@syavus
|
BALAMİZ HANLIĞI
Saatler öğleye doğru gelirken krallık çoktan yeni bir güne uyanmıştı. Kral George zafere giden yoldaki ilk galibiyetini elde etmişti. Dün akşam ilan ettiği krallığının tadını çıkarıyordu. Sırada Giray Devlet’ini manda himayesini eline almak ve onları süründürmek vardı. Keskin gözleri düşüncelerinin yoğunluğu ile kısılmıştı. Her şey bir kış günü başlamıştı. Balamiz Hanlığı ile Giray Hanlığı arasındaki düşmanlık Kağan Börü Giray’ın dedelerinden kalan bir hesabı kapatmak için sınırlara yaptığı bir saldırı ile başlamıştı. O dönemde kral olan Freud harekatları bir savaş olarak algılamış böylece ilk çatışmalar başlamıştı.
Devrik Kral Freud’un başlattığı bu savaşta en büyük hamleyi Kral George atacaktı ve zaferle krallığını taçlandıracaktı. Sırf bunun için babasına teşekkür bile edebilirdi. Kral George, asla aptal biri değildi. İstediğini almak için sonuna kadar mücadele eden, gözü kara, acımasız bir komutan ve kraldı. Sıradaki adımı ise Hançer ve onun yandaşlarının bağımsızlıklarına ve idarelerine birer urgan olacaktı. Babası öldürülen yas tutan bir kralın nefreti gibi büyük bir koz sahibi olacaktı birazdan.
Başka bir hanlığın kralını zehirlemeyle öldürmek bir savaş sebebiydi. Bununla beraber iç karışıklıklarda baş gösterecekti. George, şimdilik onlardan yavaş yavaş faydalanarak ganimet elde edecekti. Attığı iftira bugün yarın yerine varırdı. Ve nihayet sömürü politikası için istediği iktidar boşluğu eline geçecekti. Ayrıca Girayoğuşları Türkler arasında en büyük devleti kuran tek aileydi. Soylarında devletin kuruluş döneminden bugüne değin ilk defa erkek çocuk doğmamaya başlamıştı.
Kağan Börü’den sonra alternatif olarak tahta çıkabilecek kardeşleri Giray Bey ve Yabgucu vardı. Kağan Börü’nün uzun yıllar çocuğu olmamış, Giray Bey’in erkek ve kız çocukları olsada ağabeyi ölmeden ne o ne de çocukları tahta geçeme hakkına sahip değildi. Kardeşi Yabgucu ise evlenemeden savaş meydanında ölü bulunmuştu. En büyük devletin kurucusu olan bu aile soylarını çocukları ile aktaramayacak bir hale gelmişti. Ta ki yıllar sonra bir mucize gibi Kağan Börü’nün karısı , gebe kaldığını söyleyene kadar. O gün tüm umutlar son kez yeşermişti. Ayçiçek Hatun bebeği karnında sekiz ay taşıyabilmişti ve heyecanla beklenen güne ölümünü armağan etmişti.
Kağan Börü doğan çocuğunu bağrına basıp kaderine boyun eğmek zorunda kalmıştı. Ölümün hediye ettiği tek evladına Hançer adını verip bu devletin geleceğini ona emanet etmişti. George, en çok da adını bu şekilde hak edişine gıcık oluyordu. Uzun yıllar karısının yasını tutmuş, derdinden derbeder olmuştu adeta Kağan Börü. Cenk meydanlarının aslanı artık öldürülmeyi bir kurtuluş, sevgiliye ulaşmak sayar olmuştu. Düşmanın diz çöktüremediği o koca komutana özünden gelen bir hançer saplanmış ve kalleşçe öldürmüştü.
Giray Bey, Kral Freud ile ittifak kurup Kağan Börü‘yü bir pusuya düşürerek öldürmüştü. Kanının son damlasına kadar savaşıp ölmüştü. Kağan Börü ise kahraman bir eş ve baba olarak tarihe geçmişti. Babası ise bu kadar dahi olamamıştı. Bu yüzden George sonsuza değin ailecek onlardan nefret edecekti.
Bir diğer tarihe geçen isim ise Kağan Giray’dı. Kardeşinin ölümünün verdiği iktidar boşluğu ve Kral Freud’un destekleri sayesinde tahta çıkan Giray Bey o gün bu gündür minnettarlığına binaen el altından kendilerine tonla para ve hediye yollardı. Kral Freud ölmeden önce Kağan Giray ile yaptığı bir anlaşma ile Doğu obalarını istemiş, gayet sarhoş olan ayyaş sultan ise o toprakları içki karşısında vermiş gitmiş. George’un gözleri önüne gelen manzara kalbini hala heyecanla titretiyordu.
Sinsi ve aç bir kobranın tıslamasını andıran sesiyle, “Şimdi sıra seni tarihe gömmeye geldi, Hançer Hatun!” konuştu. Hırsı, kibri ve asiliği hat safhaya çıkmıştı. İyice gevşedi ve kendini bulutların üstünde gibi hayal etti. Hayaller sürerken kapı alelacele çalmaya başladı, George daldığı düşüncelerden hemen sıyrılıp gel diye bağırdı. Gelen Floyd ve Eric’ti. İkisinin de yüzünde endişeli bir ifade vardı. Anlaşılan verilen işleri yerine getirmelerine bir mani çıkmıştı. Kral George, ifadelerini beğenmemiş, altından çıkacak her neyse şimdiden canı sıkılmıştı.
Aralarındaki sessizlik arttıkça George daha da geriliyordu. “ Lanet olsun biriniz artık konuşsun!” diye salonu inletti. Eric kararsızca selam verip konuşmaya başladı. “Efendimiz, Obalı Hatun’dan haber aldık.” Konuşmakta kararsız kalmış gibi gözleri sürekli Floyd’a kayıyordu. Destek beklediği aşikardı. “Konuş!” diye gürledi George. Söze devam edemeyecek kadar stres yapan Eric sözü Floyd’a verdi. Floyd yenilgiyle başını yere eğerek sözlerine devam etti.
