
21.BÖLÜM: FEDAKARLIK
~Hisler, insan doğduğu anda baş gösterir. Büyüdükçe de içinde boğuluruz. Yok olmazlar hiçbir zaman, hisler sadece maske değiştirir insanlar gibi...~
İnsanı dert usandırır hayattan. İnsanı acelesi sokar mezara. Yok olmak bir çözüm değil yok olmak bir son değil. İşte bütün mesele bu, hayat ve insanlarla savaş. Kuru bir can için çıkılsa bu yola vermesi ne kolay olurdu savaş ama insan can ve canan olarak yaratıldığından beri hiç kazanamamıştı. Can kazansa canan kaybediyordu. Bu yüzden kazanan her zaman hiçlik oluyordu.
Sevdiğini son defa görmek mi daha zordur yoksa onun seni bir daha göremeyeceğini bilmek mi? Onu karanlığa terk etmek mi daha zordur yoksa göz göre göre karanlıktaki mücadelesini izlemek mi? İnsana dert veren insan, derdini üstüne giyen yine insan...
Hançer her geçen gün daha da iyileşiyordu. Sarayın içinde aynı taşkınlıkların peşindeydi. Yağmur Gürkan Bey, Berk’e dersler verirken Hançer Alemdar Bey ile hala tanıştırılmamıştı. Bunda askerin baskısı büyük rol oynuyordu. Saraya daha fazla bilge gelmesi demek, bir oyun demekti. Kendi yerlerinden korkan askerler, büyük bir cesaret göstererek gelişini engelliyordu.
Börü Giray ise onları kendi aralarında kırdırıp doğru yola çekmeye çalışıyordu. Ne yazık ki yine her yol ölüme, öldürmeye çıkıyordu. Çocuklara hiçbir şey yansıtılmıyordu. Bu sebeple Berk, hep hevesli ve dinçti. Bildiği her şeyi Hançer’e de öğretmek en sevdiği şeydi. O esnada Börü Giray, aylar sonra aldığı kararla birlikte eline aldığı kalemiyle kağıda emrini nakşediyordu. Gelmekte olan kara günde bir şeyler kurtarabilmeyi çok istiyordu.
Börü Giray, elinde kalemi kızı için bırakacağı mektubunun son satırlarını yazıyordu. Tam bu sırada Berk yanına gelmiş, ayakta dikilip içine dolan kasvetten ötürü kendini suçluyordu. Börü ‘ye, babasının Hançer’i nasıl korkuttuğunu söylememesi gerekiyordu. Kim bilir şu anda Börü Giray ne yazıyordu! Bir süre yazısını bitirmesini bekledi.” Ne yapıyordun amca?” Börü gözlerini kederle yüzüne çevirdi. Mahsun ama mutlu bir gülüşle cevap verdi.
“Kızıma mektup yazıyorum. Sana da yazmamı ister misin?” Berk kızararak bakışlarını kaçırdı. “ Neden mektupta buluyorsun anlamıyorum amca.” Kalem son kez kağıda değdi. Başını kağıttan kaldırdı ve gülümsedi. “Çünkü bazen şartlar, anlatmayı değil yazmayı gerektirir.” Berk’in canı hızla sıkıldı. Neden yapayalnızmış gibi hissediyordu? “Amca. Başka bir yolu vardır elbette? Mektup bırakman sanki bize veda etme şeklinmiş gibi...”
Börü Giray mektubunu nihayet bitirmişti. Kalemi kenara koyup arkasına yaslandı. Dudağının kıyısında ufak bir tebessüm saklıydı. “Berk, dursam ne olacak? Aklından her ne geçiriyorsun unut. Sana da anlatamadığım çok şey var.”
“Konu babamsa onu uzak tutarım. Senin için her şeyi yapabilirim biliyorsun.” Kağan Börü Giray ayağa kalktığında devleşmişti tekrardan. Berk’in bir damla göz yaşı yanağına damladı. Babası yüzünden başını doğru dürüst kaldıramıyordu bile. “ Hançer çok üzülür amca. Veda deme bana... O her şeyden ve herkesten çok sana sarılmayı sever...” içli içli gözlerini sildi.
Bazı gülüşler, bilgelik doludur. Börü Giray kırklarının sonundaydı artık. Dudaklarının kenarları asil bir şekilde kırışmıştı. Saçlarının arasında aklar boy gösteriyordu. Sakalında eskisi gibi siyah kıllar da yoktu. Ama yine de Ayçiçek’in aşık olduğu adamdı. Merhametini kaybetmemiş ama artık ona da hasretinden değişmiş bir adamdı...
Başını iki yana salladı. “Bazı mutluluklar hayaliyle güzeldir evlat. Yaşanmasa da yaşanacaktan daha güzel olabilir... Bizim de hayatımızda buna yer yokmuş demek ki.” Başı yere düşen gencin hedefi amcasıydı. Ama Börü veda edercesine konuşmaktan vazgeçmiyordu. “Ben yıkılacak, sen yükseleceksin. Sen yok ederken Hançer var edecek. Bu işin doğasında var evlat. Hem bana bir şey olduğu da yok. Sen çıkardın bu konuyu...“
Berk’in yüreği acıyla sızladı. Omuzları yenilgiyle düştü. “Ama ben ona ne diyeceğim amca? Ya savaşta esir düşersen ona bunu nasıl anlatacağım? Ya da başka bir şekilde ölsen? Ben, başaramam... O bunu kabul etmez. Durdurulmaz olur, onu en iyi ben tanıyorum. “ O anda kapı çalmıştı. Börü hızlıca toparlandı ve girin, dedi. İçeriye girenleri görünce gülümsedi.
“Buyurun Beyler, bende sizi bekliyordum.” dedi genç adamın sözlerini geçiştirerek. Berk başını adamlara çevirip yutkundu. Alemdar Bey ve Yağmur Ata sorgulayan bakışlarla Berk ile Börü ’ye bakıyordu. “Kağan’ım, bizleri çağırmışsınız. Koştuk geldik.” dedi Alemdar Bey aylar sonra tekrardan geldiği saraya üstünkörü bir bakış atarak.
Son gelişinden memnun olmayan askerlerden dolayı gizli geldiği açıktı. Börü, tahtına otururken üçüde ayakta bekliyordu. Eliyle masaya yayılan daha önce yazdığı mektupları gösterdi. “Ben yıllarca savaştan savaşa koşan bir Kağan olarak bunu söylemekten asla utanmayacağım,” herkes pür dikkat ona bakıyordu. Gözlerine bakıp her şeyi anlatmaya başladı. “Kaybedebilirim. Ve kaybetmek, zaferin bir parçasıdır. Sizden son arzum, bana kızmamanız. Ben de insanım. Her şeyi anlattım.” Tam bu esnada Berk’in gözlerine baktı. “Sen hariç.” Berk ellerini yumruk yapıp başını yere eğdi.
Börü Giray, dik tuttuğu çenesiyle kalın sesini yükseltti. “İçten de dıştan da kuşatılmış olmak bana çok farklı bir savaş fırsatı verdi. Askerlerim, yöneticiler ve topraklarım eskisi gibi değil. Hepsi değişim ve yenilik istiyor. Bu yüzden öne sürecekleri isim Berk olacak. Lakin, Hançer varken bunu hiçbir zaman yapamayacaklar. Bu yüzden sizden sizden isteğim benim oynadığım oyuna sadık kalmanız.”
Berk, başını kaldırıp beylere baktı. Bir parça cesaret ve bir parça da neşe vardı bakışlarında. Börü, kaldığı yerden devam etti. “Masada açık duran mektuplar sizlere teker teker yazdığım mektuplar. Bunları alın.” Herkes birer mektup alırken Alemdar Bey’e henüz yazdığı mektubu işaret etti. “Onu da sen al. Eğer ben olmazsam bununla avunsun.” Alemdar Bey, derin bir gülüşle mektubu katlayıp göğsüne koydu.
Yağmur Ata, elindeki mektubunu alıp göğsüne koyup bir adım öne çıktı. “Kağan’ım, oyun dersiniz. Neler bildiğinizi bir de Berk duysun.” Börü, içten bir nefes çekti. Başını usulca salladı. O anda Berk heyecanla titredi. “Kız kardeşim Adar Hatun ve karındaşım Kılıç Giray benim üzerimden bir ittifak kurmuştu. Adar’ın yaşadığı ormana giriş yapılamıyor bile. Kılıç ile ne yaptığı hakkında tek bir malumat dahi alamıyoruz. Birileri onları gizliyor. Tabikide Kılıç Giray’da ortada yok.”
Gözleri yere odaklandı. “ Çok şey kaybedeceğiz... İhanetin dibini kazıyacağım ya galibiyetle ya da mağlubiyetle. Bu yüzden hepiniz bana güvenin. Olur da başarısız olurum, beni geride bırakın. Kapana kısılan biziz ama kanat takıp burdan uçacak olanları tahmin edemezler. Berk, Uldız, Kutlu ve Hançer burdan en hızlı şekilde çıkacaklar. “
Gözleri, gururla adamlara ve Berk’e baktı. “Ben, gözünü babasının otağında açmış bir çocuktum. Etrafımda kılıç, kalkan, yay ve ok vardı. Kardeşlerim ve ablalarım ellerimde büyüdü desem yanılmam... Annemin sevgiyle babamın mertlikle büyüttüğü ocağımızın, dedemin gölgesi ve bilgeliği içerisinde hiç dağılmayacakmışçasına koruyup kolladım . Küçük yaşımda babamın , dedemin ve amcalarımın ne çok savaşa çıktığına şahit oldum.”
Sesi geçmişe hasret, savaşa tutkun bir komutanınki gibi çıkıyordu. Hasretle ve yalnızlıkla bilenmiş benliğini yok sayıyordu. “ Onları gördükçe çok çalışırdım. Kardeşlerim için beş, anne babam için on, dedem için yüz kez çalışırdım. Bir devlet sahibiydik ve gücümüzü göstermemiz varlığımızı idame ettirmemiz gerekiyordu. Otağıda basit bir alp olarak da yaşayadabilirdim. Yapmadım, bey oldum, sonra yüzbaşı, binbaşı ve babam da ölünce Kağan...” derin bir nefes aldı. O günlerin zorluğunu tekrardan içinde hissetti. Şimdi hepsinin gözlerine bakıyordu. Berk’in boğazı daha önce hiç yaşamadığı hislerle düğüm düğümdü.
