@syildiz_koc
|
🎶 Medya: Çiğdem Taştan : Jovano Jovanke 🎶
İnsan dünyada bilinmez bir kuyudaki yaralı bir serçeyi andırırdı. Doğumu da gözyaşıydı ölümü de. Dünyaya bir seyirlik gibi gelir biraz misafir olup omuzlarındaki gam ve neşeyle ördüğü hayat dantelini yanına alarak misafirliğini bitirirdi. Bazen acımasızca davranırdı hayat. Aldıklarını geri vermez, doldurduğu ömrü çorak bir bahçe gibi bırakıp yeşertmezdi. İnsan acılarla da yaşamayı öğrenirdi zamanla. Acılar kendisini değiştirip keder dolu bir çukura gömmeden önce ayağa kalkmak zorundaydı.
Barbaros elindeki sahte kimliğe bakıp iç çekti. Kalbi dumanlıydı bu gece. Sevdiği kadının Bosna'da esir düştüğünü öğrenmiş, üstlerinin karşısında duygularına içinde derin bir mezar kazıp gömmüştü. Akıtmak istediği tüm gözyaşlarını yarasına akıttı. Vurup kırmak istediği ne varsa sırt çevirdi. Hislerini belli etmemesi gerektiğini öğreneli çok olmuştu. Eğer hislerini açığa çıkarmış olsaydı o zaman bu görevi alması mümkün olmayacaktı. Onun yerine olaylar karşısında daha profesyonel olabilecek bir askeri gönderecek ve iki ülkeyi karşı karşıya getirebilecek bir operasyonu riske atmak istemeyeceklerdi. Yapamazdı. Bal Rengi gözleri her nemlendiğinde burnunu çekip başını geriye doğru bıraktı. Hazel onun evlenmek istediği tek kadındı. Tüm ısrarlarına rağmen Barbaros'a hayatının darbesini indirip savaş muhabirliği yapmak üzere Bosna'ya gitmiş ve orada da uslu durmayıp başını belaya sokmuştu. Artık kalbi bedeninde değil feryadında atıyordu. Hazel'i korumak konusunda kimseye güvenemezdi ve bu görevi bir başkasına bırakıp tırnaklarının kollarına geçirerek oturamazdı. Hazel sağ salim ülkesine dönmeden Barbaros'a huzur haramdı.
"Dalgın görünüyorsunuz komutanım." Barbaros halindeki tuhaflığın anlaşıldığının farkındaydı. Özel hayatını gizli yaşamayı seven biriydi fakat öyle zamanlar oluyordu ki ekip arkadaşları ailesinden öte bir hâle geliyor ve onunla ilgili saklamaya çalıştığı ne varsa bir şekilde öğreniyordu. Üstlerinin aksine Tim Hazel ile olan birlikteliğinden haberdardı. Barbaros'un evlenme teklifi etme planları yaptığını gizlemek mümkün olmamıştı. Yüzük bir anda elinden fırlayınca herkes mevzuya uyanmıştı.
"Bosna'da kim bilir ne halde? Soğukkanlı davranmaya çalışıyorum ama Hazel bir türlü bile aklımdan çıkmıyor!" En yakın dostlarından olan Cihangir'den içinde bulunduğu durumu saklayamıyordu. "Haklısınız komutanım! Ayşen aynı durumda olsa ben de aklımı korumakta zorlanırdım. Ama bu görev hepimiz için çok önemli! Profesyonel olmak zorundayız."
Barbaros derin bir iç çekip içinde bulunduğu helikopterin koltuğuna yaslandı. "Biliyorum. Ama düşünmeden edemiyorum. Orada kadınlara yapmadıkları hiçbir kötülük kalmıyor. Ya Hazel de benzer şeylere maruz kaldıysa! Bunun düşüncesi bile öldürücü!" Tim'de dolaşan sessizlik bu ihtimali güçlendirecek şekildeydi. Moralmen güçlü olmak zorunda olduklarının farkında olan Ferit öne atılıp "Yapmayın komutanım!" diye lafa girdi. "Yenge Hanım güçlüdür! Emin olun o gavurların hakkından gelmiştir. Kesin Sırpları ateşe vermiş, ortalığın da anasını ağlatmıştır." Ozan elinin tersiyle Ferit'in kafasına küçük bir şaplak patlattı. "Sanki Zeyna'dan bahsediyor. Seni duyan da Tomris Hatunu kurtarmaya gittiğimizi zanneder! Kadın silahsız gitti oraya. Ne kadar direnebilir?" Pot kırdığını anladığında dudağını hafifçe ısırıp Barbaros'un kızgın gözlerine bakarak aptal aptal sırıttı.
"Pardon komutanım! Ben Ferit'e cevap olsun diye şeetmiştim." Umut serkeş bir tavırla müdür yardımcısı edasını esirgemeden Ozan'ın favorilerinden tutup hafifçe çekiştirdi. "Sen şeetme birader! Adamın yüreği yaralı, sevdiceği düşman ellerde esir düşmüş sen de yangına körükle gidiyorsun!" Zeren bıkkınlıkla iç çekti. Siyah saçları asker üniformasının önüne geliyor ve kadınsılığını ortaya çıkarıyordu. Ozan'ın hayran bakışlarını umursamadan "Yine gevezelik yapmaya başladınız." Dedi. Genç kız şu aralar hep burnunda soluyordu. Zeren Ozan'ın hayran bakışlarını önemsemeden Barbaros'a yöneldi. "Merak etmeyin komutanım, onu bulacağız! en fazla iki gün sonra yüzüğünüzü çıkarıp evlenme teklifinizi yaparsınız." Yüzük deyince Ozan'ın gözleri parlamıştı. Henüz çıkma teklifi dahi etmeyi beceremediği Zeren'e evlenme teklifi etmek en büyük hayallerinden biriydi. Zeren sert görünüşlü olsa da yumuşak bir kalbe sahipti. Aralarındaki sorun ise genç kadının evliliğe ve ilişkilere kendini kapatması ve sadece görevine adanmak istemesiydi.
"Sen olsan nasıl bir evlenme teklifi almak isterdin?" diye sordu Ozan. Zeren'in cevabını deli gibi merak ediyor ve böyle özel bir soruyu belki de en yanlış zamanlardan birinde açıyordu. Zeren elindeki tüfeğe tek sevgilisini süzer gibi ilgi ve sadakâtle baktı. Tüm meraklı bakışların üzerine çevrilmesi bocalamasına sebep olmuştu. "Bilmem! Ben evlenmeyi pek düşünmediğim için böyle şeylere kafa yormadım." Bu kadın hep böyle duygusuz olmak zorunda mıydı? Ozan ikinci sözünü söylemeye fırsat bulamadan Cihangir öne atıldı ve her zamanki gibi Ozan'ın heveskâr girişimlerine Bergrad ormanına dalan kaba sakal gibi limon sıkmıştı.
"Ben Ayşen'e teknede evlenme teklif etmiştim. İkimiz de o kadar heyecanlanmıştık ki neredeyse kadınla birlikte marinanın iskele tahtalarını da alıp beraberimizde götürüyorduk." Herkes şaşkınlıkla Cihangir'e baktı. "Bakmayın öyle! Teklife dalınca güzelim teknenin kontrolünü kaybettim. İkinci Titanik kazasını yaşamış marinayla kucaklaşmıştık. Elimde yüzükle işin karakolda biteceğini nereden bilebilirdim!" Ekip kıkırdadı. Bu kılıbık Cihangir'in ilk vukuatı değildi. Kürşat, "jack ve Rose kan ağlıyor olmalı." Diyerek sinsi sinsi sırıttı. "Cihangir, geminin burnunda kucaklaşıp o malum sahneyi yapmadınız inşallah." Ferit Erkin'le kucaklaşıp titanik sahnesi canlandırmaya kalktığında kahkahalar cümbüşü ortalığı kasıp kavurmuştu. Onlar aşkla bakışıp Hint filmlerindeki uzatmalı aşk sahnelerini edalı edalı taklit ederken ekibin son olaylarla düşen morali birkaç doz artmıştı.
Cihangir toparlanıp Ferit'in perçemine ilişti. "Yok be oğlum! Heyecandan salyalarımı bile zor tutuyordum. Burnum aktı çıkartıp mendille silemedim bile. Zaten kadına benimle evlenir misin yerine benimle eğlenir misin demişim. Bana bakınca ne dediğimin tokattan sonra farkına vardım." Cihangir'in sözleri Time dudak ısırtmıştı. O tokat anını bir kez daha yaşayıp an itibariyle yüzünün sağ yarım küresini tutarken Kürşat kafası karışmış bir şekilde kaşlarını çattı. "Pardon abi! Tokadı ne demeye attı? Eğlenmekten hoşlanmıyor muymuş Ayşen yengemiz?" Cihangir karısını taklit ederek sesini biraz daha inceltti ve kırarak vızıldandı.
"Herkes üçüncü çocuğu dizdi sen hâlâ eğlenme derdindesin Cihangir! Annem haklı galiba Cihangir! Bizden bir halt olmayacak galiba Cihangir! Andy ile Tomas bile ebeveyn oldu Cihangir! Çen çen çen..."
Umut, kafasını soru işaretleriyle boğulur gibi kaşıyarak "Andy ile Tomas kim?" Diye geveledi. Yanıt beklediklerinden çok daha sarsıcıydı. "Mahalledeki aylak kediler! Çoktan evlenip bir de çocuk peydahlamış keretalar. Onları görünce bizimki heveslendi biz de seneye düşündüğümüz evlilik işini önceledik." Cihangir suratını ekşitip, "Kedilerden neyimiz eksik sonuçta değil mi? Ayşen hiçbirinden geri kalmaz!" diyerek yükselmeyi de ihmal etmedi. Kılıbıklığı herkesin dilinde türkü olmuştu. Ekip arkadaşları bu ikilinin komik hallerine gülmekten kendilerini alamazdı ama Cihangir'in sevdası dile düşeli beri kimse dönüp de tek laf edemez olmuştu.
