@syildiz_koc
|
Medya : Melis Fis ( Ne gelir Elimizden) 🎶 4 YIL ÖNCE (ANKARA GÖLBAŞI) Genç asker, beline kadar suyun içindeydi. Kanalizasyon suyunun kokusu burnunun sızlamasına, midesinin bulanmasına sebep oluyordu. 5 metrelik çukurun içindeydiler. Üzerinde askeri üniforma, başında bordo beresi vardı. 4 gün boyunca aç ve susuz bırakılmış, o pis kokulu suyun içinde tenine değen hareketli yaratıklarla baş etmek zorunda kalmıştı. Açlık, susuzluk, uykusuzluk... Bunlara dayanması gerektiğini biliyordu. Güçlü olmalıydı. Yoluna baş koyduğu bu işte geri adım atmayı hayaline bile getiremiyordu. Derin bir iç çekti. Kurumuş dudaklarını yalamak bile midesinin bulanmasına sebep oluyordu. Leş gibi koktuğundan emindi. Bir ciyaklama sesi geldiğinde irkilerek kendisine verilen o bir saatlik kâbus uykusundan uyandı. Bu başından aşağı bırakılan iri farelerden sadece biriydi. Barbaros, kımıl kımıl etrafında cirit atan bu hayvanları oldu bitti sevmemiş, kokusundan ve temasından hep iğrenmişti. Her gün sadece bir saatlik uyku uyumasına izin vardı. Bundan fazlasını istese de yapamazdı. Bacaklarının buz kestiğini, ayakta durmaktan tüm eklemlerinin kaskatı olup sertleştiğini hissetti. Ayılmak için direnirken başını ensesini suya değecek şekilde geriye bıraktı. Aralan ağzına gelen iğrenç sular uykusunun bir öğürme eşliğinde bitmesine sebep olmuştu. Başını kaldırıp çukurun yukarı doğru daralan giriş kısmına baktı. Gece muhtemelen saat 3 sularıydı. Yanındaki diğer asker arkadaşları da aynı ciyaklama sesiyle ve başlarına dökülen pislik parçalarıyla birlikte küfrederek uyanmıştı. "Ulan p... Sen hâlâ ölmedin mi?" dedi bir ses uyanmak için çırpınan delikanlılara. Çukurun dibinde akisler bırakarak bir kahkaha yankılandı. "Demek lağım fareleri hâlâ yaşıyor. Ulan size yedirirler mi bu mesleği be! İt herifler! Siz kim bordo bereli olmak kim?" Yanında sırıtan diğerlerine dönüp hırladı. "Bu kuduz köpekleri adam yerine koyup kim getirdi buraya?" Barbaros pislik atımıyla ağzına dolan pis suları iğrenerek tükürdü ve kahkahalarla gülmeye başladı. Arkadaşları da yanı şekilde ona karşılık vermişti. Derin çukurda tok kahkaha sesleri yankılandı. Bacaklarına değen fare dişleri gıdıklama hissi oluşturuyordu. "Su çok güzel buyurmaz mısınız komutanım?" Karşılarındaki eğitmen okkalı bir küfür savurup başlarından aşağı ağız dolusu tükürdü. Küfürlerin ve hakaretlerin ne ardı ne de arkası kesilmiyordu. Askerler birbirlerine bakıp bu sabır gerektiren eğitime tabi oldular. Kolay kolay pes etmeyecek ve iyi bir asker olabileceklerini herkese göstereceklerdi. Komutan açlıktan ölme seviyesine gelen ve uykusuzluktan mosmor gözlerle dünyayı birkaç farklı şekilde gören askerlere kahkahalarla güldü. "Sarı kafalı it! Söyle lan en sevdiğin yemek ne?" Kürşat dudaklarını yalayıp, "İçli köfte komutanım! Sabahtan beri hayalini kuruyorum!" diyerek sulanan ağzındaki tükürükleri yutkundu. Komutan ağzını şapırdatarak tabağındaki kızarmış içli köfteyi midesi kemiğine yapışmış bir halde bekleşen askerlere gösterdi. "Bak ulan! Bak da içine açılsın!" Askerler dudaklarını yalarken komutan gözlerinin önünde içli köftesinden kocaman bir ısırık aldı. Köftenin yağı çenesine kadar akmış ve yanındaki askerlerin hevesini kursağında bırakmıştı. "Ohhh oh!" Dedi Kürşat! "Benim yerime de yiyin komutanım." "Yiyorum lan Dü... İçin rahat olsun!" Yalanıp, "Ah ben de yesem!" diye söylendi Kürşat. Şu an o köfteyi dişlerinin arasına alıp damaklarına değdirerek öğütmek için neler vermezdi. "Ah be içli! Bu kadar ayrı kalmazdık. Bu eğitimler bitsin acımam nikah bile kıyarım sana! Aman yavrum!" "B*k ye!" Dedi Komutan. "Olur komutanım. Siz emredin. Vatan için yemem gerekiyorsa onu da yerim!" Barbaros, Kürşat'ın bu içli köfte hasretine kıs kıs gülmekle meşguldü. Sıranın henüz kendisine geleceğinden haberi yoktu. Bal rengi gözleri uykusuzluktan kan kırmızıya dönmüştü. "Ulan s...k! Sen ne seversin söyle bakalım!" Barbaros üzerine alınıp "Zeytin yağlı sarma!" Diye karşılık verdi. Eğitici, sarmaları yumar gibi avuç avuç ağzına tıkıştırdı. "B*k ye!" "Emredersiniz komutanım!" Eğitici elindeki birkaç köfteyi pis suyun içine atıp, "Yiyin lan p..." diye bağırıp Erol taşı andıran kahkahalar attı. Cardonlu suya alık alık bakan askerler yorgun yorgun sırıttı. Kendilerini eğiten askerin bunu bilerek, psikolojik sağlamlıklarını artırma amaçlı yaptığını biliyor ve oyuna gelmemeyi öğreniyorlardı. İçinde bulundukları eğitimin adı intibak eğitimiydi. Zorlu koşullarda hayatta kalmayı ve psikolojik açıdan duyarsızlaşıp görev odaklı davranmayı öğreniyorlardı. En değer verdikleri varlığa yapılan küfürlere bile gülüyor, hiçbir şeyin vatan aşkının ve göreve bağlılığın önüne geçmesine izin vermiyorlardı. Küfürlerin ve hakaretlerin dozajı artınca 9 asker suyun içinde tüm açlık ve yorgunluklarına rağmen el ele tutuşup büyük bir çember oluşturarak halay çekmeye başladı. Barbaros "Dama çıkmış bir güzel!" Dediğinde diğerleri "Delilo delilo hayrane!" Diye karşılık verdi. "Damın etrafı gezer." "Delile delilo kurbaney!" Komutanın küfür seslerini bastırıp sinir küpü olmasına sebep olan şarkıya komutanın tüm bağırtılarına rağmen seslerinin frekansını artarak devam ettiler. Suyun içinde yapılan dans izleyenleri güldürmüş, komutanı ise gururlu bir şekilde sevindirmişti. Bu gençler asker olmak için doğmuştu. 5. Günün sonunda aday askerler sonunda çukurun dışına çıkıp kokuşarak yeni görevlerini beklediler. Komutanın emriyle bir er kocaman bir itfaiye hortumunu açlıktan bitap düşen adayların üzerinde gezdirdi. Bu hortum onları temizliyordu temizlemeye ama aşırı tazyikli su nefes almalarını engellemekten geri durmuyordu. Boğulma tehlikesini yaşamaları, ağızlarına burunlarına giren suyla afallamaları lazımdı. Komutan onlar yıkandıkça büyük lastik eldivenlerle iri, taze, sıcak tezeklerden alıp suratlarına atıyor ve bu harekete karşı tahammülkâr olup olmadıklarını ölçüyordu. Hakaretlerine burada da devam etmiş insanlara yaka silktirmeden peşlerini bırakmamıştı. Barbaros o gün üzerindeki 25 kiloluk sırt çantası ve 2 kg ağırlığındaki iki kum torbasıyla toplam 100 kg'ı geçecek şekilde bir tren yolunun üzerinde zikzaklar çizerek 2 km koşmuştu. 2 km bittiğinde çantayı bırakıp atış yapmış ve sonra 5 km koşuyla gücünü kanıtlamaya çalışmıştı. Bu da yetmezmiş gibi arkadaşı Kürşat'ı sırtına almış ve 2 km boyunca koşarak eğitimi tamamlamıştı. Bu henüz bir başlangıçtı. Bundan daha farklı zorlu eğitimlere gireceğini biliyor fakat ideallerinden asla vazgeçmiyordu. Milletin bekası için her şeyi yapmaya hazırdı. Eğitim tamamlandığında başka kurslara da gitmiş iç güvenlik, sınır ötesi kursu ve özel kuvvet kurslarına katılmıştı. Temel eğitimin ardından ise time atanmıştı. Artık yeni görevi için hazırdı, fakat hayatın onu nasıl bir imtihandan geçireceğini bilmiyordu. *** Günümüz Uzaklara gidişini izliyorum, Benden kopup gazap dolu gecelere, Asla bacası tütmeyen kasvetli mağaralara saklanıyorsun, Yaram derin, Bununla da yaşamayı öğreniyorum. Yağmur keskin siyah bir kırbaç gibi yüreğime düştüğünde anlıyorum yokluğunu, Geri gelemeyecek huzurumu rüyalarıma saklıyorum. Başımı yastığa seninle koyuyor, Ruhumdaki sisi riyakâr sokak lambalarına bırakıyorum. Hiç gelmeyecek olmana alışmak zaman alsa da Böyle de yaşıyorum Sensiz eksik, sensiz