“Babam öldüğünde geride bir sürü toprak ve beylik kalmıştı. Babam, öyle savaşçı biriydi ki yaşasaydı ne bunlar yaşanırdı ne de kardeş kavgaları... Tüm yük, o günlerde varlıklarına dayanarak ayakta kaldığım ailem adına omuzlarıma devrildi. Orduyu, devleti, halkı ve aşkı o anda hiç öğrenmediğimi anladım. Yaşamım tam bir çileydi. Ben, bu hayata ait olmadığımı binlerce kez düşündüm ama bu hayat beni çoktan içine çekmişti...” buruk bir gülüşle gözleri yere çevrildi. Berk, hızla akan yaşını sildi.
“At üstünde kaç savaşa çıktım, kaç insanı anasız babasız koydum hiç bilmiyorum. Ama hepsi, bir amaç uğrunaydı. Yaşamla ölümün arasındaki köprü olduğumun gerçeğini avuçlarımda hissedince dedim ki, ben artık bir kağanım. Harcanmaya hazır hayatların üstüne basıp kendi hayatımı kurmalıyım. Yıllar yılları hiç kolay olmayan bir sevdayla dağlandım. Birlikte olmak için canımdan dahi vazgeçebilirdim. Ama o sevdamın dahi kendi içinde bir zorluğu vardı. Bizim bir evladımız olmuyordu. Onca insanın ve onca beyliğin kağanı olan benim bir evladım olmuyordu.”
Berk, usulca yutkundu. Beyler ise sinelerinde bir kor varmış gibi, Börü’nün son kez hayatını dinlerken kederle soludular. “Yalnız kaldım. Ayçiçek’im olmasa, tüm cihana küsecektim. Kokusunu içime çekmek için çıldırdığım bir evladım olmuyordu daha ne olsundu! Öylesine karanlıklaştım ki, kendi beyazım siyahımla karalandı. Ama bir gün, Ayçiçek bana, ‘Bir evladımız olacak!’ dediğinde yaşama tekrar tutundum. “ Berk hüzünle gülümsedi çünkü o en güzel varlık Hançer’in ta kendisiydi.
“Ayçiçek dirayetli bir hatundu, göğüs germediği hiçbir bela olmamasına rağmen, kızımı...” Berk’in kaşları derince çatıldı. Sanki o anı yaşayan kendisiydi. “Kızımı doğururken tüm ebelerin korktuğu başımıza geldi. O, canından vazgeçti. Kızım, annesinin öldüğü gün doğdu. Hayatım başıma yıkıldı. Anlamını yitirmiş bir hayat burdan sonrası...” Başını yarım döndürerek arkasındaki pencereye baktı.
“Yürek koyacaktık adını. Yürek, nahif demek. Ölümün uğradığı ilk yer demek. Ama, ben evladıma bu ismi veremezdim. Hayatta dik durmak istiyorsa ölmeyecek dimdik duracak bir ada sahip olmalıydı. Ve evet, adını Hançer koydum. Ondan uzak kalmak istedikçe adı gibi yüreğimi kesip biçiyordu. Kollarıma aldığımda da kalbimi öldürüyordu. Ona adını koydum ama bu en çok bana ceza oldu.”
Berk, keder dolu ifadesini gizledi. Beyler, ellerini sol göğsüne vurup başlarını yere eğdi. Ama Börü için yeterli değildi. “Onu annesiz koydum, babasız koydum ama bir kişi vardı ki hepsinin yerini ele geçirdi.” Tüm bakışlar Berk’in üzerinde toplandı. “O, öyle bir sevgiye sahip ki Hançer onu kanatsa dahi yine ona gider. Benden daha cesaretli o kişi ise yeğenim, oğlum Berk...”
Ayağa kalkıp tam karşısında durdu. Kocaman elini omzuna koyarak sıktı. “Vereceğim bu savaşta, olurda her şey tam tersine döner ve ben kızıma son kez bile sarılamadan ölürsem... Berk, onu sana emanet ediyorum. Atabeyler hep arkanda duracak.” Berk, yumruğunu sıkarak selam verdi.
Başı gururla havaya kalkmış, gözleri burukça ama mertçe ışıldıyordu. “Amca, bu hayatta verebileceğin tüm yeminleri sana tekrar ederim ki Hançer’in canını her ne pahasına olursa olsun koruyacağım.” Börü, içten bir nefes koydu eliyle Berk’in omzuna vururken. “İşte bu yüzden sen evlat...” dedi son kez. Tahtına oturduğunda önemli bir konuyu dile getirdi.
“Kılıç ve Adar’ın asıl hedefi benmişim gibi görünse de en büyük hedefleri Hançer. Zira o olmazsa en büyük ve güçlü veliaht Kılıç olacak. Hançer’in yüreğine saldırmasının sebebi de bu. Lakin, Kılıç hiçbir zaman abarttığım kadar büyük savaşlar başlatamaz. Buna ne onun ne de Adar’ın gücü yeter. Bu sebeple, onların tam karşılarına arkasında bizzat durduğum veliahtımı çıkartacağım. Hançer, Veliaht olarak ilan edilecek. “ Yağmur Ata, yan gözle Berk’i gözetledi.
“Kağan’ım, bağışlayın Hançer Giray asıl hedefleriyken neden onu ölüm pahasına da olsa veliaht ilan ediyoruz? Onun yerine Berk Giray veliaht ilan edilmesi gerekmez mi?” Berk çatık kaşlarla rekabetçi atabeyine baktı. Börü elini kaldırdı.
“Baba oğulun arasında bir savaş demek bu dediğin. Ve Hançer, Berk için çok büyük bir zaaf. Babası, daha öncede Hançer ile onu tehdit etti ve Berk seçimi kendi ölümünde görebilen biri. Lakin Hançer, bu konuda ondan daha iyi. Çocuksu da olsa bencilliği tam da istediğimiz şekilde güç arz ediyor. Dediğim gibi, Hançer’in seçilmesi doğrudan benimle alakalı bir durum. Bu sayede Berk bu savaştan uzakta bir yerde, onu koruyacak. “
Alemdar’ın kaşları havalanmıştı. “Kağan’ım, bu dediğiniz çıkar yol, olası savaşta sizin için bir kıyamet olabilir. Kılıç varsayalım ki savaşı kazandı ve ikinizi de öldürdü. Kendi ailesini sağ koyar mı o vakit? Oğluna sırf, size arka çıktığı için kıyacak.”
Börü başını salladı. “Benim de kastettiğim bu Alemdar Bey. Eğer Berk öne sürülürse muhtemelen Kılıç iktidarı için çocuğunu, ailesini öldürmeyi göze alacaktır. Ben o masumların canını korumak zorundayım. Kızımın durduğu yere gölgesi dahi erişemez. Ve ölümünü ben sağlayamazsam, Hançer muhakkak sağlar.”
Kısa bir seslilik peyda oldu. Berk, hüzünle yutkundu. Böyle bir babası olması için her şeyini vermeyi göze alabilirdi lakin asla öyle bir babası olmayacağı gerçeği bir yumru gibi boğazına oturmuştu. Kağan Börü Giray toplantıyı dağıtmadan önce son sözlerini söylemişti. “En kısa zamanda töreni yapacağım. Unutmayın, Veliaht Hançer olacak. Berk ise onun muhafızı. “
Berk, son iki yıldır bu sözü düşünüyordu. Amcası, gittikçe çöken göz altları ile günlerini geçiriyordu. Hançer on bir yaşında artık bir genç kız olmuştu. Bedeni değişip serpiliyor, taze güzelliği ile sarayda ışık saçıyordu. Günler geçtikçe kız kardeşi Ilduz ile daha çok kızların ilgileneceği şeyleri inceleyip öğreniyordu. Tabi yer yer daha kıskanç daha alıngan olsa da güzelliğinin nişanı olan gülüşü her şeyi örtüyordu. Berk, annesinin isteği üzerine yaş aldıkları için onu uzaktan seyrediyordu.
Annesine göre, onun peşinden ayrılmaması Kağan Börü’nün öfkesini kazanmasına yol açabilirdi. Berk tam da bunu anlamıyordu, yanlış anlaşılacak ne vardı ki? Hançer demek Berk demekti ve annesinin bulduğu bahane midesini alt üst ediyordu. Oba beylerinin oğullarını, diğer devletlerin veliahtlarını düşündükçe öfkeleniyordu. Nedenini anlamıyordu.
Hançer ve Uldız birlikte, Hançer’in anlamaktan uzak bakışlarla dinlediği bir konuya dalmışlardı annesinin mezarının yanında. Berk, bakışlarını kaçırıp onlara sırtını döndü. Surların tepesine giden gizli geçidi unutmamak için yukarı çıktı. Zaman o gün de sular seller gibi akıp gitmişti ufuklara bakarak. Son günlerde Berk hiçbir şeyden haberdar değildi. Daha çok Atalar ve Börü Giray arasında bir konuşma geçiyordu.
İyice dalıp gittiğinde bir ses duyuldu aşağıdan. Bağrışmalar hat safhadaydı. Berk hızla surlardan aşağıya indiğinde boğaz boğaza iki kişi gördü. Hançer, annesine bir düşmanı gibi bağırıyordu. Bu hadise kalbinin orta yerini kanatmıştı. Annesi, ona bir yaratıkmış gibi bakıyor ve azarlıyordu. İkisinin sarf ettiği çirkin sözler tüm yardımcılar, komutanlar ve muhafızlar tarafından duyuluyordu. Berk öfkeden deliye dönerek bağırdı.
“Kesin!” Herkes, öfkesiyle kocaman olmuş Berk’e dönmüştü. Muhafızlar ve komutanlar esas duruşa geçerken Hançer ona kırgın bakışlarla karşılık vermişti. Annesi bir şeyler söylüyordu ama ne söylüyordu algılayamıyordu bile. İkili bakışlarıyla birbirini yerken aynı anda orayı terk ettiler. Berk, içinde kaynayan hislerle deliye dönmüş gibiydi. Son günlerde olduğu gibi yine annesine ve kendisine söylediği kalp kırıcı sözleri aklına geldi. Ne annesi ne de Hançer rahat duruyordu. İkisine kalsa kavga kıyamet kopacaktı. Bu da onu çileden çıkarıyordu. Surlara çıktığında orada ağabeyi Kutlu Giray’ı gördü.