"Ay hatırlıyorum ben onu!" Dedi Zeren. "Yenge Hanım evlenme teklif edeceğini biliyordu ve bilmiyormuş gibi rol yapıyordu. Biz de seninle yaklaşık iki hafta boyunca nasıl bir teklif yapacağımıza dair kafa patlatmıştık. Fikirlerimizi tek tek arayıp Ayşen yengeye söylemiştik ve sen bu şekilde evlenme teklif etsem olur mu diye sorarak her defasında onay almıştın? O da hepsine burun kıvırmıştı!" Ferit öne atılıp, "Aaaaa, bende hatırladım. Tarkan marinada konser versin diye tutturmuştu da Fatih Ürek'e zor ikna etmiştik. Sonuçta ikisi de sanatçı! Değil mi badiler?" Tim hep bir ağızdan "Öyle tabi! Başka ne olacak?" diye söylendi. Gençlerin aklına Fatih Ürek'li evlenme teklifi geldiğinde gülmemek için dişlerini sıkmaya başlamıştı.
Ferit Yadigar'a dönüp "Timin imamı ne buyurur acaba?" Diye kıkırdadı. Yadigar güldü. Bu muhabbetlere alışkındı. Son cevabı hep kendisine saklarlardı. "Hanımları hoş tutmak sünnettir Ferit kardeşim." Cihangir pişmiş kelle gibi sırıttı. "Duyun işte! Bana kılıbık der durursunuz! Yadigar da benle aynı fikirde." Ferit kıkırdadı. "Badim herkes atıyorsa sen fırlatıyorsun! Cırkını çıkarmasan hiçbir şey olmaz. Hanım evde yatıyor, tüm işleri sen yapıyorsun! Bir de üstüne ayak yıkıyorsun! Neymiş hanım efendi kendini iyi hissetmiyormuş! Aman aman!" Türkan sinsi sinsi gülümsedi. "Yeryüzüne düşen ilk nezaket tanesi..." Umut'un gözleri ışıdı.
"Aslında başka nezih erkekler de var yani! Sadece görmek lazım!" Son cümleyi öyle heyecanlı, ürkekçe söylemişti ki herkes birbirine imalı bakış atmadan edememişti. Umut'un gönlü de Türkan'daydı ama önce annesi Neşe Hanım bilirdi. Onun radarından geçmeyen hiçbir kız görücü gidilecek hanım kızlar listesine giremezdi.
Barbaros kendi derdine yanarken muhabbet git gide açılıyordu. Ozan gözlerini Türkan'dan ayırmayan Umut'un koluna dirsek attı. Ancak delikanlı o zaman ayılabilmişti. "Sevgili anneciğinden ayrılabilirsen biriyle evlenirsin! Garnizondaki aynalara sor bakalım senden daha anneci bir delikanlı var mıymış bu dünyada."
"Yoktur!" diyen Cihangir için intikam sırası çoktan gelmişti. Türkan üniformasının düğmeleriyle oynayıp dudağını kıvırdı. Barbaros sözün daha fazla dağılmasına izin vermeden askerlere sahte kimliklerini uzattı.
"Bu kadar muhabbet yeter. İşimize dönelim. Birazdan inip BM uçağına bineceğiz. Hepimiz savaş muhabiri, kameraman gibi mesleklerle biliniyoruz. Bu kimlikler Bosna'daki ajanslarla irtibata geçip kuşatma altındaki bölgeye geçmemizde etkili olacak. Bize verilen istihbaratlar doğrultusunda hareket edecek ve asla kimliğimizi açık edecek davranışlarda bulunmayacağız. Üstler politik kriz istemiyor. Gazetecileri kurtardıktan sonra Türkiye için önemli olan bir adamın peşine düşeceğiz. Dosyada fotoğrafları ve bilgileri var. Bu adam kilit isim. Türkiye siyasetini etkileyecek pek çok eylem planı var. Onu bu anlamda canlı ele geçirmemiz önemli. İşimiz bitince etliye sütlüye karışmadan buradan geldiğimiz gibi uzaklaşacağız!"
Yıldırım Timi'nde derin bir sessizlik oldu. Tehlikeli bir görevin içinde olduklarını biliyor, her hareketlerine dikkat ederek kendi güzergahlarını çiziyorlardı. Helikopterden inip kılık değiştirmek için şehirden uzak, sakin bir eve yöneldiler. Orada bir şeyler atıştırıp plan dahilinde hareket etmeleri gerektiğini biliyorlardı. Barbaros cam kenarında sadece Hazel'i düşünüyor, içinde büyüyen sıkıntıyla baş edebilmek için tek kişilik bir savaş veriyordu. Tim ondaki durgunluğu fark etse de daha fazla üzerine gitmenin iyi olmayacağını bildiğinden sesini çıkarmıyor, sadece kendilerini bu gurbet ellerde harekete geçirecek emri bekliyordu. Özellikle dil bilen donanımlı askerler oldukları için bu göreve layık görülmüşlerdi ve sonunun hayır olması her anlamda önemliydi.
Barbaros'un talimatıyla farklı yerlerden, farklı kimliklerle Bosna'ya girecek ve kimsenin izlerini fark etmesine izin vermeyeceklerdi. Denildiği gibi gizli kimliklerine uygun yeni bir tarz benimseyip farklı ülkelerden gelen gazeteciler olarak Birleşmiş Milletler aracılığıyla ülkeye sızdılar. Bindikleri otobüsten yakıp yıkılan köylere üzüntüyle baktılar. İnsanlar bir koyun gibi acımasızca kurşuna diziliyor üçerli beşerli gruplar halinde öldürülüp hiç kimsenin bilmediği toplu mezarlara atılıyordu. Açlıktan çaresizce ağlayan zavallı bebeklerin çığlıkları göğe yükseliyordu. İyi bir manzara görmeyeceğini bilen tim bu kadar kötü şeylerle karşılaşacağını tahmin etse de bizzat yaşadığında etkilenmekten kurtulamamıştı.
Tim güçlü adımlarla etrafta dolaştılar. Gece dolunaya hasret bir zifiriliğin içinde kafese tıkılmak zorunda kalan bir kuş gibi çırpınıp duruyordu. Karlı zemindeki batıp çıktıklarını hissettiren gıcırtılı sesler temkinli bir şekilde etrafta dolaşan vatan evlatlarını daha da sinsi olmaya, bir gölge bir hayalet gibi ıssızlığa saklanmaya itiyordu. Bir barut kokusu ciğerleri istila etti savaşın kan ağlayan bağrından. Yanık molozlardan yükselen dumanlar kara bir sisi ayak altında çiğniyormuş hissi uyandırdı. Sokaklar ıssız olsa da yüksek binaların tepesindeki gölgeler sniper denilen keskin nişancıların boş durmadığını haykırıyordu. Olası bir ateş açılması durumunda zikzaklar çizerek deşifre olmaksızın yollarına devam edeceklerini bilerek adım atıyorlardı.
Yadigâr, "Bu canavarlık!" diye söylendi. Söz konusu görevi yerine getirebilmek için sabırlı olması, kimliğini ifşa etmemesi gerekiyordu. İtalyan gazeteci imajıyla olduğundan çok daha farklı görünse de kalbi gördükleri karşında teklemeden duramamıştı. Siyah saçları açık teniyle tatlı bir uyum içerisindeydi ve güçlü duruşu gazeteciden çok bir askeri andırıyordu. "İnsanlara resmen soykırım yapıyorlar ve dünya susuyor!" dedi Barbaros. Buraya geldiği andan itibaren Hazel için daha fazla korkmaya başlamıştı. Zavallı Bosna halkına bu işkenceleri reva gören zihniyet aynı çaresizliği Hazel ve diğer Türk gazetecilere de yaşatıyor muydu?
"Onu bir an önce bulmak zorundayız!" Arkadaşları ruhundaki hengameyi fark edip onu başıyla onayladı. Bir kurşun sesi ve peşinden gelen deli bir feryat... Sessizliğin bu kadar çabuk cenaze namazını kılacaklarını düşünmemişlerdi. Etraflarındaki insanların çığlıkları artık tahammül edilemez bir boyuta ulaşmıştı. Savaşın bu kadar acımasız olması yürek yakıyordu. Barbaros mezar kazmaya çalışan Sırp askerlerini gördüğünde yüzünde iğreti, öfke dolu bir gülüş belirdi. "İnsanları toplu mezarlara koyup yerlerin gizlemeye çalışıyorlar. Akılları sıra mezarları karıştırıp insanları saklayacaklar. Soykırıma dair iz bırakmak istemiyorlar."
Ferit öne atılıp "Bu mümkün mü komutanım?" Diye sordu. Barbaros başını huzursuzca geriye yaslayıp sesli bir şekilde nefes aldı. "Bu kadar korkunç izler bırakan bir olaylar er ya da geç su yüzüne çıkar." Ekip plan doğrultusunda söz konusu bölgeye mevzilendi. Muhtemel bir karışıklıkta gerekeni yapmaktan asla çekinmeyeceklerdi. Ozan öne geçip edindiği bilgileri komutanına sundu. "İngiliz iyi niyet elçisi saat 7:00'de Saraybosna'ya gidebilmek için mevzilendiğimiz bu bölgeye giriş yapacak. Yanında iki koruması bir de şoförü var. Bu akşam savaşın önderlerinden biri olan Radavon Makarevich ile buluşacak ve bir akşam yemeği yiyecek. Saraybosna'nın girişinde korunması için bazı Bosnalı askerler elçinin ekibine dahil olacak."
"Bizim tam da bu mevkide onu ve yanındakileri etkisiz hale getirmemiz gerekiyor. Ormanlık alanlardan hareket etmeye çalışacağız. Her yer snepperlarla dolu. Gürültüsüz patırtısız bu işi halletmemiz gerekiyor. Radavon kilit isim. Peşine düştüğümüz "Hayalet" kod adlı casus Vladimir'le bağlantısı olduğunu biliyoruz. Bu konuda daha fazla bilgi edinmeliyiz."
Ozan çıkardığı haritayı dizine yatırıp ağzındaki feneri yeniden eline alarak bölgeyi işaret etti. "Bundan sonraki durakta Sırp milisler sürekli devriye atıyorlar. Güvenlik noktalarında kimlik sorup, girişleri tutuyorlar." Barbaros sakallarını sıvazlayıp kararlılıkla soludu. Eline geçirdiği fenerle haritaya göz attı ve parmakları aceleci bir şekilde iki nokta arasında gidip geldi. Bal rengi, güzel gözlerinden uyku akıyordu.
"Oradan geçip Saraybosna'nın iç taraflarına girmemiz gerekiyor. Radavon'un evine geçip gizli ajan hakkında bilgi sahibi olmamız gerekiyor. Gazetecilerin yerini öğrenip operasyon düzenleyeceğiz. Yadigar ve Ferit söz konusu bölgeye konuşlanıp operasyon için gözlem yapacaklar. Gerekli bilgiyi edindiğimizde taktik yaparak sessiz bir şekilde bölgeyi tahliye edeceğiz ve güvenli bölgeye gideceğiz."
