
20.Bölüm: YÜREK DAĞ’I
~Pervasız olmak istedim ama göğsümde taşıdığım yüreğime köz oturunca bundan vazgeçtim. ~
Börü Giray atının üstünde adeta uçarak saraya girdi. Ayaklarını ateşe atmışlardı sanki ama bedeni panikten hiçbir şey hissetmiyordu. Tek hissedebildiği kalbindeki derin korku ve sevgiydi. Merdivenleri çıkarken sendeledi ve ellerinden destek alarak daha hızlı çıkmaya başladı. Sağa döndüğünde hemen şifahaneye girdi.
Küçük ince bedenini görünce dilinden feryat tonunda, “Evladım...” sözü çıktı. Köz gibi yanan yüreğinden çıkan birkaç sözcükten biri buydu. “Gözümün aydınlığı...” elleri titremeye başladı. “Yüreğim...” Ayaklarını güç bela yattığı yere taşıdı.
Hareketsiz yatan bir çocuk vardı önünde. Canı çekilmiş, mor dudaklar ve eller... Büyük Bilge, göz yaşı içinde yatağın diğer tarafında diz çökmüştü. O ne ara gelmişti? Bir an Büyük Bilge’yi Ural Bey’e benzetti ama bu umurunda olan son şey bile değildi... Berk, soluk soluğa son anda girdiği kapıda gördüğü manzara karşısında donakaldı. “Yürek?” dedi, umutla. Durmadı, hızla yaklaştı ve mor ellerini tutup kavradı. “Yürek, ben geldim?” Geç kalmış olmazlardı değil mi?
Yürek, nefessiz bir şekilde yatıyordu. Börü Giray, saçlarına uzandı. “ Canım...” Kimse bir şeyler demeye ve duymaya cesaret edemiyordu. Neler, oluyordu? Bir gürültü koptu koridorda. Yağmur Ata, yanında genç bir kızla gelmişti. Genç kız, bakışlarını yere çevirmiş adeta bir ölüye bakmamayı istiyordu. Börü Giray’ın kızı ölü olamazdı!
“O kim?” Berk’in sorusuna Yağmur Ata cevap vermedi. Börü Giray kızının ölmesini asla aklından geçirmemişti. Ama karşısında, onun yaşından büyük bir genç kız görmek acı gerçekle onu yakmıştı. “Hayır!” sesi tüm sarayı inletti. Heybetli koca adam, bir çocuk gibi ağlıyordu. Yağmur Ata, Kağan’ın yanına çöktü. “Lütfen, lütfen sakin olun. Onu yaşatmanın bir yolunu biliyorum, inanın bana!” Börü inkar ederek başını sallıyordu. “O ölmüş, onu koruyamadım... Yavrumu, canımı koruyamadım! Onu ne geri getirebilir!”
Yağmur Ata, zamanın darlığından ötürü ona cevap vermedi. Genç kızı yanına çekip Hançer’in göğsünü açtı. “Nihade, seni doğuran kurdun adını anarak başla!” Genç kız o andan sonra türlü şarkılar söylemeye başladı. Her sözü bambaşka her bir ezgi ayrı bir büyüydü... Tek anlaşılan Gök Tanrı’nın adı ve Umay Ana’nın bereketli sözleriydi...
Berk, göz yaşları içinde ellerini tutuyordu. Börü Giray kederle kızının başına başını yaslamıştı. Sırrını aklına getirdi. Hançer, Umay Ana adına yaşardı! Yaşamak zorundaydı! Herkes içinden türlü dualar ediyordu. Nihade, dikkatlice büyüsünü bitirdi ardından yarayı inceledi. Yara onun sözlerine kulak verdi. İçinden yalvardığı Gök Tanrı’dan ona yeni bir hayat vererek uyanışını diledi. Börü Giray öpüp sıktığı ellerin bir anda hareketlendiğini, dümdüz duran göğsün aşağı yukarı acıyla yükseldiğini gördü.
Bir anda kamlar ve şifacılar Börü ile Berk’i uzaklaştırdı. Takip etmekte zorlandıkları birkaç işin ardından Hançer’in çığlığı gökyüzünü yardı.
Yürek, artık dağlanmıştı...
Acı bir çığlıklar sonra Nihade ayağa kalktı. Yağmur Ata onu hızlıca saraydan çıkardı. Nihade’yi ne Börü ne saray yönetimi görmeden, kim olduğunu dahi sordurtmadan gözden kaybetti. Bir kişi o kıza dikkatle bakmıştı... O da, kızı sonsuza kadar aklına kazıyacaktı...