Kutlu Giray, upuzun boyu ile adeta bir mızrak gibi asildi. Cüssesi ve yakışıklılığıysa ender görülen cinstendi. Ağabeyi kolunu kaldırıp onu bekledi. Berk hemen göğsüne gelen boyunu abisinin kanatları altına bıraktı. Kutlu onu sarıp sol yanına yasladı. Koluna pat pat vurmayı es geçmedi. “Onlar için kendini üzdüğüne değmez. İkisi de farklı insanlar. Böyle olmaları doğal.”
Berk başını abisinin göğsüne bastırdı. “Ama abi, görmüyor musun neler olduğunu? Annem bu kadar sert ve Hançer bu kadar öfkeli biriyken ben sürekli aralarında kalıyorum. “ Kutlu eğilip yüzüne baktı. “Sen seçim yapmaya çalışıyorsun Berk. Bazen insanlar, her şeyi olduğu gibi bırakmalı. Anlaşamıyorlar mı, bırak. Seviyorlar mı, bırak. Seçim yapmak her zaman sandığın gibi işe yaramaz .”
Berk de başımı kaldırdı. “ Ama ağabey, onun anneme saygısızlık etmesini kaldıramıyorum. Anneminse onu zavallı bir köle gibi aşağılamasını kaldıramıyorum. Bu ne boktan bir şey böyle!” Kutlu Giray, uzun bir kahkaha attı. O gür ve kendine has engin sesi gülünce içinden cennetler çıkaran bir melodiye dönüşüyordu ve Berk, ağabeyini en çok gülerken seviyordu.
Gün geceye vardığında eskisine nazaran daha sakindi. Özlemek hissi delicesine kalbini sarıyordu. Uyku vakti yine Hançer’in odasının önündeydi. Öncesinde üzerini değiştirmiş, bir pantolon ve bir gömlek giymişti. İçeriye girmeden evvel derince bir nefes alıp verdi. Kırgınlığını bir kenara bırakıp içeriye girdi. Onu orda saçı başı dağınık kederli görmeyi beklemiyordu açıkçası.
Ona doğru yaklaşırken gözlerinde gördüğü yalnızlık hissiyle içi ezildi. Koca bir kaya, kalbinin üstünden geçivermişti sanki. Gözlerinden damlayan sessiz yaşlara dayanamadı, ellerini iki yanında yumruk yaptı. Karanlık bir gece, karanlık bir odada ve Hançer hiç uyumlu değildi. Hepsi keder anlamına geliyordu... Hançer’in gözleri, bugün ayrıldıktan sonra yaraladığı ellerine değdi.
İkisi arasında ilk hareket eden Berk olmuştu. Berk yatağın yanına yaklaştı. Hançer yatakta yana kayarken Berk elini yastığa vurdu bir iki kez. Hançer bunun uyu demek olduğunu bildiğinden reddetti. Berk, kötü görünüyordu uyuyamazdı ki? Hançer bir bahaneye sığınırcasına ofladı.
“Saçlarım darmadağın.” Berk bıyık altından gülerek ayağa kalktı. Tebessümünde acı vardı. Kendine değil başkasına merhamet vardı. Kendine hayat vereni sevme daha çok sevme isteği vardı.
Berk buranın karanlık olduğuna hükmederek üç mum yaktı. Gözleri acıyınca birini söndürdü. Mumların az uzağında olan tarağı da alıp tekrar yatağa geldi. Oturmadı. “O halde uzat bakalım saçlarını, tarayalım güzelce. “ dedi. Hançer, gözlerini kaçırarak sırtını döndü. Saçlarını geriye ittiğinde tarak hareket ediyor mu etmiyor mu anlamıyordu bile. Berk’in nefeslerini duyuyordu. O ayaktaydı ama ayakta durmaya mecali yoktu sanki... “Baban, neden sizden bu kadar nefret ediyor? Niye annen ona olan öfkesini hep bizden çıkarıyor?”
Berk, donuk gözlerle gülümseyen bir ses çıkardı. Tarağı en dolaşık saçlardan ustalıkla kurtardı. En son saçını tararken acıdı diye yaşına bakmadan ağlamasına az şaşırmamıştı. “ Neden Yürek? Sen söyle, neden sessizce ağlıyorsun?” diyerek kendi sırlarından sınırlarından onu uzaklaştırdı. Hançer elleriyle oynamaya başladı. Onu geçiştirmesi hiç yapmadığı bir şeydi. Sesi titrercesine çıktı. “Sen benim en kısık seslerimi dahi duyarsın. Gelirsin diye yüksek sese ihtiyaç duymuyorum. Ama bugün gelmezsin sandım. Tek başımayım sandım.”
Berk tarağı kulağının yanından indirdi. “Çok küçük yaşlarımızdan beri uyuduğun her gece yanında beklerim ben. Korkmadığını gördüğümde giderim. Kavga ettiğimizde yahut sana kırıldığımda geç de olsa gelirim ama gelirim. Sen gelmeme ihtimalimi düşünme.” Hançer gülümserken bir anda yüzü düştü.
“ Ama ben iyileşirken sen hiç üzüntülerini bana anlatmıyorsun. Ve bir gün gideceğini biliyorum. Yabgu olursan bir gün o zaman çok ayrı kalırız. Uykularıma yetişemezsin. Üzüldüğünü dahi bilemem ki?” Berk taramayı bırakıp omzunun üstünden yüzünü yandan görecek kadar eğildi. “Ölürsem belki ama yaşadığım her anda ben seni görmeye gelirim Hançer. Şimdi uyu, yarın çok zor bir gün olacak.” dedi aklına gelenlerle.
Hançer yine hiddetlendi. “Annen, veliahtlığımı elimden almak istiyor. Babamın benden başka kimseye bunu vermeyeceğini akledemiyor!” Berk derin bir nefes verdi. Bu konular kadar nefret ettiği başka bir şey daha yoktu. Ve Hançer, yine burdan saldırıyordu. Uzaklaşarak tarağı kaldırdı.
“Hançer... Kimsenin sözü seni harekete geçirmesin. Sen ne diyorsan herkes bunu böyle kabul etmek zorunda zaten. Kağan kızı sensin. Korkma, ne ben ne ağabeyim senin yerini almayacağız. Anneme kızıp herkese saldırıyorsun yapma böyle. “
Hançer hareketlenip tam tersi döndü. Kaşlarında dalgalanma vardı. “Ama sen varsın Berk! Olmuyor, yapamıyorum. Kendime varis benim diyorum ama sana baktığımda benden çok sen hakediyorsun gibime geliyor. Ama sen üstüne alınmıyorsun bile bu konuları. Ben doğru yapıp yapmadığımı da anlamıyorum! Neden? Neden geri çekiliyorsun!”
Berk omuzlarını kavrayarak gözlerine baktı. “Hayattan alabileceğim hiçbir tat yok çünkü. Hak etsem dahi isteğim yok. Öyle bir his bu. Ben seni bir taht için asla üzüp kırmam Yürek.“ Hançer elini kaldırıp eline dokunmak isterken Berk hızla geri çekildi. Hançer daha sert konuşmaya başladı. “Bana kızgınsın değil mi? Sana çok zarar veriyorum? Baksana, seni babandan bile koruyamıyorum Berk...”
Berk, dalan gözlerini başka yana çevirdi. Bu hususta konuşmaktan nefret ediyordu. Zamanla kırgınlıkları geçerdi elbet. Hançer’de büyür ve hata yapmazdı artık. Dalan gözlerini yerden kaldırıp Hançer’in gözlerine dokundurdu. Zoraki bir neşeyle gülümsedi.
“Sana ne kadar kırılsam da bir şekilde bunu atlatıyorum. Takılma sen bu detaylara. Üzülme artık. Hem ben sana ne dedim? Biz beraber Kağan olacağız. Senin Kağan varisi seçilmen benim için onur verici. Ben de senin askerin olurum. Senin için savaşırım. Ama sana karşı asla savaşmam Yürek .“ Hançer, inanmasada gülümsedi. Gülüşleri artık ikisinin de yaralıydı.
“Bence o kadar emin olma, ikinci Kağan olmak için hala oku yaramadın?” Berk sıkıntıyla oflayarak derhal kapıya doğru adımladı. Sabah saraydan çıkmak için diretince onu oyalamak için bir oyun başlatmıştı lakin oyun başında patlamış gibiydi. Yaşadığı rahatsızlığı gizlemek için bunu duymamış gibi yaptı. Elini yastığa vurdu.
“Derhal uyu Yürek. Bana bu bahsi bir daha açarsan bozuşuruz.” Hançer kıkır kıkır gülerek yerine geçti.
“Bana kızmazsın değil mi?” Berk mumları söndürmedi.
“Barıştık mı?”
Kapıya doğru ilerlerken son kez arkasına baktı. “ İyi geceler Kağan Hançer Giray.”
Hançer büyük bir gülümsemeyle karşılık verdi. “İyi geceler Kağan Berk Giray. “
Berk, sızlayan her uzvuna rağmen gülümseyip odasına girdi. Odasına girdiğinde ilk iş olarak. Börü Giray’ın dediği gibi eşyalarını ve mektubu düzgünce yerleştirdi. Daha sonra aynaya bakarak gözlerini izledi.
Kızaran gözlerini kapatıp açtıktan sonra amcasının şahsi odasına girdi. Börü Giray, ay ışığının içeriye sızdığı pencerenin önünde duruyordu. "Amca, yarınki tören için hazırım.” Börü Giray, başını aşağı yukarı salladı.
“Aferin Berk. Şunu sakın unutma. Hançer’in senin zaafın olduğunu asla ordakilere belli etme. Ne olursa olsun düzeltiriz. Ama sakın, ona yenilme. Yarın, güç senin elinde olacak.” Berk, selam verip çıktığında bunun için elinden geleni yapacağına inanıyordu.
***
Sabah erkenden uyandığında ilk iş, siyah kaftanını ve beline gümüş kemerini takmaktı. Siyah börkü ile kendini yarın için güçlü gösterecekti. Gözleri yorgunlukla kapandığında rüyasında derin bir ateş görüyordu. O ateşte Hançer’in saçları cayır cayır yanarken adını haykırıyordu. Annesi ve halası Adar orda öylece durup onu izliyordu. Babası...