“Kralım, yaptığımız baskın o devleti kaynar bir kazana çevirmiş durumda. Hançer Giray, yıllardır uyanması beklenen büyük bir ejderhaydı. Maalesef ki uyandı. Kağan Giray’ın sarayını tek başına basmış. Sarayı birbirine katmış. Kralım, Obalı Hatun ayyaş kralı devirmek için birlik topluyor. Adamlarımızın bizlere söylediğine göre Girayhan’ı kuşatmış. Has birliğini etrafa yollamış. Büyükbaş liderlerden asker talep ediyor. İpek Yolu’ndan geçiş izni gibi bir sürü vaat veriyor. Adamlarımın söyledikleri bunlar. Hançer Giray’ın bu planından son anda haberdar olduk. Ne yazık ki Eric’in adamları buna engel olamamış.”
George duydukları karşısında ağzının beş karış açılmasına engel olamadı. Kalbi panikle çarptı. Eliyle kılıcını hırsla tuttuğu gibi çıkardı ve keskin tarafını Eric’in boynuna doğru hızla savurdu. Korkuyla gözleri kapanan Eric, hala nefes aldığını anladığı anda gözlerini büyük bir şaşkınlıkla açtı ve kralının öfkeden renk değiştiren yüzüne baktı. “Seni ve başarısızlığını bugün bağışlamam başka bir hatanda öldürmeyişime engel değil! Şimdi gidecek ve itlerinle o kadının ordularını dağıtacaksın!” Yüzlerine doğru esip gürleyen Kral George şokun etkisiyle olduğu yere çökmüştü. Planları altüst olmuştu ve gelecek için adımlarını atamayacak hale gelmişti. İftirası artık hiçbir işe yaramazdı. Tüm bunlar olurken onun kuşatmada olduğunu bilen çoğunluk onun sözlerine asla inanmazdı. “Lanet olsun sana Türk kadını!!” ağzından çıkan tükürüklerle sarayda bas bas bağırıyordu. “Lanet olsun!” bir an nefes alıp verdi. “Floyd!” diye bağırdı, Floyd büyük bir teslimiyetle bir adım öne çıktı. Titreyen işaret parmağını ona doğru kaldırdı. “Bana o kadının planlarından haber getirecek en maharetli adamlarını o bölgeye yolla seni lanet olasıca! Çadırına sızsın, ordusunu karıştırsın, bir yılan gibi olsunlar! O kadının aklını bir çuvala geçirsinler!” Floyd uçar adım odadan çıkınca geride kalan Eric, endişe dolu gözlerle George’a bakmaya başlamıştı. Floyd için bir hain bulmak kolaydı ama kendisi ne yapacaktı? Korkuyla yutkundu. George kılıcını yerde sürür vaziyette ona doğru yaklaştı. “Seni neden öldürmedim sence Eric?” Eric panik dolu bir şekilde “Bilmiyorum efendim.” Dedi. Kral George sinsi sırıtışlarla ona baktı, onu iğrenç ama katlanılabilir görüyordu şimdi. “Çünkü artık benim ordumda değil onun gölgesi altında savaşacaksın. Doğu obalarını yapılan saldırıdan ötürü General Grey’e minnettarım ama onu riske atamam.” Eric şaşırmış gibi gözlerini açtı. “Bana oranın kapılarını sen açacaksın. Yanına birkaç kişi daha al. Onlarla irtibatı kesme. Obasına sız ve nereye giderse onunla beraber git. Biz gelince de işini bitirmek için ona sinsice yaklaş. Ve son, kılıcımız boynunda!!” dedi sırıtarak . Arkasını döndü ve uçsuz bucaksız gördüğü topraklarına baktı. “Seni de bu tarihin tozlu sayfalarına gömeceğim Türk kadını!” Eric, derince yutkundu. Ona ölmeyi emretmişti. Bu işin sonunda hiçbir hayat emaresi yoktu. Lanet olsun ki!
Kral George, önündeki haritaya baktıkça hırsından deliye dönüyordu. Çünkü bu haritaya her bakışında Hançer’in varisi olduğu devletin kendi devletinden büyük olduğunu görüyordu. Şeytansı bir gülüşle gülen George, “Ne de olsa yakında bu topraklar benim olacak.” diyerek eline bir bardak şarap aldı. Kapıda duran, boynu köpek zincirine vurulmuş kölesine dönüp zevkle bağırdı. “ Git ve elçilerime söyle. Dostumuz Kağan Giray, bizi tebrik etmeye gelmedi diye ona darılmadık. Biz büyüklük yaparak, onun yanına gideceğiz. “ Köle, zincirini havaya kaldırarak kapıdan çıktı ama daha kapı kapanmadan biri içeriye girdi. Bu giren yıllar içinde acımasız bir korsana dönüşen, şaraplı nefesi, ürkütücü cesareti ve tüm kötülüğüne rağmen köleler ve hanedanlıkların en beğenilen adamlarından olan Kuzeyliler İmparatorluğu’nun kralı, Kuzey Ragnar’dı. George onu küçükken Giray sarayına olan davetten beri ilk defa görüyordu. Hala ilk günkü gibi yakışıklı ve üstündü. Her anlamda.
Şimdi burda olmasını kendisine özleminden değil de kendi harika krallığına bağlıyordu. Haberinin hızlı yayılmasından gurur duyuyordu. Yüzünde oğlan çocuklarına yaraşan bir gülüşle kollarını iki yana açtı ama Kuzey Ragnar, onu görmezden gelerek doğruca şarap bardağına uzandı ve onu bir dikişle bitirdi.
George bu hareketi ile şaşırsada bozuntuya vermedi. Ragnar, sinirli bir şekilde bir sandalyeye çöktü. Yuvarlak masadaki bir diğer koltuğa da George oturmuştu. Denizcileri mıhafız gibi dışarıda itişme çıkarmıştı. George, Ragnar’ın yüzüne dönünce, kendisini dikkatli bir şekilde izlediğini gördü. Neden geldiğini bilmiyor değildi elbette. Ragnar, gözlerini kaldırıp ona delirmiş gibi baktı. “Sen, lanet olasıca! Babanı nasıl öldürürsün!”