***
“Baban nerde?” Nihade başını başka yana çevirdi ama Yağmur Ata onun ağzını tutup kendisine çevirdi. “Bana cevap ver Nihade!” Nihade gözlerinden yaşlar akarak ormanı gösterdi ve ardından bağırarak ağlamaya başladı. “Ormanda! Benim yerime üç kişi buldu! Benim başarısız bir cellat olduğuma inanıyor! O senin kardeşin ama nedense sana hiç benzemiyor!”
Yağmur Ata, sinirle çenesini bıraktı. Kardeşi, uzun yıllardır cellatlık yapıyor elini, gerek masumların gerek zalimlerin kanlarına buluyordu. Şimdi de kızını reddetmişti! Sinirle yüzünü sıktı ve elleriyle ovaladı. Ardından biraz daha sakinleyip Nihade’ye baktı. “Yanındakiler kimmiş?” Nihade gözlerini silip yere çömeldi.
“ Birinin adını kendisi koydu. Erkekti o. Diğeri kızdı. İsmi hazırdı onun. Ptifordy’miş. Beni onlar için reddetti!” Yağmur Ata elini kaldırıp onu durdurdu. “Üç kişi dedin. Üçüncüsü kim? Onlardan sonra mı geldi?” Nihade başını salladı. “Bir erkek. Geçen gün şans eseri gördüm. Onlar kadar tecrübeli değil. “ Yağmur Ata, gülümsedi. Eline daha önce böylesine bir fırsat geçmemişti.
İpleri eline almak denen şey bu olsa gerekti.
***
Aradan yıllar geçmişti. Dağlanan yüreğe merhemler yarayı sağaltmıştı. Berk, on bir yaşına geçmişti. Hançer ise sekiz yaşına. Yaşadıkları tüm o zor günler geride kalırken, Hançer saldırıya dair hiçbir şey hatırlamıyordu. Tek bildiği dağlanan yüreğiydi. Berk ve Börü o günden beri üzerine titriyordu. Yaşadığı ağır günlerin ardından gün yüzü görmeye başlamıştı. Hanedanın dağılan üyeleri birer birer sağlık dileği iletmişti. Adar’ın haricindeki halaları ve dedesinin dostları da birer mektupla geçmiş olsunlarını iletmişti.
Hançer için tehlike çanları ilk kez o gün çalmamıştı ama uzun bir süre tüm kötü olaylardan uzak tutulması için bu olay yeterli olmuştu. Çocuk aklını dostu düşmanı sınıflandırırken henüz başına gelecekleri bilmiyordu. Berk, son bir yıldır çalıştığı kitapları bir kenara koydu. İlim Ocaklarından geçemediği ders kalmamalıydı.
Amcası ile sabah görüşmesini yapmak için pek bir hevesliydi ama evvela uyuması gerekiyordu. Hevesle merdivenleri çıkarken hala uykusu olduğu gerçeğini öteledi. Üç yıldır aralıksız amcasına, Hançer’e ve devletine yakışır biri olmak için çabalıyordu. Bu hayatta ve sarayda bir yeri olduğunu kendine kanıtlamaya ihtiyacı vardı.
Gerek aldığı dersler ve talimler gerekse öğrendiği sırlar olsun onu çok başka bir çocuk yapmıştı. Ama ne kadar büyüse de hiçbir şey kanlı bir savaş meydanında deneyimlenmediği müddetçe yok sayılırdı. Bu yüzden elinden geldiğince kılıçla okla talim yapıyordu. En büyük eksikliğini kapatacak mükemmellikler arıyordu kendinde.
Geceleri uyumuyor gündüzleri oturmuyordu. Yürek’in başına gelenler güvenlikteki eksikliği göz önüne getirmiş, bir muhafız adayı olarak gerekeni yapmaya çabalıyordu. Amcası ve Uruz her ne kadar yeterli gelse de saray yöneticileri ondan bunu yapmasını ısrar ediyordu. Zira herkes onu bir veliaht adayı olarak yetiştiriyor sanıyordu. Ama o bunu bilmiyordu.
Bu yüzden gücüne güç katacak her şeye vardı. Birazdan saatler nasıl geçti anlamazdı zaten. Kapıyı ne olur ne olmaz diyerek çaldığında Yürek’in uykulu sesi çalındı kulağına. İçeri girdi. Gözlerinde gördüğü sevgi dahi Berk için yeterdi. Uyumaya direnen ama en çok da uykuyu isteyen...
