@syavus
|
“O, hala ağlıyor mu?” diye sordu kızıl saçlı bir kız onlara doğru endişeyle yürürken. İynem ve Timurtaş başlarını göğüslerine doğru eğdi. “Bilmiyoruz ki Gökçe. Beş gündür uyanık ama iki gündür içine içine ağlıyor. Durmuyor, hem de hiç.” Gökçe arkasından koştura koştura gelen Aslantaş’ı geride bırakarak yanlarına vardı.
“Eski Beyimiz, Büyük Kargın ağlamanın güçlenmek olduğunu söylerdi. Herkesin gizli gizli ağlayıp aslında bir ejderha gibi karnında ateş biriktirdiğini söylerdi. Başımı okşayıp, ‘Ne olursa olsun ağlayın, ağlayın ki hem sevinci hatırlayasınız hem de üzüntüyü.’ diye buyururdu.”
Çocuklar usulca başlarını aşağı yukarı salladı. “Ama anlamıyorum. Neden bu kadar ağlıyor? Atabey Alemdar Bey onun babasının sadece kaybolduğunu söyledi. Biz pek bilmeyiz, belkide hanedan içinde böyle şeyler olabilir. Bu da babasının yaşadığının kanıtı değil mi? O halde biz gidip babasını arayıp bulalım? Beykız ilan edilmedi mi? Gücü mü yok?” diye ayağı altındaki taşa tekme attı İynem. Timurtaş onu izliyordu. Başını hayır diyerek salladı. “Kim bir Kağan’ın kaybolduğu yalanına inanır ki? Bariz bir şekilde öldü. Yahut... öldürüldü!”
Gökçe, sertçe solurken onlara yetişen Aslantaş, sinirle Gökçe’nin kuşağını tutup kendisine doğru çekti. Hiddetliydi. “Sana beni bırakıp bir yerlere koşarak kaçma demiyor muyum ben!” Gökçe biraz bu azardan çekinir olsa da kaşlarını çatıp karşı gelmekten geri durmadı. “Ben öyle beni adım adım izleyen küçüklere ayak uydurmam! Çok merak ediyorsan benim ya önümde ya yanımda ol, küçük çocuk!”
Aslantaş, kuşağını çekiştirip karnını sıkmayı başarırken mağlup olmanın verdiği hıncı atmaya çabalıyordu. “Anan seni keçiler doğurmaya başladığı zamanda doğurmuş, beni de annem o oğlaklar sütten kesilince doğurmuş! Sadece altmış gün büyüksün benden!” Gökçe gıcık bir sesle güldü. “Biliyorum. Hala bir çocuk gibi kuşağımı sıkıyorsun. Dikkat et, aralarına sıkıştırdığım akrepler elini kapmasın!”
Aslantaş, hınçla elini çekip Timurtaş’ın ayakları ucundaki bir taşa oturdu. “Söylenmekten dırdırcı oldun ha başımıza?” diye laf söyledi keyifsiz haline. Aslantaş yüzünü döndü öfkeyle. Gökçe de gidip İynem’in yanına oturdu. Dudaklarında keyifli bir gülüş vardı. Sustular. Şimdi eskisi gibi sessiz ve durgunlardı. Timurtaş, gözlerini çekingen bir edayla çadıra çevirdi.
“ İyi olması için her şeyi yapmaya hazırım!” Gökçe başını sallayarak ona destek verdi. “Bende! O böyle yalnız, suskun ve ailesiz kaldıkça içim çok kötü oluyor.” dedi İynem huzursuzca.İçeriden gelen boğuk sesler, Hançer’in hala ağladığını gösteriyordu. Kalpleri yanıyordu o ağladıkça.
