13. Bölüm

12. BÖLÜM: GİZLİ MÜTTEFİK

Siyavuş
syavus

12. BÖLÜM: GİZLİ MÜTTEFİK

~Şayet bizi bilen birisi varsa o da içimizden biridir.~

Bir sözün yalan olup olmadığını anlamak için bazen risk almak gerekirdi. Duyguları ve yaşadığı hayat birbirine girdiği andan itibaren mevcut sorunları biraz daha görmeye başlıyordu ama duyguları, yaşadığı acı pişmanlık gözünü kör ediyordu.

O günden sonra, uyku nedir unutmuştu Hançer, günü bir türlü gecenin zorluğundan kurtaramaz olmuştu. Araştırıyor, okuyor, aramaya çıkıyordu ama eline bir tane bile doğru dürüst bilgi geçmiyordu. Çatık duran kaşları ile hala düşünüyordu. Gözünü ne zaman kapatsa o anların tümünde katliam görüyordu. İnsanlar bir zalimin ele geçirdiği tahtı kurtarmak yerine öldürülen hanedan üyelerini konuşuyordu.

Derin deryalara daldığı ikinci gündü. En son obaya sızan adamların kafalarını uçuran Atabey’inin gözlerine bakmış ve son günleri ona emanet etmişti. Sanki o yangınlar dinmemiş boğazını sarmıştı. İyi bir bey miydi? İntikam almayı becerebiliyor muydu? Boğulmak üzereydi...

Nefes almak için eliyle boğazını tuttu ama bu hiçbir işe yaramıyordu. O lanet küreyi tuttuğundan beri duygularına, nefesine ve kalbine asla sözü geçmiyordu. Ama bunun müstahak olduğuna kendini inandırıyordu. Gözlerinden dökülen damlalar mum ışığı altında kılıcına yansıyordu.

Gün henüz zifiri karanlığın aydınlattığı zavallı bir ay ile aydınlanmaya çabalıyordu. Karanlık umurunda değildi, onun korktuğu tek karanlık iki gözünü kapayınca tek başına kalmaktı ki o karanlığa teslim olacağına savaşmayı tercih ederdi!

Günlerdir dışarıya çıkmadığı için kalkıp avlanmaya gitti. Kurtlar, günlerdir kapısında yatıyordu ama onlarla hiç konuşmamıştı. Atıyla dört nala giderken hemen yanında beraber koşmaya başlamışlardı. Müttefik sorununu aklına getirdikçe ona inanmakla inanmamak arasında kalıyordu.

Sabaha henüz çok vardı. Karanlıkta sorunlarını apaydınlık görüyordu. Gizli bir müttefik ondan evvel adım atıyor hatta ona yardım sağlıyordu. Ural Bey obaları tek çatı altında toplamak istiyordu. Ondan teslim olmasını istiyorlardı. Amcası...

Onu yok etmek ve bedel ödetmek istiyordu ama son günlerde onun ne adını duyuyordu artık ne de bir icraatini. Sadece o da değil, ne Bankiz ne de Balamiz Hanlıklarından ne ses çıkıyordu ne de seda... İçine doluşan kasvetle tüm damarları gerildi.

Atı üstünde yükselip ayaklandı. Eyere tekrar oturup Aktolga’nın iplerini şaklattı. Saatlerce atıyla gezdi. Yol, uzundu ama rahatlatıyordu. İçindeki sesleri dinlemek amacıyla ellerini ipten bırakıp iki yana açtığında aldığı kokuyla takip edildiğini fark etti.

Nasıl takip edildiğini anlayamamıştı ki? Onunla yek vücut olmuş gibiydi adeta ve bu hoşuna gitmiyordu. Yeni bir sırdan ölesiye korkuyordu. Başı döner gibi oldu ama hızlıca toparladı.

Atını bayıra doğru sürerken açık alana girdi. Ve yanılmamıştı, artık tamamen bedenini ortaya koyarak takibini sürdürüyordu bu kişi. Kurtlar hırıldamıyor aksine geçiş için ona izin veriyordu. Gizli müttefik olabilir miydi? Her ihtimale karşı...

Bu ne demek oluyordu? Arkasına baktığında, simsiyah bir pelerin ve simsiyah bir at... Başını havaya kaldırıp başına gelecekler için beklemeye başladı. Sahi, vaz mı geçiyordu artık?

Heybetli beden yaklaştıkça Hançer daha çok kasılıyordu. Siyah atlı ona doğru yaklaştı ve hiçbir şey demeden sadece baktılar. Bir ihtimal Girayhan’dan kaçarken gizli bir kapıyla onu çıkaran kişi olabilirdi. O’nu tanırdı değil mi? Hançer atını ağır hareketlerle tepedeki bir çalılığa doğru çekti, Aktolga’sının iplerini serbest bıraktı ve aşağıya indi. Kurtlar kuytulara yerleşti.

Zira Hançer’in ruhundan soludukları bir kan vardı. O ilk kanı dökerse ortaya çıkıp can alacaklardı. Atlı kısa süre sonra ötesinde durup yere indi. Atı çok oturaklı görünüyordu ve pek de akıllıydı. Gölge gibi duran adam ona doğru gelirken Hançer, ellerini arkasında bağlayıp başını dik tuttu.

Gölge adam, gelip tam üç adım ötesinde durdu. Hançer’i siyah bir kumaşın arkasından izliyordu. İkisinde de korkuya dair hiçbir iz görünmüyordu. Adam, asi bir kadının bakışlarının ne demek istediğini anlayabiliyordu.

Güzellikle yahut kötülükle, savaş!

Evet, tam da böyleydi. Hançer, o üç adımın üstüne bir adım atıp geriye gitti ve kılıcını hafifçe çekerek siyah yüzüne baktı. “Ne diyorsun, sence de iyi olmaz mı? Denemek için.” Gölge adam, siyah kabzalı kılıcını havaya kaldırdığında aynı anda da Hançer’in gök mavisi gök kılıcı meydana çıkmıştı.

“Kim başlasın?” dediyse de Hançer’in duyamayacağı bir ses tonu kullanmıştı. Hançer onu duymuş gibi cevap verdi. “İlk hamleyi sen yap. Belki o zaman dilinin bağı da çözülür. “ Adam, kılıcını kalın koluyla hızla kaldırıp indirdi. Hançer, onu karşılarken gülümsemişti. Güçlü bir kılıç ustasıyla karşı karşıya olduğunu düşünüyordu. Kılıcını geriye çekip, yataydan karnına doğru savurdu.

Onu geriye sendeletince birkaç adımda kılıcını tekrardan üstüne savurdu. Havada çarpışan kılıçların sesi henüz uyanmayan ormanda yankılanmıştı. Geri çekip, koluna doğru savurdu, karşılık alınca geri çekilip ondan bir hamle bekledi. Tam zamanında gelen saldırı ile sola doğru eğilip kılıcından kurtuldu, kendi etrafında tek ayağı üstünde topaç gibi dönerek arkasına geçmeye çalıştı.

Zeki bir savaşçı olan adam, kılıcını gelecek olan darbeden ötürü arkasına siper yaptı. Hançer, ondan daha hızlı çıkarak kılıçları çarpıştığı an karın boşluğuna doğru bir tekme savurdu. Tekmesini hiç beklenmeyecek bir hızda tutan adam, bir anda gök mavisi gök kılıcı yere düşürüvermişti. Gölge adam, onu tutarken kılıçsızlığını fırsata çevirerek diğer eliyle kılıcını yere paralel tutarak tam karnına isabet alarak bacağını kendisine çekti.

Ama unuttuğu bir şey vardı oda Hançer ondan daha zekiydi. Elleriyle adamın yakasına yapışıp boşta kalan diğer ayağını ters açıdan boynuna atarak tek hamlede boynuna çıkıvermişti. Boşa giden kılıcını bırakıp onu başından alması gereken adam, elleriyle Hançer’in bacaklarını tutup aşağıya doğru çekmeye çalıştı.