Onunla oyun oynadığını anlamaz sanıyorsa yanılıyordu. Şakalaşarak hemen yanı başına geldi. “Sen yine uyumayıp beni mi bekledin?” Sanki onunla her gece rastgele karşılaşıyor gibi yapıyordu. Oysaki ondaki bu beklentiyi bile kendisi oluşturuyordu. Yürek elinde tarağı ve çiçek özlü kokuların olduğu suyu ona gösterip başını salladı ve yattığı yerden doğruldu.
Berk, yatağın ucuna oturup bağdaş kurdu. Yürek hızla ona arkasını dönüp tarağı kenardan uzattı. Berk taraktan evvel uzanıp suyu alarak işe başladı. Sonra tarağı alıp suda ıslattı. Yürek’in güzel koyu kahverengi saçlarını usulca taramaya başladı. Yürek, hizmetine verilen kadınları çileden çıkaran bir çocuktu.
Anne sevgisi ve ilgisi ne bilmeyen birinden hizmetçileri kabul etmesini bekleyemezlerdi. Küçük huysuz kuzeni en gerideki anılarından beri onunlayken başka birini hayal dahi edemiyordu. Kız kardeşine duyduğu sevgiden başka bir duyguydu bu.
Özenle saçlarını tarar, giyeceği kıyafetleri ona seçer, uyumadan evvel ona hikayeler ve destanlar anlatır, tatlı tatlı sarılır sonra da ela gözlerinde gördüğü bağlılıkla gece yatağında zümrüt yeşili gözlerini yumamadan dururdu. Ona bakmak, Berk için her anlamda bir gelişim ve olgunluk demekti Hançer.
Oysa kardeşlerinde hiç böyle şeyler yaşamıyordu. Berk’in bir ağabeyi bir de kendisinden küçük bir kız kardeşi vardı. Ağabeyi Kutlu, sakin ve huzurlu biriydi. Asla devlet işlerine yahut veliahtlık mevzularına bulaşmazdı. Kız kardeşi Uldız ise annesinin eli altında büyüyüp serpiliyordu. Herkes kendi yolunu bulmuş, hayata tutunmuşken Yürek, hiçbir yolu tutamamıştı.
Annesizdi, mezarı sarayın çiçek bahçesindeydi ve Hançer çok sık o mezarda vakit geçirir ama kimseye de oraya gittiğini söylemezdi. Bundan utanan tarafı hala baskındı. Bunu, ben bile güç öğrendim. Çünkü içten içe kendini suçluyordu.
Berk elbette bunun sebebini biliyordu. Ne ona ne de amcasına çektiklerini unutturamazdı ama keyiflerini bozacak şeyleri yok edebilirdi. Kağan Börü Giray bir lanetle uğraşırken ve askeri anlamda zorluklar yaşarken kızı için de vicdan azabı duymasın istiyordu. Her şeyi hal yoluna koymaktan başka bir şey istemiyordu. Ordunun huzurunu korumaya çabalasalar da yolunda gitmeyen şeyler vardı. Asker eskisi gibi değildi. Generaller, yüzbaşılar hatta yöneticiler bile eskisi gibi davranmıyordu.
Saygı yavaş yavaş azalıyor, başıbozukluk artıyor yer yer şehirde yağmalar yaşanıyordu. Halk, öfkeyle sesini yükseltiyordu. Börü Giray, elebaşlarını herkesin önünde infaz ediyor ama bu askerlerin durmasından çok ateşlenmesine sebep oluyordu. Bu yüzden Börü Giray bir yılda on yıl yaşlanmıştı.
Ona baktığında ne zor bir yaşamı olduğundan başka şeyler de görüyordu. Saçları elinden su gibi akan bu kızdan esirgenen hayatı düşündükçe öfkeleniyordu. Küçük ellerinin dizine dokunduğunu hissedince eğilip ona baktı. Bükülen küçük dudağı duyguluydu. “İlk defa saçımı acıttın Berk.” Berk, tarağı çekip derhal başının üstüne öpücüğünü kondurdu. Küçük kız, öyle içli ve zavallı bir şekilde ağlıyordu ki gözlerinden süzülen yaşın acısı kalbine hançer saplanmış kadar acıtmıştı.
Sanki dağlanan yüreğinden sonra hiçbir acıyı kaldıramıyor gibiydi. Ve evet, Berk Hançer'in şu son günlerde ona ağlayan yanını ilk defa keşfediyordu. Gerçekten çok mu yalnız kalıyordu?
Berk üst üste öptükçe Yürek daha çok ağlıyordu. Ona bakmak için ayağa kalkıp önünde dikildi. Küçük kız, öyle büyük üzülmüştü ki dizleri üstüne çıkıp başını Berk’in boynuna saklamış ağlamaya devam ediyordu. Berk onu, ondan daha büyük olan kolları ile sararken saçlarını okşuyordu.