"Emredersiniz Komutanım." Tim etrafa dağılıp bölgeyi kıskaca aldı. Yol oldukça karanlıktı. Dikkat çekmemek için soğuğa direnip ateş yakmamış, yanlarında getirdikleri kumanyalara dokunmayı düşünememişlerdi. Yol ile aralarında 300 metre kadar bir mesafeydi ve bu mesafede kamufle olup doğru zamanlama yapmalarının operasyonun sıhhatine büyük etkisi vardı. Zamanı geldiğine dair telsizden işaret alan Ferit bedenini büyük taşlardan birine sabitledi ve tüfeği stabil bir şekilde en iyi kontrol edeceği şekilde destekledi. Tüfeğin optik dürbününü kullanarak hedefi nişan aldı ve nefesini tutup bir vızıltıdan fazlası olmayacak bir gürültüyle İngiliz İyi Niyet Elçisinin aracının lastiğine ateş etti. Bu beklenmedik hamle siyah, gösterişli aracın sendeleyip durmasına sebep oldu. İçinden çıkan iki koruma aracın yanına siper olup silahlarıyla hareketlenme gördükleri noktaya ateş etti. Onları indirmek Ferit için çocuk oyuncağı gibiydi.
Yadigar insanî yardım eşyalarını koydukları çantadan gizlediği telsizi çıkarıp bulunduğu mevkiden Barbaros'a seslendi. "Etrafta herhangi bir hareketlenme yok komutanım. Korumalar etkisiz hale getirildi." Barbaros onu onaylayıp yüzündeki kar maskesiyle temkinli bir şekilde araca yaklaştı. Adımları olabilecek tüm tehlikeli hamlelere hazırlıklıydı. Aracın kapısını açıp ağlayarak "Help help!" Diye yalvaran elçiye sert bir yumruk patlattı. Bu darbe genç İngiliz elçisinin bayılıp koltuğa yığılmasına sebep olmuştu.
Keskin nişancılar yerini korurken Zeren, Yadigar ve Umut öne çıkıp Barbaros'u yakın mesafeden koruma çemberine aldı. Barbaros, Yadigar'a dönüp "Aracın tekerleğini değiştirin. Dikkat çekmemek için kontrol noktalarından aynı araçla geçeceğiz." Diye emretti. Umut elçiyi soyup paketlerken Türkan hâlâ keskin nişancı tüfeğinin başında bölge güvenliğini sağlıyordu. Cihangir Barbaros'un emriyle elindeki Bosnalı kıyafetlerini korumalara giydirdi. Ve Kürşat'ın da yardımıyla kazdığı derin çukurlara adamları gömdü. Kürşat ve Yadigar, Barbaros'un koruması ve şoförü olarak ön koltuklarda yerini alırken arka koltukta Umut ve Barbaros yeni kıyafetleriyle çoktan boy göstermişti. Ekibin geri kalanı gazeteci kimliğiyle söz konusu operasyonun hazırlığı için kolları sıvamıştı.
Kar dizlere kadar uzanıyordu. Gıcırtılı sesler sinen insanların yüreğine korku tohumları ekiyordu. Korkunç bir rüzgar uğuldayarak ceset ve barut kokusunu askerlerin ciğerlerine doğru üfledi. Saraybosna'nın acıları keskin soğukla birleşmiş, savaş atmosferini açlık ve ceset kokusuyla iyice perçinlemişti. Sis, dumandan çelik zırhlı bir düşman gibi Saraybosna'nın savaşın izleriyle hemhal olan kanlı sokaklarını yutmuştu. Ölüm akıyordu her yerden oluk oluk. Ve makus talihlerinin güneşin varlığıyla eriyip bitmesine henüz çok zaman vardı. Savaş bu insanlardan en çok da dostluğu almıştı. Kimse kimseye güvenemezdi artık. En yakınlarının sapladığı hançerin sızısını bir ömür sırtında hissedecek insanlar için güven bir hayal bile olamazdı.
Üsteğmen Barbaros cebinden çıkardığı haritalara baktı. Gideceği evin planı, yollar ve güzergahlar, kontrol noktaları, düşmanlarının devriye düzenleri... İhtiyacı olabilecek her şey önceden düşünülmüş ve hazırlanmıştı. Bir iyi niyet elçisine ait olabilecek çantaların içinde yardım malzemeleri ve ilaçlar bulunuyordu. Fakat araya gizlenen susturucu takılmış silahtan kimsenin haberi yoktu. Barbaros İngiliz iyi niyet elçisinin üzerinden söktüğü rozeti düzenli bir şekilde göğsüne yerleştirdi. Saraybosna'nın batısındaki dar bir köy yoluna ulaştılar. Sırp Milis yüzü sinekkaydı tıraş olan genç bir adamdı. Karşısındaki grubun kimliklerini inceleyip doğruladı. Barbaros iyi niyet elçisi olduğunu söyleyip İngiliz aksanıyla kendini tanıttı. Rolünü öyle ustaca oynuyordu ki neredeyse ekip arkadaşları bile onun İngiliz elçisi olduğuna inanacaktı. Şüpheli bakışlar bir süre üzerlerinde oyalansa da gece maskelerin düşmemesi için timle iş birliği içerisindeydi.
Barbaros ve arkadaşları görevi yerine getirmek üzere harekete geçti. Daha fazla kontrol noktası görmemek için kenar bölgelerden ve ormanlık alanlardan dolaşarak adresi bulabilmişlerdi. Elindeki planlara göz attı. Evin iyi bir şekilde korunduğunu biliyor, Radavon'un tilki zihnini şüphelendirmeden eve böcek yerleştirmenin planlarını yapıyordu. Onunla akşam yemeği yeme fikrini sevmese de zehirlenme ihtimaline karşı temkinliydi. Evin çevresindeki devriye ekipler operasyona galebe çalmasın diye her şeyi düşünmüşlerdi.
Yanındaki erlerine büyük bir kararlılıkla bakıp planının kusursuz ilerlemesi için tekrar yapmakta bir sakınca görmedi. "Ben ve Erkin içeri gireceğiz. Erkin benim yardımcım ve korumam. Bu yüzden silahlı olması dikkat çekmeyecek. Birlikte bir akşam yemeği yiyip plânladığımız bölgelere kamera ve ses cihazları yerleştireceğiz. Görüntü kalitesi düşük olsa da işimize yarayabilir. Sınırlı zaman içinde kullanmamız gerekecek. Yine kriptolu telsizlerle haberleşeceğiz. Eğer böcekleri yerleştirecek zamanı bulamazsam B planını harekete geçireceğiz. Yalan haberlerle Radavon'un dikkatini dağıtıp kendime fırsatlar yaratacağım. 2 saat içinde bu işlerin hallolması gerekiyor. Radavon genellikle gizli görüşme yapmayı planladığı kişileri silah koleksiyonunun bulunduğu özel odasında ağırlıyor. Kışın büyük bir zamanını av köşkünde geçiriyor. Burası merkezle haberleşmenin biraz daha kıt kalabildiği bir yer. Yani işimiz için çok daha uygun. Gerekli bilgiyi aldığımızda gazetecileri kurtarmak için sağlam bir operasyon yapacağız."
Ekip "Emredersiniz komutanım!" deyip başıyla onayladı. Barbaros'un büyük aracı sonunda rütbeli Sırp askerinin av köşkünün garajında kendisine yer bulabilmişti. Genç adam dik ve güçlü yürüyüşünü bozmadan bakımlı saç ve sakallarıyla tam bir İngiliz beyefendisi gibi duruyordu. Taktığı mavi lensler ve kısa süreli olarak boyadığı sakalları onda Avrupayî bir hava oluşturmuştu. Kendisini kapıda karşılayan Radavon'a dostane bir şekilde gülümsedi. Elini sıkmak için nefret duygusunu yenmesi onun için zor olmamıştı. Profesyonel olmak zorunda olduğunu biliyor ve görevine en uygun şekilde davranıyordu. Radavon üniformalı bir şekilde rozetlerini gözüne sokar gibi Barbaros'un tam karşısında yerini aldı.
"Hi! Hoş geldiniz!" Karşısında bir İngiliz beyefendisi olduğunu bildiğinden İngilizceyi olabildiğince onun aksanına yakışacak şekilde konuşmaya çalışıyordu. "Hoş bulduk Sir Makarevich!" Barbaros elini Radavon'dan ayırmadan "Ben İngiliz iyi niyet elçisi Nikolas Carter. Tanıştığımıza memnun oldum." dedi. Radovan "Bende!" deyip ona oturması için yer gösterdi. Barbaros İngiliz kibrini hatırlatan endamlı duruşu ve yürüyüşü ile Radovan'da şüphe uyandırmıyordu. Aksanı öyle mükemmeldi ki etraflarındaki hiç kimse ondan şüphe duymamıştı.
Barbaros ayak ayak üstüne atıp evin dekorasyonuna ilgiyle göz gezdirdi. Karşısında gördüğü ilk şey Radavon'un bir mabet gibi taptığı özenle yerleştirilmiş silah koleksiyonu oldu. Duvar boydan boya silahlarla doluydu. Her teknoloji ve zamana ait makinaları o koleksiyonun içinde bulmak mümkündü. Duvarlardaki mermi dizgileri Sırp milisin her an savaşa hazır bir şekilde beklediğini gösteriyordu. Radavon bu ilgili bakışlardan oldukça hoşnuttu. Eline aldığı purosunun yakıp altın işlemeli çakmağını alelade bir eşyayı atar gibi masanın üzerine yuvarladı. Gözleri kılık değiştiren Barbaros'un sahte mavi lenslerinde özgüvenle dolaştı. Karşısında bu kadar karizmatik, genç bir adam beklemiyordu. İngiliz kibri bu delikanlının ruhunda yakuttan bir taht gibi dimdik durmuş ve asalet kemikli güzel yüzüne yakışmıştı.
"Bay Carter silahlarımdan hoşlanmış görünüyorsunuz." Dedi sohbete kapı aralamak maksadıyla oymalı koltuklardan birine salınarak yerleşirken. Temsil ettiği makamı en iyi şekilde yansıtmakta çekinmeyecekti. Barbaros imparator gibi oturduğu koltukta en ufak bir hareketlenmede bulunmadı ve bakışları kendisini dikkatlice süzen Radavon'da hissizce dolaştı. "Her biri gerçekten hayranlık uyandırıcı. Sir Makarevich silahlarla oldukça ilgili."
