Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. BÖLÜM: KAYBOLAN ÖLÜLER

@syavus

Giray Hanlığı, kendi vaziyeti dahilinde dibi görünmez bir karanlığa gömülmüştü. Bir yanda etrafa ne için koşuşturduğunu bilmeyen yardımcılar, bir yanda ne için saraydan kaçtığını bilmeyenler, bir yandan tahtın yeni sahibi yüzünden ölüme gönderilenler... Kağan Börü Giray’ın ölüm haberi bir yıldırım hızıyla doğuya, batıya, kuzeye ve güneye dağılmıştı. Ama, en hüzünlü ayrılıklar ölümü kabullenmeyenlerle yaşanırdı. Şüphesiz yıkılan ortadaydı.

Kuzeyliler, kocaman bir kafa karışıklığı yaşarken Ragnar’ın yapabileceği tek şey gitmek olmuştu hem de onu görmeyen bir çift gözü, arkasında bırakmanın verdiği acıyla. Balamizler’in attığı kahkaha saraydan bile duyuluyordu. Bankizler, simsiyah giysileri içinde hiçbir şey duymamış gibi yüzlerini dönmüş, Kadırga Hanlığı bilmezden gelerek olası kargaşadan uzak durmak istemiş, Yakut Hanlığı öfkelense de sebebi henüz bilinmeyen bir sebepten ötürü öfkeleri bastırılmış aksi hareket etmeleri engellenmişti. Bir ay içinde saray eski ihtişamı ve gücünden düşüvermişti. Kırmızı boyalarla büyülenerek saraya giren ve daha sonra bir hışım saraydan çıkan Kılıç Giray, döndüğünde atının kırmızı boyasından daha kırmızı bir kanla elini boyamıştı.

Elini kardeşinin kanına bulaştırmıştı.

Herkes, gözlerini kapattı. Lanet gelmiş saraya girmişti. Bir devletin en parlak yılları onun dibe en hızlı vuracağı andır. Ve eğer bir yerin huzuru uzun sürüyorsa orada yalancı liyakat ve birliktelik söz konusu olmuştur. Ve kocaman bir devlet adamı, esaslı bir Kağan, kızının gözlerini açmayı başaramadan gözlerini yummak zorunda kalmıştı.

Kurt, etrafı sarıldığında ulumazdı. Kanının son damlasına kadar savaştıktan sonra derince ulurdu. Ve o uluma, bir intikamın mektubu olurdu. Duyanın duymayana yetiştirme zorunluluğu olan bir vasiyetti. İntikam!

 

Ne olduğu bilinmeyen ve adı sanı gökyüzünden duyulmayacak prenslikler, sözde dostlar, sözde ittifak sahipleri sarayın altını üstüne getirmişti. Yağmalar artmış, şehir berbat bir hale gelmişti. Madenler, kervanlar ve işlek yollar birer birer elden düşerken, İpek Yolu’ndan geçen karakollar ve topraklar son direnişini yaşıyordu. Dağılan bir imparatorluk vardı.

 

Yıkılmış bir aslana vurulan baltadan akan kanlar gibiydi zavallı ahalinin hali. Yaşlı kadınlar, ağlarken lanet savuruyordu. "Seni de kanında boğacak bir Kurt çıkacak elbet! Sanma ki, başsız kalıyoruz! Sanma ki senden daha iyisini bulunca sen tahtta kalacaksın! Evlatlarım üstüne yemin ederim ki, en ön safta duracağım! Kağan Börü Giray’ı elimizden aldın ama sana tek bir hançer darbesi yetecek!"

 

Ne o kadın, sözlerinin devamını getirebildi ne de ailesi gelecekte en ön safta yer alabilecekti. Ve hiçbir zaman, o kurdun kim olduğunu öğrenemeyeceklerdi. Nefesleri kesen adam gelmişti. Saraya ayak basmadan başlamıştı kan akıtmaya. Herkes etrafta koşturup dururken Yesügey Baycu, sivri bıyığını uzun uzun sıvazladı.

Çekik gözlerinden ve kara yüzünden yayılan sinsilik ilk adımını attığı anda herkesçe farkedilmişti. Onunla göz göze gelen kadınlar ve erkekler bu gözleri görmediklerini düşünmek için beyinlerini çıkarıp atmak arzusuyla çırpındı.

Geniş ve güçlü adımlarla doğruca divan odasına girince herkes suspus olmuş sadece kapıcının gür sesi duyulmuştu. “Yeni ve daimi vezirimiz, Vezir Baycu !” göğüslere yumruk olup çarpan eller yeni vezirin pek bir hoşuna gitmişti. Saray kan kokuyordu, harikaydı! Doğruca adımlarını Kılıç Giray’ın önüne attı. Karşısında durup sert ve adanmışlık şuuruyla dolu bir selam çaktı. Onun selamı ve zekası, geleceği parmağı ucunda oynatmaya yetecekti.

Obaya sürülen ve henüz hiçbir şeyin sanıldığı gibi farkında olmayarak savaşmak için delicesine çırpınan Hançer için Alemdar Bey, susmaktan başka hiçbir şey yapamıyordu. Onu atının önüne oturtan Alemdar Bey, ısrarla susuyor dalgın gözleriyle ardına kattığı birkaç alpi ile obaya gidiyordu.

Sıfır noktasına...

Dünyalarının sıfır noktasına, Giray Hanlığı Kurucu Obası’na gidiyorlardı. Zavallı Hançer üzgün ve kaygılı bir şekilde yanı başından geçip giden ormana ve ormanda nefeslerini dahi duyabildiği yabani hayvanları izliyordu. Eski zamanlarını, hayatını, babasını, Berk’i, pek konuşmak istemesede büyük kuzeni ve küçük kuzenini düşünüyordu. Onlar artık yoktu. Ama onlar neden onunla gelmemişti?