Kendine lanet ederken Yürek daha da yürek yakan şekilde ağlıyordu. Hayır bağırarak ağlamıyordu. Mırıltı şeklinde küçük ve korunulası bir şekilde ağlıyordu. Berk, kulağına sesinin gitmesi için çabaladı.
“Özür dilerim Yürek. İlk defa oldu, senin canını asla yakmam biliyorsun.” Yürek boynuna daha çok sarıldı. Yürek, canını yakan kimse ona pervane misali çekilmeyi bilendi ve bu kişiler babası ile Berk’ten başka kimse değildi. Ama bu odanın dışına çıkınca dönüştüğü Hançer, canını yakanın canını almasını bilen olacaktı.
Birinde yaşından daha küçük davranırken birinde yaşından çok büyük davranıyordu. Berk, yüzünü yüzüne çekip bakmaya çalıştı. “Söylesene, özrümü neden kabul etmiyorsun? Sen üzülürken benim de üzüldüğümü çok iyi biliyorsun Yürek.” Yürek, gözlerine suçlulukla bakıyordu.
Berk, sahte öfkesi altında kızı süzdü. “Yoksa başkası sana bir şey mi yaptı?” Tabi ya! Hançer olduğu zamanlarda kuyruğu dik bir ejderhayken Yürek olduğu zamanlarda ürkek bir taydan farksızdı.
Yürek’in yanaklarını tutup korumacı yanıyla hiddetlendi. “Kim! Söyle Hançer kim!” Ona bir tek öfkelendiği anlarda Hançer derdi Berk. Onun dışında onardığı yüreğini korumak ister gibi Yürek derdi her zaman. Yürek, usulca başını salladı. “Söyle Yürek? Seni ben korurum ki?” Hançer gibi baktı gözleri. Eyvah, dedi Berk o anda. “Bana amcam kötü davrandı.” Pekala, bunu hiç beklemiyordu. Yine mi karşılaşmışlardı yani? Nasıl olur!
“Bana yok edilesi biri olduğumu söyledi. O günü hatırladım. O gün, çok korktum ben... Berk, sen beni sevmiyor musun? Babam sevmiyor mu? Ben yok olursam siz üzülmez misiniz?” Yürek, ağlamaya başlayınca Berk’in kalbi sancımaya başladı. Babasının ona olan kininden çok korkuyordu. Yürek’e bir şey yapacak olmasını kaldıramazdı.
Uzanıp her iki yanağına yumuşak buseler kondurdu. Bu, her zaman sevginin diliydi. Yürek, ağlamayı durdurup şükreder gibi tekrar boynuna atıldı. Onu birilerinin seviyor oluşu kadar güzel hiçbir duygunun olmadığını düşünüyordu. Ama Berk, gergindi. Babası, neden ona böyle kinliydi? Yürek, kendisinden daha güçlü olan Berk’e sığınırken uykusu gelmiş gibi esnemişti.
Berk onu yatağına yatırırken yanaklarını tekrar sildi. Alnına uyku öpücüğü bıraktığında Yürek ilk defa hızlıca uykuya daldı. Yürek amcası canını yakınca Berk’in sevgisizliğinden korkmuştu. Bunun sebebi onları birbirine benzetmesi, bir aile olmalarıydı ama Berk babasını asla aileden görmüyordu ki?
Odasından birkaç mumu açık bırakıp kendi odasına doğru yürümeye başladı. Koridorun sonuna geldiğinde odasında onu bekleyen babası ile ürktü. Ayakta durmuş, Yürek’in güç bela onun için adını yazdığı yamuk yazıların olduğu mendili edepsiz bir gülüşle izliyordu. Odaya adımın attığında korkmuyordu, birkaç oda ileride uyuyan Yürek için ürküyordu. Yetişememe korkusu... Yarım bıraktığını tamamlaması korkusu...
“Seni gerçekten ben büyütseydim siyasetine hayran kalırdım. Börü’nün kızını kendine aşık etmeyi başarmışsın ha? Her gece koynunda uyutmaktan başka ne yapıyorsun onunla? Sana tavsiye vereyim. Onun o lanet babasından aldığı özelliklerini yok et. Evlendiğinde sana erkek gibi hissettirmez benden demesi?”
Berk, başını yere eğdi. Dişleriyle dudaklarını ısırıyordu. “Baba, biz küçüğüz onun hakkında bunlar doğru sözler olmuyor. Ben ona abilik yapıyorum. “ korkuyla nefesini verdi. “Ona zarar vermeye mi geldin yoksa?”
Kılıç Giray kahkaha attı. “Abilik öyle mi? Sevdim bu yalanını. Küçükmüş!” Kahkahası hızla durulup kolunu pençe gibi tutup yere düşmesini sağladı. Koca ayağıyla sert bir tekmeyi bacaklarına yedi. Berk’in inleyen sesi duyuldu. Kılıç hemen kapıyı kapadı. Yere çöküp saçlarını çekerek yüzünü yüzüne çekti.
“Bana o kıza olan aşkın değil zalimliğin lazım! Duydun mu beni?” Berk dehşetle geri çekilmeye çalıştı. Kılıç çenesine büyük bir tokat attı. Saçından birkaç tutamın Kılıç’ın elinde kaldığını hissetti. “Onu öldüreceksin! Duydun mu beni? Vereceğim zehirle onu bu gece gidip öldüreceksin!”
Berk korkuyla bağırdı. “Asla!” Kılıç sinsice güldü.
“O kız, ölmezse tahtın en büyük varisi olan ben başa geçemem ama oğlum? Onu Veliaht olmaktan korkutamıyorum ama seni korkutabiliyorum doğru değil mi? Bu yüzden onu sen öldüreceksin. Yoksa bunu ben yapar ikinizi de yok ederim? Ha oğlum?” Berk ölmeyi istedi. “Beni öldür baba, onun canına kıyamam!” Kılıç ters bir tokat daha attı yüzüne.
“Yapacaksın! Yoksa başlatacağım kıyamın suçlularından biri sen olursun.” Berk gözleri kan kırmızısı olurken eline tutuşturulan bir şişeyle dondu. Kılıç ayağa kalktığında kapıyı açtı ama donakaldı. Kılıç Giray çenesine yediği yumrukla içeriye sendelerken Berk hızla toparlanıp ayağa kalktı.
Kapıdaki heybetiyle korkutan, Kağan Börü Giray’ın ta kendisiydi. Kılıç çenesini tutarken saldırganlık göstermiyordu. Börü Giray, kinle kardeşinin yakasını tuttu. “Onların arasına nifak tohumu ekebileceğini sana düşündüren nedir? Kızımın canına dokunabileceğini düşündüren nedir?! Senden yaptığın ihanetin bedelini almayacağımı kim söyledi?”
Art arda attığı yumruklarla babası yeri boylarken Börü Giray gözünde daha da büyümüştü. Börü, Kılıç’ı yakalarından tutup kapıya çaldı. Yüzünden dumanlar yükseliyordu adeta. Berk odasının soğuk olduğunu bir kez daha anladı.
“Şimdi tasını tarağını alıp bu sarayı terk ediyorsun! Bir daha seni oğlum ve kızımın etrafında görürsem ölürsün! Merhametim sınırda bilmiş ol!” Kılıcı açtığı kapıdan fırlatınca olayların arkasında karmakarışık bir Berk kalmıştı.
Askerler arkasına bakmadan kaçan Kılıç’ın sadece arkasından gidebilmişti. Zira Börü, yakalama emri vermiyordu. Onları ve yandaşlarını kızdırıp iç karışıklığa mahal vermeyecekti. Bu oyuna gelmeyecekti.
Berk, elinde tuttuğu zehri saklamak için hamle yapmıştı ki, Börü onu görüp elini uzattı. Zehri yalvaran gözlerle ona uzatırken, “amca...” dediyse de Börü olgunlukla karşıladı. “Kalk oğlum.” Berk, uzattığı eline zehri verdikten sonra boşalan eliyle amcasının kalın bileğini tutup ayağa kalktı. Amcası, yüzündeki kan izlerine ve kızaran saç diplerine bakınca başıyla, benimle gel dedi.
Berk, onu takip ederken babasından hiçbir iz görmedi. Koridoru izlerken Yürek’in odasında durdular. Berk utançla yere bakarken Börü içeriye girdi. Börü Giray’ın bu dünyadaki cennetiydi Hançer. Öyle masum öyle temiz ve güzeldi ki kendi canından onun canına vermek istiyordu. Uzanıp yatağının baş ucuna çöktü.
Kızının saçlarını ileriye geriye taradı. 8 yaşındaki şu minik kızı göğsündeki nefesle yaşatmak istedi. Ama Börü ona acı olmaktan başka hiçbir işe yaramıyordu ki? Uzanıp saçlarına daldırdı yüzünü. Burnu her hücresini acı çekerek soludu. Karısının kopyası karşısındaydı ama karısı ebedi cennetteydi. Ağırdı. Yaşamı her anlamda ağırdı...