“Yiğitcan, ona bir ilaç bulamaz mı? Bolca uyur hem... mümkünse geçmişini unutur.” dedi Aslantaş. İynem ona başını salladı. “Bu dediğini şamanlar yapardı yapacak olsaydı. Maalesef, o cılız çocuk bize yardım edemez.” Aslantaş Gökçe’ye baktı. Düşündüğünü belli eden mimikleri ile bir süre yüzünü taradı. Sonra nerden aklına geldiğini bilmediği bir şekilde ayağa sıçradı.
“Buldum!” diye bağırdı. Hepsi ona bakarken alıştığı bir hareketmiş gibi Gökçe’nin kuşağını tutup hem ayağa kalkmasını sağladı hem de onu yanına çekti. “Biz, Gökçe ile Aslantaş olarak yollardaki gözü olacağız.” İynem başını anlamamış gibi salladı. “Kimin? Neyden bahsediyorsun?” dedi.
Aslantaş güldü. “Kimin olacak tabiki de Hançer Giray’ın. O, bir Beykız. İleride Beyhatun olacak. Ona sadık alpler lazım. Hem, bir alpi olması demek en sadık dostları olacağı anlamına da gelir. Biz onun en yakın dostları olabiliriz. Bizim, töre anlayışımızda her genç er yahut hatun birbirine dağ olup sırt vermeli. Madem ki babasının kaybolmadığını öldürüldüğünü düşünüyoruz o halde onun intikam alması için elimizden gelen her şeyi yapacağız. Her yerde en az birer adet gözü olmalı bunun için. O, meyvesi olan bir ağaç dostlarım. Onu taşlayan bu aptal saraya, vezire gününü göstermemiz gerek! Benimle misiniz?”
Timurtaş, başını göğsüne doğru eğmiş dudaklarında sakin bir gülüşle ayakucuna bakıyordu. ‘Olur mu? ‘ diye düşündü uzunca bir süre. Töre doğruyu söylerdi, dostluklar bu kara günde belli olurdu. Sanki hepsi o onay verirse bu işe atılacak gibi nefeslerini tutmuş bekliyordu.
Timurtaş hep en ağırbaşlıları, en zekileri ve soğukkanlıları olmuştu. Eli, henüz yeni yeni uzayan sakallarına gitmişti. Bu bir alplik nişanesiydi. Bu hareketi anlayan dostları sevinçle nefes alıp verdiler. Tok sesini kullanarak dostlarına döndü.
“Hançer, bizim için yeri ayrı bir dostumuzdur. Sizden ona bağlılık ve sadakat bekliyor olacağım. Kendinize onun geleceği ve devletin ikbali için görevler biçmeniz takdire şayandır. Lakin, bu tarlada kuş vurmaya, obadaki at sürülerin dizginlemeye benzemeyecek. Sır bileceksiniz. Fedakar olacaksınız. Akıllı olup, görevinizi idame ettireceksiniz. Aklınızla kalbinizi birbirine karıştırmayacaksınız. Onun dostu olmaktan öte bir gözü, kulağı, eli, ayağı olacaksınız. Hele bir sabredin. Hançer ayağa kalksın tekrardan. O zaman, biz de intikam ve adalet için savaşa başlayacağız. “
Aslantaş, gözünde biriken yaşı yok etti hızla. Gökçe göz ucuyla ona baktı, ağladığını biliyordu zira bu güçlü ve küçük adamın kalbini çok iyi biliyordu. Eline uzanıp sıkıca sardı, kendi elinden büyük olan elini. Aslantaş, bu yaptığıyla gözlerini kaçırarak gülümsedi. İynem ise onlara dolu dolu bakıyordu. Ama aklında hala boğazına doğru ağlayan Hançer vardı. Sesini temizledi.
“Bunlar benim için bir şey değil. Onu düzeltmemiz gerek. Kalbi korkan ve yalnız kalanlar ağlar derler. Gidelim, biz de onun elini tutup sıkalım. Gözlerine bakıp, ‘Biz senin dostlarınız. Bizimle güvende ve mutlusun!’ diyelim. “ Timurtaş, uzanıp börküne eliyle takdir mahiyetinde vurdu. “O halde, hadi gidelim.” Hepsi heyecanlanmıştı. Tam o anda bir ses duydular.
