Yeni Üyelik
10.
Bölüm

10. Bölüm: Günahın Rengi

@syildiz_koc

Medya: Benim hikayem


Senin çelme taktığın yerden başlıyorum hayata.


Varsın yara içinde kalsın dizlerim; yüreğim kadar acımaz nasıl olsa.


CEMAL SÜREYA


Tedirginliğim gitgide artıyordu. Pencerenin yanında yine düşüncelere dalmıştım. Yorgun gözlerim evimizin yakınındaki koruluğu mesken tutmuş olan o siyah, büyük araca kitlenmişti. Uykusuzluk zihnimin karıncalanmasına, bedenimin uyuşmasına sebep olurken; makûs bekleyişim ve uzayıp giden belirsizlik, ömrümden ömür alıyordu sanki. Ne yapacaktık şimdi? Abim için çok endişeleniyordum. Her ne kadar sevdiğimi belli etmesem de o benim için çok değerliydi ve hep öyle kalacaktı. Ne yapmam gerektiğini bilemiyordum. Bu evliliği kabul edemezdim. Bu ancak bir cinayet olurdu. Üstelik cinayetin mağduru sadece kendi hayatım olmazdı. En az benim kadar başkaları da etkilenirdi bu karanlık yol ayrımından.


Evimizi kıskaca almışlardı. Ne kimse bize gelebiliyordu ne de biz birine gidebiliyorduk. Telefonlar toplanmış, dışarısı ile tüm irtibatımız kesilmişti. Zaten ilçenin dış mahallelerinden birinde oturuyorduk ve kapısı pek çalınan insanlar da değildik. Bu hâlimizden kimsenin haberinin olduğunu sanmıyordum. Olsaydı da Hanzadeleri karşısına almak kimsenin harcı değildi. Bu zorba insanların, intikam ateşiyle herkesi yakacağını bilirlerdi ve kimse ailesini tehlikeye atmak istemezdi. Çünkü güçlü bir düşman bu sıradan insanların yüreğini ağzına getirmeye yeter de artardı.


Gülnaz... O biliyor muydu bu takas işini? Karşı çıkmasını, kocası engellemesini umuyordum. Zayıf bir ihtimaldi belki; ama bu saçmalığı engellemesi olmayacak şey değildi. Benden nefret ettiğini çok iyi biliyordum. Beni kocasının yanında görmeye bile tahammül edemiyordu. Mervan'ın bakışlarının odak noktasında olmam; hatta onunla aynı havayı solumam dahi çıldırması için yeterdi. Keşke dedim. Keşke isyan etse de bu ölüm düellosuna, köhne takasa engel olsa. Buna gücü yeter miydi? Güçlü bir aileden geliyordu. Kendisi yapamasa bile ailesi Mervan'ı bu bencil kararından döndürebilirdi.


Dua ediyordum. Bu saçmalığın bir an önce son bulması için Allah'a canhıraş bir şekilde yalvarıyordum. Sevgisiz, mutsuz bir evliliğe dayanamazdım. Onun karısı olmak benim için ölümden beterdi. Onun evine her gidişimde duvarlar üzerime üzerime geliyordu. Ablamın düğününde evlerine yaptığımız o ziyaret, dün gibi aklımdaydı. Beni duvara sıkıştırıp zorla konuşmak istemesini unutamıyordum bir türlü. Kollarındaki çırpınışım her aklıma geldiğinde bedenim tef gibi geriliyor, kaskatı kesiliyordu adeta. Benden çok daha güçlü olmasına rağmen öfkeli darbelerimden kurtulamamıştı. Belki de o günün intikamını almak istiyordu benden. Tüm bu tiyatro bunun içindi.


Defalarca erkeklik gururunu incitmiştim. Bana her yaklaştığında onu aşağılayarak dövmekten beter etmiştim. Böyle adamlar deli vicdanlı olurdu, unutmazdı hiçbir şeyi. Beni hırs yapmıştı. Her şeye sahip olmaya o kadar alışmıştı ki, sıradan bir kız tarafından reddedilmek katran karası gururunu kine bulamış olmalıydı. Elde edecekti; sonra da bir paçavra gibi savurup başından atacaktı. Yapamazdım! Dayanamazdım hayatıma girmesine. Gülnaz'la ve diğerleriyle anı evde yaşamak, onunla aynı yatakta uyumak benim için bir kâbus gibiydi. Bir şeyler yapmalıydım. Engel olmalıydım bu evliliğe.


Buğulanmış cama, parmağımla "M" harfi çizdim. En sevdiğim harfti. Bana Mehmet'i hatırlatan en güzel ukdelerden biriydi. Özlüyordum onu. Yanımda olması için ne çok şeyi feda ederdim oysa. Burada olsaydı ne yapardı? Çeker alır mıydı beni Mervan'ın kirli ellerinden? Belki de yokluğu onun için en iyisiydi. Mervan'ın tahmin ettiğimden çok daha tehlikeli bir adam olduğunu biliyordum. Aramızdaki bu ilişkiyi öğrendiğinde öfkeden deliye dönecekti. Bir başkasını ona tercih ediyor oluşum onun için kabul edilemez bir şeydi.