Radavon sırtını geriye doğru yaslayıp ellerini bir tarak gibi kızıl saçlarını geriye doğru yatırdı. "Elbette! Sonuçta ben bir askerim. Karım da metresim de anam da silahlar." Barbaros önemsiz bir detaydan bahseder gibi dudaklarını iğrenir tarzda kıvırdı. "Silahlarla iyi geçindiğimi söyleyemem. Biraz ürkütücü olduklarını kabul etmeliyim!" Radavon kahkaha atarken Barbaros yüzündeki kusursuz gülüşle ona eşlik etti. "Haklısınız Bay Carter! Siz bir barış elçisisiniz neticede. Gündeminizin savaş olmaması çok normal!" Radavon ayağa kalkıp silah koleksiyonuna özenle dokundu. Omzunun üzerinden Üsteğmene alaylı bir bakış attığında Barbaros küfür etmemek için tırnaklarını oturduğu koltuğun kadife yüzeyine batırmıştı. Bu katile uzun süre sabretmek zorunda kalmayacağı için kendisini şanslı sayıyordu.
"Buradaki her şey benim çocukluğum, gençliğim... Değeri paha biçilemez. Aile yadigarı..." Barbaros'a dönüp uzun namlulu bir piyade tüfeğini işaret etti. "Bu parça koleksiyonumdaki en değerli aletlerdendir. Aslında onu değerli yapan şey öldürdüğüm ilk adamı temsil etmesinden ileri gelir." Barbaros karizmatik bir şekilde elini yana doğru taranmış şekilli saçlarında gezdirdi. Radavon ona hayranlık duysa da dikkatini silahlarından bir an olsun ayırmıyordu.
"Yoksa bir Boşnak mı öldürdünüz?" dedi Barbaros alnını kırıştırarak. "Hayır, bir Hırvat'tı." Diye düzeltti Radavon. "Ona ateş etmiş ve kafatasının parçalanmasına sebep olmuştum. O andan bir hatıra saklamak istedim. Beynindeki mermiyi ellerimle alıp kanlı haliyle koleksiyonuma ekledim." Barbaros pıhtılaşmış kanla bezeli mermiyi gördüğünde küfretmemek için kendini yine zor tuttu. İt herif...
"İlginç bir deneyim! Savaşı seviyorsunuz!" "Savaş bir askerin varlık sebebidir! Savaş yoksa biz de yokuz." Barbaros başını sallayarak onu onaylamakla yetindi. "Görebiliyorum." Erkin içeri girip selam verdiğinde Barbaros da ayaklanıp Radavon'a yaklaştı. "Korumam! Bay Clingten!" Diyerek Erkin'i takdim ettiğinde Radavon gururla başını bir kez indirip kaldırdı. Ona elini uzatmak gibi bir alçak gönüllük asla taşımıyordu. "Sizi görmek güzel Bay Clingten!"
"Av köşkünüz nefis görünüyor Bay Makarevich. Antredeki geyik başları heyecan verici." Barbaros Radavon'un av merakını fark etmiş ve kaş göz işaretiyle Erkin'e onu lafa tutmasını emretmişti. Radavon sırtı kendisine dönük bir şekilde av merakından bahsederken Barbaros elindeki minik ses kayıt cihazını hissettirmeden büyük silahlardan birinin ardına iliştirdi. Konumunu öyle iyi ayarlamıştı ki yeri görülmediği gibi ses kalitesine engel olacak en ufak bir engel de taşımıyordu.
"Bayan Mihalovic'i takdim etmeme izin verin!" Dediğinde Barbaros aniden arkasını dönüp yosun yeşili gözlere sahip güzel kadına baktı. Bu hareketiyle göz göze gelmeleri kaçınılmaz olmuştu. Genç kadının kumral saçları hoş bir mısır örgüsüyle sağ omzunun üzerinde yerini almıştı. Su damlası şeklinde kemikli bir yüzü vardı ve bedeni savaşın izlerini taşısa da büyüleyici bir güzellikteydi. Üzerindeki siyah, uzun kollu elbise belden diz kapaklarına kadar iniyordu. Gözlerindeki hüzün, yüzündeki endişe ve gurur fark edilemeyecek gibi değildi.
Barbaros uğraşını bir kenara bırakıp güzel gözlerin sahibine yaklaştı. Yaptığı şeyi görüp görmediğini bilmiyor ve operasyonu tehlikeye atacak bir yanlış yapmadığını umuyordu. Mavi lenslerinin altında saklanan bal rengi bakışları çılgın ruh halini gizlemek için çırpındı. Gözlerini genç kadının yosun bakışlarından ayırmadan salınır gibi özgüvenli bir tavırla güçlü duruşun sahibi hanımefendinin yanına geldi. Dikkat çekmemek en iyisiydi.
"Sevgilim Alina Mihalovic." Dedi Radavon Alina'nın örgülü saçlarını hoyrat parmak darbeleriyle çözerken. Saçlarının örgüsüne ilk müdahale edişi değildi ve kadının kaderi izin verirse belli ki son da olmayacaktı. Alina öfke patlaması yaşamamak için gözlerini yumarken Barbaros yanı başımdaki Radavon'un kaşını kaldırışına aldırmadan güzel kadının sıkmak için uzanan elini kavrayıp zarif bir şekilde öptü. Üsteğmen Barbaros Ege Demirsoy değil belki ama muhtemelen kendisinin yerinde bir İngiliz beyefendisi olsaydı o da aynı şekilde davranırdı. Alina gözlerinin derinliklerine bakan genç adama gerginliğini belli etmemeye çalışarak duygusuzca hareketsiz kaldı ve onun bırakmasını beklemeden ilk fırsatta elini çekti.
Barbaros bozulmamaya çalışarak bakışlarıyla Alina'ya meydan okudu. "Memnun oldum Bayan Mihalovic!" Alina'nın dudakları aşağılar şekilde alayla kıvrıldı. Karşısında gördüğü bir Türk bordo bereli asker değildi. O sadece soykırıma göz yuman bir İngiliz uşağı görüyordu. Bunun için nezaket bu geceki planları arasında asla yer edinemeyecekti.
"Keşke memnun olduğumu söyleyebilseydim! Bay..." Duraksadığında Barbaros "Bay Carter!" diye tamamladı. Barbaros iddialı bir şekilde tebessüm etmekle yetinmiş ve takım elbisesinin yakasını kibirli bir şekilde düzeltmişti. Karşısında hırçın bir kadın olduğunu daha ilk bakışta sezmişti ama kimse bu durumdan rahatsız olduğunu söyleyemezdi. Erkin hayranlıkla Alina'ya bakarken zihnini güçlükle içinde bulunduğu operasyona odaklayabilmişti. O güzel çehreden insanın gözlerini kurtarabilmesi mümkün değildi. Kalp çarpıntısını gizlemesi de...
Radavon, Alina'nın elini kavrayıp yanına doğru hafif çekti. Genç kadının üzerinde kurmaya çalıştığı psikolojik baskının herkes bu hamleyle farkına varmıştı. "Sevgilim biraz hırçındır! Malum... Savaş halindeyiz. Bu durum ister istemez bizlerin de huzurunu kaçırıyor. Alina Saraybosnalıdır." Barbaros burun kemerini sıkıp güzel, inci dişlerini göstererek histerik bir şekilde gülümsedi. "İlginç bir ilişki... Sizler onun akrabalarını, dostlarını öldürüyorsunuz o da hiçbir şey olmamış gibi yanınızda kalıp sizinle av köşkünde sizinle aşk yaşıyor. Vay canına! Perfect!" Radavon bu cüretkar sözlerin karşısında dişlerini hırlar gibi hafifçe sıksa da sözler en çok Alina'yı kalbinden yaralamıştı. Bu adam kim oluyordu da ne yaşadığını bilmeden kendisine çirkin yakıştırmalarda bulunma cüretini gösterebiliyordu?
Alina, Radavon'la gövdesi yapışık bir şekilde samimi bir duruş içerisindeydi fakat görüntünün perde arkasında Radavon'un genç kadının bileğini sıkıp tırnaklarını derisine geçirdiği kimse tarafından görünmüyordu. "İngiliz kibri dedikleri bu olsa gerek! Misafir olduğunuz bu evde bu kadar küstahlaşmanız hayret uyandırıcı! Bence burada tartışılması gereken esas mesele sizin burada niye var olduğunuz!" Barbaros kendisinden daha zayıf bir İngilizce'yle konuşan kadına hayranlıkla baktı. Dudaklarını toplayıp kaşlarını hafifçe çattı. "Siz söyleyin neden bulunuyorum?"
"Sözde İngilizler adına iyi niyet elçiliği görevi için geldiniz!" Barbaros ışıldayan gözlerle genç kadının sözlerinin devamını kollarken Alina omzundaki kuşları kovup "Hıh!" diyerek kibir ve alayla gülümsedi. Barbaros yüzündeki tebessümü güçlü tutmaya çalışırken Alina Radavon'un tırnaklarını bileklerindeki deriyi yırtmak pahasına elinden uzaklaştırdı. Ve tiksinir gibi düşmanının kısık gözlerine baktı.
"Ne iyi niyet ama! Çok merak ediyorum Bay Carter! Gelirken yoldaki cesetleri saymaya vaktiniz oldu mu? Kaç tane evin önünden geçerken tecavüze uğrayan kadınların, kızların, çocukların çığlığını duydunuz? Kaçına kulaklarınızı tıkayarak göz kapadınız?" Alina histerik bir şekilde gülümseyerek burnunu kırıştırdı. "Hiçbirine mi? Bence insanlığınızı ve vicdanınızı sorgulamak için en doğru adrese geldiniz! Burada insanlar koyun gibi kesiliyor! Evleri yakılıyor! Çocukları gözlerinin önünde kurşuna diziliyor! Sevdikleri insanların cenazelerini bile bulamıyorlar! Bu bile yasak! Siz hâlâ ne iyi niyetinden bahsediyorsunuz?"