 

Kalbi onlar için derin bir endişe duyarken başını Alemdar Bey’den yana çevirdi. “Bana neler olduğunu demeyecek misin Bey amca? Kuzenlerim neredeler? Yoksa onları da Gürkan Bey mi getiriyor? Neden bana bakmıyor, gözlerini kısıp kısıp iç geçiriyorsun? Söyle bana, neler olduğunu söyle! Onlar neredeler? Babamı istiyorum! Benim babam beni bırakmaz, benim babam yok olmaz! O çok büyük bir savaşçı beni anlamıyor musun? Sen beni dinlemiyor musun! Duyuyorsun, biliyorum. Peki, neden ağlıyorsun? Üzülme, bana sadece neler olduğunu anlat? Babam nerede, kuzenlerim... ağlama... bana... cevap ver...” pes etmişti Hançer. Gözlerinde biriken gözyaşı içine doğru akarken başını dudaklarını sarkıtarak ormana doğru çevirdi.

Alemdar Bey, zehir kadar acı veren gözyaşlarını akıtmış olmanın elemini tüm bedeninde bir sıtma gibi hissederken nihayet obaya yaklaştığını vurulan köslerin gür sesinden anlayabilmişti. Obanın giriş kısmında ona yakın alp, yüzlerinde kederli bir merak kalplerinde dehşet verici bir intikamla Alemdar Bey’i ve alplerini meydana kadar yürüyerek ağırladılar. Alemdar Bey, bunca sene aldığı dersleri bir kenara ilk defa bırakarak atından aşağıya indi. Hançer atın başında tek başına kalınca ve meydana doluşan binlerce insanın sessiz, kederli ağlayışlarıyla karşı karşıya kaldığı o anda derin bir düşünceyle başbaşa kalmıştı.

Sırtında bir soğuma, ellerinde bir uyuşma, körpecik duran, merhameti öfkeyle karıştıran aklı bulanmaya başlamıştı. Ne olması gerekiyordu şu anda? Kim olmalıydı? Bunu daha önce hiç yaşamamıştı. Atı meydana gelince eşelenip kendi etrafında birkaç tur dönmüş, ayakları değiştirerek hareket arzulamıştı ama Hançer bir ağaçtan farksızdı. Ağaçlar, gökyüzü ve insanlar birer daire şeklinde gözü önünde dönmeye başladı. Kalbi hiç olmadığı kadar yüksek atarken yaşadığı bu üşütücü hisle ellerini kollarına koyup göğsüne yaklaştırdı. Kalbi, yaşadığı bu ana isyan ediyordu. Böyle bir an, karmakarışık zaman ve belirsiz hayatla ne yapacaktı? Başını kaldırdığında önlerde bir yerde kendi boylarında bir kız ve bir oğlanın kendisine merak ve endişeyle baktığını gördü. Gözlerini ikisine birden çevirirken ona karşı yumuşakça davrandıklarını farketti.

Dili, aklı ve yaşından büyük iradesi bir anda kesintiye uğramıştı. Büyük sözler söyleyen dili, hinlik düşünen aklı yok olmuştu adeta. Burada bir Kağan kızı yahut birkaç saat önce değişen hakikatten evvel bir Kağan veliaht değildi, ona acıyarak ve ağlayarak bakan bu insanların arasında kim olduğunu asla bilmiyordu. Kız gülümseyerek öne çıktığında oğlan da onu takip etti. Atın önüne geldiklerinde büyük olan oğlan, Hançer’e doğru elini uzattı. Hayır, bu oğlan Berk gibi değildi. Onun gibi her kötülüğünü alttan alabilecek şekilde bakmıyordu. Onun gibi, onu rezil etsede akşam olunca sarılacak biri gibi durmuyordu. Bunlar daha çok, daha çok, çocuk gibi duruyordu.

Onlar çocuksa, Hançer ve Berk sarayda neydi? Farkına vardığı hakikatle beyninde beyaz şimşeklerin gözüne doğru çarptığını hissetti. İçindeki ses bas bas bağırdı. Kulakları duyduğu sesle sağır olmayı diledi. “Onlar çocuksa sen kimsin!” Hançer cevabı düşünemedi, elini uzatan oğlanın nasıl biri olduğunu bilmek ve bastıramadığı uğultuları yok etmek için sendeleyerek elini tuttu. Attan inerken titrediğini oğlanın anladığından bir haberdi. Başı, önüne düşüp yere bastığında elini geri aldı. Onlar hakkında bildiği tek bir şey varsa hiçbiri Berk gibi olamazdı! Başını Bey otağısına çevirince kafa karışıklığı ile beraber Alemdar Bey’e doğru döndü. Kaşları kaygıyla dalgalanmıştı.

Babası yoktu, ona ne olduğunu hiç bilmiyordu. Ortadan kayboldu diyorlardı ama aslında o da çok iyi biliyordu neler olduğunu. Saatler öncesinden gördüğü rüyayı hatırladığında Alemdar Bey’e doğru koştuğunu bilmiyordu. Hızlı alıp verdiği nefesleriyle bağırmaya başladı. “Benim babam ölmedi! Kağan babam ölemez! Bana babamı geri verin! Duydun mu beni Bey amca?! Bu obayı alıp başınıza çalın bana babamı geri verin!” Alemdar Bey, onu koltuk altından sıkıca tutup ileriye savrulmasın diye kendine doğru çekiyordu elem dolu bir yüzle. Canının yandığını kadarıyla başka canlarında yandığını biliyordu. Çünkü Hançer önce annesiz şimdide babasız kalmıştı. Koca devletin babası öldüğü gibi zayıfların ve muhtaçların da babaları ölmüştü. Devlet, en büyük adamını kaybetmişti. Sonsuza dek...

Onu sakinleştirmek zaman almıştı. Herkes hüzünlü gözyaşları ile ıslatmıştı meydanı. Hançer zorda olsa otağıya geçirilmiş ve yine uzun ve zorlu bir mücadelenin sonucunda uyumaya zorlanmıştı. Bu tabiki Alemdar Bey’in içtiği suya bir karışım eklemesinden sonra olmuştu. Hançer, baygın bir biçimde kollarını bedenine sararak uyumuştu. Alemdar Bey, aşevine doğru yürürken az öteden kendisine doğru koşturan dostunu gördü. Yanına gelen ellilerinin başındaki bu savaşçı bilge ile kol kola tokalaşırken ikiside pek tabi üzgün ve bitap görünüyordu. İki eski dost çadıra girdiklerinde dışarıda bir gurup alpin dehşetli koşuşmalarını duyuyorlardı. Aralarında hayli büyük bir sessizlik oluşunca bunu bozan ilk kişi Kadim Dost Kurt Ata olmuştu.