Yürek, uyanırken babasına mutlulukla sarıldı. Börü de kalın kollarını tek kolu kadar kıza sardı. Dudağında nadir görünen gülüş vardı. Kızının her zerresine doyasıya bakıp öpmüştü. Hançer uyku sersemi ona karşılık veriyordu. Berk, yüzü kızaran bir şekilde onları izliyordu.
Ne olursa olsun, Hançer babası tarafından tapılası derecede sevilen bir çocuktu. Sevginin gösterim dili farklı olsa da Hançer babası tarafından hep sevildiğini bilecekti. Börü, küçük burna üst üste birkaç öpücük bıraktıktan sonra uykuyla mahmur elalarına derince baktı. “Cennetim,” dedi duygu dolu sesiyle.
“Sen yaşa diye cehennemi kucaklamaya hazırım. Baban seni her zaman ölümüne seviyor.” Hançer derin kıkırtıları ile babasına öpücükler verdi. Büzüşen dudağı uykudan dolayı öylece kalarak uykuya dalıverdi. Börü Giray o dudağa uzun uzun baktı. Bir çocuk tarafından sevilmek çok farklıydı. Bir savaş kazanmak kolaydı ama bir çocuğun kırgın kalbini onarmak, ona yeniden kalbini açıp pürüzleri yok etmek çok zordu. Börü bu duyguyu kızıyla ilk defa tadıyordu.
Kendini affettirdiğini bilerek ayaklandı. Berk ile göz göze geldiğinde, “Onun kalbini ve geleceğini ben verdim ama koruması senin görevin evlat.” Berk, saygıyla sağ elini soluna bastırdı. “Şüpheniz olmasın Kağan’ım. “ dedi. Börü dudağında bir gülüşle ona kapının dışını gösterdi. Önden çıkarak taht odasına yöneldiler. Yolda muhafız alayı komutanı Uruz’u gördü.
Berk’in hayran olduğu, Hançer’in muhafızıydı o. “Gözlerim övüncü Uruz! Dostlarından birkaçını kızımın odasına gönder. Sabaha değin orda kalacaklar. İşin bittiğinde yanıma gel.” Uruz, sertçe yumruğunu göğsüne vurdu. Sert çehresi, kara kaşı kara gözü , heybetli bedeni ile tam bir muhafızdı. Berk ona nutku tutulurcasına bakarken Kağan Börü Giray odasına girdince ona yetişmek için hareketlendi.
Onun odası, gür ağaçların ardındaki Tanrı Dağlarını görecek mevkideydi. Odanın içi gümüş renginde döşeliydi. Kapının solunda kalan yerde tekrar bir kapı vardı. O kapı, divan odası denen karar merkeziydi. Pencerelerin yanında uzunlukları farklı kılıçlar ve ham maddesi farklı zırhlar vardı. Berk görüntüye büyülenmişti. Burası bir Kağan odasıydı. Kağan Börü Giray, kenarları sarı oymalarla süslü deri kısmı da dahil olmak üzere gümüş bir tahta oturmuştu.
Bu kısma ilk defa geçmişti. Onun öncesinde hep toplantı odalarından birinde vakit geçirmişlerdi. Berk ellerini göbeği hizasında bağlayıp başını yere eğince Börü Giray, elini ileriye doğru uzatıp onu durdurdu. Berk omuzlarını dikleştirdiğinde ciddiyetle soludu. Kağan Börü Giray kısa bir sessizlik içinde odada durdu. Kapı çalıp içeriye Uruz girince sol kolunu sol dizine yaslayıp öne doğru eğildi.
“İkinizi de bugün buraya getirmemin elbette bir sebebi var. Öncelikle sizden rahat davranmanızı istiyorum. Benim için bir iş gördüğünüz vakit sakin ve kaygısız olacaksınız.” Berk ve Uruz aynı anda göğüslerine vurdu. Kağan Börü başını beğenmiş bir şekilde salladı.
“Uruz, kızımın odasına yeteri kadar nöbetçi dikildi mi?” Uruz, başını evet anlamında salladı.
“Evet Han’ım!”
“ Güzel, eğer hazırsanız sizinle bir husus hakkında konuşmak istiyorum.” Kimse haddi olmadığı için suskunluğunu devam ettirdi. Börü, ayağa kalkıp ikisinin arasında sırtı tahta dönük şekilde ellerini arkadan bağladı.
“İkinizin canı, benim canlarıma yoldaşlık eder. Uruz sen benim, Berk sende benim kızımın canına. Bu sebeple sizin gibi değerli yoldaşların kendisinin farkında olması benim için elzemdir. “ Uruz’a ilk dönen gözleri otoriterdi. “Dağlarda bir hareketlilik var. Özellikle ipsiz sapsızlar tarafından destekleniyor. Bunu yapmak isteyen Kara Ozan adında bir genç. “ Onun tahmini on beş yaşlarında olduğunu düşünüyorlardı. Börü sözlerine devam etti.