Erkin, Barbaros ve Alina arasında gidip gelen bakışlarına hakim olup hayranlıkla yutkunurken Barbaros gözünü bile kırpmamıştı. "Ben sadece işimi yapıyorum!" diyebildi. Sesini güçlü tutmak epey güç olmuştu. Alina haklıydı! Bu sessizliğin hesabı sorulmak zorundaydı. "Muhteşem bir işiniz var! Dışarda insanlar öğütülürken bizimle akşam yemeği yemek!"
"Bundan daha iyisini yapabilir miydiniz Bayan Mihaloviç?" Alina yüzünü kasıp "Fırsat verilirse neden olmasın?" dedi. Gözleri Radavon'u bulmuştu. Bu intikam ateşi diğerlerinin yutkunmasına sebep olmuştu. Genç kadının dolu gözleri Barbaros'un sahte bir umursamazlık giydiği bakışlarının arasında birkaç damla kristal bıraktı. Ve hemen ardından Radavon'un kendisine uygulayacağı bedensel ve duygusal tüm şiddeti göze alarak hızla ortamı terk etti.
"Sevgiliniz gerçekten çok hırçın!" Dedi Barbaros uzaklaşan adım seslerinin geldiği boşluğu tararken. Radavon'a döndüğünde hasmının gözlerinin öfkeyle alev saçtığını görebiliyordu. "Henüz bazı şeylerin farkına varamadı. Ama dize gelecek!" Radavon hazırlattığı sofrayı işaret ederek "Bence yemeğe başlamamız iyi olacak! Oldukça solgun görünüyorsunuz!"
"Hay hay! Eğer müsaade ederseniz oturmadan önce lavaboyu kullanmak istiyorum!" Radavon onu beklemeksizin çoktan Erkin'le sofraya kurulmuştu. "Koridorun sonunda. Dilerseniz kahya yerini göstersin!" Radavon kaşık ve çatalları peçeteye silerken Barbaros çoktan koridora yönelmişti. Bir aralık yeniden Radavon'un sesini duyup omzunun üzerinden ona baktı.
"Gerek yok! Yolculuktan olsa gerek! Kendimi pek iyi hissetmiyorum. Siz başlayabilirsiniz!" Barbaros görevini icra etmek için adımlarını hevesle attığında "Sizin için ilaç söyleyebilirim Sir!" diyen Radavon'un ardında yeniden sesi duyuldu. Cevap ise açıktı. "Gerek yok! Çok naziksiniz Bay Makarevich" Erkin Alina'nın büyüsünden kurtulup güçlükle işine odaklanmıştı. Şimdi yapılacak iş Radavon'a av ve savaş muhabbeti açıp dikkatini dağıtmaktı. Onlar ağır konularda söyleşmeye dalmışken Barbaros kaşla göz arasında lavaboya girmiş, suyu sonuna kadar açıp evin planını gözden geçirmişti. Amacına götürecek yol üst kattaydı.
Koridorun girişindeki portmantoya dinleme cihazı yerleştirip yukarı çıktı. Birkaç farklı odaya geçip arşivin anahtarını aradı. Fakat onu bulması mümkün olmamıştı. Tıkırtılar duyduğunda saklanıp geleni izlemeye başladı. Bu kahyaydı. Arşiv odasından çıkıyor ve odanın anahtarını eski, tahta oymalı küçük bir sandığın içine bırakıyordu. Barbaros aradığı cevabı bulmuş olmanın verdiği ferahlıkla hissettirmeden hole yöneldi. Alt kattaki koridoru bulacağı esnada duydukları duraksamasına sebep oldu. Ses tüm benliğini sarsan bir yankıyı ruhuna kazandırmıştı. Bu tanıdık ses bedenini öyle esir almıştı ki elinde olmadan sendeledi. Duyguları alabora olmuştu. Zihni kafasındaki plandan uzaklaşıp kulaklarının peşinden aynı duru sese yöneldi.
Ses onu bir kapıya getirmişti. Merakına yenilip kapıyı hafifçe araladı. Bu birkaç dakika önce tanıştığı güzel kızdan başkası değildi. Hayır güzel kız değil sadece kız! Genç kız yatağın üzerinde bacaklarını karnına çekmiş bir şekilde oturuyordu. Bedeni Barbaros'a sırt çevirirken gözleri tahta çıtalarla tamamen kapatılmış penceredeydi. Pencerenin çıta değmeyen açıklığında Alina'ya sadece bir avuç gökyüzü kalmıştı. Aralık kalan o mesafeden uçsuz bucaksız ormana bakıp içli bir ninniyi ruhuna sedef misali işlemişti. Dili arzuyla söylediği ninniye odaklanmışken elleri saçlarının örgüsünü tazeliyor, Radavon'ın bozduğu ince, sırma telleri birbirine eyleyip yoldaş kılıyordu.
Barbaros tehlikeli olduğunu bile bile içindeki duygu seline direnemedi ve onu hissettirmeden kapının eşiğinde dinlemeye koyuldu.
Jovano, Jovanke, Vardar kıyısında oturuyorsun, mori, Beyaz duvak dokuyorsun, Beyaz duvak dokuyorsun canım, Hep dağlara bakıyorsun. Jovano, Jovanke, Ben seni bekliyorum, mori, Evime gelesin, A sen gelmiyorsun canım, Canım benim, Jovano.
Birkaç tıkırtının geldiğini anlayınca kapıyı kapatıp holdeki büyük vestiyerin kenarına saklandı. Hemen aşağıya inip kendilerini bekleyen Radovan'ın tam karşısındaki sandalyeye oturdu. Masada pek çok Balkan yemeği olsa da kendisine ikram edilen kurbağa bacağına ilgisizce baktı. Şimdi iş B planını uygulamaya koymaya gelmişti. Av köşkünün bahçesindeki köpekler hareketlenmiş ve deli gibi canhıraş bir şekilde havlamaya başlamıştı. Radavon bunun hayra işaret olmadığını anladığında silahını alıp ayaklandı.
"Etrafa göz gezdirin. Burada yolunda gitmeyen bir şeyler var. Evdeki askerleri dışarıya çıkarıp dürbünüyle hareketlenmenin sebebini anlamaya çalıştı. O an ormanlık alandan gelen bir patlama sesi herkesin yüreğini ağzına getirmişti. Radavon yaverinin kulağına bir şeyler fısıldadıktan sonra evin dışına gözcü olarak birkaç asker dikip diğerleriyle patlamanın olduğu noktalara doğru hareket etti. Bu Barbaros'a istediği fırsatı vermişti. Dışardan gelecek tehlikelere odaklanan askerler kendilerini umursayacak gibi durmuyordu.
Bulduğu ilk fırsatta arşiv odasına geçti. Erkin'in odanın anahtarının kopyasını eve girer girmez lavaboya bırakacağını biliyordu ve neyse ki her şey istedikleri gibi gitmişti. Arşivi açıp içeride gizlenen telsizlere ve radyo sistemine baktı. Tüm istihbaratları bu kriptosuz telsizlerden almış, radyo sistemini kullanarak aralarında geçen tüm konuşmaları öğrenmişlerdi. Ne yazık ki bazı çok önemli istihbarat bilgileri için bu yeterli değildi. Bu tarz bilgi sızdırılma durumlarına karşı kurye kullanımı çok yaygındı. Şifreli konuşmalar ise tam bir baş belasıydı. Bu şifrelerin çözülmesi operasyonun başarısını sağlayacak tek araçtı. Kuryelerin adının ve adresinin bulunduğu kâğıda not alıp cebine yerleştirdi. Birkaç odaya daha böcek yerleştirip toz olma derdindeydi. Uzun süre ortamda olmaması dikkat çekebilirdi. Tam da bu yüzden elini çabuk tutmak zorundaydı. Erkin tehlikeli olabileceğini fark ettiği girişi tutuyor ve Barbaros'un güvenliğini sağlamaya çalışıyordu. "Umut burada işim bitmek üzere sakın yakalanmayın!" Telsizden duyulan metalik ses cihazlardan bilgi almaya çalışan üsteğmeni engellemeye yetmedi. "Emredersiniz komutanım!"
"Biliyordum! Seni gördüğüm ilk anda bir işler çevirdiğini anlamıştım." Başını çevirdiğinde aynı yosun gözlerin kendisini kıskıvrak yakaladığını fark etti. Hemen toparlanıp onun kalbini nişan alarak silahını çekti. Alina'nın bakışları bir süre susturucu takılmış bir halde duran tabancada dolaşsa da kısa sürede yeniden genç adamın yüzünü buldu. "Sesini çıkarmamanı öneririm." Şakağını bulan silah Alina'yı korkutmaya yetmemişti. "İstersen sıkabilirsin!" Barbaros derin bir iç çekti. Başı bu kızla fena halde beladaydı. "Türksün değil mi?" dedi Alina Barbaros'un mavi lens takılmış bal rengi gözlerini yosunlarıyla yakarken. Bakışları genç adamdan ayrılıp kenardaki gazete haberini buldu.
"Rehin alınan Türk gazeteciler için geldin!" Onu hemen etkisiz hale getirmesi gerekiyordu fakat bu aynı zamanda operasyonu da tehlikeye atması demekti. "Sana onların yerini söylerim fakat benim de senden bazı isteklerim olacak!"
"Sana neden güveneyim!" Dedi Barbaros. Bir şeylerin ters gittiğini anlasa da gördükleri Alina'yı aklamaya yetmiyordu. "Sonuçta birliktesiniz. Sevgilisi olduğun..."
"O benim sevgilim değil. Aramızdaki şey sadece düşmanlık!" Gözlerini ayırmadan söylediği bu söz Barbaros'un kaşlarını çatmasına sebep oldu. "Sana güvenmiyorum!"
"Pekâla!" Alina haykırmak için ağzını açtığında Barbaros ağzını sertçe kapattı ve onu kapıya yasladı. Genç adamın elleri Alina'nın ellerinin üzerine kapanmış ve tüm hareket kabiliyetini baltalamıştı. Gözleri o çırpınırken iri yeşil gözlerine tehditkâr bir şekilde baktı. "Tam bir baş belasısın! Şimdi söyle! Ne istiyorsun?" Alina ellerini yavaşça çözüp ağzına kapanan güçlü, sıcak elleri yavaşça dudaklarından uzaklaştırdı. "Seni ele vermeyeceğim. Gazetecilerin yerini söyleyip onları kurtarmana izin vereceğim. Hatta yardım bile edebilirim." Alina silahın namlusunu kendisinden uzaklaştırıp yavaşça indirdi. Yüzündeki özgüvenli ifade Barbaros'un yüreğine bir ok gibi saplanıp kalmıştı.