Başımdaki bu bela, Mehmet'in ölümüne sebep olabilirdi. Kıyardı ona! Hem de hiç acımadan.... Onun adını bile anmamalıydım. O kahrolası gangster asla öğrenmemeliydi Mehmet'i. Sevdiğim tek adamın mahvına sebep olmaktansa ölmeyi yeğlerdim. Ne yazık ki Mehmet hem kurtuluş umudum hem de hayal kırıklıklarımla ördüğüm mabedimdi.


Yağmur iyice hızlanmıştı. Dışarı çıkmak ve ruhumdaki tüm pası Karadeniz'in hırçın yağmurlarıyla yıkamak istedim. Çıkamazdım... Gidemezdim... Mervan'ın köpekleri kapımızı zapt etmişti çünkü. Yalvarıp, yerlere kapansam da vicdan azabı gibi karşıma dikilir, bu eşikten saç tellerimin seğirmesine bile asla izin vermezlerdi.


O gün başaramayacağımı bile bile dikilmiştim karşılarına. Öfkeyle bağırıp kovduğum halde umursamamış; cevap vermeye bile tenezzül etmemişlerdi. Evden uzaklaşıp karakola gitmek istediğimde, beni kalleşçe sürükleyerek yeniden evime kapattılar. Ne babam ne de annem onlara karşı duramıyor, abime zarar vermeleri endişesiyle tüm zorbalıklarına susuyorlardı. Çaresizlik kursağımda yakıcı bir zehir olmuştu. Mutsuzdum... Karşı koyamıyordum bana çelmek atışlarına.


Tüm bunlar neden beni bulmuştu? Onca insan varken bula bula benim ailemi mi seçmişlerdi kız almak için? Gelmeselerdi, ilişmeselerdi hayatımıza ne olurdu? O zaman ne ben ne ablam ne de abim, bu bataklıkta debeleniyor olmazdık. Kader bizi bu zorba insanlarla kırbaçlıyor olmazdı.


Yağmur damlaları camda süzülürken siyah, büyük bir aracın eve yaklaştığını fark ettim. Saç diplerime kadar titriyordum. Onlardı... Mervan ve babası... Eniştemin arabadan inmesi içime kısa süreli bir rahatlık getirse de konuşulacak konu hepimizce malumdu. Bu gece bir şeyler karara bağlanacaktı belli ki! Bir umut, belki onlarla konuşmam bu kararı etkileyebilirdi. Bunu nasıl yapacaktım? Erkek erkeğe konuşmayı tercih ederlerdi. O odaya girmem imkânsızdı.


Kapının hızlı ve sert bir şekilde çalmaya başlaması kalbimin deli gibi çarpmasına, vücudumu hummalı bir ateşin sarmasına sebep oldu. Ilık ılık terlediğimi hissettim. Hava soğuktu ve ben saunadaymışçasına yanıyordum. Onlar kapının açılmasını beklerken perdenin ardından öfkeli ve donuk yüzlerini seyretmeye koyuldum. Kararlı duruyorlardı. Bize biçtikleri bedel herkesin kafasında oturmuş olmalıydı.


Acaba ablam ne haldeydi? Haşim eniştemin yüzünden evdeki huzurlarının kaçtığını anlayabiliyordum. Sürekli gülen, yumuşak mizacı, şu an ruhsuz bakışların altına sinmişti. Yaptığı evliliğin ailesine getirdiği bu iğreti olaydan rahatsız olduğu her hâlinden belliydi. Oysa o kadar büyütülüp, dallandırılacak bir mesele yoktu ortada. Zeynep zoraki bir evlilikten kıl payı dönmüştü. Abimle herkesin hayatını alaşağı edecek bir karar vermişlerdi. İki yetişkin insan olarak, yapacakları evlilikte söz sahibi olmaları en doğal haklarıydı. Ama ne yazık ki büyüklerin egoist, sert tutumları olayı aşılmaz dağlara sürüklemişti.


Evdeki hareketlenme beni yerimden kaldırıp kapıya yöneltti. Kapı açıldığında anlık bir sessizlik oldu. Babam endişeli, kararsız bir ses tonuyla "Hoş geldiniz!" diyerek onları selamladı. Ne yazık ki bu barış dalı kimse tarafından sahiplenilmeyecekti. Karşılık vermeyi bile gururlarına yedirememiş, küstahça evimize girmişlerdi. Duyduğum kapı gıcırtısı ve adım sesleri yüreğimi bir kafese tıkılmış gibi sıkıyordu. Birazdan idam sehpasına götürülecekmişçesine korku doluydum.


Koltukların gıcırtısından oturduklarını anladım. Kulaklarımı kapıya dayayıp, konuşulanları duymaya çalıştım. Kapının anahtar deliğinden onları görebiliyordum. Kadir Bey'in yüzü bu gece hiç olmadığı kadar asıktı. Aceleci tavırları her hâlinden belliydi. Yerinde huzursuz bir şekilde kımıldandı. "Sen ve oğlun..." dedi aşağılayıcı bakışlarını babamda gezdirirken. "Beni hayal kırıklığına uğrattınız Hurşit! Dost olacağımızı sanmıştım."