“ Onun, ne sarayıma ne de ülkeme herhangi bir zararının olmamasını istiyorum. Muhafız kaideleri gereğince yeni ve küçük bir ordu kuracaksın. Ve başında ben emir verene kadar duracaksın. Olurda bir gün ben olmazsam...” Berk hızla başını çevirip amcasına baktı. Ama amcasının bir şakası yoktu. Ciddiydi.
Başıyla Berk’i işaret ettiğinde Uruz’un gözlerinde bir şaşkınlık peyda olsada derhal toparladı. “Olur da, sana ne kadar bekleyeceğini söyleyemezsem Berk’in emrine boyun edeceksiniz. Hepiniz. Tüm ordu ve hanedan..” Berk bunu istemezdi! Hançer varken neden oydu? Börü Giray’ın sözleri bitmemişti. “O yeni meydana gelen asiyi sindirin bana yeter. İlerde bize sorun olmasını istemeyiz. Girayhan üniformaları üstünüzde olmayacak. Bambaşka birileri olarak onları topraklarımdan uzak tutacaksınız.”
Otoriter bakışları Berk’e değip geçti. “Hanedan, güvende değil. Kılıç’ın ailesi, kız kardeşim Adar Hatun ve oğlu, kızım Hançer hiç ama hiç güvende değil. Saraya daha çok sahip çıkacaksınız. Girenler çıkanlar büyük bir özenle seçilsin. Mutfak bölümü, kışla bölümü, talim alanları asla savunmasız kalmayacak! Anlaşıldı mı?” Uruz derhal başını eğip selam durunca Börü, elini onun omzuna koyup başıyla kapıyı işaret etti. Uruz, hızla kapı dışına çıktığında tüm ilgi Berk’in oldu.
Börü Giray , yeğeninin omzuna elini koyunca gülümsedi. “Sana gelince evlat, senden canımın parçası kızımı tıpkı bugünkü gibi ölümüne savunmanın istiyorum. Onu korumanı, ezdirmemeni istiyorum.” Berk, gözleri hüzünle ve utançla küçülürken başıyla onayladı. “Sana, az önce bir görev verdim Berk. Eğer ben yaşamazsam o orduyu sen idare edeceksin. O ordu ile arkanız hep berk olacak.”
“Kağan’ım...” dediğinde Börü Giray, “Amca.” diye onu düzeltti. Berk dudaklarını ısırarak “Amca,” dedi. “Ben, Yürek’i ne pahasına olursa olsun korurum. Ama, o senden sonra geliyor. Yönetmek onun hakkı. Ben bu görevi alarak onu ancak üzerim. Kendimi suçlu hissederim. Bari, o büyüyene kadar benim yönetimimde olsun ordu. Ondan sonra onun olsun. Amca...” cümlesinde eklemek istediği tek bir nokta vardı.
Kafa karışıklığını giderecek tek bir nokta lazımdı. Börü, ona olan güven duygusundan ötürü devam etmesi için cesaretlendirdi. “Amca, ona neden cennetim diyorsun? Ona neden cenneti vaat ederken kendinize cehennemi layık görüyorsunuz? Ben, haddim değil ama merak ediyorum. Neler oluyor?” Börü Giray donuklaşan gözlerini Berk’e dikti. Amcasının nefes aldığını dahi anlamıyor, öyle bir donuk bakıyordu. Berk gerilirken Börü nihayet yavaşça gözlerini açıp kapatarak konuşmaya başladı.
“ Ölüm, Berk. Ölüm yaklaşıyor. Beni bulduğunda seni ve kızımı güçlü bulmak istiyorum.” Suskunluklarını Uruz’un yeniden gelmesi böldü. “Kağan’ım!” dedi elini göğsüne vurarak. “Sırrınızın kervanı geldi. İçeriye girmek için bekler.” Börü’nün gözleri ilk defa bu kadar ışıldadı. Kollarını iki yana açarak, “Gel Alemdar Bey! Gel sır kervanı!” diye bağırdı.
Berk içeriye giren heybetli uzun adamı görünce meraklandı. Kimdi bu Sır Kervanı? Börü ile Alemdar Bey sarıldıktan sonra Berk ona elini göğsüne vurarak bir selam verdi. Alemdar Bey, “Bu o mu?” diye sorunca Börü başını sallayarak yeğenini kolunun altına aldı. Alemdar Bey bundan memnundu.