Kuzeyliler, Bankiz, Balamiz, Yakut ve Giray Hanedanlıklarının başkentleri bir çiçeğin sarı poleni etrafına çevrilen yaprakları gibi yakın ve merkeze meyilliydi. Haberin erken ulaşması, Krallıklar arasında seyehat çok kolay görülürdü. Ragnar’ın gelişini bu yüzden pek yabancısımamıştı. George geniş geniş arkasına yaslandı. “Çünkü o, yaşlı ve yeni dünyanın savaş bilgisine asla uymuyordu. Geri kafalı da denebilir. Ha birde ordu ondan memnun değil-“ “Ordunun canı cehenneme!” diye sözünü böldü Ragnar. Sakalsız yüzü, öfkelendiğinde içkiden dolayı kızarıyordu. “Sana bunu ballandıra ballandıra anlat diye gelmedim. Benim geliş sebebim savaş!” George gergince yerinde kımıldadı. “ Neyin savaşından konuşuyorsun sen?” George için bir savaş vardı o da Girayoğuşları topraklarını alacağı o kadim savaştı. Başka birine ayıracak vakti yoktu. Ragnar, bir tane daha şarap içerken pek bir gergin duruyordu. “ Giraylarla yapacağın o malum savaşı kastediyorum! Bir savaş olursa, bu savaşa kendi imparatorluğumu asla katmayacağımı bilmeni istediğim için geldim. Diğer hanedanlar umurumda bile değil.” George, düşünceli bir şekilde saçlarını karıştırdı, hem mutlu olmuş hem gerilmişti. “Siz, Kuzeyliler İmparatorluğu kocaman iki tane hanedana sahipsiniz. Sen yoksan onlar ne yapacak? Kralları sen değil misin onlar seni dinlemeyip izin verirler.” Ragnar, güldü. “Bazen, bazılarını ölmeleri için serbest bırakırsın. Kendini çok akıllı sanan ne kadar zavallı varsa buna dahil. Her biri bir gün bir aptal gibi ölmeyi hakediyor.” Onun iğrenerek söylediği her söz, George için şahsına söylenmiş gibi iğne doluydu. Karşı atağa geçti .
“Korkuyor musun Kuzey Ragnar?” tüm ciddiyetini ortaya koyarak sorduğu soruya karşılık cevap, sert bakan bir çift kararmış göz olmuştu. Ragnar, elini sertçe masaya indirdi. “Korksaydım, bugün buraya gelmez tüm hanedanı çağırmış senin ve aç gözlülüğün ile alakalı bir toplantı yapıyor olurdum! Hükümse katlindi! ” George’da en az onun kadar gerilmişti. “Ben senden, savaş çıkarırsan beni arama diye geldim. Toplamam gereken bir dünya var buz diyarında. Kışı halkım ölmeden geçirmem gerek. Senin açgözünü doyurmak benim işim değil. Benden buraya kadar. ”
Geldiği gibi kalkıp giden Ragnar’ın ardından bakan George, önündeki şarap bardağı ve testisini elinin tersiyle vurup yere devirdi. Kuzeylilerin en savaşçı hanedanı onu yalnız bırakıyordu. Kahretsin, ne yapacaktı, elbette zayıf olanla yoluna devam etmek zorundaydı. Bankizler, şuanda en sert kozu orasıydı. Kapı çalınca içeriye bir asker girdi. Eliyle kılıcını indirip kaldırdı. “Kralım! İstediğiniz gibi Girayoğuşları sarayına haberi yolladık. Güvercin geldi. Akşam, onlar içinde gayet iyi bir zamanmış. Her türlü önlemi aldıklarını belirttiler.” George, şimdi eskisi gibi gülmüyordu. Asker devam etti. "Yani Hançer Giray olmayacak.” George onun bu sözüne güldü. Elbette yoktu, ahmak Kağan onu saraya dahi sokmuyordu. Şuanda bırak onu huzuruna çıkarmayı o sarayda adını dahi andırmazdı . Asker çıkıp da yerine kölesi gelince ona dönüp hızla sordu.
“Öncü birlik, yola çıktı mı?” köle anlamazca bakarken, “Hangi birlik kralım?” dedi. George öfkeyle bağırmaya başladı. “Hangi birlik olacak ahmak köle! Tabikide Hançer’in kuşatması için çıkardığım sekiz bin kişilik öncü birlik!” zayıf ve kara kuru köle af dileyerek yere kapaklanıp ondan af çıkardı. George, sırtına tükürürken sırtına ayağını geçirip yuvarlanmasına sebep oldu. Korkan köle hızla dışarıya çıktı. Girayhan’ı, Hançer’e asla kaptırmayacaktı. Lanet olsun asla!
GİRAY OBASI KURULTAY İnsanı ayakta tutan, güven duygusu muydu yoksa sadakat miydi? Yolunu aydınlatan dürüstlük müydü yoksa adalet mi? Şu ömür denen şey ne sırlı, şu insan dedikleri ne karmaşadan ibaretti böyle? İnsan kendini körü körüne alışılmış bir düzende yaşarken mi, yoksa kendi yolundaki uçurumlardan düşme tehlikesini göze alırken mi gerçekleştirirdi?
Kim kendi uçurumundan korkmazdı? Hançer başlarda bunu çok düşündüğü için korkuyor, kendi yolundan gitmeyi değil de başka yollardan gitmeyi yeğliyordu. Lakin şu an kendi uçurumunu düz bir ovaya çevirdiğini gözleriyle görmüştü.