karanlık, sensiz parçalanmış, atlı karıncasına gözyaşlarıyla bakan hüzünlü bir çocuk gibi dağınık ve serkeş Yaşıyorum ama ne atan kalbimde eski can var Ne de dökülen gözyaşlarımda umut... Öyle kırık Öyle cansız Öyle tükenmiş... Sadece yaşıyorum. Karanlıklarda gizlediğim tüm acılarımla alabora olan gemilerime uzaktan bir hüzünle bakarak öyle yaşıyorum. Tamir etmeye, deryaya kavuşturmaya mecalim yok. Onlar da küskün maviye. Kulaklarım sağır, duygularım ölü şimdi. Keşke gürültüye bu kadar alışmış olmasaydım. Omuzlarımdaki geçmişin yadı tüm kemiklerimi kırmasaydı. Acılarımın her gün biraz daha azalacağını ve benden silineceğini düşünerek uyanmanın ne demek olduğunu biliyor musun? Bilme! Barbaros Ege Demirsoy İnsan kaderin oynayacağı oyunlardan habersiz hayatın rüzgarına savrulacak hayaller kurardı. Gerçekleşeceğini inandığı hayallerin ters düz edileceği güne kadar yüreğini bunlarla avutur ve kendini mutluluğun huzur verici kucağında sallanarak eylerdi. Barbaros kurduğu düşlerin sarsıntısını ve başına yıkılışına atlatamadan kendini damatlıklar içinde hayalini dahi kuramadığı bir durumda bulmuştu. Hazel ölmüştü. Gelinliğini hazırlayıp ona dünyadaki en güzel sürprizi yapmayı planlarken verebileceği tek şey mezara bırakmadan önce kuşandırdığı kefeni olmuştu. O evde birlikte yaşayacakları tüm günleri de aynı mezarın içine gömmüş, dünyaya getirmeyi planladığı yavrularını umutlarıyla birlikte aynı mezarın içinde kundaklamıştı. Biliyordu. Asla hiçbir şey istediği gibi olmayacak; hayat mutluluğu verirken en acıtan yerlerinden vurmayı ihmal etmeyecekti. Mutlu bir hayat yaşamıştı aslında. Sağlıklı iyi bir annesi, gururlu vatanperver bir babası vardı. Evlerinden huzur ve mutluluk eksik olmazdı. Değer gördüğünü ve sevildiğini bilirdi. Asker bir babanın asker oğluydu. Babasının dönüş yolunu büyük bir heyecanla bekler, ona kavuştuğu gün kendisine getirdiği hediyeye sarılıp kollarından ayrılmazdı. Etrafındaki pek çok arkadaşına kıyasla gıpta edilesi bir hayatı olmuştu. Annesinin tüm korkularına rağmen o da babasının yolundan gitmiş ve kendini arzu ettiği mesleğin içinde bulmuştu. Hayatının en güzel yılları son birkaç sene aldığı yıpratıcı darbelerle sekteye uğramıştı. Annesinin böbrek hastası olması yıkılan dünyasının düştüğü ilk merhaleydi. Her güne onsuz yaşayabileceğini düşünerek uyanmak yetmezmiş gibi şimdi düşmanı olarak gördüğü, hainlikle suçladığı kızı nikahına alacak ve onu korumak zorunda kalacaktı. Fazla geliyordu genç üsteğmene. Yüzünü görmeye, sesini duymaya tahammül edemediği kadına nasıl dayanacaktı? Hazel'in bedenindeki yanık kokusunu Alina'nın yosun gözlerinden almaya nasıl katlanacaktı? Ferit içeri girdiğinde donuk görüntüsünü biraz da olsa toparlamaya çalıştı. Gözlerindeki uykusuzluğu fark etmelerini istemiyordu. Albayın aksine ekip her şeyin farkındaydı. Fakat kendisini ele vermemek için sessizliğin göğsüne kuluçkalanmışlardı. "Komutanım! Sizi bekliyorlar! Kız hazırmış!" Bakışlarını çevirip yüzündeki memnuniyet ifadesini gizlemeden kapıya yaklaştı. Gözleri anlık bir şekilde Erkin'in mutsuz yüzünde oyalansa da ne yapması gerektiğini biliyor ve görevinin gereğini yerine getirmek için hazır bekliyordu. Aslında o nikah salonunda en çok yıkılan kişi Erkin'di. Alina'yı gördüğü ilk günden bu yana içinde biriken derin hislere engel olamıyordu. Bir şey paylaşmış sayılmazlardı ama kalbinden dökülen o hasret ninnisi dur durak bilmeden kulaklarında çağlamaya devam ediyordu. Başka bir şeydi bu. Ela gözlerini hüzne boğan kalbindeki çarpıntıyı dengesizleştiren şey aşktan başka bir şey olamazdı. Bir şey konuşmamışlardı. Konuşmuş olsalardı da muhtemelen derdini anlatamaz, kıyıda kenarda olanlara seyirci kalmaya mecbur olurdu. Görev dediğin insanın boynunu lime lime ederdi de söz konusu vatan olduğunda o baş eğilip bükülmekten kurtulamazdı. Alina'nın Barbaros'la evlenmesine karar veren üstler bu göreve onu layık bulmuş, Erkin'e kalan ise susup kabullenmek olmuştu. Yüreğindeki çarpıntıyı gizleyerek Barbaros'un hemen ardından salona girdi. Başlarda nikahı basit bir imza ile geçiştirmek istemişlerdi fakat daha sonra inandırıcı olması için bundan daha fazlasının gerektiği düşünmüşlerdi. Ve tam da düşündükleri gibi olmuştu. Tüm ekip en şık kıyafetleriyle en yakın dostlarının düğününde hazır bir şekilde bekliyorlardı. Beyaz ve gold renklerinin hakim olduğu salonda çelenkler sıra sıra dizilmiş ve bu sahte evliliği gerçek kılmak için yalancı bir riyakarlık kendilerine yer edinmişti. Büyük bir masa ve şık sandalyeler gold işlemeli beyaz örtülerle renklendirilmişti. Ortadaki büyük Artemis çiçekleri bizzat Barbaros'un emriyle en iyi çiçekçilerden hazırlanıp nikah masasının üzerinde yerini almıştı. Artemis çiçeği... Ölüm ve mezarlık çiçeği denirdi buna. Daha çok mezarların üzerinde kendiliğinden yetişirdi. Anlamından olsa gerek çok fazla dikkat çeken bir çiçek sayılmazdı. Genellikle gelin masalarını güller, menekşeler, laleler doldururdu. Fakat bu nikah çok daha farklı bir amaca hizmet ediyordu. Barbaros ne kadar belli etmemeye çalışsa da aslında Erkin onun derdini biliyordu. Bu görevin arkasında millet sevgisinin dışında bir gaye daha gizliydi. Hazel'in intikamını almak ve Alina'yı da suçlu dayısı ile birlikte cezaevine tıkmak. Barbaros'un bu gayeyi yerine gerçekleştirmek için her şeyi yapmaya hazır olduğunu biliyor ve Alina adına endişeleniyordu. Yaralı genç adamın bakışları Yıldırım Timindeki arkadaşlarının üzerinde dolaştı. Ferit her zamanki gibi aralarında en şık delikanlı olma özelliğini koruyordu. Umut ve Yadigâr da şıklık da kimseden eksik değildi. Gözleri Ozan'ı aradığında delikanlının Zeren'in peşinde dolaştığını fark etmiş ve açık saçık dile gelen bu duyguların Zeren'de ne zaman karşılık bulacağını düşünerek zihnindeki acıyı bertaraf etmeye çalışmıştı. Aslında gözleri tek bir kişiyi arıyordu. Bosnalı Alina'yı... O yabancı yüzü görmediğinde ölüm kanatlarını açıp can evinde feryat figan bağırıyordu. Sesini duymadığında yokluğu genç adamı nefes alamayan bir zavallıya dönüştürüyordu. İnsan bu kadar zamanda böylesine deli nasıl severdi bilmiyordu. O sadece hissettiğini biliyordu. Bir de çığlık çığlığa atan sol yanındaki dertli divaneyi. Bundan fazlasına akıl erdirebilecek hali de kalmamıştı. Günlerdir akıl namına ne kalmıştı ki Erkin'de? Erkin, Alina için ekibin içindeki herhangi biri olduğunu biliyordu. Hayatında bundan fazlası olamadığını ve belki hiçbir zaman da olamayacağını bilerek ondan uzak durmaya çalışıyordu. Keşke aklının bildiğini kalbide onaylayıp haddi aşmasaydı. Ne yazık ki o kalp çoktan zincirlerinden kurtulmuş bir ejderha gibi sevdanın koynuna düşmüştü. "Yüzün bembeyaz olmuş büyük Tarkan! Yoksa Barbaros komutanım yerine sen mi evleniyorsun?" İki dirhem bir çekirdek şekilde salonda dolaşan Zeren'e güç bela gülümsemeyi başarmıştı. Erkin'in içinden binlerce keşke yuvarlansa da dili sadece inkârı yeğliyordu. "Savaşçı dilber ne zaman benimle uğraşmayı bırakacak! Her şey sadece bir görev! Gereğinden fazla düşünmenin bir anlamı yok!" Zeren hafifçe kaşlarını çattı. "Tamam!" dedi bocalar gibi. "Ben de başka bir şey söylemedim." Genç kız başını Allah Allah der gibi salladığında Erkin gaf üstüne gaf yaptığının farkına varmıştı. Kendine binlerce kez hatırlattığı şeyi Zeren'e söylemenin ne gereği vardı