
1.BÖLÜM: AY IŞIĞINDA
~Geriye gittikçe anlatılacak ne çok şey varmış...~
Ay ışığının aydınlattığı ormanda haftalardır acı çeken iri bedeniyle dik durmaya çalışan Börü Giray’dan başkası değildi. Karanlık ormanda karşısındaki kadın, birkaç güvenilir alpi ve ay ışığından başka hiçbir şeyi yoktu. Belki karşısındaki kızın öfkesini kazanıyordu ama buraya kadardı, kalbi ne kardeş acısını kaldırıyordu ne de aşkından sonsuza değin kopmayı!
Ona geliyordu, evet her şeyi bir kenara bırakıp yalnızca ona gelmişti. Meydana gelen savaşta yaşadıkları acıdan onu sorumlu tutmadan gelmişti. İkna olmayan, üstüne üstlük devletlerine savaş açan ailesinin suçunu ona yüklemiyordu. Ama herkes ona günahlarını kolaylıkla yükleyebiliyordu.
Genç kız, iri ela gözlerini sertçe Börü ’den çekip önüne döndü, atının dizginlerini sertleştirdi. Onunla karşılaşmayı istemiyordu daha neyini anlamıyordu ki? İkisi de kardeşlerinden yana yaralıyken Börü neden bir şeyleri anlamak istemiyordu? Beraber olamazlardı...
Babasına ihanet etmeyi istemiyor, düşmanı olduğu aileden tek biriyle dahi göz göze gelmek istemiyordu. Bu aile, onları yenen, bu topraklara hakim olan kağanlıktı. İçinden bir ses boyun eğmemesi gerektiğini haykırıyordu.
Atının dizginlerini çekerek geldiği yolu sırf onunla karşılaştı diye geri dönmeye başladı. Börü, genç kızın öfkesinin karşısında bir bent gibi durarak arkasından alpleriyle ilerlemeye başladı. Dudaklarında ona baş kaldırmasından duyduğu bir mutluluk emaresi taşıyordu.
Bu civarda düşmanlığın dahi kuvvetlisi makbuldü. Börü, gururla atının üstünde genç kızın arkası sıra ilerlerken bu genç kızın sabrını taşıran son nokta olmuştu. Atını geri çevirip bağırmaya başladı.
“Haysiyetin yok mudur senin Börü Giray! Çek atlarını arkamdan, uzak dur benden! Senin yüzünden akacak kan aktı! Benden uzak dur!” Börü Giray, akşamın çöktüğü ve uğruların cirit attığı şu saatte onu asla yalnız başına obasına göndermezdi. Akarsa kan onlardan aksındı. Onu duymamış gibi atını öne geçirip en öne geçti.
Eliyle alplerine geriden gelmelerini söyleyen bir işaret yaptı. Genç kız dişlerini sıkıp atıyla Börü’nün yanına doğru ilerledi. Genç kız son kez söylediğini belli eden bir tonda bağırdı. “Alplerini de al git derim sana!” Börü Giray ormanlık alanları izler gibi yaparak yanında gitmeye başladı.
Aralarında gergin bir sessizlik hüküm sürüyordu. Börü yer yer bıyık altından gülümseyip duruyordu. Nihayet merakı daha ağır bastı ve bakışlarını genç kıza çevirdi. O anda beklemediği bir şeyle karşılaştı. Genç kızın bakışlarını yakalamıştı. Bu gülüşünü büyütürken, genç kız yakalandığı için inatçı bir şekilde başını başka tarafa çevirdi.
Bu bakış, Börü Giray’ın kalbini sıcacık yapmıştı. İnadının kaynağını hala çözebilmiş değildi ama mücadeleye değerdi. “Neden bu vakitte buradasın? İşlerin yok mudur senin?” diye sordu genç kız, az önce yakalanmamış gibi bir vurdum duymazlıkla. Börü Giray, uzun haftalar sonunda içten bir gülüşle atının yelesine uzandı. Onu tarar gibi okşamaya başladı.
Genç kız, dönüp tekrar gözlerine baktı. Gülüşünü görünce gözlerini her zaman olduğu gibi ondan yine çekemedi. Börü’ye karşı hem merak hem de öfke duyuyordu. Onun gülüşü ile anında sakinleşen ortam biran duraksayıp düşünmesine sebep oldu. Henüz yeni kuruttuğu göz yaşlarını hatırladı. Öfkesinde bir azalma yaşadıysa da kırgınlığı arttı.