“O halde Kağan’ım beni daha fazla tanımasına gerek yok.” Börü Giray onu onaylayıp Uruz ile tekrardan çıktığında Berk hiçbir şey anlamadı. Amcasına döndüğünde ona önceden bakıyor oluşu ile şaşırdı. “Amca, o kimdi? Ne için geldi?” Aralarında gelişen bir diğer büyük sır da buydu işte. “O Hançer’in Atabey’i Alemdar Bey’dir Berk.”
Hemen bağlantı kuran beyni aydınlandı. “Benim için getirdiğin Yağmur Ata gibi mi?” Börü Giray başını salladı. Kağan Börü’nün şüpheci yaklaşımı içine sirayet etmişti. “ Ola ki bir gün birinizden birine bir bela gelir o zaman sizi ayağa onlar kaldıracak. “ Berk’in içini bir şüphe kapladı. “Ama Hançer benim Atabey’imi hiç sevmiyor. Onu öldürmek istiyor hatta! Amca, gelecekte bu hiç iyi bir tercih olmaz. Ben, benim de içimde şüphe var artık...“
Börü Giray’ın yüzü yüzüne doğru eğildi. “Onun şeytani parlaklıktaki aklı, düşünceleri ve bağlılığı emin ol evlat, bir gün ihanet etse dahi sen ondan bile yararlan diye ayaklarına gelecek. Ve hayır, Hançer’in ondan nefret etmesi işimize gelir. Nefret ayakta tutar. Bu savaşta sen benimle çarpışırken Alemdar ve Yağmur onu bir elmas gibi işleyecek. Onların kendisine kattığı değerleri sonradan öğrense de sorun olmaz.” Bir anda çok ciddi baktı.
“Düşünmediğim kadar farklı bir hayat yaşarsanız şayet durma, ilk işin Alemdar'a güvenmek olsun. Anladın mı evlat?” Berk başını sallarken başındaki ağrıyla sızlandı. O anda Börü başına sıcacık bir öpücük bıraktı. Her iki çocuğun da yarasını saran bu Kağan, böylesine hain bir aileyi hak etmiyordu...
“Amca?” dedi ağlayan sesi. “Söyle evlat.” dedi babacan gür seda. “Hani bazen çok kırılıyoruz ya? Üzüyorlar bizi. Nasıl ayakta kalacağım ben amca? Hala ağlıyorum baksana? Hançer’e nasıl göz kulak olacağım ben? Ya onu da ağlatırsam bu yolda? Ya sana yakışmayan bir yeğen olursam amca... Ben yapabilir miyim amca?” ağlayan çocuğun ağrıyan bacakları daha henüz kendini hissettiriyordu. Şoktan dolayı hissetmiyordu az önceye kadar. Amcası o başı ve elleri bir kere daha öptü.
“Evlat...” dedi ısıtan sesiyle. “Eline bir şişe zehir tutuşturanlar onu senin içeceğini bilemeyecek kadar seni tanımıyor. Oysa ben, neler yapabileceğini senden iyi biliyorum. Ve evlat, artık başkalarının yanında sakın Hançer’in bir zaafın olduğunu gösterme. Sakın zaaflarını gösterme çünkü bir komutan gücünü hep burdan alır. Seni sen yapan sevgin ve gücün olsun.”
“Bir gün düşman olursak yine ona karşı zaafım değil gibi mi yapmalıyım amca?”
“Bir gün seni anlamayıp sana zarar vermek istediği zaman bile. Hançer için sana karşı güdeceği düşmanlığın adı sadece bu olabilir evlat. Farklı yerlerde ve kaderlerde olmak var hayatta. Bu yüzden bunu Hançer unutsa bile kendin unutma evlat...” dedi ona sarılırken. Unutmayacaktı Berk. Çünkü, unutamayacaktı...
***
Yakut ile Giray’ı birbirinden ayıran doğal bir sınır bölgesi vardı. Batı dağları. Arkasında bir yangın bırakmıştı genç adam ve buraya sığınmıştı. Hak ettiği aileyi, yaşamı yaşayamayan herkes gibi öfkeli ve tehlikeliydi. Bu sebeple yakmaktan da öldürmekten de korkmuyordu.
Çevresine topladığı birkaç hırsız, dolandırıcı, asker kaçağı, köle ve hamalla kendisine bir düzen kurmaya çabalıyordu. Ve kimse onun kendisini yaşatmaya çabaladığını görmedi. Yanındaki cellattan ayrıldığı gibi kendine yeni bir düzen kurmak için ayağa kalkmıştı. Adı Ozan’dı. Sadece. Ama hayatı göz önüne geldiğinde kendisine sadece Kara Ozan dedirtti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 429 Okunma |
158 Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |