18. Bölüm

1. KİTABIN FİNALİ [17. Bölüm: İNTİKAMIN. RENGİ]

Siyavuş
syavus

 

17. BÖLÜM: İNTİKAMIN RENGİ

 

~ Herkese merhameti olan ben, bir kendime acıyamıyordum...~

Subaşı, emredildiği üzere Uyguri baskınının ardından içeriye sızdırılan çaşıtlar tarafından Balamiz ve Bankiz surları üzerinden kızıl kurt başlı bayraklar sallandırdı. Girayhan sarayında bir nevi tutsak edilen George bu manzarayı göremese de haberini aldığı an küplere binmişti. Neredeyse her türlü tutsak edilmişti ve yardım alacağı tek bir kişi vardı. O da Bankiz Hanlığı idi.

Ölümcül oyunun üç maymununu oynayan Bankizler, yılların verdiği soğuk kanlılıkla hızla ordusunu ve kalesini muhafaza altına almıştı. George için işler hiç de iyi gitmiyordu.

Gözlerine bulaşan zehirle her gün biraz daha yatağa bağımlı yaşarken aklına hiçbir şey gelmiyordu. Temel tepkiler dışında oturup da yemek bile yiyemiyordu. Herkesi yavaş yavaş cezalandıran Hançer için bu paha biçilemez bir histi.

Bambaşka bir yola doğru ipleri gerilen atlar hızla Doğu Obalarının bir zamanlar yaşadığı lakin şimdi yıkıldığı, tarumar edildiği o yere doğru son sürat ilerliyordu. Atlar karargaha çevrilen alana bakarken Balamiz Hanlığı karargahı gerçekten çok büyük gelmişti göze.

Ama, Ispanak ve Sarımsak’ın söylediklerine göre savaş için Girayhan’ı karargaha çevirmek için burdan epey bir asker tahliye edilmişti. Ama Grey buna olan öfkesinden dolayı yanındaki askerleri ile burada bir inat direnişi gerçekleştiriyordu.

Bu sebeple burada kaldığı süreç boyunca kılıç, yay ve ok yapmaya devam edeceği malzemeleri temin etmeliydi. Hançer Giray ise madenleri almadan evvel böylesine bir haberle karşılaşınca durmadan edememişti. Elleri kaşınıyordu aklı bulanıktı ama heyecanlıydı. Zafere gittiğini görüyordu.

“Düşünme Hançer... Düşünürsen kaybederiz...”

Nihayet Doğu Obaları için intikamını alacağı o tepeye yerleşmişti. Meydanı izlerken en azından kan düşünmek iyi geliyordu. Yiğitcan usulca Hançer’in yanına yaklaştı. ”İzin ver de yarana bakayım. Onu kaybedeceksin yoksa.” dedi dikkatini çekmek için. Hançer ona döndüğünde eliyle onun kalbine dokundu.

” Burasını iyileştir evvela. Kanamasın, acı çekmesin, titremesin, umut etmesin, kinle kirlenmesin, intikamla yoğrulmasın. Orada bir yerlerde Yürek Giray var, ona zarar gelirse yaşayamam Yiğitcan, bırak. Umudum ve heyecanım varken bana bulaşma.”

Yiğitcan gözlerini kaçırdı. Sözünü dinlemeyen asi ellerine baktı. Hançer de öyle tahmin etmişti zaten. Kolunu kıvırıp oku çıkarmasını bekledi. Timurtaş ve Debret yanı başına yaklaşmışlardı. Onları görünce aklına Altuğ geldi. Onun varlığı ile düzelmişse de insanlara onu gösterebilir miydi emin değildi...

Yiğitcan oku çıkardığı an kılıcını kınından hırsla çekti, gözleri ovayı izliyordu. “Kervanın içinde olanları bir daha sayın.” derken üstündeki zırhını çıkarıyordu. Kolunu saran Yiğitcan endişeyle ona bakıyordu. Zırhı çıkarmak hiç iyi fikir değildi! Hançer, iyice incelen belini saran kuşağını tuttu ve kendini hazır konuma getirdi. Kuşağın içinden çıkardığı hançerini de diğer eline aldı.

Bir işaret bekliyordu. Az öteden ayak sesleri gelmeye başladı. Ispanak yine ilk konuşan oldu. “Yaklaşık sekiz fıçı neft var. İşlenmeye hazır deriler ve demirler var. İyice kurutulmuş hayvan zarları var, yay yapımı için. Tüm bunların yanı sıra erzak alımı için sekiz küp altın var. Yer altından özel olarak çıkarılıp saklanıyorlar. Son siparişleri bu olmuştu.”

Hançer Ispanak’a baktı. “Bu da demektir ki siz onlara bir bu kadar daha getiriyordunuz?” Gözleri dolan Ispanak ellerini bağlamış gibi birbirine yaslayıp öne uzattı.” Hayır, ben, hayır, yapmazdım, yapmazdım!”

Ne bekliyordu? Ona sırtını dönen kendi babası olmuştu. Onca yıl esaretin ardından ona gül mü uzatmasını bekleyecekti? Hançer ağlamak üzere olan Ispanak’ın omzuna elini koydu. “Bu gün, sevinçten ağlaman gerek Ispanak! Ellerine bir daha ben dahil kimse pranga vuramaz.”

Bunu duyan Ispanak, koşarak Sarımsak’a sarıldı. Omuzları sarsıla sarsıla ağlıyordu. Hançer içi buruk bir şekilde önüne döndü. İçinden bir his bugünün çok farklı olacağını söylüyordu. Kurt güdüleri havadaki pusu ve kanı soluyordu. Evet, zaman gelmişti. Askerler nöbet değişimindeydi. Geniş karargahın toplam nöbet değişiminin on dakika süreceğini hesaplıyordu. Gülüşü sivrileşti.

Ardındaki alplerine bakıp başıyla beklenen emri verdi. “Karşınıza çıkan herkesi ezip geçin. Onlara bugün merhamet yok.” Alpler yamaç aşağı kayıp ilerledi. Dudağından yılan ıslığı gibi bir ses çıktı. “Grey’i bana bırakın.” Alplerinden belirledikleri ellerindeki bayrağı karargahın arkasına yığdığı askerlere ilk işareti verdi. Daha sonrasında gerilen bir yaydan firar eden sesli okun emriyle ikinci işaret de verildi.