Nabzı şakaklarında bir davul gibi atarken nefeslerini düzene sokmaya çabalıyordu. Düz, keskin bakışları beylerin yüzünü izlerken onların çıkardığı sesler hala çadırı indirip indirip kaldırıyordu. Arkasına dönüp postuna yönelmeye niyetlenmişti ki gür bir ses duyuldu. “HER ŞEY DAHA YENİ BAŞLIYOR, GİRAY!!” Kapı gürültüyle açıldı, dışarıda bekleyen nöbetçi alpler sendeleyip dengesini yitirdi. Kapının tam önünde duran Hançer Hatun hızla ardını dönerek bu sözlerin kimden geldiğini anlamaya çalıştı. Kapı şiddetle iki tarafa çarpmıştı. İçeriye giren adam, kayın ağaçları gibi uzun, sağlıklı ve görkemliydi. Asi ve sert hareketleri, gür ve kıvrık bıyıkları, başına taktığı sivri uçlu börk ve kuşandığı beyaz kıyafetle tam bir Ulular Beyi'ne benziyordu. Yaşı kırklarının sonunda olduğunu gösteriyordu. Sonsuza dek nizam ve barışı temsil eden bir hali vardı.
Sert ve kuşatıcı, hilekar ve sinsi soluyuşları otağıdaki tüm beyleri birer ikişer yutkunmak zorunda bırakmıştı. Ortamda beliren gerginlikten herkes rahatsız olmuştu. Hançer karşısında dikilen bu adamın gözlerinin mavisine baktı. Ve gördüğü tek bir şey oldu. Berk ile en önde giderlerken taşlık alandan yuvarlanma tehlikesi geçiren küçük bir Melike. Yalnızlaştırılan ve bir gecede kimsesiz bırakılan bir Melike. Görüyordu, bu adamın Berk’i koruyamadığını görüyordu. Ona olan öfkesini saklamak zorunda kaldığını görüyordu.
Bir rüyadan uyanırcasına donuklaşan gözlerini gözlerinden çekti. İlk yıllarda asla ortalarda görünmeyen bu Bey, son dört yıldır Atabeyi ile görüşmekte ve Beyhatun olduğu andan beridir de obada bulunmaktaydı. Hançer, içindeki öfkeye hakim olamamaktan korktuğu için ona bir vazife vererek en azından kendisinden uzakta durmasını istiyordu. Neredeyse bir yıla yakın zamanda kurduğu o plan için gezdirmediği yer, yaptırmadığı görev kalmamıştı Yağmur Ata’ya. Mutlak son için bu kadar zaman geçirmişlerdi. Ki Hançer bu kadarına bile tahammül edemiyordu da neyse.
Bu yüzden inanç ve gizlilik, Hançer Giray için her şey demekti. Kısılarak bakan gözleri yavaşça yumuşadı, az önce kendini onların yokluğuna neden alıştırmaya çalıştığını düşündü. Bir anda neden ilk günkü gibi yalnız kaldığını düşünmüştü? Şüphesiz Berk’i hatırlaması bunda pek büyük bir etkendi. Onlar yani alpleri ve Atabeyi vardı ve hep de var olacaklardı. Buna inancı tamdı.
İkisine de eşit hızda bakıyordu. Toyda bulunan beyler bu beyaz giyimli ulu beye imrenerek daha çok da korkarak baktı. Onun heybeti, tecrübesi , ilmi, derinliği, kuvveti ve gözlerinde gördüğü tehlikeli parıltı kime nasip olmuştu ki? Merhamet yoktu bu gözlerde, acıma yoktu. Ve Hançer en çok da duygu barındırmayan gözlerinden nefret etmişti. Çünkü Berk’in ölümünden onun gafleti sorumluydu kendince. Sadece hesap sormak istiyordu bu adama, hesap soran çılgın parıltılar gözlerini işgal ediyordu ama nafileydi... Hançer kendinden ödün vermeyerek Yağmur Ata’ya kolunu uzattı, kolunu tutup sıkan Yağmur Ata, Hançer’in gözlerinin içine bakıp emin bir sesle sordu.
“Savaş ne zamandır?” Hançer, bu yaşlı adama bir kez daha baktı. İçinden kopup dudaklarına dolan zafer gülüşüyle bir Atabeyine bir Yağmur Ata’ya baktı. “Savaş vaktidir. Artık pusatım da canım da bu yolda öldürmeye de ölmeye de hazır.”
Akıncı beyi Yağmur Ata, nemlenen gözlerini kapattı. Kalbi coşuyor denizler gibi kabarıyordu. ATA mahlası verilse de bu sadece ululuğunun timsaliydi. Gurur dolu bir gülümseme ile ela gözlere baktı, Hançer’in kolunu daha sıkı kavradı. Takdir, gurur ve daha niceleri ruhundan taşıyordu. Ama bu davranışlarına inanmayan tek kişi de kolunu tutuyordu hala.
Yağmur Ata, içinden binlerce kez Göktanrı’ya şükretti. Başarmıştı Hançer, tek başına kocaman bir yol almış ve bunu oba beylerine kabul ettirmişti. Otoritesini inşa ettirmiş ve bunu kabul ettirmişti. Olgunluğa ulaşmış bir kurt vardı gayrı karşısında. Ve o kurdun ilk fırsatta dişlerini etine saplayacağından haberdardı.
Beyler, vaktiyle devlete savaş açan ama şimdi buna yeltense zarara gireceği bir evredeydi. Çünkü onlar sıradan beyler değildi. Her biri devletin temeliydi. Her biri şimdilerde küstürülmüş Girayoğuşları Devlet’inin direkleri gibiydi. Kuruluşta ve ilerleyişte yadsınamaz derecede yararları olmuştu.
Kendi hakimiyetleri olan vilayetleri olsa da onlar tek veliahtın etrafında kalmayı geleceğin hakanı ile yakın durmayı tercih etmişlerdi, tabi bu gerçekleşebilirse. Zira devrim her ne kadar yakın görünse de hakimiyet dışındaki beylikler ikili arasında çıkacak bir savaşın peşinde koşuyordu. Taht bir değil iki tehlikenin elinde yön alıyordu. baştaki adamdan onlar da nefret ediyordu ama az önce sayılan şartlar ve düşman birlikler de dahil olunca baştaki eceliyle ölene değin beklemek en makul olanıydı.