"Bir şartla!" Dedi Barbaros'un çekici kokusuna direnmeye çalışarak. "Sen de benim için bir şeyler yapacaksın!"
"Ne?" Alina kırılganlaşan sesini güçlü tutmak için yutkundu. Söz konusu Hana olduğunda dili düğümleniyor, eli ayağı kesiliyordu. "Kardeşim. Srebrenitsza'da bir bağ evinin bodrumunda. Onu bulmanı istiyorum. Onu bul ve sana vereceğim adrese götür. Orada biraz da olsa güvende olacak." Barbaros tüm çene kaslarını şişirecek şekilde dişlerini sıktı. "Sana neden güveneyim? Beni tuzağa çekmek istemediğini nereden bileyim?"
Alina ona biraz daha yaklaşıp tehditkar bakışlarını gözlerine mıhladı. "Düşmanlarımız ortak! Sana zarar vermek benim işime yaramaz. İstediğim tek şey kardeşimi alıp buradan çekip gitmek. Onun güvende olabilmesi için buna mecburum!" Barbaros gözlerini karşısındaki kızın çekici yüzünden kurtarıp bir süre bocaladı. Zavallı, küçük bir kız çocuğunun terk edilmiş bir evin bodrum katından açlık ve soğukla mücadele ettiğini düşündüğünde kalbi dilim dilim kesiliyordu. Bu savaşı bitirecek güçte olmadığını bilse de tek bir can dahi olsa kurtarmak için her şeyini verirdi.
"Tamam!" Alina masadan aldığı kalemle küçük bir kağıda iki adres yazdı. Biri kardeşinin bulunduğu bağ evinin adresiydi. Diğeri onu bırakacakları yerin... "2 gün geçti. Onu bulsan da bulamasan da ikinci adrese gel! 2 gün sonra aynı yerde olacağım."
"Neden iki gün sonra?" Barbaros gözleri dolu dolu olan Alina'ya hissiz olmaya çalışarak baktı. "Çünkü böyle olması gerekiyor." Telsizden gelen ses bakışmalarının arasını hançerle kesip telsize yönlendirdi. "Postoji pokret. Oni dolaze ovamo. (Hareketlenme var. Buraya geliyorlar.)" Barbaros her şeyi ilk haliyle bırakıp kendisini izlemekte olan dışarı çıkmadan son kez baktı. "Onu kurtaracağım. Ama sebebi görevim değil insanlığım ve vicdanım olacak!" Alina da dışarı çıkarken kendisine sırtını dönen adama duyabileceği bir şekilde fısıldadı. "Sözümü tutacağım! Ve bu başımı yastığa bir canavar olarak koymamak için olacak!"
***
Barbaros ve timi araçlarını değiştirip dikkat çekmeyecek bir plakayla adresin olduğu alana yöneldi. Bu yaptıkları görevlerine ters bir durumdu. Esir alınan gazetecileri kurtarmaya gelmişlerdi. Ne için olursa olsun timin zarar görmesi söz konusu olmadıkça bir başka olaya müdahale etme hakları yoktu. Bu yaptıkları üstlerinin hoşuna gitmeyecek ve belki başlarının belaya girmesine sebep olacaktı. Fakat o adrese gidip doğru zamanda çocuğu açlıktan ve soğuktan kurtarmak Barbaros'un yaşama sebebi gibi önemli bir hüviyete bürünmüştür. Göz göre göre böylesi bir duyarsızlığı kendine yakıştıramıyordu.
"Evin çevresini kontrol edin! Kimseyi tehlikeye atmak istemiyorum." "Emredersiniz Komutanım!" Dedi Kürşat! Başıyla keskin nişancı olan Ferit'e işaret etti. Evi Türkan'la birlikte gözlemleyecek ve kuş uçurtmayacaktı. Barbaros tüfeğinin üzerindeki ışığı kullanarak giriş yolunu kontrol etti. Yüzündeki maskeyle kimliğini tamamen gizlediğinden emindi, fakat hiçbir şeyi riske atmak istemiyordu. "Temiz!" Ferit'ten iyi haberi alan Barbaros Umut ve Erkin'e iki parmağıyla gözlerini işaret etti. Bu içeri girerken kendisini korumaları yönünde bir telkindi. Sessiz olmaya çalışarak sinsice içeri girdi. Tüfeğin ışığını kalkan yaparak etrafı taradı. Ev aylarca dokunulmadığı için pislik içindeydi. Toz zerreleri havada uçuşuyor, karanlıkta bile kendini gösteriyordu. Tek katlı bir evdi. Beton duvarların başına taç misali konan büyük bir çatısı vardı.
Çekmeceleri karıştırıp bir şeyler bulmaya çalıştı. Aile fotoğraflarından, biblolardan başka bir şey yoktu. Yerdeki çamurlu ayak izlerinden anlaşılacağı üzere buraya başkaları da daha önce defalarca gelmişti. Herhangi bir tehlike sezmediği için Alina'ya söz verdiği gibi bodruma geçti. Kapı gıcırtıyla açıldı. İçeride zifiri bir karanlık vardı. Buz gibi soğuğun yüreğini buzdan bir bıçakla kazıdığını hissetti. Burası yukarı kısma göre oldukça temiz sayılırdı. Erler girişi ve evin dış kısmını koruyup gözetlerken yanında sadece Kürşat ve Erkin bulunuyordu. Silahın ışığını ve elindeki feneri düzgün bir şekilde tahta raflara dizilmiş eşyaların üzerinde defalarca dolaştırdı. "Burada kimse yok komutanım!" Barbaros başını salladı. Ölü ya da diri bir çocuk bulacağını düşünmüş ve kendini bu ihtimallere hazırlamıştı.
"Bizden önce birileri gelip çocuğu almış olmalı! Daha fazla vakit kaybetmeyelim!" Kar botlarıyla gıcırtılı sesler bırakarak dış kapıya yöneldiklerinde zayıf bir hapşırma sesi dikkatlerini yeniden bodrumdaki küçük odaya yöneltti. Erkin işaret parmağını tahta rafların olduğu dolaba çevirdi. Barbaros başını sallayıp dolabı hafifçe itti. Gözlerinin önündeki hendeği yoklamak için eğildiğinde keskin bir acıyı elinde hissetti. Elini çektiğinde küçük bir çığlık irkilmelerine sebep oldu. Elini boş verip hızla hendeğe eğildi ve küçük kızı koltuk altlarından yakalayarak dışarı çıkardı.
"Loši momci! (Kötü adamlar)" Hana kendisini kavrayan Barbaros'u tekmelemeye çalışırken Erkin ve Kürşat Barbaros'un buruşan yüzüne kıkırdayarak baktı. Erlerine ters bakış atan Barbaros iç çekti. "Aynı ablası! Hiç şaşırmadım!" Erkin Alina'nın yosun yeşili güzel gözlerini hatırladığında yüzünün kızarmasına engel olamadı. "Evet. Yüzü çok benziyor fakat saçları ve gözleri siyah!" dedi. Komutan Erkin'in heveskâr yüzünü öfkeyle süzdü. Şu zamanda düşüneceği son şey Alina'nın yüzü olacaktı. Barbaros korkan çocuğu incitmeden kenara bırakıp ellerini teslim olur gibi kaldırdı. Hana karşısında tüfekle duran askerlere korku dolu gözlerle bakıp sindiği duvarda ellerini havaya kaldırdı. Ürkekliği Erkin ve Kürşat'ı yaralamıştı. Barbaros'un öldürücü bakışlarına toslayınca silahlarını hemen indirip şefkatli bir şekilde küçük kıza gülümsemeye başladılar.
Barbaros, İngilizce "Tamam! Korkmana gerek yok! Sana zarar vermek için gelmedik!" Dedi. Fakat küçük kız bu dili hayatında ilk kez duyuyordu. "Ko si ti? (Kimsiniz!)" Hana'nın titrek sesi Erkin'i öne çıkartmaya yetmişti. Aralarında Boşnakça bilen iki kişiden biri Erkin'di. "Bizi ablan gönderdi. Alina... Seni alıp güvenli bir yere gitmemizi istiyor. Eğer uslu bir kız olup bizimle gelirsen sana kimsenin zarar vermesine müsaade etmeyiz." Hana tereddütle etrafındaki Türk askerlerine baktı. Erkin onu ikna etmek için "Biz Sırp ya da Hırvat değiliz!" Diye ekledi. "Başka bir ülkeden geldik!" Hana küskün küskün bakıp başını duvara çevirdi.
Barbaros cebindeki kâğıdı çıkarıp diz çökerek Hana'ya gösterdi. Başıyla işaret ettiğinde düşündüklerini Erkin'in dile getirmesi güç olmadı. "Bu kâğıdı Alina yazdı." Hana kâğıda ilgiyle baktı. Yüzündeki huzurlu ifade askerleri gülümsetmeye yetmişti. Ablasının yazısını tanımış ve altına eklediği notta bu insanlara güvenmesini tembihlediğini anlamıştı. Henüz beş yaşında olmasına rağmen ablaları sayesinde okuma yazma öğrenmiş ve bunu kullanmaktan da hiçbir zaman çekinmemişti. Barbaros'un kendisine uzattığı eli sımsıkı tuttu. Üsteğmen cebindeki poşeti çıkarıp açlıktan bembeyaz kesen çocuğa uzattı. Hana parçalar gibi poşeti açıp içindeki peynirli sandviçi iştahla yemeye başladığında üsteğmen üzerindeki montu Hana'ya giydirdi ve fermuarını çektikten sonra onu kucakladı.
Barbaros kucağında Hana ile çıkışa yöneldiği esnada duvardaki çerçeveler dikkatini çekti. Aynı çerçeveler Timin de ilgi odağındaydı. Uzun boylu, sarışın adam peşine düştükleri örgüt ajanı olabilir miydi? Bu fotoğraflar da neyin nesiydi? Vlademir Karadzic... Adamın adı buydu. Amerikan ajanının burada sahte bir hayatı daha mı vardı yani? Bu kızların neyi oluyordu?
Tim bir araya gelip yeniden araçlarına yerleşti. Nispeten güvenli sayılabilecek bir bölgeye gelebilmişlerdi. Terk edilmiş yaşanabilirliğini koruyan, geçici evlerine yerleşip yemek arası verdiler. Buradaki imkanlar kısıtlıydı. Ellerindeki yiyecekleri iyi değerlendirmeli ve güçlü kalmaya çalışmalıydılar.