Hançer hızla adamın sırtına sırtını verecek şekilde aşağıya uzandı. Elleri adamın bacaklarına geliyordu. Kolundan çıkardığı küçük çakısını oraya rastgele batıracaktı ki yere düşürüldü. Taşa denk gelmediği için sevinirken üstüne doğru gelen siyah kütle yüzünden yana doğru taş gibi yuvarlanmak zorunda kalmıştı. Derhal ayağa kalkarken adamın dizi üstünde durup belirsiz yüzüyle kendisini izlediğini gördü. O anda onun ne yapacağını anlayamadı.

“Uzun zamandır, böyle bir güç ve kıvraklıkla karşılaşmamıştım Hançer Giray. Beni alt ettin.” Daha önce hiç duymadığı bu sese cevap vermedi. Dağılan yüzünü düzeltirken yanında buluverdiği kılıcını yanına sabitleyip ona doğru bir adım attı. Ama şu vardı ki sesindeki ihtişamı ve gücü sezinlediğinde bundan kesinlikle hoşlanmıştı. Savaşçı insanlara her daim uyur sağlardı.

Ama dur! Bu, borçlu olduğu adam değildi... Bu Kara Yürek de değildi. Kara Ozan olabilir miydi? Şu kısacık zamanda terledikleri için durup dinlendiler . Nihayet gizemli adam, tokalaşmak için koca elini uzattı. Hançer şüphe duysada belli etmedi. Elini es geçip kolunu tutarken hiçbir ters harekette bulunmayışını sakince izledi.

Ayaküstü dururken ilk konuşan Hançer oldu. “Neden, peşimdesin, hem de aylardır?”

Adam, sessizliğinin ardından bir anda pelerininin şapkasını geriye doğru savurdu sonra da yüzündeki peçeyi çıkardı. İşte o an, Hançer’in gördüğü benzerlikle dili tutuluvermişti. Adam, kumral, uzun örgülü saçlarını arkaya doğru bırakırken yüzünü siyah peçeyle silip pelerinin bir bölmesine katladı.

Gülerek Hançer’in gözlerine baktı. Gözlerinin kocaman açılmasına engel olamadı. “Seni uyarmak için.” dediğinde Hançer, gözlerine şüpheyle baktı. Yüzüne, çenesine, kirpiğine ve dahi tüm vücuduna şaşkınlıkla baktı. Bu benzerlik hayra alamet değildi!

Açılmak için fırsat kollayan ağzını sıkıca birbirine bastırdı. Başını yana eğip kılıcını sıkıca kavradı. Sakin kalmaya çalıştı. ”Neden beni uyarasın ki? Benim bilmeyip senin bildiğin ne var?” Benzerliğiyle şaşkınlık yaratan adam, kollarını göğsünde kavuşturup başını aşağı yukarı salladı. Gayet sağduyulu yaklaştığı ortadaydı.

Sakin duruşuna karşın şaşkınlığı hiddete dönüşen Hançer bağırmaya başladı. “Bana bak! Beni neden uyarasın ki? Kimsin sen, nereden geliyorsun?!” Gölge adam, artık adı neyse, düşünür gibi bir hali vardı.

Hançer’e doğru bir adım atıp onun önüne doğru gelen bir tutam saçını tutup arkaya doğru yatırdı. O esnada her anını izleyen Hançer sertçe elini saçından uzaklaştırdı. Hançer, onun aylardır bir atla tüm köşelerden kendisini takip ettiğini pek ala biliyordu. Geçen günlerde pusu kurduğu o adamların devamı olmadığı belli miydi?

Bu da gayet Büyük Efendi’nin yahut Ural’ın oyunu olabilirdi değil mi? Başlarda hiçbir açık vermeden işlerini halletse de bu iş gittikçe ikisi arasında konuşulması gereken bir mevzu haline gelmişti. Hançer, şüphe etmeyi bırakmayarak daha tedbirli olurken bir anda karşısına çıkmasında bir hinlik arıyordu.

Lakin şuanda karşısında gördüğü kendisinin neredeyse kopyası ela gözleri ve dehşet verici benzerlikteki adamın hafife alınacak hiçbir yanının olmadığını görmüş oluyordu. Sesini bir kez daha duydu.

“Güven, Hançer Giray. Kimseye kolay kolay verilmemeli. Özelliklede sen. Yaraların çok tazeyken güvenme... Kolayca inanırsın. Bırak sana yardım edeyim.” Dişlerinin arasından yılan ıslığı gibi bir fısıltıyla onun üstündeki bu garip üstünlüğü azaltmaya çabaladı.

“Güvenmemeyi en iyi ben bilirim. Niye tanımadığım biri bana güvenden bahsedip ona güvenmemi bekliyor?” Eline ulaşan pusuladan haberdar mıydı yani? Dişlerini sıkıp kemerini daha sert kavradı. Adam, fırlatılan elini ona doğru zarif bir şekilde tekrar sunmuştu.

Hançer ona anlamazca bakarken doğan güneşle karşısındaki adamın her bir noktasını daha iyi görmeye başlamıştı. Neredeyse aynı tip ve renkteki o gözleri ile Hançer hayrete düşmekten kendini alamamıştı. Yoksa Berk... Hayır, hayır, hayır! Bu ne Berk’ti ne de Kara Yürek’ti.

İki zarif tepecik gibi yükselip inen üst dudağını saran o kumral sakal, yüzündeki güzelliği belgeler gibi duruyordu. Ela gmzlerinin tam ortasında sarı sarı bölgeler bir nevi gözlerindeki birebir benzerliği baltalıyordu.

İri cüssesi ve bu yakınlık hissi... Ey Gök Tanrı, bu gerçek olabilir miydi? Uzattığı eline bu sefer panikle baktı. Adam elini sakince elinin içine aldığımda Hançer, belli belirsiz yutkundu. Gözlerine bakıp, “Sen, aslında kimsin?” diye sordu. Adam, gülümsedi. Elini nazikçe bıraktı. Kılıcını havaya kaldırdı. Sessizce kılıcının ucunu öptü ve onu Hançer’e verdi. “Bak. Kılıcım sana kim olduğumu gösterecek.” Hançer kılıcı sakin kalamayacak aldı ve incelemeye başladı.

Onun ismini verecek diye delirecek gibi hissediyordu! İncelerken kılıca işlenmiş parlak bir yazı gördü. Doğan güneş tam da orayı ışığıyla parlatmıştı.

“Kara Orman Muhafızı: Altuğ.”

Kılıcı yere indirirken şaşkınlık tüm bedenini esir etmişti. Kuzeni, halasının tek oğlu karşısında mı duruyordu? Ama uzun yıllar herkes Kara Orman’ın lanetlendiğini ve yok olduğunu söylememiş miydi? O halde söylentiler doğruydu. Kara Orman, son muhafızı yaşıyordu! Ve o şuanda karşısındaydı!

Kendisiyle sadece beden benzerliği olmayan aslında kader benzerliği de yaşayan bu son muhafız, yıllar önce öldürüldüğü söylenen kuzeniydi!

O gün, katliam günü, insanlar büyük bir meydanda yakılarak can vermişti. Gökyüzüne dağılan küller, ormanı siyaha döndürmüştü. Kara Orman, eski sınırları ile beş devlet büyüklüğünde bir yerdi. O gün, geriye kimsenin kalmadığı biliniyordu. Ormanınsa iki devletlik kocaman bir alanı yakılmıştı. Herkes öldü yahut kaçtı sanılıyordu. Ta ki, şuana kadar...

Mühürlü kılıç, onun son Muhafız olduğunu söylüyordu. Birbirine girmiş altın işlemeli ağaç dalları ve o dalların ortasına ancak Altuğ’un hanedanı tarafından ona verilecek kızıl zümrüt taşı bulunuyordu. Boğazı düğüm düğüm olan Hançer, kılıcı saygıyla tekrar ona uzattı. Altuğ, kılıcı alırken kederle gülümsemişti. Nasıl biri olduğunu bilmediği kuzenine bakıyordu. Bundan cesaret alarak soru sormak istedi.

“Nasıl? Nasıl hayatta kalıp muhafız olabildin? ” Altuğ, kılıcını kınına koyarken, başını iki yana salladı. “Senin için Güzel Veliaht, zor olmadı mı?” Hançer durakladı, hatırlamaya değer görmedi o günleri. Gözlerini kıstı. Hala tereddüt etse de cevap verdi.

“Oldu, lakin sen bundan daha büyük bir savaşın içinde sağ kalmayı başarmışsın. Sen babana ve annene rağmen yaşamış bir veliahtken kimse benim için yaşayamadı!” Altuğ bir adım öne gelip gözlerine doğru yaklaştı.

“Kendine yüklenme Hançer. Kimse neler döndüğünü tam anlamıyla bilmiyor. Ben sana yetmez miyim?” Gözlerine bakan elaları dikkatle izledi. Dudakları titremeye başladığında gözlerini kaçırdı. O anda yaslandığı sıcak göğsün kudretine sığındı. Gözlerinden dökülen yaşlar yıllar sonra hanedanından kanından birine sahip olmuş olmak paha biçilemez bir duyguydu.

Altuğ’un kolları onu sıkıca sarıyordu. Başını başına eğmiş bir aile hasreti gideriyorlardı. “Ağla kuzenim, şu andan sonra senin için ölmeye de öldürmeye de hazırım.” Hançer, bir anda elinden alınan ailesinden tek bir parça dinliyordu. Hayata tutunmak için bir sebep, kılıçların önünde can vermemek için amaç istiyordu.

Bu sıcak kucak, bu emin tutuş ve çocukluğuna benzeyen koku... İşte şimdi küçük Yürek iyileşmeye başlamıştı. “Altuğ...” sesi kendisine çok yabancı gelmişti. “Hançer...” Daha kuvvetli göz yaşı dökmeye başlamıştı. “Ben, ben yıllarca kimsesizim diye ağladım...”

Altuğ kızaran gözlerinden firar eden yaşları saçlarına akıttı. “Ben, ölmenizin bana bir ceza olduğunu sanıyordum... Bana lanet ettiğinizi sandım...” Altuğ saçlarına yumuşacık bir öpücük bıraktı. Hançer kollarını beline daha çok sardı.

“Bana küssünüz sandım, aklım başımdan gitmek üzereydi...” hıçkırdığında Altuğ’un gözyaşları duramaz olmuştu. “Ne gelen vardı ne giden... Kanatlarım kırıldı sandım.” Altuğ kollarıyla sırtını sıkıca kavradı. “Hayır, artık ben varım... Yıkılmayacaksın ben bunun için varım!” Hançer ıslak yüzünü yüzüne çevirdi.

“Ben buna değer miyim Altuğ?” Altuğ iki çift kızarmış ela gözün arasına bir yemin verircesine fısıldadı. “Sen her şeye değersin Hançer.”

Gün ışıkları gölge boyunu uzattıkça birbirine daha sıkı bağlanmıştı kuzenler. Altuğ, kolunun altına alıp sarmaladığı Hançer’in yaralarını dinlemeye başladı. Dayısının zalimliğini ve Börü Giray’ın anlatılan yenilgisini dinledikçe daha kötü oluyordu. Hançer ikisininde göz yaşını silip nihayet rahatladığında Altuğ'a en güzel gülüşüyle baktı.

“Beni dinlemekten kendini unuttun gitti. Peki ya sen, nerelerdeydin?” Altuğ’un gözleri gölgelendi. Başka yöne baktı. “Burası hariç yer yerdeydim. Yıllarca bu topraklara ayak basmadım Hançer. Yaşayacağım beni kabul edecek hiçbir yer yoktu .”

“Sen de bir Giray’sın Altuğ! Kurucu Oba’ya gelebilirdin.” Altuğ’un gülüşü alaycıydı. “Ben, devletine ve kağanına ihanet etmiş bir kadının oğluyum Hançer. Ben Altuğ Kara’yım. Altuğ Giray değilim.”

“Yanılıyorsun! “

“Yanılmıyorum Hançer... Ben ne seninle zaman geçirdim ne de diğerleri ile. Ben kendi topraklarımda bile istenmeyendim... Ben dönseydim bana ne gözle bakılırdı hiç düşündün mü?”

“Hiç de-“

“Berk’i düşünsene? Babası babanı öldürdü, seni iki kere öldürmeye kalktı. Yıllarca kendi içinde hayatta kalmaya çabaladın. Beyliklerden sana bağlı olan birkaç tane bey var ve ailenin hakkında her şeyi gizlediler, Hançer... Berk karşına çıksaydı ve deseydi ki ben de seninle beraberim. Ne yapabilirdin? Halk ona ne gözle bakardı?”

Bir hançerle yüreği deşiliyormuş gibi hissetti. Kaşlarını acıyla çattı. Ona bu gözle mi bakarlardı? Yaşasaydı ve obaya gelseydi ondan nefret mi ederlerdi? Asıl kötünün masum evlatları olmazdı değil mi? Herkes onlara aynı gözle bakardı. Altuğ’a döndü.

“Sende sırf halk seni istemez diye mi başka illerde yaşamaya çabaladın?” Altuğ, başını salladı ve sırtını ağaca yasladı. “Bu olaylar yaşandıktan birkaç yıl sonra öldürüldüğün haberi her yana yayıldı. Yakut topraklarındaydım. Karnımı doyuruyordum bir şekilde. Sonra askere yazıldım. Orduda komutan oldum. Han ile görüştüm. Çok değişik bir adamdı. Bana hayatımı anlatmamı istedi. Anlattım. Bu kılıcı herkesten sakladığımı söyledim. Soyumun sadece bir kötü yüzünden yok edilmesine razı olmadığını söyleyerek bana güç verdi..”

Hançer ona artık daha candan daha kandan yaklaşıyordu. Başını omzuna yaslayıp dinlemeye devam etti. “Yıllarca var olan ailemin beni dışladığını düşündüm. Kendimi rezil herifin teki ilan ettim. Ölüm haberinin bir aldatmaca olduğunuysa Yakut Han’ından öğrendim. O gün bu gündür seni takip ediyorum. Garip değil mi, aynı kandanız ama aynı hanedandan olmadığımız için toplum bize saygı duymuyor.”

“Taraf tutuyorlar.” dedi sözlerini keserek. Altuğ anlayışla başını salladı. “Tuttukları tarafla masum birini yaşama layık görmediler. İşte bu yaşadığımız toprakları özetliyor. Haklı ve haksızın davası iyilerin ve kötülerin davasından daha çetin... “ Hançer ona dönüp hüzünle konuştu.

“Artık, artık burdasın değil mi benimlesin?” Altuğ kolunu tutarak aynı anda ayağa kalktılar. Hançer’in ellerini tutup sevgiyle gözlerine baktı. “Sana anlattığım onca şey toplumun kabulü ve kabuller kolayca yıkılmaz... Obaya gelemem ama senin her daim arkandayım. Hayatına yerleşemem ama yaslanacağın bir omuz olurum.”

Uzanıp saçlarına dokundu. “Üzülme diyemem ama ne zaman üzülürsen hemen bana gelebilirsin. “ Ayrılık böylesine acıtalı ne zaman olmuştu? Altuğ uzanıp alnına sıcacık bir öpücük bıraktı. “Sen benim bu hayatta sahip olduğum tek insansın Hançer. Emin ol, senden daha fazla aile oluşumuza sahip çıkacağım. “

Hançer’in akmak üzere olan gözyaşını hızla sildi. “Gülme zamanı gelecek. Bu günler bitecek.” Başını salladı ama içinden bir ses güleceği zamanın hiç gelmeyeceğini söylüyordu. Altuğ önce uzaklaştı sonra da ellerini bıraktı. Yavaşça atına doğru gitti. Ama bir anda durdu. Yüzünde sıkıntı vardı. Hançer’in hisleri yanılmıyordu.

“ Kara Ozan, dağda yeni bir ordu kuruldu. Albızlar deniyor her bir askerine. Dağdan çıktılar. Kendine ve aklına dikkat et. “ Hançer, yavaşça yerine oturan taşları hissederken kalbi Altuğ ile beraber atıyordu. Benzerlikleri, acıları ve umutları... “Seni nerede bulacağım?” Altuğ atını şahlandırdı.

Simsiyah görüntüsünün ardından sadece güzel hisler bırakmıştı. “Beni burda bulabilirsin.” Güzel gözlerine son kez baktığı ve bayır aşağı uçtu. Hançer onun arkasından bakarken artık eskisinden daha güçlü olduğunu hissediyordu.

Aktolga, hayatında asla böyle koşmamıştı. Koşan belkide kendisi değil de Hançer’di. Az önce topladığı saçları at üstünde ne kadar eğilerek gitse de saç bağını zayıflatıp duruyordu ve nihayet saçları düşen bağdan sonra deli dehşet geriye doğru savruluyordu. Bir anda önüne çıkan iki atlıyla duraladı.

Bunlar Aslantaş ve Gökçe’ydi. Hançer hızla attan inip yanlarına yürüdü. “Ne oldu, bir haber mi var?” Gökçe de aynı hızla ona yaklaştı. “Evet. Seni obada bulamayınca burda buluruz diye düşündük. Gece bozkıra doğru at sürdüğünü görmüşler. “ Aslantaş elinde tuttuğu kağıdı ona uzattı. “İynem’den haber var.”

Hançer hızla haberi okuduğunda az önceki neşesini kaybetmedi. Aksine daha da iyileşti. “Hançer, ne yapacaksın? Bu kötüler birbirine bu kadar sokulduysa günlerdir bir şeyler planlıyorlar demektir. Geç kalmış olmayalım?” Hançer ikisine de dönüp güven verircesine gülümsedi.

“Geç kalmıyoruz. Bazen endişe etsek de her şey olması gerektiği zamanda oluyor.” dedi ve dört nala obaya sürdü. Kazlar, tavuklar uçarak kaçıştı. O ana kadar çadırına geldiğini anlamamıştı. Düşüncelerine dalmıştı adeta.

At, güçlükle durup nefeslenirken Hançer kimseyi beklemedi. Ne arkasından koşan alplerini ne de dostlarını ne de uluları hiçbirini umursamadan otağıya girdi. Demirdöğen, telaşla girerken Hançer, duvarlara astığı haritaları yere atıyordu. Eliyle kimin girdiğine bakmadan haritayı açmasını istedi. Demirdöğen hızla haritaları yere sererken bunların Girayhan şehrinin haritası olduğunu gördü.

O an, çok farklı şeyler olacağını anlamıştı. Ediz, küçük çocukları bırakıp içeriye girdiğinde sonradan geldiği için sessizce onları izledi. Debret, Hançer’in uzattığı kağıtları yere bırakıyordu. Nihayet iş bitince Hançer postuna oturdu. Eline aldığı uzun keskin okunu Demirdöğen’in açtığı en büyük haritada gezdirdi. Aklında bir plan vardı. Artık zamanı gelmişti.

“Burası, demirin ve çeliğin kalbi Uyguri madenleri. Buraya gitmeden önce etrafı evvelden kuşatsınlar. Bağlı beylik alplerinden istiyorum bunu. Eğer ki, sanıldığı kadar bir tehdit barındırmıyorsa Doğu Obalarından sonra oranın icabına bakacağım. “

Ülkeyi gösteren haritaya baktığında yerinde yay gibi gerildi. “O zamana kadar kırk araba kadar daha demir çıkartılacak ama bu miktar her zamankinden bir hayli az. Eğer ki sorunsuz bir şekilde madenleri alır kervanı taşırsak Girayhan şehrinin ve diğer düşman devletlerin surlarından aşağıya benim nişanım olan bayrağı sallandıracaksınız. “ kağıtların arasından bir resim çıkardı.

“Bu kızıl bayraklar surları boyayacak, tıpkı kan gibi... Üstüne yazdığım dokuz rakamı ile de Han kimmiş hepsi görecek. “ Kapıda bir ses duyuldu. Destur dilemeden içeriye giren Atabey’i ve Timurtaş’a döndü herkes. Alemdar Bey meraktan delirmiş bir şekilde yanına geldi. “Nerelerdeydin sen Hançer!”

Hançer yüzünde emin bir gülüşle Atabey’ine baktı. “Konuşacağız Atabey’im.” dedi. Yüzünde gördüğü tebessüm içini bir nebze rahatlattığı için geri çekildi. Hançer göz göze geldiği Timurtaş’a tepki vermeden önündeki sayfalara döndü.

“Börü ocaklarına gidin, en hızlı yazan çocukları toplayın. Birazdan vereceğim emri yazıp kapılardan içeriye gizli gizli koyup ortadan kaybolacaklar. Halk, kandan bıkmış durumda. Dileyenler benim ordumla aynı safta durur dileyen de çeker gider. Girayhan’ın halkı yeteri kadar zulüm gördü...” Başını kaldırdı ve muzaffer bir gülüşle kapıya doğru bağırdı. “Subaşı!”

Subaşı hızlı nefesler alarak içeriye girdi. “Emret Beyhatunum!” Hançer onu yanına çağırdı. “Uyguri baskınının akşamında yani ben iki intikamımı da aldığımda şehri terk etmek isteyenleri Kara Orman ve Doğu Obalarına doğru ilerletin. Kimselerin haberi olmamalı. Bu mesele hepsinden önemli. Duydun mu?!” Subaşı hızla başını sallarken, “Emredersin Beyhatunum!” diyerek onayladı.

Timurtaş bir adım öne çıkıp, “ Doğu Obaları tarumar değil mi? General Grey orada askerleri ile birlikte. Ama gece giderlerse halk daha hızlı hareket edebilir.” dedi detayı birazdan alacağını bilse de. Hançer, gülümsedi. Uzaklara bakıp okunu yere sapladı. “Birkaç gün içinde her şey sanılanın aksine dönecek...” dedi son derece emin bir sesle.

Ediz şaşkınlıkla bakışlarını yüzünde gezdirdi. “Ne yapacaksın? Tanrı aşkına bizi yine bokların içine atma!” Hançer güldü o gülünce de herkes güldü. “Merak etme, birilerini görmeye gideceğim.” dedi emin bir tonda. Herkes şaşkınca ona baktı. İşin sonunda ne olacağını neye karar vereceğini ondan başkası bilemiyordu.

***

Gece karanlığında etrafı aydınlatan hiçbir şey yoktu. Etrafta duyulan tek şey kurtların, Hançer’in ve alplerinin ateşli nefesiydi. Etraf koyu karanlıktı, ileride saraydan yansıyan meşalelerin ışıkları vardı. Bu ışıklar ela gözlerinde yangın varmış gibi parlıyordu.

İçeriden gelen haberler bir şeyler karıştırıldığı yönündeydi. Pusulada yazanlarsa şöyleydi:

Kağan Giray, mandası altına girmeyi kabul ettiği Balamiz Hanlığı ile bir akşam yemeği tertip etmiş ve ileride vereceği ayrıcalıklar hakkında bir anlaşma sunmuş.

Kanına girdiği kişileri hiç umursamadan eğleniyor, kendini şahsında rezil ediyordu. Haberi aldığı öğle vaktinden beri intikam masasının ilk ayağını planlıyordu. Nihayet o fırsat ayağına gelmiş yapışmıştı.

Bu akşam o yemeği boğazlarına dizecekti. Gözleri az ilerde devriye atan sarhoş askerlere takıldı. Bunların bir kılıçlık bile işi yoktu. Eliyle ilerisini işaretledi. “Demirdöğen, Darulgan ile sağ taraftan gidin. Debret ile Ediz, siz de sol kanattan ilerleyin! Aksi bir hal olmadığı halde hiç kimse aralarına fazla girmeyecek.”

Alpler büyük bir itaatle onaylarken Atabey Alemdar elindeki baltasını yere bırakıp ona döndü. “Sen ne edeceksin? Yanına bu kadar az alp almamalısın. Onlar da içeriye girsin. Seni dışarıda koruyamazlar. Salonda ne olacağı muamma. “

Hançer, sarayın görklü kulelerine baktı. Hiçbir şey umrunda değildi. Her hareketi zaten hesaplı ve tedbirliydi. Her ihtimalin ihtimalini hesaplıyor işini şansa hiç bırakacak gibi görünmüyordu.

“Sen öyle san Atabeyim. Görünen her daim aldatıcıdır. İçerisi çoktan kuşatıldı. Tedbirliyim. Birinin benim önümden çekilmesi gerek...” Herkes bugün yolundan çekeceği ismi merakla bekliyordu.

“Yüreğin her daim yumuşak olsun, suç işlemesin.” Uyarıyı canı kulaktan dinlemişti. Evet, karşı taraf bir savaş suçu işlemişti ama daim haklı olmak çok önemliydi. Hançer Alemdar Bey’in gözlerini belertip konuşmaya devam etmek için atılmasından kaçınarak saklandıkları çalılardan dışarı çıkıp nöbetçi kulübesine ilerledi.

Aynı anda tüm alpleri onunla beraber adım atınca adımları anında taş gibi çakılıverdi. Onu atlayamazdı. Arkasını döndü. Adını Targın koydukları o gence baktı. Doğu Obaları baskınında sağ kalan tek kişiyi bu güzel günde arkasında bırakamazdı. Eliyle gel işareti yaptı. Alp olarak seçilen genç, gerçekten çok yetenekliydi.

İhtiyacı olacaktı.

Üzerine giydiği bembeyaz kaftan şölenlerde giymek için diktirdiği çok zarif bir elbiseydi. Omuzların genişliği ve beyazın asaleti güç ve kudreti çağrıştırıyordu. E zaten ölüm meleği her zaman karanlık kıyafetler giymezdi değil mi? Atabeyi, başını iki yana salladı.

Lakin Hançer kararlıydı. Bu yaptıkları yanlarına kar kalamazdı. Kendi has alplerini ve yirmiye yakın alpını samanlık bölümünden içeriye soktu. Atabey’iyse beyliklerden aldığı askerleri dışarıyı muhafaza için dağıttı daha sonra da kimsesiz kalan obaya geri döndü.

Buraya girmeyi başaran çıkışını elbette hazırlamıştı. Giren girme sebebini pek de iyi biliyordu. Darulgan, Demirdöğen, Ediz ve Debret beyaz giyinmiş, Umay Ana gibi önlerinde dimdik yürüyen Hançer’e gedikler aça aça nöbetçi kulübesine doğru gitti. Targın ise Hançer’in en yakınında gidiyordu.

Son derece sessizler. Kulübeye adım attıkları an Hançer, önlerine çıkan ilk askere sadece hançeri fırlatmış oda tam on ikiden delip geçmişti. Daha sonra sessiz bir fırtına başlayıvermişti. Genç Targın, Hançer’in sırtını kolluyordu. Yollarına çıkan sekiz askerle de çok kısa ilgilenmişlerdi. Alpleri askerleri birbirlerine doğru itip kılıçla tam göğüslerini hedef alıyordu.

Elleriyle ağızlarını kapatıp basit ama öldürücü bir manevrayla da nefeslerini kesiyordu. Geri kalan tehlike surlarda bekliyordu. Hançer eteğinin bir ucunu hafif kaldırarak koşmaya başladı. Bir oyuklu ağaca doğru zıpladı ve kılıcını yukarıya doğru kaldırdı.

Kılıç, ağaca saklanmış bir saray baykuşu askerin boğazına saplanmıştı. Askerin boğazından akan kan elbisesinin eteklerine damlayınca parmaklarıyla dudağına damlayan küçük bir damlayı silerek güldü. Alpler ona şaşkın ve hayran bir gözle bakarken, o onlara bakmadan hızla kuleyi işaret etti.

Darulgan gözleri kısılmış av peşinde hazla koşan bir aslanı görür gibi olmuştu. Darulgan’ın gözleri Debret ile kesişince ufak bir baş işareti ile onu kollamaya doğru koştular.

Devriye ekipleri birer ikişer sessizce öldürülürken Demirdöğen az daha bir kahkaha patlatacaktı bu hıza. Ediz gözlerini kısarak dudaklarını büzüştürdü. Hançer Hatun’un yaptığı normalmiş gibi olayı kale almayışına laf bile edemiyordu. Yanındaki koşan Darulgan’a bakarak bir kelle daha biçti midesi kalka kalka.

Lakin sessiz olmak ve bu durumdan bahsetmemesi gerekiyordu. Dilini tutamazdı ama. “Demirdöğen de her şeye gülüyor ha? Gören de kılıç kalkan oynuyoruz sanacak! Saray baykuşu öldü az önce!“ dedi öldürülmesi en zor askerin öldürülüşüne ithafen.

Darulgan, Demirdöğen’e bakıp hafifçe gülümsedi. “Saray baykuşu da işini yapamıyor belliki? Hak ettiler, boşver. Ayrıca Demirdöğen’e de laf yok, demek ki o da böyle mutlu oluveriyor. En azından mutlu olmanın yolları hala kapalı değil ha? “

Ediz aynı şekilde ona dudak büzüp baktı. “Benim mutluluğum yanımda değil, uzakta. Bulduğumda da epey hırçın oluyor. Zaten şu mutluluk da bir insan olsaydı kesinlikle hatun olurdu, gel gitli müthiş bir şey...”

Darulgan, Hançer’in gittiği yöne bakarak Ediz’e hızlı bir cevap verdi, gülüşünü saklayamıyordu ama. Hançer, kılıcı kınına geçirmemiş var gücüyle kılıç sallıyordu. Geri kalanlarla bir araya geldiklerinde hızla sarayın en zayıf kulesinin nöbetçi kulübesine ilerlediler.

“O da olacak bir gün.” diye bağırdı Ediz’e doğru. “Senin de mutluluğun elbet eline geçecek.” Ediz mutlu bir gülümsemeyle baktı dostuna. Gönlü ferahlamıştı. Bir gün diye içinden geçirdi. Derin bir nefes aldı ciğerlerine sonra da o hisle ikisi beraber hızla Hançer’in arkasından koştu.

Kulübe, Demirdöğen ’in gürzünün şiddetiyle kırılarak açıldı. İçinde kimse yoktu daha doğrusu yok edilmişti, bu sayede kuleden sarayın içine açılan gizli kapıyı hızlıca açıp yukarı çıktılar. Merdivenleri belleri eğik bir halde çıkarken Hançer gördüğü bir küçük bir taşı kılıcının demirine belli ritimlerle vurmaya başladı. Alpleri , birbirlerine baktı.

Ediz iki tarafı izliyor üstünde garip bir gerginlik taşıyordu. Hançer, bir süre bu sesi devam ettirdi. Alpler tam sessizliğe bürünmüşken Hançer, eliyle Targın’a önden gitmesi için bir işaret verdi. Targın, elinde kılıcı cesur adımlarla kuleyi en önde bitirdi. Birkaç boğuşma sesi duyan alpler, huzursuzlanmaya başlamıştı. Derken Targın, gelip her yerin temiz olduğunu söyleyerek önde gitmeye devam etti. Hançer, o bilindik gülüşü ile onu takip etti. Kuleden çıktıklarında gerçekten her yer temizdi.

Ediz etrafını kolaçan ederken Hançer ona kızmıştı ama bunu sadece ses tonuyla yansıtmayı tercih etmişti. Gözlerinde bir şey yoktu. “ Ediz Alp, yanındakine güvenmezsen sen kaybedersin.” Ediz, utandığı için Hançer’e bakamadı. Ama bu sözü kendisinden çok şahsına söylüyor gibiydi. Onun yerine boş boş Darulgan’a bakıp alık alık kafa salladı.

Nihayet vakit gelmişti, misk kokuları doğu cephesi yönünde yayılıyordu. Kokuyu aldığı an üç kez şiddetle kılıcını yere vurdu. Her şeye hazırlıklıydı. Adımlarını attıkları an üstlerine atılan yabancı oklarla hepsi bir geriye çekildi.

Hançer, “Şimdi!” diye bağırdı. O anda bir hareketlenme başladı, toprak dolu beyaz siperliklerden onlarca alp çıktı, ellerindeki oku yaya taktı ve atılan her okla meydanı dolduran ölümler saraya ilk kışı getirdi. Hançer bunu beklediği için alpler, hazır olda bekletilmişti.

Bir süre sonra yere son suikastçi de düşmüş beyaz giyinimli siperlikler eskisi gibi bir çuval haline bürünmüştü. Hançer, sessiz akan kanlardan ötürü kendi gözcüleriyle gurur duyarak ayağa kalktı. Son derece temiz bir iş olmuştu. Merdivene doğru sızarken beklediği ve haber ulaştıran kişiyi merdiven başında görünce gök mavisi gök kılıcını çekti ve ona kendi yerlerini açık etti.

O kişi hızla gelmeleri için el edince oraya doğru bir kuş gibi süzüldüler. Bir gurup devriye askerinin adeta tepelerine çökmüşlerdi. Sessiz okların haricinde sessiz baskınlar da en sevdikleri arasındaydı. “Başlayın!” diyerek meydana doluşan askerleri çevik ve kusursuz hareketlerle ölümün elini teslim ettiler.

Ses yapmaya çabalayan bazı askerlerin üstüne atılan Hançer onları halledince üzerine gelen iki askerin ilkini karnına attığı tekmeyle yere serdi, ikincisinin ise sırtına çıkarak onu yere çaktı. Havada attığı taklayla eteği biraz açıldı. Düşürdüğü askerin de nefesini alırken üstüne iğrenerek baktı.

Eteği hareketlerini ciddi manada kısıtlıyordu bu yüzden hançerini çıkardı, eteğin uzun kalan kısımlarını kesti. Geri kalan kısımlarını arkasına doğru savurdu. İşte şimdi tam bir savaşın içindeymiş gibi hissetmişti. Bu ona zevk veriyordu. Altına giydiği pantolonun paçalarını yukarıya çekip hamle üstüne hamle, kelle üstüne kelle aldı.

Meydan ölümün sessiz çığlıkları ile kısa sürede cesetlerle dolmuştu. Hançer, son hainin de kellesini uçururken uzamaya başlayan saçlarını geriye doğru savurdu. Beyaz elbisesine kan bulaşa bulaşa merdivenlere koştu. Elinden geldiğince sessiz davranmaya, temiz temiz öldürmeye çalışıyorlardı. Geldiği herkese sürpriz olacaktı.

Merdivenin başında etrafı kolaçan eden gizli elemanına tamamlandı işaretini verdi, daha sonra gizli kapıya ulaşmak için alt kata indi. Alpleri arkasından gelmek üzereydi ki, onları durdurdu. “Siz, saray kapısına geri dönün. Eğer başaramazsam kaçmanın bir yolunu bulacağım. Yaklaşmamanız en doğrusu. Darulgan, mektuplar şehre girdi mi?”

Darulgan onaylayınca Hançer gözlerini bir süre üstlerinde gezdirdi. Sonra, Targın’da durdu. “Benimle gel.” dedi. Targın, başarılı ve gözde alplerin değil de kendisinin seçilmesine çok şaşırmıştı. Sarsakça başını sallayıp Hançer’in gittiği yöne doğru yol aldı.

Alpler olayın şokundayken Demirdöğen’in küfürler ederek aşağıya indiğini görerek kendilerine geldiler. Hançer, en alt kata inen merdivenden gizli kapının bulunduğu yere geldi. Kapı gizlendiği için bir süre onu aradı ama şükürler olsun ki başarmıştı. Kapıdan girip doğruca divan odasının bulunduğu koridora çıktı. İki kişiydiler ama öyle çoktular ki!

Gecenin karanlığını aydınlatan meşaleler bugün bir kadının geleceğini aydınlatıyordu. Hançer Emin adımlarla sızdığı sarayın divan odasına doğru yürüdü. Balamiz askerleri dışarda Giray askerleri ile birlikte kapıyı bekliyordu. Hançer Hatun zaten alplerini uygun gördüğü yerlere çoktan vazifelendirmişti.

Buraya tek başına girecek ve çıkacaktı. Çenesini dikleştirdi, gözleriyle yolları adeta alev aldırıyordu. Hışımla kapının ağzından içeriye girdi. Birkaç cariye ona korku dolu gözlerle bakıyordu. Zaten onlardan başka da kimse onu görmemişti.

Divan kısmına döndüğünde son derece kirli ama dik duran görüntüsüyle nöbetçilerin görüş alanına girdi. Nöbetçi askerlerin gözleri anında kapıya döndü. Baktıkları bir kadındı ve bu kadın diğer kadınlara asla benzemiyordu.

Vücudunu saran dökümlü beyaz elbisesinin üzerinde omuzları hizasında yayılan dalgalı siyah saçları ve ışıldayan ela gözleriyle çok güzel bir kadın olduğunu düşündüler.

Askerler ister istemez kendilerine bir çeki düzen vermişti. Bakışları bakmakla yetmeyecek görmekle sönmeyecek bu güzellik karşısında tutulmuştu. Vakurlu adımlarla kapı nöbetçilerinin önünde durdu. Nöbetçiler kaşları havada şaşkın bir şekilde Hançer’e bakıyordu. Sarayda böyle güzel kadınlar mı vardı?

Varsa neden onlar bundan haberdar değildi? Üstelik bu kadın bir savaştan çıkmış gibiydi. Yoksa, vezirin yatağını reddeden biri miydi de böyle hırpalanmıştı? Hançer, onların böylesine afallamalarına karşın hızlıca mevzuya girdi.

“Kapıyı açın. İçeriye girmek istiyorum.” Askerler dillerine varan soruyu sormak istiyordu. İçlerinden biri şaşkınlıkla öne atılıp sordu. “Sende kimsin?” Hançer, hayranlıkla ışıldayan yüzlere tek tek baktı. Ardından gür bir sesle cevap verdi. “Kağan Börü Giray kızı Hançer Hatun’um, bu devletin tek veliahtı ve tek Ecesiyim! “ derken art arda çıkardığı iki kılıcıyla kapı nöbetçisi olan altı kişiyi yaralayıp diz çökertmişti.

Hançer, kaşlarının üstünden damlayan ve çenesinden inip göğsüne doğru akan terle hafiften yorulduğunu itiraf edebilirdi. Sözlerini ayaklarından yaralanan iki kapı nöbetçisine çevirip bitirdi. “Şimdi aç o kapıyı .”

Asker, dilini yutmuş gibi suskundu. Herkes irice açılmış gözlerle inleyerek ona bakıyordu. Demek Hançer Hatun sensin ha , der gibi baygın baygın bakıyorlardı. Nöbetçi askerler dik duruşu karşısında geri adım atmak zorunda kalmıştı. Endişe ile kapıya bakıyorlardı lakin Hançer’di o. Bir cesaret kapıyı ardına kadar açıp yolu gösterdiler. Ellerinin titrediği ne kadar da belliydi! Ama o bu saraya yasak olandı!

İçeriye girdiğinde ezbere bildiği yolu fırtınalar kopararak geçiyordu. Çünkü öfkesine hakim olmuyordu. O sırada Kağan Giray oturduğu tahtında sarhoşluktan sürçen diliyle aptal aptal şeyler anlatıyordu. Kral George aptal bir ava bakan sırtlan bakışları ile içki yudumluyordu.

Etrafında kendi askerleri ve birkaç devlet adamıyla gerçekten meşgul gibiydiler. George, dudaklarını parlatırken dayanamayarak sordu. “Hançer Giray, bugün burda olsaydı bu verdiğin kararlardan ötürü sana ne yapardı?” Kağan Giray, eliyle başını sıkarken artık içtiği bu zehrin onu kesmediğini çok iyi biliyordu.

“Oonu , bu sarayaa sokturmaam. Öllümü çiğnemesi gerekeceekk.” Hançer’in dudakları duyduğu bu sesle küçümser bir şekilde yukarı kıvrıldı. Gök kılıcını kavrayan elini diğer eliyle birlikte havaya kaldırdı. İçeriye girdiğinde ona bakan ilk kişi bir asker olmuştu. Daha sonra arkasına bakmıştı. Targın, gittikçe daha da sessizleşiyordu. Sesinin tüm ağırlığı ile bağırdı. “Ben de senin ölünü çiğnemeye geldim adi köpek!!”

Odada bulunanlar şaşkınlıkla içeriye giren kadına döndü. Sesler susmuş, kalpler deliler gibi çarpar olmuştu. Herkes birbirine bakıyordu. Akıllara gelen tek bir soru vardı:

Bu o olabilir miydi?

Kral George öfkeyle kalktı yerinden ve arkasını döndü. Gördüğü yüz karşısında şaşkınlıkla açılan gözleri Hançer’e bakakalmıştı. Dili lal olmuş gibiydi. Ömründe onun kadar güzel bir kız görmediği aşikardı. Sadece yıllar önce dayak yediği küçük bir kızken şimdi karşısında böylesine bir hatun görmeyi beklemiyordu.

Giyimine , güzelliğine, asaletine kirli yüzünün her bir kıvrımına baktı. O gerçekten nefret edildiği kadar yürek yakan cinstendi de. Hayran oldu, nutku tutuldu. Elini usulca armalarına doğru götürdü.

Hançer, yemek masası etrafına doluşan devlet görevlileri ve Vezir Baycu’ya öldürücü gözlerle baktı. Acelesiz, serin adımlarla yemek masasının tam yanına, Vezir’in karşısına geçip ellerini masaya sertçe indirdi. Kral George her hareketini efsunlanmış gibi takip ediyordu ama onu yok saymış olmasına alınmış gibiydi. Onu tanımıyor muydu yani? Sarhoş olan ayyaş Kağan irkilip geriye yaslanmıştı.

Birbirine meydan okuyan bu gözlerin hedefi olmak istemeyenler ayağa kalkıp başka taraflara doğru geçti. Ayyaş Kağan, yavaşça doğrulurken Hançer ağzını açıp da Vezir Baycu’ya tek bir kelam dahi etmedi. Bakışları ölüm yavaşlığında artık Balamiz Hanı olduğunu öğrendiği George’a çevirdi.

Bir öç alması gerekiyordu. Herkes böyle bir yön değişimini korku ve merakla izliyordu. İtiraf etmeli ki George ömründe ilk defa bir bakıştan ötürü derin bir korku ve haz duyuyordu. Ela bakan gözleri, öfke ve hınçla dolmuş cehennemi andırıyordu.

Havaya kalkan burnu ve çenesi gergin dudaklarıyla ona okuduğu meydanı kana buluyordu adeta. Eliyle sinesini geriye doğru ittirdi. “Babasının ve obalarımın katili, öldürmek için baş sıraya koyduğum şerefsiz düşmanım George! Sen de yok olacaksın!!” George, ona yaklaştı. Neredeyse aynı boylardı. George, baktığı gözlerde en ufak bir merhamet kırıntısı görmediğine yemin edebilirdi. “Bunu savaş meydanında göreceğiz Hançer Giray, çiçek bahçesinde değil.”

Hançer, ona soğuk bir gülüş gönderdi. Eliyle göğsünü saran elbisenin üst kısmını genişçe yırttı ve sol göğsüne saplanan hançerin orada bıraktığı kirli turuncu yarayı göz önüne çıkardı. Sonra o yarayı dönüp Vezir Baycu’ya da gösterdi.

Birbirine bastırdığı dişlerinin arasından öfkeyle konuştu. “O savaş, bu yaranın tekrarlandığı gün başladı. Kalbimin aldığı yaranın hesabını sizden sormaya geldim.” George bir yaraya bir gözlerine bakarken gayet keyiflenmişti. Elbette buna onun göğüslerine bakmanın da bir payı yok değildi.

“Başka yaralarına da bakmayı gerçekten isterdim, Hançer. “ dedi George. Hançer, onun kendisine yaklaştığı gibi bir adım attı öne. Gözlerine baktı. O gözleri birazdan bir cehennem karşılayacaktı. Dişlerini gösteren bir şekilde güldü ve George mağlup oldu. En vurucu kısmı yapmak için tam sırasıydı.

“Sana güzel haberi vermeye geldim adi George.” George’un gözleri kısılırken ona arkasını döndü ve önce Kağan Giray’a baktı ardından da Vezir Baycu’ya döndü. Ellerini masaya yaslayarak öne doğru eğildi.

“Girayhan, artık kuşatmam altındadır. Etrafınız sarıldı. Merhametim sona erdi. Bu savaşı siz istediniz. Ben kollarıma vurulan prangalardan hiç hazlaşmazken siz bana bir esaret biçtiniz. Devletim arşa kanatlanan bir Anka iken siz onu bir kafese koydunuz. Bunu size ödetmeye geldim. Eğer bağışlanma dilemek ve bu sarayı bana vermek isterseniz bunun için tam bir gününüz var!” Kağan Giray, önceden içtiği içkiyi sanki şimdi boğazında kalmış gibi öksürmeye başladı. Kral George, şaşkınlıkla ikisine bakıyordu.

Hançer, yüzünde plan bozan bir ifadeyle George’a döndü. “Benim devletimi,” dedi onu parmağıyla sinesinden ittirerek ”hiç kimse egemenliği altına alamaz!” daha sert itti bu sefer. Her iteklemede Kral George ’ta geriye gidiyordu. “Derhal. Milletim. Ve. Devletim. Üzerinden. Defolup. Gidiyorsun!” George, onun her adımda hançerini çıkardığını fark etmeden geriledi.

Ama cam gibi ışıldayan ela gözlerine bakmaktan dediği şeylere odaklanamıyordu bile. Onun hakkında birçok şey duymuştu ama kimse ona bu kadar güzel olduğunu söylememişti. Göğüs hizasında yükselen hançeri görünce aklı başına gelir gibi olmuştu. Şimdiyse gözlerinde sadece korku vardı.

Hançer, yükselttiği hançerini havaya kaldırıp bir anda arkasına dönüp fırlattı. Havada dönen hançer, Targın’ın alnı çatına girdi. Vurulan adam, yere kanlar içinde yığılıp can verirken herkes şok içinde Hançer’e bakıyordu. Kral George şokla öldürülen adama bakıyordu. Ve Hançer bir kez daha galip gelmişti.

George öfkeyle bağırdı. “Ah, Eric, lanet olsun!!!” Hançer, sinsi sinsi sırıtışlarla ona baktı. “Beni arkamdan vurabileceğini mi sandın? Seni izlemeyeceğimi mi sandın? Senden geleni anlamayacağımı mı sandın? Bir nefes... Bir nefes kadar ötenizdeyim.” dedi tehditkar bir şekilde.

George, öfkelenmişti! En sadık adamlarından Eric bu zorlu görevi kendisinin üstleneceğini söylemişti. Bildiği çok şey vardı ve yapacakları da öyle! Hançer’in alpi olması için gönderdiğinde başaracağına inanıyordu. Ah lanet olsun! Dişlerini sıkıp eliyle onu gösterdi.

“Askerimi öldürmek? Peki şimdi seni burdan kim çıkaracak Giray kadını?” Hançer onu hafife alarak güldü. O esnada da Vezir Baycu sinsice ayağa kalktı. George, başıyla korkudan sinen sarhoş Kağanı işaret etti. “Baksana , o ve devletin her türlü elimde, sen hangi rüyanın peşinden gidersin? Benim ardımdaki gücü hiç mi akletmezsin?!”

Kağan Giray, ahmak cesareti ile kabarıp ayağa kalkmaya çalıştı. “Sen, burayı kuşatsaanda alamayacaksıın. Beniiim ardımda oo var. “ dedi George’u gösterdi. Vezir Baycu usulca Hançer’in olduğu yere yaklaştı. Hançer, sessiz kalarak ölen askerin yanına gidip alnında kalan bıçağını söküp aldı. Üzerindeki kanı geri gelip masaya serilen beyaz masa örtüsüne sildi.

“Senin ardında o var , öyle mi?” Kağan Giray’ı kastederek bıçağını kınına soktu. Kafasını aşağıya yukarı salladı. Susuyordu Hançer, yere bakıyordu. Kral George, baştan aşağıya onu süzdü, cesareti kafa karıştırıcıydı. Suskunluğu kar gibiydi, üşütüyordu.

“Kuzeyliler, Yakut Hanlığı, Bankiz Hanlığı ve daha nicesi, hepsi benim, yani en güçlünün yanında! Girayhan’ı kolayca nasıl kuşatacaksın? Burayı sana mezar yapmadan hiçbir yere gitmem!” dedi tok bir sesle. Hançer, sadece hafifçe gülümsedi. Kral onun bu kısa cevabı karşısında öfkelenmeden edemedi.