Börü, ondaki bu değişimi hissettiğinde atının iplerini tek hamlede kavramış ve genç kızın atına doğru yaklaşmıştı. “Baban ve amcaların sana bir şey mi yaptı yoksa Ayçiçek?“ Sesi, Ayçiçek’in duyduğu en öfkeli ve en merhametli sesti. Kahramanların sesleri hep mi böyleydi? Hayır hayır, onun hakkında olumlu şeyler düşünmemeliydi! Kardeşini öldüren adama karşı bir şeyler hissetmemeliydi!
İşte bu çok zordu. Başını kaldırıp gözlerine baktı. Her zaman sert bakan zümrüt yeşili gözler yumuşak duruyordu. Sanki birbirlerinin katili değilmiş gibi yan yanaydılar. Sorularına cevap vermedi ve yüzünü başka tarafa çevirdi. Ayçiçek, ondan uzaklaşmak istedi. Atının yularını sertçe çekip öne geçmeyi hedefledi. Ailesi içinde yaşadığı hiçbir şeyi paylaşmak zorunda değildi.
Ama nedense Börü Giray sorunca her şeyi anlatmak geliyordu içinden. Başını başka tarafa çevirip Börü Giray’dan uzaklaştı. Börü Giray, içindeki hisleri dışarıya vuran biriydi ama eğer bir şeyi itina ile saklayacaksa da ölüm bile ağzından laf alamazdı. Ayçiçek Hatun ile bu huyları gayet benziyordu.
Ayçiçek, ondan yeteri kadar uzaklaşınca, nedensizce güvende olduğunu hissetmek için ona bakmadan sorusunu geçiştirdi. “Bunu da nerden çıkardın? Senin ailenden başka kimse bana bir şey yapamaz.”
Börü Giray, en kolay söylenen yalanın uzaklara bakan gözlerde saklandığını biliyordu. Atı üstünde hızlanıp ona yetişince ileri atılıp uzun koluyla Ayçiçek’in atının yularını tuttu. Gözlerine çakmak çakmak bakan Ayçiçek, nefesini tutmuştu. Börü Giray ise aynı gözlerle ona bakakalmıştı.
Bu gözler belkide ilk defa bu kadar yakın bakar olmuştu birbirine. Ruha hitap eden bakışlarla yolu da niyetleri de unutacaklarını anlayan ilk kişi Börü olmuştu. Ama bu ona söyleyeceği bir çift güzel sözün önüne geçemezdi. “Ay ışığında nicedir gördüğüm gözlerinde bulutlar dolaşıyor... Gece yarısı obadan çıkmandan anladım içinin içine sığmayışını. Ama inan bana, ben senden daha kötüyüm...”
Bu, Ayçiçek’i aşıyordu. Sertçe nefes verip atını kurtarmaya çabaladı. Araları siyasi açıdan bozuk olan üstelik kardeşinin katili bir beye ne diyecekti? Gözlerini izleyen bir adama ne cevap verecekti? Onun için endişe eden ve tüm savaşlarının ardından yine yanına gelip iyi ol, diyen bir beye ne diyecekti? “Saçmalık!” iç sesini de karşısındakini de susturmayı dilemişti.
Derken atını kurtarmış, onu daha hızlı sürmeye başlamıştı. Bir an, arkasından hızlanarak gelen Börü’nün sesini duydu. “İstediğin kadar kaç, benden uzaklaş. Baban istediği kadar beyliklerin arasını bozsun. Bana, yine bu bozkır cehennem olsun Ayçiçek! Ama şunu sakın unutma yine de sen banasın Ayçiçek! Yalnız sen banasın!”
Genç kız atıyla beraber sertçe durdu. Kalbi, alabora olmuştu. Dudaklarının kenarları titriyordu, şaşkındı. Arkasını döndü. Şaşkınlıkla aralanmış gözlerle öylece bakıyordu. “Ne?” diye bir nida döküldü dudaklarından. Börü Giray yükselip yükselip inen omuzlarıyla atının üstünde ay ışığının aydınlattığı kadarıyla ona baktı. Uzun saçlarında örgü yoktu.
Bozkırın savaşçılarının saçlarını ancak sevdiği kadın örerdi, aşkını bir ömür taşıyacağını simgeleştirmek için...O anda Börü, “Kalbimin içini de yüzümü gördüğün gibi görmeni isterim. Saçlarımı sen ör...” diyemedi.
Ellerini iki yana açtı. Sert ve öfkeliydi sesi bu yüzden. “Benim dedelerim devlet sahibi. Babam, bir Han ve bense bir veliahttım! Ben büyük topraklar sahibiyim! Ama sensizim Ayçiçek...”