“Bensiz mi?” tüm gözler şaha kalkmış kalplerinden duyulan gümbürtülerle sesin sahibine döndü. Bu Ptifordy’di. Kızlar onu gördüğü için ayaklanarak sevinçle eski dostlarına sarıldılar. Erkekler ise uzaktan bir selam verdiler. “Demek bizi duydun,” diye şakıdı Gökçe. Ptifordy başını salladı. Çok konuşmazdı zaten.
"Ne diyorsun, bizimle misin Ptifordy?” diye devam etti. Ptifordy, başı dumanlı bir dağ misali kızların kolları arasından çıkıp Hançer’in kaldığı çadıra doğru yaklaştı. Ayaklarını kaldırmadan, usulca yaklaştı kapıya.
Hepsi, onun bu ağırbaşlılığını evet, olarak kabul etti. Hançer’in yanına giriyor oluşu bir ilkti. Hançer buraya geldiğinde onunla sadece bir kez muhatap olmuştu ama Ptifordy’de bir kez olsun onu ziyaret etmemişti gençlerin aksine. Çünkü, o garipti tek kelime ile garip. Mesela, Gökçe onu Göktanrı için kesilen bir kurbanın kanında ellerini yıkayıp kızıl kan halindeki ellerini söğüt ağaçlarının köklerine vururken görmüştü.
Vururken tek bir şey diyordu. ‘Ben. Böyle. Olmak. İstemedim!’ Gökçe onun bu davranışını o dönemde Hançer’in göğsüne saplanan oklardan dolayı, onu koruyamadığına yormak istemişti. Ne de olsa, yaşı hepsinden büyüktü ve ister istemez kendinde onlar için bir sorumluluk duygusu besliyordu.
Gökçe, giden Ptifordy’nin ardından arkadaşlarına döndü. Hepsi aynı şeyi düşünüyordu. Sadece bir defaydı, Ptifordy’nin Hançer ile karşılıklı durup birkaç sözcük söylemesi. Dahası da kimseyle olmamıştı ve Ptifordy rekoru elinde tutuyordu.
Timurtaş, bir elini artık kendini belli eden koluna götürdü. Orayı bir müddet sebebsizce ama en çok da gerginlikle sıktı. Ama o Ptifordy’di. Sevgisine karşılık vermeyen, bu hakikati de ondan başkasının bilmediği acı bir hakikatti. Dostlarına döndü. En azından onlar için böyle bir endişesi yoktu. Yarım kalmak bir tek Hançer ve kendisine yaraşmıştı adeta. Onu unutmak zorundaydı bu yüzden yerinde duramadı. Onlara beklemelerini söyledi. Ptifordy çıkınca içeriye gireceklerdi.
Ptifordy, boğuk inlemelerin olduğu aralığa doğru usta becerileriyle süzüldü. Çadırın keçesini açınca onunla göz göze geldi. Kızarmış ela gözler, yıkılmış bir ruh, onca zaman sonra kendini onarabilirmiş gibi kollarını bedenine sarmış ağlıyordu. Boğulan genç bir göçebe gibiydi adeta. Dudakları titreyen, yaşadıklarının ağırlığı içinde omuzları düşen, isyankar ama yorgun bir genç kız vardı gözü önünde.
Ptifordy derin bir nefes alıp döşeğinin ucuna ayaklarının yanına oturdu. Yüzüne bakınca içi titredi. Bu soğuk intikam dolu yüzün asla yumuşamayacağını adeta ileriyi görür gibi izledi. Hançer göğsü sarılı olmasına rağmen karşısındaki insana ıslak gözlerinden geçen bir kan şöleni izletiyordu.
“Bazen, öldürürken göz yaşı dökersin. Bazense ölürken. Her neyse, öyle zor işte. Gözlerin, Hançer... bir yanardağ gibi, alevli ve parçalanmış. Neyin olduğunu biliyorum. Yeltenme." Hançer, başını ondan başka tarafa çevirdi. Boğazı acıyordu, gözleri bir lav gibi yakıyordu yüzünü. Kirpiğine yapışan gözyaşı ellerine doğru düşünce, bu adeta bir müsaade gibi geldi ruhuna. "Neden, kendimi bir cellat gibi hissediyorum?" Hançer Giray, parçalanmış sesini hala dimdik tutuyordu ve Ptifordy, saygıyla başını yere eğdi
"Cellat olmak nedir bilir misin? “ Hançer, başını sola doğru eğip "Ama hissediyorum." cevabı verdi. Ptifordy sessiz bir nefes çekti içine. Keder yüklü bir genç olmanın yükünü düzeltti usulca kamburlaşan sırtında.
“Cellat olmak duygularını yok etmektir, dostum. Cellat olmak kimse yanında değilken bir ağaç kovuğuna geçip hüngür hüngür ağlamaktır. Bir kudret gelip de bizi o çukurdan çıkarsın diye delicesine dua etmektir. Ama yanımızda kimse olmaz. Sadece biz ve öldürdüklerimiz! Ne sırtını düzelten biri ne kalbini saran biri ne sana saf insanlığı anlatan biri! Hiçbiri olmaz çünkü biz seçilmişleriz Hançer! “ Hançer'in boğazı şişip şişip inerken ağlamaya devam ediyordu. Çünkü o da içten içe bir cellat olduğunu biliyordu.
Boğuk sesi kuvvetinden bir şeyi eksiltmemişti ama. “Ben, uzun zamandır bana tuzak kuran bu duygudan kaçmaya çabalıyorum. Ölemiyorum! Ama hergün öldüğümü hissediyorum.” Hançer içini çekerek daha çok bağırdı. “ Ölmenin çaresini bul o zaman! Gideni geri getir! Öleni geri getir tamam mı?! O zaman sen o ruhlarda ben de kimsesizliğimden kurtulurum!” dedi hıçkırıkları dudaklarından fırlarken. Yalnızlığı dosttan öteydi ona, o da o dosta sarılıp ağladı.
Ptifordy esefle başını salladı, buna katlanmayacaktı. O, bunu kolay mı sanıyorsun?! Elini havaya kaldırıp omzuna doğru ilerletti ama, ellerindeki kan ona doğru süzülmeye başlayınca derhal elini kucağına indirdi. “Bak,dostum... Bu dünyada sihre ve kara büyülere sahip çok insan var ama hiçbiri ölenleri geri yaşatamadı. Bu dediğin imkansız ve dahi zararlı bir şey. “ Hançer gözyaşlarını silip öfkeyle bağırdı bu sefer.
“O zaman, ben de imkansızı imkanlı hale getireceğim. Bakalım, o zaman alacağım intikam karşısında kim durabilecek?!” Ptifordy suskundu. Başını yere eğdi, kaşları gözlerini örttü. Sonra bir anda başını kaldırdı. “Ben gidiyorum dostum.” dedi. Bu dediği Hançer’e acısını unutturdu. Devam etti. “Duydun, gidiyorum. Burdan sonra nereye giderim bilmiyorum ama gidiyorum. Ruhlar burda da peşimi bırakmadı.”
Hançer içinde büyüyen öfkeyi susturup engellemeye çabalarken arkadaşı bunun gayet tabii farkındaydı. “Hayır, öfekelenme. Seni, terk etmiyorum. Seni korumak için gidiyorum. Ben, çünkü ben uğursuz biriyim. Burda olduğum için başına bunlar geliyor. Ve inan bana ben gittiğimde hiçbir baskın ve ölümle karşı karşıya kalmayacaksın. “ Hançer Giray yatakta ona doğru yaklaştı. “Gideceğin yer yakın mı?” Ptifordy başını salladı, ondan ilk defa ilgi görmek içini yakmıştı. Ne demişlerdi, bazı birleşmeler en güzel ayrılırken yaşanırdı. Hüzünlü bir buğu ve yarım kalacak bir gülüş, hepi topu buydu.
“ Sen burdan bağırsan duyarım seni. Sınır bölgelerinde bir boybirliği var. Oraya yerleşmek istiyorlar ama Kağan Giray izin vermiyormuş. Oraya giderim belki, ben de en az onlar kadar dağınık ve çaresizim zira. Hem, adını da sana birgün söylerim. Beni ziyaret edersin belki orada. Konuşuruz yine.”
Hançer tekrar eski yerine gitti. Gözleri akıttığı yaşları kurutmuştu. Nefesi tökezledi bir kez daha. “Vedalardan nefret ettiğimi biliyorsun." derken yüzü yere sabitlenmişti. Ptifordy başını salladı ve o konuşmadan bir garip hevesle söze atıldı. “İşte bu yüzden sana veda etmiyorum. Benim, kalbim seninle zaten. Buna ne gerek var ki? Ben sadece, obamızın beyinden habersiz iş etmek istemiyorum o kadar.” inançlı gözleri yüzünü tararken Hançer başını aniden kaldırıp anlamazca salladı. “Ne? Bu da ne demek şimdi?”
Ptifordy olgun bir gülüşle yerinden kalktı ve kapıya gitti. Çıkmak üzereydi ki, arkasını döndü. Yüzünde keskin bir zekanın parıltısı vardı. “Bir gelecek inşa edeceksen bunu asla oturarak yapma. Bir intikam alacaksan bunu sakın kalabalıklarla yapma. Güleceksen mesafeli gül, dikeninin olduğunu unutturma. Seviyorsan sakin bir nehir gibi sev, zira deryaların da dingini olur. Sularınız sivrildiğiniz yerde yavaşlar, sana inanıyorum. Şunu hep aklında tut Hançer: Sen, beni anlayan ilk ve tek dostumsun... söylediklerimin hepsi... başarısız bir kızın hatıralarıydı. Senden sadece bunları saklamanı istiyorum. “
Hançer, zihninde açılan ve berraklaşan ufuklara bakarken ayağa zor da olsa kalkmıştı. Birkaç adım sonra tam karşısında durdu. Ptifordy elleriyle omuzlarını tutup sıkıca sardı onu. Gurur dolu gözlerle bakıyordu Hançer’e. “Ve son olarak, şunu asla unutma Hançer. Senden giden herkes, kalbinde ebedi bir taht kurar. Ne için bu hayata tutunacağına o tahttakiler karar verir. Tahtı çok fazla kişiye devrettin. O zaman, ne yapacağına karar ver. Çünkü sen, büyük bir savaşçısın. Nasıl geri getirmezse onları hatırlamak, işe yarar mı ağlamak sızlamak? Topla kendini, ayağa kalk.”
Omuzlarından tutup onu kendisine çekti. Sıkıca sardı onu, Hançer ondan giden biriyle ilk defa sarılabilmişti. İlk defa, veda etmişti. Elleri beline sarılırken, bir yanı bu anı kavrayamıyordu. “Ama hiçbir zaman gerçek dostunuz olamayacağım.“ Ptifordy, burukça gülümsedi ve ondan biraz uzaklaşıp gözlerine baktı. “Bu da senin huyun. Bazı şeyleri geç öğreneceksin ama hep bizim iyikimiz ve dostumuz olacaksın.” dedi gözlerine merhametle bakarak. ***
"Tüm gücün bu mu Yiğitcan?" Hançer, kılıcını bir kez daha savurdu. Yiğitcan elinde kılıcı yere kapaklandı. Gözleri dehşetle büyümüş, ürkekçe kırpışıyordu. Aslantaş gür bir kahkaha attı. Hançer, uğradığı bozgundan yıllar sonra dehşet bir ölüm aletine dönüşmüştü. Bu en çok da Aslantaş’ın hoşuna gidiyordu.
Kıvrak ve zekice atılımları ile obada devirmediği kimse yoktu. İynem, gurur ve kaygı dolu bir şekilde ona bakıyordu. Suyu az içtiğini biliyordu, yemeklerini etten gayrısına tenezzül etmeksizin tüketiyordu. Atıyla sürekli ortalardan kayboluyor, dönüşünde de yüzünde aşık bir gülümseme beliriyordu. Geçen iki yılın ardından sürekli olarak yaptığı bu kaçamakları İynem, güzel bir nedene bağlamak istiyordu.
Ptifordy ile görüştüğünü biliyordu, ama sebebi ona bağlamıyordu. Bir beyoğlu muydu yoksa? Hançer, Aslantaş’ın pestilini çıkarırken İynem onu kolundan tuttuğu gibi yanına çekti. "Az dinlen biraz, az dinlen!" Elinde tuttuğu suyu huysuz suratına çarptı. "Ayıboğan yetiştirmiyoruz Giray! Az biraz hatun gibi dur başımızda. Yetti!" Hançer ona gülüp başını çevirdi. Oturduğu samanların üstünden güreşe tutuşturduğu gençleri izliyordu.
Suyunu, taşıran taşıra içtikten sonra kızgın bakan İynem’e döndü. "Ptifordy ve obası üç yıla kalmaz doğuya yerleşecek. O zaman onunla konuşup, obaya tekrar gelmesini sağlayacağım. " İynem bu sözlerinden sonra gülümseyip omzunu tutup sıktı. "Aferim. Sabırla bekleyeceğiz. Biz de Ptifordy'i çok özledik. " Hançer, başını aşağı yukarı salladı. "Babası ve ağabeyi de oraya gelmiş. O lanet işledi bitmiş diye düşündüm." İynem yüzünü buruşturarak homurdandı. "Umarım o ağabeyini elime geçiririmde bir kardeşe cellatlığı öğretmek de neymiş gösteririm! Yüce tanrım! Sınırları olmayan bir baba ve ağabey, yarın kendisinden kanlarından olanları da öldürmez mi? Bir güçlü kişi, öldür kardeşini dese yapmaz mı?"
Hançer ona inanamaz gözlerle süzdü. "Bazen tam bir gamlı baykuş olduğunu düşünüyorum seni korkak! Ptifordy buraya gelecek ve onu ne ağabeyi ne de babası öldürecek. Bunu yapanın da canını ben alırım!" İynem, bakışlarını kaçırıp alplerin olduğu yere çevirdi. Bir süre susup etrafı izlediler. İynem, omuzlarını gevşetirken aklına takılan şeyle Hançer’e döndü. "Bir Alp Birliği kurmak da nerden çıktı Hançer? Biz, yani Gökçe, Aslantaş, Yiğitcan, Timurtaş ve ben sana yetmiyor muyuz yoksa?"
Hançer, alplere doğru hızla döndü. "Yetiyorsunuz," dedi sessizce. " Ama ben, Alp Birliği ile kurarak bir ordu tecrübesi elde etmeyi planlıyorum. Onlar, hayallerimin anahtarı olacak. Giremediğim yerlerin anahtarı olacaklar. Bu da bir planım. Tıpkı senin için planladığım bir diğer plan gibi." İynem söylenerek kolunu çimdikledi. "Keşke bu planlarını biraz da bize söylesen ya? Seni çokbilmiş Ayıboğan!"
Hançer, ayağa kalktı, alplerine baktı. Onları iyi seçmişti. Ve bu, doğru bir karardı. "Herkese çadıra toplanmasını söyle. Planım başlıyor." İynem, şaşkınlıkla otağıya giren Hançer’e baktı. Ardından derhal herkesi otağıya topladı.
|
0% |