Ama Hançer asla normal biri değildi. Kağanlık hakkı elinden alınmış, genç yaşta beylik postuna oturmuş veliahtlık deneyimini oba beyliği yaparak geliştirmeye çalışmış, anasız babasız dostsuz yapayalnız kalmış genç bir kızdı. Ama şimdi yaşından da büyük hissediyordu.
İdari , askeri ve siyasi birçok konuda aldığı kararlar artık başlanmasından korkulan o savaşın yaklaştığını gösteriyordu.
Yağmur Ata, eski dostlarına ve yeni bey olmuşlara göz gezdirdi. İçlerinde eski dostları vardı.Bu dirayetli, sarsılmaz kocaman yürekli beyler karar alırken en büyük engel haline gelebiliyordu. Bu sefer karşılarında duran kişi, Hançer Hatun’du ve onları yıkıp geçmişti. Bu da sarsılmaz bir irade ve aşırı baskın karakteri sayesinde oluvermişti.
Aklıyla da oluşturduğu noktalarla hepsini yola getirmişti. Kim olursa olsun bugün bu onay bu kurultaydan çıkacaktı ve istediğini ele geçirmişti. Atabeyi Alemdar Bey ve Yağmur Ata’nın gelişi herkesi daha bir yüreklendirmişti. Beyler artık karşılarında duran bu genç kızın kocaman bir beye dönüştüğünü anlamıştı.
Hançer Hatun, hepsine yavaş yavaş başını salladı, işte böyle dedi. Sırasıyla hepsiyle göz göze geldi en sonunda Atabeyi ve Yağmur Ata’ya döndü. “Kuşatma, iki gece sonra yapılacak.” Tekrar kurultaya çevirdi başını. “Hepinizi ordumda en ön safta görmek isterim. Ne bir eksik ne de bir fazla, olduğunuz gibi.”
“Buyruk senindir Hançer Hatun!!” Beyler büyük bir teslimiyetle ellerini göğüslerine vurdu. Başları dik alınları aktı. O ne derse ona uyacaklardı ki bugüne kadar onun yanıldığını görmemişlerdi. Beyler usulca Hançer Hatun’u selamlayarak kapıdan çıktı. Zaman geçerken bir zaman sonra otağıda üç kişi kaldılar. Hançer yere sapladığı hançer ve kılıcını yerden kuvvetle çekip çıkardı. Usulca kendini postuna bıraktı. Atabeyi gözlerindeki o buruk mutlulukla kendisine bakarken Yağmur Ata daha fazlasını isteyen oyunbaz ve tetikçi gözleriyle onu süzüyordu.
Hançer iki uç noktadan ötürü eliyle onların ululuğunu gösterecek şekilde havaya kaldırdı. “Var olun! Bana bu yolda inanan sizin gibi ulularım olduğu müddetçe, “ tam bu noktada Yağmur Ata’nın gözlerine baktı. “ arkamın sağlamlığından zerre şüphe duymayacağım. “
“Biz de,” diye söze girdi Yağmur Ata gözlerine bakarken “Senin gücünü buralara kadar getirmenden ötürü gurur duyuyoruz. Şimdi bundan sonrası için ne yapacaksın?” Onun bu sorusuna cevabının olduğunu bilmesine rağmen sorması karşısında susmak zorunda kalmıştı. Gözlerine bakınca garip bir ışıltının kendisine eşlik ettiği fark etti.
Sesini tok ve güçlü tutarak hiçbir şekilde açık vermedi. “Siz üstünüze düşeni yaptınız. Bundan sonrası sadece talih. Kimin ne olacağını,” sol kaşını havaya kaldırarak gerilen sol gözüyle otağıda asılı duran haritaya baktı. “ Ya da olmayacağını Göktanrı bilecek.” Atabey Alemdar, tıpkı onun gibi gözlerini kısarak eliyle göğsüne vurdu. “Emrettiğiniz gibi çöllerin ve deryaların efendisine mektubunuzu ulaştırdım. Başta soğuk karşılasa da mektubuzu okuyunca yelkenlerini suya indirdi.” Hançer usulca gülümsedi. Kafasını aşağıya yukarı sallayıp onu onaylayıp Yağmur Ata’nın tarafına döndü. “Siz? Ulu bilge? “
Yağmur Ata, eliyle havaya bir daire çizip elini içine geçirip çıkardı. Meydana gelen garip dumanımsı şekiller bir anda yok olup gitmişti. Hançer gözlerinden başka bir şeye bakmıyordu. Elinde beliren bir küreyi ona doğru uzattığında bile gözlerine bakıyordu. Hançer küreyi alırken bir an ona değil de elindeki cisme baktı, küre yeşil ve beyaz ışıklarla ışıldarken bir anda beliriveren zümrüt yeşili gözlerle durakaldı. Neye uğradığını şaşırdı. Sakin kalmayı unutarak arkasına bakmak istediyse de durmak zorunda kaldı.
Bu olabilir miydi? Yıllar sonra. Yıllar sonra Hançer o gözleri görmüş olabilir miydi? Uzun süredir dik ve otoriter duran bakışları adeta birer kuzuya dönüşüvermişti. Yutkundu, bilmiyordu neler olduğunu. Neden O'na ait bir şey gördüğünde aklına hemen Berk de geliyordu? Canı yanmaktan balçığa dönüşmüş gibiydi. O, yaşıyor muydu bunu dahi bilmiyordu. Ama o yaşıyorsa gözlerine bakınca çifte hasreti son bulabilirdi. O, Hançer’in hayatına çok farklı bir tek kelime eklemişti:
Belirsizlik.
Yağmur Ata, keskin keskin bakan gözleriyle Hançer’in hal ve hareketlerini takipliyordu. Dudakları keskin bir kıvrımla gerilirken söze başvurmak gerektiğini hissetti. “ Dağı kontrol altına aldım. Ayrıca sizin de bildiğiniz üzere bu küreyi ellerinden aldım. “ Hançer dişlerini sıkarken öfkesini bastırmakta pek bir zorlanıyordu. “Kraliçe Şeytan, bunu verirken senden bir şey istemedi değil mi?” Kendi içinde güldü zira böyle bir şeyin olmayacağını elbette ki biliyordu. Ve bunun ucunun da kendisine dokunduğunu pek ala biliyordu.
Keskin gülüşü ile gözlerine bakan Yağmur Ata, “İstedi.” dedi son derece soğuk ve heybetli bir sesle. “Nedir?” demekten kendini alamamıştı Hançer. Usulca dudaklarını nemlendirdi, gözleri bir kez daha küreye kaydı ve heyecanla kalbini patlatacak olan o gözlerle bir kez daha karşı karşıya geldi.
Gözlere bakarken Yağmur Ata’nın sesi duyuldu otağıda. “İstedi lakin bunu bana söylemedi. Günü ve saati gelince her şeyin kendisinin arzu ettiği şekilde zaten gerçekleşeceğini, bu yüzden de şimdiden tadını kaçırmanın bir anlamının olmadığını belirtti.” Atabey Alemdar Bey, öfkeyle soluyordu. Hançer ise nihayet o hipnozdan kurtulup doğruca mavi gözlerine baktı.
“Bu da ne demek Yağmur Gürkan Bey! Bizimle ucu açık oyunlar mı oynar?”
“Hayır. Aksine. Ucu açık oyunlar kuran ve kendilerini tetik üstünde bırakan kişilere karşı böyle olmak zorunda kaldıklarını söyledi.” Yağmur Ata’nın sivri lafları derisine batarken çatılan kaşlarının üstünden baktı mavi gözlerine. Elleri yumruk olmuş kucağında adeta kıvranıyordu. Yağmur Ata’nın sözleri bitmişe de benzemiyordu.
“Tetikte ve her daim gözlerinin üstümüzde olduğunu belirtti. O sebeple aklımızdan geçenlerin hesabını iyi gütmemiz gerek. Onlarla yakınlaşmadan ya da ters düşmeden evvel,” sözlerini artık direkt Hançer’e söylemeye başlamıştı. Bu bir tavsiyeden öte bir tehlikenin ön sezisiydi. “Bize danışman gerek. Büyü ve sihir bir yerden sonra asla işe yaramaz. Kişi kendi ettiğini çekmeye başlar. Uyarımı dikkate al Hançer Giray. Sen her şeyin son kapısısın. Son ümidi ve son varisi.”
Hançer sözlerinden ötürü kısa bir an fikirlerini bir kenara bıraktı. Yalnızlığından her daim şikayetçi olsa da bu ona güç katıyordu ve zor şartlar sayesinde büyük bir insan, komutan haline geliyordu. Konumundan gayet haberdarken bu sözlerle kalbindeki bir yer tekrar sızlamaya başlamıştı. O gün, babası ve üç adet kuzeninin ölüm haberini art arda alırken bu yalnızlığın ve tekliğin kalbine bu kadar çörekleneceğini bilememişti.
En çok da elini her fırsatta tutmaya çabalayan, gözlerine hayran hayran baktığı o kuzenini hiç mi hiç unutamıyordu. Seviyordu onu, hem de çok. Peşinden koşmasını, babası Kağan Börü Giray’dan çekinmesine rağmen her zaman onunla karşılaşmasını, sarayın o ortasındaki çeşmeye onu atacağını söyleyip kendisini güldürmesini... hiç mi hiç unutamıyordu. Ah Berk...
Hançer Giray olmak böyle bir şeydi. Unutamadığı ne varsa hepsi birer adet hayalden ibaret kalıyordu. Birer adet özlem ve balbaldan (Mezar taşı. Eski Türklerin mezar taşı olarak kullandığı, kaç kişiyi öldürdüğü, ne tür bir hayat sahibi olduğunu anlatan edebi değeri yüksek taşlardır.) ibaret koca bir hayata mahkum kalıveriyordu. Atabey Alemdar ve Yağmur Ata, onun huzurundan ayrılırken söylediği hiçbir sözü duymuyordu artık. Algısı kapanmış sadece kaybettiği kişileri düşlüyordu.
Çünkü, içinden hep geçen kaçma isteği yeniden fitillenmişti. Göğsünden tarifi imkansız bir daralma ve pişmanlık kopageliyordu... O zümrüt gözler, o eller, o heybetli babası, o hiç göremediği ulu kadın annesi ve O... hepsi ama hepsi birer sisli beyaz perdenin ardındaydı. Onlarla ayrı kalmanın acısı ve ağrısı ile adeta ağlamanın ve haykırmanın eşiğine gelmişti.
Kalbi sıkışıyordu, elindeki küreyi posta bırakacakken onun bir tür ışık yaydığını gördü. Bir sürü ışığı vardı. Bir sürü bulut kümesinin elleri altında hareket ettiğini gördü. Hançer hızla daldığı uykudan uyanırken bu kürenin Kraliçe Şeytan tarafından kendisine verildiğini hatırlamakta geç kalmayacaktı.
Hızla ellerini ondan çekti ve çirkin kahkahalar işitti. Birer çığlık gibi, ağlama sesi gibi bir kahkaha. Hançer küreyi gözüne kestirirken o şeytanın ne yapmak istediğini pek ala anlamıştı. Onu anıların ve vesveselerin ağına düşürerek zihnine çökmeye çalışıyordu. Ucu gök mavisi renginde olan Kurt Kağan kılıcını havaya kaldırdı.
Zafer kahkahaları artarken dudaklarını yaladı, dudakları ağlamaktan şişmiş gibi büyümüştü. Kısmen de olsa amacına ulaşan şeytanla bağını koparmak için bir anda kılıcını küreye indirdi ve kara ruhların çığlığı arasında binlere ulaşan parçaların yere düşmesini izledi.