Hüzünle omuzları çöktü. Şaşıran Ayçiçek’e rağmen devam etti. ”Topraklarımda huzur istiyorum, topraklarımı korumak, güzelleştirmek istiyorum. İkilik kalksın, tek ve birlik olalım istiyorum! “
Kaşlarını daha sert çattı. “ Yıllardır içimdesin ama adını dilime almaya çekiniyorum. Sırf senin için! Senin baban ve amcaların sana zarar veriyorsa buna karışırım elbet! Sen de bana karış isterim. Çünkü bana bir tek senin sözün geçer Ayçiçek!”
Ayçiçek, öfkelenmişti. Babası ve amcalarını bir yabancıyla çekiştiremezdi. Bir bey kızına yakışmazdı bu ama onun saydıkları da çok güzel duygulara gebeydi. Çenesini havaya kaldırdı. Gardını her daim korumaktı arzusu ama yavaş yavaş eriyordu.
“Şimdi burda oturup seninle siyaset konuşmak istemiyorum. Kendinde gördüğün yüceliği git de o topraklarda göster. Ben, bu toprakların hakimiyim. Kazansam da kaybetmesem de, öldürülsek de bu toprakların hakimiyim! Herkes ait olduğu yere dönmeli. Bu topraklardan ve benden gözünü çek.”
“ Çekmem, çünkü hedefim var. “
“O halde hedefine git!”
“ O zaman, kaçma ve bana gel.”
Börü Giray’ın kararlılıkla verdiği cevap geceyi bir alev topu gibi aydınlatıvermişti. Ayçiçek, sızlayan boğazında biriken hislerle Gözlerine bakmaya devam etti. “Orada, kıymet görmediğinin farkındasın. Ve en önemlisi sen, buraya, benim topraklarıma aitsin Ayçiçek... Benden seni alamazlar.”
Ayçiçek atından atlayıp yere indi. Hızlı bir şekilde Börü ’ye doğru adımladı. Börü atından hızla inip karşısına dikildi. Ayçiçek bağırıyordu.
“Ben senin hiçbir şeyin olmam! Sen git, sarayında yolunu bekleyen sinsi hatunlarla toprak paylaş, artık nasıl kadınlarsa onlar-“
“Kıskanç Ayçiçek...” dedi sözünü bölerek. Gözlerine yaklaşan yakut yeşili gözler ay ışığı altında daha bir parlak olmuştu. Börü gözlerine ve yüzüne keyifle bakıyordu. Bu Ayçiçek’i afallatsa da sözlerini değiştirmek için ağzını açtı.
“Vatan, büyük bir ülküdür. Ülkü ise yiğitlerin işidir. Bizim obamızda senden kötüsünün adı daha anılmış değildir. Söyler misin , kimin yalanı daha gerçek? Amcam ve babamın kötü olduğu mu senin iyi olduğun mu?!”
Börü Giray, sinirden elini kılıcına atmışsa da hızlıca çekmişti. Onun istediği sadece Ayçiçeğin ona güvenmesiydi ama o inadından vazgeçmiyordu bir türlü. Sesi kısık ve tehditkardı.
“Benden selam olsun benden kötü olana. Kimin yalan masalları sana doğru gelirse gelsin hakikatin destanı her daim daha üstün gelecektir! Sen bilsen de bilmesen de! Beni varsın herkes kötü bilsin ama senin öyle düşünmen, beni kırar Ayçiçek.’’ Ayçiçek için bu nasıl bir ikilemdi böyle? Gerçekten bazı insanlar da böyle mi yaşardı? Başka hayat şansı olmaz mıydı?
Ayçiçek tekrardan Börü ’nün gözlerinin içine baktı. Gözler, yakanları gizler ama hakikati gizleyemezdi. Börü Giray, hakikati haykırıyordu! Derin bir nefes dahi alamadan o anda Ayçiçek,
“Beni destanına inandır o zaman!” diye çıkıştı. Bir anda ağzından çıkan bu sözle Börü’ nün gardını düşürmüştü. Kaşları çatırdamış, bir an nasıl cevap vereceğini bilememişti. Bu bir umut muydu şimdi? “Sen, benden umut mu istiyorsun? Dürüstlük mü istiyorsun?” diye sordu anlamak istercesine.
Genç kız ne yaptığının daha sonra farkına varmıştı ama geri de dönmeyecekti! Başını aşağı yukarı sallayıp gözlerini gözlerinden çektiği sırada bir el börküne uzandı. El, börküne dokunurken nasıl da titriyordu? Ayçiçek, Börü ’nün gözlerine bakarken kalbi gerilip yanıyordu. Börü Giray, boşta kalan diğer elini kalbine götürdü.