Lanet olsun babası! Elinde bir kılıçla zaten yanarak acı çeken kıza kılıcıyla saldırıyordu. Berk korku ve acıyla bağırdı. “Hayır!” dehşetle uyandığı rüyadan dolayı titremeye başladı. Sırılsıklam olan genç adam hızla yatağından kalkıp karanlık gecede Hançer’in odasına koştu.
Onu adeta son kez görür gibi canı yanıyordu. Uyuyan kıza sarıldı. Sımsıkı sardığı kızdan bugün ayrı duracaktı. Ne kadar zor bir görevdir böyle! Saçlarına öpücük bırakırken ensesi ateş gibi yanıyordu. Hançer’in saçları tutuşuyordu! Tararken kıyamadığı saçları yanıyordu ve Berk bu korkuyu atlatamadan ondan ayrılmak zorunda kalacaktı. Hançer’in eli hızla Berk’in elini kavramıştı. Adını varla yok arası söylediğini duyuyordu.
Beraber büyüdüğü kişiyi elbette bilecekti. Saçlarına son kez bakıp elini elinden çekti. Kendi odasına tekrar dönerken hiç iyi değildi. Uykusu da yoktu artık. Gökyüzünü izleyen bu defa kendisiydi. Manalı bakışları yaşanacakları öngörmek ister gibi bilgece aydınlanıyordu.
“Yüce Tanrı, bana bir işaret mi veriyorsun? Aileme ne olacak? Yürek’in saçları neden yanıyordu? Babam beni neden sevmedi? Neden ağabeyi gibi bir adam olmayı değil de hatununu ve çocuklarını unutan bir adam yaptın onu?” bakışları güneş doğana değin ayı takip etti. Gün doğduğunda kapısında annesi belirdi. Tüm saray hızlıca son hazırlıkları yaparken kendisi de yemeğini getirmişti.
Annesinin gözlerinin esaretinde yemeğini yerken rahatsızlık duyuyordu. “Bir şey mi oldu ana?” diyor nahif bir tonda. Ergün Hatun, bakışlarını yemeklere çevirdi. “Son günlerde amcanla sıkı bir ilişkin var. Aslında yıllardır var ama bir şey demekten hep geri durdum. Bana da söylemek ister misin?” Berk, şüpheyle kaşlarını kaldırdı. Annesi neden yıllardır sormadığı ve merak etmediği bir şeyi bugün soruyordu? Ders bir, şüphe tek gerçektir.
Yine de başını sabırla salladı. Uzanıp annesinin elini öpüp, bir teslimiyetle başını aşağı yukarı salladı. “Amcam, iyi bir komutan olmam için benimle bu kadar alakadar oluyor anne. Başımızda bir babamız yokken bunun eksikliğini bir an önce kapatmak da benim niyetim... Biliyorsun, ağabeyim ikimize de babalık yaparken ne yaşına ne de geçen zamanına bakıyor. Bu sebeple, amcam neyi uygun gördüyse onunla meşgulüm.” Hafif bir gülümsemeyle annesinin durgun gözlerine baktı. “ Endişen olmasın.”
Annesi gözle görülür bir edayla bozuldu. Bir kaşını yıkarken diğerini havaya kaldırdı. “Neden bir komutan Berk? Neden bir veliaht değil de komutan? Neden hükmedemediğin bir devlete ayakçılık yapasın? Neden en tepeye değil de eteklere kurasın tahtını?” Berk annesini anlamazdan geldi. Bakışlarını ustaca kaçırdı. “Amcam, birkaç yıl daha bu şekilde gidersem orduda bana büyük bir yerim olacağını söyledi. Biliyorsun, içeriden ve dışarıdan baskı altındayız. Ama halledilemeyecek hiçbir şey yok, güven sen bize.”
Annesi yemek tepsisini hızla önünden aldı. İçinde bu kadar öfkeyi ne ara biriktirmişti ki? Berk bunu sorgulayamıyor bile. “Seni bunun için büyütmedim! Sen bir veliaht olasın diye seni yetiştirdim ben! Bu yaptığınla bizi aşağıladığının farkında değil misin? Bu sarayda bir sığıntı gibi yaşarken, siz kimsesiz gibi büyürken inan bana alacağın rütbeler umurumda olmaz! ” Berk iştahını kaybederek annesine baktı. Ne ara bu hale gelmişlerdi anlayamamıştı bile.
Eliyle çevresini gösterdi. “ Anne, bizler sığıntı değiliz! Bizler sadece er olmayı başaramayan bir adamın ardında bıraktığı ailesiyiz! Amcamın beni düşünüp eğitmesi ve iyiliğimi istemesi mi aşağılık ana? Amcam olmasa bu sarayda bu hanedanda biz ne ederiz ana?” ellerini kafasına sardı kocaman açtığı gözlerle. Ergün Hatun öylece yere bakıyordu.
“Kocan bile öz evlatlarını ve seni istemezken buraya tutunmaya çabalamam mı suç anne? Böyle yaparak içine doğduğumuz hanedandan da çıkıp gidelim mi?” Tam bu esnada Ergün Hatun’un gözlerinden sırasıyla öfke, intikam ve kırgınlık geçti. Ama elini kaldırıp asilce konuşmasını da bildi.
“Veliaht olmanı istiyorum en başta! O, kendini bir halt sanan anasız kızdan üstün olmanı istiyorum! Beni, erimin kardeşi düşünsün istemiyorum! Kutlu’nun benim yapamadığım anneliği, onun hiçbirinize göstermediği babalığı yapmaya çalışmasını istemiyorum! Bir tek babanızı istedim ama o da hiçbir zaman olmadı! ”
Berk annesinin pervasızca konuşmasıyla bağırdı. “ Benim bir babam yok, senin de erin yok anne! Bunları düşünme bile! Başka şeyleri düşün. Hiç Hançer hakkında düzgün konuşmayı denedin mi? Kalbini kazanıp kızım gibi sevmeyi düşlemedin mi? Amcam, anne! Amcamın bize ettiği yardımı hiç mi görmezsin de böyle yüksekten atar tutarsın?” Ergün Hatun, dudağını büzdü. Kaşlarını kederle kırdı ve ellerini açıp kendini gösterdi.
“Bak, gördün mü? Baban neden beni umursasın ki? Sen bile bir başkası için anana esip gürlerken ben sizin iyiliğiniz için ha çalışmışım ha çalışmamışım ne ki? Ne sevildim ne saygı gördüm! Sizler için çabalamak istediğimde halaların önüme set oldu, babanızsa üzerime toprak attı! Ama Ayçiçek için böyle miydi? O düşmanın kızı olmasına rağmen el üstündeydi, el! Ben, bir Yakut Beyinin kızıydım! Ama bugün sadece bir zavallıyım, üstelik yaşarken...”
Berk, kalbine oturan taşla nefessiz kaldı. Anne babalar hep böyle mi düşünürdü yani? Bu kadar zor muydu anne baba olmak? Utandı. Kendisinden. Varlığından bir kere daha utandı ama en çok da evlat olduğu için utandı... Gözlerini yere sıkıca sabitledi. Ağzını bıçak açmayacak bir hale gelmişken son defa kendini zorladı. “Bağışla anne... Varlığımız bir yük biliyorum ama,” Ne diyecekti ki? Suçunu bilmiyordu... Kendisi gibi yük olduğunu bildiği kardeşleri ve Hançer’den başka kimi vardı ki onu anlayan? Derin bir nefes çekti içine.
“Yürek benim sınırım anne. Kız kardeşim gibi ona kimse laf edip rezil edemez. O da aynı şeyleri hissediyor emin ol. Ona bulaşmadan konuş istiyorum. Bak, bizim bir babamız yok ama sen varsın. Kalbin var, sevgin var. Ama onun annesi yok anne...” Ergün Hatun başını yemek tepsisine çevirdi. Sözlerinin kederden ve öfkeden çıktığını söylemese de oğlu onu hep anlıyordu. En azından öyle sanıyordu.
Aslında bazı anne ve babalar, eşlerinden bekledikleri duygu ve davranışları çocuklarına yüklerler. Farkında olmasalar da onların bilemeyeceği ve yetişkin olmadıkça da anlamayacakları yükleri körpe omuzlarına bırakırlar. İşte bir genç ile yetişkinin arasını açan ve gencin kendisini kötü hissetmesine yetecek olan şey bu kadardır. Boyundan büyük sularda kim olsa boğulurdu...
Ergün Hatun, derin bir iç çekişme yaşıyordu. İçinde herkesi suçlayan taraf daha baskındı... Gözleri asılı kaldığı yerden usulca kalktı. Bir elini yumruk yaparak sıktı. “Bir gün, senin erkeklik gururunu bile yok sayan bu kız, ananı bu saraydan atarken onun arkasında mı duracaksın ha oğul? Dur, cevap verme hemen. Sen orduda komutan olduğunda seni bir tehdit olarak görmeyecekler mi sanıyorsun a aptal oğlum? Onu yapacak olan sana neler yapmaz ha? Hançer ilk iş seni boğduracak! Hediye ettiğin yayın kirişi boynuna dolanırsa ağlamak fayda etmeyecek diyorum anlasana!”
Berk, başını başka tarafa çevirip sabırla nefeslendi. “Ana? Sen bahsettiğin kişinin Yürek olduğundan emin misin? Onunla beraber büyüdük. Çok şey yaşadık. Sen neden hala böyle düşünürsün? Neden o yaralı kıza analık etmek yerine benimle onu yarıştırmak istiyorsun?”
Ayağa kalkıp akşamdan giymeyi düşündüğü kıyafetlerini çıkarmaya başladı. Annesi hızla kapıdaki kadından bir bohça aldı. “Dur oğlum, bugün bunu giy.” dedi bohçayı göstererek. Berk, annesini kırmamak için elindekileri bırakıp bohçaya uzandı. Ama gördüğü renkle annesine baktı. “Ana bu ne?” diyerek reddetti kıyafetleri. Annesi, yere çöküp gözyaşı dökmeye başlayınca Berk afalladı.
Yere eğilip anasını tuttu. “Ana, ne olursun ağlama ne yaptım ?” dese de annesi ondan tek bir şeyi diliyordu. “Bunları, giy. “ Berk gözlerini sıkı sıkı kapatıp nefeslendikten sonra dediğini yaptı. Üzerini giyerken kendisine yardıma koşan annesine, “Anne, bu post benim hakkım değil derim anlamıyor musun?” diyerek hayıflandı.
“Ne olursa olsun Berk, bunu bugün giyeceksin!” diyen annesinin sesine karşılık sustu. Ama içinde birikenleri atması gerekti! “Bu zümrüt yeşili kaftanı en kuvvetli veliaht giyer ana! Sen beni içinde olmadığım bir yarışa hazırlıyorsun! Kağan Börü Giray bunu görse sana ne çok kızar!” Kadının umrunda değildi.
Onu aşağılayan kocası yazdığı pusulada ne olursa olsun saraya yıllar sonra geleceğini bildirmişti. Ergün bu fırsatı kaçırmamaya and içmişti. Ona karşı en kudretli kozunu oynayacaktı. Berk veliaht töreninde boy gösterirse ve bunu kocası görürse onu küçük düşürmenin bedelini ödeyecekti!
Berk sayesinde kırılan gururunu tamir edecekti. Ergün oğlunu yalnız bırakıp dışarıya çıktığında Berk korkuyordu. Daha ilk anda zaafı olan annesine yenilmişti bile. Kılıcını ve börkünü aynada hizaladıktan sonra gelen annesiyle merdivenleri inmeye başladı.
Henüz törenin yapılacağı yere varmıştı ki duyduğu gür sesle duraladı. “Veliahtımız Hançer Giray!” Kağan Börü Giray, tam o esnada misafirlerinin önünde kulağına gelen bilgiyi dinliyordu. “Yağmur Gürkan Bey, içinde iblis taşıyan bir adam. Kılıç Giray ve Ergün Hatun arasında laf taşırken görüldü Kağan’ım. Korkarız ki Berk Giray’ın çevresi kötü insanlarla çevrili .”
Börü Giray, kızının o adamdan hoşlanmama sebebini anlıyordu. Haberi getiren askerini sakince onayladı. Yağmur Ata sinsiliği ört bas edemeyen biriydi. Askere başıyla git işareti verdiğinde kızının adının seslenildiğini duydu. Gururla göğsü kabardığında onu kendisine layık bir şekilde içeri girerken izledi. Lakin bakışlarını misafirlerine çevirmek mecburiyetindeydi. Zira, kızına düşkün bir baba gibi görünmek büyük zaaftı.
Hançer’in içeriye girişinin ardından Berk’in zümrüt yeşili kıyafetiyle kendilerinden uzak bir köşeye oturmasına içi yanarak izledi. Ona planına sadık kalması gerektiğini söylemişti oysa! Berk, utangaç bir edayla Börü’ye selam verip yerine oturdu. Tüm gözler Berk’ çevrilince kafa karışıklığı artıyordu. Az ötede genç bir kral ona sinsi sırıtışlarla bakıyordu. Berk, ona kaşlarını çatarak baktıkça keyfi yerine geliyor gibi gülümsemeye devam ediyordu.
Berk, ondan gözlerini çekerek Hançer’e baktı. Gözlerinde gördüğü pişmanlık ve sevgi dalgalanan bir ipek gibiydi. Elaydı o ipeğin rengi. Berk ve Hançer aynı anda gözlerini birbirinden çekti. İpek gerildi ama kopmadı. Berk, onun neden böylesine hırslı ve pişman olduğunu çözemiyordu. Oysa Berk ona hiçbir kağanlık arzusuna sahip olmadığını anlatmıştı! Hançer, gerçekten kimseye güveni olmayan biriydi.
Dikkatini konuşan amcasına yöneltti. “Hepiniz, topraklarıma ve düzenlediğimiz törenimize hoşgeldiniz! Sizi buraya çağırma nedenim bugünün kralları ile geleceğin kralları ve kraliçeleri arasında bir bağ kurmaktır. Umarım bugün burdan tüm veliahtlar büyük bir bağla ayrılır.” Kuzey Ragnar’ın gözü o an, Hançer’in üzerine kilitlendi. Ukala ve soğuk bir gülüş tek taraflı, yanağından yukarıya süzüldü. Berk içinde harlanan ateşle yerinde kıpırdandı.
Zararlı değildi ama Hançer için her gülüş alay ve rekabet içeriyordu. Ve Berk, ondan gelen iyi ve kötü her şeyi üstüne alıyordu. Hançer, Ragnar gibi sinsi bir kralın ne yapmaya çalıştığını anlayamayacak kadar küçüktü! Berk nefesini tutarak onu kışkırtmasını izledi.
Derken Kuzey Ragnar, Kağan Börü Giray’a döndü. Usulca ayağa kalktığında, Berk buraya gelmekle ne büyük bir hata yaptığını anlamaya başladı. “Ben, karşımda gerçek bir veliaht görürsem bugün buraya hoş gelmiş olurum Kağan Giray. “ Berk, kocaman olan gözlerini o anda Atabey’ine dikti. Kağan Giray’ın gözleri bir an üstlerine değse de herkesin tek amacı şuanı kurtarmaktı.
Ama Kuzey Ragnar’ın susmaya niyeti yoktu. Derdi, Hançer ile uğraşmaktı. “Yoksa, hala iki kişinin arasında mısınız? Bunu seçerken niçin bu kadar zorlanıyorsunuz, anlamadım doğrusunu konuşmak gerekirse. Yoksa size düşman olan kardeşinizin oğlunu veliaht olarak seçmek mi sizi korkutuyor da veliahtlığı küçük kızınıza veriyorsunuz?” Amcası için hayatının en büyük sınavı işte az önce başlamıştı.
İki çocukta, en zayıf noktasından tutulmuştu. Amcasının hala bir şeyler söylememiş olması, yenilir yutulur şey değildi. Börü Giray, Ragnar’a başıyla bir işaret yaptı ve onun gibi o da ayağa kalktı. Sesi nazik çıkmakta pek bir zorlanıyordu. “Doğru, iki kişi arasında seçim yaparken zorlanıyorum ama her kral için çocuğu onun önceliği olur öyle değil mi? Ayrıca veliaht seçiminde en doğru kararı vereceğimi söylemeliyim. Herkes ait olduğu yerde. Merak buyurmayın.”
Ragnar’ın sinsi gülüşü Hançer’i kışkırtırken konuşmaları bölen Ragnar’ın iddialı gülüşü oldu. Berk, içinde kabaran korkuya yenilmemek için dik durmaya çabaladıkça bir yerden darbe alıyordu. Hançer de tıpkı Berk gibi hissettiği için göz göze geldiler.
Berk o gözlerde yine saf hüzün ve pişmanlık görüyordu. Sanki Hançer yapacağı şeyleri durduramıyormuş gibiydi. Bu içine kurt düşürmüştü. Berk yaşananlara karşı tavır alsa da onunla şu anda konuşamazdı. Yine gözlerini çektiğinde Hançer içinde alevlenen ateşini kusmak istercesine hareketlendi.
Lakin Kağan Börü Giray, Hançer’in konuşmasına izin vermeden söze atıldı. “ Asıl veliaht, birazdan yapılacak seçimle belirlenecek ve benim yanımda en doğru kişi zaten oturuyor. “ Ragnar, sinsi bir baş işaretiyle Kağan’a karşı selam verip yerine otururken tüm krallar ortada bir karmaşa olduğunu gördüğü ve onları bunun hakkında aydınlattığı için Ragnar’a minnettarca baktılar.
Az sonra önlerine yemekler konmaya başlayınca Yağmur Ata’nın sesini duydu yakınında. “Bugün bir fırsat olabilir. Kendinizi buna hazırlayın Berk Giray “ Berk ona ters ters bakarak önüne konan yemeklere odaklandı. Tam o esnada Hançer başını Berk’e doğru çevirdiğinde Berk de aynı anda ona döndü. Aralarında sözsüz bir münakaşa var gibiydi. Berk, başını yanlış yaptığını anlatırcasına iki yana salladı.
Hançer, Berk ona herhangi bir taht isteğinde bulunmadığını anlattığı halde hala sanki karşısında rakibi varmış gibi hareket ediyordu! Berk’in derdi taht değildi. Ve Hançer bunu kabul edemiyordu. Berk'e inanmayıp yine kendi geleceğini kendisi şekillendirmeye, kimseye karşı küçük düşürülmemeye çabalıyordu. Çocuk kalsın, eğlensin istediği kız, her geçen gün biraz daha canını yakan birine dönüşüyordu.
Güven yoksa, sevgi de yoktur.
Atabey’ine döndü. Çatık kaşları altında hiddetle soluyordu. “ Hepinizden bugün hesap soracağım! Hem de hepinizden.” Keyifsizce yemeğine başladı. Öyle iştahsızdı ki, taş çiğniyor gibiydi et yerken. Onun bu içine kapanık hali etrafta dikkat çekiyordu. Kağan Börü Giray ve diğer krallar arasında geçen konuşmalar pek resmi olsada hepsini anlıyor ama aklında tutamıyordu.
Hançer, Berk’e dönüp baktığında onun bir ezilmiş gibi en arkalarda önüne konan yemeklerle nasıl oyalandığına şahit oldu. Oysa o, Hançer ağzına yemek koymadan yemek yemeyen, uyumadan önce onu kontrol eden, ayak ucuna oturup ona gün boyunca destanlar anlatan tek kişiydi. Ağladığı zaman, başını omzuna koyup saçlarını okşayandı. Börk takmasına karışmayan, laf etmeyen tek kişiydi. İçten içe saçlarını seven ama sırf onu öfkelendirmek için sızlanan tek kişiydi. Anılar, gözünün önünden bir ok misali geçerken tükürüğünü yutamaz hale gelmişti.
Bir ayaklanma sesi geldi sofranın başından. Tüm gözler Hançer’e dönünce hızla açıklama yaptı. “Ben, burda babam Kağan Börü Giray’ın bir evladı olmaktan ziyade bir veliaht naibi olarak bulunuyorum. Burda babamın yanında bulunmam gerekiyordu lakin sadece bir evlat olduğum için. Başka anlamlar çıkarmayın. Şimdi, burdan çekilip bunu benden çok hak eden kuzenime vermem gerektiğini, burada onun oturup, bakışlarınıza onun karşılık vermesi gerektiğine hükmediyorum.”
Berk, kulaklarına inanmadı. Herkes şaşkınlık içinde ona bakarken Hançer kalktı ve masanın arkasında bir yerde oturan Berk’in yanına geldi. Berk’in her uzvu şuan yanlış yaptıklarını söylüyordu. Kağan Börü ‘ye döndü hızla. Kağan Börü Giray için sarayın üstünde şimşekler çakıyordu. Hesapladıkları bu değildi! Hançer, dudaklarını kemirirken nasıl konuşma yapacağını şuanda asla bilmiyordu.
Berk yemek yedikleri masayı görmüyordu bile. Hançer az önce kendi hakkından feragat etmişti... Berk, bunu neden yaptığını biliyordu. Berk, Hançer’in en büyük zaafıydı da ondan. Onu böyle tahtın en ucuna çıkardığını yıllar geçse de asla unutamayacaktı. Berk elindeki tabağı yerine koyarken şaşkındı. Çünkü, ondan böyle bir şeyi asla ummuyordu. “ Yürek? Sen ne yapıyorsun?” diye sordu.
Kolonun tam arkasında sadece ikisi kalmıştı. Diğerleri onları net göremiyordu. Hançer, bakışlarını ondan kaçırırken içindeki huzursuzluğu dindirecek bir soru sordu. “Beni hala seviyor musun, beni affedebilir misin?” Berk afallayarak yüzüne baktı ama Hançer ciddiydi. “Yani şimdi değil. Daha sonra demek istedim.” Berk, gardını almak için geç kalmadı.
İfadesiz bir şekilde başını havaya kaldırdı. Burada onunla iyi anlaşamayan bir kuzen gibi görünmek en doğrusuydu. Lakin gözlerine bakarken az önceki gibi değildi. Aksine dağılmıştı ve bunu gizlemesi öyle zordu ki! Hançer ondaki değişimi her anıyla izleyebilen biriydi. Berk, başını aşağı yukarı salladı, hem öfkeli hem de kırgındı. Hesap sormak hakkıydı. Salon pür dikkat ikiliyi izlerken Berk, öğrendiği gibi davranıyordu.
“Ben seni neden affetmeyeyim Hançer? Sen ne yapıyorsun ki? Ama bunu yapmamalıydın, bu ağır bir sonuç barındırıyor...” Berk, elini havaya kaldırıp börk takmadığı için etrafa salınan saçlarından bir tutamını alıp omzunun gerisine bıraktı. Herkes Berk’in buz gibi yüzünü, Hançer’inse dağılmış yüzü arasında kalıyorlardı.
Berk, Kağan Börü ile göz göze geldiğinde kendisine güç vermesini istiyordu. Ve öylede oldu. Masaya doğru yaklaşınca önüne döndü. Güçlü durmak için verdiği mücadeleye an be an şahit olan Börü Giray, öfkesinden ve bir anda gelişen bu karmaşık durumdan ötürü sesini kolay kolay çıkartamıyordu. Berk, az önce sandalyesinde devleşen kuzeninin yerine oturdu. Gözlerini soğuk bir perdeye boyadığında masadaki herkes oraya gelen erkekle daha memnun gözüküyordu.
Hançer, Berk’e kısacık bir süre baktı ve onun orda kalmasının en doğru şey olduğunu hissetti. Dizleri kendisini taşıyamıyormuş gibi sandalyeye çöktü. Şimdi masa yeni misafiri ile ilgileniyordu. Kağan Börü Giray öldürücü gözlerle Berk ile Hançer’e bakıyordu. Hançer hiç beklenmeyen bir hareket sergilemiş ve Berk ise kötünün iyisini seçerek yapması gerekeni yapmıştı.
Hançer yüzünü masadakilere kaldıramazken Ragnar’ın sesini duydu. “O halde, asıl veliaht sizsiniz?” dedi Berk’e gözlerini dikerek. Berk, pek bir çekindiği ve saygı duyduğu amcasına baktı. Onun sert ve ifadesiz yüzünün onay anlamında bir işaret vermeyişi ile suskunluk dibe vurdu. Ama bir ses masanın en sonundan yankılandı. “Evet!” Hançer, babasının gözlerinin içine bakıp söylediğini bu sözleri bir kerede Ragnar’a doğru dönüp söyledi. “Evet!”
Kağan Börü Giray, iki eli de yumruk olmuş bir şekilde masada otururken Berk, neyin içine düştüğünü sorgulayamadı. Fikrinde amcasının sesi çınlıyordu. “Zaafın olduğunu belli etme! Acımasız olmayı öğren.” Bakışları sertleşti. İfadesi amcasının yüzüne denk bir şekilde gerildi. Göğsünü gererek başını arkaya attı. “Ben, Berk Giray!” diyerek salona adını duyurdu.
Adına veliaht rütbesini eklememesi büyük bir ateşti. Ragnar sinsi bir sırıtışla başını salladı. Herkes kendi kaderini, kendi yazmış oldu böylelikle. Berk, dikkatle amcasını ve onu köşeye sıkıştırmaya çalışan kralları dinledi. “Son günlerde sizin için pek meşgul diyorlar, Kağan Börü. Bunun ailenizle bir ilgisi var mı?”
Börü Giray elindeki kaşığı bırakıp konuşan Ahuramazda’nın gözlerine baktı. “Duyduğuma göre sizin de,” gözleriyle gözleri görmeyen kızını işaret etti. “Ailenizde sorunlar var. Özellikle oğlunuz Zonga’nın sağlığı göz önüne alınınca en iyi seçiminizle bugün buraya gelmişsiniz?”
Ahuramazda’nın yüzü hızla düştü. Oğlu Zonga’nın iki kolu ve ayağı doğuştan dirsek kısımlarından itibaren yoktu. Yıllar süren evliliğinde en sağlam diye nitelendireceği iki çocuğu Zonga ve Şah Bengü’ydü. Bengü ise bedenen sağlam ve eksiksiz olsa da gözlerinin görmemesi en büyük sorundu.
Bu sözle köşeye sıkışan Ahuramazda, saraya girdiği andan itibaren kızına olan bakışlarından haberdar olduğu Ragnar’a doğru döndü. İçinden, “Her kuşun olduğu gibi kör kuşun da yuvasını Gök Tanrı yapar.” dedi. Bu yüzden çenesini gururla havaya kaldırdı. “En iyi seçimler, en büyük ittifaklar demektir, Börü Giray. Benim açımdan hep bir çıkar yol vardır. Sen henüz seçemiyorsun bile baksana?” dedi sözlerini pervasızca savurarak.
Ragnar, şahsına bakılarak sarf edilen sözlerin ardındaki pis imayı havada kapmıştı. Çenesini sıkarken kindar bir şekilde konuştu. “İttifak sahipleri seçim yapmanın ne demek olduğunu bilir. Özgürlük tarafların en büyük hakkıdır. Dilini terbiye etmeden konuşan birini çok da ciddiye almam .” dedi. Ragnar gözlerini genç kıza değdirmeden önüne döndü. Gerilimin artması ile Börü Giray, Berk’in gözlerine baktı. Ona rahat olmasını söylüyordu.
Berk dediği gibi yaptı. Gözlerini konuşanlardan çevirip çevresine korkan ama bunu saklamaya çalışan Hançer’e çevirdi. Konuşulanları zerre dinlemiyordu. Bu iyiydi, bir de kendini bununla suçlardı. Kimse, bu atışmanın dışında bir konu konuşmadan yüzlerinde bir gülümsemeyle yemeklerine dönmüş bir müddet sonra da bitirildiğinde belli politik konular hakkında konuşmaya başlamışlardı.
Esas konu, dağlarda isyan eden insanlardı. Kara Ozan adlı bir genç, yaşından beklenmeyen bir gücü elinde tutuyordu. Kıyı’da yaşanan tüm o gürültüler, toplumların huzurunu bozduğu gibi devletlerin gelir kaynaklarını da baltalıyordu. Atabey Yağmur, konuşulanların artık çocukları aştığının bilincindeydi. İzinle veliahtlar için bir bahçe turu düzenleyip hepsini dışarıya buyur etti.
Hançer Giray en önden hırçın adımlarla çıkmıştı. Hem kendine hem de herkese kızgındı. İçlerinde en çekingen duran Bengü dışında bir de Yakut Hanlığı veliahtı Yakut Berk vardı. Masadan kalktıkları anda Bengü bir boşluğa düşmüş, Ragnar çatılan kaşlarıyla ne yapacağını düşünürken bakışları derhal Yakut Berk’i bulmuş ve bakışlarıyla emri vermişti.
“Ona göz kulak ol!” Yakut Berk, yaşadığı içsel çatışmalar ve ürküntüyle Bengü’ye kolunu uzatarak onu usulca dışarıya çıkarmıştı. Ragnar, bu korkusuna ve ürkek hallerine bir anlam vermese de güç bela önüne dönebilmişti. O anda gözleri Şah Ahuramazda’nın gözleriyle karşılaştı. Ama Ragnar bu masada eskisi gibi rahat değildi.
Tüm bu olanlardan zevk alan George, elleri özel dikilmiş beyaz ve altın işlemeli üniforması içinde kimseyi umursamadan etrafta dolaşıyor, laf atıyordu. Bahçe, sarayda göz alıcı duran tek yerdi, bu yüzden hepsini oraya götürmüşlerdi. Geri kalan yerler stratejik olarak yol ve ahırlar ile nizamlanmıştı. Herkes çıktığı vakit, Berk amcasına dönüyor ve ona git dediğini görüyor.
Ayağa kalktığında korku ve utanç arası hareketler sergileyen Yakut Berk’e yakın durarak bahçeye ilerledi. Gözü sık sık, mor boynunda, korkak bakan gözlerinde ve titreyen ellerindeydi. Çatılan kaşları onun hakkında tahminlerde bulunuyordu ta ki Hançer’in en önden gelen kavgacı sesine kadar. Yumruklarını sıkarak öne adımlamak istedi ama Yağmur Ata’nın ikaz eden gözleri ile durmak zorunda kaldı.
George yüzünü buruşturarak her çiçeği alıyor sonra onları parçalayıp yere atıyordu. Hançer, babasının dikkat edilmesini istediği çiçek bahçesine gelindiğinde onu ordan uzak durması için uyardı. “Oraya girmemen gerek. Orası bir Kağan malıdır, Prens George! “ George iddialı bakışlarını Hançer’e çevirince birkaç adımda yanına geldi. Berk Giray, onları dikkatle izlerken George’dan hiç hazzetmediğinin farkına varmıştı.
Olaylar karışmaya başlamışken Yakut Berk’in titremeye başlaması ve Bengü’nün bundan rahatsız olup korkuyla birilerini yanına çağırmak istemesi Berk’in cephesini üçe ayırmıştı. Hançer’e gidemeyeceği için fazla büyük bir olay olmadığı sürece geride duracaktı. “Hançer’in zaafın olduğunu belli etme!” Evet, öyle yapmalıydı.
Elini uzatıp Bengü’yü koluna alırken diğer eliyle Berk’in omzuna dostane bir şekilde dokundu. “İyi misin?” diye sorduğunda Yakut Berk taş gibi kalakalmıştı. İlk defa göz göze geldiklerinde ilk dikkat çeken şey benzerlikleri olmuştu. Aynı zümrüt yeşili gözler, aynı kumral saçlar ve aynı esmer ten. Berk, bu benzerlikle gülümserken ilk defa Yakut Berk’in rahatladığını gördü.
Gözlerini ondan çekip Şah Bengü’ye çevirince onun saraya doğru baktığını gördü. Ahuramazda yanılmamıştı değil mi? Bengü ve Ragnar... Görmeden başlayan bir sevgi? Yükselen bir ses, başını ileriye çevirmesini sebep oldu. “Sen ne bakıyorsun öyle dik dik? “ George onun bu diklenişi karşısında kahkaha attı. “Senin gibi bir hilekarı daha ne diye idam etmezler? Şimdide kendini affettirmek için mi bu çiçek bahçesine koruyorsun?”
Hançer ellerini sıkarken onun sözleriyle adeta köpürüyordu. Dişlerini sıktı. “Haddini bil, Prens! Benimle doğru konuş!” George, onun bu sınırı kolay aşılabilinen öfkesini kullanmak için derhal çiçek bahçesine koştu.
Ve başlayan kavga ile küçük dilini yutmamak için sakinleşmeye çalıştı. George ayağıyla oraları tekmelerken Hançer Giray ise bir panter gibi atılıp onu belinden yakaladığı gibi yana savurdu. Yere düşen George, öfkeyle ayağa kalkıp kılıcını çekti. Hançer, etrafa dağılan çiçeklere öfkeyle bakarken kendisi de kılıcını çekti. George üzerine doğru koşarken o da hiç durmadı, ilk hamleyle birlikte burun buruna geldiler.
Berk, Şah Bengü’yü Yakut Berk’in koluna bırakınca meydana doğru adımladı lakin kolundan çekilince asıl şaşkınlığı o zaman yaşadı. Ragnar, ona ihtiyatla yaklaşıyordu. “Amcanın sözünden çıkma genç adam. Burası kurtlar sofrası geri dur. Aksi halde bugün burdan sağ çıkamazsın.” Berk, ne demek istediğini anlamadığı halde amcasının sözüne biat ederek geri durmak için çaba gösterdi.
Hançer, ona öğretilen her şeyi bir bir uygularken korku ve gurur arasında kalmıştı. Kendini ezdirmeyen Hançer Giray, hocalarının emeğinin hakkını veriyordu. Yerinde zar zor durduğu o çok tehlikeli birkaç dakikanın ardından aynı anda geri çekildiler. İkisi de hırsla solurken Hançer pis bir gülüşle bir kez daha kılıcını sallayıp ona yaklaştı.
Birkaç saniye elindeki kılıcı eğilir gibi olunca George zafer dolu bir gülüşle gözlerine baktı. O esnada Hançer de ona aynı gülümseme ile karşılık verdi ve kılıcını havaya doğru ittirip sürtünen kılıcını kurtararak geriye çekildi. Tam o anda da ayağına bir tekme savurdu... George acıyla inlerken Hançer saldırdı. Ragnar’ın takdir dolu nefesini işitince şaşkınlığı hat safaya çıktı.
George güçlükle kılıcını kaldırırken onu elinden kaydırınca kılıcını düşürdü. Hançer bunu fırsat bilirken kendi kılıcını hızla yere atıp üstüne çıktı. Ellerini birbirine geçirip tek yumruk haline getirdi ve George’un yüzüne art arda dört adet yumruk attı. Yumruk atarken öfkeyle bağırıyordu. “Orası, benim için özel bir yerdi! Orası babamın hatıralarıydı! Oraya dokunmayacaktın!”
Kağan Börü Giray, ölen eşi Ayçiçek anısına burayı büyütmüştü. Hançer’in anne özlemini bastırdığı tek yer burasıydı. Neyseki az ötedeki mezardan bahsetmemişti. Berk, yine onun acıdığı yeri ondan iyi bilmenin hüznünü yaşadı. Tüm hırsını alırcasına vururken ellerini çözdü ve ona sağlı sollu yumruklar savurmaya başladı. On bir yaşındaki genç kız, aynı yaşlardaki bir erkeği altına almış haşat ediyordu.
Berk, öfke ve gurur içinde gidip gelirken ona yaklaşamadığını fark etti. Zira kolundan tutan Atabeyi Gürkan Bey onu yanında tutuyordu. Adeta bir güreş izler gibi bakıyordu meydana. Hançer, karnına birkaç yumruk yese de George’dan vazgeçmiyordu. Onu öldürmek istiyordu! Bir anda eli ayağına gitti ve ordan çıkardığı hançerini hızla havaya kaldırdı.
Tam o esnada Berk yanından bir hareketlilik sezdi. Hançer elini kaldırıyordu ki meydana koşan ve onun belini sarıp havaya kaldıran Ragnar oluyor. Hançer, George’un üstüne gitmek için aşağıya doğru kuvvet uygularken kulağına değen ses ve karnını dolduran kollar daha güçlüydü..
“Sakin ol, Arslan Veliaht. Öfkene hayran kalsam da şuan bunu bitirmen gerek!” Kuzey Ragnar, dönüşü olmayacak bir yola girmeden kavgayı ayırmıştı. Berk, Hançer’in kulağına fısıldadığı her sözcüğü anlarken nefesini tutmuştu. Hançer, başını arkasına doğru çevirirken onun gözleriyle karşı karşıya geldi.
Derken saray eşrafı ve Krallar büyük bir öfkeyle oraya adımlıyordu. Hançer, onu durduran adamın gözlerindeki uyarı ve tehdidi görse de asıl sorun babasının ona bakıyor oluşuydu. Hem bahçeye hem de George’a olan bakışı hiç tekin değildi. Tüm krallar buradaydı ve onlara bakıyordu.
Utanç ve kaygının sesini Ragnar bürünmüştü sanki. Kulağında yine onun sesini duydu. ”Sana takılmak hoşuma gidiyor ama unutma Hançer, bu yaptığın bir aptallıktı. Veliahtlığı asla ama asla vermemen gerekiyordu. Çok hızlı davranıp düşmanının seni aldatmasına müsaade ettin. Hadi git, ve herkesten özür dile.”
Ragnar’ın sözlerinin ardından sona eren olayın ardından Berk, titremeye başlayan Yakut Berk’e anlamaz gözlerle baktı. Yakut Virart’ı ve az gerisindeki askerini görmesiyle bu hale gelmesi arasında bir bağ kurup kurmamak arasında kaldı. Yakut Virart, geldiği andan itibaren hep güleç yüzlü ve sakin biri gibi görünmüştü gözüne.
Hançer Ragnar’ın kollarından kurtuldu ve yere indi. Hançer bir rüyadan uyanır gibi George’a baktığında ağzının ve burnunun kanlar içinde kaldığını ve yer yer yüzünde çamurların olduğunu gördü. Ama bahçe... orası haraptı. Berk’in kalbi dayanamadı. Bakışlarını sarayın surlarına çevirdi. Burnundan solur hale gelmişti yeniden. Tüm bedeni alev alev yanıyordu. Ona kayıtsız kalmak ve kendini neredeyse unutturmak berbat bir şeydi!
Ragnar, ona gözleriyle emirler veriyordu. Ve şaşılır gibiydi, Ragnar onun iyiliğini istiyordu! Berk çatık kaşları ile bir Ragnar’a ve bir de Hançer’e bakıyordu. Ve onun dediğini yaptı. Babasına döndü. “Ona, bizim için elzem olan şeylere zarar vermesinin bedelini ödettim Kağan Börü Giray. Bizim için kıymetli olan...” Kağan Börü Giray elini ileriye uzattı ama o el, George tarafından tutulunca Hançer arkasına dahi bakmadan saraya doğru adımladı.
Berk, amcasının da aynı şeyi yaptığını görmüştü. Bakışları denk gelince gönlünü rahatlatan verdiği baş selamıydı. George ayağa kalkıp babasının yanına gidince olan biteni şaşkınlıkla izleyen diğer veliahtlar da kendi babalarının yanına gitti. Berk, tek kalınca amcasının yanına gitti. “Amca, bu sorundan ötürü üzgünüm.” dedi. Amcası omzuna elini koydu. Onu adım adım izleyenlere inat tedbirli hareket ediyordu.
“Dikkatli ol Berk.” Kulağına doğru eğilip fısıldadı. “Adar ve Kılıç bugün buraya baskın verecek. Şansımız varsa bu misafirlerden sonra muhtemelen gece olacak. Dikkatli ol ve yaşa.” Bu haberi nerden duymuştu ki? Berk, utançla ve öfkeyle başını sallayıp yumruğunu göğsüne vurdu. Babası, tam bir yüz karasıydı! “Tamam amca. Daha dikkatli olacağım.” Kağan Börü Giray, ona arkasını dönüp George’a bakmaya ve yaşananlardan ötürü ona geçmiş olsun demeye gitti. Ne diyecekti ki? Kızı acımamıştı!
Börü Giray, konuşurken pişman değildi, utanç duymuyordu aksine, gururlu duruyordu. George, Börü’nün bu hallerine deli oluyordu. Neden ayaklarına kapanıp özürler dilemiyordu ki?! Tam o esnada Berk Giray, sık sık titreyen ve kendi kendine mırıldanarak uzaklaşan Yakut Berk’in yanına vardı. Sanki biri hareket ediyor ve o da ondan kaçıyordu. Yüzüne bir gülümseme kondurup elini omzuna koydu. Arkasını çıldırmış gibi bir korkuyla dönen genç adama şok olarak baktı Berk Giray.
Elini geri çekip hafifçe arkaya çekildi. Kaşlarını çatarak, “Senin neyin var böyle?” dedi, gerçekten ne olduğunu öğrenmek isteyen bir ses tonuyla. Yakut Berk, sağa sola baktıktan sonra onu kuşağından tutup ahırların olduğu yere doğru çekti. Bu esnada onları gören bir kişi bile yoktu. Bunun avantajıyla bir kenara çekildiklerinde Yakut nefes nefeseydi . Giray onun için seyisten su istedi. “Artık bana neler olduğunu anlatacak mısın?” dedi. Yakut çekik gözlerini ona çevirerek derin bir nefes aldı.
“Beni kurtarman gerek.” dedi. Berk kafasını yan tarafına eğdi. Ona aşağıdan bakıyordu. “Tam olarak neyden ve kimden?” Yakut Berk sağa sola bakarak dudaklarını ısırdı. “Bunu bir tek sana söyleyebilirim. İçimden bir ses senin bana yardım edeceğini söylüyor.” Berk başını salladı ve bedenini dikleştirdi. Her şeyden evvel bir erkek veliahtı ne böylesine korkutabilirdi ki?
“Korkma, senin yanında ben varım.” dedi. O esnada seyis suyu getirdi ve Yakut Berk onu tek dikişle bitirdi. Seyis giderken Berk onu iyice tembihledi. Biraz nefeslenmesini bekledi ama o anda Yakut Berk, gözyaşlarına boğuldu. Berk Giray ona dokunmamaya dikkat ederek sıkıntıyla beklemeye başladı. “Bana her şeyi anlatabilirsin.” dedi sıcacık bir sesle.
O an, Yakut Berk derin bir nefes alıp vererek anlatmaya başladı. “Ben, korkuyorum. Korkmakta haklıyım aslında. Ben veliahtım ama nedense bana hiç eskisi gibi davranılmıyor. Bundan şüphe duyma. Ben, şımarık biri değilim inan bana. Bak giyimim düzgün, konuşmam düzgün...” Yakut Berk, Berk Giray’ın dikkatini çekecek derecede bedenini saklama eğilimi gösteriyordu. İşte bu şüphe duyulasıydı. Berk başını yine eğerek ona baktı.
“Ben, ben artık eskisi gibi değilim. Beynim geceleri susmuyor. Olacak olanları hayal etmekten, kafamda yaşamadığım şeyleri yaşayacakmış gibi düşünmekten, kaçmak kurtulmak istediğim şeylerden kaçamamaktan çok yoruldum. Geceleri, geceleri uyuyamaz oldum! Uykularımı zehir ettiler!” Berk Giray, omzunu yakalayıp sıktı.
“Bana güven ve sana neler yapıldığından bahset. Yoksa seni, kurtaramam. “ Yakut’un gözleri birer elmas gibiydi ama elmasta nem vardı, göz yaşı vardı. Başını salladı ve ürkek sesi fısıldadı. “Beni, kullanıyorlar... Bedenime benim hükmüm dışında dokunuyorlar. Ben istemediğim her şeye zorlanıyorum...”
Berk hiddetle yerinde kıpırdandı. Hızla etrafına bakındı. Sesini kısarak ona yaklaştı. “Sana bunu nasıl yaparlar! Sen bir çocuksun! Kimsenin kimseye bunu yapmaya hakkı yok! Sen, buna neden susuyorsun? Baban bir Han! Git ve ona her şeyi anlat.” Yakut Berk, gözlerini kaçırarak dudaklarını ısırmaya başladı.
“Bana bunu yapan, onun en yakın adamı... Ondan kaçamıyorum çünkü o devletin hesabını yapan biri. Eğer onu reddedersem, babama bir şeyleri anlatırsam şayet şahitler huzurunda benim nasıl biri olduğumu söyleyecekmiş. Berk! Yaşayamam, beni yaşatmazlar! Yalvarırım beni koru!” Berk Giray derin nefesler alarak ellerini beline koydu. Aklı hafsalası bu olanı almıyordu.
“Burda suçlu olan sen misin ki seni tehdit ediyor bu adam? Sana nasıl zarar vermişler ki sana suçlu olanın sen olduğunu kabullendirmişler? Burda suçlu olan onlar! Önce bunu gör, gerçekler ortaya çıksa dahi bir kere sen bir suçsuz olarak başın dik duracaksın! Kimseye boyun eğmeyeceksin!”
Yakut Berk, gözlerinden yaşlar akıtarak başını Berk Giray’ı omzuna yasladı. “Olmuyor! Başaramıyorum... Benden iyi bir veliaht olmaz, daha birinin bana dokunmasını kaldıramıyorum...” Berk Giray’ın aklı karışmıştı. “Bana dokunabiliyorsun ama?” Yakut Berk hızla ellerini üstünden çekti. “Miden mi bulanıyor? Nefret mi ediyorsun benden? Neden söylemedin? Seni de mi geceleri uyutmuyorlar? ”
Berk Giray düşünceli bir şekilde başını iki yana salladı. Kısılan gözleri yerlerine oturan taşların bilge sesleri ile küçüldü. Başını çevirip izleyen biri var mı diye kontrol etti. Etraf hala temizdi. Hızla genç adama döndü. “Bu durumu çözeceğim, anlaştık mı? Bana güven, benden önce sen kendine güven... Sen eşi benzeri görülmemiş bir veliahtsın. “
Yakut Berk’in gözleri irileşerek zümrüt yeşili gözlere baktı. “Benim hakkımda kötü şeyler düşünmüyor musun yani?” Berk başını salladı. “Tüm bu olaylar bittiğinde benim ya da başkalarının ne düşündüğü değil onların nasıl öldüklerini düşüneceksin, bana inan.” Onun omzunu sıkıp uzaklaştı. Ama uzaklaşırken Yakut Berk’in fısıldayarak söylediği sözleri duymadı. “Geç kalma, yalvarırım...”
Berk’in öğrendiği bu iğrenç olaydan sonra kalbi kanıyor gibiydi... İnsanların birbirine bu şekilde davranması kadar kötü bir şey yoktu. Bu zamana kadar kaçırılan, işkence gören, namusuna göz dikilen, cariye diye köleleştirilip saraylara satılan hep kız çocukları olmuştu. Şimdi düşünüyordu da, kız ya da kadın olmak bu zihniyette ve kötülükte ne kadar zor bir durumdu?
Şimdi hayatında ilk defa bir erkeğin bu şekilde bir olayla kendisinden yardım istediğini görmek, durumun vahametini gözler önüne seriyordu. Kendinden ve tüm insanlardan utanırken aynı zamanda insanların daha ne kadar kötüleşebileceğini düşündü. Tüm bu yapılan çirkin muamelelerin bir adı vardı değil mi? Ah, şimdi o adı unutmuştu.
Amcasının yanına döndüğünde kafasını dağıtmaya çalıştı... Ama çirkin insanlar etrafında kol geziyorken hiçbir şeyi unutması kolay değildi. Kağan Börü Giray, bakışlarını Prens George’a dikmiş değerlerinden ve duruşundan vazgeçmeyen bir edayla ders veriyordu. Yanına geldiğinde selam verdi ve dikkatler onun üstünde toparlandı. Kral Petro keskin bakışlarını üstüne mıhladı. Prensesi Loura az ötede etrafına aldırmayan bakışlar atıyordu.
Berk, amcasına saygıyla selam durdu. Kağan Börü Giray daha fazla lafı uzatmak istemezcesine misafirlerine arkasını dönüp içeriye geçti. Aklında kızının olduğunu bilen sadece Berk Giray’dı. Misafirler Ragnar da dahil Yağmur Ata önderliğinde bahçeden saraya geçirilmiş, gençlerse bahçeden ayrılmamıştı. Berk Giray, can sıkıntısı ile başını eğdi. O an, Loura’nın kendisine attığı kaçamak bakışlardan bir haberdi.
Gözlerini bir ümit sarayın odalarına doğru çevirdi ama Hançer hırslı, inatçı biri odluğu için gerçekten de yatağında yatıyordu. Aksi takdirde camda dururdu. Berk, çiçek bahçesine girip az ötedeki çiçeklerle kaplı mezara saygıyla baktı. Annesinin kutsal mezarı bu bahçenin içerisindeydi. Hançer akıllı olduğu için bu bilgiyi kimseyle paylaşmamıştı öfkeli de olsa.
Buruk gülüşünü düzeltip ciddi bir şekilde bahçenin etrafında nöbete geçen askerlere selam verdi. Gençlerin, George da dahil, talim alanında gezdirilmesi, değişik aletlerin tanıtılması üzerinden henüz çok bir vakit geçmemişti ki Krallar peş peşe dışarıya çıkarken görüldü. Veliahtlar arabaların içindeki yerlerini alırken Ragnar hassasiyetiyle Şah Bengü’ye yardım ediyordu. Onların bu halleri elbette Kral Ahuramazda’nın çok hoşuna gidiyordu.
Berk Giray, o ana kadar bilerek Yakut Berk’in olduğu yere bakmıyordu. İçini kaplayan utanç duygusu ile onu üzmek istemiyordu. İçten içe iğrenç bir insanın çocuğu olmanın acısını yaşıyordu... George’un şımarık hareketlerine gözlerini devirirken Yakut Berk’in kederle kaplanan hareleriyle karşılaştı. Boğazına bir taş otururken güçlü durmakta güçlük yaşadı. Loura, nihayet arabasına yerleşince art arda sıralanan tüm arabalar harekete geçti. Börü Giray'ın memnuniyetsiz ifadesi bugünün karşılığıydı.
Berk, amcasının hızlı adımlarına yetişmek için koşarken gür sesiyle donakalmıştı. “Yağmur Gürkan’ı huzuruma getirin! BERK! Sende gel!” İşte bu ses, onlar arasındaki gerilimi yükseltmişti. Berk, itaatkar bir asker gibi amcasının arkasından giderken atabeyinin neden geldiğine dair gerçeğe mahrum olduğunu bilmiyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 429 Okunma |
158 Oy |
0 Takip |
34 Bölümlü Kitap |