16. Bölüm

15. BÖLÜM: MASKELER VE GÜVEN

Siyavuş
syavus

 

 

15. BÖLÜM: MASKELER VE GÜVEN

 

 

SORGU ÖNCESİ

Hançer, kalbinin temizliği ve güzelliğinin yanı sıra epey yaralı ve sivrilmiş bir çocuktu. Annesi onu doğururken ölmüş ve tam anlamıyla kimsesiz kalmıştı. Babası, zaferden zafere koşan bir komutanken nihayet tahta geçmiş başarılı bir Kağan oğluydu. Meşgul ve yorgun bir babaydı Kağan Giray. Hayatta sevdiği hemen herkesin ölümünü görmüş ve sevmeye değil sevmekten çekinmeye evrilmişti kalbi.

Hançer, babasının gözünde doğuştan güçlü olmak zorunda kalmıştı. Babası hayatında ilk defa kaybederken kazanmıştı ve ikisinden birini seçmek gibi bir hataya düşmüştü. Bu da daha doğduğu ilk gün babası tarafından da yalnız bırakıldığının alameti olmuştu. O günden sonra onlarca kadın tarafından büyütülüvermişti. Hançer, sarayda etrafında dönen kadınları uzaktan korunma ihtiyacı görerek izlemiş bir çocuktu.

Kuzenleri ise o üç yaşındayken saraya getirilmişti. Berk Giray o gün odasında bir köşeye sinmiş çaresiz, korkmuş ve kimsesiz o bakışlara acımıştı. Onu, ruhunun yelkenlerini indirerek kanatları altına almıştı. Yıllar sürecek o kadim bağ düğümlenmişti. Berk için Hançer, Hançer içinse Berk ruhlarından ve güzel ahlaklarından verebilecekleri bir dolu güzelliğin paylaşımcısı oluvermişti.

Birinin sadece duygusuz hizmetçisi varken diğerinin sımsıcak anne kucağı vardı. Birinin saçları börküne sığmaz habire kayıp dururken diğerinin tüm kıyafetleri özenle üstüne giydirilirdi. Biri elinde avucunda ne var ne yoksa vermeye dünden razıyken diğeri amcasının yerine tahta geçirilmek üzere gök gözlü bir adam tarafından eğitilmeye başlanmıştı bile. Biri bir gün çocuksu hırsı ve sivri dilliliğiyle ani bir karar ,zaten bilinen ve onaylanan bir gerçeği, verip veliaht olduğunu söyleyip daha sonrasında sırf tüm sevgisini verdiği o ruh üzülmesin diye kurulu tüm siyaseti alt üst ederek hakkını ona verirdi. Biriyse akıbetinden haber dahi alamazdınız.

Zedelenen güvenler ve yetemeyiş...

İntikam almak güç işi değil akıl işidir. Aklını iyi kullanmayan herkese intikam, bir kan gölüdür hem de kendi kanının gölü.

Hançer Hatun, sadece öfkeli olduğunu söyleyip intikam almak isteyen ucuz biri değildi. Bu intikamın kendisinin de fark etmediği birçok karanlık nokta vardı. Bunu da ancak zaman ilerledikçe öğrenecekti. Bu yola çıktığında amacı en hızlısından Kağan Giray’ı hakkı olan tahttan indirmekti ama yolu öyle bir yoldu ki her taşın ve insanın altından bir sır ve bedel çıkıyordu.

Sırlar çözülmek, bedeller ödenmek için vardı. Ama şimdi daha bir farkındaydı var olduğu dünyanın. Yine yaşından büyüktü. Yine şüphe duyuyorum yine hayatı olmak istediği kişiden farklı biri olmasını istiyordu. Dostlarını çağırmıştı. Tüm zaafiyetini göz yaşını gören, senin dostun biziz diyen o güzel yürekli insanları çağırmıştı.

Karanlıktan ve gizemi hala havada kalmış bir kılıç ve onun sahibi, faili meçhul anıları olan taşlar ve insanlarda duyumsadığı bazı tanıdıklık hissiyatı, bir zafiyet ve uyku halinde gelen iki hayal. Tüm bunları en güvendiği beyin takımına açıklamak istiyordu.

Otağısına girince son derece yıkıktı. Gözlerini yerde süründürürken başını kaldırdı, tam karşısında dostlarını görünce içinden bir bahar yeli geçti . Aylar sonra onları ilk defa görüyordu. Sevgi ve sevda dolu, utangaç, titiz Ediz işte ona o masum bakışlarla bakıyordu. Onu gördüğünde İynem’i nedense hep yanında hayal ediyordu.

Hemen yanında dobra, bir kraliçe edasına sahip, anaç yapılı ve tutku dolu güzel yüzüyle Gökçe vardı. Ve elbette onun bir adım arkasında duran kişi, küçüklüklerinden beri Gökçe’nin kuşağını adeta kaçmasından korkarcasına tutmuş, iri ve yapılı vücudu, kolayca köpüren mizacı, babacan ve mahcup gülüşüyle Aslantaş’tı.

Hançer, nadire düşen gamzeli gülüşünü yüzünde büyütürken Ediz’in arkasında gri çantası çapraz bir şekilde boynundan geçirilmiş, sessiz, halsiz ruhlu ama pek zeki şifacısı Yiğitcan’ın gözlerine baktı. Çantası gibi gri renkti gözleri. Ve tabiki de yine arkada bir gölge gibi duran Timurtaş vardı. Elleri havaya kalktığında Gökçe hızla onu kolları arasına alıp sarılıvermişti.

Aslantaş burnundan soluyup Gökçe’yi omzundan tutup yanına doğru çekti. Havada gibi hisseden Gökçe ona sertçe baktı ama Aslantaş'ı kolunu çok güzel bir gülüşle Hançer’e uzatmış kol kola selamlaşırken görmesiyle öfkesi buhar olup uçuvermişti.

Hançer minnetle onun asla kavranamayacak kalınlıktaki kolunu tutarken gülümsedi. “Gökçe yaptığı yemekleri sanki daha çok sana veriyor gibi. Görmeyeli daha bir güçlenmişsin. “ dedi. Aslantaş muzırca gülüp Gökçe’nin gözlerine baktı.

“Ne haddimize bizim yemek yememiz Hançer Hatun. Ancak o yer, yer de etlenip durur. Sonra da içim daralıyor, ha bire öfkeleniyorum diye sızlanır at üstünde. Az biraz daha kuşağını çekersem sanırım kıyafetlerine sığabilir.” Herkesten bir kahkaha yükselirken tek gülmeyen Gökçe’ydi.

Kaşlarını çatıp ellerini belinin iki yanına koydu. “Sen benimle nasıl dalga geçersin? Ben etimden yemeğimden gayet memnunum! Ben o cümleyi dere kenarına çamaşır yıkamaya inen kızlar sana bak-“

Gökçe hızla ağzını kapatıp şaşkınca ve parıltıyla gözlerine bakan Aslantaş’tan uzaklaşmıştı. Nasıl böyle bir şeyi ağzından kaçırırdı? Bugün Hançer’e cidden çok farklı şeyler yaşatıyordu. Dostlarına güldü ve Gökçe’nin itiraf edemediği duygularından ötürü rahatsız olmaması için bir gölge gibi arkada duran Timurtaş’a baktı.

“Hoş geldin dostum.” Hançer ona doğru adım attığında Timurtaş yüzünü kaldırmadan kollarıyla tokalaştılar. “Oba nasıl?” diye sordu yüzüne bakması için ama Timurtaş başını kaldırıp karargahtaki postuna bakıp, “Sana hasret ama bir o kadar da aynı.”

Bir rüyadan çıkarcasına Hançer’in kolunu bıraktı. Bu değişim canını sıksa da üstelemek istemedi. Aralarında ufak bir sessizlik baş gösterince bunu ilk bozan Gökçe’nin ileri geri giden ayaklarının halıda bıraktığı tok adım sesleriydi.

İleri geri adımlar atan Gökçe, gözlerini Hançer’e çevirdi. Utangaçlığı çabucak geçmişe benziyordu. “Bizi ilk defa çağırdın. Bunun sebebi ne?” Timurtaş, kaşlarının altından karanlık bir edayla bilinmeze baktı ve Gökçe’nin sorusuna bir de kendisi neden aradı.

“Tüm olayları yakından inceliyorum aslında. Üstelik baskın için zamanlama harika. Bir sorun var ki biz görmüyoruz herhalde. “ dedi. Hançer başını aşağı yukarı sallayıp Timurtaş’ı onayladı. “Baskın ve karargâh için her şey tamam ama sizce de havada kalan bir şey yok mu?” diye sordu.

Buna ilk tepkiyi veren Aslantaş olmuştu. Kaşlarını kaldırıp reddetti. “Saldırmazlık siyasetin için mi havada kalan adımlar olduğunu düşünüyorsun?” anlamazca gülümsedi. Hiddeti saman alevi gibi hızla tutuşmuştu yine.

“ Yanı başında eski iktidarı devirmiş ve yerine daha kötü bir iktidar gelmişken ve o da senin başkentini bir karargaha çevirirken kim senden hareketli bir siyaset gütmeni bekleyebilir Tanrı aşkına, bu çocuk oyuncağı mı ?” Cümlenin başı sonu yine Aslantaş’tı, onun zekasından bir örnekti.

Yiğitcan, çadırın içindeki enerjiyi hissetmeyle meşgulken ondan cevap gelmiş olması pek bir şaşırtıcı olmuştu. “ Hançer’in demek istediği, maskelere bürünmüş insanların olması. Maskeler güveni zedeler. Ona önce kimde maske gördüğünü sorun. Uyuşmayan kim veya kimler?”

Hançer şaşkınlıkla aydınlanmış gözlerle bakan üçlüye içinden gülerek baktı. Yiğitcan, nokta atışı bir zekaya sahiptir. Postuna doğru yaklaşıp elinde kitabı bir şeyler sayıklıyordu bir tür ritüel gibi.

Timurtaş nihayet ilgiyle Hançer’e baktı. “Kim? Neden?” Hançer için bunu söylemek pek bir zor geldiği için derince nefes aldı. Çünkü artık derin sorgulamalar ve araştırma bir işe yaramıyordu. Gözlerinin içine baktı “Yağmur Gürkan Bey.” dedi. Hepsi aynı anda gözlerine baktılar. Bunu hiç mi hiç beklemiyor oldukları açıktı. Aslantaş, inkar edercesine bağırdı.

“Bu da nerden çıktı? O seni başa geçirmek için uğraşan en büyük adam. Annenin boyu sana bulaşmaması için aylarca onlarla savaşan tek kişi. Tahta geçmen için çırpınıyor. Bu na-“ Hançer bir alev gibi parladı. “ O, Berk ölmemiş olsaydı hiçbirini yapacak bir adam değildi! Elindeki tek koz benim ve dilese de hiçbir şeye göz yumamaz şu andan sonra. Çünkü ben Kağan olursam o Atabey olacak.”

“Hangi maskesi bunu sana inandırdı?” Yiğitcan usulca sorduğu soru ile dikkatleri üstüne çekti. Aslantaş inanamıyor gibi baktı. “Buna sen de mi inanıyorsun? Deliliniz ne?” Sorusuna farkındalığı artmış bir kişinin durgunluğu ile bakan Gökçe cevapladı. “Hançer’in obaya kaçırılışında onu buraya getiren tek kişi Atabey Alemdar’dı. O yoktu. Neden?

Daha sonra gelecekti ve üstelik Hançer için görevlere atılarak otoritesini yeniden ele alacaktı çünkü kendisine emanet edilen bir çocuğa sahip çıkamamıştı. Geçmişten gelen deneyimli bir Atabeyi olarak burda yükselecekti. Kaldı ki sırf Hançer küçük yaşında büyük tepkiler vermesin diye babasının öldüğünü dahi saklatmıştı.

Atabey Alemdar yüreğinin ne kadar temiz olduğunu gösterdi ve hakikati tek elden itiraf etti. Şu andan itibaren de fazlasıyla dikkat çekiyorsa bunun tek bir açıklaması var:

Sakladığı bir şeyler var... Onun sarayla anlaşmadığını nerden biliyoruz? Küçük yaşından itibaren delice şeyler düşünen Hançer’e bir ilaç vermediği, zihninde hep ölümü ve ölüyü yaşatmaya çabalamadığını ne biliyoruz?

Tıpkı bugün buraya gelme sebebimizin bir şüphenin zehri olduğu gibi bazı soruların üstüne çok da düşünmemek gerek. Çünkü bazen şüphe en büyük cevaptır.” Aslantaş ilk defa Gökçe ile muhalefet olmuyordu çünkü onun en güçlü olduğu an şu an olabilirdi.

Hançer dolaşmaya başladı. Bir yukarı bir aşağı. Ona katılıyordu. Parçalar ve bazı şüpheler beyninde birleşirken konuştu. “Sürekli üzerimde buz gibi olan bakışlarına rast geliyordum. Çadırdan çıkıp gittim ve uzun süre geri gelmedim. Ama içimde sürekli bir uyku ihtiyacı vardı. Rüyalarımsa... her neyse. Gece, bana uyumam için bir şeyler vermiş olmalı.”

“ Ben ormandan döndüğümde hala uykuluydum. Biri yanıma geldi. O ve Berk’in yansıması vardı zihnimde. Ama dokunuşunu birbirlerinden ayırt edemedim. Sanki ikisinin de parmakları aynı gibiydi. Yaydığı his aynıydı. Hangisiydi bilmiyorum ama dokunan kişinin söylediği şey öyle ağırdı ki... O bana,” hepsi ona merakla baktı. Timurtaş sıktığı dişleriyle yanına adımlayıp kolunu kavradı.

Gözleri hiç bu kadar karanlık bakmamıştı. Hançer’e de bir şey olma ihtimalini asla kaldıramazdı. “Sana. Ne?” diye sordu . Hançer gözlerine bakınca bir ilk oldu. Bir damla yaş sessizce çenesine kadar aktı. Timurtaş göğsüne közlerin oturduğunu düşündü o an ve eliyle kimse görmeden Hançer’in gözyaşını sildi. Güç istiyordu Hançer ve Timurtaş onu ilk defa göğsüne bastırarak gidermeyi diledi.

Ve yaptı da ama Hançer güçlü kadındı, inattı. Onun göğsüne başını koyduktan çok kısa bir süre sonra kendini toparlayıp herkesi yaralayacak o gerçeği haykırdı.

“Rüyamdaki her kimse bana sadece şunu söyledi: Ptifordy Doğu Obaları baskınında öldürüldü.” Şimdi gözünden bir yaş daha aksa Timurtaş o yaşı asla silemezdi. Dizleri ilk defa titredi ve koca cüssesi yere düşmemek için direğe tutunmak durumunda kaldı. Gökçe anında ellerini ağzına siper etti.

Aslantaş, hayalet gibi durmuş, Yiğitcan ise kitabına yüzünü siper etmiş hızla akan gözyaşlarını gizliyordu. Timurtaş göz kırpıştırmaya çabaladı. O kadar emindiler ki onun yiğitliği ve cesurluğundan ölmeyip kaçtığına.

Özgür ruhluydu Ptifordy bu yüzden bir süre sonra geri döneceğini sanmışlardı. Cellattı o, cellatlar ölür müydü hiç? O Hançer’in tanıdığı en güçlü kişiydi ama ölümü... içinde yükselen haykırmayla gücünü tüketircesine bağırdı.

“Bana bunu kim söyledi, bilmiyorum! Ama bildiğim tek bir şey var o da artık şüphe ettiğim kişilerin artışı ve savaşma arzum!” Timurtaş, Gökçe, Aslantaş ve Yiğitcan bir müddet hakikati sindirmeye çabalarken Hançer durdu. Gözleri bir noktaya daldı ve büyüdü.

İktidar, ordu, savaş, cellatlar, baskın, ölüm, bakışlar, dokunuşlar, uyarılar, kalpli taşlar, karanlık silüetler, zümrüt kılıç, Altuğ, Veliaht töreni, George, Yağmur Ata, Kurt Ata, Atabey Alemdar, gizli müttefik, Kuzey Ragnar, Kara Yürek, Kara Ozan...

Bir amacı vardı tüm bunların. Anlatmak istedikleri bir hakikat, göstermek istedikleri bir yol vardı. Önce ve sonra vardı. Beyninde birbirine giren parçalar vardı ve ilk defa bu kadar büyük bir zelzele içinde cereyan etti.

Gökçe’ye hızla baktı. Önceye odaklanmak istedi. “Gökçe, sen bir Kuzeylisin. Oranın iktidarı Kuzey Ragnar, nasıl bir siyaset izliyor?” Gökçe yeni yeni durulmuşa benziyordu. Gözleri kocaman olurken burnunu çekti. Kararlı, bilgili ama bildiklerini çok da biliyormuş gibi hissettirmeyerek dile getirdi.

“ Savaş karşıtı bir yol izliyor. Yani son aldığım duyumlar Yakut Hanlığı ve Buz Boylarının de onun yanında tarafsız ve savaşsız bir yol izlediği yönünde.” Hançer mırıldandı. Tam da düşündüğü gibiydi. Dünya yuvarlak mıdır bilmezdi ama bu coğrafyada başkentler bir yuvarlak halindeydi ve köşesi olmayan her türlü oyun mübahtı. “Yani, bu savaşın sadece benim ve George arasında olmasını istiyorlar.”

Aslantaş dudaklarını büktü. Gökçe’nin bu davranış değişikliğini çözümleyemedi. Yine de söylediklerine inandı. Hançer’in gözlerine kararlıkla baktı. “Neden peki? Bu pek saçma. Balamiz hep nefret edilen oldu. Şu anda senin için toplanan orduya destek verseler Balamiz diye bir yer kalmayacak belkide? Bu bir çemberse çemberin en çürüğü Balamiz.”

Aslantaş tek nefeste konuştu. Yiğitcan başını iki yana salladı ardından kitabını çantasına koyarken konuştu. Ağladığı için gözleri de sesi de buğuluydu .

” Bunun iki açıklaması var. Birincisi Hançer’e verilen destek ve ordu sonucunda onun intikam amaçlı bir Ölüm Meleği'ne dönüşme riski. Eğer öyle bir olay yaşanırsa neden buralarda kendi elleriyle bir ’CELLAT ‘oluştursunlar ki? İkincisiyse iki tarafın birbirini kırıp geçirme ve sonsuz bir döngüde yok olmaları. Bu sayede geniş ve verimli topraklar onlara geçer.”

Hançer içinde kahkaha atan şeytanı susturdu. beyninde dönen sözcükler gerçekten inanılmaz ipuçları gibiydi. Ve cümleler dile gelerek kulağına şunu fısıldadı.

İktidar, ordu, savaş, cellatlar, baskın, ölüm, bakışlar, dokunuşlar, uyarılar, kalpli taşlar, karanlık silüetler, zümrüt kılıç, Altuğ, Veliaht töreni, George, Yağmur Ata, Kurt Ata, Atabey Alemdar, gizli müttefik, Kuzey Ragnar, Kara Yürek, Kara Ozan...

”Karanlık içinden gelen bir zümrüt kılıç, yakut gözler... ” dedi Yiğitcan. Hançer, gözlerinin içine duraksayarak baktı, evet aynı şeyi düşünüyorlardı. Hançer bunu daha önce düşünememiş gibiydi. Aslantaş kaşlarını çatarak yere odaklanırken beyninde şimşekler alevlendi.

Cevabı büyük bir heyecanla aynı anda Hançer ve Yiğitcan haykırdılar. “Yakut Hanlığı!” Hançer, tüm dostları ile göz göze geldi. Bu bir devrimdi işte! Timurtaş ve diğerleri, “Nasıl?” diye sorarken biri dikkat çekti.

Cevabı ise Gökçe’nin şaşıracağı üzere hızla Aslantaş verdi. Çünkü onun anlamadığını düşünüyordu. Lakin o da diğerleri gibi hızla aydınlanmıştı. Geniş cüssesi içine çektiği nefesle kocaman oluvermişti. Usulca verirken konuştu.

“Çünkü Hançer’e değer veriyorlar. Onlar taraflarını senden yana seçmişler. Kılıç vermek dostluk demek, bağ demek. Ve bu da gösteriyor ki el altından seninle iletişime geçmek, arayı pek sık tutmak istiyorlar. Bir şeyler hesap ediyorlar lakin ne?”

Yiğitcan, Hançer’in börkünün olduğu yere doğru eğildi. Hançer onu düzeltmemişti. Yiğitcan börke bakıp durdu. İşaret parmağıyla burnunun göz torbasıyla kesiştiği yeri bir sıra halinde aşağı yukarı hareket ettirdi. Aşağı yukarı ve derisi kızardı. Aşağı yukarı ve derisi kızardı.

Aşağı yukarı hareketi bitmeden henüz, aklına gelen şeyin içine doğmuş olması ile adeta haykırdı. “Bir bağ! Kılıcı sana veren ile aranda bir bağ var. Kılıç Yakut Hanlığı sembolü ve onun seninle aranda bir bağı olduğunu ima ediyor! Yakut Hanı ile aranda bir bağ var ve bu müttefiklikten de ötede! Kan bağı kadar kuvvetli...”

Hançer durdu. Gerilere gitti. Şu anda tahtta olan Yakut Hanı, Veliaht Töreni’nde saraya gelen yeşil gözleri, endamlı duruşu ve görmeyen Kızıl Kum Veliaht’ı Bengü Şah’ın koluna nazikçe giren kişi olduğuydu.

Kan bağı kadar kuvvetli bir bağın aralarında olmaları imkansızın ötesindeydi. Onun gözünde iyi bir izlenim bırakmadığını adı gibi biliyordu Hançer ama bir şüphe tüm hakikatten daha kıymetli değil miydi?

Yakut Berk Han iyi biriydi ve cana yakındı son gördüğüne binaen. Görüntüler gözünde netleşirken Berk ile ikisinin birkaç dakikalık bakışma ve konuşmaları gözünde canlanıyordu. Bir veliahtla dahi çok kolay konuşurdu Berk.

Bu yüzden hep en gözde Berk’in bu özelliği olurdu. Dili her zaman kuvvetli ve zekice konuşurdu. O anda da sanırım adaş olmaları hakkında konuşuyor olmalılardı. George’u hepsinin gözü önünde dövmüş olmasına mı bağlıyordu ki bağlarını? Ama onlar değil miydi babası öldürüldüğünde susmak zorunda kalanlar?

Her susuş bir mecburiyet taşırdı. O halde, susma sebepleri mi onu ilgilendiriyordu? Susmaları bir sırrı mı bastırıyordu? Berk’in ölümü, babasının ölümü, intikamı hangisi?! Timurtaş gözlerini gözlerine eğdi. Bir şey yakalamış gibi duruyordu.

“ Balamizlere en yakın hanlık onlardı. Birbirine en yakın onlar. Senin savaşa girmen bir muammayken ortaya çıkan karargah haberi ile adımların hızlanmadı mı? Tüm dikkatler Girayhan’dayken tahtı ele geçirmen için tahtın etrafını oyman gerektiğini senden önce düşünmüş biri olmalı. Ve bu, Yakut Han’ı olamaz.”

Hançer Giray, gözlerini kapatıp açtı. Yakut Berk Han neden onun siyasetine karışıyordu ki şayet böyle bir yardım varsa? Ve böyle bir yardım da yoksa ona destek olan kimdi ? Altuğ olma ihtimalini düşündü ama eğer böyle bir şey varsa ona söylemez miydi?

Timurtaş gözlerinde gördüğü karanlık soruları anlarcasına devam etti. “Buraya sen uyurken gelen de seni bilen ve tanıyan biri olmalı. Yoksa bu bilgi bir pusula ile de verilirdi. Demek ki, bir amaç var işin ucunda.”

Dişlerini sıktı Timurtaş. Sesinde nefret ve kin vardı. “ Bir menfaat, bir oyun ya da...” Aşk mı ne demek istiyordu Timurtaş yoksa cümlenin devanında... Müttefik de belli değildi ittifak da. O halde bunu da Hançer’in kendisi çözerdi.

Sabırsızca nefes koyuverdi. Uyurken yanına gelebilecek ve amacı yahut başka niyeti olabilecek tek bir kişiyi tanıyordu. Gözlerinin etrafı kesik kesik kırıştı ve dudağını esir eden gülüşle zaferini ilan etti. Nihayet yanına kimin geldiğini çözmüş bulunuyordu. Arkadaşlarına döndü.

Hepsi Ptifordy’nin ölüm haberi sonunda dağılmıştı. Onları toparlaması ve bu meseleyi daha da uzatmaması gerekiyordu. Bir intikam daha belirmişti bozkırda. Göz göze geldiklerinde aylar sonra kabullendiği o gerçeği nahifçe dile getirdi.

“Kara Yürek, geri dönmüş.” İçinin titremesi yine yıllar önceki gibiydi. Yine terkedilmemiş, hep sevilmiş gibi duraksız çırpınıyordu. Artık emin olduğu bir noktaydı bu ve Hançer ilk defa sertçe bu gerçekle karşılaştı. Donup kalmıştı kalbiyle baş başa. Ya da bu sadece bir ön izlenimdi.

Dostları ne demeleri gerektiğini bilmediği için başlarını önüne eğmişti ama Gökçe sanki yara aldığını görmüş gibi panik dolu adımlarla yanına gelip omuzlarını kavramıştı. Sahi Hançer bunca derdinin arasında hangi birine yanmalıydı? Yanmış mıydı? Aşk yarası, yanık gibidir demişti eski oba beyleri onlara. İzi ömür boyu kalır diye tembihlerdi. Geçmemiş miydi yani?

Yıllarca korumayı başardığı düz ve keskin ifadesi kabul, düşüyordu ama şu anda bir daha asla toparlanamayacak gibi bir hali mi vardı? Asla! Gökçe onu nazikçe dürttü. “Hançer? İyi misin? Ha, söyle kendinde misin?” Hançer gözlerine baktığında hiçbir ifade okunmayacak kadar içine kaçmıştı sanki o anda. Yine saklanıp kaçmak istemişti. Bu sefer herkes üstüne doğru doğru yürüdü. Ona yalnız olmadığını göstermek istediler belli ki.

Ama onun istediği ve konuşmak istediği tek bir kişi vardı. Kalbinde yaşayan, kalbi olan kişiye. İlk adına, Yürek’e... Yürek’e sarılmak ister gibi Hançer’in bedeninden uzaklaşmıştı o bakışlar. Yürek, kafası karışmıştı ama kahkaha atıyordu. Mutluydu ve Hançer’e de mutlu olmasını söylüyordu.

Coşkun bir enerjisi vardı ve bu harikaydı. O’nun geri dönmesi demek onu her türlü tehlikeden koruyacak oluşuna yoruyordu Yürek Giray. Onun gülen gözlerine bakan Hançer ise sadece başını çevirip nefes almakta çözümü buluyordu. O hiçbir kalp yarasında onu koruyamamıştı...

Gökçe, esefle nefesini bıraktı. “Bu kadar zorluk ve fikirle nasıl yaşıyorsun?” Hançer uyanır gibi irkildi ve etrafına şöyle bir bakış attı. Boş gözleri karşısına odaklandı. “Alışmaya başladım ve...” gerisini getiremedi sesi nedense içine kaçmış gibiydi.

“Yok olan ailem içim yaşıyorum. Onların istediğini, sevdiğini, kaybettiğini kucaklamak için varım artık. Ve bu bana sürekli yalan söyleyen ve terk edeni affetmek pahasına dahi olsa...” Sonra sustu tekrardan. Ondaki bu suskunluk sorgulanmayı gerektirmiyordu. Dostları bunu alttan almaktan başka hiçbir şey yapamadı. Derken Hançer eliyle onlara çıkmaları gerektiğini işaret etti. Lakin dostları ve Timurtaş hiç böyle bir veda görmemişti.

Hançer bazen adının hakkını veriyordu. Gökçe kararsız kalsa da kafasını sallayıp birkaç dakika içinde herkesi dışarı çıkardı. Atlarına binen dörtlü tek kelime etmeden obaya doğru at koşturmaya başladılar. Bugün ellerinden geldiğince alp toplayacaklardı. Asla boş durmuyorlardı ama Hançer bunu görmese de olurdu. Kendi savaşı etrafında dilediği kadar çabalayabilirdi zira hep arkasında olacaklardı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 16.08.2025 11:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...