kusursuz olmalı."

Hafifçe gülümsedi. Ardından oturduğu yerden kalkıp bana doğru yaklaştı.

"Kusur sen ve sevgindi. Ama sen öldün ve kusur falan kalmadı."

Kafamı olumsuzca salladım. Bir şeyleri hala atlıyor gibiydik. Emindim buna ve dün daha da emin olmuştum.

"Bir şeyleri atlıyoruz yine."

Çocukluğum dediğim ile bir süre duraksadı. Haklı olduğumu biliyordu. Dün gelen Ceylin... Bunun bir anlamı olmalıydı. Kimdi? Kimin için çalışıyordu da bana yardım etmişti? Kaan olabilir miydi? Olamazdı çünkü çoktan bana gelen telefondan ya arar ya da konumuma gelirdi. İsmimi anmak istemesem de Eren ve Aras'ta olamazdı. Beni kendilerinden kaçıracak ihtimalleri var mıydı? Bir müddet düşündüm ama saçmaydı. Neden böyle bir işe gireceklerdi ki? Onlar da değildi. Babam hiç olamazdı. O zaten onlarla yüzleşmemi ve daha da düşmemi isterdi. Çıkmaza girmiş gibiydim. Kimdi?

"Önemli mi sence?"

Sinirle çocukluğuma döndüm.

"Önemli mi derken?"

Çocukluğum derin bir nefes verdi ve bana döndü.

"Belli ki iyiliğini isteyen birisi. Belki tipini falan beğenmişlerdir. Sonuçta düşman değil ve sen düşmanlara odaklanmıyorsun."

Ellerim başımı buldu. Gece içtiğim içkinin etkisi gidiyordu. Ve evet gün aymıştı. Ben ise düşünmekten uyuyamamıştım.

"Ayağımıza hiç kimse dolanmamalı."

Çocukluğum sabrı sınanıyormuş gibi bana baktı.

"Ayağına dolanacak olan o değil. Kim olduğunu gayet iyi biliyorsun."

Kafam döndüğü için duraksadım. Bazı çıkmazlar vardı. Çocukluğum haklıydı. Ayağıma dolanacak çıkmazlar. Misal babamın neden onları öldürmemi istemesi gibi? Bu konu sinirimi bozuyordu. Onlar öldüğünde ayağıma dolanacak ve beni öldürecek ilk kişi belirliydi. Sait Uluç. Babamın onları öldürmeme nedeni büyük ihtimal buydu. Sait'in gücünden korkuyor olabilirdi. Burada çocukluğum ile beni çıkmaza sokan babamın anlaşma yaptığı kişiyi neden öldürmek istemesiydi? Yasin Kalen neden Eren Korlu'yu öldürmek istiyordu? Biliyordum ki babam çıkarı olmadığı bir işe asla girmezdi. Buradan çıkarı ne olacaktı? Bilmediklerim burada beni çıkmaza sokuyordu ve öğrenecektim. Bugün. Kapımın tıklatılmasıyla odanın ortasında olan bedenim duraksadı. Bakışlarım kapıya döndüğünde kapı yavaşça aralandı ve o gözleri gördüm. Kerim. Beni ayakta görünce kaşları çatıldı.

"Bana hiç uyumadığını söyleme."

Yüzümden anlamış gibi ofladı. Akşam geceye kalmıştık ve o beni ikna etmeye uğraşmıştı ama hayır. Bu konuda artık nettim. Kaçmayacaktım. Kaçmaya yer arayan ben artık yorulmuştum ve savaşacaktım. Gerekirse tüm sevdiklerimi de yakarak evet. Çünkü çocukluğuma yapmamaları gereken o şeyi yapmışlardı. İhanet.

"Çisem, düzgün bir kafa için uyuman gerektiğinin farkında mısın?"

Odaya tamamen girdiğinde üzerinde pijamaları vardı. Onun evine gelmiştim. Bana kalmam için yaklaşık bir saat ısrar etmesi sonucu kabul etmiştim. Kimdi bilmiyordum ama sevmiştim. Beni kendime getiren o olmuştu. Kısaca çocukluğumu tekrar ortaya çıkaran. Kafamı olumsuzca salladım. Ardından ona döndüm.

"Saat kaç?"

Derin bir nefes verdi.

"Dokuz."

Odada etrafımda döndüm. Çocukluğum gitmişti ama benim aradığım o değildi. Çantayı bulduğumda kafamı olumlu anlamda salladım.

"Harika, bana artık müsaade."

Çantama ilerlediğimde o hayretle yanıma geldi.

"Sabah sabah nereye gidiyorsun?"

Çantama uzandığımda ona baktım ve cüzdanımı açtım. O bu yaptığıma daha da şaşırdı. Ben ise bakmadan belli bir miktar uzattım.

"İçki ve soğuktan korunma için teşekkürler."

Yok artık der gibi baktı. Hafifçe gülümsedim.

"İçtiğinde daha az saçmalıyorsun."

Eline parayı tutuşturdum ama o tekrar çantama bıraktı. İtiraz edeceğimde o kolumdan beni çekiştirdi.

"Her insan bir katil ile aynı evi paylaşamaz. Bu yüz-"

"Kapıda polis var deme bana."

Dediğime güldü. Ardından mutfağa doğru ilerledik.

"Kahvaltıyı da bir katil ile yapabilir miyim diyecektim?"

Hazırlanmış masaya baktım. Lakin bu masayı hiç o hazırlamış gibi durmuyordu. Sorgulayan bir şekilde baktım.

"Bunu sen hazırlamadın değil mi?"

Kolumdan ayrıldığında masada duran zeytinden ağzına attı. Bir yandan da kafasını olumsuzca salladı.

"Yeni kalktım kızım ben. Buna mı uğraşacağım cidden?"

Anlamış gibi kafa salladığımda onu süzdüm. Kerim. Bu işte de bir bok olduğu belliydi. Açıkçası kimse hayatınıza öylece girip sizi evinde ağırlamaz, dertlerinize ortak olmaya çalışmazdı. Ancak şuan derdim bu değildi. Eğer ölmezsem karşımda ki adamı unutacağımı sanmıyordum. Bana baktı ve gülümsedi.

"Çok üzüldüysen bir gün ben de hazırlarım, gel hadi."

Anlıyormuş gibi kafa salladım ve masaya oturdum. O da karşıma geçtiğinde çatalı aldım ve kesilmiş domatese uzandım. Bombayı salacak ve kalkacaktım. Aptal gibi gözükmeyi hiç sevmezdim. O yapılmış olan bir tosta uzandı.

"Her sonbahar burada durduğunu söylemiştin değil mi?"

Kerim tostan bir ısırık alırken kafa salladı. Domatesi ağzıma attım ve çantamı yanımda olan sandalyeye bıraktım. Hafifçe güldüm.

"Ve sana her gün birisi hizmet ediyor."

Bana ifadesiz bir biçimde baktığında hafifçe tebessüm ettim ve katılı olan suya uzandım. Başım dönüyordu ama çocukluğum artık zihnimde serbestti. Onu ise asla durdurmayacaktım. Sudan birkaç yudum aldığımda derin bir nefes verdim ve ona bakındım.

"Burası şehirden uzak bir yer ve çevre evlerin hiç birisinde bir hizmetçi yaşayamaz."

Çiğnediği tost ağzında kalırken ben bardağı masaya bıraktım. O ise ifadesiz kalmaya çalışarak bana bakındı.

"Evi biraz aşağıda kalıyor."

Anlamış gibi kafa salladım. Ardından mırıldandım.

"Bir saat önce su içmek için mutfağa geldiğimde burada kimse yoktu." İsmini itinayla fısıldadım. "Kerim."

Evet deliler gibi üzülebilirdim. Ama üzülen taraf bendim. Çocukluğum her zaman diken üstünde olurdu. Masadakiler son dakikada hazırlanacak şeyler değildi. Bunlar önceden hazırlanmış, ısıtılmış ve beş dakikada konulmuş şeylerdi.

"Ayrıca her gün burada kalan birisi olarak dolabın fazlasıyla boş."

Yüz ifadesinden bir şey belli olmazken vücudu öyle demiyordu. Elleri çoktan yumruk olmuştu. Tebessüm ettim ve çantama uzandım. Sandalyemi yavaşça ittirdiğimde teşekkür eder misali ona baktım. Elinde olan tostu bırakmıştı. Yüzünden belli etmese de o gözlerde sıçtığını belli eden bir ifade vardı.

"Hiçbir normal insan bir katille aynı evde kalmaz."

Sinirle gözlerini kapattığında ben derin bir nefes verdim ve yapmacık gülümsememi sildim.

"Dediğim gibi Kerim; tesadüflere inanmam." Gözlerini araladığında ben buz gibi ona baktım. "Teşekkür ederim ama bir daha ki karşılaşmamızda gerçek sen olarak karşıma çıkarsan iyi olur."

Yoksa olacaklardan ben sorumlu değildim. Son bir kez daha tebessüme ettim. Ardından arkamı döndüm. Nasıl da kibardım ama. Evden çıkmadan önce vestiyerde olan aynaya baktım. Anlaşılan kendimi toparlamam gerekecekti.

"Ne diyecektin?"

Kadın derin bir nefes verdi ve yüzüme baktı.

"Konuşacağınız kişinin ismini asla sesli dile getirmeyin."

Kafamı onaylar bir şekilde salladım. Ardından konuştum.

"Ama önce kim olduğunu da teyit et. Kimdi?"

Kadın elleriyle stresini atmaya çalıştı.

"Kaan."