“Nasıl? Sustu mu hiç?” dedi sesi panik ve derin bir hüzünle boğularak. Gözlerinde pek kötü bir şey duymuşluğun derinliği vardı.

“Hayır. Babasını ve Berk’i sayıklayıp durdu.”

“Ona gerçekleri ne zaman söyleyeceksin? Gizlediğin hakikat daha şimdiden seni yaşlandırmış. “

“Susmak zorunda olduğumu biliyorsun dostum. Yaşı küçük. Öfkeyi merhametle , sevgiyi hırsla karıştıran bir çocuktan babasının intikamını almasını bekleyemezsin. Demir kılıcı bile doğru düzgün kullanamıyor. Kaldiki biz ondan bir intikam bekleyelim.”

“Ama bu ilerde sırrı öğrenmesiyle beraber kazanacağı öfke ve parçalama arzusuna kurban olabileceğin gerçeğini değiştirmiyor. Onun boğuşmakta zorluk çekeceği çok şey olacak. En azından onun için, iyiliği için basit bir dille anlat.”

“Ne dememi bekliyorsun? Ona baban öldü dememi mi? Şimdilik babasının ortadan yok olduğunu bilmesi kafi. Kendi içinde ölüp ölmediğini düşünmesi sonucunda ölmediği hakikati daha ağır basacak. Bundan eminim. Kaşla göz arasında elimizde kalan emaneti pusuya çekemeyiz. Hem öldüğünü içten içe de biliyor. Fazla kurcalamanın bir anlamı yok. Bazı gerçekler, haykırmadan konuşmadan da anlaşılabilir. “

“Ne desem ki eski dostum? Başa geçen her iyi insan, ya kıskanıldığı için ya da aç gözlüler sebebiyle öldürülüyor. Kağan Börü Giray ise tahtı kendi çocuğundan dahi kıskanan bir kardeşe sahipti. Dilerim, yanlışından tez döner. Üstelik, çok hızlı dönmek zorunda. Hata üstüne hata yapacak gibi duruyor. Çünkü, az önce, generalden bir mektup aldım. Söylediğine göre, her yerde tuzaklar hazırlatıyor. Neden? Çünkü Hançer’in huyunu biliyor. Bir çocuk olsada içinde yatan, damarlarında dolaşan Kağan kanını ilk bakışta anladı. Kini ve hırsı ona benziyor. Geleceğini düşünüyor. ”

“ Dilediği kadar tuzak hazırlasın! Hançer hiçbir yere gidemez. Onu da babası gibi harcatmam. İyi olmak, merhametli olmak, kin tutmayan bir kalbe sahip olup şen kalmak suçsa ve sırf bu yüzden öldürülmesi isteniyorsa onu kalpsiz bir kötüye de dönüştürebilirim. Onu, Kılıç Giray’dan daha kötü biri yaparım. Ona karışmaz, kan akıtmasını izlerim. Bir kız çocuğu olması dahası kıskanılacak meziyetlere sahip oluşu karşılığında öldürülmesi planlanıyorsa onsuz bir hayatı herkese dar ederim! Esas yüzümü o zaman herkese gösteririm! O, bana emanet!”

“ Hançer’in veliahtlık tercihini Berk’e vermesi yüzünden geldi tüm bunlar başımıza. Babasına kafa tutması gereken en mühim noktada vazgeçti. Her ne kadar onun seçimlerinin bedelini ödesek de bunu ona yansıtmamalıyız. Üstelik, saray halihazırda kıyamet meydanı gibiyken ... Diğerlerinin başına gelenlerde... “

“Ne... demek bu sözler dostum? Diğerleri yani çocukların başına ne gelebilir ki? Onlar onun kanından soyundan evlatları. Daha neler?! Eksi dostum... susma, kafamı olmadık şeylerle doldurtma. Susuyorsun? Konuşsana be adam! Diğer çocuklara ne oldu benim bilmediğim? En son Berk de tıpkı Hançer’in yaptığı gibi onu sordu. Dünya yıkılsa ikisi birbiri olmadan duramaz.

Ona, Hançer’i kurtarmam gerektiğini söylediğimde derin bir üzüntüyle başını yere eğdi. Hançer sessiz ama güçlüce onlar için ağladı. Birbirleri için birbirlerini terk ettiler! Ölüm gelse de o zamanlarımız bize yeter diyor gibiydiler. Söyle eksi dostum... o çocuğa Hançer için bir şey olmadığını söyle...”

“Ah, eski dostum... Giray Hanedanına mensup olmak öyle zor ve öyle kötü bir şey ki... Bazen bazı babalar hayatlarını adadığı çocuklarını göremez hale geliyor. Çocuklar babaları daha hayattayken babasızlık, anneleri henüz hayattayken annesizlik çekiyor. Tonla kural ve düzenin arasında yitip gidiyorlar tıpkı ufuktaki şu güneş misali. ”

“Sana ne oldu derim Kurt, yakma yüreğimizi! ”

“Dostum, Kılıç Giray... ağabeyini öldürüp bir Kağan katili olduktan sonra boynuna dolanan laneti engellemek için... çocuklarını feda etti.” Alemdar Bey’in gözleri kıpkırmızı oldu. Yaşla dolan gözleri, güçlü bedeninin sarsılmasıyla kapandı. Yaşlar hızla akmaya başladı.

“Sen ne dersin böyle Kurt! O çocuklar, o çocuklar öldü mü, Berk Giray öldü mü?!”

“Sakin ol. Alemdar! Sakin ol! Onlar senin çocukların yahut senin öğrencilerin değil. Buraya odaklanmaya bak! Sen, Hançer Giray’ın Atabeyi’sin. Onun, öğretmeni ve savaşçısısın. Berk Giray, Kılıç Giray’ın rakibiydi. “

“O daha bir çocuktu!”

“Ama onların gözünde bir hanedan rakibi!”

“Evladıydı!”

“Kan akıtmayı başarabiliyordu!”

“Umurumda mı sanıyorsun? Onlar daha çok küçük! Berk Giray Hançer’den büyük de olsa onların büyüyen minik kalpleri vardı... Söylesene, Hançer ona ne kadar değer veriyordu bilmiyor musun?”