“Bir anda ordularımı buraya yığar seni alaşağı ederim, Hançer Hatun. Amacın sadece bir taht iken ülkeni koca bir savaşa sürüklemek istemezsin öyle değil mi? Bu iktidari ve bireysel yalnızlıkla neler yapabilirsin ki? Bir ordu dahi kuramazsın.” Onun sözlerine sadece yandan bir gülüşle karşılık verdi.

Gözleri dimdik baş eğmez bir şekilde ona bakıyordu. “Savaştan, korkmuyor musun? Kaybedeceğin itibarından? Hayatından!?” korkusuz ve ciddi duruşu karşısında George serinkanlı bir öfkeyle konuşuyordu. Hançer , kısık ve net bir dille konuştu. “Tüm gücünü buraya yığ George. Ben de öyle yapacağım. Meydanda seni bekliyor olacağım, yalnız başıma. Ama bir farkımız olacak. “

Kağan Giray öksürerek geriye doğru gitti. Geri adım yoktu, istediği her daim savaştı. O Hançer Giraydı. Elini usulca kuşağına götürdü. “ Ben savaş suçu işlemem. Benim olanı almasını çok iyi bilirim. Benden nasıl korktuğunuzu da öyle.” Parmakları arasına aldı, küçük şişeyi.

“Sen savaşı bir yok oluş olarak görebilirsin George Loyd, ama ben yeniden doğduğum yeri asla kötü bilmem.” Elindeki şişeyi sıkıca kavradı. “Yalnızlık, sahte kalabalıklara esir olmuş siz zavallıların düşmanı, bizim ise zaferimiz olur. “ derin bir nefes aldı ve kaslarını gererek George’u yere itti ve şişedeki zehri tüm yüzüne savurdu.

Kargaşa çığ gibi büyümüştü. İlk intikam vaktiydi. Hiç kimse ne olduğunu anlayamadan bacağına sakladığı gizli hançerini çıkardı ve tam arkasına gelen Vezir Baycu’yu nefes borusunu keserek öldürdü. Alev almış öfkeli gözleri onun nefesini kestikten sonra bir kere açıldı ve kapandı daha sonra bağırışların, kılıçların ve okların arasından histerik bir şekilde kahkaha attı. "Asıl savaş suçu bu ve ben yeni başlıyorum!”

Zehrin etkisiyle George bağırıyor, içeriye girip de ölüleri gören muhafızlar kargaşayı dindirmek ve suçluyu bulmaya çabalıyordu. Kapıdaki yaralılar da cabasıydı. Hançer kargaşayı fırsat bilerek George’u hızla yakasından tutup önünde diz çöktürdü. Eline gök kılıcını alıp boynuna dayadı ve sarayı derin bir sessizliğe gömecek şekilde bağırdı. “Eğer, kralınız ölsün istemiyorsanız geri çekilirsiniz!”

Her yer adeta toprağa gömülmüş gibi sessizleşivermişti. George duyduğu sesle başta dursa da hala kral olduğu aklına gelmiş gibi etrafına çekilin diye feryat figan bağırdı. Hançer bir köpeğin tasmasını tutar gibi George’u tutup sarayın dışına kadar sürükledi. Koridorda geçerken gördüğü herkes şaşkınlıkla onlara bakıyor, korkuyla etrafa dağılıyordu.

Hançer, alplerini kapının ağzında sağ salim görünce durdu. O zehirlenen gözlerden akan beyaz sıvıyı sol eline bulaştırdı ve George’u yere fırlatıp Aktolga’sının üzerine atladı.

George, acı ve öfkeyle panzehir diye haykırıyordu. Zira Hançer’in kendini kurtarmak için gözlerini zehirlediğini biliyordu. Kimseden ses çıkmıyordu ve bu öfkesini, can acısını kat be kat arttırıyordu. Öfkeyle tüm orduların Girayhan’a gelmesini emrediyordu.

O panzehiri verse de vermese de bunu yapacaktı. Hançer kuşağındaki ikinci şişeyi George’un yanı başında duran adama fırlattı. Ardından bir kere bile arkasına dönmeden süvarileri ile orman boyunca at koşturdu.

Debret, yavaşladıkları bir an Hançer’e dönüp baktı. “Beyim, Targın nerede?” Hançer, ay ışığında bir görünen bir kaybolan yüzünde kindar bir yüzle onlara döndü. “Hakkettiği yerde. Cehennemde.” Demirdöğen, ancak bu kadar kin ve zafer dolu bir edayla gülebilirdi. Hançer, zafer dolu bir gülümsemeyle başını aşağı yukarı salladı.

Elindeki sıvıyı sol bacağına astığı kılıcına sürttü ve gökyüzüne baktı. Bugün günlerden zaferdi. İlk savaştı. Kurtlarının uluyuşunu duydu. Zaferin ne olduğunu en iyi onlar bilirdi zira. Ediz, eliyle başındaki börkü düzeltirken pek bir düşünceli edayla konuştu. “Girayhan bu gidişle bir karargaha dönecek. Tüm düşmanlarımızın olduğu kalabalık bir karargah.”

Demirdöğen de onunla aynı fikirdeydi. “Bu gidişle Girayhan’ı almak çok zor gibi durur Hançer Hatun. “ Keskin bir sessizlik oldu aralarında. Tek duyulan Kurt nefesleri ve at toynaklarıydı. Hançer elini havaya kaldırdı ve tam göğsünün üstüne koydu. Tüm gözler ona dönmüştü.

“Balamiz gibi bir yılanı zehirlemek öldürmekten yeğdir. Zehirin kokusunu bir kere alan, zehri verene bir daha yaklaşamaz. Siz yarınki kervanları almaya bakın. Uyguri Baskınında elde edeceklerimiz pek bir kıymetli zira.”

Hepsi sözünün büyüklüğü, oyundaki ustalığından ötürü takdir dolu bakışlar atarak gülüştüler. Ardından kısa bir sessizlik oldu ve onu da Darulgan bozdu. “Kuşatmalar hiç bu kadar zor olmamıştır Hançer.” Darulgan, atını onlara yakın tutuyordu lakin Hançer, dediğini hiç dert etmiyordu. Elinde buruşturduğu kağıda yandan bir bakış attı.

Şaşırtmamışlardı, bunun icabına daha sonra bakacaktı. Ne olursa olsun destek verenlerin olduğunu görmek, yalnızlığına ve içinde büyüyen karanlığa iyi gelmişti. Başını arkasına çevirdi. Alt dudağını ısırıp gözlerini kısıp atını dehleyip yürüyüşe devam etti.

“Avcının farkında olan hiçbir av yuvasına girmez. Akıllı avcı, ona en yakın duran, en ahmağını avlayarak diğerinin gözüne ölüm korkusunu sokar. Aklını kör eder. Sonra ne olur bilir misin? Avcı artık avı yeni tuzağına, yani yuvasına doğru çeker... Av artık elimizde, hem biri değil ikisi birden.” Gülüşü yüzüne yayıldı. Alpler onun bu halini gururla karşıladı. Zafer her daim onunla pek tatlı olurdu.

Ormanda nefessiz at koşturdular. Uzunca bir süre hem de. Kalın ağaçlar arasından geçerken yine bir taş düştü kucağına. Ayın yarım ışığı altında baktığı bu taş yine bir kalp şeklindeydi. İki tarafına baksa da kimse yoktu etraflarında. Alplerine baksa da onlar kendisini muhafaza etmek için önden gidiyordu. Kalbi şüphe tohumlarıyla büyürken aklına en çok getirmek istediği ihtimal doluverdi.

Omurgasından bacaklarına kadar bir ürperti hissetti. Kalbi, hayatında hiç bu kadar korku ve panikle çarpmamıştı. Bir baykuş gibi kafasını her yöne çevirse de kimsecikler yoktu. Aktolga’nın boynuna yasladı başını. Hayaller gerçek olmak ister miydi? Şüpheler hakikate döner miydi? Yalanlar doğruya ulaşır mıydı?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 09.08.2025 00:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...