Gitti diye düşündü. O gözleri son kez görmüş daha da göremeyecekti. Sesi duyan alpleri hızla otağıdan içeriye girerken hiçbir kuralı tanımadıklarını, söz konusu Hançer ve güvenliği ise en asi insanın kendileri olabileceklerini az ileride yürüyen ululara kanıtlamışlardı. Nefes nefese kalan Demirdöğen içlerinden en heybetli ve uzun olanıydı. Hançer bile onun yanında kısa kalıyordu. Façalı kaşları ile öfkeyle Hançer’in gözlerine baktı. “Bey Hatunum ne oldu?!” diye bağırdı , Hançer çatılan kaşlarıyla beylere baktı. Ediz Alp hızla inip kalkan göğsüyle içlerindeki gizli duygusal olarak büyük bir kaygı yaşıyordu.
Debret zaten bu dünyaya susmak için gelmişti ama o bile endişe ile bakıyordu etrafına ama hiçbir şey yoktu etrafta. Buna ikna olmaya çabalarken diğer bir ikna olmaya çabalayan Darulgan elinde mendil ile iki tarafa bakıp duruyor, tedbirli adımlarla kırılan kürenin parçalarını inceliyordu. Hançer yıkılan bir dağ gibi postuna çökmüştü. Darulgan parçalara bakarken gözü Beyine takıldı. O gözler acı çekse de her daim düşünceli ve hırslıydı. Bununla duyduğu gurur sonucunda ayağa kalktı ve arkadaşlarının yanına geçti.
Hepsi sus pus bir şekilde Hançer’e bakarken onun suskunluğunun süreceğini düşünerek omuzlarını düşürmüşlerdi. Ama o Hançer Giraydı. O en kötü anlarda dahi silkelenmeyi bilendi.
Kısa bir zaman sonra kaldırdığı ela gözleri safi hırs ve intikam ile ışıldıyordu. “ Şeytanlarla savaşacağız.” Demirdöğen , burnunu çekip bir adım öne çıktı. “Sen, zaten bunca yıldır şeytanla çarpışıyorsun. Şimdikiler sana hiçbir şey yapamaz.” dedi. Ediz, onun sözünü onaylayarak Hançer’e doğru yaklaştı. “Yeterli sayıdaki alpi buraya çekebilirsek o zaman şeytanlara karşı büyük bir zafer kazanacağız. Sen, elinden geleni yapıyorsun sadece savaşa odaklan.” Ordaki herkes başıyla onaylarken en suskunları olan Debret sözü teslim aldı.
“Alp topladığımız biliniyor. Girayoğuşları alplerinin yetmeyeceğini herkes biliyor. Bunun birilerinin kulağına gideceğinin farkında mısınız? Tetikte bekleyen yamyam beyler savaş istiyor. Savaş için henüz erken " Hançer, başını öne doğru meyillendirip Debret’ten devam etmesini, sözünü açıklamadını istedi. Ama o farklı bir yerden devam etti.
“Hançer... Biliyorsun ki girdiğimiz bu yoldan artık geri dönülmez. İntikam ve taht alacağız. Bu sebeple Ulu takımına ve boy beylerine dikkat et. Büyü ve karanlık işlerle üstünde hakimiyet kurabilirler. Onlara güvenme, daha ziyade dikkatli ol. “ Debret az önceki cümlesini açmak yerine farklı bir konuya değinince herkesin kafası karışmıştı, o hariç. Hançer, onu uyardığı konular hakkında durup düşündü.
“Bana, bir ihanetin geleceğini mi söylüyorsun?” Debret, herkesin meraklı bakışları arasında az önce beylerin oturduğu minderlerden birine çöktü. “Demek istediğim şu. Yaptığının farkında ol. Uluların gücüne ve çevrendeki boy ve uluslara bel bağlama. Ulular, kazık atar güvendiğin insanlarda toprak atar.” Ediz de onun yanına çökünce herkes birer ikişer yere oturdu. "Geleceğin ne getireceğini bilmiyoruz. Sadece daha dikkatli olalım derim. Güvenmeyelim derim."
Ediz, burnunu tıpkı dostu gibi çekerken gerçekten şifayı kaptıklarını anlamıştı. Hançer’e döndü. “Benim adıma Ediz demişler ama hangi ulus demiş bilmiyorum. Bildiğim tek bir şey var o da bilinmezliğin kötü olduğu kadar güzel yanının da olduğudur. “ Darulgan, ilk defa söze katıldı. “Nedir?” Ediz, ona yumuşakça ve ıstırapla gülümsedi. “Kötü yanı kim olduğunu bilmiyorsun ama iyi yanıysa ne olarak değil kim olarak yaşaman gerektiğini öğretiyor. “
Demirdöğen ağzı yuvarlak olmuş bir şekilde konuşanları dinliyordu. Herkes bir şeyler hakkında masumane bir tavırla nasihat ederken bir nara koparıverdi meydana. “Eeeeh! Yeter artık! Ne konuşuyorsunuz anlamıyorum artık. Açık konuşun, kan var deyin savaş var deyin bana kafi! Hepiniz Börü Ocaklarına mı gittiniz ne yaptınız!” Onun bu homurtuya dönen konuşmasına Hançer de olmak üzere gülmüşlerdi.
Bunun üzerine hafiften utanan Demirdöğen, eliyle ensesini sıkarken bir gözünü şapşalca kısmış Hançer’e bakıyordu. “Beyim, bağışla. Anlamam ben bilirsin.” Hançer, eliyle omzuna üst üste üç dört kez vurdu. “Başka bir zaman ve mekanda olsaydık tepkimi ortaya koyardım. Sen merak etme.” Hançer, onu daha fazla utandırmamak için Darulgan’a döndü. “Kuzeyliler asker konusunda ne söyledi? Yeteri kadar desteği gönderebilecekler mi?” cevap tabikide şaşırtmamıştı. “Maalesef, şu sıralar tamamen kendilerine odaklandıklarını bize yardımda bulunamadıklarını söylediler. “
Hançer, bu cevapla tatmin olmuyordu. “Başka bir sebep var o halde?” Darulgan, başını aşağı yukarı salladı. “Banada öyle geliyor Hançer. O sebeple dışarıya çıktığımda el ulakları ile konuştum. Bana dediklerine göre, yeni dostu Yakut Hanlığı’nın yanında var olmaya çabalıyorlarmış. Tek geçim kaynakları olan ve mecbur oldukları İpek Yolu’ndan ötürü Yakutlar ile yıldızlarını birleştiriyorlar.”