Onaylayan bir şekilde gülümsedim ve yazdığım numaraya bastım. Bana verilen telefondan değil yanımdakinin telefonundan aramıştım. Kadın bu ani giriş ile daha da heyecanlandığında ben hoparlöre aldım. Her ne kadar bu işe karışsam da ona iyi olduğumu haber etmeden bir şey yapamazdım. Ancak yanında Eren ve Aras varsa sesimi duyduğu an adımı sesli söyleyebilirdi ve bu riski göze alamayabilirdim. Telefon açıldığında kadın telaşla bana baktı. Tebessüm ettim.

"Alo."

Kaan'ın buz gibi sesi geldiğinde kadın telefona eğildi.

"Kaan siz misiniz?"

"Evet."

Her ne kadar sesini duyacağımı bilsem de teyit etmekten zarar gelmezdi. Kadın eğildi.

"Şey, şimdi konuşacağınız kişinin adını asla sesli bir biçimde dile getirmeyin."

Bir süre ses gelmediğinde sıkıntıyla soludum. Kaan telefonda sesimi duyduğu an cümlemi tamamlamama izin vermeden adımı haykırabilirdi ve öyle bir şey şuan bana yaramazdı.

"Ne?"

Anlamayan sesine tebessüm ettim. Kadın biraz daha eğildi.

"Yalnız kalacağınız bir yere geçmeniz lazım, bunu demek istiyorum. Kimse kim ile konuştuğunuzu bilmemeli."

Kaan anlamıştı bile. Derin bir nefes verdiğinde buz gibi ses dağıldı.

"Sensin değil mi?"

Kadına teşekkür eder gibi kafa salladığımda çantamdan bir miktar para çıkardım. O sakince konuşmam için birkaç adım geriledi ve ben konuştum. Hoparlörü kapatmayı ise ihmal etmedim.

"Kaan."

Bir koşturma sesi duydum. Bir süre ses gelmedi. Saniyeler içinde ise mırıldandı.

"Çisem, bana iyi olduğunu söyle."

Aynadan kendime baktım. Ardından sessizce mırıldandım.

"İyiyim."

Külliyen yalan. Berbattım. Telefondan derin bir nefes sesi geldi. Ardından sorularını sıraladı.

"Neredesin sen? Aklım çıktı haberin var mı? İyiyim diyorsun ama iyi olma ihtimalin sıfır. Acilen yanına geleceğim."

Sıkıntıyla soludum ama sorularına sakin sakin cevap verdim.

"Kaan, iyiyim. Bir şeyim yok. Yanıma ise şuan gelmen pek iyi olmaz."

"Çisem, sıçarım böyle işe! Seni görmeden inan-"

"Kaan."

Sıkıntıyla etrafa baktım. Ardından mırıldandım.

"Sana ihtiyacım var. Gerçekten iyiyim."

Telefondan derin bir nefes sesi geldi. Ardından mırıldandı.

"Söyle, söyle sadece."

Etrafa bakındım. Ardından kadın ile göz göze geldim.

"Bu numara benim değil, öylece birisinden aradım."

"İyi de o zaman sana nasıl ulaşacağım?"

Mantıklı bir soruydu. Gözlerim makyaj malzemelerini inceledi. Ardından mırıldandım.

"Ben sana ulaşmadığım sürece ulaşamayacaksın. Fazla vaktim yok. Dediklerimi yapabilir misin sen onu söyle bana."

Telefondan bir süre ses gelmediğinde o sesi duydum.

"Kaan. Kaçak de bana."

Ellerim duyduğum ses ile rafı bulurken söylememesi için içimden defalarca kez yalvardım. Kadın endişeyle koluma girdi. Sesiyle bile bedenim afallamıştı.

"Hanımefendi. İyi misiniz?"

"Zeynep!"

Telefondan bana seslendiğini anladığımda derin bir nefes verdim. Söylemeyecekti.

"Arkadaşım. Zeynep iyi misin?"

Derin bir nefes verdiğimde mırıldandım.

"İyiyim. Kaan." Gözlerimi acı gerçek ile kapattım. "Kimseye güvenme."

"Ne?"

Rafı sıkıca kavradım ve kadına bakındım. Beni dikkatle dinlediği aşikardı. Ama umursamadım.

"Kimseye güvenme, hiç kimseye."

Net bir şekilde söylediklerimden kimi kastettiğimi anlamıştı. Acıyla yutkundum.

"Bana onlar deme."

Derin bir nefes verdim ve çocukluğuma izin verdim.

"Babam herkesi ayarlamış, canımı yakacağı yeri biliyor. Onlar bu işin içinde."

Kaan'ın sesi gelmediğinde bir şeyler olacağını anladım.

"Kaan. Sakın. Sakın bir şey yapma. Onlara ihtiyacım var."

Yürüdüğünü işittiğim adımları durdu.

"Sen ne saçmalıyorsun?"

Kadından destek aldım. İlaç almam gerekecekti. Bedenim fazlasıyla sızlıyordu. Çocukluğum acımasızca konuştu.

"Onları kullanacağım. Babamı bitirmek için onlar lazım. Hiçbir şey belli etmemen gerekiyor."

Bir süre ses gelmedi. Ardından konuştu.

"Anladım, Çisem'den hala ses soluk yok. Teşekkürler Zeynep. Sen ne yapacaksın peki bu salak için?"

Yanına birilerinin geldiğini çok net belli etmişti. Sıkıntıyla kadına baktım ve mırıldandım.

"Halledeceğim. Sana söylemem gereken başka bir şey var."

"Söyle."

Düşünmedim. Kadını da umursamadım.

"Ne Eren ne Aras ne de babamın olmadığına emin olduğum birileri peşimde. Başıma iş açmazlar gibi gelse de onlara bakmanı istiyorum."

"Kim?"

Sesi buz gibiydi ve yanında birisinin olduğunu anlıyordum.

"Ceylin Akar. Psikolog. Benim için geldiğiniz hastanedeydi. Ona bak. Yardım etmeye çalışıyor gibiydi ama ne olur ol-"

"Halledeceğim, kızı uyarmam-"

"Hayır. Kıza sakın sarar verme."

Derin bir nefes verdi.

"Ona da peki. Bana ne istediğini söyle."

Yine düşünmedim ve konuştum.

"Eren'i birkaç saat oyalaman gerekiyor. Bir şey bulmam lazım."

Bir süre ses gelmedi ama aklına ne geldiğini anlamıştım. Birkaç kez desem fark etmemişti ama ismine baskı yapmam ile bu sefer anlamıştı.

"Evet, Eren Kaan. Manyak değil. Artık Eren. Tamam mı? Kapatmam gerekiyor artık."

Bir süre ses gelmediğinde arkada başka bir ses daha duydum.

"Başına bir şey gelmiş olamaz mı? Bize olmasa bile Çiso sana haber verirdi illaki."

Aras... Hepsi birlikteydi. Sıkıntıyla soludum.

"Sanmıyorum. Arada kapanır böyle kimseye haber vermez. Bir iki gün sonra çıkar."

Asla öyle bir şey yapmayacağımı bilen kişiler ben ve Kaan'dık.

"Ne yani endişelenmiyor musun? Hastanedeydi ve resmen kaç-"

"Aras, telefon bitince konuşsak."

Ellerim tutunduğum rafı parçalayacaktı. Seslerinden bile böyle olurken onları görünce ne yapacaktım?

"Peki. Kız arkadaşına selam söyle benden."

Alaya alan sesi kulaklarıma yansıdığında gözlerimi kapattım. Kalbim bu kadar acımamalıydı.

"Kaan, kapatmam gerek."

Sinirle bir nefes verdi.

"Tamam, yapacağım her şeyi. Sadece beni bugün tekrar arayıp buluşacağımıza söz vermeni istiyorum. Bugün olmazsa yarın."

Söz vermezsem bunları yapmayacağını ve itiraz edeceğini biliyordum.

"Söz, söz tekrar arayacağım. Ama şimdi kapatmam gerekiyor."

"Başka şansım yok gibi, kapat güzelim."

Hafifçe tebessüm ettim.

"Söz buluşacağız, kendine hakim ol."

Daha fazla uzatırsam kalbimin acıyacağını bildiğim için kapattım telefonu. Numarayı ne olur olmaz diye sildiğimde kadına geri uzattım ama gözlerim çoktan dolmuştu.

"Teşekkürler."

Kadın telefonu aldı ve tebessüm etti.

"Rica ederim." Bana doğru eğildiğinde rafta olan kapatıcıyı bana uzattı. "Tam sizin renginiz."

Elime sakince bıraktığında bu bir nevi haline acıdım, şu yüzünü kapat demekti. O sakince yanımdan ayrılırken elimdekine baktım. Kapatacak mıydım acıyan izlerimi? Acıyla yutkundum. Elimdekini sıktım. Gerekene gösterecek, bu halime rağmen nasıl da dik yürüdüğümü gösterecektim. Lakin bilmesine gerek olmayanlar için acılarımı kapatacak, gizleyecektim.

...

Yapmak istediğime emin miydim? Hiç olmadığım kadar. Çocukluğuma baktım. Yanımda durmuş bana bakıyordu. Bu halimle gurur duyuyormuş gibiydi yüzü.

"Hiç bana öyle bakma, o cümleleri ben değil sen kendi isteğinle kurdun."

Cebimde olan bıçağı sıktım. Çantama koyduğum silah ağırlık yapıyordu. Onu kullanmadan bıçakla bu işi halletmeyi planlıyordum. Yapacaktım. Buna emindim. Çocukluğumun gururunu hiçe çıkartamazdım. Kaan'ın evine gidip gerekli olan şeyleri yanıma almıştım. Vücudum ise aldığım ağır ilacın etkisindeydi. Markete bakındım ve çocukluğumdan destek aldım.

"Hadi yapalım şu işi."