Kapının anahtar deliğinden babamı yokladım. Alnında biriken terler zayıf ampul ışığında iğreti bir şekilde parlıyordu. Yüzünün morarması ve dudaklarının seğirmesi o mesafeden bile fark edilecek türdendi. İri ellerini sıkıp, adeta karşılarında bir zavallı gibi tir tir titriyordu. Ne olmuştu o haydut kılıklı güçlü adama? Bize ve anneme bas bas bağırıp cellat kesilirken; bu ensesi kalın, gangster bozuntularının karşısında neden eğilip bükülüyordu sanki? Tam da öfkesine ve şiddetine en ihtiyaç duyduğumuz anda ne olmuştu benim gaddar babama? İlçedeki fakir esnafa korku salarken birkaç tabancanın karşısında hoyrat karakterini neden gizliyordu? Abim... Onun canını düşündüğü için mi susuyordu bu kaprisli, yüzsüz tavırlara?


Kendime güvenemiyordum. Konuşma bu seyirde devam ederse içimdeki asi dilberi asla zapt edemezdim. Bunu babam da dahil herkes bilirdi. Karşılarına çıkıp aileme yaptıkları her şeyin hesabını sorardım. Beni kurşuna dizeceklerini bilsem de zulümlerini haykırmaktan geri durmazdım. Sesler kesilmişti. Belli ki söyleyeceği yapıcı cümlelere hâlâ karar vermemişti babam. Onun sessizliği Kadir Bey'i daha da cesaretlendirdi. Aşağılayıcı, deli bakışlarını babamın üzerinde gezdirdi. Zehirli bir oku andıran sözleri, rehaveti had safhaya ulaşmış olan bu odayı daha da çekilmez kılıyordu.


"Sen!" dedi rahatsız edici mavi gözlerini kısarken. "Sen haysiyet nedir bilir misin? Aile şerefi nedir bilir misin?" Mervan duyarsızlık kisvesini takınırken, eniştem efkârla iç çekti. Öfkem daha da artmıştı. Tüm şerefini belindeki silahla koruyacak kadar zavallı olmuş bir adam, babama bu değerlerden nasıl dem vurabilirdi? Babam, mahcubiyetle başını yere eğdi. Bıyıklarının perdelediği ince dudakları birbirine kenetlenmiş, celladına küskün bir idamlık gibi yer yer seğiriyordu. Kadir Bey susmayacaktı.


"Namus... Bunlar senin için bir şey ifade ediyor mu?" İhtiyarlığın alametleriyle kırışmış yüzü, sakin sayılabilecek ses tonuna rağmen yırtıcı bir kaplanı andırıyordu. Gözlerindeki kin kıvılcımları, babamın günlerdir sigara tüttürmekten bitap düşmüş ciğerlerinin derin bir iç çekmesine sebep oldu. Babam suskundu, babam çaresizdi, babam hiç olmadığı kadar onursuzdu bu gece. Oturduğu koltukta erimiş, minnacık bir adam oluvermişti sanki. Oysa küçük bir çocukken ne kadar da korkardım onun koca cüssesinden ve balyozu andıran sert ellerinden.


Kadir Bey, cevap alamayacağını anladığında onu biraz daha ezebilmek için, "Haysiyet nedir Hurşit!'' diye gür sesiyle bağırdı. Artık o sakin tonun yerini vahşi bir kükreme almıştı. Babam yerinden sıçrarken, aynı korkunç tonda devam etti. "Haysiyet nedir, onur nedir, şeref nedir? Bunları çalana ne bedel ödetilir Hurşit?" Artık öfkeden delirme seviyesine gelmiştim. Bu adam benim evimde, benim babama nasıl böyle bağırabilirdi? Kendini ne zannediyordu bu ihtiyar kurt?


Sesini bir tık daha kısıp, otoriter bir edaya büründürdü. "Sende bunlar bulunur mu Hurşit?" Mervan, gözünü kırpmadan olacakları izliyordu. Hâline, tavrına, yüzündeki o sinsi ifadeye bakılırsa dillerinden düşürmedikleri o aile şerefi, hiç de umurunda değildi. Hatta başımıza gelen bu felaketten memnun olduğunu bile çıkarabilirdik. Yüzünde gizlemeye çalıştığı aşağılık bir neşe vardı.


Bu iğrenç manzaraya daha fazla dayanamadım. Hak etmediğimiz bu tiksinç ithamları yediremiyordum adamlık hamuruma. Kapıyı hızla açıp birkaç adım ilerdeki salona geçtim. Kapı gürültüyle açılırken, ayaklarım beni korkunç bir havanın hâkim olduğu o kasvetli odaya götürdü. Odaya beklenmedik bir şekilde girmiş olmam herkesi şaşırtmıştı. Mervan'ın yüzü heyecanla gerildi ve siyah gözleri zihnimi bulandırarak iri iri açıldı. Haşim eniştemse huzursuzluğunu belli etmek için ellerini ovuşturmaya başlamıştı.


Babam tehditvâri, küskün bakışlarını üzerimde gezdirirken susmamaya kararlıydım. Bunca zaman susmamıştım, yine susmayacaktım. Karadeniz'in arsız, deli kızıydım ben! Hangi kahpe vicdan, hangi namert sine kurtulabilirdi haklı öfkemin ve meczup sözlerimin hışmından? Buradan dövülerek atılsam da, kurşunlanarak sürüklensem de hak bildiğimi Karadeniz'in hoyrat dalgaları gibi coşan yüreğimden, zehirli dilimden esirgeyemeyecektim.


İhtiyar kurt, hışımlı bakışlarını üzerime dikerken, "Yeter Kadir Bey!" diyerek otoritemi ortaya koymaktan çekinmedim. Bu çıkışı kimse beklemiyordu. Babam, endişeyle ayağa kalkarken aynı sert ve kararlı tutumumla devam ettim. "Benim evimde, benim babamı ezip aşağılayamazsınız!" Babamın hayret dolu bakışlarını fark edebiliyordum; fakat gözlerimi o kirli mavi gözlerden bir an olsun ayırmak istemiyordum. Bu karşı koyuşun Mervan'ı öfkelendireceğini sanmıştım; oysa şimdi gözleri zafer kazanmışçasına parlıyordu. Neredeyse haklı öfkemi takdir edecekti.


Babam, kolumu sert bir şekilde tuttu. Gözlerindeki tehdit ve medet kıvılcımları benimle çaresiz bir düelloya tutulmuş gibiydi. "Nazar yapma!" Onu dinlemedim. Zaten ne zaman dinlemiştim ki? Hangi yanlışına susmuş, hangisini görmezden gelmiştim? Gözlerimi babamla meşgul etmeyip yeniden Kadir Bey'e odaklandım. Dilimin kördüğümü çözülmüşken her şeyi haykıracaktım yüzüne. Vazgeçmek yoktu; geri adım atmak da...


"Bu evlilik olmayacak!" Dudakları öfkeden titremeye başladı. Yüzüne cesaretimden kaynaklanan hayretin izleri yerleşmişti. Aynı ifade Mervan'ın yüzüne de yapışmış; tehditvâri gözleri öfkeden kıpkırmızı kesilmişti. Kadir Bey, babama aşağılar tarzda bir bakış atıp, "Demek evinde kararları kızın veriyor! Reisliği ona devrettiğini bilseydim, en başından onu muhatap alırdım." diye soludu. Babam mahcubiyetten ne diyeceğini şaşırmıştı. Gözlerime öldürecekmiş gibi bakıp, "Nazar! Beni küçük düşürüyorsun!" dedi medet umar gibi. İsyanımı durdurmaya hiç niyetim yoktu. "Bu evliliğe rızam yok!"


Kadir Bey, bir adım yakınıma geldi. "Onu kızımı kaçırıp, itibarımı lekelemeden önce düşünecektiniz!" Korkusuzca meydan okuyan bir adım atıp, en sakin ve kararlı hâlimle cevap verdim. "Onlar birbirini seviyordu. İki yetişkin insan, birlikte bir hayat kurmaya karar verdiyse bunun vebali neden bana kalıyor?" Şimdi eskisinden de öfkeliydi. Uzun kaşları yay gibi gerildi ve sol gözü beni ürküterek seyirdi. Titreyen elleri her an suratıma okkalı bir tokat şeklinde inebilirdi. Şaşırmazdım. Utanmazdım da. Dayak yemeye alışalı çok olmuştu. Sopa, tekme, tokat, kızgın şiş, demir maşa... Hepsinin tadı bedenimdeydi. Acılara duyarsızlaşmış genç bir kızı, hangi yakıcı darbe incitebilirdi ki artık? Dayak arsızı olup çıkmıştım.


Sözlerime aynı cüretkâr tavrımı koruyarak devam ettim. "Onu evlendirmeye karar verirken hiç isteyip istemediğini sordunuz mu?" Solgun dudaklarını aralayıp, "Hurşiiiiit!" diye kısık, sevimsiz bir nara patlattı. Dişlerini kırarcasına sıkarken, "Kızına iyi bir terbiye vermemişsin!" diye gürledi. Babam kolumdan tutup, beni duvara doğru itekledi. "Yeter artık!" Sözlerimin haklılığı umurunda bile değildi. Aile onurumuzu korumaya çalışıyordum oysa, gurur duyması gerekirken bu anlamsız düşmanlık da neyin nesiydi?


Davranışı, Mervan'da hareketlenmeye sebep olmuştu. Yüzünün kinle kasıldığını hissettim. Babama doğru hınçla yönelirken; Kadir Bey, yüzüne bile bakmadan onu elinin tersiyle durdurdu. O büyük parmaklar, bana karşı durmasını emrediyordu. Dövülsem de sövülsem de susmasını istiyordu; çünkü ona göre benim hakkım eşek sudan gelemeyinceye kadar dayak yemekti. Bu ulvî görevi yapmaya tek yetkili kişi de babamdı. Ne de olsa onun tohumuydum. Babam olması hayatıma dair tüm kararları alma yetkisini verdiği gibi, beni dövme ve hakaret etme hakkını da altın bir kâsede ona sunmuştu(!)


Kadir Bey, emirlerine kaşı gelinmesinden hoşlanmayan sadist bir adamdı. Var olan tüm insanlardan beklediği kendisine koşulsuz itaat edilmesiydi. Günlerce bu anı beklemiştim. Artık hesaplaşma vaktiydi. Yüreğimi paramparça eden o cam kırıklarını nefretle kusacaktım. Onları yaptıklarına pişman edecektim. Dudaklarımı hırsla kıvırıp, delici bakışlarımı üzerlerinde gezdirdim. "Bu evlilik olmayacak!" Haykırışım Haşim eniştemin tavuk vicdanında ürkmeye sebep olmuştu. "Nazar yapma!" Eniştemin bu uyarısı beni zerre kadar korkutmamıştı. Gemileri yakmıştım bir kere ve artık geri dönüşü yoktu.


Ne kadar da korkuyorlardı bu ihtiyar kurttan. O küstah Mervan bile onun yanında saygı duruşuna geçiyor, yanındayken çıtını dahi çıkaramıyordu. Hafif kırışmış yüzü, öfkeden seğirten gözleri umurumda bile değildi. Hiddetle, "Sen!" dedi. "Sen abini bu gece kendi ellerinle uçuruma attın! Artık yapacaklarımdan mesul değilim!" Yüreğime korku bir hançer gibi saplanıp kalmıştı.


Haksızlıktı bu! Bizi abimle tehdit ederek en zayıf yerimizden vurmaya çalışıyorlardı. Yaptıkları insanlığa sığmazdı. Abime zarar verecekleri düşüncesi beni kahrediyordu. Çok gençti, çok masumdu abim. Böylesine severken, mutlu bir hayata sahip olabilecekken ölmeyi hak etmiyordu.


Babam, okkalı bir şamar yemiş gibi sendeledi. Yüzünden, ayakta duracak takatinin bile kalmadığını üzülerek görebiliyordum. Alnından terler boşalırken, "Aman Beyim! Bakma sen bu deli kızın laflarına. Ne dediğini bilmiyor!" dedi.


Kadir Bey, başını meydan okuyarak keskin keskin salladı. "Oğlunun hakkı ölümdü. Bir büyüklük yaptım; affettim. Şu küstah laflara bakılırsa hata etmişim!" Korku, babamın tüm benliğini ekarte etmişti. Haklı gururuma düşman kesilmiş, düşmanlarımızın karşısında ezildikçe eziliyordu. Mendiliyle alnındaki terleri silip, ellerini endişeyle kavuşturdu.


"Ben sözümün arkasındayım. Onun ne istediğinin bir önemi yok! Sözüm söz!" Mervan'ın yüzündeki o memnuniyet ifadesi, beni içten içe delirtiyordu. Kadir Bey ise, biraz daha sakin durmaya çalışarak beni yan yan süzdü. "Daha fazla konuşacak bir şey kalmadı. Gidelim!" Hışımlı bir edayla poz atarak odadan çıktılar.


Mervan, bir adım yakınımda aniden durup kontak bir bakış attı. Gözlerimi kaçırmadan, içimde kopan binlerce fırtınaya inat dimdik durdum. O ise hayranlık ve öfke arasında kararsız bir ifadeyle gidip geliyordu. Kaşını kaldırıp meydan okur bir edayla dudaklarını kıvırdı. Ters bakışlarını ve sıkılmaktan bitap düşmüş çenesinin kasılışını fark edebiliyordum. Beni ezmeye zayıf düşürmeye çalışıyordu ve ne yazık ki belli etmesem de bunu başarıyordu.


Çıkarken Haşim eniştemi kolundan tuttum. "Bir dakika!" Uykusuzluk ve bezginlik yüzünden okunuyordu. Haşim eniştem, pasif ve korkak bir adamdı. Mervan'la eksi artı gibi birbirlerine tamamen zıttılar. Mervan'ın cesur ve kararlı biri olduğunu daha ilk bakışta anlamıştım. Oldukça otoriter ve ağır bir duruşu vardı. En basit tavırlarından bile anlaşılıyordu bu liderlik potansiyeli. Haşim eniştem ise onun aksine karısına, kardeşlerine bile sözünü geçiremez; sorumluluk gerektiren işlerin çoğunu kıvırıp beceremezdi. Mervan'ın otoritesi ve iradesi dağ gibi heybetli ve yüksekti; Haşim eniştem ise bu dağın deliklerindeki bir fare olmaktan öteye gidemeyecekti ne yazık ki. Yardım dilenmemin bir hayır getirmeyeceğini bile bile ona tutunmaya çalıştım.


Bana boş ve ürkek gözlerle bakarken, "Lütfen bir şey yap!" diye fısıldadım. Biraz önceki güçlü ifademin üzerinde yeller istiyordu. Başını olumsuz anlamda salladı. "Onları engellemeye gücüm yetmez. Mervan çok kararlı. Vazgeçmez senden!" Saçlarımı geriye itip yalvarır bir ifade ile karşılık verdim. "Bu büyük bir hata!"


"Biliyorum!" dedi sigarasını ağzına götürürken. "Hiç zorla güzellik olur mu? " diye ekledi. "Olmaz!" dedim onaylayarak. "Onu sevmiyorum; ama sevseydim de fark etmezdi. O evli bir adam. Ailesi, sorumlulukları var. Onun hayatına giremem!" Sigarasını ateşleyip küçük bir nefes çekti. "Pişman olacak!" Çöldeki bir seraba sığınır gibi, "Lütfen!" dedim. "Lütfen engel ol! Sen abisisin! Seni dinler." Ciğerlerindeki dumanı bir çırpıda üfledi. Duman nefesimi boğarken pencereden onlara bir göz attım. Dışarıda babamla konuşuyorlardı. "Yapamam!" dedi. "Kararını çoktan vermiş. Artık onu durdurmaya babamın bile gücü yetmez!"


İşte böyle... Bu gece umduğum son kapı da yüzüme kapanmıştı. Sözleri bitince kapıya yöneldi. Ben bitap bakışlarımı koridordaki halının üzerinde gezdirirken, "Hoşça kal!" deyip yanımdan ayrıldı. İnsan böyle bir durumda nasıl hoşça kalırdı ki? Tüm bedenim, ruhum tutuşturulmuşken sıradan bir günmüş gibi nasıl iyi hissedebilirdim? Yüzümde hâlâ babamın bıraktığı şiddetin izlerini taşırken nasıl iyi şeyler umabilirdim hayattan? Sakin olmaya, güçsüz durmamaya çalıştım. Henüz yola çıkmamış; bıraktıkları enkaza zehirli bakışlar atıyorlardı.


Kapıya yaklaştığımda babamın Mervan'la fısır fısır konuştuğunu duydum. Kadir Bey ve eniştem çoktan büyük siyah araçlarında yerini almıştı. Mervan, yüzüne yapışmış o sahte, alaycı ifadeyle babamı dinliyordu. Kulağımı kapıya yaklaştırdım. Konuşmalarını duymak, hakkımda planlanan hain oyunları bilmek istiyordum. Hissettirmeden kapıyı araladım. Babam biraz olsun sakinleşmiş görünüyordu. Litrelerce dökülen terleri çehresini terk etmiş, yüzüne belli belirsiz bir sakinlik çökmüştü. Öyle zayıf bir ses tonuyla konuşuyordu ki megafonla bile sesini duyabileceğimden şüphedeydim.


Mervan, daha yüksek bir ses tonuyla "Anlaştık!" dedi ve ekledi. "Sözünün adamı olduğun sürece beni düşman bilme. Ama eğer bir oyun oynadığını hissedersem, işte o zaman kork benden! Bu çatıyı başına yıkarım! " Babam onaylayarak başını siyah araçtan tarafa çevirmişti. O zayıf kapı aralığından bile kararsız bitap hâlini seçebiliyordum. Lüks, siyah araç, çiselenen yağmurun altında sileceklerini dans ettirirken, bakışları yeniden Mervan'ın meczup gözlerine tosladı. Düşük göz kapaklarının altında kalan tutuk gözleri, ondan merhamet kırıntıları umar gibiydi.


"Neden?" dedi tükenircesine. "Neden onu bu kadar çok istiyorsun?" Soluğumun kesildiğini, dizlerimin mecalsiz kaldığını hissettim. Bu sorunun cevabını ikimiz de delicesine merak ediyorduk ve galiba babamla tek ortak noktamız da buydu. Beklenmedik sorusu Mervan'ın ifadesiz, küstah yüzünde belli belirsiz bir dalgalanma oluşturdu. Sokak ışıklarının aydınlattığı gölgeli mimikleri kasıldı.


"Sadece söyleneni yap, nedenlere takılma!" Babam kısa bir süre duraksadıysa da cevabında gecikmedi. "Hata ediyorsun! Hem de büyük bir hata!" Mervan'ın kızgın bakışları ve kıvrılışı türkülere konu olacak dudaklarıysa yine sonbahar yaprakları gibi titremeye başlamıştı.


"Nedenmiş o?" Babam yazık der gibi baktı derinlikli gözlerine. "Nazar'ı tanımıyorsun! Delinin tekidir o. Görüp görebileceğin en asi, en küstah kızı kendine kadın yapmaya çalışıyorsun. Çocukluğunda bile hep başıma belaydı. Yıllardır ne yaptıysam yola getiremedim. Pişman olacaksın! Sen koynuna genç ve güzel bir kızı değil, pimi çekilmiş bir bombayı alıyorsun!"


Mervan suskundu. Babamın sözlerinde bir haklılık payı olduğunu o da biliyordu. Zira kolay lokma olmadığımı ona her fırsatta defalarca göstermiştim. Ve işin tuhaf olan kısmı babamın bu karanlık sözleri ben de ilk defa nefret duygusu oluşturmuyordu. Bilakis memnun olduğumu bile söyleyebilirdim. Mervan'a başına açacağım belaların ön senedini veriyordu sanki. Böylece korkup vazgeçmesini umuyordu, kim bilir?


Mervan, gerilmiş kaşları ve karamsar mimikleri ile oldukça kararlı duruyordu. "Beni korkutacağını mı sanıyorsun? Ondan çekineceğim ve vazgeçeceğim! Öyle mi!" Babam sabırlı bir tavırla aheste aheste başını salladı. "Hayır. Sadece seni uyarıyorum. Benden iste sana ilçenin en güzel kızlarını bulayım. Yüzünü ağartacak güzel kızları... Ama Nazar'dan geç! O kız huri olsa cennetten kovulur; damla olsa denizi kirletir. Ondan kimseye hayır gelmez, sadece bela gelir. "


Mervan, bu köhne sözlere alaycı bir tebessümle karşılık verdi. "Ben belayı severim. Zira ben zaten belanın cehenneminde yalınayak yürüyorum!" Babam başına eğerken, "Benim için endişelenme! Ben ne karanlık vicdanları, ne deli kısrakları büküp yola getirdim. Asi kızını yola getirip uslandırmayı da bilirim. Karanlığı karanlıkla, ateşi ateşle korkutamazsın. Ben ondan daha tehlikeliyim!" Babam acıklı acıklı gülümsedi. "Öyle olsun! Ben söyleyeyim de! Sonra yana yakıla aldığın kızı sürükleyerek getirip bir paspas gibi kapıma atıp gitme! "


"Beni tanımıyorsun! Bu konuyu daha fazla konuşmamızın bir lüzumu yok. Sen anlaşmamızın arkasında ol, gerisine karışma! Tabi oğlunu tek parça olarak geri almak istiyorsan!" Abimin lafı bile babamı heyecanlandırmaya yetmişti. Başını yenikçe sallayarak onu onayladı. Bu zorba adama koşulsuz itaat ediyordu. Hanzade korkusu ruhunu öyle kuşatmıştı ki polise gitmek aklının ucundan bile geçmiyordu.


Siyah araç 2 kez farlarını yakıp kapattı. Bu Mervan'a yönelik bir çağrıdan başka bir şey değildi. Mesajı anlayan karanlık gözler, acele etmeksizin yavaş yavaş bahçeden ayrıldı ve kendisini bekleyen siyah ine girdi. Araç, yağmur sularını sağa sola sıçratarak virajlı dar yollara uzandı. Babam ise arkalarından dere boylarındaki sazlar misali boynu bükük bakıp durdu bir süre. Kapıyı kapatıp, odama geçtim. Beni nasıl bir akıbetin beklediğini çok iyi biliyordum. Göreceğim kabusa hazırlıklıydım elbette. Bedenime inecek öldürücü darbelere de...


Ben yatağımda kurbanlık bir koyun gibi teslimiyetle otururken dış kapı gürültüyle kapandı. Bu çarpmanın rüzgârın etkisiyle mi yoksa babamın hışmıyla mı olduğunu kestiremiyordum. Bildiğim tek şey ise birazdan büyük bir kıyametin kopacak olmasıydı. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Ayak sesleri odama doğru çoğalırken, gözlerimi yumdum. Kol çevrildi ve iri bir cüsse tam karşıma anlamsız bir şekilde dikildi. Başımı küskün bir şekilde kaldırdım. Artık göz gözeydik. Bana bakışları hiç olmadığı kadar hassastı.


Yüzünde hüzün ibareleri sıralanırken birkaç adım daha atıp sokuldu dizlerimin dibine. Başı eğikti. Yüzüme, gözlerime bakamıyordu her nedense? Ben babamı hiç bu kadar yıkık görmemiştim. Çaresizlik rüzgarları şakaklarında eserken, acı acı yutkundu. Alın çizgileri bitaplığını ve uykusuzluğunu hiç olmadığı kadar ele veriyordu bu gece. Alnını diz kapaklarıma yaslarken, avuçlarıyla kederli kederli etek uçlarımı sıktı. Annem ve Ayşe de babamın bu hâline anlam veremiyordu. Hepimiz şaşkındık.


İçimden bir şeylerin kopup dağıldığını hissettim. Ondan şiddet görmeye alışkındım. Bana acı vermesini, hakaret etmesini de yadırgamıyordum artık. Bu sefer başka türlü yaklaşıyordu bana. Daha samimi, daha içten, daha kırık... Olmadığı gibi, hiç dokunmadığı gibi ... İçimdeki tuhaf duyguların rengi birbirine karışırken alabora olmuş ruhum kendini merhamet sahillerine bıraktı.


Bilmiyordum ki ben bu duyguları. Baba sevgisi, baba şefkati neydi? Bir baba kızına şefkatle dokunduğunda evlat nasıl karşılık verirdi, bilmiyordum. Yabancıydım sevilmeye. Şiddetten farklı bir amaçla dokunulmasına alışkın değildim. Göz pınarlarımdan dökülen yaşlar bile şaşkındı bu gece. Başını dizlerimden çekti. Bakışları halının desenlerinde gezinirken, "Onu gördüm!" dedi hıçkırarak. "Baş aşağı bağlamışlardır. Kanlar içindeydi yüzü!"


Sözleri sırtıma inen kemer darbelerinden bile daha çok acıtıyordu içimi. Babam bedenimde acıtmadık hiçbir yer bırakmamıştı oysa ve ben ilk defa can evimdeki yaranın bu kadar kanadığını, sızladığını hissetmiştim. "Mervan, alnına silah dayandığında birkaç adım gerisindeydim. Yalvardım oğlumu bırakması için. Yalvardım ona!" Derin bir nefes alıp başımı kanepeye bıraktım. Zihnim ne abimin o harcanmış duruşunu canlandırmak istiyordu ne de babamı böyle zavallı bir halde dinlemeye tahammül edebiliyordu.


"Murat'ın o çaresiz bakışları, ölüme susamış gözleri hiç gitmiyor aklımdan." Bir iç çekişin ardından nasırlı elleri ile gözyaşlarını sildi. "Anlamıyor musun be kızım! Ölümün kollarından aldım ben abini!" Ellerimle ıslak yüzüme yapışmış bir tutam saçı geriye doğru ittim. "Ne olur sus!" Sesim aşina olmadığı kadar zayıf çıkmıştı. Artık haykırma sırası ona gelmişti. Dökecekti yüreğini kanatan ne varsa!


"Bıraksaydım da öldürseler miydi Murat'ı? Çaresiz kalmasam harcar mıydım seni? Verir miydim o Nemrut'a?" Artık hıçkırıklarımı zapt edemiyordum. Gözlerimden dökülen yaşlar, yanaklarımdan göğsüme kadar süzülüyor ve geçtiği yerlerde serin izler bırakıyordu. İçimdeki yangını dindiren tek şey de bu izlerdi ne yazık ki. Elleriyle yüzüne küçük şaplaklar atarken, "Lanet olsun! Lanet olsun!" diye canhıraş bir şekilde sayıkladı. "Allah belamı versin! Babayım ben baba! Hangi baba kıyar evladına!"


İndirdiği o sert darbeler onunla birlikte benim de canımı acıtıyordu. Artık roller değişmişti. Elleri bana değil kendi bedenine iniyordu ve kahretsin; ben kendine vurmasına bile dayanamıyordum. Neden kıyamıyordum, neden bu hâline acıyordum sanki? Oysa nasıl da nefret etmişti benden! Nasıl da kıymıştı çocuksu yüreğime. Ne değişirdi ki şimdi? Çok geçti her şey için. İçimdeki buruk kelimeler dökülmek için kursağımda yarışırken, dilim köhne bir zincire müptela olmuştu. Elleri kollarıma yapıştı. "Ah Be deli kız! Ah ulan ah!" diye naralar patlattı o gür sesiyle. Sesi alışık olduğum o nefretli tavrını yeniden düşürdü kırık hayal dünyama ve cam parçaları yokladı minicik kalmış yüreğimi.


"Ne olurdu bir kez dinleseydin beni! Bir kez, 'Tamam baba!' deseydin ne olurdu? Çaresizim anlasana! Bizi o adamın ayaklarının altından kurtaracak tek kişi sensin! Duy beni! Ne olur duy!" Yüzü dizlerime gömüldüğünde, avuçlarım yüzümü kapatmıştı. Onun yumruklarını yere indirişini, tükenircesine ağlayışını görmeye dayanamıyordum. Cebinden çıkardığı zarfı bana uzattı. Nemli gözlerimle bir zarfa bir babama bakıp kararsızlıkla irkildim.


Yavaş yavaş içindeki resimleri çıkardım. Gördüğüm manzara karşısında kitlenip kalmıştım. Gözlerim dehşetle açılırken, dudaklarım sıtmaya tutulmuş gibi titremeye başladı. "Abim!" dedim titreyen sesimi zapt edemezken. Ne hâle getirmişlerdi onu? Nasıl kıymışlardı? Ağzından kan sızarken, tüm yüzünün darmadağın olduğunu tükenerek gördüm. Babamın beni çevirdiği o dehşetli hâli aratır bir çehresi vardı. Yerlerde sürünürken, acımasızca dövülürken, silahı başına dayarken nasıl da hiç acımadan o anları belgeleyebilmişlerdi? Bunlar da hiç mi vicdan yoktu? Hiç mi acımıyorlardı abime? Tazecik bir fidanken toprağına, dallarına zehirli bir sarmaşık gibi yapışmış; onu yavaş yavaş tüketiyorlardı.


"Abim!" diye sayıkladım yeniden. Titrek, zayıf sesim babamın bakışlarını üzerime düşürdü. Fotoğraflar avuçlarımın arasından kayıp giderken son serzenişler zihnime tutundu. "Bir büyüklük yap be kızım! Ben sana zalim Hurşit olarak değil, bir babanın yüreği ile geldim bu gece. Onu kurtarma şansın varken öldürülmesine nasıl göz yumacaksın?" Yeniden gözlerimi kapatıp yumruklarımı sıktım. Dudaklarımı kanatırcasına birbirine yapıştırmış, gizli kalan haykırışlarımı boğmaya çalışıyordum.


"Yaşarsın!" dedi dalga geçer gibi. "Yaşarsın! Gül gibi bakar sana. Dünyaları serer önüne. Mutsuz da olsan tutunursun bir şeylere. Acıtsa da dimdik durursun yine." Beni tanıyordu babam. Yaralarımın hem zehri hem de dermanı saklıydı benim serkeş yüreğimde. Kendi kendime tutunmuş, kendi kendimi ayağa kaldırmıştım her seferinde. Ölen duygularımın ve çocukluğumun selâsını yine ben okumuştum, ne yazık!


Yapardım ben! Ölmelere, yanmalara alışkındım ne de olsa! Haydi kalk! der, tutar gururumu kaldırırdım düştüğü yerden. Nazar Ateş'tim ben. Çırpınan Karadeniz'in asi, serkeş kızı...Yenilmek benim neyimeydi sanki? Mehmet'siz her gün ölüşüm kimin umurumdaydı ki? Ben kurbandım ve mühür çoktan alnıma vurulmuştu. Gözleri dudaklarımdan dökülecek umut verici bir haberi kollarken, "Canın sağ olsun!" dedim. Solarak giydim bana biçilen rolü ve "Eyvallah!" dedim beni feda eden ve harcayan herkese inat. Tamam.... Eyvallah...


***


Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. ☺️🔥🌹

Loading...
0%