“İyide Balamiz ve Bankizler gibi iki büyük devlet ile neden sık durmuyorlar? “
“Sordum. Ve size söylemeyi de unuttum. George,Balamiz prensi. Babası Kral Freud’un canına kastetmiş. Devletin yeni kralı olarak kutsanmış. Bu suikast sonrası günahı senin boynuna dolamak istemiş.” Ortamdaki herkes şaşkınca Darulgan’a bakıyordu. “Onu, senin ormanda yaptığın bir suikast ile öldürdüğünü söyleyecek ve tüm okları sana çevirerek katlini haklılaştıracaktı. “
Hançer merakla dinliyordu. “Yapamadı. Neden?”
“İynem’den aldığım bir habere göre bunu senin asker toplayıp Girayhan’ı almak isteyişin üzerine gerçekleştirememiş ama bu imkansız. Sen bunu az önce beylerine açık ettin ve İynem bana senin askerlerinin Girayhan etrafında dolandığını söyledi. Neler olduğunu ben de tam olarak anlamadım. Birileri, bize ya yardım ediyor ya da menfaatini koruyor. Ama bu kim işte onu bilmiyorum. ”
Hançer, alnından buz gibi terler akarak Darulgan’a bakıyordu. İynem olmasa herhalde hiçbir şeyden haberdar olamayacaktı. “ Çok şükür ki, bugün burdayız ve güç devşiriyoruz. Bu işin arkasında kim varsa da bulup onu ortaya çıkarırız. Girayhan, toprak kaybetti lakin hala en kuvvetli devlet biziz. Kuzeyliler ve Yakutlar onlarla dost olup bizle düşman olmaktansa onlardan uzak durmayı yeğlemiş durumda.” Hançer, Darulgan’a teşekkür ettiğinde postundan geriye doğru yaslandı. Kendi kendine seslice düşünüyordu.
“Obayı ve uluların desteği yanımda. Civardan ve kalelere sızdırdığım insanlarla bir yere kadar idare edeceğim. Ama ben asker konuşlandırmadım henüz Girayhan'a. Askerin, sevkiyatı çok önemli. Techizatı bulup demircileri toplamamız ve kılıç, ok , yay yapmamız gerek. Herkesin aklını karıştırıp ters bir hareket yapmamız gerek. Girayhan’ın demirine ihtiyacımız var. Doğu Obaları intikamını uzatmamalıyım.”
Eliyle şakaklarını sıktı. Daha çok düşündüğü ise Baba, iki oğul ve bir kız intikamıydı. Hiçbir şey o kadar önemli değildi. Bu intikam, eğer bunu almazsa yaşamasının bir anlamı olmayacaktı. Bununla öfkeyle hırıltılı bir nefes verdi.
“Hançer...” Ediz, ona düşünceli bir bakış atıp ayağa kalktı. “ Sırası ile her şeyi halledeceğiz. Tümüyle bitik değiliz. Şuan her şeyin karmakarışık gelmesi doğal.”
“Şehir savaş esnasında harabeye dönecek. İnsanların canını korumak zorundayız.”
“Ediz doğru söylüyor Hançer. Ediz , Debret, Darulgan ve ben buna bir çare bulabiliriz. Dik durman önemli, zaten öylesin de ben söyleyeyim dedim.” Hançer hepsine bakıp minnettar bir edayla gülümsedi. Demirdöğen, elini saçına koyduğunda, “Bu gece uzun oldu. Yarın ne yapacağız?” diye sordu. Herkes Hançer’e baktığında hep birlikte ayağa kalktılar.
“Kuşanın. Ziyaretlere başlıyoruz, alınmayan hiçbir intikam kalmayıncaya dek savaşacağız ama bakalım bakalım bizi kuşatma haberinden önce kuşatmaya çıkmışız gibi gösterenlerin yeni hamlesi ne olacak.” Demirdöğen kahkaha atarak hızla baltasını ve okunu kavradı, Ediz ve Debret ise birbirlerine bakarak göz kırptı. Kollarını birbirine dolayarak omuz omuza çarpıştılar.
Hançer otağının içine geçmeden evvel Darulgan’a baktı. “ Saraya bir haber gönder. Bize onların oyalanacağı şeylerle alakalı bilgileri hazır etsin. İynem’e de haber et. Dikkatli olsun.” Alpler hep bir ağızdan selam verip çadırdan çıkınca kendiside zırhını ve yarın gece için aklında kurduğu planı için hazırlanmaya başladı.
Üstünü deri siperliklerden biriyle değiştirirken Ediz’in sesi duyuldu tam arkasından. "Karargah için yer belirlemedin.” Hançer, başını kaldırınca içeriyi aydınlatan tek mumla yüzünün yarısı siyah yarısı kırmızıya boyanmış gibi oluverdi. Ediz’e döndü, gözlerindeki parıltı ikisini de heyecanlandıran bir karara imza atıyordu. “Akıllı bir avcı, ahmak olanı öldürmeli en evvelinde. Diğerini yuvasına tıkmak için ahmağın yuvasını almalıyız. Karargahımız, Balamiz Hanlığı başkentinde olacak...” Ediz, aldığı cevapla neşeyle otağıdan çıktı.
Kalın deriden ve ince işçilik eseri olan siperliği yerine geri koydu. Demir siperlik sevmezdi. Babası o gün, sadece deri siperlik takmıştı da o sebeple bunu seviyordu.
Baba, iki oğul ve bir kız intikamı için!
|
0% |