Gülümsemesi korkunçlaştı. Ardından elim çantamdan telefonumu buldu. Hızlı adımlarla ilerledim ve telefonu kulağıma tuttum. Kafamı eğdiğimde kasiyerin duyabileceği şekilde konuştum.

"Domates, peynir, salatalık, süt. Başka ne alınacak var?"

Rafların arasından kaybolduğumda hızla telefonu çantama geri attım. O rafa geldiğimde etrafa bakındım. Ardından düşünmeden hızla Eren'den gördüğümü yaptım. Raf sakince açılırken önüme o karanlık çıktı. Acıyla yutkundum. Kendimi içeriye attığımda rafı ardımda geri kapattım. Gözlerimde ise mazi canlandı.


Bir tık sesiyle bu sefer raf hızla geriye çekildi. Gözlerim şokla açıldığında Manyak beni bileğimden yakaladı ve içeriye çekti. Ben karanlıkta göremezken bir tuşa baasılması sonucu raf geri öne doğru çekildi. Aman Allah'ım çok havalı. Bende böyle bir şey yaptıra-

"Yürü Kaçak."

Eliyle beni yürüttüğünde merdivenlere geldik. Ben cidden önümü göremiyordum ama. Bir adım daha atmıştım ki birinin sırtına toslamam bir oldu. Acıyla burnumu tuttum. Manyak'ın bana mal mısın diyen suratını şuan gözümde canlandırabiliyordum.

"Ne? O kadar parayla yaptırdın bari, ışık koysan batar mıydın?"

Derin bir nefes verdi. Ardından bir tuşa basıldığında gözlerimi kapatmam bir oldu. Işık açıldığında alışan gözlerimi araladım. Bana dik dik bakan siyah gözlerle karşılaştım. Hafifçe gülümsedim. Ama fazla oyalanmadan gözlerim etrafı taradı. Dar bir merdivenin sonundaydık. İlersinde bir koridor vardı. Koridorun sonunda olan kapıyı görebiliyordum.

"Madem ışık vardı baştan açsan olmaz mıydı?"

"Süzmen bitti mi?"


Bugün bitebileceğini bilsem gözlerimi o gün siyahlardan hiç ayırmazdım. Bileğimden tutan elini sıkıca tutardım. Hallederiz, üstesinden geliriz derdim. Onun bunu yapmayacağına emindim çünkü. Yapmaması için de her şeyi yapardım. Ama biz halledememiştik. Ruhsuzca merdivenlerden kendim indim. Bir sırta toslamadım. Birisi gözlerime bakmadı. Etrafı süzemedim. Bileğimi sıcak parmaklar dolamadı. Ama yanımda bugün daha iyi bir şey vardı. Daha fazla güven veren bir kişi. Kapının önüne geldiğimizde de ona izin verdim. Anılar zihnimden yavaşça silindi. Yerine intikam duygusu sardı. Bu kadar kolaydı işte. Çocukluğum için bu kadar önemsizdi. Sakince kapıyı çevirdim. Sessizce açıldığında gözlerimi ışık aldı. Kalbim hüzünle değil, alacağı intikam için attı. Çocukluğumun sesini duydum zihnimde.

"Güç Çisem. İyi izle."

Kapı açıldığında o bedeni gördüm. Çocukluğum intikam duygusu ile yandı kavruldu. Arkası bize dönük bir şekildeydi. İçeriye girdiğimde kapıyı sakince kapattım. Sesi ben bile duymazken o konuştu.

"Kızı evine bıraktım sadece. Sonrasını ben ne bileyim. Eren fazlasıyla abarttı bu işi."

Telefonda konuşuyordu. Gözlerim içeriyi taradı. Kimse yoktu.

"Gökçe yumuşatır onu. Uyandır, söyle gelsin Eren gelmeden."

Bir adım sessizce attım. Erdem ile konuşuyor olmalıydı. Kalp atışım hızlandı.

"Ne demek öğlenden önce uyanmaz lan? Eren siker belamı."

Hafif gülüşünü duydum. Bir adım daha attığımda kardeşi gözlerimde canlandı. Pişman mıydık? Ne çocukluğum ne de ben pişman falan değildim.

"O kıza bakması imkansız. Öldü bile bence. Yaşatırlar mı lan onu.?"

Tam arkasında durduğumda sakince ona eğildim. Alaylı sesi kapalı bilgisayar ekranında yansımamı görmesiyle son buldu. O yerinden sıçrarken ben tamamen kendimi serbest bıraktım ve çocukluğumu serbest kaldı.

"Yaşatmışlar mı?"

Fısıldamam ile gözleri fal taşı gibi büyüdü. Sesi titrediğinde telefon elinden sakince düştü. Düşen telefonu ayağım ile fırlattım ve duvarın birine çarptı. Sandalyeyi sakince döndürdüm ve eğildim.

"Bak gözlerime, yaşıyor muyum?"

Yüzümü kapatmamıştım. Miraç Uysal. Ne hale geldiğimi görmeliydi ki korkmalıydı. Ve başarmıştım da. O iğrenç surat korkuyordu.

"S-sen. Nasıl?"

Sesi titriyordu. Çantamı masaya bıraktığımda tebessüm ettim. Ardından biraz daha eğildim.

"O gün kardeşini ben öldürdüm."

Çocukluğum acıtırdı. Kanatırdı. Hem de fazlasıyla.

Miraç'ın bütün korkusu sinire dönerken ben daha da gülümsedim.

"Sonra insanların ve benim başıma neler geldi bilemezsin?"

Acıyla yutkunduğunda ben fısıldadım.

"Küçücük yurt çocukları," Çocukluğum fazlasıyla sinirlendi. "Kimsesiz o çocuklar teker teker uyuşturucu bağımlısı olmaktan çıktı. Hırsızlıktan kurtuldu." Nefretle baktım. "Senin kardeşin Kumsal ölünce tüm o çocuklar dövülmekten kurtuldu."

Miraç gözlerini kapattı. Ben ise asla susmayacak ve bana yaptığının intikamını soracaktım. Her yerden vurabilirdi. Sesimi asla çıkarmazdım. Ama babam... Beni oradan vurarak hata yapmıştı.

"Benim başıma ne geldi peki?"

Gözlerini araladığında nefret vardı. Sertçe beni bıçakladığı gibi göğsüne vurdum. Ardından keyifle gülümsedim.

"Sen kardeşini kucağına alıp çırpınırken benim üstüme zevkle içtiğim o şarap döküldü. Sırf sen bir masayı devirdin diye irkildiğim için oldu."

İşte böyle de pistim. Gözleri değişti. Eli vurmak için kalktığında sertçe kavradım bileğini. Ardından fısıldadım.

"Ben katilim. Her şeyi de keyifle yaptım. Miraç Uysal. Kardeşini öldürürken bir an bile düşün-"

Bedenim sertçe itildiğinde karnıma vurmuştu. Ağrı kesici içmiş olsam da tabi ki dokununca her yanım sızlıyordu. Acı ile büküldüm.

"Seni bizzat ben geberteceğim!"

Çocukluğum acıyı severdi. O sandalyeden kalktığında bedenimi tekrar itti. Duvara çaptığımda acıyla inledim. Devasa olmasının hakkını veriyordu. Elleri boğazımı kavradığında Çisem acı çekti. Ama çocukluğum gülümsedi.

"Ben o pisliği geberttim çünkü çocukların ölmesinden daha iyiydi."

Cebimde olan bıçağı düşünmeden çıkardım. Boğazımda olan eller sıkılaşırken çocukluğum en acımasızca o şeyi yaptı. Bıçağı öldürmemek için sertçe bacağına sapladım. Doğru kası bulmuş olmalıyım ki acıyla inledi. Ben Çisem Kalen. Kendime bir söz verdiysem onu mutlaka gerçekleştirirdim. Evet belki birisinin kardeşini öldürdüğüm için pişman olabilirdim. O da bana her istediğini yapabilirdi. Ama o pislik kız için en pislik yöntemi seçmiş ve en acıtan yanımı vurmuştu. Ben öldürmesem o kız zaten bulaşmış olduğu uyuşturucu çetesi tarafından öldürülecekti. Çünkü kendi işine bile sadık kalamayıp çocuk pazarlama işini çıkarı için arttırmıştı. Sırf para için çocuk öldüren birisini ben de sırf para için öldürmüştüm. Ve pişman değildim. Bıçağı çevirdiğimde acıyla üzerime doğru düştü. Acıma yoktu. Acıdığımda ne olduğunu görmüştüm. Çocukluğum eline gelen kanı umursamadan sertçe bıçağı çekti. Boğazımda olan elleri gevşerken gülümsedim. O gün beni öldürse sesim çıkmazdı ama o acıtmayı seçmişti. Şimdi ise sıra bendeydi. Kardeşine yapamadığımı ona yapacağıma söz vermiştim.

"O gün ne dediğimi hatırlıyorsun değil mi?"

Gözleri acıdan dolmuştu. Bana doğru atılacağında parçalamış olduğum kasa doğru dizimle sertçe vurdum. Daha fazla dayanamayarak yere düştüğünde kalbim bir an olsun sızlamadı. Başımı bir kez eğerdim ve izin verirdim. Eğer o başım eğikken yapmaz, beni yere yığmak isterse yere yığılan o olurdu. Bu şuan karşımdaydı. O gün babam tarafından deliler gibi dövülüp yere yıkılmıştım. Şimdi ise hem çocukluğum hem kendim için bunun acısını çıkartacaktım. Herkes dönüştürdükleri beni görecek, korkacaktı. Çocukluğum. Çocukluğum herkesin sonunu yazacaktı. Yere doğru eğildim. Miraç'ın gözünden bir yaş aktı. Acısı çok olmalıydı. Bıçağı boynuna götürdüm. Gözlerini kapattı. Nefretle konuştum.

"Ne dersem cevap vereceksin, anladın mı?"

Miraç gözlerini araladı. Hafifçe tebessüm ettim.

"Yoksa seni dediğim gibi parçalara ayırarak öldürürüm. Ama eğer de dediğimi yaparsan sadece tek bir damarın kesilecek."

Acıyla bana baktı. Tebessümüm soldu. Fazla vaktimi almıştı. Düşünmeye zaman tanımam bile aptallıktı. Bıçağı boynundan çekmem ile karın boşluğunu bulmam bir oldu. Bıçak ucu derisine saplanırken kanlı parmakları elimi kavradı.

"Tamam! Tamam, dur!"

Ona döndüm. Tatlı bir gülümseme attım. Ardından bacağına döndüm ve yüzümü buruşturdum.

"Babama güvenmek ile hata ettin. Sana beni öldüreceğini mi söyledi?"

Kafasını olumlu anlamda salladığında gerçekten korkmuştu. Parmakları elimi sıkıca tutuyordu bıçağı oynatmamam için. Üzülerek ona baktım.

"Kalen'lere güvenmemen gerekirdi."

Bıçağı hafifçe oynattığım da acı ile böğürdü. Hafifçe güldüm.

"Şimdi gelelim asıl sorumuza. Babamı nereden buldun?"

Derin bir nefes çekti içine. Ardından gözleri beni buldu. Fazla zamanımı alıyordu. Bıçağı hafifçe oynattığımda parmakları elimi yalvararak sıktı.

"Biliyordum! Biliyordum zaten."

Kaşlarım çatıldı.

"O ne demek?"

Acı ile kıvrandı. Gözlerinden artık yaşlar geliyordu. Bacağına döndüğümde cidden kötü kanıyordu ama o oraya bile bastıramıyor, elimi tutuyordu acı ile. Derin bir nefes daha çekti içine.

"Babanı herkes biliyordu zaten, birlikte çalışıyoruz."

Bedenim duyduklarım ile yıkılırken çocukluğum kendinden ödün vermedi. Bıçağı biraz daha hareket ettirdim. İnlediğinde ne yapacağını şaşmıştı. Bana yalvararak baktı.

"Açık konuş."

"Sait! O da Sait'in yanında."

"Ne?"

Kafama bir kurşun sıkıldı. Sait'in yanında mı? Eren gibi mi? Aras gibi mi? Elimi tutan ellerini sertçe çektim elimden. Bıçağı çıkardığımda korkuyla bana baktı. Ona doğru eğildim.

"Şimdi bana her şeyi anlatacaksın. Babam beni nasıl buldu ve Eren ile alakası ne?"

Öksürdüğünde korkarak bana bakıyordu. Ancak konuşmazsa olacakları da anlamıştı.

"O da ekipte. Parayı o temize çeker. Tüm her şeyden parayı o temizler ve kullanılır hale getirir. Şirket üzerinden yapıyor bu-"

"Ne şirketi?"

Acıyla bacağına eğildi ve inledi. Parmakları yarayı kapatmaya çalıştı. İğrendim bu görüntü karşısında. Ölecekti zaten. Niye kendisine acı çektiriyordu.

"Koral. Koral'dan parayı temize çekiyor. Şirket ise Eren ve Aras'ın."

Kaşlarım çatıldı. Eren Korlu. Aras Altan. Korlu. Altan. Koral. Anlamıyordum. Sıkıntıyla ona baktım.

"Benim neden bu şirketten haberim yok?"

Gözünden bir yaş daha süzüldü.

"Şirketi onlar yönetmiyor çünkü. Kavgalılar şirket yüzünden. Sait tekrar kavga edip işleri yokuşa sürmesinler diye onları şirketten aldı. Sadece hissedarlar."

Çisem'in canı giderek yansa da çocukluğum onun yerini daha iyi tamamlıyordu. Kalbim acısa da başımı asla eğmedim. Bir rüya gibi farz ettim her şeyi. Oyun gibi. Parçalar ise o oyunda yerine oturuyordu. Babam onlardan birisiydi. Eren ve Aras birbirini öldüremediği gibi o da onları öldüremezdi. İşte bu gayet mantıklıydı. Hafifçe güldüm ve konuştum.

"Peki ölürlerse, hisseler kime kalacak?"

Acıyla nefes verdi.

"Bilmiyorum!"

Bıçağı havaya kaldırdığımda nefes nefese bağırdı.

"Aileleri olmadığına göre Sait'e! Ya da yemekte gördüğün herkese!"

İşte her şey oturmuştu. Bıçağı sakince indirdim. Babam ölmelerini istiyordu ki o şirketten hisse alsın. Peki onlar nasıl şirketten hisse almıştı?

"Madem hisseler bu kadar değerli, nasıl sadece bu iki mankafa da oluyor tüm hepsi."

Yüzü giderek beyazlayan Miraç artık bağıramayacak gibiydi. Sessizce fısıldadı.

"Çocuklukları beraber... Babaları arkadaştı." Derin bir nefes aldığında fazlasıyla beyazlamıştı. Kan kokusu ise emindim ki tüm bodrumu doldurmuştu. "Babaları birlikte açmıştı, ölünce de onlara kaldı."

Derin bir nefes verdiğimde kafamı anlıyormuş gibi salladım. Ardından gülümsedim.

"Son bir şey daha. Tüm önemli belgeler hangi odada."

Dudaklarını sakince araladı. Birkaç deneme sonucu sesi titreye titreye konuştu.

"Cam mekan da. Masalı olan."

Derin bir gülümseme gönderdim ona.

"Teşekkür ederim Miraç Uysal."

Göz yaşları akmıyordu artık. Hissizleşmiş gibiydi. Bacağına baktım. Yarası büyüktü. Fazla gaza gelmiş ve tüm bıçağı saplamıştım. Kasını parçalamam ise daha fazla kanatmıştı. Yüzümü buruşturdum. Ardından ona baktım. Gözleri bendeydi. Hafifçe tebessüm ettim.

"Boynunu kesmemi ister misin yoksa bir kaç dakika daha durmak mı?"

Nasıl da merhametliydim öyle. Bana acıyla baktı. Psikopatlığımı sorgularmış gibiydi. Sırıttım.

"Öyle bakma bana. En azından benim sayemde birimiz kardeşine erken kavuşuyor. Seni Kumsal'ın yanına gönderiyorum. Fena mı?"

Titrek bir nefes verdi.

"Senin ölünü kabul bile etmezler." Bana acıyarak baktı. "Kardeşini asla göre-"

Çocukluğum bıçağı göğsüne sapladığında Miraç acıyla inledi. Hafifçe tebessüm ettim.

"Fazla yüz vermemek gerekiyor sanırım sana."

Elleri sapladığım bıçağı tuttu. Hafifçe sırıttım. Ardından nefes nefese olan bedene eğildim. Artık gözleri kayıyordu.

"İyi uykular Miraç Uysal."

Bir elimi bıçaktan kurtardığımda giderek dalan gözlerini onun kanına bulanmış elimle kapattım. Ardından ellerini umursamadan bıçağı sertçe çektim. Son nefesini o an duydum. Bir eli göğsünden hafifçe düştüğünde çocukluğum bir kez daha yaptığı esere baktı. Tebessümüm büyüdü. Artık sadece deli değildim. Psikopatlığımı kimse sorgulamayacaktı. Yaptıklarımdan zevk almamı da. Derin bir nefes vererek ayaklandım. Burayı benim yerime toparlayacaklardı artık. Çantama doğru ilerlediğimde içinden poşeti çıkartıp bıçağı içine attım. Ahmet Çeki cinayetini işleyen ben beceriksizin tekiyken çocukluğum her detayı düşünmeyi biliyordu. O anda aklıma gelen ile donuklaştım. Bıçak... Bıçak hala elime ulaşmamıştı. Koyduğum poşette olan bıçağı sıktım. O bıçak neden hala bende değildi?

"Şimdi değil, onu da hallederiz."

Çocukluğumun yanımda belirmesiyle kafamı olumlu anlamda salladım. Çantamı koluma taktığımda ellerimi lavaboda sakince yıkadım. Ardından çantamdan çıkan aparatı sakince taktım. Bu işlem bittiğine göre sıradakine geçebilirdik. Lavabodan çıktığımda Miraç'ın dediği odaya bakındım. Çocukluğum ile birlikte oraya doğru yürüdüğümde etrafın sessizliği canımı sıkmıştı.

"Ya yalan söylediyse."

Bu dediğime ciddi misin der gibi baktı çocukluğum. Kapıyı kapattığımda konuştu.

"Sence yalan söyleme gibi bir fırsat tanıdım mı?"

Tebessüm ettim.

"Herkesin korktuğu adamı yere serdin."

O benim övmeme karşın gülerken ben dolapları açtım. Dosyalara tek tek bakarken şirket ile gördüğüm her dosyayı çantama kattım. Biliyordum ki bunlar bilgisayarda da vardı. Ama bilin bakalım kim bilgisayarları mahvedecekti? Bulduğum ve önemli olduğunu anladığım tüm dosyaları sakince kattım. En fazla yirmi tane çıkmıştı zaten. Anlaşılan her şey bilgisayardaydı. Odada işimi bitirdiğinde çıkmıştım ki kan kokusunun felaket bir boyuta ulaştığını fark ettim. Tiksinerek bilgisayarlara ilerledim. İçlerinde olan tüm dosyaları sakince temizlediğimde tebessümüm büyüdü. Beni kanatmışlardı. Öldürmek yerine her yerimden bıçaklamışlardı. Ve onları öldürmek son seçeneğimdi. Ölümü benim gibi dileyeceklerdi. Benim yalvardığım gibi yalvaracaklardı. Tüm bilgisayarları hallettiğimde kameraları da devre dışı bıraktım. Tüm bunlar ise bir saatimi almıştı. Derin bir nefes verdiğimde ise beklediğim sonunda oldu. Sesimi Miraç ile duyan o kişi geldi.

"Miraç!"

Kapı açıldığında arkamı sakince döndüm. Erdem. Erdem İnce. Bana dehşetle baktığında kan kokusunu soludu.

"Çisem..."

Hafifçe tebessüm ettim.

"Erdem."

Çocukluğum tekrar benimle oyununa geçti. Korkarak içeriye girdi.

"Bu koku ne?"

Kapıyı kapattığında birkaç adım atmıştı ki hemen sağımda, yerde yatan bedeni gördü. Gözleri fal taşı gibi açıldığında bağırdı.

"Miraç!" Ölü olan o bedene koşarken ben yavaşça çantama ilerledim. "Miraç! Kalk! Miraç!"

Onun sesi titrerken sakince silahımı çıkarttım. İşte şimdi başlıyorduk. Oyunun ilk bölümü bitmiş, ikinciye başlıyorduk.

"Ne yaptın!"

O acıyla haykırırken ben arkamı sakince döndüm. Bana nefretle bir o kadar da hayretle bakıyordu. En rahatları olan Erdem bile Miraç gibi bir pislik için şuan karşımda ağlayabilirdi. Hafifçe tebessüm ettim.

"Yanlışlıkla oldu."

Bu cevabım ile yere çöken bedeni afalladı. Elini titreyerek kaldırdı.

"Öldürdün."

Gerçekle yüzleşmiş gibi sakince ayağa kalktığında arkama saklamış olduğum silahımı sıkıca tuttum. Bedeni sakince kalktı. Üzgünüm Erdem. Ama oyunumuzun bu kısmında sen dahil olacaksın. Bana doğru atıldı.

"Onu sen öldürdün!"

Silahı bir an bile tereddüt etmeden kaldırdığımda koşan adımları afalladı. Ben ise kafamı sakince eğdim.

"Kendine gel Erdem."

Kaşları çatıldı ve bana inanmak istemez gibi baktı. Ben ise silahı sıkıca kavradım. Canımı yakmayacaklardı. Canımı acıtmayacaklardı. Kalbimi kırmayacaklardı. Sakince gülümsedim.

"Çisem... Yapmadım de."

Gülümsemem büyüdü. Ardından silahın kilidini açtım.

"Yaptım."

Bedeni dayanmaz gibi sarsıldı ve masaya tutundu. Ben ise acımasızca konuştum.

"Şimdi, sıranın sana gelmesini istemiyorsan telefonunu çıkart."

Birkaç dakika kendisine zaman tanıdı ve derin bir nefes verdi. Ardından gözlerini araladığında gözlerinin dolduğunu gördüm. Çocukluğumun gülüşü büyüdü. İçim kıpı kıpır oldu.

"Birazdan Eren gelecek." Bana kafasını olumsuzca sallayarak baktı. "Sevdiğin adama bunu nasıl yap-"

Dediği cümle ile kahkaha atmaya başladım. O bu halime şaşkınlık ile bakarken saniyeler içinde gülen yüzüm buz gibi bir hal aldı. Ardından daha fazla dayanmadım ve iki elimle de silahı tuttum.

"Sakın, Erdem sakın." Hafifçe sırıttım. "O, Eren beni ölüme itmeden önceydi. Sevdiğim adam beni sevmemişken ben onun arkasından ağlayacak bir tipe mi benziyorum?"

O anlamaz gibi bakarken kendi halime acıdım. Aslında tam da öyle bir tiptim. Ama bunu kimsenin bilmesine gerek yoktu. Ona doğru bir adıma attım.

"Sikerler sevgisini de aşkını da! Bana bunu yapmayacaktınız." Gözlerimden gördü yapabileceklerimi. Yaptıklarım ise arkasında olan cesette kalıyordu. "Şimdi bırak o telefonunu."

Eli sakince ceketini bulduğunda önlem amaçlı geriledim. O ise telefonunu çıkartıp masaya bıraktı. Ben ise susmadım.

"Ceketini de çıkart."

Dediğimi ikiletmeden yaparken gözlerime bakıyordu.

"Eren ne yaptı bilmiyorum ama öyle bir şey yap-"

"Yaptı!"

Ceketini çıkarttığında onu da masaya koydu. Sinirlenmeye başlamıştım. Bana onu savunmamalılardı. Derin bir nefes verdim. Ardından silah ile cam odayı gösterdim.

"Geç."

Gerçekleri kabullenmiş gibi odaya döndü yönünü. Saniyeler içinde odaya geçtiğinde ben kapıyı hızla kapattım ve anahtarı çevirdim. Anahtarı cebime attığımda o sıkıntıyla bana baktı. Ardından gözlerini kaçırdı ve yerde yatan cansız arkadaşına döndü. Canı yanıyormuş gibi acıyla gözlerini kapattı. Ben ise daha fazla ona bakmadım. Amacım zarar vermek değildi. En azından canımı yakmayan insanlara asla zarar vermeyecektim. Çocukluğum için ne kadar geçerliydi bu durum emin değildim ama ben asla izin vermeyecektim. Bir plan yapmıştık ve her şey tıkır tıkır işliyordu. Şimdi ise planın en önemli yerindeydik. Çocukluğuma döndüm sıkıntıyla.

"Beni tamamen bastırabilecek misin?"

Düşünür gibi bana baktı. Ardından dudak büzdü. Sinirle ona döndüm.

"Ne demek bilmiyorum?"

Ofladığında bana baktı ve o da sinirlendi.

"Senin yerine uzun zamandır geçmemi engelliyorsun. Adamı öldürürken bile neredeyse elin titreyecek ya! O gelince nasıl olacak ben de bilmiyorum."

Sinirle ona baktım.

"Sana dayanarak kalkıştım bu işe!"

Bana dayanamaz gibi bir bakış attı. Ardından alttan alarak kafa salladı.

"Eğer bayılmazsan falan tamam. Halledeceğim bir şekilde."

Derin bir nefes verdiğimde göz göze geldiğimiz kişi Erdem oldu. Bana endişeyle bakıyordu. Gözlerimi kaçırdım. Ardından en büyük şeyi yaptım. Sakince masaya yasladım bedenimi. Ardından başladım dinlemeye. Sessizlik etrafı sardı. Ben ise sakince felaketimin gelmesine dakikalar saydım. Kalbimi hızlandıran o adamın gelmesi için gözlerimi sakin kalmaya çalışarak kapattım.

Bazı anlar vardır. Ne olacağını bilirsin ve asla gelmesini istemezsin. Ama zaman sana acımaz. O anları sana daha da hızlı getirir. Mutlu zamanlar bir o kadar hızlı geçip giderken umutsuzluklar da bir o kadar hızlı gelirdi. Bir umutla uyandığın sabahların akşamları çok nadiren mutlulukla kendini uykuya bırakırdın. Ama öyle günler gelir ki uyuyamaz ve bir umutla başlayacağın bir sabaha bile uyanamazdın. Çünkü umutsuzluk seni dibe çekmiştir. Ben şuan hangi zaman dilimindeydim peki. Cevabı basitti. Kendimi gecenin soğuğuna bırakırken çocukluğum tebessüm ederek aydınlığa çıkacaktı. Kendimi gömmeliydim ki çocukluğum yaşasın. Onun sayesinde ise kalbimde yaşattığım kendim biraz daha zaman kazansın. Ölmeyeyim. Ama yaşamış gibi de olmayayım. İstediğim buydu. Zaman biraz daha aksın, ben o zaman içinde kaybolmuş bir kapıda kilitli kalayım. Çocukluğumda her anahtar olsun ve özgürce aksın. Benim gücüm belki yetmezdi zaman içinde olanlara ama o, o benim yerimi alıp her şeyi yapardı. Çocukluğuma baktım. Bana güven der gibi bakıyordu. Gözlerim doldu. Bunu ise sadece o gördü. Başkasına bakamadım zaten. Yavaşça yanıma geldi ve elimi sıkıca tuttu. Maviler ilk defa bana bu kadar yakındı. İlk defa üzülmeme izin vermeyecek gibiydi. Elimi sıkıca tuttu. Kulaklarımın duyduğu rafın açılma sesini o bastırdı.

"Seni bir daha kimse üzemeyecek."

Titrek bir nefes verdiğimde adım seslerini duyuyordum. Hızlı gelen o adım sesleri. Korkuyordum. Olacaklardan korkuyordum. Öyle çok korkuyordum ki hem de çocukluğum beni bastırabilecek mi emin değildim. Ama onun sıkıca tutan eli bana güven veriyordu. Son kez bana baktı.

"Bitirelim şu işi." Adım sesleri yaklaştı. Kapının kolunun çevrildiğini hissettim. "Sen Çisem Kaya değilsin."

Gözlerim dolu dolu kapıya döndüm. Kapı sakince açıldığında bedenim titredi. Elimi tutan el hissi uzaklaştı. Gözümden bir yaş akmasına ise engel olamadım.

"Biz Çisem Kalen'iz."

"Miraç se-"

Siyahlıklar beni gördüğünde afalladı. Manyak diye haykırmak isteyen içgüdüm ise sakince kayboldu. Çocukluğum zihnime sessizce girdi ve tüm çığlıkları susturdu. Kapıda duran bedeni sarsıldı.

"Kaçak."

Sessizce konuştuğunda akıttığım göz yaşım kurudu. Dolu olan gözlerim nefret ile sakince uçtu. O ise karşımda Eren Korlu oldu. Manyak yok oldu. Kan kokusunu bile alamadan bana doğru geldiğinde yerimden hiç kımıldamadım. Bedenimi kendisine çektiğinde ise ne kan kokusunu aldı ne de hemen arkamızda olan Erdem'i gördü. Çisem Kaya olsam sanırdım ki gerçekten beni seviyor. Ama artık o devir bitmişti. Bedenimi öyle sıkı sardı ki kafasını boynuma gömdü. Elleri belimi sardı. Ben ise sadece bitmesini bekledim. Çocukluğum Kaçak'ın kalbinin atmasına bile izin vermedi. Kap kaptı duvarlar ördü ve Kaçak o duvarları aşamadı.

"Sen neredesin?" Daha da bastırdı beni kendisine. Kokusunu soluduğumda içim yandı. Sevdiğim adamın bana bunu yapmış olması çok koydu. "Korktum. Öldün sandım Kaçak. Sana bir şey oldu diye çok kork-"

Boynumda dudaklarını hissettim lakin öpüşü görmüş olduğu ile duraksadı. Bedeni kap katı oldu. Görmüştü işte. Öldürdüğüm ceset hemen yanımızdaydı. Çocukluğum işte o an tüm bedenimi kontrol altına aldı. Çünkü ona göre en zevkli kısım şimdi başlıyordu. Sevdiği kadını nasıl yok ettiğini, beni nasıl kullandığını ona gösterecekti. Ben ise susacaktım. Belimi saran elleri gevşedi. Ben ise daha fazlasını yaptım. Silahın namlusunu sakince beline yasladım.

"Eren!"

Erdem yaptığım ile bağırdığında ben hafifçe güldüm. Ardından en sakin sesimle ona doğru dönerek fısıldadım.

"Anlaştığımız süre doldu. Kızını gördün. Ayrıl şimdi oradan."

Bedeni daha da buz keserken ben namluyu iyice bedenine bastırdım. Çisem Kaya'yı tamamen gömdük. Kalbim bile hızlanmadı. Sakinliğimi hiç bozmadım. Ardından daha da sırıttım.

"Sürpriz." Kaçak'ı bu söyleyeceğimiz tamamen bitirecekti. Çocukluğum ise zevkle fısıldadı. "Eren. Eren Korlu."

Bu dediğim ile belimde olan elleri kendiliğinden düştü. Manyak ve Kaçak işte şimdi son buldu. Dediğim oldu. Biz olduk Eren Korlu ve Çisem Kalen. Bana baksın istedim. Yarattığı yaratığı görsün istedim. Nasıl delirdiğimi görsün, anlasın istedim. Ondan bir adım gerilediğimde ikimiz de boşluğa düştük. Ancak ben o boşluğu kapattım. Elimde olan silahı ona doğru bir an bile düşünmeden doğrulttum. Kapatmış olduğu gözlerini araladı. Silaha baktı ama umursamadan o gözleri benim mavilerimi buldu. Tanıdık beni aradı ama bulamayacaktı. Çünkü o mavilerde çocukluğum yaşam bulmuştu artık.

"Kaça-"

"Çisem! Çisem Kalen."

Acıyla yutkundu ve kafasını olumsuzca salladı. Nasıl da canı yanıyordu karşımda. Benim de canımı çok yakmıştı. Yediğim tokatların sahibi oydu. Atan değil, oydu. Ben ise ona artık üzülmüyordum. Üzüntüm çocukluğumu bastırır sanmıştım ama onun sevinci, aldığı zevk beni bastırmıştı. Hafifçe gülümsedim.

"Duydun mu? Söyleyeyim mi tekrar? Çisem Kalen. Kalen."

Acıyla gözlerini açtı. Kendisine süre tanıdı. Kaçak demesini bekliyordum ki birkaç saniye içinde gözlerini açtığında o yıkılmışlık bitmişti. Sessizce fısıldadı.

"Öldürmedim de."

Miraç'a baktığında bu kadar kolay kabul etmesini beklemiyordum. Sesi zayıftı ama bedeni, bedeni hala dimdikti. Afallasam da belli etmeden tebessüm ettim.

"Öldürdüm. Kardeşini öldürdüğüm gibi hem de. Bilmiyorum deme Korlu. Ben katilim. Kiralık katil."

Silahı onun görmesi için biraz daha havaya kaldırdım. Gözlerini gözlerimden çekti. Yüzü tekrar gerildi. İnanmak istemiyordu. Dönüştüğüm bu kişiye inanmaz gibiydi. Hafifçe güldü ama acınası bir gülüştü bu. Pek becerdiği de söylenemezdi.

"Sen katil falan olamaz-"

Çocukluğum bir an bile tereddüt etmedi. Bir tık sesi onun sesini bastırırken hemen ardından bir korkuyla bağırma sesi geldi. Eren yerinde donarken ben kafamı sakince eğdim. Kaşlarım çatıldı. Erdem elini kalbine götürmüş cama bakarken cam da tam karnının orada bir kurşun sıkışmıştı. Sessizce küfrettim.

"Kırılmayan camın burada ki mantığı ne?"

Ona tekrar döndüğümde birkaç adım geriledi. Ben ise tekrar sırıttım. Ardından gecikmeden silahı tekrar ona çevirdim. Elimde tuttuğuma dehşet ile baktı. Bu hali beni daha da güldürdü.

"Ne diyordun bu arada?"

Bana baktı. Dönüştüğüm bu kişiye. Gülüşüm büyüdü. Silahı kalbine doğru getirdim. O ise bu sefer dememesi gereken bir şey dedi.

"Babanın kızı mı olacaksın? Sen bu musun?"

Elimde tuttuğum silah gevşedi. Gülüşüm donuklaştı. Siyahlar gördükleri karşısında dehşet içinde bana bakıyordu. Kendime gelmemi ister gibi. Silahı sakince indirdim. Acı ile yutkundum.

"Babamın kızı değilim ben." Siyahlar bir adım atmak istedi ben ise gözlerimin dolmasına izin verdim ve bu sefer daha kararlıca kaldırdım silahı. "Ben o adamın kızı değilim!"

Attığı adım kalakaldı. Bir göz yaşım sakince düştü. Ona sinirle baktım.

"Yasin Kalen'in ne tür bir bok olduğunu biliyordun ve beni onun yanına gönderdin." Acı ile yutkundu. Ben ise susmadım ve bir göz yaşımın daha akmasına izin verdim. "Ondan ne kadar korktuğumu bilirken hem de." Gözlerini kaçırdı. Ben ise tebessüm ettim ağlarken. "Ama Eren Korlu, görmediğin taraf Çisem Kalen." Ona doğru bir adım attığımda silahı boynuna yaslamaktan çekinmedim ve nefretle baktım karşımda ki yüze. "Sana dediğim gibi, ben delinin tekiyim. Ve bir deliyi öldürmeye çalışarak hayatının en büyük hatasını yaptın."

Eli silahı tutan elimi bulduğunda çekmedi. Dediklerimi ise zerle umursamadı. Hafifçe tebessüm etti. Gözlerime çekinmeden bakıp meydan okudu.

"Sıkabilir misin ki? Kaçak sıkabilir mi?"

Gülüşüm büyüdü. Gözlerimden akan yaşlar kurudu. Ona biraz daha yaklaştım.

"Ölün için yüklü bir miktar ve özgürlüğüm var. Sence sıkamaz mıyım?"

Bana baktığında beklemediğim o şeyi yaparak diğer eliyle belimden çektiği gibi bedenimi kendisine yasladı ve eğildi.

"Sık. Gözlerime bak ve bas o tetiğe Kalen."

Eli belime büyük bir baskı uygularken diğer eli ile tetikte olan parmağıma baskı uyguladı. Bilerek soyadımı söylüyordu. Çocukluğumun yetkisini yitirdiğini hissettiğimde kalbimin hızlandığını fark ediyordum. Acıyla gülümsedi.

"Kaçak öldüğüne göre kaçmazsın değil mi bu sefer?" Gözleri kalbimi işaret etti. "Yoksa içeride bir yerde var mı hala?" Parmağıma biraz daha baskı uyguladı. "Kalbin mi zihnin mi, Çisem?"

İlk defa adımı dile getirdiğinde yutkundum. İlk defa söyledi ismimi. İlk defa duydum. Ben onunkini de berbat bir anda söylemiştim. O da bana bunu yapmıştı. Sanırım kaderimiz böyleydi. Kalbim daha da hızlandı. Gözleri gözlerimin en içine bakıyordu. Donuklaşan suratımı umursamadan ona baktım. Özlediğim o yüze. Dakikalardır oynadığım iğrenç rolden tiksindim. O ise anlamış gibi biraz daha eğildi.

"Seç."

Arada kalmak bu olsa gerekti. Cehennem mi yoksa... Düşüncelerim sakince yerine otururken asıl ben kendime geldim. Kokusunu sakince içime çektim. Özlemiştim. Hafifçe gülümsedim ve gözlerine baktım. Beni görmüş gibi tebessüm etti o da. Siyahlara tekrar sıcaklık vurdu. Ta ki sakince mırıldanana kadar.

"Kalbime dün sen tarafından bir bıçak yaslandı Eren Korlu. Seçebileceğim bir kalbim yok atık."

Onu hızla kendimden ittiğimde bedeni benden uzaklaştı. Çocukluğumdu bu. Rolünü güzel oynardı. Silahı doğrulttuğum gibi saniyeler önce yıkılmış olan o bedene sıktım. Düşünmedim. Parmağım tetiği bulmakta çekinmedi. Bastım. Bir tık sesi geldi. Siyahlar gözlerime acı ile baktı. Bunu beklemiyordu işte. Çocukluğum ise tebessüm etti. Bu kadardı. İntikamımı almıştım. Bir haykırış geldi cam mekandan. Erdem bağırdı. Manyak öldü. O da böylece Kaçak'ın öldüğünü anlamış oldu. Babamla anlaşmaları nasıldı? İlk sarıldığına göre babamın bana söylemeyeceğini düşünmüş olmalıydı. Babam herkesi mahvetmişti. Beni de. Eli göğsünü bulduğunda ben silahı indirdim. Çocukluğum zafer ile arkasını döndü. Bitmişti. Planımın ilk evresi son bulmuştu. Aramızda olan her şeyi silmiştim. Tek bir hamleme bakmıştı. Kalbim acı ile attı. Gerçekten acıttı canımı. Daha fazla gömülü kalmayacağımı bildiğim için çantama uzandım. Arkamı tekrar döndüğümde Eren Korlu elleri göğsünde, afallayan bir şekilde bana bakıyordu. Umursamadan silahı çantama attım ve yanına doğru adımladım. O ise bana bakamadı. Hala şokun etkisindeydi.

"Seni öldürmeyeceğim Korlu. Ölmek için şuan fazla değerlisin. Elinde ki tüm gücü aldığım o an, işte o an benden kaçan sen ol. Çünkü o zaman mermi silahta olur ve doğruca seni bulur."

Yanından sessiz adımlarla ayrılırken çocukluğum vücudumu terk etti. Kapıyı açtığımda adımlarımı hızlandırdım. Elim kalbimi buldu. Acıyordu. Çok acıyordu. Bu kadar acımamalıydı. Daha bitmemişti. Merdivenleri hızla tırmandığımda rafı buldum ve hızla açtım. Bedenimi dışarı attığımda nefes nefeseydim. Şimdi değildi. Daha bitmemişti. Şimdi değildi. Titreyen adımlar ile raftan uzaklaşmıştım ki açılma sesini duydum. Çocukluğuma bir kez daha izin verdim. Rafa tutunmuş olan bedenimi zar zor kaldırmıştım ki bileğimden tutulmam ve çekilmem bir oldu. Eren... Beni doğruca raflara yasladı. İşte şimdi yenilmişti. Bana doğru eğildi.

"Dinle, bir kez dinle."

Gözlerim gözlerine korkusuzca baktı ama konuşursam bu sefer ona dayanamayacağımı biliyordum. Bu çok kötüydü çünkü gerçekten dayanamazdım. Hala seviyordum çünkü lanet olsun ki Siyahlıklarında korku vardı. Ölüm korkusu değil beni kaybetme korkusuydu. Ben de olan bir korku. Eli elimi tuttu. Tepki vermedim.

"Ben yapmadım, babana yemin ederim ki seni ben söyle-"

"Ne verdi sana?"

Gözlerini acıyla kapattığında çocukluğum gerçekten merak ederek sormuştu. Ona doğru yaklaştım. Çocukluğumun merakı beni yine bastırdı.

"Sevdin mi beni gerçekten? Sevdiysen, sevdiğin kadını öldürmen için sana ne teklif etti?"

Gözlerini açtığında endişeliydi. İnanmamamdan korkuyordu. Elimi sıkıca tuttu.

"Hiçbir şey ben sadece sen-"

"Değerim bir hiç yani."

Hafifçe güldü çocukluğum. Bir hiçe satılmak ona çok koydu. Kaçak ise ezildi. Bitti. Yandı. Mahvoldu. Bana doğru eğildi.

"Bana inanma lazım. Kaçak. Yapma."

Bu haline gerçekten acıdı çocukluğum. Elimi elinden sakince kurtardım. Gözlerinde keder vardı. Derin bir nefes verdim. Ardından ona bakındım.

"Babamın istediği hisselerin. Kısaca kendine dikkat et. Ölürsen suç bana kalır gibi ve hayatımı daha da mahvetme Eren Korlu. Bir süre daha ölmemeye çalış. Sait ile uğraşmaya gücüm yetmez çünkü."

Ondan uzaklaşacağımda elini sertçe rafa çarptı. Bu sefer ise kararlılıkla konuştu.

"Soyadını o gün öğrendim. Mezarlıkta Yiğit Kalen'i gördüm." Gözlerimi acı ile kapattım. Duymak istemediğimi duymuştum işte. En başından beri biliyor- "Ama Kalen olduğuna emin olmam zaman aldı. Ölecektik çünkü. Sonra baba-"

"Dinlemek istemiyorum."

Elini ittireceğimde o hızla beni kendisine çevirdi. Artık sinirleniyordu.

"Bilmediğin şeyler var."

Hafifçe güldüm ve ona eğildim.

"Ne o? Bir kez daha mı ihanet ettin bana? Kaç liraya bırak-"

"Çocukluğuna dayanıyorsun." Dediği ile kaşlarım çatılırken o bana doğru eğildi. Uyanmamı ister gibi baktı. "Baban çocukluğunu tamamen bitirecek Çisem. Bilmediğin şeyler var."

Çocukluğumu biliyordu. Acıyla yutkundum ve gülümsedim. Gözlerim ise ona bakamadı.

"Bakıyorum babam ile baya kaynaşmışsınız." Gözlerimi sakince araladım. "Ama benim çocukluğum yıllar önce bitti. Bir daha bit-"

"İnan bana, senin kafana silahı dayadığında elini bile kaldıramayacaksın. O yüzden bırak yanında olayım."

Gözlerine bakındım. Babamın kafama asla silah dayamayacağını biliyordum ama o beni öldüreceğine emindi. Oldukça ciddiydi. İçimi istemsiz bir korku sararken ne yapacağımı düşündüm. Saniyeler içinde ise ona döndüm.

"Söyle."

Bu dediğimi beklemiyormuş gibi kaşları çatıldı. Ben ise ona doğru yaklaştım.

"Yanımda olmak mı istiyorsun? Söyle bana Eren." Yaklaşmaktan çekinmedim. Gerçeği istiyordum. "Yanımda ol ve söyle."

Gözlerini kaçırdığında işte her şey bu kadardı. Söylemeyecekti. Hafifçe tebessüm ettim ve ona eğildim.

"Eren, başka bir yalana daha inanmayacağım."

Gözleri gözlerimi bulduğunda bana korkuyla bakıyordu. Hafifçe tebessüm ettim. Ardından çocukluğumu biraz geri plana aldım.

"Zorlamaya gerek yok." Kabullenişimi ona gösterdim. "Saçma bir tanışmaydı zaten. Olmayacağı belliydi. Daha fazla birbirimiz bitirmeyelim. Yalan söylemeyelim."

Kafasını yapma der gibi salladı. Ben ise acımı tebessüm ederek bastırdım. Acıyla atan kalbimi sakince yok saydım.

"Biz bir daha birbirimize güvenemeyiz. Senden tek isteğim ölme." Gözlerini benden kaçırdığında ikimiz de biliyorduk ki artık bu sondu. Acımı ise son kez gösterdim ona. "Ben senin için canımı hiçe sayabilirdim ama izin vermedin, teşekkürler." Pişmanlıkla baktı bana. Sanki silahı şimdi tutsam ona o kendi sıkcaktı kafasına. "Senden bizim için benim gibi ölmeni istemiyorum Korlu" Zorlukla tebessüm ettim. "Ölmemen bana yapacağın artık en büyük iyilik."

Gözlerini kaldırdığında siyahlarda olan o yıkımı gördüm. Bir kaybedişti. Pişmanlık bu hayatta en çok acıtan duyguydu. Bunu biliyordum. Geriye saramıyordun. Düzeltemezdin de. Bu yüzden pişman olduğun anda bitmiş demekti. Kalbim acıdı. Ama ben gülümsedim. Kalbimi yok saydım.

"Kaçak ve Manyak bitti Eren Korlu. Kabul et bunu. Ne ben artık kaçabilirim ne sen de benden daha manyak olabilirsin."

"Yapma."

Hafifçe gülümsedim ardından içimde yatan Kaçak'ı çocukluğuma bastırdım. Kafamı eğdiğimde çantama uzandım. İçinden küçük göstergeyi çıkarttım ve ona uzattım. Elimde ki şeye baktığında ben kendime çeki düzen verdim ve çocukluğumu geri bedenime hapsettim. Onu şuan bitirmiştim ve şimdi tekrar bitecekti. Bu benim intikamımdı. Şuan düşüyordu ama benim gibi sertçe zemine çarpmalıydı.

"Altta kalamam artık." Kaşları çatıldığında ben ona sayacı uzattım. "İlk darbe senden geldi ve ben ikinciyi atıyorum." Elimden sakince aldığında bana bu ne der gibi döndü. "Aşağısı bir saat içinde patlayacak. Sen iki kişiyi öldürdün ve ben de senden iki kişi alıyorum."

"Ne?"

Fısıldadı. Anlamak istemez gibi. Daha fazla bakmadığımda yönümü ondan çevirdim. İlk adım zor olandı. Ben o ilk adımı çocukluğum sayesinde attım. Miraç Uysal. İlk kişi oydu. İkinci kişi ise cam mekan ardında kalan kişi Erdem olacaktı. Kırılmaz cam olduğunu biliyordum. Onu oradan bir şekilde çıkartacağını da biliyordum. Sadece dediğim gibi intikamımı almış olmak, onu korkutmak istiyordum. İkinci adımı attığımda çocukluğum bedenimi terk etti. Gözlerimin dolmasına engel olamadım. Acıyla sildim göz yaşlarımı. Marketten bedenimi zorlukla çıkarmıştım ki elim doğruca duvarı buldu ve bu sefer göz yaşlarımı tutmadım. Aktı her birisi. Bitmişti. Bitirmiştim. Zorlukla kendimi ara sokağa attım. Bedenim yere yıkılırken kafam dönüyordu. Acıyla nefes verdim. Çok acıyordu. Çok... Cebimden anahtarı hıçkırıklarım arasında çıkardım. Yere koyduğumda ise hayat bana yine acımadı. Ben ise bu kadar erken beklemiyordum. Biraz olsun zaman tanırlar sanmıştım. O sesi duydum. Bir adım sesi geldi. Gözlerimi yaşlar arasında kaldırdım. Titreyen ellerim çantamdan silahımı buldu. Adam yaptığım ile doğruca bana eğildi ve yakamdan tuttuğu gibi kaldırdı. Göz yaşlarım akarken silah ellerimden düştü. Kalbim çok acıyordu ve ben o siyahları hatırladıkça dayanamıyordum. Bedenim duvara yaslandığında karşımda ki adam gülümsedi.

"Babanız sizden iyi haberler bekliyor."

Göz yaşlarım donuklaştı. Takip edildiğimi biliyordum. Kaan'ın evinden beri hem de. Eren'in gizli yerini öğrenmelerini umursamadım çünkü birazdan burası kullanılamayan bir hal alacaktı. Babam öldürdüm dememi mi bekliyordu? Çok beklerdi. Onun daha fazla güçlenmesine asla izin vermeyecektim. Göz yaşlarım arasında gülümsedim. Çocukluğumdu bu sırıtan.

"İyi haberlerin hepsine sıçtım."

Adam bu dediğim ile gerilirken hafifçe güldü.

"Kendini siktin attın şuan."

Eli kalktığında hızla yakaladım. Ardından göz yaşlarımı umursamadım. Bir daha bana vuramayacak-

Hayat bana bugün bir kez daha acımadı. Bileğini tuttuğum elimde bir ıslaklık oluştu. Bedenim korku ile tüm her şeyden vazgeçerken adam gülümsedi. Ardından bir tokat yedim. Kafam duvara çarparken o yakama yapıştı. Neden hiçbir şey yolunda gitmiyordu? Neden sürekli kaybeden ben oluyordum. Bedenime bir damla daha düştüğünde titremeye başladığımı hissettim. Yağmur... Yağmur beni bitirendi. Zihnimde çığlıklar başlarken adamın tekrar elinin vurmak için kalktığını gördüm. Gözlerimi kapatmıştım ki bedenimde acı hissetmedim. Aksine bir silah sesi ve acılı bir inleme. Gözlerimi açtığımda yakamda olan eller sakince çözüldü. Karşımda olan adamın eli göğsünde olan yaraya giderken vurmak için kaldırdığı elini tutan kişiye döndüm. Gözümden bir yaş süzülürken karşımda ki kişi gülümsedi. Ardından adamı sertçe ittirdi. Bana döndüğünde bu en beklemediğim şeydi.

"Dediğin gibi, bende tesadüflere inanmam." Silah olmayan elini uzattı ve tebessümü büyüdü. "Yeniden tanışalım mı?"

Sesim titrerken fısıldadım.

"Kerim..."

Yarım Saat Sonra

Eren Korlu

Nefes nefese sertçe tekrar vurdum. Bitmişti. Her şey bitmişti ve benim elimden hiçbir şey gelmiyordu. Bitirmişlerdi. Ve ben aptal gibi o adam ile anlaşmıştım. Nasıl bir pislik olduğunu bile bile. Kaçak'a söyleyemezdi. Kaçak bunu babasından duyamazdı. Neden söylememiştim o zaman? Sinirle elimde ki sandalyeyi tekrar vurdum cama. Yapamazdım. Onu öldüremezdim. Bunu ona açıklayacak kişi ne bendim ne de o belasını sikeceğim babası. Bunu ona açıklayacak kişi ise konuyu bile bilmiyordu. Çıkmazdaydım. Çıkmazdaydık. Öyle bir şeye düşmüştük ki her şey Yasin'in istediği gibiydi. Kaçak'ı tek başına bırakmıştı. Bombayı salıp onu bitirecekti. Kafasına sıkacaktı. O ise babasının onu öldürmeyeceğine öyle emindi ki... Sandalyeyi tekrar son gücüm ile vurdum. Olmuyordu. Birkaç saniye nefes almak için eğildim ve sayaca döndüm. Otuz dakika. Kaçak... Sen neye dönüştün böyle? O gözler onun değildi. Ben yapmıştım ve bunu ona. Onun gibi bir oyuna kurban gitmiştim. Ve bunu isteyerek yapmıştım.

"Olmayacak!"

Erdem içeriden bana yorgunlukla baktı. O da içeriden vuruyordu ama olacak gibi değildi. Kaçak. Öyle iyi kumuştu ki düzeneği. Hala bunu onun yaptığına inanamıyordum. İki kişiyi öldürmüştüm. Kaçak ve Manyak'ı. O da benden iki kişiyi alıyordu. Kafamı olumsuzca salladım. Böyle olamazdı. Son gücümle tekrar vurdum cama. Ancak yarım saattir uğraşmamıza rağmen sadece kurşunun bıraktığı o iz ve birkaç küçük çatlak vardı. Olacak gibi değildi. Bu camları yaptıran aklıma lanet okudum. Tekrar vurmuştum ki Erdem bağırdı.

"Eren! Böyle olmaz!"

Ölüm korkusu vardı gözlerinde. Cama doğru yaklaştı ve bana eğildi.

"Çisem hala aynı. Öldüremez beni." İçeriden inanarak konuşuyordu ama hayır. Ben bir kızı öldürmüş ve bir katil yaratmıştım. Görmüştüm bunu. "Anahtar onda. Dışarıda bir yerde olmalı. Anahtarı al ve gel."

Hafifçe güldüm ve cama tekrar vurdum. O ise bağırdı.

"Eren!"

Sinirle elimde ki sandalyeyi fırlattım.

"Aynı mı! Lan o gözler aynı falan değil! Öldürüyor!" Arkamızda kalan cesedi gösterdim. "Görüyor musun! Gözünü bile kırpmıyor! Ben yaptım ona bunu!"

Erdem hafifçe gülümsedi. Canı acıyordu ama gülümsedi.

"Sen gelmeden önce dakikalarca kendine cesaret verişini izledim. O kız hala aynı." Kaşlarım çatıldı. O ise bu halimle sırıttı." Ağladığını gördüm lan. Sadece rol yapıyor. Şimdi git dışarıda olan şu siktiğimin anahtarını al!"

Kaşlarım çatıldı.

"Ne?"

Bana doğru geldi ve bu sefer bağırdı.

"Hala seni seviyor diyorum! Eğer ölmemi istemiyorsan git şu sıçtığımın anahtarı bul!"

Ona baktığımda gayet emindi. Kaçak. Erdem hadi der gibi bir işaret yaptığında kafamı olumlu anlamda salladım. Nefes nefese olmama rağmen sayacı kaptığım gibi kapıdan çıktım. Erdem'in tekrar cama vuruş sesleri kulaklarımı dolduğunda daha da hızlı koştum. Raflara vardığımda hızla açtım. Bedenimi dışarı attığımda gözlerim hala Çisem'in, Kaçak olarak kalma ihtimali ile heyecanlıydı. Makette olmamasını umursamadım. Ne dediği umurumda değildi. Erdem'in haklı olma ihtimali vardı. Onun nasıl güzel rol yaptığını kendi gözlerimle defalarca kez görmüştüm. Yine yapıyor olabilirdi. Dışarıya bakmak için ilerlemiştim ki gördüğüm ile heyecanlanan bedenim afalladı. Yağmur. Korku bedenimi ele geçirdi. Kaçak... Yağmur beni bir kez daha deliler gibi korkuttu. Hızla dışarıya çıktığımda artık hiçbir şey önemli değildi. Bana rol yapabilirdi, başkasına da. Ama onu biliyordum ki onun tek rol yapamayacağı şey yağmurdu. Gözlerim sokağı taradı. Bir şey olmasındı. Olmamalıydı. Olamazdı. O kanlı kazağı bile unutamamışken şimdi... Lanet olsun! Gitmesine izin vermemeliydim. O hala Kaçak'tı. Emindim. Rol yaptığına emindim. Bir anda vazgeçemezdi. Belki gurursuzluktu bu. Ama emindim. Bana git demediği sürece ise asla gitmeyecektim. Kaçak kaçardı ve Manyak'ın kovalaması gerekirdi. Her şeyi boş verdim. Koşan adımlarım ise duraksadığında gördüklerim beni dehşete düşürdü. Hızla yerde yatan adama doğru ilerlediğimde göğsünde olan kanı gördüm.

"Kaçak."

Korku bedenimi ele geçirdi. Gözlerim sokağı taradı. O neredeydi? Tekrar adama eğilmiştim ki beni asıl korkutan şeyi gördüm. Bedenim kasıldı. Bana bunu yine yapamazdı. Elim silahı buldu. Dakikalar önce bana doğrulttuğu silahı. Acı ile yutkundum. Hemen yanında olan o anahtarı gördüm. Elim ona uzandı. Elime aldığımda silaha baktım. Silah. Anahtarlık. Yağmur. Adam. Düşündüklerim iyi değildi. Bu iş onluk değildi. Kaçak... Bu hiç onluk değildi. Neler oluyordu? Gözlerim etrafı taradığında ona dair tek bir şey göremedim. Yağmur bir kez daha tüm her şeyi yıktı attı. Beni ikinci kez tekrar yendi. Kaçak yoktu. Zihnime ise yine sesi doldu.

"Manyak..."

...

Loading...
0%