şimdi? "Nerede kaldı bu nikah memuru? Oldu olacak biz ona gitseydik bari!" Erkin daha fazla sözlerinin devamını getiremese de içinden bitsin artık diye söylendi. Burada olmak onu bu kadar bunaltmamalıydı. Kürşat onun bu gergin hallerini görüp elindeki nikah şekerlerinden birkaç tanesini ağzına attı. "Sakin ol şampiyon! Birazdan nikah kıyılacak! Her şey yolunda! Bu kadar kendini yormanın bir anlamı yok!" Zeren elindeki fotoğraf makinasıyla birkaç gizli poz çekip yamuk yumuk ağzı çıkan tim arkadaşlarına şantaj yapmak üzere fotoğraflara sinsi sinsi sırıttı. Üzerindeki karamel elbiseyi yırtmacından tutup platform topuk ayakkabılarıyla küçük tıkırtılar bırakarak dostlarının yanına geldi. Neyse ki Ozan ortalıklarda görünmüyordu. "Hadi ama biraz gülümseyin! Muhteşem nikah törenimizde asık suratlar görmek istemiyorum!" Yıldırım Timi peynir modunda gülümserken Barbaros da saatine bakarak sabırsızca Alina'nın gelmesini bekliyordu. Bu ortam onu iyice sıkmış ve idam sehpasından hallice görmediği nikah masasını tekmeleme isteği uyandırmıştı. Zeren gelin odasına doğru gidip karamel elbisesini savurarak Alina'nın kapısını tıklattı. İngilizce bir şekilde, "Alina hazırsan nikaha geçiyoruz!" diye seslendi. Alina'dan ses gelmeyince kapıyı birkaç kez daha tıklattı. "Hadi güzelim! Daha fazla geç kalmayalım." Sesin gelmemesi iyiden iyiye gözünü korkutmuştu. "Yoksa bu şaşkın kız nikahtan korkup kaçmış olmasın!" diye şeytan koluna dirsek attı. Olmayacak şey değildi. Sert bir şekilde itmeye çalıştığında kapı kendiliğinden açıldı. Alina'yı hassas bir şekilde kanepede otururken bulmuştu. Üzerine atılan iftiralar temizlense de kendini hâlâ Barbaros'un nazarında suçlu buluyordu. Alina timdeki herhangi biriyle formalite icabı evlilik yapmayı kabul edebilirdi ama o kişi asla Barbaros olmamalıydı. Kendisini öldürmeye yeltenecek kadar kendini kaybetmiş bir adamla nikah kıymak onun için akıl karı bir iş değildi. Sahi gerçekten oraya Alina'yı öldürmek için mi gelmişti? Silah çekmiş sayılmazdı ama Alina'nın aklına başka bir şey gelmiyordu. En başından beri yıldızlarının barışmadığı bilinen bir gerçekti. Hal böyleyken neden vatandaşlık alabilmesi için onu hayatına dahil etmeye çalışmışlardı? "Sen iyi misin?" Kendisinden cevap bekleyen Zeren'e başını olumsuz anlamda salladı. "İyi değilim! Olan biteni biliyorsun. Onunla evli olmam..." Zeren sözünü tamamlamasına izin vermeden, "Formalite icabı evli olman!" diye düzeltti. Alina da bu durumun farkındaydı ama bu kadarı bile davul gibi gerilmesine yetiyordu. "Böyle bir şeyi nasıl kabul ettiğine hâlâ anlam veremiyorum. Aramızda yaşananlar ortada. Birbirinizi her gün görmeye nasıl tahammül edeceğiz?" Zeren kaygısız bir şekilde Alina'nın sade beyaz gelinliğini düzeltti. Hoş bir duvağı vardı. Sade gelinliği tamamlayan zarif tül eldivenler genç kıza akla zarar bir şekilde yakışmıştı. Barbaros'un öfkesinin uzun sürmeyeceğine inanıyordu. Eğer bunca yıllık deneyimleri ona bir şey kazandırdıysa bu hikâyenin aşka dönüşmesi, nefretin düştüğü yerden gül tohumlarının bitmesi en nihai sonuçtu. "Üsteğmen Barbaros Ege Demirsoy profesyonel bir askerdir Alina! Geçmişte yaşananların görevine engel olmasına asla izin vermez. Hem neredeyse hepimiz aynı lojmandayız. Sana zarar vermek isteyen birileri olabilir. Biliyorsun ülkene iaden istendi. Can güvenliğine zarar gelmemesi için seni olabilecek en iyi şekilde korumaya çalışıyoruz. Bence bunun için Türk milletine minnet borçlusun. Bizi yanıltacak şeyler yapmayacağını umuyoruz." "Evlilikten başka bir çare yok mu?" Zeren dudaklarını gerip Alina'nın başını bir taç gibi saran iri örgüsünün birkaç noktasına beyaz, minik, çiçekli tokalar iliştirdi. "Hayır yok! Bir süre burada kalman gerekiyor! Ülkendeki savaş devam ediyor Alina! Kendini düşünmüyorsan Hana'yı düşün! Gerçek bir ilişki yok! Bu yüzden endişelenmen yersiz. Bir süre bu şekilde yaşarsın. Sonrasında bu durumu bir çözüme kavuştururlar. Mağdur olmaman için ellerinden geleni yapacaklarını biliyorum." Zeren kadife kutudan çıkardığı kapalı gelinlik ayakkabılarını giymesi için Alina'nın önüne bıraktı. Korkularını anlıyordu. Belki başka bir ülkeye gitse ve benzer durumlarla karşılaşsa Zeren onun kadar bile güçlü duramayabilirdi. Alina ayakkabılarını ayağına geçirirken hafifçe dizlerini kırması gerekmiş ve bu durum sıkıntılı bir şekilde ilgi bekleyen bacağında derin sızılara sebep olmuştu. Alina ilk pansumanından sonra yarası için herhangi bir müdahalede bulunmamıştı. Yargı sürecinde kapalı cezaevine gitmiş ve orada da kötü muamele gördüğü için hapishanedeki itiş kakışın bir neticesi olarak o kurşun yarası büyüyüp enfeksiyon kapmaktan başka bir yol bulamamıştı. Şimdi kimseye minnet etmeden yüzünü ifadesiz tutarak gelinliğin altındaki yaranın bir çaresine bakmak zorundaydı. Zeren, kapıyı açıp geçmesi için genç kıza yol verdi. Kapının yaklaşık 4-5 metre kadar gerisinde Yıldırım Timinin coşkulu askerlerini görebiliyordu. Onlara da eğlence çıkmıştı. Barbaros'un hüznünü dağıtabilmek ve oyunu daha da inandırıcı kılmak için büyük roller kesmekte üstlerine yoktu. Alina parlatıcı sürülmüş ojeli tırnaklarını avuçlarının içine saklayarak ellerini yumruk yaptı. Kalabalığın içindeki simaları tek tek süzdü. Onların içinden Barbaros'u seçmek hiç de zor değildi. Zeren'in işareti ile Timdeki herkes büyük bir ilgi ve özenle alkışlamaya, ıslıklar çalıp genç çifti gerçekçi olacak şekilde tebrik etmeye başladılar. Onlar bunu yaparken Türkan kamerayla olan biten her şeyi çekmeyi kendine görev edinmişti. Yüzü gülmeyen tek kişi Erkin'di. Derin bir nefeste ciğerlerini şişirip kalbindeki çarpıntıyı gizlemeye çalıştı. Alina topuklu ayakkabılarını tıkırdatarak bir adım sağından geçerken yüzü hafifçe ona doğru meyletti ve genç kızın bakışlarındaki endişe yüreğini bir bıçak gibi kesti. Kendisini fark etmesini bekliyor, birkaç kelime onunla konuşabilmek için can atıyordu. Ama bunu yapmaya ne gücü vardı ne de cesareti. O ölümü en değer verdiği arkadaşının sevdiği kadınla evleneceğini öğrendiği gün tatmıştı. Alina'nın beyaz zarif ayakkabıları Barbaros'un ayakkabılarının iki adım gerisine geldiğinde durup gerçekçi bir cevap görebilmek için üsteğmenin gözlerine baktı. Barbaros bakışlarını ondan ayırmadan gururlu bir ifade ile cebinden çıkardığı kadife yüzük kutusunu genç kızın gözlerinin önünde açtı. İçerisindeki iki alyanstan birini arkadaşlarının gözlerinin önünde Alina'nın parmağına geçirdi. Diğerinin kendi yüzük parmağını bulması birkaç saniyesini almıştı. Alina'nın elleri ellerinde ürkek bir kuşun yaralı kanadı gibi titriyordu. Gelen gazeteciler bu engel tanımayan büyük aşkın reklamını yapacak ve Alina'nın iadesini isteyen dillere gereken cevabı verecekti. Zeren Erkin'in onlara yorgun ve tükenmiş bir şekilde baktığını fark ettiğinde arkadaşının yüreğine bir bıçak gibi saplanıp kalan derin yarayı hissetmişti. Dudaklarını birbirine bastırıp içinden "Eyvah ki ne eyvah!" Diye mırıldandı. Erkin ve Üsteğmen Barbaros'un aralarından su sızmazdı. Ya bu Alina meselesi Yıldırım timinin başına bela olursa diye içten içe huzursuz olmadan edemiyordu. Barbaros'un bir şeyler söylemesi gerekiyordu. Alina'ya nefes kesici bir güzelliğinin olduğunu söylese oldukça zarif bir erkek imajı çizebilirdi. Bunu düşünse de yapmıyordu. Daha fazla rol kesmeye gerek yoktu. Alina'ya olan bakışları hayranlık ve nefret arasında mekik dokusa da kalbine düşen günah düşüncelerinin iki ucunu keskin bir kılıçla ikiye bölmüştü. Alina gözlerini Barbaros'tan ayırmazken genç adam onun gelinlikler içindeki zarif, masum duruşuna kinle baktı. Yakında yakayı ele verip örgütçü dayısıyla hapse girecek genç bir kıza göre fazla alımlı ve güzeldi. Onları uzaktan izleyen Erkin dolan gözlerini gizlemeye çalışsa da içinden taşanlar fark edilmeyecek gibi değildi. Neşeli görünmeye çalışıyordu. Bu şekilde üzerine gelebilecek tüm okları bertaraf edeceğini düşünüyordu, fakat kalbi hiç de söz dinleyecek gibi değildi. Barbaros'un yerine bir başkası olsaydı o kadar canı acır mıydı bilmiyordu. İçindeki baykuşların uluması bu görevi duyduğu ilk günden beri hiç durmamıştı. Barbaros Alina'ya yaklaşır yaklaşmaz genç kız ürkek bir şekilde geriledi ve kararsızlık içinde formaliteden eşi olan Üsteğmenin koluna girdi. Nikah şahitleri Kürşat ve Zeren olmuştu. Aslında Barbaros bu görevi Erkin'den istemişti fakat bu kadarını kaldıramayacağını düşünen genç adam kendini iyi hissetmediğini söyleyerek işin içinden sıyrılıvermişti. Genç çift birbirine bakmamaya çalışarak nikah memurunun sorularına evet diyerek yanıt verdi. Hana evliliğin gerçek sebebinden habersiz ellerini çırpıp ablasına birkaç öpücük gönderdi. Olan biteni idrak edemeyecek kadar küçüktü. İmzalar atıldığında artık kâğıt üzerinde birbirine düşman olan bu iki insan karıkoca sayılıyordu. Barbaros ayağa kalkıp fotoğraf karelerine poz verdiği belli olmasın diye Alina'yı alnından öptü. Sıradan bir çift gibi görünmeleri bu oyunu gerçekçi kılacaktı. Bir düğün konvoyu oluşturup sokak aralarında, caddelerde nikahı ilan eder gibi kornalara asıldılar. Barbaros tüm bu çabalara alaycı bir şekilde güldü. Aslında amaç olandan çok farklıydı fakat dışarıya karşı gerçek bir evlilikmiş gibi rol yapmaları gerekiyordu. Akşama tüm ana haber bültenleri Türkiye'de politik krize sebep olan göçmen kızının görev için Bosna'ya gelen yakışıklı üsteğmenle yaşadığı aşkı okuyacak ve genç çiftin evliliğini kutlayacaktı. Barbaros'un gözleri yanı başında oturan genç kadına odaklandı. Alina'nın duruşu içinde bulunduğu durumdan ne kadar rahatsız olduğunu ele veriyordu. Derin nefes alışları, bocalamaları, Barbaros'a bakmamak için kendi ile verdiği o iç savaş... Alina da ait olmadığı yerde bulunduğunu biliyordu. Muhtemelen o da beyaz gelinlikler içinde Türkiye'de hiç tanımadığı bir adamla evleneceğini düşünerek bir yola girmeyi düşünmemişti. Hatta belki böylesi bir kader aklının ucundan bile geçmemişti. Ama olmuştu işte! Kendisinden delicesine nefret eden bir adamın kâğıt üstünde de olsa karısıydı. Barbaros şimdi onu kendi elleriyle böcekler yerleştirdiği evine götürecek ve orada bir hata yapmasını bekleyecekti. Büyük bir curcuna eşliğinde lojmana giriş yaptıklarında Barbaros arabayı durdurup yanı başındaki kadının kapısını açtı. Bakışları keskin, yüzü ise kindar ve alaycıydı. "Minik aşk yuvamıza hoş geldin göçmen kızı!" Alina öfkeli çakmak bakışlar eşliğinde araçtan inip kapıyı sertçe kapattı. Bunu yaparken gözlerini ondan ayırmamıştı. Eğer komutan bir oyun oynayacaksa Alina'nın da ondan geri kalır hiçbir yönü olamazdı. Onları karşılayan şey ortalığı mahşer yerine çeviren davul ve zurna olmuştu. "Ulan Ferit!" diye dişlerini sıktı Barbaros. O hâlâ yas içindeyken yapılacak şey miydi bu? "Bakmayın öyle komutanım! Formalite de olsa sizi iki göbek atmadan, halay başı olmadan asla evermem! Caiz midir Hafız!" Yadigâr başını "Fesüphanallah" der gibi salladı. "Caizdir Ferit caizdir." Ferit çoktan mendilini çıkarmış tek başına halay başı olarak oynamaya başlamıştı. Onu Umut takip etti. Kürşat ve Yadigâr da halaya dahil olunca grup neredeyse tamamlanmıştı. Barbaros, Üsteğmen olmasaydı muhtemelen onu da zorla halaya dahil edecek, formalite düğünlerinde oynatmadan güvey olmasına izin vermeyeceklerdi. Ferit "Delilo Delilo!" Dedikçe Barbaros dişlerini sıkıp, "Son halayın olsun!" diye hırladı. "Canınız sağ olsun komutanım!" Barbaros askerine yapmayı planladığı yeni eziyetlerin kafasında çetelesini tutuyordu. Kızlar alkış tutarken gelin ve damat dışında herkes bu düğün atmosferinden memnun görünüyordu. Ozan öne atılıp eline aldığı halay mendilini sağa sola sallayarak artistik hareketlerle hoplayıp zıplayıp oynamaya başladığında Zeren'in kıkırdamaktan neredeyse çenesi birbirine kavuşmayacaktı. Genç kız Türkan'a dönüp "Sence de poposuna kızgın şiş yemiş Habeş maymunu gibi zıplamıyor mu? Hah çok komik!" Türkan kıs kıs gülerken Ozan bu artistik hareketlerin beğenildiğini düşünerek iyice abarttı. Hana da bu durumdan oldukça hoşnut görünüyordu. O da 32 diş sırıtarak elleriyle alkış tutmuş, halayın en can alıcı oyununu sergileyen Ozan'ın etrafında dönüp onu taklit etmeye başlamıştı. Hana'nın bu sevimli halleri somurtmaktan başka bir şey yapmayan Barbaros ve Alina'yı da güldürmüştü. Neredeyse bu evliliğin sahte olduğunu kendileri bile unutacaktı. Alina kız kardeşinin tatlı oyununa gülerken Barbaros sağ yandan ona yüzüne sahte bir tebessümle alaycı alaycı baktı. Bugünleri mumla arayacağı zamanların gelmesini iple çekiyordu. Dayısı ile olan irtibatını ortaya çıkarıp sebep olduklarının ve olacaklarının bedelini ödemesi için ne gerekirse yapacaktı. Kürşat her zamanki gibi işgüzar hallerine bürünmüş davulcunun elinden aldığı davul ile dans ederek davulu evire çevire dövmüştü. Onu gören düğünün kendi düğünü olduğunu sanır, eğlencenin dibine vuruşuna hayretle gıpta ederdi. "Hayde vre!" Erkin tüm davetlere rağmen ekibe katılmamayı tercih etti. İçindeki dert öyle çok yakıyordu ki oraya gidip dans etmesi düşünülemezdi. Ruhumda yeşerenleri bu kadar büyüttüğü için aslında kendine de kızgındı. Göz göre göre kendini mecnun Alina'yı da Leyla etmişti. "Şimdi gel ağla git ağla!" dedi içinden. Bunu düşledikleriyle çoktan hak etmişti. Alina onun hiçbir şeyi değildi. Genç kadın gördüğü ilk anda Erkin'in kalbine inen şimşeklerden habersizdi. Hal böyleyken ne yapsa ona diyecek bir sözcük bulamıyordu. En büyük korkusu Alina'nın kalbine bu zorunlu ilişki yüzünden Barbaros'un girebilecek olmasıydı. Bunu düşünmek canını yakıyordu. Peki ya Barbaros? Bu güzel kıza uzun süre sevdalanmadan durabilecek miydi? Bu ilişkinin aşka dönüşmesine engel olabilecek ne vardı ki? Düşüncelerinde boğulur gibi oldu. İkisini aynı karede düşünmeye bile dayanamazken böylesi bir durum karşısında ne yapacağını bilemiyordu. "Badiler! Komutanın düğününde oynamadık diyen kalmasın." Umut elindeki halay mendilini hoplayıp zıplayıp salladı. Onun tüm derdi de Türkan'ın dikkatini çekip ilgisini üzerine yoğunlaştırabilmekti. İki sene olmuştu tanışalı ama bir türlü becerip derdini anlatamamıştı. Bir tatlı bakışına bir güler yüzüne ne kadar hasretti anlamıyordu bu yavur inatlı kız. Türkan bıyık altından gülerken onun dikkatini çekmek için çırpınan Umut da serpildikçe serpilmiş, dağıttıkça dağıtmıştı. "Ulan bir ayağıma çıkmadığın kaldı be! Accık yavaş ol!" Umut Cihangir'e "Pardon birader!" diye yükseldi. "Türkan orada. Hatunun bakacağını bilsem amuda bile kalkarım. Ulan babam gelse tanımam!" Türkan bakmamaya çalışarak elini yüzünü çevirip bakışlarını devirdi. "Söyle badi bakıyor mu?" Yadigâr başını "Allah müstehakını versin!" Der gibi salladı. Cihangir onu umursamayıp, "Bakmak ne kelime hacı, gülüyor bile! Lan bu Asena da sana yanık olmasın! Ortalık alev alacak hayırdır oğlum!" diye cırladı. Başı bağlı olduğu için arkadaşlarının aşk hayatındaki hareketliliği takip etmekten geri duramıyordu. Umut, pişmiş kelle gibi sırıttı. "Ah bir yansa!" Sesini duyabileceğini düşünüp aniden pişmanlıkla biraz daha büzüştü. Halayı bırakmayı aklının ucundan bile geçiremiyordu. Demek ki Türkan halay çeken erkeklerden hoşlanıyordu. Aklı fikri Türkan da olan delikanlı içinden 'Dansöz gibi kıvırt!" dese bile fark etmez. İsteyen o olsun!" diye mırıldandı. Türkan da bakışlarını kaçırıp ilgilenmiyormuş gibi rol kesmekten güneşin alnında bekleyen tereyağı gibi dağılacak hale gelmişti. Ozan "Tey tey!" Diye bağırırken Zeren hâlâ tüfeğin namlusunu yokluyor, zavallı delikanlıya umut verecek bir harekette bulunmamak için adeta çırpınıyordu. Bir arada olmaları doğru sayılmazdı ama bu ekibe bu kadar alışmışken çekip gitmek de vicdan işi değildi. Arkadaşları eğlenirken Erkin'in bakışları sadece Alina'daydı. Genç kızın yüzündeki yorgun ve silik ifade canını sıkmıştı. Evlilikten yana memnun olmaması iyi bir şeydi elbette ama bu derdinin başka bir sebebi olabileceği ihtimali rahatsız ediciydi. Alina ayakta durmaya daha fazla dayanamayacağını anladığında ekibi kendi haline bırakıp biraz ilerideki banka yöneldi. Bacakları biraz olsun dinlenebilmiş ve canının yangısı azalmaya başlamıştı. Onu yalnız yakalayan Erkin daha fazla dayanamayıp coşkuyla eğlenen kalabalıktan uzaklaştı. Ağaçların gölgelediği güzel yüz birkaç adım gerisinde öylece duruyordu. "İyi misin?" Alina kendi dilinde konuşan adama alık alıp baktı. "Evet! Bir sorun yok!" Erkin'in bakışları gelinliğin astarına düşen o minik kan lekesine odaklandı. Fark ettiği detay yüzünün endişe emareleriyle kaynamasına sebep oldu. "Yaran kanıyor! Şimdiye kadar çoktan geçmiş olması gerekiyordu!" Erkin ona yaklaşmaya çalıştığında Alina kendini birkaç santim uzaklaştırdı. "Gerçekten sorun yok! Basit bir yara hepsi bu! Birkaç güne geçecektir." Erkin sabırsızca ayağa kalkıp bakışlarını mıhladığı gelinliğe uzanmak istedi. Alina, "Bir baktırsak iyi olacak!" diyen Erkin'i isteksiz yüz ifadesiyle geri çevirdi. "Gerek olduğunu sanmıyorum. Bu işin hâl çaresine bakacağım." Erkin'in huzursuzluğu devam ederken bakışları kendilerini uzaktan izleyen Barbaros'la buluştu. Duygularını Barbaros'un anlamasını istemiyordu ama Alina'yı görmeden de yapamıyordu. Eğlence neredeyse sona ermişti. Şimdilik insanlar birer ikişer dağılacak ve yarın akşam yeniden yemek sofrasında bir araya gelecekti. Yıldırım Timi, içi el vermeyerek Barbaros ve Alina'yı yalnız bırakmaları gerektiğine karar verdi. Aynı lojmanda kalsalar da ikiliyi yalnız bırakmak kolay bir seçim olmayacaktı. Barbaros Alina'nın gözlerinin önünde anahtarı çevirip evin kapısını açtı. Buraya daha önce de gelmiş evin temizlenip eşyalarla donatılmasına yardımcı olmuştu. Sütlü kahve tonlarının hâkim olduğu evde sade küçük mobilyalar bulunuyordu. Duvarda meyve ve çiçek motiflerinin bulunduğu iki tablo yer edinmişti. Ortadaki ahşap sehpanın üzerinde danteller bulunuyordu. Sağ tarafında büyük, tüplü bir televizyon, onun üzerindeki rafta ise dikdörtgen bir radyo göze çarpıyordu. Muhtemelen Alina da etraflarındaki yengeleri gibi Dallas dizisini izleyecek ve dizi saati geldiğinde ekranın başında vakit öldürecekti. Bu yüzden televizyon önemliydi. Mutfağa yöneldiğinde sade, beyaz mutfak dolabı onu karşıladı. Açık mavi tonlarındaki duvarları sevmişti. Mermer tezgahın üzerindeki ağır çaydanlık çay içmekten çok ağır çalışmak için gibi görünüyordu. Mutfağı da oldukça şirin görünüyordu. Burada sevdiği Boşnak yemeklerini yapacak ve kardeşiyle biraz olsun huzurlu vakit geçirebilecekti. Hana için ayrı Alina için ayrı odalar hazırlanmıştı. Sütlü kahve tonlarındaki kanepeler daha koyu tonlardaki yastıklarla tamamlanmıştı. Yerde uzun tüyleri olan, kalın, sert bir halı vardı. Genellikle eşyalar 90'lı yılların ruhunu yansıtan ve birbirinin hemen hemen aynısı olan türdendi. Alina, Hana ile birlikte eşyaları incelemeye devam etti. Gözüne odada ilk çarpan şey kablolu telefon olmuştu. Yanında büyükçe bir telefon rehberi bulunuyordu. Bununla kimi arayacağını bilmese de kendini güvende hissetmesini sağlamıştı. Odasında koyu kahverengi-krem tonlarında büyükçe bir gardırop bulunuyor. İçerisinde birkaç parça elbise ve pantolon tarzı şeyler de vardı. "Umarım evi beğenmişsindir!" dedi Barbaros. Onu ürkütmemek için sabırlı ve olgun davranması gerektiğini biliyordu. Belki Alina onun bu dostane yaklaşımından etkilenir ve dayısına ulaşmalarını sağlayacak bilgileri kendisine verirdi. Görevini doğru bir şekilde yapabilmesi için kontrolü elden bırakmaması gerekiyordu. "Beğendim. Teşekkür ederim!" Hana kendisine alınan oyuncaklara dalıp onları çoktan unutmuştu. Burası o koyu savaş günlerinden sonra onun için bir cennetten farksızdı. "Aşk yuvamızı beğenmene sevindim!" Alina iri iri açtığı gözleriyle hayretten bir karış açılmış ağzını gizlemeksizin Barbaros'a ters ters baktı. "Sen neden söz ediyorsun? Aynı evde yaşamayacağız!" "Burada kalmak çok da fena bir fikir değil aslında! Bekarlık zor! Çamaşırlarımı yıkayacak, bir kap yemek yapacak bir kadına kim hayır diyebilir ki? Burada yaşamamın senin için de bir mahsuru olmasa gerek!" İngilizce söylediği sözler Alina'da soğuk duş etkisi yaratmıştı. "Sen delirmişsin! Bu mümkün olamaz. Evliliğimiz gerçek bile değil! Hal böyleyken yanımızda kalmanın uygun olduğunu düşünmüyorum!" Alina'yı sinirlendirmek Barbaros'un da hoşuna gitmişti. Birkaç dakikalık bir öfke ve mutsuzluk bile komutanı eğlendirmeye yeterdi. "Biz evlendik unuttun mu?" Ayağa kalktı. Alina'nın boyu kendisinden daha kısa kaldığı için bakışlarıyla onun kıskaca almıştı. "Nikah memuruna benimle evlenmek istediğinin beyanında bulunmuştun! Sonra imza atıp bu işi tamamlamıştık! Bence bir süreliğine de olsa evli bir adam olmak fena bir fikir sayılmaz! İyi günde kötü günde hastalıkta sağlıkta değil mi?" Alina dişlerini sıkıp bir adım önündeki adamı sertçe itti. "Saçmalıyorsun komutan! Bu evliliğin niçin yaptığımızı biliyorum ve eminim uzun sürmeyecek! Kendi evinde kalmayı tercih etsen iyi olur. Yoksa seni yaka paça buradan kovmak zorunda kalırım." Barbaros kaşının birini kaldırıp ağzı kulaklarına ulaşacak kadar endişe verici bir şekilde tebessüm etti. "Kadınların kocalarına karşı vazifeleri olduğunu sanırdım." iç çekti. "Galiba bayağı huysuz birine denk geldim. Baksana birkaç parça çamaşır yıkayıp birkaç lokma yemek vermek bile zoruna gidiyor hanımefendinin!" Alina dişlerini gıcırdatırken onunla dalga geçen genç adamın bakışları Hana'yı buldu. Konuşulanlardan anlamasa da küçük kız ortalıkta ters giden bir şeyler olduğunu sezmişti. "Minik bıldırcın! Ablanın hoşgörülü olmadığının sen de farkındasın değil mi? Zavallı çocuğu haşlamasan bari!" Alina Barbaros'u itip, "Git buradan! Beni öfkelendiriyorsun!" diye bağırdı. Biraz öncekinin aksine damarına basıldığında aslan kesilmişti. "Beni senden daha çok öfkelendiren hiç kimse yok!" dedi Barbaros. "Sebebini söylememe gerek yoktur sanırım! Belki de Allah belanı benden bulmanı istemiştir. Belki de birbirimizi üzüp bizim yüzümüzden ezilen insanların intikamını almak istemiştir." Alina Barbaros'un her bakışında o günü hatırlamak zorunda kalma fikrine alışamıyordu. Barbaros düşündüklerinin aksine davrandığını fark ettiği halde kendini dizginlemekte zorlanıyordu. "Neden böyle davrandığını çok iyi biliyorum." Dedi Alina kızaran yüzünü saklayıp yorgunluktan eğilen başını dik tutmaya çalışırken. "Büyük bir yanılgı içerisindesin! Sevgilinin ölümüne ben sebep olmadım. Onun o tırın içinde olduğunu bile bilmiyordum. Beni suçlayarak acılarını hafifletmeye çalışmaktan vazgeç!" Barbaros sözlerini bu kadar kısa sürede unuttuğu için kendine kızdı fakat bu ağız dalaşını bitirmeye de hiç niyeti yoktu. İçinden oluk oluk kin akarken kendine engel olmak zor geliyordu. Aldığı eğitimler bile kalbinden taşanların karşısında çaresizdi. "Acılarımın hafiflemesini istediğimi de nereden çıkardın?" Alina dolan gözlerini gizlemeye çalışırken Barbaros ayağa kalkıp onun üzerine yürüdü. Adımları Alina'yı duvar kenarına sinmeye mecbur etmişti. Üsteğmenin gözlerinden bakışlarını çevirmiyor ona içindeki acıya rağmen meydan okumaktan geri durmuyordu. "Ben hiçbir şeyi unutmak istemiyorum. Bilakis her şeyi bana masumiyet rolleri kesen sana rağmen hatırlamalıyım. Hatırladıklarım beni güçlü tutacak biliyorum. Ben o dağ başında hayatımı ve emeklerimi bıraktım." Burnunun dibine kadar eğildi ve elini duvara yaslayıp genç kadını içindeki yangına hapsetti. "Başkalarını kandırmış olabilirsin ama beni asla kandıramazsın göçmen kızı!" Alina üzerine yürüyen Barbaros'tan uzak kalabilmek için duvara sindi. Bacağındaki sızı bu birkaç adımla birlikte daha fazla kendini hissettirir olmuştu. "Canındaki yangıyı belli etmemeye çalışarak, "Neden!" diye sayıkladı. "O kadar adam varken neden beni seninle nikahlamayı uygun gördüler? Peki ya sen?" Kaşının birini kaldırıp avuç içleriyle bal rengi gözlerin sahibini sertçe itti. Araya giren birkaç adım ona nefes alacağı o mesafeyi bırakmıştı. Avuçlarına değen kaslar ve kemikler ise düşüncelerini bozguna uğratmıştı. " Neden tüm nefretine rağmen o imzayı attın? Bosna'da yaşananlardan sonra kimse seni buna zorlayamazdı. Neden beni korumayı kabul ettin? Neden Türkiye'de kalıp vatandaşlık alabilmem için bana yardım ettin? Amacın ne senin?" Barbaros ellerini duvara yaslayıp genç kızın başını kıskaca aldı. Gözlerini gözlerine yerleştirip tüm duygularını kana kana içti. Yosunlarına direnmek içindeki nefrete rağmen güçtü. Karşısında ne kadar güçlü durabileceğini ve ne kadar inatçı olabileceğini ölçmeye çalışıyordu. Sınırları zorladığında vereceği tepkileri hesap edebilmesi için aslında onunla kedi fare oyunu oynuyordu. Alina beyaz gelinliğinin içinde bakışlarını ondan bir an bile ayırmadan söyleyeceklerini bekledi. "Bu bir görevdi. Profesyonel olmak zorundaydım elbette. Adalet yerini bulsun diye ölmeye bile hazırdım." Yeniden üzerine yürüdü. Alina'yı utandırmaktan hoşlanıyordu. "Sen sadece basit bir mülteci değilsin. Ülkemin zarar görmemesi için burada olman gerekiyor. Politik bir kriz çıkarmak için seni kullanmaya çalışıyorlar. Onlara istedikleri bu fırsatı vermeyeceğiz. Burada güvende olacak şekilde yaşayacaksın!" Barbaros bedenini ondan uzaklaştırdığında Alina irkilmekten kurtulamadı. Göçmen kızının kendisinden korkması genç adama endişe verici bir şey gibi gelmiyordu. Alina kendisini gözünü kırpmadan ateşe atacak kadar nefret dolu bir adamla karşı karşıyaydı ve korkması çok doğaldı. Bilmese de büyük bir oyunun içine düşmüştü ve eteklerine bulaşan çamurla uçsuz bucaksız bir uçuruma doğru yuvarlanıyordu. Barbaros sırtını döner dönmez o da ardından hüzünlü gözlerle baktı. Bacağındaki sızıyı belli etmek istemiyor; acılarını sebebi olduğu adamla dindirmemek için yarasının daha kötüye gitmesine aldırış etmiyordu. "Merak etme! Seninle aynı evde yaşamak istediğim falan yok!" dedi Barbaros ona sırtını dönerek uzaklaşırken. Dudaklarındaki yarım gülüş Alina'ya kendisini değersiz hissettirmekle kalmamış ağız dolusu bir öfkeyle kızıştırmıştı. "Sadece dalga geçiyorum." Sütlü kahve tonlarındaki perdeleri çekip açık bir halde olan pencereden kendi evini gösterdi. "Hemen yan tarafında oturuyorum. Başın sıkıştığında geleceğin ilk kişi benim! Numaram telefonun yanındakileri rehberde ilk sırada. Aramızda ne yaşanmış olursa olsun işimi iyi yapmak istiyorum." Başını çevirip omzunun üzerinden kendisine kızgınlıkla bakan genç kadına odaklandı. "Ve sen de benim işimin bir parçasısın! Bu yüzden dikkatli davranmanı tavsiye ederim. Sana bir zarar vermeyeceğim! Bunu hiçbir zaman düşünmedim. Aklımdaki o şeytanı siyah bir kafese koyalı epey oldu. Bazı şeyleri atlatmam zaman alacak. Seni bir anda affetmemi bekleme!" Alina Barbaros'a yönelirken, "Senden af dilediğim falan yok!" diye bağırdı. Yaralı bacağını zorlayarak Barbaros'un tam karşısında dimdik durdu. Bir suçlu gibi kenara sinmek asla yapabileceği bir iş değildi. "Ben hata yapmadım Üsteğmen Barbaros Ege Demirsoy!" Barbaros inanmayan bakışlarını omuzlarından Alina'ya yönlendirdi. Başı inkarla hemhal olmuştu, fakat bu bile Alina'yı durdurmaya yetmemişti. "Orada yaşananlar bir kazaydı. Ateş altındaydık! Direksiyon hakimiyetimi sebepsiz yere kaybetmedim. Gazeteci kız direksiyonu engebeli alana çevirerek sonumuzu hazırladı." Barbaros'un gözleri alev saçıyordu. Alina ölümüne sebep olduğu yetmezmiş gibi bir de Hazel'i suçlayarak üste çıkmaya çalışıyordu. "Kes sesini! Kendini aklamak için hayatta olmayan birine çamur atıyorsun. Hiç değilse biraz olsun kendine saygı duymayı bil!" "Kendime duyduğum saygıyı sorgulayamazsın Üsteğmen! Sözlerine dikkat et! Yalan söylemedim. Verdiğim ifade doğruydu. O aracı ölüme sürmeyi istemedim. Ne gazeteci kızı ne de diğerlerini öldürmeye çalışmadım ben! Baskını tahmin edemezdim. Tek derdim o zavallı insanların güvende olabilecekleri bir yere gitmesiydi." Barbaros nemlenen gözlerini saklamak için yoğun bir çaba sarf etti. "Onları güvenli bir yere götürdün değil mi? Mezara!" Gözleri kendisini yalancı çıkarırken olabilecek en gerçekçi gülüşünü sunmaya çalıştı. "Vay be!" Yükselen sesi bir zafer çığlığını andırıyordu. "Ne de güzel kurtardın ama insanları değil mi? Neredeyse mutluluktan ağlayacaklardı! Muhteşem Zeyna! Savaşçı prenses!" Barbaros birkaç adım öne geçip Alina'yı çenesinden yakaladı ve aralarındaki tüm mesafeleri kapatarak onu yeniden duvara yasladı. Ona bu kadar yakınken ve gözleri ruhunu kızgın yağın içinde harlarken öfke çağlayan dudaklarından arzu dolu nefes seslerinin çıkmasına engel olamıyordu. "Sana uzak dur demiştim! Elini her şeye atma, canın yanar canımız yanar demiştim. Beni dinlemedin!" Üsteğmen sesini yükseltip, "Çünkü keçi gibi inatçısın göçmen kızı!" diye bağırdı. "Ovalarda otlayan keçiler var ya hepsi senin yanında halt etmiş." Barbaros burunları birbirine değecek kadar yakınlaşmış ve gözlerindeki yangını hissetmesini istemişti. "Senin inadın yüzünden bir sürü insan öldü. Hazel o arabanın içinde can verdi. Hiçbir şey yapamadım! Keşke..." Barbaros sustuğunda Alina dudaklarını birbirine bastırıp düz bir çizgi halini almasını sağladı. Kaşının birini kaldırıp Barbaros'un kendisini en can alıcı yerinden vurmasını bekliyordu. "Keşke... Hadi söyle! Söyle!" Barbaros dilinin ucuna gelen tüm sözleri yutmak için nefes aldı. Yumruklarını sıkıyor ve burun buruna kaldığı genç kadının ince fakat dolgun olan dudaklarına bakıyordu. Oradan beklediği tek şey içindeki ateşi söndürecek bir özür ya da itiraftı. Bu belki kendisini daha iyi hissetmesini sağlayacaktı. "Neden susuyorsun? Beni oradan çekip çıkaran sendin! Neden bir gerçeği itiraf etmek bu kadar zor geliyor?" Barbaros yumruğunu gözlerini Alina'nın yosunlarından ayırmadan duvara sertçe indirdi. Haklı olması canını yakıyordu. "Tut ki gerçekten onun ölümüne ben sebep oldum. Neden buradasın o zaman! Bu ülkenin tek neferi sen misin? Biricik sevgilinin katilini korumak neden senin görevin oluyor?" Barbaros perçemlerini titreterek, "Haklısın!" diye sayıkladı. "Bu görevi kabul etmemeliydim. Hatta belki bundan daha iyisini yapıp seni oracıkta öldürmeliydim değil mi? Böylece sen de daha fazla vicdan azabı çekmeden hayata veda ederdin! Birbirimize tahammül etmek zorunda kalmazdık. Karı kocaymış gibi davranmak zorunda kalmazdık. Yolun başında biterdi aramızdaki kavga." "Biterdi!" Diye sayıkladı Alina. Ölümden korkmuyordu. Korkularıyla yüzleşmiş ve bu savaştan galip gelmişti. "Merak etme! Bitecek!" Alina Barbaros'un sözlerinden hiçbir şey anlamamıştı. Komutan böyle söyleyerek neyi kastetmiş olabilirdi? "Bitsin o zaman! Ben bu evliliği istemiyorum! Eğer çaresiz kalmasaydım da asla kabul etmezdim." Barbaros aşağılar gibi sırıttı. "Ben de senin derdinden ölmüyorum. Bir süre için bu saçma oyunu devam ettirmek zorundayız. Burada güvende olacaksın. Etrafın seni korumak isteyen insanlarla dolu." Kaşını kaldırıp meydan okuyarak daha yavaş bir biçimde konuştu. "Bunun kıymetini bilsen iyi edersin. Aksi taktirde seni hapse göndermek için elimden geleni ardıma koymam!" Alina yangından kaçarken doluya tutulduğu bilerek dişlerini sıktı. Bosna ayrı, Türkiye ayrı savaştı onun için. Nereye gitse asla güvende olamayacağını düşünüyor ve Hana için endişeleniyordu. Barbaros burada daha fazla kalmasının doğru olmadığını düşünüp çıkışa yöneldi. Artık tüm iş onu enselemekteydi. Öyle bir vurgun yapmalıydı ki hem Alina hem de maşalığını yaptığı dayısı hak ettiği cezayı bulmalıydı. Barbaros girişteki merdivenlerden binanın yan tarafındaki evine doğru yürürken Alina pencereden genç adamın uzaklaşan adımlarına baktı. Onu ilk gördüğü anda hayatında büyük depremler olacağını anlamıştı, fakat soyadını taşımak zorunda kalacağı aklının ucundan bile geçmemişti. Yaralı bacağı kaloriferlerin peteğine değdiğinde inlemekten kendini kurtaramadı. Yara için bir şeyler yapmalıydı. Kendini çok yorgun ve bitkin hissediyordu. Üzerindeki sade gelinliği çıkarıp işlemeli, tül eldivenleri bir kenara savurdu. Yarasının daha kötüye gitmesinden endişe duyup duş almaktan vazgeçti. Durumunun daha kötüye gitmesini istemiyordu. Hana'nın konuşulanları anlamadığını bildiği halde kardeşine karşı suçluluk duydu. Onu kucağına alıp sendeleyen bacağına aldırış etmeden odasına götürdü. Oldukça sade fakat rahat bir odaya sahip olduğunu söyleyebilirdi. Minik kızı yatağına yatırdıktan sonra yanına uzandı. "Sestra!" Dedi Hana minik tatlı bir mırıltı eşliğinde. "Hana moja!" "O kötü biri mi?" Bu soru karşısında Alina sessizleşti. İyi veya kötü olduğuna dair bir yorum yapmak güçtür. Bildiği tek şey kendisinden nefret ettiğiydi ki bu da ondan uzak durması için yeterli bir sebep sayılırdı. "Biraz öfkeli biri!" dedi genç kız iki parmağının arasını kullanarak biraz kelimesini doldurmaya çalışırken. "Neden öfkeli? Biz ona bir şey yapmadık ki! Bana iyi davranıyor ama sana hep kızgın! Çizgi filmdeki Gargamel bile o kadar çok bağırmamıştı." Alina Hana'nın ipeksi, siyah, kıvırcık saçlarını sevgiyle okşadı. Güzel gözleri tıpkı babasına benziyordu. "Öfkeler er ya da geç diner! Sen bunları düşünüp kendini üzme! Her şey geçecek!" Hana buruk bir tebessümle ablasının saçlarına dokunan elini tuttu ve parmak ucuna tatlı bir öpücük bıraktı. "Seni bir daha göremeyeceğim diye çok korktum! İyi ki yine geldin! Ben bu insanları çok sevdim sestra! Çok eğlenceliler! Ama..." Alina kardeşinin kesilen sözlerinin devamını sabırsızlıkla çağırdı. "Ama..." Hafifçe dudaklarını kaydırarak, "Ben annemleri çok özledim. Onları bir daha göremeyecek miyiz?" diye mırıldandı. Alina boğazındaki zakkumu kanatırcasına söküp atmak istedi. "Belki bir gün yine görüşürüz. Savaş bittiğinde, yeniden mavi kelebekler uçuşmaya başladığında, Artemis çiçekleri açtığında yine eskisi gibi bir araya geliriz." Minik kız ablasının göğsüne biraz daha yaklaşıp annesinin yokluğunu dindirmek ister gibi sokuldu. Ablası ona gördüğü her şeyi unutturmak için çabalıyordu. Hana'nın şahit oldukları korkunçtu. Buna rağmen bir çocuktan beklenmeyecek bir olgunluğa erişmişti. Savaş insanları büyütüyordu. Ona en sevdiği Bosna türküsünü söyleyip iç çekerek tatlı tatlı uyumasını izledi. Burada kısmen güvende olsalar da Barbaros'un davranışları Alina'da endişe sebebi oluyordu. Sevgilisinin ölümünde Alina'yı suçluyor olması ister istemez Barbaros'u baş düşmanı konumuna getiriyordu. Genç kız Hana'nın uyuduğundan emin olunca yarasına bakmak üzere banyoya gitti. Küçük samimi bir banyo atmosferi vardı. Duşakabin, yağmurluk ve diğer tüm araç gereçler ihtiyacına cevap verecek şekilde hazırlanmıştı. Dayısı hakkında söylenilenler canını acıtıyordu. Babasının yokluğunda tutunduğu o adam gerçekten bir cani olabilir miydi? Ya da bir örgüt lideri... Suikastçı... Hiçbirini İmran Borya olarak tanıdığı ve baba yerine koyduğu adama yakıştıramıyordu. Üzerindeki eteği baldırının yukarısına çekip bacağındaki yarayı yokladı. İltihap kapmıştı. Şişmiş, morarmış adeta "bana bir çözüm bul!" der gibi feryat figan bağırıyordu. Alina ecza malzemelerini getirip kendini koltuğuna sere serpe bıraktı. Kendi yarısını kendi saracak ve okulda öğrendiği bilgilerin hakkını verecekti. Yarasını temizleyip yeniden sardığında biraz daha iyi hissediyordu. En azından artık bir hapishanede değil güvenli bir limandaydı. Sendeleyerek yerinden kalkıp pencereden dışarıya baktı. Gözlerinin önüne gelen ışık ürkmesine sebep olmuştu. Hemen yan tarafındaki evde Barbaros oturuyordu. Bu komutan onu rahat bırakmayacak geçmişi deşelemeden huzur bulmayacaktı. Bakışları perdenin ardındaki cılız ışıkta gezindi. Orada ne yaptığını bilmiyordu. Biraz daha gözlerini kıstığında sallanan bir sandalyeye kendini bırakmış bir şekilde gökyüzünü izlediğini gördü. Ona güvenemezdi. İçinde Radavon gibi bir şeytan barındırmadığından emin olmak için henüz çok erkendi. Bu yüzden tetikte olmalıydı. En azından Hana için... *** Barbaros derin nefesler alıp kafasındaki sorunları düşünüyordu. Gözlerinin önüne gelen çerçeve Hazel'e ait olan hatıralardan sadece biriydi. Hâlâ Hazel'in ölümünü kabullenememiş, kendini suçlamaktan bir an bile vazgeçememişti. Oraya Hazel'i kurtarmak için gitmişti fakat bulduğu yanık bir cesetten fazlası olmamıştı. Cenazesini kendisine teslim ettiklerinde içinde bulunan şeyin canını ne kadar yaktığını kelimelere dökmek kifayetsizdi. Hata yapıp yapmadığını bile bilmiyordu. Olabilecek her şeyi düşünüyor defalarca kez beyninde tekrarlıyor ve bir anlam çıkarmaya çalışıyordu. Her şey bambaşka olabilirdi aslında. Barbaros biraz daha erken yola çıkabilmiş olsaydı Alina'dan önce kamyona ulaşır ve pusuya düşmelerine izin vermezdi. O direksiyonda Alina yerine kendisi olmalıydı. Hiç değilse Alina'ya daha doğru bir yönlendirmede bulunabilmiş olsaydı belki de genç kız hakimiyetini kaybetmez ve tırın kaza yapmasına sebep olmazdı. Tırın kaza yaptığı anları düşündü. Oraya gittiğinde ön koltukta oturan diğer kızın Hazel olacağını hiç düşünmemişti. Tırın arkasındaki kasada olabilirdi ama ön koltukta olması tahmin edilebilir bir şey değildi. O gün orada bir tercih yapmıştı. Şoför koltuğundaki Alina'yı bulunduğu yerden kurtarmak yerine belki Hazel'i kurtarabilmiş olsaydı her şey bambaşka olabilirdi. Onu kurtarmak için yeterince zaman ayırmış mıydı? Hazel'i oradan çıkarmış olsaydı tedavi altına alınana kadar yaşaması mümkün olur muydu? "Benden bu kadar çabuk mu vazgeçtin?" Barbaros başını kaldırıp sevdiği kadının nemli gözlerine baktı. İri gözbebekleri öfkeli ve kırgındı. "Hazel! Ama sen..." "Artık yokum değil mi? Ne bu dünyada ne de senin hayatında bir yerim kalmadı! Hatta belki kalbinde bile bana ait hiçbir şeyi bırakmayacaksın!" Barbaros ayağa kalkıp sevgilisine yaklaşmak istedi. "Hayır Hazel! Öyle değil!" "Nasıl?" dedi kadın yarım bıraktığı hikayenin ardından hüzünle bakarken. "Onu yerime koydun Barbaros. Hiç vakit kaybetmeden hemen evlenmişsin!" Sesindeki öfke ve acı Barbaros'un da gözlerinden yaşlar akmasına sebep oldu. "Sandığın gibi değil! Düzmece bir evlilikten fazlası değil inan bana!" diye sızlandığında genç kadının gözlerindeki ateşten hiçbir şey eksilmemişti. "Bu yüzden mi düğünü kutlamak için davul zurna çaldırdın? Sen yokluğuma çoktan alışmışsın Barbaros." Hazel göz pınarlarından birkaç damla yaş akıtırken Barbaros "Hayır!" Diye inledi. "Sandığın gibi değil" "Belki de ona aşık oldun." Genç kadının sesi geçen her saniye biraz daha kısılıyor ve acınası bir hâl alıyordu. "Biz evlenecektik! Burası bizim yuvamız olacaktı!" Barbaros ona doğru sarılmak için bir adım attığında Hazel bir adım geriledi. "Hayır Hazel! O burada değil! Hiçbir zaman da olmayacak!" Karşısında gördüğü yüz gitgide uzaklaşıp kendisinden kopuyordu. Bir ateş Hazel'in tüm bedenini sardığında Barbaros da gözyaşlarını tutamayacak bir hale gelmişti. Ona uzanmak için atıldı fakat avuçlarına gelen darmadağın olmuş bir yığın külden fazlası değildi. Nefes nefese gözlerini açtığında bulunduğu sandalyede uyuyakaldığını fark etti. Gördüğü her şeyin bir kâbus olması ve artık Hazel'in sadece rüyalarında kalması üzücüydü. İçinde taşıdığı şeyin tek derdi duygular değildi. Vicdan azabı da iş başına geçmiş ve ona hayatı zehir etmek için elinden geleni ardına koymamıştı. Kalkıp etrafına baktı. Artık ne kurduğu hayallerin bir önemi vardı ne de yaptığı hazırlıkların. Onun yerine hayatına tanımadığı bir başka kadını, Alina'yı almıştı. Sevdiği kadının ölümüne sebep olan o baş belasını... Ayağa kalkıp masanın üzerindeki her şeyi yerle bir etti. Kitaplığa okkalı bir tekme savurup bütün kitapları darmadağın etmişti. Hayır geçmiyordu. İçinde büyüyen öfke öyle derin öyle yıkıcıydı ki onu geçirmek hiç kimsenin başaracağı türden bir şey değildi. Perdeleri açıp yanı başındaki eve göz attı. Alina verandada oturmuş bazı kitapları inceliyordu. Önündeki mum ışığı yosun yeşili gözlerini aydınlatıyor, dolunay ise o gözlerin parıldamasına eşlik ediyordu. Mum ışığı güzel yüzünü, elmacık kemiklerini ortaya çıkarmış ve yüzündeki hüzne tatlı bir gölge bırakmıştı. Barbaros içindeki kini daha fazla tutamayacağını biliyordu. Büyük bir öfkeyle odasındaki gardıroba yöneldi ve paketin içindeki beyaz gelinliği kaptığı gibi evden çıktı. Büyük bir hışımla yan binada oturan Alina'nın verandasına yöneldi. Alina hareketliliği fark etmiş ve kendisine doğru gelen Barbaros'un iyi bir niyetle yaklaşmayacağını anlamıştı. Barbaros nemli gözlerle Alina'yı keskin keskin süzerken genç kadın da huzursuzca ayağa kalktı. Barbaros elinin tersiyle yanağını silip genç kızın bileğini sertçe kavradı. "Yürü!" Alina kendisine Türkçe bir şekilde hitap eden Barbaros'un sözünden hiçbir şey anlamamıştı. Kendi dilinde, "Bırak beni!" Diye bağırdı. Barbaros onu çekiştirerek verandadan uzaklaştırdı. Bu çekiştirmenin Alina'nın yaralı bacağına zarar vereceğini aklının ucundan bile geçirmemişti. "Bırak beni Komutan!" Boşnakça kullandığı sözcükler Barbaros'a değmeden uzaklaşıyordu. Genç adam onun dilini bilmiyor ne söylediğini ise zerre kadar önemsemiyordu. Alina bir eliyle kanayan yaralı bacağını tutarken diğerini hâlâ Barbaros'tan kurtarmaya çalışıyordu. Barbaros onu evinin hemen yanı başındaki kamelyaya getirip kapıyı büyük bir gürültüyle açtı. Alina'ya kamelyayı işaret ederek İngilizce lafızlarla, "Buranın kime ait olduğunu biliyor musun?" diye bağırdı. Alina onun İngilizce ifadelerini başını sallayarak geçiştirdi. Geri dönmek için hamle yaptığında Barbaros onu daha fazla kollarının arasına alıp içeri girmeye zorladı. "O en çok burada zaman geçirirdi." İçerideki boydan boya ip ve fotoğraf makinası koleksiyonu Alina'nın dikkatini çeken yegane şey olmuştu. Karanlık bir odaydı. Sağ tarafta üst üste dizilmiş demir raflardan oluşan büyük bir saksı dolabı vardı. Ceviz ağacından olduğu belli olan bir masa üzerinde sarı renk irice bir masa lambasıyla aydınlatılıyordu. Yerde ayı postunu andıran küçük bir yolluk vardı. Burada Hazel'in bazı çalışmalar yaptığını anlamıştı. Belki bundan çok daha fazlasını sevgilisiyle yaşamıştı. Alina daha fazla kalmak istemeyip, "lütfen bırak!" Diye sayıkladı. Bacağından çok kalbi acıyordu. Barbaros'a dert anlatmaya çalışmaktan yorulmuş üzerindeki suçlamalara ise bu yüzden cevap veremeyecek bir hale gelmişti. Barbaros Alina'yı kendine çekip, "Sen benden hayatımı çaldın!" diye bağırdı. Alina sessiz gözyaşları dökerken daha yüksek bir ses tonuyla "Sen beni asla unutamayacağım bir vicdan azabına düşürdün." diye ekledi. Elindeki gelinliği yere fırlattığında Alina bir adım geri çekilip yerdeki beyaz gelinliğe korku dolu gözlerle baktı. Bu gelinlik Hazel'e mi alınmıştı? Barbaros burnunu çekip elindeki bir şişe kolonyayı gelinliğin üzerine boşalttı. Üzerindeki beyaz gömlek göğsünü açıkta bırakacak kadar düğmelerinden arınmıştı. Yüzü ter içindeydi ve saçları darmadağın olmuştu. Kendisine korkuyla bakan kadının reddeden sayıklayışları umurunda bile değildi. Genç adam cebinden çıkardığı çakmağı gelinliğin üzerine bırakırken çıkan alevlerden korkan Alina refleks olarak ağzını kapattı. Gözleri tek bir noktaya kitlenmiş ve yosun pırıltıları alevin çıkardığı kıvılcımlarla aydınlanmıştı. Gelinlik koyu bir dumanı gökyüzüne karıştırıp küle dönerken Barbaros'un dudaklarından o yıkıcı sözler döküldü. "Keşke onun yerine sen ölmüş olsaydın!"
Merhaba arkadaşlar. Bu bölüm birlikte hikaye temeline epey oturdu. Umarım sevmişsinizdir. Ben bu kitapta diğer kitaplarımın aksine yan karakterlere biraz daha önem vermeyi düşünüyorum. Genel temmız farklılıklara saygı ve barış içinde yaşama olacak. Bu spoiler olsun. Okuyanlar düşüncelerini belirtirse çok mutlu olurum. ☺️🪻 Sizce Barbaros Alina'yı benimseyebilecek mi? Alina masumiyetini koruyabilecek mi? Erkin'in duyguları bu ikiliyi nasıl etkileyecek? Düşüncelerinizi belirtirseniz çok mutlu olurum. ☺️🪻Yeni bölümün okumasını yapıp Cuma günü paylaşmayı düşünüyorum. O zamana sınavları sisteme girip işlerimi tamamlamış olurum. ☺️ Beni yeni tanıyanlar profilimdeki diğer kitaplara göz atmayı unutmazsa çok memnun olurum. Hoşçakalın! ❤️❤️
Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız ❤️❤️
|
0% |