Hana koltuğun kenarına sinmiş yanan sobadan gelen ısıyla titremelerini durdurmaya çalışıyordu. Barbaros'un montu onu şimdiden epey ısıtmıştı. Barbaros telsizlerden aldığı yeni bilgileri not alırken eline geçirdiği belgelerle kurye olan insanları bulma planları yapıyordu. Şifreli konuşmaları çözmek güç olacaktı. Masanın başındaki arkadaşlarına katılmayı düşünse de Hazel'in hâlâ onların elinde olması onun için dayanılmazdı. Kader onları yeniden bir araya getirip kavuşturacak mıydı bilmiyordu. Aklındakiyle baş etmeye çalışırken görevine odaklanmakta zorlanıyordu. Ya gelirken duyduğu seslerden bazıları Hazel'e aitse. Ya o tecavüz kamplarına gönderildiyse! Barbaros bu acıyla nasıl yaşardı?
"Komutanım güçlü kalabilmek için bir şeyler yemelisiniz!" dedi Ferit elindeki kaşarlı sandviçi mideye indirirken. Açlığını dindirmek için yılan yemeye bile razı olmuştu. Yediği sandviçi bu düşüncenin yanında eşsiz bir nimet olarak görüyordu. Ozan'ın iç çekişleri herkesçe fark edilir olmuştu. Ferit haylazca sırıttı. "Sibobu bozuk lastik top gibi ne üfleyip duruyorsun." Ozan kaşlarını çatıp ters ters soludu. "Babamı düşünüyorum. Ben operasyonlarda koşuştururken adam benim hâlâ tıp okuduğumu zannediyor. Bir duysa asker olduğumu köze oturmuş gibi bağırıp çağırır. Hatta belki döver beni!" Genç adam hüzünlü bir şekilde gülümsedi. "Dövsün! Canı sağ olsun! O tek iyi olsun da ben dayağın kralını yemeye razıyım!"
Zeren ilgilenmiyormuş gibi yemeğine gömülürken Yadigar sözün kendisine geldiğini düşünüp başını öğretmen gibi kınayarak salladı. "Allah yalan söyleyenleri sevmez Ozan. Babanı karşına al neyse doğrusu konuş!" Ozan gülümsedi. Ekibin imamından beklediği bir tepkiydi aslında ama Yadigarın da bilmediği şeyler vardı. "Babam, abim Hakkari'de şehit düştükten sonra hasta oldu. Adamın kalbi var. Nasıl söylerim asker olduğumu? Hık der ölür alimallah!"
"Bu yüzden istemedi değil mi? Seni de kaybetmek istemediği için engel olmaya çalıştı." Barbaros'un sözleri Ozan'ın başını eğdi. "Öyle komutanım! Bir oğlunu toprağa verdikten sonra ikincisini kaybetmeyi göze alamadı. Vazgeçmeyi çok istedim ama olmadı işte! Ölmek pahasına sevdalandım bu mesleğe! İnsan ölüm korkusuna vatan sevdasından nasıl geçer? Ben de geçemedim!" Umut elini Ozan'ın omzuna attı. "Haklısın badi. Vatan başka şey! Ne sevda dinliyor gönül ne ana ne baba! Benim anam da ağlayarak gönderdi buralara. Kadın her şehit haberinde panik atak geçiriyor. Çalan zillere bakmıyor şehadet haberim gelir diye! Ne yaparsın! Vatandan daha fazla feda olunası bir şey bulamadım. Ben de can canan diye bayrağıma sarıldım. Alışacaklar!"
Timin tamamı buraya aynı duygularla gelmişti. Görev aşkı herkes için yaşam gayesiydi. Kalubelada Allah'a verdikleri sözden sonra vatan borcu gelirdi. Vatanın ne kadını vardı ne de erkeği. Dolan gözleri fark eden Ferit yine muzırlık yapmaktan geri durmadı. "Aman be! Oldu olacak bir de zırlayın! Bir siz mi kahramansınız! Benim dedem Çanakkale gazisi! Adam ölüme koşmuş ben hiç konuşuyor muyum? Konuşmam!"
"Aman sen konuşma zaten şom ağızlı! Şimdi garnizona dönünce yine başlarsın! Aman böyle kahramanlıklar yaptık! Bosna'yı kurtarıp geldik! Binlerce asker üzerimize çullandı. El bombasıydı şehrin yarısını havaya uçurdum. Bana bilmem ne kadar plaket vermek istediler gurur yaptım kabul etmedim!" Tim kahkahalarla gülmeye başladı. "Söz konusu Ferit olduğunda Gülen Gözler Yeşilçam filmindeki Ziya bile diz çöküp el etek öper. Adam utanmasa dünyayı ben kurtardım diyecek. Ulan pompalıyla bin kişinin arasına daldım ne demek! Ulan çeyrek ekmek yapıp yerler seni be! Bari 100 falan deseydin!" Umut'u duyan Kürşat öne çıkıp "Yok deve!" diye milli bir tepki verdi.
"On oğlum on! Bu işin raconu budur! Ondan yukarı çıkarsan kâğıt kahraman olursun!" Türkan Cihangir'in sözüne "Çok cringe!" diye karşılık verdi. Cihangir yüzündeki şapşal sırıtışla arkadaşlarına baktı. "Ayşen yengeniz de çok sever böyle hikayeleri. Sürekli sorar durur! Ne yaptınız bugün diye. Nasıl anlatayım kardeşim. Şu kadar terörist ezdik, şu kadarının beyni elimde kaldı diye. El bombası fırlattım. Bindiğimiz askeri araç mayına bastı. Onun gibi doktorluk yapmıyorum ki ben. İşim vatanı bölmeye çalışan çakalları ezmek. Burada çakalları eziyorum eve gidince de hanımın bulaşıklarını yıkıyorum. Birlikte doğacak çocuğumuz için yelek patik falan örüyoruz." Son sözleri herkesin kahkahalarla gülmesine sebep olmuştu. Hana uzaktan tatlı bir telaşla onları sessiz sessiz dinliyor sözlerinden hiçbir şey anlamasa da ortamın sıcaklığında mutlu oluyordu.
"Ne kılıbık adamsın be abi!" Diye kahkahalarla güldü Kürşat. Cihangir'den kafasına yediği şaplak genç adamın gözlerinin kocaman açılmasına sebep oldu. "Konuşma lan sidikli!" Sözü duyan herkes kahkahalarla gülmeye başladı. İnsanların kahkahalarını duyan Hana da tatlı tatlı gülmeye başlamıştı. "Ulan hatırlatma şunu be abi!" Erkin kafasındaki Alina'yı kapatıp sonunda ortama odaklandı. "Ne olmuştu ki?" Cihangir bir kahkaha daha patlatıp müdür yardımcısı edasıyla Erkin'in kulağının önündeki minik saçı çekiştirdi. Ortamdaki en büyük olmanın nimetlerini sonuna kadar yaşıyordu. "Hatırlasana lan! Bu zipzip garnizonda yanlışlıkla ıslak sandalyelerin üzerine oturmuştu. Üniformanın önüne gören herkese onu işedi sanmıştı. Millete rezil olmasın diye tim olarak etrafını sarmış gizleye gizleye soyunma odasına götürmüştük."
"Aman çok komik!" diye kaşlarını çattı Kürşat! "Herkese rezil oldum. Önüne geleni tek tek tutup işin doğrusunu da anlatamazsın! Sayenizde adım sidikli kaldı." Erkin Kürşat'ın omzuna sertçe vururken diğerleri kumanyalarını yiyip bir yandan da gülmekle meşguldü. "Sidikli!" Kürşat bakışlarını o ince, tatlı sesin geldiği noktaya sabitledi. Herkesin bakışları Hana'yı bulmuştu. Hana bir kez daha gülerek "Sidikli!" dedi. Kürşat kaşlarını çatarken tüm ekip bir kez daha kahkahalara boğulmuştu. "Hana! Bari sen yapma be abim!" Kızgın delikanlı başını göğe kaldırıp kendisine olumlu enerji vermeyen dünyaya çemkirdi.
"Ah ulan felek, yine yaptın yapacağını! Hep bana çalışıyorsun hep bana! Ne vardı biraz da yanımdakilere çalışsaydın!" Tim onun bu sevimli hallerine kahkahalarla karşılık verirken Hana bir kez daha "Sidikli!" deyip güldü. Söylediği sözcüğün anlamını bilmediği için iyi bir şey dediğini zannediyor ve insanlar güldükçe sürekli tekrar ediyordu.
"Sidikli hi hi!" Ferit, "Kız seni hemen çözdü!" diye kıkırdadı. Cihangir Ferit'e hafifçe çakıp, "Sünger bob! İstersen biraz da senden bahsedelim!" diye kaşlarını çattı. Hana bu hareketi görünce daha fazla gülmeye başlamıştı. Umut öne atılıp "Bak abi! Kız bu hareketini sevdi. Artık eskisi gibi korkuyla bakmıyor bize!" Cihangir bir tane de Umut'a çakıp Hana'yı gözlemledi. "Bıldırcına bak sen! Cin olmadan adam çarpmayı da bilirmiş!"
"Saçlarımı bozmaktan ne anlıyorsun bilmem ki!" Türkan göz ucuyla onu süzüp bıyık altından belli etmeksizin gülümsedi. Barbaros ise lakaytlaşan time bakarak ciddiyetle gözlerini sert sert kıstı. "Biraz daha gevezelik ederseniz ben hepinizi birden birbirinize çarpıp ortalığı çarpım tablosuna çevireceğim. Sor bakalım Erkin şu kıza! Adı sanı neymiş! Kimlerdenmiş?" Erkin Hana'ya Boşnakça ailesine ve kimliğine dair bir şeyler sordu fakat alabildiği tek cevap eğilen bakışlarının suskunluğu oldu. Ailesinin başına iyi şeyler gelmediğini biliyordu. Bu çocuk kalbini daha fazla yormaması gerektiğinin farkındaydı. Barbaros'a dönüp başını olumsuz anlamda salladı.
Barbaros Erkin'e yönelip parmağını şıklatarak kızı işaret etti. Sözlerini tercüme etmesini istiyordu. "Aile fotoğraflarında gördüğümüz o sakallı, uzun boylu sarışın adam kimdi? Hani kucağına oturup onu yanağından öperek fotoğraf çekilmiştin!" Erkin, Barbaros'un sözlerini Hana'ya tercüme etti. Hana gözlerini kırpıp dudaklarını hafifçe ısırdı. Karşısındaki insanlara ne kadar güvenip güvenmeyeceğini bilmiyordu. Dakikalar sonra kendisine merakla bakan askerlere Boşnakça "Moj ujak (dayım)" Barbaros gökte ararken yerde bulduğu adamın masanın üzerindeki fotoğraflarına keskin keskin baktı. Alina ve Hana'nın bu ajanla ilişkisi olduğunu anlamıştı. Artık kendisini ana hedefe götürecek kişilerin kim olduğunu biliyordu.
***
Alina'nın kaleminden
Gözlerim bana ayrılan yemeğin üzerinde ruhsuzca dolaştı. Radavon denilen pisliğin elinden hiçbir şey yemek istemiyordum. Aklımı meşgul eden şey bugün karşılaştığım adamdı. Ona güvenmekle iyi edip etmediğimi bilmiyordum. Büyük bir risk almıştım. Hana'nın uzun süre o bodrum katında yaşayamayacağını kabul etmem gerekiyordu. Onu ölüme terk etmeyi kaldıramazdım. Bu vicdan yükü çok fazlaydı. Bir seçim yapmam gerekiyordu. O Türk, rehin alınan gazeteciler için Radavon'un evine gelmişti. Muhtemelen askerdi. Bizimle bir davası olmadığını biliyordum ve onu kardeşimin hayatı için kullanmak zorunda kalmıştım.
Buradan hemen gidemezdim. Saraybosna'da halkın bulunduğu bazı yerlerde bomba patlatılacağını duymuştum. Bu operasyonu bir şekilde engellemeli ve Radavon'dan kaçıp kurtulmalıydım. Beni esaret içine düşürmüş ve tahta çıtalarla hapsettiği bu odada bir eşya gibi yok saymıştı. Küçük basit bir şilteden fazlasını bırakmamıştı. Çok daha ağır bir cezayı hak etse de onu Allah'a havale etmekten başka bir çarem yoktu. Ablamı ve abimi bulmak İstiyordum. Ailemden geriye kalanlar bu hayatta sahip olduğum son şeydi.
"Sonunda günü bitirdik. Suskun görünüyorsun!" Radavon'un boş laflarını umursamadan aynadaki yansımama hüzünle baktım. Yanıma gelip üzerindeki üniformanın düğmelerini açtı. Bende sadece nefret hissi uyandırıyordu. Gömleğini çıkarıp hemen yanı başıma geldi. Bir adım arkamda olsa da ondan zerre kadar korkmuyordum. Bir zamanlar arkadaş sayılırdık. Aynı okullara gitmiş ve üniversitede aynı arkadaş grubunun içinde birlikte zaman geçirmiştik. Ona sevgi ya da nefret duymamıştım o zamanlar. İlgi göstermediğim gibi karşımda da bulmamıştım. Hayatımda Maher vardı. Maher benimleyken Radavon'u asla kabul etmezdim. Radavon'u sevmiyordum ve bundan fazlasına sahip olamayacaktı.
"Öfkelisin!" Sustum! Aptallık ediyordu. Pençelerimi çıkardığımda bu onun için hiç iyi olmayacaktı. Elleri yeniden örgülerimde dolaştı. Nefesini omzumun üzerinde hissetmiş ve gözünün üzerine yumruk atmamak için kendimi zor tutmuştum. "Seni ilk gördüğüm anda ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim. Güzelliğin, o yosun gözlerin beni bulutların üzerine çıkarmıştı. Hakkında araştırma yapıp seni daha yakından tanımak istedim." Omzumun üzerinden bende nefret hissi uyandıran zayıf, kemikli yüzüne baktım. Gözleri yorgundu. Sevdiğim her şeyi yerle bir etmek, vatanımı yakıp yıkmak fazlasıyla yorucu olmalıydı.
"Beni fark etmen için etrafında dönüp durdum. Ama varlığımı umursamadın! Onunla nişanladığını öğrendim. Dünyamın nasıl başıma yıkıldığını düşünebiliyor musun?" Onu delirtir gibi güldüm. "Senin için üzüldüğümü söylemek isterdim ama üzülmedim. Senin gibi kötü insanların asla mutlu olmaması gerekiyor. Siz bu..." Saçıma sağ eliyle asıldığında boynum refleks olarak arkaya düştü. Dudaklarımdan belli belirsiz bir inleme döküldü. Yüzündeki tüyler yanağıma dokunuyordu. Nefesindeki içki kokusu bende nefret hissi uyandırırken içimdeki şiddeti nasıl zapt edecektim?
"Onunla hep el eleydin!" dedi dişlerinin arasından. Kızgın bir boğa gibi burnundan soluyordu. "Ona kendi ellerinle kek yaptığın günü hatırlıyor musun? Yağmurun altında sırtına montunu bıraktığı anları. Saçlarına nasıl dokunduğunu... Bunları anımsadın mı?" Onun psikopat olduğunu bu kadar geç anladığım için kendimden nefret ettim. "Sen onunla tüm bunları yaşarken, parmağında onun yüzüğünü taşırken ben ne haldeydim ne yapıyordum hiç düşündüm mü?" Kıkırdadı. "Gülüyordum!"
Asıldığı saçlarımın arasından güçlü bir nefes çekti. Sakalları yanaklarıma dokundu. Tırnaklarımı yüzüne geçirmemek için kendimi zor tutuyordum. "Pislik!"
"Ben hep güldüm. Öfkeden, kıskançlıktan delirmek üzereyken bile güldüm. Bana kendimi değersiz hissettiren her şeyi omzuma yükleyip bir aptal gibi güldüm. Duygularımı gizlemek için hiçbir şey yokmuş gibi davrandım." Tırnaklarımı yeniden eline geçirip parmaklarını tutamlarımdan uzaklaştırdım. "Akıl hastası!" Giderek yükselen bir ses tonuyla kahkahalar attı. Delirmiş gibiydi. Artık içinde barındırdığı saykoyu açığa çıkarmaktan bıkmıyordu. Güçlü olan tarafta olmanın tüm ayrıcalıklarını kullanmaktan çekinmeyecekti.
"Kader ilk defa adil davrandı. Savaş seni bana getirdi. Ulaşılmaz olanı kölem yaptı." Yumruklarımı sıktım. "Ben hâlâ Maher'in nişanlısıyım unuttun mu? Sen de etrafımda dolaşan leş yiyici bir akbabadan fazlası değilsin. Seni efendim olarak görmüyorum. Bana sex işçisi muamelesi yapmaktan vazgeç! Kaderin sana bir şey kazandırdığı yok!"
Başını yalanlar gibi salladı ve gözlerimin önünde sigarasını ağzına dayayıp ucunu çakmağıyla ateşe verdi. "Çok yanılıyorsun! Bir hayali yaşıyorsun. Sadece farkında değilsin! Beni soykırım yapmakla suçluyorsun! Oysa Maher'in de benden hiçbir farkı yok." Gözlerimi irice açıp öldürecekmiş gibi sert sert soludum. "Ne saçmalıyorsun sen?" Yanıma yaklaşıp sağ yanımda çapraz olacak şekilde durdu. İşaret parmağı omzumun üzerinde küçük bir iz bıraktı. Bakışlarım önce izi sonra da itici göz bebeklerini takip etti.
"O da bizden biri oldu Alina! Nişanlın ölmektense Sırp ordusuna katılmayı tercih etti. Saraybosna'yı kuşatmaya alan sneperlardan biri de Maher. Benim emrimde, benim askerim olarak çatışıyor!" Sendeledim. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. "Bana ihanet ettiğimi söyleyip duruyordun! Sevdiğin adamın benden tek farkı canını kurtarmak için bir Boşnak olduğunu unutup bize katılması. Halkına ihanet etti." Ondan uzaklaşıp pencerenin açıkta kalan kısmına geldim. Nefes almak istiyordum ama onun yanındayken bu asla mümkün olamazdı.
"Sana inanmıyorum! O böyle bir şey yapmaz!" "Yaptı Alina! Seni, vatanını, inancını sattı. Seni bir korkağın karısı olmaktan kurtardığım için bana teşekkür etmelisin!" Gözlerim dolu dolu olmuştu. Ağlamamam gerekiyordu. Söyledikleri yalan olmalıydı. Buna asla inanmazdım. Maher bu kadar karaktersiz biri olamazdı. Metalik bir ses duyduğumda içimi saran korkuya güçlükle direndim. Bu onun kemerinin parke zemine düşme sesiydi. Hemen ardında pantolonu zayıf bir şekilde ayaklarımın dibine süzüldü. Silik adımları yatağın gıcırtılı sesler çıkarmasıyla son buldu. "İnanmıyorum!" Diye sayıkladım. "O böyle biri olamaz! O..."
"Yanıma gel!" Başımı çevirdim. Kendisini kabullenmemi bekleyemeyecek kadar sabırsızdı. "Sana yanıma gelmeni söyledim." Üzerimdeki elbisenin koluna sakladığım bıçağı sertçe fırlattım. Gözleri korkuyla irileşirken çıplak bedeni korkuyla yataktan doğruldu. Gözleri önce nefretle bakan yüzümde, ardından da kalbinin birkaç santim gerisinde yatağa saplanıp kalan bıçakta dolaştı. Dişlerini sıkıp hırlarken korkusuzca arkamı dönüp çıktım. Beni üzmek istediğinde göreceği tek şey bundan fazlası olmayacaktı.
Merhaba değerli dostlarım. Arayı açmadan bölümleri sizlere ulaştırmak istiyorum. Radavon'un hikayenin devamında yeri yok. Sadece olay örgüsüne 3 bölümlük bir katkısı olacak. Saplantılı aşk kurgusu yazmadım. Bunu zaten Hüsran'da okumuştuk. Bu yüzden tekrara düşmediğimi bilmenizi istiyorum. Umarım sevmişsinizdir. Oldukça hareketli sahneler bizi bekliyor olacak. Kurguyu az çok oturtmayı başardım. Artemisin Gözyaşlarıyla ilgili düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız çok mutlu olurum. Düşüncelerinizin bana katkısı gerçekten çok büyük! Şimdilik hoşça kalın. Pazar günü yeni bölümü paylaşmayı düşünüyorum. Dreame'de buluşalım. :)☺️🎶🪻🦋
Yıldız atan elleriniz dert görmesin. ❤️
|
0% |