Yamaç aşağı sessiz ama ölümcül bir şekilde ilerleyen askerlerini ustalıkla gözlemliyordu. Askerleri koşarak beş dakikada, karargahın arkasına yerleştirdiği askerleriyse bir dakika kadar az bir sürede karargaha giriş yapmıştı. Ve bir intikam yolculuğunun ilk büyük kanı şu anda akmaya başladı.

Kılıçların birbirlerine çarpma ve acıyla bağrışan askerlerin boğazlarından kopan haykırmalarla kollarını vadiye doğru açıp tüm muharebeyi kucakladı. Bugün Ptifordy’nin intikamını alıyordu. Ölen tüm insanların intikamını alıyordu. Gecikmesi için ruhlarından özür diledi. Gözlerini açıp kollarını aşağıya indirdi ve bir kurt gibi ileriye atıldığında etrafında onun gibi kan için nefes alan kurtlarını fark etti. Derken dudaklarında keskin bir kavisle gülümsedi.

Yamaç aşağı kayarak karargaha doğru koşmaya başladı. Alpleri, ellerinde çaldıkları kopuzların yankılandığı meydana deli kurtlar gibi koşturan Hançer’e bakakalmıştı. Etrafında otuzu aşkın kurt vardı ve hızları neredeyse aynıydı. Sanki savaşın içinde doğmuş gibi rahatlardı. Şaşkınlığı atlatan herkes peşinden koşturmaya başladı. Ispanak ve Sarımsak ona hayranlıkla bakarken yanlarındaki adamlarına bakıp bağırdılar.

“Bugün bizim için savaş zamanı! Güçsüz olabiliriz ama çadırlarında onları gafil avlayabilir, ayaklarını yaralayıp hayvanlarını kaçırabiliriz. Haydi, bugün kadim dostum Hançer için savaşacağız!” Yaklaşık kırkı bulan sayıları ile Alemdar Bey’in takdir dolu bakışları eşliğinde meydana doğru koştular.

İki elinde de silahları yokuş aşağıya hiç sarsılmadan hızla kayarak indiler. Hançer kurtları ile yarışırken dümdüz ovada dudaklarından kopan ıslıkla az sonra üzerine doğru uçarak gelen atına hız kesmeden tek ayağıyla atlayıp meydana doğru kılıç sallayarak koşturdu. Dudaklarında zaferin ve heyecanın gülüşü vardı.

İntikam!

Gökyüzünü yaran delici gözleri düşmanlarını öldürmek için sabırsızca etrafını izliyordu. İlk birlik dostlarından oluşuyordu. Hepsi aynı anda gökyüzünden inen kartallar kadar kudretli bir edayla atları sırtında Grey’e ilk sürprizi yaptılar. Onların yarattığı korku ve kargaşa askeri açıdan kudretli olan Balamiz ordusunu epey bir korkutmuştu. Şimdi sıra Hançer ve kurtlarınındı. Geniş ovaya indiği an geldiğini haber eden şahinler havada uçuşmaya ve bağırmaya başladı. Yeryüzü bugüne dek görüp görebileceği nadir bir intikamın ön izlenimine şahit olacaktı.

Üzerindeki yelek ve altındaki pantolon ile bu savaşa gayet hazırlıksız gidiyordu, hazırlık yapmasına hiç gerek yoktu zira savaş kanında vardı. Kurtları, kılıç ve mızraklarla bekleyen bir gurup askerin üstüne atlarken Hançer doğrudan meydana doğru at koşturdu. Yer yer yanan ve yer yer üst üste kıvranan cesetlere şahit olmuştu.

Yere saplı kalan bir Balamiz bayrağını eline aldı ve bayrağını yırtıp mızrağını elinde tuttu. Meydana varınca yüzleri is olmuş dört askerin üzerine doğru geldiğini gördü. Atıyla şaha kalkan Hançer, mızrağını en kuvvetlisinden savurup saldırmaya hazırlanan dört zırhlı askeri devirdi. O an herkes bugün merhamet denen şeyin bu toprakları terk ettiğinin farkına varmakta geç kaldığını hissetti.

Meydanda ne kadar asker var ise hepsi onun gücüyle boy ölçülemeyeceklerinin farkına varmıştı. Hançer tuttuğu sol elini mızrak tutan sağ eliyle çaprazlayarak ona doğru gelen askerleri çapraz ellerini aça aça ilerledi. Biraz sonra atından atlamıştı, yere yığılan askerlerin en zayıfına fırlattığı hançeri ile onu öldürürken diğer askerin üzerine çıkıp boğazını göğsünü karnını tüm hırsı tüm acımasızlığıyla delik deşik etmişti. Karnına oturduğu ölünün üzerinden aç bir kurdu andırır gibi ağzının kenarındaki ıslaklığı silerek kalktı.

Sağına döndüğünde yamaçlardan oluk oluk inen Kurtlarını gördü. Çünkü o bir Kurt Kağan’dı! Hançer, aklı ile kalbi arasında bunalmış olsada bir Kağan’ın asaletini ve dehasını taşıyordu. Şimdi onlara bakarak gururlanıyordu üstelik sayıları her an artıyordu.

En önde ise tüm küçüklüğü ve gözü karalığı ile küçük kurdu ilerliyordu. Yanındaysa ayakları kırılan o kurt vardı. Yaşam doluydu, bir anaydı o kurt. Göğsü kabardı yan yana koşmalarından dolayı. Hızla şişen göğsünden çıkarabildiği tek ses o küçük kurda verdiği ad olmuştu. “Kanlı Diş!”

Burdan sonra kan ve kılıçlar duyulmuştu. Ediz yine üzerine kan sıçradıkça midesi bulanmış, Demirdöğen gür kahkahalar patlatmış, Darulgan çatılan kaşları altında hırçın hareketler sergilemiş, Debret ise bir hayli yakınında onu muhafaza etmiş; Timurtaş, Aslantaş, Yiğitcan ve Gökçe ise yanlarına aldıkları alpler ile etrafa herhangi bir sızma hareketi yaşanmaması adına dış satıhta savaş veriyordu. Önüne çıkan azgın ruhlu bir mahluku da yere serdiğinde hırsla gür sesiyle intikam için bağırdı. Kılıcını havada görüp sesini işiten tüm alplerinden aynı ses duyuldu.

“İntikam!” Önüne çıkmaya çekinen birkaç askeri delik deşik ettikten sonra hızlıca kalkıp karargahın içine doğru ilerledi. Bu o kadar zordu ki Grey, onun buraya kadar sızamayacağını düşünüyor olmalıydı. Önüne çıkan tüm askerleri acımasızca delip geçiyordu. Başının yanından geçen okla hızlıca kenara çekildi. Paçasından çıkardığı bıçağı otağın kenarından sadece kolunu ve başını çıkararak ona atış yapan askeri sadece birkaç saniye içinde bularak tam on ikiden vurarak etkisiz hale getirdi.

Tüm askerleri ile vuruşa vuruşa girdiği içlerde tam bir kan sofrası kurmuşlardı. Tamamen hazırlıksız yakalanan Balamiz Askerleri panikle etrafa koştururken kimin geldiğini neler olduğunu sorup duruyorlardı. Hançer’in gür sesi tüm ormanda yankılandı.

“KAĞAN BÖRÜ GİRAY KIZI KAĞAN HANÇER GİRAY GELDİ!! EFENDİNİZ GELDİ! CANINIZA KORKUN! ÇÜNKÜ BUGÜN KİMSEYE MERHAMET EDİLMEYECEK !!”

Canhıraş dövüşen askerlerinin arasında ustalıkla kılıç sallıyordu. Ondan feyzalan genç alpler daha bir hevese geliyordu. Tekme, kafa, kılıç, hançer ve daha birçok saldırı ve savunma taktiğini kullanıyordu.

Aldığı son kelleyle kafasını ilk defa kaldırdı ve etrafına bakındı. Kesilen boğazdaki damardan fışkıran kan yanaklarına ve gözlerinin çevresine püskürmüştü. Kanı usulca sildi ve dönüşünün etkisiyle dağılan saçlarını karıştırdı.

Yüzüne yapışan saçları, alnından damlayan ter ve yüzüne sıçrayan kanla fazlasıyla ASLAN GÜREŞÇİLERİNİ andırıyordu. Ve kesinlikle o gün Hançer Giray kafesinden fırlayan bir aslan gibiydi. Gözüne çarpan şeyle dikkatini o yana vermişti. Alpleri yaraladığı birkaç askeri tek sıra halinde diz çöktürüyordu.

Kolunun üstüyle burnuna bulaşan kanı ve keskin kokuyu yok etmek istercesine kazıdı, ardından ucu kanlı kılıcını sürükleyerek başlarında dikildi. Ispanak ona korkuyla bakıyordu ama onu görmezden geldi.

Yaraları ve karşılarına dikilen kadının gücünden korkan askerler tir tir titriyor, Hançer’in ayaklarına kapanıyordu. Tüm serin kanlılığı ve aklına gelen kötü anıların verdiği intikam hırsıyla yere diz vurdu. Gerilen çenesi ve öfkeden kırışan burnuyla yere diz çöken Hançer on bir adamın yüzüne baktı. Kılıcını yanı başına dikip yalvaran suratlarına iğrenerek baktı.

Alpleri o gün Hançer Hatun’u karşılarına almamaları gerektiğini net bir şekilde anlamıştı. Sıktığı dişlerinin ve gerilen dudaklarının arasından öfkenin büyük tonundan bağırmaya başladı. “Yalvarmayı kes! Ya şerefsiz hayatının sonunu kabullen ve geber ya da kalk ve bana karşı koymaya devam et!” Sesiyle herkes bir köşeye sinmişti. Dışarıda cenk tüm hızıyla devam ediyordu.

İçlerinden bir asker çatılan kaşları arasından hırsla öne atıldı. “Bana bak, Hançer Hatun! “ Hançer hızla ona döndü. Kartal pençesi eliyle köşeli ve sakalsız temiz yüzünü tüm gücüyle sıktı. Kısılan ela gözleri öfke ve acımasızlıkla ışıldıyordu. Son gücüyle sıkıyordu yüzünü. Asker hiçbir şey yapamıyordu aksine yapmıyordu. Onun bu teslimiyetine öfkelenen Hançer Hatun ”Konuş!” diyerek onu ağzından ittirdi. Asker yanaklarındaki baskı sebebiyle oluşan kanı usulca yere tükürdü ardından hızla ona döndü.

“ Al canımı! Al ki yaptığım tüm günahların bedeli için Tanrıya sessizce kimsenin baskısı olmadan yalvarabileyim! Bunu bana yap Hançer Hatun! Beni özgür kıl! Beni yok et ki sana minnettar kalayım!” Hançer, ifadesini bozmadan onu dinledi. Başını sallamakla yetindi sadece, kılıcını sapladığı yerden çıkardı ve havaya kaldırdı.

Babasını, kuzenlerini öldüren ve kendi canına kasteden amcası da böyle mi düşünecekti? Ya da dedesi olacak o adam, öz damadını öldürüp günü gelince de kızını öldürürüm dediğinde Hançer ona ölümden beter şeyler yaşatınca o da böyle mi düşünecekti?

Al canımı ki sana minnettar kalayım...

ASLA!

Kendi etrafında dönerek kılıcının hızını arttırdı ve en baştan en sona hepsinin boğazlarını kesip yere serdi. Tüm alpleri ona korkulu gözlerle bakarken bir tek kişi ona öyle bakmıyordu. Hançer yere dizini koyup ona yorgun gözlerle bakan askerin yakasına yapıştı. Bir tek onu sağ bırakmıştı.

“Birine bir gün bunu diyecek kadar yorulduğunu hissedersen çözümü ölmekte değil yaşamakta, doğru yaşamakta ara!” Onu göğsüne iki büyük yumruk vurarak kendine getirdi.

“Onu alın ve karargahıma götürün. Başına bir şey gelir yahut kendisi yaparsa,“ Delici gözleri yarısına kadar kısılmış bir şekilde adamın masmavi gözlerinin ta içine bakarak konuştu. “Sizi elimden ölüm dahi alamaz.” Çevik bir hareketle ayağa kalktı ve Başkomutanlık çadırına doğru ilerledi, attığı her adım deprem etkisi yaratıyordu adeta.

Alpleri o kadar içerilere girmişti ki kesecek adam bırakmıyorlardı ona. Hırsla soludu. Asla sağına soluna bakmıyordu, bugün ölen hiç kimse umrunda değildi. O, hariç!

Bugün intikamın , bugün günlerdir görmesi gereken bir hesabını kapatıyordu. Kuvvetli bir tekmeyle kapıyı savurdu. Bu saçları en kısa zamanda kesmeyi aklının bir köşesine not etmişti. Açılan kapının tam karşısında elinde kılıcı General Grey duruyordu. Panik doluydu ama onu artık tanıyordu, şeytanın tekiydi ve asla mağlup olduğunu kabullenmezdi. Aç bir çakal gibi bir adım öne attı. Üzerinde sanki yatağından dışarı çıkmak zorunda kalmış gibi bir dağınıklık vardı.

Hançer’in gözleri kayıtsızlık ve intikamla ışıldıyordu. Grey gayet rahat bir edayla önünde kıvrak bir edayla eğildi. “Hançer Hatun! Tanıştığımıza çok memnun oldum. Ama ne yalan söyleyeyim buraya gelmeni asla beklemiyordum. Burası da hiç ideal bir tanışma yeri değil. Seni daha başka zamanda başka şekillerde ağırlamak isterdim ama ne yapalım... artık başka sefere? ” Parmaklarıyla aklına bir şey gelmiş gibi hareketler yaptı.

“Fakat ne yazık ki sana kötü bir haberim var. O güzel bedenini... birazdan toprağa vermek zorunda kalacaklar yani bir daha tanışmaya hayatımız yok. “ Alaycı ve hakir gören bir bakışla izledi onu Hançer. Alnına düşen saçını üfürerek havalandırdı. Dudaklarındaki gamzeler daha bir belirgin olmuştu. Kollarını yanlarına açıp göğsünü gerdi. Dimdik duruşuyla duvara tosladığını hissetti Grey.

“Korkak. Aptal Grey. Senin leşini gömmeyeceğim bile. Seni kurtlarıma yem yapacağım! Bu düzdüğün sözleri ölürken de hatırla. Hatırlayacağın başka hayatın olmayacak çünkü.” Grey üzerine doğru yürürken Hançer iki yana açtığı kollarından sağını kullanarak ilk hamlesini yaptı ve onu geriye sendeletti. Kılıcını havada karşılayan Grey, onu geriye doğru savurdu, hızlıydı hiç vakit kaybetmeden yana düşen kılıcını karnına doğru savurdu. Hançer karnını geriye çekip onu savuşturdu ama kılıç yeleğinin karın kısmını ayırmıştı.

Geriye doğru çekildiklerinde Hançer yırtık yerini görüp hızlıca orayı kontrol altına aldı. Yırtılan kısım göbeğinden göğsünün tam altına kadardı. Sıkıntı ve uykusuzluktan verdiği kilolardan ötürü dümdüz kalan karnı ortaya çıkmıştı. Meğer zırh lazımmış... Grey, aç gözlerle onu baştan ayağa süzdü. “Keşke bunu en başından yapsaymışım. Böyle çok daha çeşkin (çekici) oldun.”

“Seni aptal!” diyerek ona şaşırtma çekip yere diz vurup eğildi ve dizi üstünde ayaklarına kılıcı savurdu. Acıyla inleyen Grey, ani bir kuvvetle yüzüne tekme atmaya yeltendi lakin Hançer yere koyduğu dizini değiştirip kendi etrafında dönerek ayaklarını saniyelik denebilecek bir hızla bıçakladı.

Acıyla yere düşen Grey, elindeki kılıcını yüzüne savurdu lakin yine başarısız olmuştu. Geriye doğru eğilen Hançer yüzünün üstünden geçen kılıcı tutup iki eli arasında tuttu. Kılıcı çekmeye çalışan Grey, oluk oluk terliyordu.

“Lanet olasıca kadın, ölümsüze mi dönüştün!” Konuşarak vakit kaybederek boşluğa düşen Grey, yüzüne yediği tekmeyle sersemleyip yere yattı. Kılıçların ikisini de yere atan Hançer hızla üzerine çıkıp tüm gücü tükenene kadar onu yumruklamaya başladı. Belki dakikalarca belki de saatlerce! En sonunda Grey’in yüzüne bulaşan kan kendi elinden çıkan kanlar olmuştu.

Ayakkabısının köşesine gizlediği çakıyı çıkarıp yüzüne doğru yaklaştırdı. “Ölümün, suçsuz insanları öldürüp, benim biricik dostumu benden aldığın için acı verici olacak!” Kan ile tanınamaz hale gelmişti Grey. Çakıyı gözü dönmüş bir şekilde defalarca boynuna sapladı. Yüzünü en baştan en sona kadar derin derin kesmeye başladı. Karnına sokup sokup çıkardığı hançeri ile tek bir şeyi düşünüyordu: İNTİKA(N)M!

En sonunda nefes nefese ayağa kalktı ve oluşturduğu cesete bakmayarak kapıdan dışarıya çıktı. Teri karnından akıp pantolonunu ıslatıyordu. Kapıyı açtığı an karşısında gördüğü yüzlerle zafer sahibi olduğunu anlaması uzun sürmemişti.

Ellerinde kan vardı hepsinin. Ölümü ağırlamışlardı az önce. Kendi kanı düşmanının kanına karışmıştı. Gözlerine çarpan ışık ile birlikte ne kadar zamandır ne yaptığına dair bilinci oynadı. Debret ve onun endişeli gözleri ile karşı karşıya geldiği an, beynine hiç olmayacak bir şüphe düştü.

Neden, neden şu an böyle bir şüpheyle karşı karşıydı ? Gözlerini kapatıp açtı ve kalabalık olmayan askerleri etrafında dolandı. Gün geceye varacaktı. Daha önceden kararlaştırdığı gibi buraya Girayhan’da olabilecek herhangi bir savaşta yer almak istemeyen aileleri yerleştirecekti. Darulgan’a baktı.

“Subaşına haber et, halk sessizce şehirden ayrılsın.” Darulgan derhal atına binip ovayı terk etti. Bugün göğsünü sıkan bir duygu toktu. Bugün intikam alınmıştı. Ptifordy ve masum insanlar sonsuza dek rahat uyuyacaktı. Timurtaş’ın gözlerine, meçhul yerlere dalan gözlerine baktı. “Tüm eşyaları, demiri, silahı alın ve karargaha taşıyın.”

Timurtaş tamam işareti verdiği an gözleri Ediz’e çarptı. Üstünde bir tiksinme ibaresi vardı ve haklıydı ama Hançer ona bu sebeple bakmıyordu sürekli. Kimsenin konuşmaya takati yoktu.

Atabey’i ve diğer alpleri suskunlukla Timurtaş’a verilen emre yardım amaçlı ordan ayrılırken Hançer elini Ediz’in omzuna koydu. Bakışında bir sertlik vardı ama daha çok Ediz’e iyi gelmek için bekliyordu. Belki kendi ağzından çıkacak sözler kendi kalbine ulaşıldı da aklını karartmaya yemin eden ihanet ihtimallerini yok edebilirdi. Onu tutup kolunun altına alıp başını başına yasladı. Çok geçmemişti ki Ediz birkaç damla gözyaşı dökmüştü.

Ona eziyet ettiğini hissediyordu Hançer. Çünkü Ediz eline temiz kirli fark etmeksizin ne değerse değsin onu hemen yıkama eğilimindeydi ve onunla arkadaşlarının alay ettiğini de biliyordu elbette. Ediz bir baskın sonucu öldürülen ailesinden geride kalan tek kişiydi ve günlerce cesetleri arasında yaşamaya mahkum edilmişti.

İnsanın sevdiğinden tiksineceğini eski hallerine asla benzemeyen, şişen bedenlerinden sonra inanır olmuştu. Susuzluktan ölmemek için kan içtiği günleri en kısa sürede unutmak için çabalıyordu. Hançer artık ona bu eziyeti yapamazdı.

“Çok yoruldun.” dedi Hançer sanki dünyanın en yıkılmaz insanı gibi bir edayla. Ediz dudaklarını birbirine bastırıp gözlerine baktı. “ Yapma Hançer, sen burdaki herkesten daha yaralısın. İtiraf et ki yarana merhem olsun insanlar. İçinde onarmaya çalışma kendini. Bazen dıştan başlar insan iyileşmeye.”

Üstündeki zırhı çıkardı usulca, ardından altındaki koyu siyah yeleği çıkarıp Hançer’in başının üstünden rahatlıkla geçirdi. O an Ediz’in gözleri öfkeyle buraya bakan Timurtaş’a değdi.

Ama bunu sorgulamayacak kadar saniyelik bir bakıştı bu. Hançer giyinince yine aynı şekilde sarılıp cesedi dışarı çıkan Grey’e baktılar. Hançer bir su sesi gibi ofladı.

“İnsan içinde iki kişi taşır. Biri hep sergilediği kişidir diğeri de herkesten sakındığı ve bilinmeyenidir. Ben içimde iyileşiyorum, yalan söylemeyecek kadar büyüdüm Ediz. Eğer bu yolda yaşıyor ve öldürüyorsam,” başını eğip gözlerini içine baktı. “Ruhumdaki ulu ateştendir. Ben, sana dahi içimdeki kişiyi gösteremem. Ve evet ben dünyanın en yıkılmaz insanıyım. Unuttun mu efsaneyi? İki kere kalbi deşilen kadın ölümü dahi yendi.”

Eliyle ilerleyen cesedi durdurttu. “Kanlı Diş!” diye bağırdı. Yanlarına akın eden otuzu aşkın kurt ile Ediz dehşetle Hançer’e baktı. Hançer ise bu çok normal bir durum gibi davranıyordu. “Onun başını kaldırın, cesedini ise siper aldığımız tepeye bırakın. Kurtlarımın karnı açtır.” Alpler selam verirken kanlı diş hevesle tepeye doğru dostları ile koşmaya başladı.

Ediz bir kez daha kusacak gibi olunca Hançer sertçe onu kolunun altına sakladı. Ona acısını unutturacak tek kişi tanıyordu. Derken yanlarına gelen Debret ile Hançer’in gözleri yine parladı. Onda bir şeyler hatırlıyordu artık, atladığı bir sürü detaydan biriymiş gibi duruyordu garip bir şekilde. Tüm gün, ondan bir heyecan solumuştu. Ölüm, savaş, şüpheler ve ailesi...

Kafasında patlamaya hazır bir yer vardı ve sanki esaretinden kurtulmak istiyordu... Kendi içinde kendiyle çatışmaya başlayınca sürü parçayı bir bir tamam etti o anda. Zihninin kilidi sökülmüştü sanki! Bu hızına kendisi bile şaşırmıştı. Beynini esir eden, ne vardı da bugüne kadar görmemişti? Lanet olsun tabiki de bir şeytan küresi!

O gün, obada eline verilen şeytan küresinden beri kendi içinde iki değil beş kişi gibi yaşıyordu! “Kara Ozan, sıranın sana geleceği ana kadar bekle.” Ediz’e döndü. Gözleri büyüyerek donmuş sesi titriyor ve acele ediyordu. “Hazırlığını yap, Balamiz Sarayı’na gidiyorsun. İynem’e iyi bak. Bir süre orada kalacaksınız.” Debret gözleri büyürken Ediz şaşkınlıkla başını kaldırdı.

Ne demek gidiyorsun? Hem de düşmanın inine mi? Ediz ağzını açmak istemişti ki o gözleri görünce susup itaat etmek zorunda kalmıştı. Hançer Ediz’i itelerken bir sona yaklaşılıyordu. Debret’in kalbine her ne doğuyorsa şu an tam vaktiydi.

“Saraya bir daha birini sokmak ne kadar mantıklı? O gün gelende İynem’i bile ordan çıkarmamız zorlaşır. Bunu bir daha düşünelim?” Hançer Ediz’in omzuna vurup onu iter gibi gitmesini sağladı. Ediz tek kelam edemeden atına binip giderken Debret ona dik dik bakan kişiye ne diyeceğini kestiremiyordu.

Hançer bir fısıltı kadar sessiz bir gök gürlemesi kadar kudretli bir edayla konuştu. “Yaşayan kim?” Debret anlamadı. “Kimi kastediyorsun anlamıyorum?” diye bir adım geri gitti. Hançer elleriyle bir omzunu yakalarken bir eliyle çenesini kavrayıp yüzünü yüzüne yaklaştırdı. “Kılıcın sırrını çözemem mi sanıyordun?” Ölenler bir amaç uğruna ölmüştü. Ruhundaki gücün ama aynı zamanda tamamlanmamış noktaların sebebi işte buydu!

Şüpheli ama bir o kadarda iyi gizlenen adamlar ve son günlerde kucağına düşen taşlar, yüzü peçeli adamlar, takipçiler, gizli müttefikler... Aklı durma noktasına gelmiş gibi yüzünü kırıştırdı. Bu mümkün olamazdı! “Benim arkamdan bir şey sakladın. Verdiğim en ufak işi dahi süründürdün. Senin aksin bir esirle konuşmam yetti benim!” Biri... Biri vardı. Ya onun varlığını anlatmaya çabalıyorlardı ya da anlamadığı başka bir şey vardı.

Sesi buz gibiydi. “Peki benimle bağ kurmak isteyen kim Debret? Benim kime bağım var?” Debret aklından geçen kişiyle yutkunurken zümrüt yeşili gözlerini kaçırdı ve tam o anda Hançer şimşek gibi gür bir cümle kurdu. Bu adeta bir lanetmiş gibi çıkmıştı dudaklarından.

“Yaşayan Berk... Değil mi?” bir hayal kırıklığı vardı son hecede ve gerçekten de çok uçuk, saçma bir ithamdı. O öleli nece zaman olmuşken diline gelivermişti işte. Sadece gözlerini gördüğü kişiden sonra bir de onun yeniden kendisini bulmasını dilemek çok... İmkansız görünen bir umut...

Bir şüphe vardı ama, vardı ve kuvveti Debret’in zümrüt yeşili gözlerine baktıkça çoğalıyordu. Sadece son hecede bir umudun bir öfkenin ateşi vardı. Debret kaşlarını çatıp dudaklarını ısırdı.

Peki ya sürekli görünüp görünüp kaybolan kalbini kaptırdığı adam? Kendisine kılıç gönderen Yakutlu meçhul kişi ya kimdi ? Kucağına düşen kalpli taşların mimarı? Ah lanet olsun elbette o da Berk’in ta kendisiydi değil mi? Onu kandırmış mıydı? Hayattan kopardığı kuzeni ondan öç mü almıştı?

Hayatına kimliğini belirtmeden giren, yüzü kapalı Altuğ dışındaki herkes oydu! Çünkü Hançer onu her kılıktan ve isimde tanıyacaktı. Açık verirse tıpkı şuanda olduğu gibi anında ifşa olurdu! Hançer onun duruşunu, nefes alışını tanıyacaktı!

Ama bir bez parçası ve kumaşla nasıl olurda onu tanıyamaz olmuştu? Hem de yıllarca ona benziyor diye sevdiği Yakutlu sevdiğini o kadar süre nasıl anlamamıştı? Peki neden yıllarca gözlerini gösterdiği biri olarak onunla birlikte olmuştu ? Hançer’in zihninde delice sorular saklıydı.

Gözleri Debret’in üstünde çıldırmış gibi gezerken üstünden kara bulutların kalktığını hissediyordu sanki. Ruhu kanat takmış özüne uçuyormuş gibi hissediyordu. Peki, tüm bu süreçte Debret kim oluyordu? Debret’in Hançer ile alakası ne oluyordu? Yeşil gözlerine uzun uzun baktı Hançer. Göğsü hızla inip kalkıyordu. Anlıyordu, yavaş yavaş anlıyordu.

Evet... nihayet onu hatırlamıştı. Debret yıllar önce Veliaht Töreni’nde gördüğü, Yakut Hanlığı veliahtı Yakut Berk’ti! Kavga ettiğinde bir saniye kadar göz göze gelmişlerdi. Şu anda olduğu gibi ürkek bir bakış vardı yüzünde. Onu bunca zamandır nasıl tanımazdı?! Peki neden Debret ismini alıp Berk ile anlam bağı kuramadığı bir şekilde yer değiştirmişlerdi? Hançer daha neleri fark edeceğini kestiremiyordu.

Debret sustukça her şey ayan beyan ortaya serilmişti gayrı. Yüzündeki belirgin sakallarını kaşıdı. Suskunluğu artarken ne demesini bekliyordu ki Hançer? Bugün onun günüydü, tüm hayati işlerini bugün hallediyordu ve asıl kalbinin değiştiği, değişim gösterdiği gün bu gün olmuştu. Hançer öfke ve hayal kırıklığı içinde Debret’e baktı.

“Bana o kılıcı verenin, gece beni uyutarak yanıma gelenin, kucağıma nerden geldiğini bilmediğim kalpli taşları atanın, gözlerini gördüğüm ve yıllardır sevdiğim halde terk edildiğim o adamın Berk olduğunun yalan olduğunu söyleyebilir misin?”

Hayır... Hançer tepki vermiyordu. O her şeyi tekrar yaşıyordu. Ellerini havaya kaldırdı tiksintiyle. Ama hala fısıldıyordu. “Sen! Bir Kralsın! Seni bunca iz ve olaydan sonra hatırlamayacağımı mı sandın?” Beynine tüneyen şeytan küresinin laneti tüm olaylara kör kalmasını sağlamıştı ama sıkıştırılan zihninde de dibi görüp parçaları birleştirmişti.

Debret keşke sorduğu soruların cevaplarını bilmeseydi. “Sana hayatımı emanet ederken arkamdan ona her şeyi sen mi yetiştiriyordun? Beni ona mı tercih ettin?” Debret ilk defa bir cevap vermek istedi ve Hançer ilk defa Berk’i tercih eden birinden nefret etti.

“Onu yine senin için tercih ettim. Geleceğin ve hayatın için.” Gözleri sözleri ile hiddetle titredi. Kontrolsüz sesi iki yüze yakın askerin içinde gülüyordu. Dikkatler onlara çevriliyordu.

“Benim hayatım için fedakarlık yapmayın! Beni yalnızlığa mahkum eden hiç kimsenin dirisini istemiyorum! Anılarımı kirletmeyin! Bırakın hep taze ve güzel kalsın! Bırakın geçmişin bir laneti, sırrı beni bulmasın! Bırakın ölüler ölü kalsın! “ Debret yanan gözlerini kapattı. Hançer Giray oluk oluk terliyordu. Evet, lanet hafızasından kalkıyordu!

Kalbi, yine yanılmıştı. Güvendiği bir dağa tekrardan kar yağmıştı. Kendine söz verdiğini hatırlıyordu oysa:

Bir daha beni hayal kırıklığına uğratacak kimseyi hayatıma almayacağım!” Hançer yıllardır bir kara büyüyle ölü ailesini geri getirmenin planlarını ilk defa tiksintiyle karşıladı. Bunu asla yapmayacaktı. Ölüler bile onu kandırıyordu zira! Amacı Berk’e yaşadığı için öldürmekti, onun yaşadığına sevinemeyecek kadar kırgın ve kızgındı. Bu bir kandırılmaydı daha ne olabilirdi?!

Kaşlarından, şakaklarından damarlar belirmişti . Sanki beynini kaybediyordu da durduramıyordu. Sayıklamasını durduramıyordu. “Bırakın bazı insanlar öleni için sadece yas tutsun ve alacak varsa intikamını alsın! Beni bırakın anladınız mı? Aşkımın, sevgimin, intikamımın...” nefes alamıyordu artık. “hayatımın içinden def olun artık! Bana hayatı yeteri kadar zehrettiniz!”

İleri geri adımladı. Timurtaş dehşetle olay yerine gelmiş, yaşananları havsalasına yedirmeye çalışıyordu. Ama en büyük önceliği Hançer’di. Uzanıp onu kolundan tutup dik tutmaya çabaladı. “Hançer, biliyorum hayatın hakkında çok şey öğreniyorsun ama biraz kendine ferahlık ver, ver ki aklını kaçırma!”

Hançer başını reddederek salladı. Berk Giray ile Yakut Berk yer değiştirmişti! Ve Berkler yer değiştirsede tek değişmeyen kişi Yağmur Ata olmuştu. Onu senelerce ayakta uyutmuştu! Bu gerçeği Yağmur Ata biliyordu, peki daha başka kim biliyordu da saklıyordu?

“Amacınız neydi ha, amacınız neydi! Ne olacağını sanıyordunuz ha! Ne? Yalanlarınızı kılıflarken hala yalnız olmayacağımı mı sandınız? Ben bu dünyaya annesini öldürerek gelen, ölümün ta kendisiyim! Adıma hayat verip Yürek’i koyan kadını bir Hançer olup öldüren kadınım ben! Rüyamda dahi görmedim onu, hep hayal ettim! Onu öldürdüğüm günden beri benim kimim vardı ki? Herkesin içinde sadece ben yalnızdım ve hala da öyle kalacağım!”

Hayır, yalandı. Berk’i inkar edebileceği kadar inkar edecekti. Ondan başka kimse yarasını sarmamıştı. Şimdi ondan böylesi bir yara almayı aklı havsalası almıyordu. Durdu, etrafına toplanan herkes ona çıldırmış da durdurulması gerekiyor gözüyle bakıyordu. En çok da Gökçe içi giderek ona bakıyordu. O kızı göğsüne ne çok çekip sahiplenmişti...

Kızaran ve başını sık sık iki tarafa döndürdüğü için etrafa savrulan gözyaşları arasında bağırmaya devam etti. “Ben babasına yaşarken yüzünü doğru dürüst görememiş, ona sarılamamış, kanayan yaralarımı onunla saramamış bir kız çocuğuydum! Şimdi büyüyen o kız, gidip onun kollarına mı atlayacak! Kırdığı kız çocuğunu bu kadın mı affedecek?“ Yanına baktığında Timurtaş hangi ara gelmişti bilmiyordu ama ellerini tutmaya çabalıyordu fakat nafile bir çabaydı. Atabey’i duyduğu bu cümlelerden tek bir şeyi anlamıştı.

Yağmur Gürkan Bey bunu yapacak kadar ileri gitmişti. Varis yaşasın diye düşmanların önüne Hançer’i mi koymuştu? O an öyle bir şey oldu ki, atının üstünde buraya gelen Yağmur Ata’nın varlığı bir cehennemin habercisi halini almıştı. Hançer onu atı üstünde gördüğünde öfkeyle üstüne yürüdü. Ve Yağmur Gürkan Bey her şeyi anladı. Timurtaş kolunu karnına dolayıp onu durdurmak için çabalamasa kınından çıkaracağı bir bıçakla Yağmur Ata’nın karnını çoktan deşmişti bile.

“Sen! Hala neden buradasın ha?” yere inen Yağmur Ata’nın göğsüne vurup geriye gitmesine sebep oldu. Timur onu tutup daha sıkı geriye çekti. “Git! Ona git! Bundan gayrı seni Erlik Han yok etse dahi seni affetmem! Git! Git gözde veliahtını koru, yaşat git! Yeteri kadar beni öldürdün, git onu yaşat!” Alemdar Bey başını yere eğdi. Hançer duramadı. Kocaman bir yumruğunu beyazlar içindeki koca beye geçirdi. Üzeri kana bulanan adam, kendini asla affettiremezdi. Sessiz kaldı.

Hançer üst üste dört yumruk geçirdi yüzüne de en son Timurtaş güç bela onu geri çekip göğsüne yasladı. Hançer bağırıyor bağırıyor ama duramıyordu. Atabey Alemdar zayıflayan kalbi ile ileriye doğru adımladı. Kalbinden gelen acıyla yüzü buruştu. Yağmur Ata’nın yanına doğru zorlukla adımladı. Sarsılarak onu iteledi. “Git-“ diyebildi. “Git-“ Yağmur Gürkan Bey atına zar zor bindiğinde uzaklaşması için Demirdöğen atının kıçına bir şamar attı. Yağmur Ata gayrı beylik listesinde dahi yoktu. Silinmişti.

Ispanak ve Sarımsak koşarak Hançer’in yanına geldiklerinde bir lanetin boğazlarına oturduğunu anlamıştı. Hançer Timurtaş’a isyan edip, kendisini bırakması gerektiğini Yağmur Ata’yı lanetlenme pahasına öldüreceğini söylüyordu. Bir kez daha haykırdığında bir öksürük sesi duydu güçlü kulakları. Boğazından çıkan kanı usulca içerken bir anda hareketsizleşen Timurtaş’ı fırsat bilerek geriye doğru çekildi.

Gördüğü silueti algıladığı an ayakları gücünü yitirmişti. Ona doğru adımlayan adamla dizleri üstüne düştü. Hoş, adamın da düşesi vardı. Yaşlı gözleri, tuttuğu kalbi ve alamadığı nefesi ile hala hüzünlü hala kocaman kutlu bir Bey’di. Hançer iyice açtığı kanlı elalarını Alemdar Bey’in üzerinde gezdirirken ne olduğunu asla anlamıyordu. Koca cüssesi kolları arasına devrildiğinde güçlü kolları ilk defa taşıyamadı onu.

Nefes alamayan, ayaklarını boğulurcasına hareket ettiren Alemdar Bey ile Hançer ona ne yapacağını bilemedi. Gözlerine bakan acılı gözlerle, “Yardım edin!” diye haykırdı. Yardım yoktu. Herkes için bir yolun sonu vardı. Alemdar Bey’in yolu içinse kalbi yetmemişti. “Yardım edin! Yardım edin durmayın Yağmur Ata’yı getirin! Hadi, onu getirin! Affederim onu, baba yarımı iyileştirsin! Yardım edin hadi!”

Atabeyi Alemdar Bey, kanlı elalarına bakarak tek bir nefes aldı ve sonra durdu. Titremeleri durmuştu. Gözlerinden yaşlar aktı, Hançer’in yaşları ise o damlalara düştü. Ve sonsuza dek Atabeyi’nden ayrıldı. Hançer Giray, sevdiği insanlara zarar gelmesinden korkardı. Hem de çok... Annesi, babası ve kuzenleri ile dağlanan yüreği şimdide babasının yadigarı, en güvendiği, sevdiği insan olan Atabeyi ile sökülmüştü.

Oysa, en büyük yarayı ondan almıştı. Onun hiçbir şekilde açılmayan ağzı ona hayatı hakkında hiçbir sırrı veremeden sonsuza dek mühürlenmişti. Kızacaktı ama ona herkesin içinde yapmayacaktı. Neden ertelemişti ki? Neden taşıdığı o yükler kalbini çürütürken zamanında ağzının kilidini açamamıştı?! Kucağındaki başını merhamet ve şefkatle göğsüne yasladı. Boğazında büyüyen düğümle gökyüzüne doğru başını kaldırıp ilk defa ne yapacağını bilemedi. Herkes onların etrafında halka olmuş göz yaşı döküyordu. Hançer Giray ve destanı...

Gözden yaş aksa kafi gelir miydi ölenin ardından? Duygulardan arınsa insan, hali mi kalırdı yaşamla savaşmaya? Yalanlar hakikate dönse ne elde eder ki bir kere yalana maruz kalan? Hayat bir elekti mutlak mücadelede, vay haline elekten elenenin...

“Babamın öldüğünü söyledin Atabey’im. Neden bana böyle şeyler yapıyorlar? Ben lanetli miyim? Gök Tanrı beni sevmiyor mu? Bana acı yaşatmasın, onunla konuşup anlaşabilirim...”

“Sen, çok temizsin Hançer... Bundan şüphe duyma, Gök Tanrı bizi sevmeseydi, sence hiç hayatta olur muyduk?”

“O halde babamı sevmedi Atabey’im?”

“Hayır, o babanı çok sevdi. O büyük biriydi. Onun için yazdığı hayat bu kadardı sadece. O sana ruhunu bırakıp gitti. Sen hiç korkma diye...”

“Anneme de yazılan hayat benim doğumumla sona erdi o halde? O da ruhunu bana verdi mi yaşayayım diye? ”

“Anneni Umay Ana koruyor, onun da bu hayattaki görevi bu devlete bir dayanak olduktan sonra seni doğurmaktı ve görevi bitti, gitti. Sen hep güçlü ol diye.”

“Sen, Atabey’im? Senin görevin ne? Sen beni ne zaman bırakacaksın? Ama bana sakın yalan söyleme.”

“Ben, sen bir Kağan olana kadar asla ölmeyeceğim. Tüm dertlerinden kurtulup rahat bir hayatımın olduğunu kendi gözlerimle göreceğim. Sakın üzülüp göz yaşı dökme, hey küçük Hatun! Sen çok güçlüsün ve ben de gücüne güç katacağım. Sakın göz yaşı dökme. Ben yalan söylemem, ama olur da bir gün ben de gidersem ağlama sakın. Ben de hayattaki görevimi yapmış mutlu biri olarak öleceğim. Anlaştık mı?”

“Senden geriye bana ne kalacak?”

“Benim göğsümde her zaman taşıdığım o kutlu kararname. İşte bir gün olurda bu kararnameyi ben sana okumazsam onu sen al ve oku. O zaman ne kadar güçlü olduğuna sen bile şaşıracaksın. “

Bu sözler, Atabey Alemdar’ın Hançer’e söylediği tek yalandı.

Bu sözler, Hançer’in tuttuğu en büyük sözdü.

Bu sözler, birbirlerine verdikleri son sözlerdi.

Bundan sonra ne Hançer küçük bir çocuk gibi soru sormuştu ne de kayıplarına göz önünde ağlamıştı.

Bu sözler, son sözlerdi ve bir daha asla olmayacaktı...

Hançer, üstündeki kanla Atabey’inin gidişini seyretti. Tek bir kayıp yoktu oysaki, kalbine yenilmişti en sonunda Alemdar Bey.

Hançer yıllarca kalbine yenilmemek için çok zor durmuştu oysaki.

O kaldıramadıysa Hançer nasıl kaldıracaktı peki?

 

 

 

Devam edecek....

 

 

 

3 Ağustos 2025 21:15

Finale koyduk 🤧🥹

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 16.08.2025 12:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...