“Neden sadece Berk’i düşünüyorsun? Diğerleri ölmedi mi sanıyorsun ”

“Ben öyle bir şey demedim! Benim üzüntüm hepsine! Ama Berk... O Hançer’i değiştirebilecek tek kişiydi! Ona belkide bu dünyada annesizliğin geçtiğini gösterebilen tek kişiydi. Rekabetin, koca yürekliliğin örneğiydi! Dostum... onlar ezelden sevdalı iki farklı iklimin insanı...”

İki dost sustular. Kalpleri de dudakları gibi bildikleriyle mühürlendi. Alemdar Bey’e dünya dar geliyordu! Yıllar böyle nasıl geçecek, Hançer etrafındaki herkesin yokluğuna nasıl bir anda anlaşıverecekti?

Hançer, uykusundan hızla uyandı. Açtığı gözleri ile etrafına bakmadan doğruca Atabeyi’ne gitti. Her şeyi duyamasa da, ölüm haberi yetmez miydi? Berk Giray sonsuza dek yokolmuştu...

Hiddetlenen kalbi için gerçekler bir anda ortaya serilince aslında hayatının dönüm noktasının ne babasının ne annesinin ne Berk’in ne de kuzenlerinin ölmesi olmadığına hükmetti.

Asıl dönüm noktası, burdan sonra hırslı ve soğuk birine dönüşerek intikam için mi savaşacaktı yoksa, kalbini dinleyip sıfırdan başlayacağı bu dünyada, hatasını telafi mi edecekti, sessizce?

Karar vermek, öyle zordu ki bunun yıllarını elinden alacağını hesap edememişti. Çadırına geri dönüp başını yastığına koydu. Bir kişi hariç hepsinin öldüğünü düşünüyordu. İnsan, babasının, bu hayatta onu tutan tek desteğin yıkılmasından daha ağır ne hissedebilirdi ki? Berk’in acısı böyle çetinken, kalbi yere düşercesine sızlarken babası her hücresini ele geçirmiş ona dehşetle ağlayacağı bir acı bırakıp gitmişti.

 

Üzerindeki örtüsü artık ona kısa geliyordu. Elbiselerin yenileri dikiliyor ama o hala börk takmıyordu. Reddetmişti tümüyle.Yıllar sular gibi akıp gitmişti. Boyu uzamış, kilo almış ve değişmişti. . Eskisine nazaran daha uzun ve güzel olan Hançer, yıllar geçse de delici bakışlara ve hep bakılası güzel bir yüze sahip olmuştu. Ata, üstün bir maharetle biniyor, okunu en uzağa atıyor, avdan bir gün olsun boş dönmüyordu. Gençlik ateşi içinde kalbi bir başkalaşmıştı.

 

Ama ne kadar zaman geçerse geçsin kararından dönmemişti. İntikam, hiç beklenmedik bir anda üstlerine doğru gelen yıldırım misalini andıracaktı. Başını yastığından kaldırıp obada yapılacak işlere göz gezdirdi. Sorumlu ve dik kafalının tekine dönüşmek farkında olmadığı özelliğiydi. Tüm gün, hayvan çadırlarında, nehir kenarında ve Bey otağında planlarını tekrar tekrar gözden geçirdi. Kendi çadırına girince dar gelen meskenden ötürü kendini yine dışarıya attı. Hava epey kararmıştı.

Zaten uyku düzeni diye bir şeyi de yoktu. Hakikat öyle ağır gelmişti küçük bünyesine. Babası, ölmüştü. Bunu biliyordu. Ama kim? Amcası tahta geçtiyse o olmalıydı! Lakin o gece, Atabeyi ve o Kurt denen adam böyle bir şey söylememişti. Üstü kapalı konuşmuş, bilgili oldukları her şeyi kendilerine saklamışlardı. Hançer’e kalan ise kocaman bir ikilemdi. Lanet etmek istedi aklına. Kuzenlerinin ölme sebebini bilmiyordu, babasının ölme sebebini bilmiyordu! Peki ya amcası? O ne yapmıştı işte orasını hiç bilmiyordu.

Sinirle çıktığı yola oba meydanına gitmek için girdi. Meydanda Bey otağı vardı. Hançer, Bey olmayı henüz kabul etmiyordu. Tecrübeliler, işlerin altından kalkarken Hançer’e düşen de her boşlukta kaçıp araştırma yapmaktı. Sır olarak. Oba meydanına doluşan bir küme gençle bir an durakladı. ‘Benimle konuşmak isteyecekler. Ben, harika deneyimleri olan yahut güzel bir göç düzeni olan bir aileye mensup değilim. Neler konuşabilirler ki benimle? Denk değiliz... denkleri olamayacak kadar kötüyüm...” diye içinden söylendi. Omuzları düştü. Böyle biri olacağını hiç düşünmemişti ki? Hala, buraya geldiği ilk günkü gibi onlardan kaçıyor, konuştuklarına ise bir tepki vermiyordu. Ama bugün gitmek istiyordu. Kafası çok karışıktı ve meydana asılan Kurt kafasına bakarak içindeki cesareti körüklemeye ihtiyacı vardı.

Omuzlarını arkaya atarak ilerledi. Her adımı biraz daha uzun ve genişti. Adımları bile bir alp gibi güçlü ve korkusuzdu. Gençler onu görünce sustular. Hançer yere bakarak bir baş selamı verip ortalarına oturdu. Kısa süren sessizliğin sonunda birçok genç kalkıp gidince orada sadece İynem ve Timurtaş kalmıştı. İynem çok sustuğunu düşünmüş olacakki sıkıntılı bir nefes verdi.

“Dört yıl oldu. Hala böyle sessiz ve öfkeli mi kalacaksın Hançer?” Hançer hiçbir şekilde konuşmadı. Tepki vermedi genç kıza. “Bari, yaran acıyor mu onu söyle?” diyen genç kız merak ve merhametle yüzüne doğru eğildi. Yanlarında oturan genç adamın homurtuları duyuluyordu.

“Baksana, hiç konuşmayacak gibi duruyor. Bırak, sonsuza kadar sussun! Söyler misin Beykız, obanın ortasına dikilen kurt kafasında ne varda hala ona bakıp bakıp duruyorsun?” Hançer uzun süredir baktığı Kurt kafasından bakışlarını çekti. Doğrudan genç adamın gözlerine baktı. Kafasındaki börkün siyahlığı gibiydi aynı içindeki öfke. Rahatsız edildiği için öfkelenmişti.

“Kaybettiğim her şeyi görüyorum!” dedi aksi bir edayla. Başını Kurt kafasına çevirdiğinde, yanında oturan ve gece karanlığında önlerinde yanan ateşten ötürü kızıla benzeyen teniyle yine İynem atıldı.

“Bizimle içindekileri konuşursan seninle o zaman çok daha iyi anlaşabiliriz. Böyle sadece susuyoruz. Hala, senin en sevdiğin şeyin ne olduğunu bilmiyoruz mesela? Yaran acıyor mu ya da Oba Birliği senin savaşmakla ilgili önerilerini neden dikkate almıyor? Hepsi senin çok yetenekli olduğunu söylüyor ama kararlarını dinlemek gibi bir yüke giremeyeceklerini söylüyorlar. Nasıl hem dengeleri yerinden oynatacak hem de elini bu işlere sokmayan biri gibi durabiliyorsun? ”

Hançer durgunlaştı. Dalgınlaştı, başını kırılan inadıyla genç kıza çevirdi. Kin, kırgınlık, hüzün birbirine girmişti Hançer’in yüzünde. Yanaklarını içine çekip onları ısırırken bir an derin bir nefes aldı. Güvenmeli miydi? İynem haklıydı. Onlarla kötü anlaşıyordu. Timurtaş’a döndü. İnanç ve sakinlik dolu kısık gözlerini izledi. Dudaklarını nemlendirdi, ateş yüzüne vururken o daha çok ateşe hükmeden gibi geliyordu arkadaşlarının gözüne. Kafasını aşağı yukarı sallarken genç adam hemen önüne bağdaş kurdu.

Onlara inanmalıydı, gözlerinin önünden on dört yaşına kadarki hayatı dizilirken konuşmanın bir zararı olmayacaktı. Meraklı ama ağır başlıydı Timurtaş. İynem ise baskın olmayı seven meraklı biriydi. Kalbi yumuşadı. Hançer tam ağzını açıyordu ki, bir ses duydu. Davullar ve borozanlar acı acı dehşetle obayı inletiyordu. Meydanda öylesine gür bir şekilde geliyordu ki bu feryatla Hançer ve gençler, endişe içinde irkildiler. Gençler neler olduğunu anlamadan, bir ses bağırdı. Bu obanın şifacı genci Yiğitcan’dı. Hançer, yüzünü nadir gördüğü bu çocuğun onlara doğru koşmasıyla ayaklandı.

“Baskın var!” Onun sesinden sonra genç erkek ve kızlar, tecrübeli Beylerin emrinde yıllardan beridir süre gelen savunma noktalarına doğru koşturmaya başladı. Tüm oba kılıç kalkan kuşanarak, çadırından çıkarken, Hançer garip bir heyecan ve korkuyla elini sol göğsünün üstüne koydu. Tıpkı birkaç ay önceki gibiydi her şey. O, - her ne kadar gururuna yediremediyse de korkunç bir gündü!- günü hatırlayınca Hançer, sanki sol göğsüne bir kez daha hançer sokmuşlardı. Yarası henüz yeni yeni iyileşmişken geçmişi ardında bırakarak belindeki kılıcını ateşin ışığı altında hiddetle çekti.

“Çocukları ve yaşlıları saklayın!” dedi bir komutan edasıyla. Timurtaş ve İynem, onun bu garip cesareti ve korkusuzluğu karşısında kalpleri tatmin olarak başlarını hızla aşağı yukarı sallayıp yanından ayrıldılar. Bebekler dehşetle ağlıyor yaşlılar yine de kılıç tutabileceklerini söyleyerek ayak diretiyordu. Ama hepsi Hançer’in emriyle obanın kıç bölgesinde kalan sığınağa indirildi. Hançer bir deli tay gibi obanın girişine doğru koştuğunda adının yankılandığını duydu ve durdu.

Birileri ona sesleniyordu ama neden? Vakit savaş vaktiydi! Ama şuanda oluşan kargaşa öfkeden delirmesine sebep oluyordu. Dişlerini birbirine sürterek kendisinin bile farkında olmadığı bir aslan sırıtışı ile ileri atılacak an kollamaya başladı. Bu kargaşa bitmeliydi. Yaşlı ve çocukları bekleyemeyecekti. Dişlerini sıktı. Tam o anda da bir ses duydu. Saray onu öldürmeye gelmişti. Bu bir yağma baskını değildi. Bu bir infaz baskınıydı. Babasının ani kayboluşunun ardından canını almak için kana susamış cellatlar ordusu obaya dayanmıştı.

“Öleceksin Hançer Giray! Bu sefer elimden kurtulamayacaksın! Seni de o lanet baban gibi yok edeceğim! ” Hançer bu sesi tanıyordu artık. Babasının konusu geçtiği an kalbinden vurulmuş gibi sarsıldı. Sanki yarası kanıyordu. Bu oydu. Vezir Baycu! Haberini aldığı tüm kötülüklerin başmimarıydı o canı! Daha fazla yaşlı ve çocuklara zaman ayıramazdı! Hançer, savaş borusunun ötmesi ile kılıcını havada çapraz tutup girişe koşmaya başladı.

İğrenç çığlıklar, kötücül kahkahalar ve neredeyse herkesin ağzından dökülen Hançer Giray ismi! Kulakları uğulduyordu. Hançer, meydana kadar gelen askerlerle kılıç kılıca mücadele ederken Oba Birliği için başta duran birkaç ihtiyar savaşçının da kılıç salladığını gördü. Yaklaşık on dakika kadar kanlı ve ölüm dolu bir şekilde insanların arasında kaldı. Kılıcını uzun uğraşlar sonucunda karnına sokmayı başarabildiği adamdan ayrılırken zaten açık olan saçı kan ve kir dolu yüzüne döküldü.

Oba Birliği, onun bu vahşi kuvveti ve azmi karşısında baskını unutacak kadar şaşırmıştı. Az önce devirdiği adam, bir tepegözdü! Hançer onlara statülerini unutturan bir kibirle gülümsedi. Tepki vermelerini beklemeden hafiflemiş kadar hissederek doğruca obanın girişine doğru ilerlemeye başladı. Önüne çıkan her düşmanı yere sererken yanan birkaç çadırı farketti. Şükürler olsun ki içinde kimse yoktu. Mal geri gelirdi can gelemezdi. Meydanda kendi etrafında birkaç tur döndü. Dehşet burada yaşanıyordu!

Birinin daha kafasını uçururken her seferinde aklına babası, iki erkek ve bir kız kuzeni geliyordu. Bu onu dehşet bir şekilde mutlu ve motive hissettiriyordu. Normalde üzülürken böyle anlarda mutluluk veriyordu. Şuanda yanında olmasalar da, onlar için çırpınmak, çatışmak kendini iyi hissettiriyordu. Canını vereceği başka bir amacı dahi yoktu... Omzunun yanından geçen okla kendine bir at aramaya başladı. Herkes, can ve kan meydanında çatışırken gözünü kararttı ve atların olduğu yere doğru koşmaya başladı.

Dizlerine kadar gelen detayları ile ona yakışan bir elbisesi vardı. Başında börkü yoktu ve doğruca saçlarını salıvermişti. Hedefine yaklaştığı anda nerden geldiğini bilmediği bir atlı ile yukarıya doğru çekildi. İçinde garip bir kargaşa yaşarken kolundan tutan kişi onu önüne oturttu. Kılıcını arkasında kalan kişiye güvenlik için saplamak isterken bir ses geldi tam kulağının dibinde bedenini esir aldı ve tüm endişesini yok etti. Kalbi duyduğu sesle yine ve yine ılık bir hisle çarptı. Yanakları alev alırken gözlerini belli belirsiz yumdu.

“Kılıcını sallamaya devam et, dişli savaşçı! Arkanda ben olduğum müddetçe asla ama asla ölmeyeceksin!” Hançer, güvende olduğunu bilerek içindeki sevinçle kılıcını salladı. Bu oydu, aylardır yanına kaçıp vakit geçirdiği, gönlünü kaptırdığı o gençti. Ne bu obadandı ne de civar obalardan. Ne adını söylerdi ne de yüzünü gösterirdi. En sonki buluşmalarında bir anda yedikleri baskında kalbine hançer saplanmıştı. O gün, kapanan gözleri onu görmemişti , sadece sesini duymuştu. Onu yalnız bırakmayacağını söyleyen gür sesini en yakınından duymuştu . Ondan birkaç yaş büyük olduğunu iyi biliyordu. Hançer, insanlar konusunda yanılmazdı. Şimdi eskisinden daha cesaretliydi.

Şimdi, o hançer darbesinden sonra daha hırslı ve aşıktı. Kalbi ile aklı duyduğu heyecan ve sevinçle gökyüzünde dolaşıyor gibiydi. Genç adam bir elini beline sarıp onu önünde muhafaza ederken, “Neredeydin bunca zamandır?” diye soran Hançer’in sert sesiyle bir süre sustu. O anda bir kelle kestiğini anlamıştı Hançer. Tam susmasından ötürü arkasına dönüyordu ki, sesinin öfkeli ve çaresiz tınısını boynunda hissetti.

“Senin ve benim için alacağım bir intikamım olduğunu unutmuşa benziyorsun? “ Hançer, küçük bir bıçağı ileriye doğru savurdu. Bu mızraklı bir süvari savardı. Onu etkisiz hale getirince Hançer sebepsizce gerildi. İntikam alanın bir tek o olduğunu düşünmüştü şu ana kadar. “Yaralarım varken, ben böylesi bir haldeyken, senin alacağın intikam beni mutlu mu eder sanıyorsun? Beni geride bıraktın, bana yüz çevirdin. Gözlerimi kapatırken yanımda var mıydın yok muydun sonrasına dair hiçbir şey bilmemek kadar lanet bir şey yoktu!”

Belini saran el, boşta kalan elini alıp karnının üstüne koyup sıkıca sardı. Susmaya devam ettiğinde yenilmiş gibi davranması dikkatinden asla kaçmamıştı. Aynı anda kılıçlarıyla bir başka askerin boynunu kesip onu yere sererken genç adam, atı sakin bir alana çekiştirdi. Hançer öfkeleniyordu. Ama konuşmaya başlaması ile sustu. “Acını paylaşacağım güzel günler gelecek. İntikamımızı ise bugün olmazsa ileride mutlaka alacağız. Ama sen, ne olursa olsun benden yüz çevirme Hançer. Yıllar geçer, aldığımız nefes biter ama umut ve iyilik içimizden asla geçip gitmez. Buna müsaade etme. Ona sıkıca tutun tamam mı? Öfken kadar sevgin de büyük olsun ki ben geri döndüğümde başa dönmeyeyim. Seni, duygularını birbirine karıştıran biri olarak görmeyeyim. Yüz çevirmedim sana, sadece... anla bazı insanlar sevdikleri sadece tehlikede olduğunda orada olur. Çünkü,” boynuna doğru sıcak bir nefes işitti.

Çok kötü olduğunu hissetti o anda. Kırmaktan vazgeçti anında onu ama sözleri bitmemişti. “ Onlar, asıl tehlikenin kendileri olduğunu henüz sevdiklerinin başına dehşet olaylar gelmeden anlarlar. Bırak, bende giderken bana kırılmadığını bileyim. Gideceğim, yine ama senin için.” Hançer gözlerini sıkıca birbirine bastırdı. Gitmesi gerekiyordu! Ona tehlikenin kendisi olduğunu söylüyordu.

Kimdi, neyin nesiydi ki onun canını yakacağını söylüyordu?! Başını arkaya doğru yatırdı. Dudakları titriyordu. “Bir gün, bir gün bana kim olduğunu anlatacak mısın? Bana neden beni terk ettiğini anlatacak mısın?” sesinin gelmiş geçmiş tüm kırıkları ile zoraki mırıldandı. En nefret ettiği şeydi, terk edilmek! At harekete geçti. Meydana döndüğünde yine hiçkimsenin onun yalnızlığı ile alakadar olmayacağını anlamıştı. Ya can ya da özgürlüktü her daim öncelikleri. Bu öyle bir dünyadır ki, kişioğlu sadece kendi bedeninin geleceği için çalışırdı.

Genç adamdan çıkmayan ses, atın kişnemesi ve ayak değiştirmesiyle bozuldu. Zoraki bir ses kulağının yanından geçti. “BİR GÜN... O GÜN... BENİ EZİP GEÇME...” emin olamadı Hançer. Gururu öne geçti ve herkesi susturdu. Onu seviyordu! Ona doğru düzgün cevap vermesi gerekirdi! Tüm dünyayı susturdu ve sırtı şimdi hiç olmadığı kadar dik ve umursamazdı. O kolaylıkla Berk’in dahi kalbini kırardı. En kıyamam dediğine dahi yapardı.

Başını sallamakla yetindi. Ondan büyük bir tehlike var diye geri gelmişti. Keşke bu tehlikenin adını da biliyor olsaydı diğerlerine nazaran. Zaten bildiği tek şeyde onun yalnızlığının aynısını kendi kalbinde tattığıydı. Elini belinden çektirdi. Atını kanlı meydana çevirdi, ardından bir hareketlilik sezdi. O esnada genç adam, atın kıç bölgesine doğru kaydı. Sonra kendi kılıcını çıkarıp attan atladı. Hançer ona bakmak gereği duymadı.

Atla en öne geldiğinde buranın bir kan gölüne döndüğünü farketti. Derin bir ulumayı andıran sesiyle bağırdı. “İntikam!” Onun sesiyle kendine gelen bir sürü alp, eski şevkleriyle Vezir’in adamlarını biçmeyen başladı. Hançer atıyla süvarilerin üstüne yürüdü. Kararan gözüyle havada karşısına çıkan ilk kılıçla vuruşmaya başladı. Sağ,sol derken havada bir daha çarpıştı kılıçları sonra Hançer aklına gelen hinlikle atını arka ayakları üstüne dikeltti.

Karşısındaki adam bununla kılıcını ata saplamayı düşünürken atın üstünde yok olan kızla neye uğradığını şaşırdı. Atı acıyla kişnerken İki yana bakmaya kalmadan biri ayaklarını tutup yere çekince, aldığı son nefes o olmuştu. Hançer, ustalıkla atının karnına saklanmıştı oysaki. Ağzına aldığı hançeriyle adamın atını yaralayarak onu yere çekmişti. Yüksek ayak boyuna sahip atının altından kendini bırakıp doğruca adamın üstüne indi. Ve hançerini çenesinden geçirip burnundan çıkardı.

Hızla kalktı, etrafına baktı. Herkes kanlar içinde savaşırken gözüne İynem ve Timurtaş takıldı.. Vezir’in adamları demekki yollarına çıkmamıştı. Onları gördüğüne sevindi ve amansız aşkını bir anlığına unuttu. Atına tekrar atladı, doğruca onların yanına kılıçla vuruşarak ilerledi. Bir ara nefes nefese onlara döndü. Aklına gelen fikirden başkası burdakileri püskürtmelerine yardımcı olmazdı.

“ İynem! Timurtaş! Kayın ağaçlarına tırmanın! Sadaklarınıza oklarınızı doldurun. Emir verdiğimde üstümüze ok yağdırın!”

“Ama siz?” dedi İynem endişe ile. Timurtaş, sessiz ve merakla Hançer’e bakıyordu. “Sende yaralanabilirsin! Beni bu yükün altına almaya hakkın yok!” Hançer bilmişlikle reddetti. “Ölen bugün her türlü ölecek! Ama en çok da onlardan ölecek! Buraya benim için geldiler, daha fazla insanın canına kıydırtmam!” Timurtaş, hemen arkasını dönüp koşmaya başladı. Onunla tartışamazdı. Hançer tekrar kılıcını yerdeki bir adamla dövüşmek için eline aldı ama atından inmedi.

Bir yaya ve atlının görüp görebileceği en kısa savaş o anda oldu. Kılıcını kaldırdı ve doğruca boynuna vurdu. Fışkıran kandan nasibini alan İynem anlık bir donukluk yaşasa da hızlıca toparladı ve koşa koşa Timurtaş’ın arkasına vardı. Birkaç kör ok yanından geçerken burda dikelmenin doğru olmadığını o anda anladı. Atının karnına indi ve ustaca orada saklandı. Bir ayağı atın üstüne gerilmiş diğer ayağı yere atının karnına doğru kavislenmişti. Atının siyah olmasıysa pek bir iyi olmuştu. Yuları çok sert çekince atı korkmuş ve paniklemiş bir şekilde kalabalığa özellikle atının üstünde şeytansı bakışları etrafı izleyen Vezir Baycu’ya doğru yol almaya başladı. At, panik içinde ve boş göründüğü için kimse ona dikkat etmiyordu. Gözünü kararttı. Bugün intikam alacaktı!

Giderken kılıcını kiminin karnına sokuyor, kiminin ayaklarını kesiyordu. Başını hafif kaldırdığında kayın ağaçlarına çıkan birkaç karaltı gördü. Gür sesini kullandı. “Şimdi!” Hançer, atının altında daha hızla ilerlemeye başladı. Gökten yağan ucunda ateş olan oklar içinde Vezir’in olduğu yere doğru ilerledi. O kadar kalabalık gelmişlerdi ki Hançer yaşlı ve çocukları eğer kaçırtmasaydı şuanda hepsi ellerinde rehin olarak kalacaktı. Bir ara elini saklanan bıçaklarına götürdü. Vezir pek bir şaşırmış ve öfkelenmişti. Hançer’in dudağının bir kenarı usulca yukarıya kıvrıldı.

Ama bir ses duydu. Bazı ihtiyar heyetinden bey kavgada alta düşmüştü. Ve gördüğü şeye inanamadı. Atabeyi! Yaralı bir kaplan gibi bağırıyordu. O anda atından aşağıya atladı. Etrafta yanan insanlar, tutuşan çadırlar ve büyük oranda üstünlüğü ele alan Hançer ve takımı ilk defa saldırıya geçti. Gizlediği bir bıçağını doğruca sol tarafındaki üç kişiyle boğuşan Atabeyi’nin üstündeki birine fırlattı.

Onu kıstıran biri yere düşerken diğerini sırtına atlayarak kırdığı boynuyla saf dışı bıraktı. Alemdar Bey ile göz göze gelince başını aşağı yukarı saniyelik bir hızda salladı ve aynı anda yere çömelip zıt ayaklarla tek başına kalan son adamı yere düşürdüler. Yine ikisi aynı anda hançerlerini çıkarıp askerin boğazına sapladılar. Birkaç saniye birbirine iyi olup olmadıklarına bakarlarken ateşle yanan bir adam Hançer’e doğru koşmaya başladı. Ondan kaçmak isterken nasıl olduğunu anlamadığı bir şekilde Hançer’in de sırtı alev alıvermişti.

Yanından geçen okla gözlerini yukarıya kaldırdı. Deri kıyafeti yeni kurumuş bir keçi derisindendi ama üstüne geçirdiği tilki postundan kıllar ondan önce tutuşmuştu. Yere yatıp hızla ateşi örterken sırtının derin bir acıyla yandığını hissediyordu. Üstündeki her şeyi saniyeler içinde çıkarırken üstünde sadece bir göğüslükle kaldı. Doğrulurken Alemdar Bey’in orda olmadığını gördü. Kılıcını aldığında doğruca obanın dışına doğru ilerledi.

Bugün yansa da o adamı gebertecekti! İşte o anda, onunla göz göze geldi. Sinsi bakışı ve öldürücü soğukluktaki gülüşü ile onun celladı olarak karşısında duruyordu. Sırtındaki acı ve yük kalbini delerken nerden geldiğini göremediği bir ok, kendi etrafında döne döne zamanın ve hızın durduğu bir anda sol göğsüne tüm dehşetiyle girdi. Tam da bıçak yarasının olduğu henüz kapanmayan yarasının üstüne girmişti. Acıyla bağırırken ve dizleri üstüne bedeninin hükmünü kaybedercesine düşerken duyduğu kahkaha ile başını kaldırdı.

O an, o yenilmezlik yemini ettiği iç dünyasında herkese karşı diz çöküşü ilk defa her şeyin buraya kadar olduğunu düşündürdü kendisine. Tüm hayatının tüm gereksiz detaylarıyla geçen oba hayatının aslında ne kadar kıymetli olduğunu hissetmişti. Arkadaş olamadığı arkadaşlarını, onun iyiliğini düşünen Atabeyini, Oba Birliğinin yaşlılarını, Berk’i, küçük Ilduz’u ve onların ağabeyini, babasını, hiç göremediği annesini... güzel bir hatıraydı adeta herkes. Sallanan görüntüler vardı.

Kahkaha artarken bunun Vezir Baycu’dan geldiğini biliyordu. “Geri çekiliyoruz!” diyen sesle yanan ve vuruşan bir sürü Girayhan askeri geri çekilerek yaklaşık beş dakika içinde yok olup gitmişlerdi. Devletinin askeri bir veliahtı öldürmeye gelmişti. Hançer kesilen nefesiyle öne doğru eğilirken boşlukta kalmış gibi hissetti. Kalbi ona bağırdı. “O kadar uğursuz ve lanet olası bir şeysin ki beni yaşatmayı dahi beceremedin!”

Başını arkasına çevirince kendisine doğru koşan İynem ve Timurtaş’ı gördü. Suçlulukla başını göğsüne eğdi. Okun birazı çenesine değdi. Onlarında arkasında heybetli cüssesiyle Atabeyi geliyordu ama Hançer onu göremedi. Derin nefesler aldı. Bir daha, bir daha...

İçinde kırılan inancı ve yarım kalmışlığı ile titredi. Ağzından kanlar çıkıp çenesinden göğsüne akarken bedeni amansızca soluna doğru devrildi. Dudakları ona acıyarak bakan zümrüt yeşili gözlerin ardından titredi. O gidiyordu. Yaşardığına yemin ettiği gözleriyle ona bakıyordu. İstese de buraya gelemezdi çünkü onların aşkı gibi sırları da iki kişilikti. Buna aşk denirse... Sevdiği, ama her fırsatta onu terkeden, evet yine gidiyordu. Yine. Ölürse ağlar, kalırsa yarasını sarardı bir ümit...

Hançer, bir cevap verecekti birkaç saat evvel İynem’e. Soru soeuyorlardı ona, onu tanımak istiyorlardı. İnsan sevdiğini tanımak isterdi. Kim olursa olsun. Neyden hoşlandığını söyleyecekti az daha. “ İlk defa doğru bir şey yapacaktım, “diye düşündü. “Sarılmak.” diyecekti gözlerine bakmadan ateşe dönük şekilde. “Beni bırakmayacağını bildiğim, beni sonsuza dek sevebilecek birine sarılmayı çok istiyorum. Kanunlar olmadan, kan olmadan, geç olmadan...” derin bir nefes alacaktı Hançer belkide o anda. Sonra devam ettiğinde dudaklarında derin bir gülüş olacaktı. “Berk’e sarıldığım gibi, onu kırsam da yaralasam da yine beni seven birine sarılmaktı hayalim. Babama, engeller olmadan layıkmışım gibi hissederek sarılmak hayalim, gerçek dünyada sarılmak...”

Bir daha kan çıktı ağzından. Sırtı yanmıyordu artık. O yeşil gözler, göz yaşı akıtarak ormanın içinde kayboldu. Zoraki açıp kapattı gözlerini. Sonra diyecekti içinden Hançer, “Gözlerini görebildiğim o gizli savaşçıya, ‘Gitme artık!’ diyebileceğim bir sarılmayı hakediyorum, onu durduran...” gözleri kapanırken İynem yanına diz çöktü. Burnundan dudaklarına akan kanla derin bir öksürüğü bastırdı. “ Evet... yaram hala çok acıyor.” diyecekti. “Oba Birliği benim toy olduğumu ileri sürüyor, beni babam kadar tecrübeli görmüyorlar.” diyerek susmak istiyordu. Tüm sorularına cevap verdiği için mutlu olacaktı. Ama içinden. Şimdiyse... kocaman bir KEŞKE.

Timurtaş, gözleri kan çanağı halde dizleri üstüne yığıldı. Alemdar Bey bu sefer kendini geç kalmış gibi hissediyordu. İkinci kez, onu koruyamadığını düşündü. Hançer’in ela gözleri etraftaki ateşlerden bir sürü gölge seçti. Sonra karanlık, onu tamamen yuttu. Koca bir keşkeyle...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%