Sesi yumuşak esen rüzgarlar gibiydi. Bir meltem gibiydi... “Bundan ala umut mu var? Bundan ala dürüstlük mü var? Ülkümün sesini duymak ister misin? Kalbimin böyle sakar attığına, elimin titrediğine bakma, o sadece senin yanında öyle, hep öyle ama yolu dimdiktir. Başı asla aşağıya eğilmez , şerefli ve yücedir. Bana diyorsun, düşmanımsın diye. Düşmanız öyle mi? Sen söyle o zaman, kim düşmanına aşık olur Ayçiçek?”
O anda, yenilen Ayçiçek değildi, Börü Giray değildi. Yenilen inattı, kötü zannetmekti. Şüpheydi yenilen, kaçmaktı. Ayçiçek, hissettiği yüce duygularla gözlerinde yaş biriktirirken gözlerini örten parmaklarla ağlamayı durdurdu. Ama hemen teslim olmak istemiyordu. Reddeder bir edayla, “Bu senin hissettiğin. Ben, ben seninle hiç konuşmadım. Böyle mi yazacaksın destanını?” diye çemkirdi.
Börü Giray, çenesini iki parmağı ile tutup gözlerini gözlerine kaldırırken gülümsüyordu artık. Ayçiçek hapsolmuş gibi onun gözlerinden kopamıyordu. Gülüşü, bir bahar yeli gibiydi. “Sen, öyle baktığında ben destanımı yazmaya başladım bile. Bir gün bana bir şey olduğunda bu destanı evlatlarım devam ettirecek. Yüreği senin gibi deli cevval kızlarım, bileği bükülmez oğullarım daha ileriye taşıyacak.”
Ayçiçek, nerden bilecekti ki kader ona nasıl bir yol çizmişti? Nereden bilecekti, Gök Tanrı ona nasıl bir sayfa çevirmişti? Ayçiçek gözlerini kaçırırken sessizce sordu. “O halde daha doğmadan düşmanları var desene? Acıdım evlatlarına.” dedi. Börü Giray, metanetle başını gökyüzüne kaldırdı sonra gür bir kahkaha bıraktı geceye . O güldükçe, Ayçiçek karanlık bir yolda koşarak gitmeyi göze aldığını bildi.
İkisi de aynı anda gözlerini kapattı. Ayçiçek onun susuşunda bir keder hissetti, ezilmişlik gördü dahası yok sayılmayı tattı. Börü Giray gözlerini açtığında o da aynı anda açtı. Hala gülüşü yüzünde derince yer bulurken gökyüzünde asılı bir yıldızın olduğu geceye şu cümleyi kurdu.
“Belli mi olur, belki onlar bu dünyanın düzenine inen birer hançer olacaklar?” Ayçiçek, börküne dokunan eline uzandı. Büyük nasırlı elini kendi eline alırken büyük bir karar verdi. Onu yalnız bırakmayacaktı. Börü, gözlerine baktığında gülümsedi ve elindeki sıcaklık tüm ruhunu ısıttı. Ayçiçek, her şeyi şimdi konuşmak ister gibiydi.
“Benim ailem, o çocukları yaşatmaz... Yazık olur bize.” Börü Giray, dudaklarından firar eden gülümseme ile birleşen ellerini tam kalbinin üstüne yasladı. Ayçiçek gece bile belli olan kızarıklığıyla ona bakarken bundan ala mutluluk var mıydı emin değildi. Başını Ayçiçek’in başının üstüne koyduğunda üstten olacak şekilde Ayçiçek’in gözlerine bakıyordu.
“Onlar, umut dolu dimdik duran evlatlar olacaklar.. Bize, yazık ettirmem... Geleceğin öyle çok hançeri olacak ki, belki endişe bile edebiliriz.” Onun bu şaka ile karışık hakikat cümlesi ile Ayçiçek, gözlerine dalmış, başını sallamıştı. “Sana güveneceğim, Börü.”
Bazı kahramanların hikayeleri mutlu sonla biterdi. Onlara bu yakışırdı. Bazı kahramanlaraysa kötü son yazılırdı... Onlara bu yakıştığından mıdır bilinmez? Ama ne olursa olsun onların sonları hemen yazılmazdı...
Börü’nün hayatından herkes gitmişti. Bir kişi kalmıştı. O da sadece Ayçiçek’ti...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 429 Okunma |
158 Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |