Yeni Üyelik
100.
Bölüm

100. Bölüm: Satranç

@syildiz_koc

Medya: Nihat İlhan (Kalpte duran kalpçe üzen)

 

Nazar, yorgun gözlerini salıncakta sallanan çocuklara sabitlemiş, titreyen dudaklarını geçmişin zemheri girdabından kurtarmaya çalışıyordu. Anlam veremediği sırlar vardı hayatında. Acı dolu hikayesini ne yapsa unutamıyor içindeki incir kuşlarının feryadını hiçbir teselli sözcüğü dindiremiyordu. Hayatı karmakarışık bir olay düğümü gibiydi. Düşe kalka yürüdüğü yol onu yalanların kol gezdiği dünyaya sürmüş gerçek hayalle dost olup onu şaşırtmıştı. Beyninin içindeki çığlıklar ve fısıltılar her fırsatta ciğerlerine aldığı nefesi bile zehir zemberek bir hale getiriyordu. Ruhu yüzlerce savaştan kurtulmuş ama aldığı yaralar yüzünden tükenip ölümü gözleyen zavallı bir asker gibiydi. Yaşıyordu. Yaralarının sızlayan kabuklarını titrek nefesiyle üfleyip yok sayarak yokluk girdabına düşen hayatını uzaktan bir elemle izleyerek yaşıyordu.

Kursağı dikenlerle doluydu. O dikenler, hayal kırıklıkları her yadına düştüğünde canını yakıyor, geçmişin zehrini yüreğine akıtıyordu. Ailesine kavuştuğunda her şeyin düzeleceğini, eskisi gibi olacağını sanmıştı. Olmuyordu. Oğlu, Kadir Bey gibi karanlık bir adamın ellerindeyken, kızı şaşkın bir kadınla kayıplara karışmışken o nasıl eski, neşeli Nazar olabilirdi ki?

 

Asya'yı Naz'la o trene bindirmiş, bir süre aile dostlarının yanında kalmalarını tembih etmişti. İntihar ettiği geceden sonra hafıza kaybı yaşamış ve aylarca onları takip edememişti. O dönemde geçmişine dair hiçbir şey hatırlamadığı için Mervan'ın yalanlarıyla avunmuş ve sonunda büyük bir ihanetle hem öldürmüş hem de ölmüştü.

 

Kendi ölümünü de Mervan'la birlikte kabul ettiğini biliyordu. Bir parçası o ıstırap tepesinde kendinden kopup asla erişemediği geçmişine ve kavuşmaya dair hayaller kurmaya bile güç yetiremediği sevdasına düşmüştü. Mervansız eksikti. Giden herkesle biraz daha eksiliyordu ve artık kendi kendine yeten o güçlü kadın olmaktan gün be gün uzaklaşıyordu. Kalbi sakatlanmıştı, hayatı ağır aksak yürüyordu ama artık bunu inkâr edecek ve büyük büyük yücelip ahkam kesecek dermanı kendinde bulamıyordu.

 

Mervan kendisini ölüme iterken Nazar bu yıkımı günlerce duyumsamaktan kurtulamamıştı. Hastanede geçirdiği günler, acı dolu buhranlı bekleyişler... Hepsi Mervan'ın gidişiyle yakasına yapışıp onu pişmanlıklara sürüklemişti. Kendisine geldiğinde abisine ve annesine her şeyi anlatmış, kızını bulmaları için onlara yalvarmıştı. Abisi aile dostları olan Zübeyde Teyze'yi aradığında Nazar'ın yüreğine yeniden belirsizlik ateşi düşmüştü. O ateş öğrendiği gerçeklerle harlandıkça harlanmış ve yanar dağ gibi genç kadının köz dolu kalbinden fışkırıp ömrüne akmıştı. Naz, Asya'yı hiçbir zaman Zübeyde Teyze'ye götürmemiş, verdiği numarayı da asla aramamıştı. Naz'ı telefonla aradığında ise numaranın kullanılmadığını öğrenmişti. Naz'ın bir teyzesi vardı. Araları çok iyi olmasa da onu defalarca birkaç sokak ötede oturan teyzesine bırakmış, kendisi ise ona eşlik etmeyi pek arzu etmemişti. Nazar gerçeklerle yüzleşir yüzleşmez soluğu o binada almıştı.

 

Kapıyı çaldığında Nazar'ı ihtiyar bir adam karşılamıştı. Büyük bir umutla başından geçenleri adama anlatmış ve Naz'ı tanıyıp tanımadığını sormuştu. Yaşlı adam ne Naz'ı tanıyordu ne de teyzesini. 20 yıl boyunca aynı evde yaşamış ve bu iki kişiyi hayatında hiç görmemişti. Nazar son duyduklarından sonra aklını kaçırmadığına hâlâ yüzlerce kez şükrediyordu.

 

Naz kendisine oyun oynayacak biri değildi. Hiçbir zaman onun kalbinden bir kötülük ummamıştı. O zaman bu olan bitenin nasıl bir açıklaması olabilirdi? O gazeteci kız da tüm umutlarını söndürmüştü. Nazar'ın hikayesini duyuracak güya kamuoyu oluşturarak kendisine ve ailesine zarar vermeye çalışanlara engel olacaktı. Olmamıştı. Ne Cemil Komiser ne de gazeteci kız planlarını harekete geçirememişti ve Nazar o gece Mervan'ın tuzağına düşüp ölümle yüzleşmek zorunda kalmıştı. Artık kalbi Mervan deyince karma karışık pek çok duyguyu aynı anda yaşıyor, kaçtığı ve sarıldığı aynı insan oluyordu. İnsan hem nefret edip hem sevebilir miydi? Aşk ve kin aynı dağın yamacında zümrüdüankaya nefes, kanadına broş olur muydu? Kendisine bu kadar acı veren adamı Nazar böylesine büyük bir tutkuyla nasıl özleyip arzulayabilirdi? Olmuyordu. İnsanın sevdasını taşıyanla kanına göz koyan aynı kişi olunca yürek bile afallıyor, iki duygu arasında tokatlanarak sersem bir berduşa dönüyordu.

 

Bakışları gölgesini mesken tuttuğu ağacın yeşil dallarında dolaştı bir süre. Güneş'in başına üşüştürdüğü karanlık duygulardan bir nebze de olsa kurtaran güçlü gövdeye ve yeşil yapraklara hüzünle baktı. Yine aynı parkta duygusal boşluğunu, koşup oynayan çocukların heyecanlı yüreğinde dindirmeye çalışıyordu. Terleyen alınları, coşkuyla çarpan kalpleri Nazar'ın o kasvetli dünyası onların gün ışığıyla aydınlattı.

 

"Ah Mehmet!" diye sayıkladı. "Neredesin? Oğlumu almak için Mervan'ın karşısına çıkacağını, tüm bu acıları bitireceğini söylemiştin. Neden yoksun? Sana bir zarar mı verdi? Sağ mısın? Hapis hayatı mı yaşıyorsun? Ne olur çık gel artık! Ben artık bu bilinmeze dayanamıyorum"

 

"Nazar Hanım." Nazar, Niyazi Komiserin gelişiyle toparlanma ihtiyacı hissetti. Biraz önceki sayıklayışların ne kadarını duymuştu bilmiyordu. Bakışları bir süre gözlerinde duraksasa da birkaç saniyede kontrolü sağlayabilmişti. Üzerindeki kabanın cebinden minik, beyaz ellerini çıkarıp gülümsemeye çalıştı. Darmadağın ruh dünyasını bir kenara bırakıp ayağa kalktı. "Merhaba Komiser." Niyazi, Nazar'ın mahcup tokalaşmasına karşılık verip zarif ellerini samimiyetle sıktı. Bugün oldukça yorgun görünüyordu. Sıkıntısını bildiğinde ona tek bir söz söylemek istemedi. Aynı derdi çeken iki insanın samimiyeti vardı bakışlarında. Evlat hasreti sadece Nazar'ın değil Niyazi'nin de belini bükmüş, omuzlarına elemin merhamet dilenen gözyaşlarını bir dağ misali düşürmüştü.

 

Niyazi, teklifsizce yanına oturduğunda Nazar'ın bu görüşmeden olumlu bir şeyler çıkmayacağını anlamış gibi yüzü düştü. Niyazi'yi çok fazla tanımasa da güven duyulabilecek biri olduğuna inanmıştı. Tek korkusu hayatındaki hüsranların kolay kolay bitmeyeceğini biliyor olmasıydı. Şansızlık ilk kez talihi olmuyordu ve bu gidişle olacak gibi de durmuyordu.

 

Niyazi, genç kadının yüzündeki mimikleri inceleyip bir anlam çıkarmaya çalıştı. Duyacaklarına hazır olup olmadığını kendisi de bilmiyordu. "Biraz parkta yürümek ister misiniz?" Nazar, isteksizce kaldırımın kenarına geçti. Taşlara kesme şekiller verilmiş, etrafı ise gül goncalarıyla süslenmişti. Nazar'ın gülleri yine bu güzel iklime yaren olmuş, genç kadını gülümsetmeyi başarmıştı. Parkın ortasını çevreleyen bükmeli Arnavut taşları, fıskiyeli havuza ayrı bir desen ve ahenk katmıştı.

 

Dakikalarca ölçülü olmasını umdukları sohbeti başlatacak o tembel kelimeleri kovaladılar. Fakat zaman topal bir ihtiyar gibi sendeleyip hisli iki insana düşman oldu. Konuşmak ziyan susmak ibadet olmuştu o sabah. Sessizlik uzadıkça Nazar'ın sabrı da git gide taşmaya başladı. Bir şey sormaya korkuyordu. Zira Niyazi Komiser şu güne kadar ona hayırlı hiçbir haber getirmemiş, bilakis tüm umutlarını tüketecek komploları taşımıştı. Şimdi onlardan bir yenisini daha duymaya hazır mıydı kendisi de bilmiyordu.

 

"Çiçekler çok güzel değil mi?" Nazar bakışlarını topraktan ayırmadan ela gözlerin sahibinden köşe bucak saklandı. "Evet. Çok güzel!" Niyazi ciğerlerini ağaçlarının odunsu kokusuyla tıka basa doldurdu. "Anneler bebeklerini de alıp bu güzel havanın tadını çıkarmaya gelmişler. Çocuk cıvıltısı her yerde." Nazar konu yayıldıkça daha da gerginleşmeye başlamıştı. Tüm bunlar ne Nazar'ı ne de Niyazi'yi ilgilendirmiyordu. Nazar'ı ilgilendiren tek şey çocuklarıyla ve Mehmet'le ilgili haberlerdi. "Tüm bunlar..."

 

"Şu karşı salıncağın yanındaki kadını görüyor musunuz?" dedi Niyazi bakışlarıyla olgun neşeli bir kadını işaret ederken. Bu manzarayı genç kadının kaçırmasını istemiyordu. Nazar, isteksizce salıncağın olduğu yöne baktı. Gözleri hayretten hedefini şaşırmıştı. "O salıncaktaki bebek..."

 

"Evet. O oyuncak bir bebek. Sanırım kadın biraz hasta. Çok ilginç böyle bir manzarayı insan hiç beklemiyor." Nazar başını eğdi. Muhtemelen o zavallı kadın da evlat acısı çekiyordu ve ne yazık ki onun içler acısı halini en iyi Nazar anlardı. "Bana güzel haberler veremeyeceksiniz değil mi Komiser?" Nazar'ın aceleciliği Niyazi'nin gözünden kaçmamıştı. Eliyle belindeki kemeri yokladı. Parmakları silahının üzerinde oyalandıkça Nazar'ın beklentili bakışlarının altında ezildiğini hissediyordu.

 

"Yeni gelişmeler oldu." Nazar, heyecanla Niyazi'nin yüzüne baktı. Gözlerinin bulutlarının ardında kocaman bir güneş güne gülümsedi. Duydukları gerçek miydi? "Yoksa kızım mı?"

 

"Hayır." dedi Niyazi burun kemerini sıkarken. "Mehmet'le ilgili bazı bilgilere eriştik. Onunla aynı dönemde askerlik yapan birini bulduk. Onu sorgulayacağız." Nazar hevesle "Bir şey çıkar mı?" diye atıldı. Bu hbaer Nazar'a gerçekler için bir anahtar, maziyi avuçlarına bırakacak bir kartal gibiydi.

 

"Belli olmaz, mümkündür." Kısa bir sessizlik aralarında hüküm sürdü. Niyazi, ona Mehmet'le ilgili bir şeyler sormak istiyor, yanlış anlaşılma endişesiyle birçoğunu yutmak zorunda kalıyordu. Sonunda cesaretini toplayarak Nazar'a yöneldi. Bakışları kuşkuyla genç kadının üzerinde dolaştı. Onca acıdan sonra bile gökyüzünün resmini çizen mavi gözlerinde duraksadı. Taze yüzünde ilk günkü gibi duran o tatlı iki çukur genç adamın kirpiklerine ve yaralı gözlerine düşmüştü. Nazar'ın bakışları bir hayali andırıyordu. Onca ıstırabın izi irislerinin rengine karışmış, güzü ve baharı, aşkı ve nefreti aynı toprakta yeşertmişti. Acı çeken kadınların bakışları bile bir başka oluyordu.

 

"Mehmet'e ne kadar güveniyorsunuz?" dedi Niyazi zoraki dikkatini toplamaya çalışırken. Cümle genç kadının bocalamasına sebep olmuştu. Niyazi günlüğünü okuduysa Nazar ve Mehmet arasındaki o bağı da bilmeliydi. Şimdi bu yersiz sorunun zamanı mıydı? "Kafam karma karışık. Eskiden olsa bu soruya 'kendimden bile çok' cevabını verirdim. Şimdi emin olamıyorum. Mehmet geri döndüğünde eski halinden epey farklıydı. Mervan'a karşı çok öfkeliydi. Onun hayatını, âşık olduğu kadını çaldığını söylüyordu. Sanırım bana karşı da içinde dindiremediği bir hüsran vardı. Belki kendine göre haklıydı da."

 

Nazar bakışlarını titreyen ellerine indirip kırgın kırgın dudaklarını üst ön dişleriyle ısırdı. "Biz evlenmeyi düşünüyorduk. Hayallerimizi de hayatlarımızı da birleştirmek için yaşıyorduk." Isırmanın etkisiyle kırmızılaşan dudakları Niyazi'nin hazan dolu bakışlarının arasında titredi. "Olmadı. Nasipte yokmuş. Başlarda Mervan'a ben de çok öfkeliydim ama artık öfke duyacak gücü de kendimde bulamıyorum. O yaktı beni. Ama yaktığı kadar yandı da. Mahvettik birbirimizi. Aramızdaki kaos hiç bitmedi. Benim kinim söneli çok oldu ama Mehmet yaşadıklarını kolay kolay unutacak biri değil. Bu kör duyguların ona yanlış bir şey yaptırmasından korkuyorum."

 

Niyazi, hafifçe boğaz ayıklayıp, "Hımm!" Diye sayıkladı. "Nasıl yanlış şeyler mesela?" Nazar'ın üst dudağı şaşkın bir alayla yukarı doğru kıvrıldı. "Mervan'ı öldürmeye çalışmak gibi bir yanlış. Ondan delicesine nefret ediyordu. Bunu yapmak istese şaşırmazdım."

 

Niyazi alnını kaşıyıp kaşlarını çattı. "Onun bir karıncayı bile incitemeyecek biri olduğunu sanıyordum. Yani günlükte böyle yazmıştınız. Şimdi de Mervan'ı öldürmek isteyebileceğinden bahsediyorsunuz. Merhametli, her koşulda doğru olanı yapan insanlar ne adaletten kaçar ne de kötülerle iş birliği yapıp göz göre göre bir yanlışa sürüklenir."

 

"Ne demek istiyorsunuz?" Niyazi omuzlarını silkti. "Hiçbir şey. Mehmet'teki bu ani değişimler şaşırtıcı doğrusu. İnsanın yaptıklarına ve yapmaya çalıştıklarına inanası gelmiyor." Nazar kızgınlıkla ona baktı. Bu bir yalancılık ithamıysa Komiser Nazar'ın gözündeki imajına Fatiha okusa iyi olurdu. Aksi takdirde genç kadının onu bizzat Mervan'ın yanıp kül olduğu uçuruma itmesi an meselesiydi.

 

"Mehmet'in, Azat aracılığıyla bir oyun oynadığını söylüyorsunuz. Neden haklarını polise başvurarak değil de bir düşmana sarılarak aramak istedi. Pisliğe bulaştığında geri dönüşünün olamayacağını hesap etmeliydi değil mi?" Nazar gerginlikle dişlerini sıktı. Evet, Mehmet'in yaptıkları karakterine pek de uyan şeyler değildi ama âşık olduğunda kim karakterinden bir şey kaybetmiyordu ki? Bu afallayışın da mantıklı bir açıklaması olabilirdi. Olmalıydı...

 

"Belki de annesini ve kız kardeşini korumak istemiştir. Mervan tehlikeli bir adam. Açık bir oyun, telafisi mümkün olmayan ziyanlara yol açabilirdi." Niyazi ciğerlerini derin bir nefesle şişirip doldurdu. "Azat Mervan'dan daha mı iyi sizce?" Bu sorunun cevabını söylemeye bile gerek yoktu. Mervan ve Nazar'a oynadığı o korkunç yatak oyununu düşündüğünde Nazar'ın atan yüzü Niyazi'nin gözünden kaçmadı. Sorunun cevabı basitti. Azat pisliğin tekiydi ve maalesef Mervan'ın yaptıkları doğru olmasa da layık olduğu sonu yaşadı.

 

"Bu Azat Mehmet'i nereden biliyor? Ona sormuş muydunuz?" dedi Niyazi sorularının arasını açmamaya gayret ederek. Nazar'ı şaşırtmak ve yaşadıklarını sorgulatmak istiyordu. Nazar gözden kaçırdığı bu detayı beyninden ince ince eledi. "Hayır. Azat'la yakın değildim. Böylesi bir bilgiyi Mervan'a bile söylememiştim. Ailemin de haberi yoktu. Yani annem ve abim biliyordu ama konuşulup ortalığa dökülen bir şey yoktu. Mervan da biliyordu. Fakat o da kimseye söylemez. Onur meselesi olarak gördüğü için..."

 

Niyazi başını hak verir gibi salladı. "Tuhaf... Azat'ın bu bilgiye erişmesi, onun peşine düşmesi, her şeyi planlayıp onu senin karşına çıkarması... Ne bileyim, fazla uçuk geldi. Sonra Mehmet'in Azat'tan kaçması... Bu da epey ilginç." Nazar, Mehmet'in anlattıklarında bir tuhaflık olduğunu sezmişti. Haklıydı. Azat onun varlığına bu kadar kısa sürede nasıl ulaşmış ve bu planı yapmıştı?" Niyazi, yeniden banka oturup Nazar'ı yanına davet etti.

 

"Diyelim ki dediğiniz gibi bir saldırı oldu ve Mehmet'in arkadaşı onun yerine öldü. Askeri araçlar asla tek başına gezmez. Herhangi bir saldırı durumuna karşı birbirlerini koruyacak şekilde dizilir. Saldırı halinde birbirlerini kollayarak müdahalede bulunurlar. Mehmet, orada yanan araçtan kimseye görünmeden nasıl kaçtı? Hem de ortalık askerlerle doluyken... Kurşunlar havada vızır vızır dolaşıyorken siz cesaret edebilir miydiniz?" Nazar tüm bu sorulara cevap vermekte epey zorlanıyordu. Niyazi Komiser haklıydı ama olanlara nasıl bir açıklama getirilirdi ki? Mehmet tam karşısındaydı. O yüz, o ses Mehmet'ten başkasına ait değildi. Evet belirgin bir değişim vardı ruh halinde ama yine de adının Nazar olduğundan ne kadar eminse onun bir zamanlar sevdiği adam olduğundan da o kadar emindi.

 

"B-ben bilemiyorum. Onun gelişi o kadar heyecan vericiydi ki ben mutluluktan bunların hiçbirini düşünemedim." Niyazi gözlerindeki o tanıdık hüsranla Nazar'ın bakışlarına odaklandı. Beklemek ve beklediğinin geleceğini umut etmek kalbinin amentüsü olmuştu. Ama ne faydasız bir bekleyişti ki geçen yıllara rağmen ne gelen vardı hayatına ne de giden. Yitirdikleri göz pınarlarını yakıyor, hatıralar hüsranın azap kapısını açıyordu. Bazen vazgeçmek gerekiyordu belki de. Yana yana da olsa vazgeçmek...

 

"Çok mu istedin gelmesini?" Nazar sustu. Yaşayabilecekken yaşayamadıklarına sustu. Özlediği tüm güzellikleri başkalarının gözlerinde gördüğü için sustu. Susmak zorunda kaldıkları, içinde yaralı bir güvercin gibi kanat çırparken birilerinin iyiliği için susmak ona bir ibadet, bir görev gibi gelmişti. Niyazi gözlerindeki acıyı gördüğünde onun kırık kalbini bıçakla eşelemenin hiç de doğru olmadığını anlamıştı. Derin bir nefes alıp onu ilgilendiren esas meseleye döndü.

 

"Peki sence cesedi teşhis edenler bu durumu fark etmediler mi?"

 

"Nasıl yani?" dedi yumduğu avuçlarını açarken. Niyazi banka oturup kontrollü, kendinden emin bir tavırla arkasına yaslandı ve bir ayağını diğerinin üzerine bıraktı. "Cesedi teşhis için mutlaka birileri gitmiştir. Genellikle birinci derece akraba tercih edilmez ama mutlaka birilerine gösterilir. Görenler cesedin Mehmet'e ait olmadığını anlamamış mıdır?" Nazar başını olumsuz anlamda salladı. Tanınmaz halde olması onu teşhis etmelerine ne kadar engeldi bunu kendisi de bilmiyordu. O sadece Mehmet'in anlattığı kadarından haberdardı. "Diyelim ceset kimse tarafından teşhis edilemedi. O zaman DNA testi yapılır. Otopsiden hiç bahsetmiyorum bile. Ölüm sebebini öğrenmek için otopsi yapılır ve bu otopsilerde savcı görev alır. Savcıya rağmen böyle bir oyun çevirmeleri oldukça hayret uyandırıcı."

 

Nazar'ın kafası karışıktı. Mehmet'in kendisine anlattığı hikâyede oldukça dikkate değer çarpıklıklar mevcuttu. Ne yani yalan mı söylemişti Mehmet? Bu işte oyunu kuran ve bu hale getiren kimdi? Mehmet nasıl kendisini öldü gösterebilmişti?

 

Niyazi, Nazar'ı kafasındaki sorularla bir başına bırakıp yanından ayrılmak için izin istedi. Nazar kafasındaki düşünceler darmadağın olunca kendisini denizin ahenkli salınımına bıraktı. Mervan'ın sevdalı olduğu o deniz belki de kendisini en iyi hissettirecek yerdi. Sahil boyunca ayakkabılarını eline alıp çıplak ayak dolaşmaya başladı. Su kayalıklara çarparak mavinin üzerinde açan beyazların denize işlediği sedefe boyandı. Bulutlar ürkekçe üzerine kümelenip genç kadının sürekli değişen duygusal sağlığını elemle andı. Etrafındaki insanları inceleyen mavi bakışlar, onların koşuşturmacalarla dolu hayatını uzaktan bir sinema perdesi gibi izledi.

 

Güneş kollarıyla Nazar'ın yüreğini ısıtıp umudunu bataklığı derya kılıp yeşertti. O an Nazar kendisine çarpan siyah kapüşonlu bir gençle neye uğradığını şaşırdı. Eline zoraki bir not bırakılmıştı. Büyük, çakır badem gözleri merakla nota odaklandı. Delikanlının peşinden gitmek istemişti fakat o ne olduğunu anlayana kadar atı alan Üsküdar'ı çoktan geçmişti. Zincirlikuyu mezarlığı... Yazının altında mezarlık bilgisi vardı. Nazar, bunun bir işaret olduğunu düşünüp ilk bulduğu taksiye atladı. Oraya gittiğinde neyle karşılaşacağını bilmiyordu. Mezarlık onu ürkütmüştü. Oysa ölüler dirilerden daha tehlikeli değildi. En büyük acıları yaşayan insanlardan biri için bu korku niyeydi?

 

Görevlinin yardımıyla aradığı mezarlığı buldu. Sıra sıra dizilen mezar taşları içinde binlerce kederli hikâyeyi, yarım kalmış aşkları, ardından ağıt yakılan binlerce eksik bırakılmış, yaralı yüreği barındırıyordu. Mezar taşlarına bırakılan al tülbentler, kenarlarına bırakılan alyans yüzükler, o tümseklerin üzerinde yeşeren çiçekler ve yüreğinde açan eski bir sevda sızısı... Nazar için mezarlık tam olarak yarım kalmışlık ve sessizlikti. Orada tepki çekecek davranışlardan uzak durmalı, sabırla notların ardındaki gizeme odaklanmalıydı. Biri kendisine afilli bir oyun oynuyordu ve Nazar bu oyuna karşılık vermekten vazgeçmeyecekti. Başına geçirdiği mavi tülbentle nottaki mezarın yanına geldi. Burası bir şehit mezarıydı. Gözleri mezar taşını bulduğunda kenarındaki kahverengi, ahşap bir sandık dikkatini çekti. Üzerinde "Nazar Ateş'e" yazısını görünce tek bir dakika bile kaybetmeden sandığı eline aldı. Kapağını kaldırır kaldırmaz eline beyaz bir not kâğıdı ilişti.

 

Giden geri gelmez. Seven sevdiğine ihanet etmez. Notu hayretler içinde okuyan Nazar etrafına göz gezdirdi. Notu bırakan kişinin kim olduğu büyük bir merak konusuydu. Burada atıf yapılan kişi Mehmet miydi? Kimdi bu oyunu oynayan? Yoksa şimdi uzaktan kendisini takip edip eğleniyor, aklınca dalga mı geçiyordu? Nazar etrafını meraklı gözlerle tarayarak notları bırakan için bir delil, bir cevap aradı. Beyaz sakalları olan, sivri burunlu, yaşlı bir adam elinde bir damacana suyla etrafı suluyor, bakımsız kalan ağaçlarla ilgileniyordu. Nazar ona yaklaşıp buralarda birini görüp görmediğini sordu. Adam kaygısızca gülümsedi. "Ben nereden bileyim, yitirdiğini yitirdiğin yerde ara!"

 

Adam arkasını dönüp giderken Nazar da mezarlığın sonundaki çeşmelerden birinin başında hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. Yaklaşık yirmi dakika kadar orada beynindeki sarsıntının geçmesini bekledi. Acı çekiyordu. Fakat gerçeklerin ayrımına varmadan asla vazgeçmeyecekti. Yeniden taksi çağırıp her şeyin bittiği yere yani tren garına yöneldi. Orada ne bulacağını kendisi de bilemiyordu. Adımları oraya yaklaştıkça ılık ılık terlemeye başlamıştı. Yavaş yavaş adımlarını bindiği o trenin bulunduğu raya yönlendirdi. O geceyi şimdi çok daha net hatırlıyordu. Etrafında gördüğü insanlar hayali bir perdede gözlerine ilişti. Ve Nazar bir tiyatro izler gibi kendisini bu düşün ağlarına bıraktı.

 

Trene yaklaştığında siyah kapüşonlu delikanlı yüzünü göstermeden elindeki bileti Nazar'a ulaştırdı. Bilet Nazar Ateş adına alınmıştı ve sadece gidiş içindi. O gecenin hayalini zihninde tekrar yaşayıp kızını Naz'la gönderdiği ana geriledi. 10. koltuk ikisi için ayrılmıştı. Koltuğa yaklaştığında vişneli tokalarla toplanmış, kıvırcık sarı saçlar gördü. Bu üzerinde vişne desenleri olan o kırmızı elbiseyi görür görmez tanımıştı. Bu Asya'ydı. Nazar koltuğun 5 metre kadar arkasında olsa da kızının ipeksi saçlarını tanımıştı. Koşar gibi içeri girdiğinde bakışları acı ve hayretle kızının olduğu koltuğa mıhlandı. Oysa görebildiği siyah kumaş koltukların üzerindeki sarışın, oyuncak bir bebekten başkası değildi. Elleri, donuklaşan beyaz yüzüne aldırmadan oyuncak bebeğin üzerinde hasretle dolaştı. Bir hıçkırık acıların sindiği gözlerinden dökülen şeffaf yaşlara eşlik etti. "Asya, neredesin?" Diz çöküp kaderine isyan eder gibi hüngür hüngür ağladı. Tren boştu ve neyse ki Nazar'ın damar damar olan kırmızı gözlerini, gözyaşlarıyla sulanan kadife tenini kimse görmüyordu.

 

"Neredesin çık ortaya! Benimle neden oynuyorsun?" Başını kaldırıp etrafını içindeki bitap nefretle taradı. Ne bir ses vardı ne de bir soluk. Çaresizce oyuncak bebeği kucağına alıp Asya'yı sarıp sarmaladığı gibi okşadı. "Neredesin kızım? Bana bunu neden yapıyorsun?" Bebeğin zavallı, pamuklu gövdesine yüzünü hapsettiğinde bir elin omzuna dokunduğunu fark etti. Başını kaldırır kaldırmaz gördüğü yüzle gözleri yuvalarından çıkacakmış gibi büyüdü. "Naz..."

 

"Sana her şeyi anlatacağım." dedi Naz hüzünlü ve masum haliyle. Üzerinde pembe çiçekli, dantel yakalı bir elbise, elinde ise her zamanki gibi oyuncak bebek vardı. Saçları her zamanki gibi tepeden iki yanına gelecek şekilde topuz yapılmış, küçük oyuncak bebekli tokalar yanlarına itinayla iliştirilmişti.

 

"Bunca zaman seni aradım Naz. Nasıl bana haber vermezsin? Ne hale geleceğimi düşünmedin mi?" Nazar öfke ile karışık bir mutlulukla ona çıkıştı. Bu sorumsuzluklardan sonra bunu en büyük hakkı olarak görüyordu.

 

"Korkuyorum Nazar. Ne olur gidelim buradan." Nazar parmak uçlarıyla gözyaşlarını silip Naz'ın arkasındaki hüzünlü yüze endişeyle baktı. "Sen..." Niyazi Komiser, eliyle çıkışı işaret edip, "Gidelim Nazar." dedi. Bakışları endişeyle bir süre Naz'da oyalandı ve hemen sonra Nazar'ın da peşinden geleceğini umarak çıkışa yöneldi. Naz Nazar'ın elini tutup peşinden gitmesine engel oldu. "Ne olur gitmeyelim Nazar. Buna hazır değiliz. Ona inanma!" Nazar başını yalanlar gibi sallayıp Niyazi'ye eşlik etti. Artık hiçbir şeyden korkmuyordu. İstediği tek şey gerçeklere ulaşmaktı.

 

Onlar hızla araçlarına yerleşirken Naz'da peşlerinden aynı araçta kendine yer açmıştı. Yol boyunca ortamda sadece sessizlik rüzgarları esti. Birlikte araçtan inip emniyetin parlak seramiklerle döşeli koridorlarından geçtiler. Nazar kendisini izleyen insanları görmezden gelerek hızla Niyazi'nin yönelimlerine uydu. Niyazi, Nazar'ı sorgu odasına getirip camın ardındaki genç adamı gösterdi. Karanlık ortam iki ayrı bölmeye ayrılmıştı ve camın ardındaki odada loş bir tepe ampulü, ahşap bir masayı ve karşılıklı iki sandalyeyi onlara kurulanlarla birlikte aydınlatıyordu. "Bunun kim olduğunu biliyor musun?" Nazar başını reddeder gibi salladı. "Ahmet Soylu. Mehmet'in yerine geçtiğini iddia ettiği arkadaşı." Nazar duydukları karşısında beyninden vurulmuşa dönmüştü. "Neler söylüyorsunuz?"

 

"Ne olur gidelim Nazar. Burada kalmaya dayanamıyorum. Bu iyi olmayacak. Bize zarar verecek." Nazar, Naz'ın iç çekişlerini ve cılız ses tonunu umursamadan Niyazi'nin dudaklarına kitlendi. Niyazi yanındaki siyah aletten bir tuşa basıp sorgu odasındaki sesi açtı ve Nazar'ın gerçekleri duymasını sağladı. Memur Ahmet Soylu'ya ilk sorusunu yönelttiğinde neredeyse genç kadının heyecandan dili tutulacaktı.

 

"Mehmet Akgül'e yakınlığın neydi?"

 

"Aynı birimde görev yapıyorduk. Kaldığımız müddetçe yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmedi. Her şeyi paylaşırdık." Memur tam karşısına sakin ve kontrollü bir eda ile oturdu. Nazar üzerindeki kapşonlu tişörtü gördüğünde mezarlıkta ve sahilde not bırakan kişinin Yahya'dan başkası olmadığını anladı. Demek tüm bu oyunlar Niyazi'nin eseriydi. Onu bir şeylere yönlendirmek istiyordu. "Bize biraz Mehmet'ten bahset! Nasıl biriydi?

 

"Mehmet çok iyi bir insandı. Bazen yatakhanede bizi türküler söyler, Rize'deki maceralarından bahsederdi. Sevdiği bir kız vardı. Nazar... Her fırsatta ona mektup yazardı. Telefonla konuşmak için hiçbir anı es geçmez, hasretle uzun uzun konuşmaya çalışırdı. Çok seviyordu onu. Altın sarısı, uzun düz saçları, mavi gözleri olan çok güzel bir kızdı. Dönüşte sevdiği kızı babasından isteyip evlenmeyi düşünüyordu." Nazar yüzündeki hüzünlü tebessümle yumruk yaptığı ellerini kalbinin üzerinde birleştirdi. Bahsettiği kişinin Mehmet olduğundan bir an bile şüphe etmiyordu.

 

"Sonra nedense mektuplar kesildi. Mehmet ona ulaşmak için çok uğraştı ama hiçbir çabası sonuç vermedi. İzne ayrılıp onu görmek için Karadeniz'e dönmek istedi. Olmadı. İzne ayrılacağımız zamandan günler önce askeri araca bir füze atıldı. Sıkıntılı bir bölgede sınır güvenliğini tehlikeye atan bir ihbar almıştık. Kalabalık bir şekilde art arda dizdiğimiz zırhlı araçlarımıza binip bölgeye yöneldik. İkinci ihbar tuzağa çekildiğimiz yönündeydi. Güvenlik sorunlarını fark edip hemen araçtan uzaklaşmaya çalıştık. Pusuya düşürülmüştük. Ne olduğunu anlamadan çok yakınımıza bir füze düştü. Araç patlamanın etkisiyle ciddi şekilde hasar aldı." Nazar hıçkırıklarını bastırmak için elleriyle ağzını kapattı. Artık duyduklarına tepkisiz kalmakta hiç olmadığı kadar zorlanıyordu. Niyazi ise yorgun bakışlarla yanı başındaki hassas kadını izliyor, bir şeyleri anlayıp anlayamayacağını bizzat görmek istiyordu.

 

"3 arkadaştık." Dedi Ahmet. "Ben, Mehmet ve Özgür. Mehmet ve Özgür ağır şekilde yaralanmıştı. Araçtan çıktığımız halde ikisinin de göğsüne demir parçalar saplanmıştı ve durumları kritikti, ben ise kolumdan hafif sayılabilecek bir yara almıştım. Özgür dayanamadı biz hastaneye kaldıramadan oracıkta şehit oldu. Mehmet ise sadece 24 saat dayanabildi. Ameliyat esnasında yaşanan komplikasyonlar sonucu hayatını kaybetti."

 

Nazar, "Hayır, hayır yalan söylüyor." diye sayıkladı. Gözlerinden boşalan yaşlar içinde bulunduğu çaresizliğe boyun bükmüştü. "Hayır inanamıyorum. Hatırlıyorum. Bana geldi. Aylarca evimde gizlendi, birlikte yaşadık. Bu gerçek olamaz." Nazar arkasını dönüp gitmek istediğinde Niyazi önüne geçerek ona engel oldu. "O öldü Nazar. Yaşamıyor. Söylediklerinin bir gerçekliği yok, anla artık!" Nazar, Komiser'in kendisini tutan kollarını nefretle itip, "Hayır!" diye bağırdı. "O ölmedi. Biz birlikteydik. Kızımı bulup yeniden bir araya geldik. Ben onu daha önce de defalarca gördüm. Ölüme terk edildiğim gün Mehmet o gansterlerin arasındaydı. Sonra Mervan'la birlikte Diyarbakır'a dönerken yıkık binaların arasında gördüm onu. Her şey..."

 

"Nazar... Hiçbiri gerçek değil. Anlamıyor musun? Koskoca bir yalanı yaşadın aylarca." Niyazi onu ikna etmek için hemen yanı başındaki masanın çekmecesini açtı. Elindeki mavi dosyayı Nazar'ın ıslak bakışlarının arasında açıp genç kadına uzattı. Gözleri dosyada elleri ise aceleci parmaklarına komutan edasıyla emirler verirken beyaz kâğıtların üzerindeydi.

 

"İşte askeriyeden alınan belgeler. Otopsi raporu... Her şey burada." Nazar, parçalar gibi hoyratça kağıtlara göz attı. Mehmet'in cesedine ait olan resmi gördüğünde elindeki dosya Niyazi'nin acıyan bakışları arasında yere düştü. Nefes alamıyordu. Boğazına çöreklenen zakkum o yutkunmaya çalıştıkça teninde yaralar bırakıyor, kursağına yerleşen dikenler acı içinde kıvranmasına sebep oluyordu. Ceset tanınmayacak halde değildi. Birkaç küçük sıyrığı saymazsak yüzünde dişe dokunur bir iz bile yoktu. "Bu gerçek olamaz." dedi Nazar hıçkırırken. "Hayır, sahte bunlar. Bu Mehmet değil. Bir yanlışlık olmalı."

 

"Sana gelmeyelim demiştim Nazar. Bu bizi çok acıtacak." Nazar, duvarın köşesine sinen Naz'a doğru birkaç adım attı. Onu sindiği yerden kaldırıp Niyazi'nin karşısına çıkarmak istedi. "O biliyor. Naz her şeyin şahidi. Haftalarca Mehmet ve benimle aynı evde yaşadı. Hatta kafede birlikte çalıştık." Niyazi, başını üzüntüyle salladığında Naz, "Ne olur yapma!" diye ağlamaya başladı.

 

Oysa gerçek tahmin ettiğinden çok daha kötüydü. Niyazi düşen omuzlarını ve hüzünle kırışan alnını Nazar'dan gizlemeyerek omuz silkti. "Naz diye biri yok Nazar. O duvar köşesi boş." Nazar başını defalarca inkâr ederek salladı ve elinin tersiyle gözlerinden akan yaşları sildi. "Yalan söylüyorsun. Sen kime uşaklık ediyorsun söyle. Her şey Kadir Bey'in oyunu değil mi?" Yalancı bir öfkeyle odanın içinde kıvranır gibi dolaştı. Bir açık arıyor, duyduklarını boşaltacak başka gerçekleri ömrüne davet etmek istiyordu.

 

"Oğlumu almak için şimdi de beni deli göstermeye çalışıyor. Tek amacı beni akıl hastanesine kapatıp mahkemeyi yanıltmak." Genç kadın birkaç adım gerisin geriye atıp Niyazi'den uzaklaşmaya çalıştı, fakat Komiser onu hemen bırakmamaya kararlıydı. Nazar'ı tüm direnişlerine rağmen kollarından yakalayıp bilgisayarın karşısına geçirdi. Birkaç küçük tıklamadan sonra sırlar gecesine ait olan kamera görüntüleri ekranda belirdi.

 

"Bak oraya." dedi Niyazi. "O gece tren garında yaşananlar... Yanındaki yaşlı kadınla konuştuktan sonra ayağa kalkıp elindeki bileti boşlukta birine uzatıyorsun. Sanki biri varmış gibi bir şeyler söylüyorsun. Sonra da elindeki oyuncak bebeği boşluğa uzatıyorsun. Ardından oyuncak bebeği bir başkasıymış gibi trendeki bir koltuğa bırakıp arkasından el sallayarak veda ediyorsun. Burada yalan yok Nazar. Bu görüntüler, yaşananlar gerçek." Nazar Niyazi'nin sözlerini dinlerken kayıtlardaki gerçeği ıslak gözlerle isyan ederek takip ediyordu. Haklıydı. Konuştuğu kimse yoktu. Naz o kadraja bir saniye bile olsa girmemişti. Bileti verir gibi yapıp oyuncak bebeği koltuğa kendi elleriyle yerleştirmişti.

 

Genç kadın elleriyle yüzünü kapatıp "Hayır." diye inledi. "Kızım yaşıyordu. Bir oyun olmalı. Bu görüntüleri değiştirmiş olmalılar." Niyazi onu bırakıp yeniden bilgisayara yöneldi. "İşte bu da sokaklarda koşarken ki görüntün. Arkana bakıp korkuyla saklanıyorsun fakat peşinden gelen kimse yok." Nazar gördüklerine inanamıyordu. Başını çevirdiğinde Naz'ın aynı yerde olmadığını gördü. Oysa sadece birkaç saniye gözünü ayırmıştı.

 

"Gazeteci Aslı o sokağa sadece bir kez gelmiş. O da şiddet gören bir komşunun hayat hikayesini gazetedeki köşesinde yazmak için. Seni tanımıyor. Cemil Komiser diye biri hiç olmadı. Bunları kuran sensin Nazar. Uzun zamandır hastaydın. Doktorunla görüştüm. Seni aylardır tedavi etmeye çalışmış. Bu oyunu kendi gerçeklerine ulaşabilmen için yaptım. Çünkü biliyorum. Seni ancak sen iyi edersin."

 

***

 

2 gün öncesi

 

Niyazi, odasında küskün küskün oturan Mervan'a kayıtsızca baktı. Başında bir sargı vardı. Kollarındaki sargılar çıkarılsa da hâlâ oldukça hasta görünüyordu. Henüz ayağa kalkacak kadar hareket kabiliyeti yoktu. Bacakları boydan boya alçıyla kaplanmıştı. Gözlerindeki özlem ve aşk içine dokundu. Mervan'ın hâlâ Nazar'ı deliler gibi sevdiğini biliyordu. Ayaklandığında ilk işinin Nazar'ı görmek olacağının da farkındaydı. Yaşanılan hiçbir şey bu aşkı Mervan'ın yüreğinden silip atamıyor, umutları gördüğü ihanetlere rağmen anbean filizleniyordu. Bu aşk değildi. Olsa olsa ölüm olabilirdi. Bu takıntının en büyük mağduru kendisi olduğu halde Mervan yürüdüğü yoldan asla şaşmamış ve Nazar'ı ilk günkü gibi sevmekten vazgeçememişti. Artık gerçekleri onun dilinden duyma zamanı gelmişti.

 

Mervan kendisini şüpheli bakışlarla süzen Niyazi'ye huzursuzca baktı. Yüzünü çevirip bulunduğu hastane odasının genişçe olan camına odaklandı. Eskiden yıldızları seyreden Nazar olurdu, onu sessizce seyreden ise Mervan. Bugün Nazar yoktu. Niyazi elindeki dosyayı Mervan'ın yatağının ucuna bıraktı. Kömür gözler bir süre dosyada dolaştı. Henüz neyle karşı karşıya olduğunu bilmiyordu. Niyazi elindeki defteri onun siyah, matemli bakışlarının arasında bir kenara bıraktı. Bu Nazar'ın günlüğünün bir kopyasıydı.

 

"Çabuk toparlandın!" dedi Mervan'ın tam karşısında yerini alırken. Gözleri kuşkucuydu. Mervan cevap vermeye bile gerek görmedi. Elindeki dosyayı gösterip "Bu saçmalıklara bir açıklaman var mı?" diye mırıldandı. Mervan dudaklarının kenarından sinsice gülümsedi. Gözbebeklerine işlenen acıyı Niyazi samimiyetsiz tebessümüne rağmen fark etmişti. Mervan alnını sıvazlayıp burnunu çekti. "Satranç sever misin?" Niyazi, Mervan'ın gerçekleri açıklayacağını anlamıştı. Belli ki bir şeylerin gizli kalması artık onun için de dayanılması güç bir sancıydı. Oyun oynamayı, gerçeklerle dalga geçmeyi severdi kara şövalye. Belli ki yine şovunu yapmadan dökülmeyecek, Niyazi'yi sinirlendirip eğlenmeden gerçekleri su yüzüne çıkarmayacaktı.

 

"Evet satranç severim." diyen Niyazi'ye genç adam oturması için yer gösterdi. Haftalar öncesinde birbirlerinin mahvetmeye uğraşıyorlardı. Karşı karşıya geliyor açlık oyunlarında olduğu gibi birbirlerinin ipini çekmeye, cesedini çiğnemek pahasına yok etmeye çalışıyorlardı. Bugün yan yana satranç oynamaları hayatın acı bir çalımından başka bir şey değildi. Mervan taşları dizerken siyah olanları kendisine beyaz olanları ise Komisere uzatmayı ihmal etmedi.

 

Bambaşka hayatlardan kopup gelmiş iki insandılar. Mervan babası tarafından kurban edilen masumiyetini kaybetmiş, yitirilmiş, ötekileştirmiş bir adamdı. Katil bir babanın mazlum insanların kemikleriyle inşa ettiği saltanat tahtına acıyla ve nefretle kurulmuştu. Niyazi ise savcı bir babanın kanun ve nizam öğretileriyle büyümüş ve çok sevdiği polislik mesleğine onun yönlendirmeleriyle dahil olmuş merhametli bir adamdı. Biri avdı biri avcı. Biri suçtu biri ceza. Biri kanundu biri isyan. Tek ortak noktaları çok sevdikleri kadınlar tarafından ihanete uğramış olmalarıydı. Çok sevmenin bedelini her şeylerini kaybederek ödemiş, hayatlarına belli gayelere sarılarak devam etmişlerdi.

 

"Rütbeliler önden." dedi Mervan Komisere satranç tahtasını işaret ederken. Niyazi atını öne sürüp oyunu başlattı. Mervan ise piyonlarından birini harekete geçirmişti. "Her zamanki gibi önce piyonlarını harcıyorsun." dedi Niyazi Mervan'ın taşını yutarken. Mervan gülümsedi. "Elbette. Aldığın her taş için bir sorunu yanıtlayacağım. Oyunumuzun kuralı bu." Niyazi bu durumdan memnundu. Zaten Mervan'ın eteğindeki taşları boşaltmadan susmak gibi bir derdi de yoktu.

 

"O zaman söyle! Nazar'ın günlüğünde yazanların ne kadarı gerçek?" Mervan uzayan siyah sakallarını parmak uçlarıyla sıvazlayıp kaşının birini yaralı haline rağmen bedenini terk etmeyen karizmasını yüceltir gibi kaldırdı. "Büyük bir kısmı... Ona ve ailesine yaptıklarım doğruydu. Onu istemeden de olsa çok üzdüm. Sanırım hayatım boyunca bunun pişmanlığını yaşayacağım. Yollarımız ayrıldıktan sonra yaşadıkları ise kurgudan ibaret." Niyazi hamlelerine devam ederken ikinci soruyu daha fazla geciktirmek istemedi. Fakat Mervan tüm taşlarını yedirmeden dökülmemeye kararlıydı. "Henüz benden bir taş daha alamadın Komiser. Önce bilgiyi hak etmen gerekiyor." Niyazi başını sallayıp hamle yapmaya devam etti. Yaklaşık beş dakika sonra Mervan ikinci piyonunu da Niyazi'ye kaptırmıştı. "Soru hakkı yine bende. Şansızsın." diye gülümsedi Niyazi. Bunun planlı bir hamle olduğunu biliyordu. "Şimdi soruyorum. Nazar'a hiç tecavüz ettin mi?"

 

Mervan başını yüzü alevlerin içinde kalmışcasına büyük bir tedirginlikle salladı. "Hayır. Ona hiçbir koşulda asla tecavüz etmedim. Karım olmasını fırsata çevirip faydalanmaya çalışmadım. Aramızdaki ilişki akla zarar boyutta çelişkiler içeriyordu."

 

"Buna inanmamı bekleme!" dedi Niyazi. Nazar bu kadar kendinden eminken bu sözler kime gerekti?

 

"Düğün gecesi onu odamıza götürdüğümde aramızda bir şey yaşanıp yaşanmayacağından emin değildim. Bunun olup olmayacağını o belirleyecekti. Ve belirledi. Benim kadınım olmayı tercih etti."

 

Niyazi, sesini son perdesine kadar kullanarak "Yalan!" diye bağırdı. "O gece Nazar sana duyduğu kini kusup sinir krizi geçirdi. Ve sen de onun bu zavallı halinden faydalanıp onunla birlikte oldun." Mervan öfkelenmişti. Şakaklarından esen hoyrat deli rüzgâr Niyazi'ye saldırma isteğini her geçen dakika daha da perçinliyordu. Sakin kalmaya çalışarak "Hayır." Diye bağırdı. Kontrolün kendinden çıkmasına izin vermeyecekti. "Aramızda yaşanan her şey ikimizin de isteğiyle oldu. O gece Nazar taşkınlıklar yapıp kendisine zarar vermeye başlamıştı. Onu iyi tanıyordum ve yaşayacağı o patlama anının er ya da geç geleceğini biliyordum. Hazırlıklıydım. Koluna sıradan bir yatıştırıcıdan fazlasını enjekte etmedim. Yaralarına pansuman yapıp yardımcımızı çağırmak için harekete geçtiğimde 'Gitme sana ihtiyacım var.' dedi. O gece tanıdığım Nazar'dan çok daha farklı bir kadınla karşılaşmıştım. Beni sevdiğini söylüyor, ilk defa bana aşk ve şefkatle dokunuyordu."

 

Mervan'ın elleri yanaklarına dokundu. Gözleri Niyazi'nin kızgın bakışlarını umursamadan hevesle kapandı. "Bana ilk kez yakınlık gösteriyordu. Aşkında divaneye döndüğüm kadın beni sevdiğini, istediğini söylüyordu. Aşk ve arzu bir nefes kadar yakınımdaydı. Hasretim son bulacaktı. Kavuşacak, birbirimizin olacaktık. İlk defa sevdiğim kadınla gerçek bir aile kuracaktım." Gözlerini açıp kendisine delirmiş gibi bakan Niyazi'ye aynı heves ve heyecanla gülümsedi. "Bana olan duygularını anlamıştı. Sıcacıktı. Kokusu cennetin ırmaklarında yetişen nilüfer çiçekleri gibi taze ve huzur vericiydi." Niyazi iç çekip onu duygusuzca ve sabırla dinledi. Onu akıl hastasını izler gibi hayret ve meraka takip etmekten kurtulamıyordu. "Evet. Aramızda bir şeyler yaşandı, fakat yaşananlar tek taraflı değildi."

 

"Bu nasıl olabilir? Nazar senden nefret ediyordu. Asla bu kadar kısa zamanda duyguları değişmez." Niyazi duyduklarını bir türlü hazmedemiyordu. Bu adam o sinir krizinden sonra buna nasıl inanırdı? "Oldu. O gece gözüme uyku girmedi. Her şeyin bu kadar güzel olması imkân dahilinde değildi. Nazar beni bu kadar çabuk nasıl kabullenebilmişti ben de bilmiyordum. Uyandığında pişman olacağını düşünüyordum. Ve haklıydım." Mervan alçılı bacağını toparlamaya çalışarak sırtını arkasındaki yastığa yasladı. Aynı pozisyonda oturmaktan beli tutulmuştu.

 

"O gecenin sabahında tüm güzellikler uçup gitti. Nazar yaşadığımız tüm güzel şeylerden nefret edip bana hayatı bana dar etmişti. Haftalarca büyük evimde kaos hiç dinmedi. Sanki bu kararı birlikte vermemişiz gibi beni bir tecavüzcü olarak görüyordu. Beni her an aşağılayıp küçük düşürüyor, ailemin yanında gurumu incitiyordu. Sabretmek için çok uğraştım ama öfke patlaması yaşadığım o anlarda onu duygusal açıdan incitmekten kurtulamadım. Bana acı verdiğinde acı veriyor sonra da pişmanlık ateşiyle hatamı telafi etmek için etrafında dönüp duruyordum." Niyazi histerik bir şekilde gülümsedi. Bu duydukları deli saçmasından hallice değildi.

 

"Sonra?" Kinayeli ses tonu Mervan'ın gözünden kaçacak gibi değildi. "Ona bir kez dokunduğunu söylemeyeceksin değil mi? Buna kargalar bile güler. Aranızda bundan fazlası oldu." Mervan gözlerini kinle kısıp onu delirtmek ister gibi alayla saç tellerini okşadı. Niyazi'deki rahatsızlık hissi kıskançlık duygularını şahlandırıyordu. "Ona dokunmak için yaklaşamıyor, umutsuzca isteyip bana gelmesini bekliyordum. Yatağımda ondan gelecek bir tıkırtıya bile hasrettim. İlk geceden sonra da birkaç kez odama geldi. Birbirini seven iki aşık gibi zaman geçirip birlikte olduk. Bu süre zarfı içerisinde sevdiğim kadının gerçeğini anlayamamıştım. Yüzü, sesi aynıydı. Değişen tek şey bakışları ve tarzıydı. Nasıl bilebilirdim? Nasıl yakıştırabilirdim o ay yüzlü güzel kadına?"

 

"Ne gerçeği?" Niyazi duyacaklarına ne kadar hazır olduğundan emin değildi. Mervan titreyen dudaklarının kontrolünü eline alıp yutkundu. "Hâlâ Nazar'ın normal biri olduğunu sanıyorsun değil mi Komiser?"

 

"Beni Kadir Bey'in silahıyla vuracağını düşünüyorsan..."

 

"Nazar hastaydı." Dedi Mervan bir nefeste ömrünü dudaklarından bırakır gibi. "Onun ikinci bir kişiliği vardı." Niyazi yutkunup başını reddeder gibi salladı. "Hayır. O sağlıklı. Zor şeyler yaşadı biliyorum ama bu mümkün olamaz. Hastanede, evimde Demet'le kalırken bir terslik olsa fark ederdim. Yo hayır. Beni kandırmaya çalışıyorsun."

 

Mervan güvenli duruşundan bir şey kaybetmeden "Yalan söylediğime inanmak istiyorsan oyunu şimdiden bırak. Burada sadece gerçekler konuşacak!"

 

"Devam et! Her şeyi bilmek istiyorum." Mervan siyah taşlarını okşarken dalgın dalgın konuştu. "Nazar tanıdığım günkü Nazar değildi. Başlarda bu duygusal değişimin ayrımına varamadım. Ona Nazar diye seslenmemi istemiyordu. Sanki kendi kendini kıskanıyordu. Naz ismini Nazar'ın kısaltması sanmıştım. Bir başkasını nitelediğinden haberim yoktu. Karakterleri taban tabana zıttı. Naz bana aşıktı Nazar ise Mehmet'e. Aynı bedene hapsolan iki ruh gibiydiler. Kamera kayıtlarını hiç izledin mi? İntihar gecesi olanları..." Niyazi Mervan'ın sandığı gibi havadan tutmayacak yalanlar uydurmadığını anlamıştı. Keşke işindeki profesyonelliğini tam da şu anda gösterebilseydi.

 

"O gece." Dedi sayıklar gibi. "Nazar'a 'bana kim olduğunu söyle' derken kast ettiğin buydu. Ona suçlarını itiraf ettiğinde Nazar'ın seni kendi isteğiyle arzulayıp arzulamadığını bilmek istedin. Neden?"

 

"Çünkü Nazar'ın gerçek kişiliğinin bana dokunmasını istiyordum. Başlarda Naz'ın ondan farklı olduğunu anlayamamıştım ve birlikteliklerimizi sorgulamadım. Ama sonra her şey değişti. Nazar'ın sanrılar gördüğünü, hasta olduğunu anladığımda bana yaklaşmasına izin vermedim. Bu aşık olduğum kadının hastalığını kullanmak ve onu istismar etmek demekti. Bilinçli bir şekilde ona bu kötülüğü yapamazdım. Birlikte uyuduğumuz o gece terasta Mehmet'i gördüğünde bir şeylerin kötüye gittiğini anladım." Niyazi en azından bu kadarını yapabildiği için Mervan'a saygı duyuyordu. Nazar'a böylesine aşık ve saplantılıyken direnebilmesi büyük başarıydı.

 

"Bu yüzden o itiraf gecesi Nazar'a dokunmadın. Emin olamadığın için vazgeçtin. İki karakter birbirlerinin yaptıklarını hatırlamıyordu ve Nazar her gecenin sabahında acıyla uyanıyordu. Ondan uzak durduğun için Naz, Nazar'a kocasının artık kendisini sevmediğini söyledi. Bu yüzden hasta biri gibi davrandığından, başka bir kadının adını sayıkladığından bahsetti." Niyazi çenesini ovup darmadağın olan kafasını hırsla ellerinin arasına aldı. Hayatında bu kadar şaşırdığı an sayısı sayılıydı. Bu nasıl bir girdaptı böyle?

 

Niyazi yeniden hamle yapıp Mervan'ın bir taşını daha yedi. "Neden şimdi böyle değil? Seninleyken de bu karakter değişimini yaşadığını söylemeyeceksin değil mi?" Mervan başını sallayıp değerli bir taşıyla karşı hamle yaptı. "Kaçtığımız o aylarda böyle değildi. Nazar silinen hafızası sayesinde yaşadığımız kötü şeyleri hatırlamıyordu. Naz ve diğerleri o kendinden kaçtığında, duygularına tahammül edemediğinde, zayıf olduğunda ortaya çıkıyordu. Yanımdayken güçlüydü. Onu canım pahasına koruyordum. Onu bir karşılık beklemeden deli gibi seviyordum. Nazar benimleyken Naz'ın varlığına ihtiyaç duymuyordu." Mervan'ın yüzündeki tüm renk solup tükendi. "Artık yanında değilim. Belki de ölümümden kendini sorumlu tutuyor. Belki de çoktan hastalanmaya başladı. Naz'ın kapısına dayanması an meselesi..." Niyazi'nin içine çöreklenen korku nefes alışverişini hızlandırdı. Mervan ise endişeyle sayıklamaktan kurtulamıyordu. "Yanımdayken ona yalanlar söyledim. Mecburdum. Nazar gerçeklerin ağırlığını taşıyamayabilirdi. Onu yeniden kaybedemezdim. Hastalanmasına dayanamazdım."

 

"Hâlâ ona zarar verdiğini göremeyecek kadar kör müsün?"

 

Mervan aymazca "Çok soru soruyorsun Komiser." Diyerek ters ters baktı. Ona hak ettiğinde fazlasını vermemeye kararlıydı. "Sanırım hamle yapma sırası bende." Mervan, öne sürdüğü piyonlara bir yenisini ekleyip Niyazi'ye taşlarından birini daha ısmarladı. Niyazi kazandığı taşı Mervan'ın alaylı bakışlarına sundu. "Nazar'a verdiğin ilaçlar ne işe yarıyor?" Mervan, şakaklarını ovup keşke birer kadeh bir şeyler içebilseydik." Diye mırıldandı. Efkarlanmıştı. Oyun da böyle kuru kuruya gitmiyordu. Niyazi elindeki piyonu satranç tahtasına vurup Mervan'ın dağılan dikkatini yeniden kendisine odaklamaya çalıştı.

 

"Sana bir soru sordum. Nazar'a neden ilaç verdin?" Mervan'ın yüz hatları bir anda dokunaklı bir hâl aldı. Bu soru genç adamı can evinden vurmuştu. "Onu kazanmak için." dedi Niyazi'nin hassaslaşan bakışlarının arasında. "Ne demek bu?"

 

"Benim âşık olduğum kadın Naz değildi Nazar'dı. Nazar benden delicesine nefret ediyordu. Aslında kabul etmese de bir yanı tüm direnişlerine rağmen beni istiyordu. Diğer yanı ise Mehmet'e sadık kalmaya çalışıyordu. Ben ona babasını hatırlatıyordum. Kötü, zalim, ruhsuz babasını. Bu yüzden hiçbir zaman beni sevmek istemedi. Ama benim kendisini seviyor olmamdan da içten içe mutluluk duyuyordu. Bana karşı gardını düşüren tek şey ona duyduğum aşktı. Babasından umduğu sevgiyi ve şefkati bende bulmuştu. Yaralarını sarıyor, acılarını dindiriyordum. Babasından umduğu sahiplenişi ve sevgiyi ona verdim. Nazar'ın yarım kalan kalbini tamamladım ama aynı kalbi yine ben paramparça ettim." Mervan yaptıklarını hatırladığında yüreği pompaladığı kanı yüzünde biriktirmişçesine kızarmıştı. Keşke öfkesini kontrol etmek konusunda biraz daha başarılı olabilseydi.

 

"Beni sevmeyi gururuna yediremedi Komiser. Evli ve çocuklu bir adamdım ve o Mehmet'in hatırasına sadık kalmak istiyordu. Benliği bu yanlış rolü reddetti ve Nazar'a alter bir kişilik oluşturdu. Nazar'ın reddettiği tüm zayıflıkların sahibi artık Naz'dı. Bana âşık olan, barbie bebek gibi giyinen çocuksu saflıkla ve yapay hareketlerle beni mutlu eden Naz. Nazar umduğu güzel çocukluğu Naz'a giydirmişti. Olmasını istediği her şeye Naz'ın sahip olmasına izin vermişti. Ben o ilaçlarla Nazar'ın iki kişiliğini yeniden birleştirmeye çalışıyordum. O zaman gerçek duygularını fark edecek ve beni sevmeye başlayacaktı. Bunun için mücadele ettim."

 

Mervan Niyazi'ye bir piyon daha bıraktığında olanları hayretle dinleyen Niyazi şaşkınlıktan küçük dilini yutacak bir hâle gelmişti. "O notlar... Eğer Mehmet öldüyse o notları kim yazdı Nazar'a? Kim kandırdı? Kaçarken biri Nazar'a Mehmet'in kendisine döneceğini söylemişti. Bunların nasıl bir açıklaması olabilir?" Niyazi Mervan'ın satranç tahtasındaki tüm piyonları yutmaya yeminli gibiydi ve Mervan bu durumdan hiç de rahatsız görünmüyordu.

 

"Benim yazdığımı düşünüyorsun değil mi?" Başını acılı bir tebessümle salladı. "Hayır ben yazmadım. O notları bizzat Nazar'ın kendisi yazdı. Mehmet'in gelmesini öyle çok istedi ki hayal aleminde onu kendisine getirecek bin bir çeşit hikâye uydurdu. Sanrılar bebeğimizin ölümünden sonra iyice zapt edilemez bir boyuta ulaşmıştı. Onu tamamen kaybetmekten korkuyordum. Naz'ın Nazar'ı tamamen ele geçirmesinde ölesiye korkuyordum. İlaçların dozajını arttırdım. Bu onda artık bağımlılık ibareleri göstermeye başlamıştı. Olası bir kriz anında neler yapacağını düşünmek bile istemiyordum. Oğlumu alıp gittiğinde zihnimden cehennemler taşıyordu. Her an içinde katil bir karakter üretebilir ve oğluma da kendine de zarar verebilirdi. Nazar'ı bulmak zorundaydım. Tüm bunlar olmasa bile düşmanlarımın eline geçmesi halinde hem oğlumu hem de onu tamamen kaybedebilirdim."

 

"Nazar iyileştiğinde seni kabullenmeyecekti. Hasta ruh hali değiştiğinde ona acı veren adama âşık olmayacaktı. Sana tutunup babasının boşluğunu en yanlış insanla doldurmaya çalışmayacaktı. Hayal görüyorsun. O Naz gibi zayıf biri değil. Kendisi için doğru tercihleri yapabilecek güçlü bir kadın. Gerçeklerin farkına vardığında Nazar'ı kaybedeceksin."

 

"Buna inanmıyorum." Dedi Mervan her an onu boğmaya çalışacakmış gibi bakarken. "İçinde bana rağmen yeşermeye çalışan güzel duygular var biliyorum. İyileştiğinde bambaşka bir insan olacak." Niyazi gerçekleri görmek istemeyen Mervan'a acıyarak baktı. Onunla daha fazla tartışmak istemiyordu. Mervan'ın iyi sayılabilecek bir taşını yiyip siyah taşı Mervan'a gösterdi.

 

"Onu başka bir kimlikle yaşamaya mecbur ettiğinde yollarınızı bir kez daha birleştirmeyi düşünüyor muydun?" Mervan başını sallayıp "Evet!" diye karşılık verdi. "Esas amacım yıllarca elimde biriktirdiğim belgeleri polise teslim edip Nazar'la yurt dışına kaçmaktı. Yapamadım. Nazar'ın nefreti, Dicle'nin sevgisi tüm planlarımdan vazgeçmeme sebep oldu. İlaçlar onu kısmen iyileştirse de yeterli gelmiyordu. Psikologla desteklenmediği müddetçe yetersiz kalacaktı. Onu kliniğe yatıramazdım. Bu çok riskliydi. Yanımda tutamazdım. Bana duyduğu nefret her geçen gün daha da hastalanmasına sebep oluyordu. Ailesine gönderemezdim. Bu onların da hayatını tehlikeye atmak demekti. Bu oyunu oynadım. Onu takip ettirdim. Satın aldığım insanlarla bir iş, bir hayat verdim. Onu iyileştirmesi için uzman bir psikolog buldum. Ve düzenli olarak yardım almasını sağladım. Bu sayede iyileşmesine katkı sağlayabildim."

 

Niyazi duydukları karşısında hayrete düşmüştü. Nazar nasıl bu kadar kötü durumda olabilirdi? "O gece neler oldu Mervan? Nazar'ı intihara sürükleyen şey ne?"

 

"Nazar iyileşiyordu Komiser. İçindeki karakterler teker teker öldü. Onları zihninde öldürdükten sonra oturduğu evi geçmişiyle birlikte ateşe verdi. Naz'ı ise hayali kızıyla birlikte bir yolculuğa çıkardı. O tren garında kendisini koruyan herkesi kaybetti. Hiçbir şeyin iyi olmayacağına inandığı o anda yeniden başlamaya dayanamadığı için ölümü tercih etti. Zihni gerçekleri kabullenemediği için ona bu oyunu oynadı. İyileşmeden önce hayalle gerçeği ayıramıyor, rüyalarının etkisi altında gördüklerini gerçekmiş gibi yaşıyordu. Mehmet'le yaşadığını söylediği her şey bir rüyaydı. O intihar gecesi yaşadığı şey ise kendi zihninde yaşadığı bir krizdi. Bilinçdışının etkisiyle çoğu şeyi yaptığı için hatırlayamıyor. Zihni tamamen karakterlerinden kurtulmadan önce ona son kozunu oynadı. Nazar'ı gerçek dünyadan koparan zihni olayları mantıklı bir şekle sokup yine aynı yolla Nazar'a verdiği her şeyi geri aldı. Artık Asya, gazeteci kız, Mehmet ve Naz yoktu. Nazar umutlarını kaybetmeye dayanamadı ve yaşamaktan vazgeçti."

 

Niyazi ayağa kalkıp pencereden yoğun şehir ışıklarını izledi. Nazar, İstanbul'daki yeni yaşantısını hayal meyal hatırlıyordu. Bunun sebebi aldığı darbe değil, ağır düzeyde hasta oluşu ve şizofrenik belirtiler göstermeye başlamasıydı. O rüyalarını bile gerçekten ayırt edemeyecek kadar hastaydı ve günlüğünün son kısmını bu ruh halindeyken yazmıştı. Ne yazık ki şu saatten sonra o günlüğün gerçekliğine büyük bir şaibe düşmüştü ve suçlular için Nazar'ın tanık oldukları artık pek bir şey ifade etmiyordu.

 

"Kızımız öldü Komiser. Kollarımda öldü. Onu yaşatmak için çok uğraştım ama başaramadım. Nazar hiçbir zaman onun öldüğüne inanmak istemedi. Kendi iç dünyasında kendi hayalini yaşamayı seçti. Hep bir şekilde yaşadığına inanmak istedi. Tıpkı Mehmet'in ölümünü kabullenemediği gibi Asya'yı bir gün döneceğini düşünerek bekledi. Sanrılarını kendi eliyle kendine çağırdı. Kabullenemediği her şey ona bir hastalık olarak geri döndü. O da teyzesi Nazar gibi yaşadıklarını kaldıramadı. Ailesinde bu rahatsızlık genetik olarak yer alıyor." Olayların iç yüzünü öğrenmek Niyazi gibi işinde profesyonel olmayı bilen bir memuru bile yaralamıştı, Nazar kim bilir bunları yaşarken neler çekmişti? Gözleri öfkeyle Mervan'ı taradı. Bu gerçekleri anlatırken ne kadar acı çektiğini görebiliyordu. Yaşananlar onun için de ağırdı fakat sorumluluğunu bir nebze de olsa azaltmıyordu.

 

"Nazar'ı hastalığını umursamadan kendinle evli kalmaya zorladın. Göz göre göre hastalığının ağırlaşmasına sebep oldun." Mervan başını eğdi. Ne söylese haklıydı. Nazar'ı aşkının kurbanı etmişti. "Belki geri dönmesine izin verseydin ailesinin yanında her şey çok daha iyi olurdu. Ama sen sadece kendini düşündün. Onu anne olmaya zorladın." Mervan dolan gözlerini gizlemek için başını eğdi ve satranç tahtasındaki her kareye büyük bir dalgınlıkla baktı. "Beni anlamıyorsun. Onun olmadığı bir hayata dayanabilseydim bunu sevdiğim kadının mutluluğu için yapardım. Ondan vazgeçemeyeceğimi anladığımda eline o silahı verip tetiği çekmesini istedim. Blöf yapmıyordum. O kurşunlar da silah da gerçekti. Yapamadı. Bizi kaderimize terk etti. Kader ağlarını ikimiz için ördü." Niyazi yeniden satranç tahtasının başına oturdu ve hamle yaptı. Mervan onun kendisini yenmesine izin mi veriyordu? Gönüllü bıraktığı bu taşlarla aslında neyi amaçlıyordu? Yüreğindeki açığa çıkarmak için sırdaş olarak Niyazi'yi mi seçmişti?

 

"Senden bir taş daha aldım. Şimdi söyle. Ona bu sahte kimliği verdiğinde neyi amaçlamıştın?" Mervan yüzünü kinle kasan Komisere ürkütücü bakışlar attı. "Belki de burnunu sürtüp seni kabullenmesini istiyordun. Hangisi?" Mervan, aşkını anlamayan Niyazi'ye alayla baktı. Artık bu kör yürekle karısını neden elinden kaçırdığına hiç şaşırmıyordu.

 

"Ben Nazar'dan hiçbir zaman nefret etmedim. Ve hiçbir zaman ondan intikam alma gayesi gütmedim." Son sözlerini yavaş ve kendinden emin bir edayla söylemişti. "Nazar'ı o kimliğe korumak için mecbur bıraktım dediğimde ne anlıyorsun? Yine söylüyorum. Ona bir aile vermeye çalıştım. Hastalığını bilen, parayla satın aldığım insanların arasında mutlu olması için çabaladım. İyileştirmek istedim ve bunu başardım da. Ama o gerçeklere tahammül edemedi. Peşinde karanlık insanlar vardı. Onları bitirmek zorundaydım. Nazar'ın ailesiyle mutlu olmasını istiyordum. Bunun için elindeki çipten çok daha fazlasını bulup o karanlık adamların işini bitirmek istedim. Düşüncelerimi hayata geçirebilmem için zamana ihtiyacım vardı. Güçlü deliller ele geçirdim. Hepsini dosyalayıp tezgahı bozacak son hamleyi yapmaya hazırlandım. Onlar hapse girerken Nazar ve ben yeni bir hayata başlamış olacaktık. Nazar iyileşecekti ve oğlumuzla birlikte başka bir ülkede dünyanın en mutlu yuvasını kuracaktık. O intihar ve sonrasında olanlar tüm planlarımı altüst etti."

 

Niyazi, dudaklarını arsızca büküp Mervan'ın siyah gözlerine alayla gülümsedi. "Demek onun seninle geleceğinden bu kadar eminsin." Mervan Niyazi'nin bir taşını yutup kaşını kaldırırdı. Elindeki taşı madalyon gösterir gibi Niyazi'nin ela göz bebeklerine sundu. "Şimdi, söyle bana. Neden Nazar'ı bu kadar önemsiyorsun? Aramızdaki tüm köprüleri yıkmak için bağlantılarını seferber ettin. Esas amacın ne? Neden hayatımızla bu kadar ilgilisin?"

 

Niyazi, bu sorunun amacını çok iyi biliyordu. Karsını namahrem her gözden kıskanan büyük Bey Mervan Hanzade, kendisinin Nazar'a bir ilgisinin olup olmadığını anlamak istiyordu. Onu kaybetmekten korkuyordu. Niyazi aptal bir adam değildi. Böyle bir hissi varsa da Mervan'a açık etmeyi aklının ucundan dahi geçirmezdi. Bu hata Mervan'ı iş birliğinden alıkoyduğu gibi Nazar konusunda da harekete geçirirdi. Olası bir kaybedişi yaşamamak için daha da zorbalaşabilirdi. Bu adamın Nazar'ı başkasına yâr etmemek için öldürmeye bile razı olacağını biliyordu. Nazar'ın hayatını tehlikeye atamaz, aşk cinayetlerine bir yenisini daha ekleyemezdi.

 

"Nazar, büyük acılar çekmiş desteğe muhtaç bir kadın ve benim görevim bu işin iç yüzünü ortaya çıkarmak. İnime kadar gelip korumam altındaki kadına suikast düzenledin. Emniyetteki itibarımı alt üst ettin. Yüzümü ağartabilmem için görevimin hakkını vermem gerekiyor. Sen bize elindeki delilleri vereceksin biz de senin güvenli bir şekilde yargılanmanı sağlayacağız." Mervan Niyazi'yi bakışlarıyla bir kitap gibi hece hece okudu ve yüzündeki sinsi tebessümle duruşunu güçlendirdi. Albenisini arttırıp, meydan okuma onun işiydi ve Mervan yenilgiyi kolay kolay kabul etmezdi. Uzayan siyah saçları parmak uçlarında ahenkle dans etti. Tahtaya doğru hafifçe eğilerek sol gözünü kontrol bende mesajı verir gibi kırptı. Belli ki patronluğu kolay kolay kimseye kaptırmaya niyeti yoktu. Birkaç saniye içinde Niyazi'nin iki değerli taşını yuttu. Bu hamle soru sorma sırasının Mervan'a geldiğini haber veriyordu.

 

"Karını sever miydin Komiser?" Niyazi, huzursuzca kıpırdandı. Mervan'ın bu konuyla neden bu kadar ilgili olduğunu bilmiyordu. Ama ona dökülmek istediğinden de emin değildi. "Severdim." dedi daha fazla deşelemeyeceğini umarak. Mervan, işaret parmağını kanca gibi kıvırıp çenesini altına yerleştirdi. "Neden gitti sence? Bir başkasına âşık olmuş olabilir mi? Belki de senden sıkıldı!" Komiser öfkesini yutmakta zorlanmaya başlamıştı. Hemen şimdi bu oyunu sonlandırsa çok mu şımarık davranmış olurdu? Hamle yapıp Mervan'ın diğer atını da yuttu.

 

"Artık gidişi beni üzmüyor. Yokluğuna alıştım. İstediğim tek şey kızım. Ben senin gibi değilim Aslanhan. Beni istemeyen bir kadını zorla yanımda tutacak kadar gururumu ayaklar altına almam. Leyla eğer benden ayrılmayı isteseydi sorunlarımızı çözmeye gayret eder, başaramadığımda onunla vedalaşmayı bilirdim. Ama o benden layığıyla ayrılmayı bile beceremedi. Beni kızıma hasret bırakıp tek bir açıklama dahi yapmadan sırra kadem bastı. Tam da bu yüzden onu asla affetmeyeceğim."

 

Mervan Niyazi'nin ithamlarını önemsemiyordu. Gurursuz sıfatıyla yaftalanmak Nazar'dan sonra alışılageldik bir durum olmuştu. Gurursuzluktan önce çok daha ağır sözlere muhatap kılınacağı davranışlarda bulunmuştu. Kaybettiklerinin yanında gururu neydi ki?

 

"Birbirimizi anlamıyoruz."

 

"Haklısın! Anlamıyoruz. Şimdi söyle bana neden Oktay'ın ipini çektin? Ya da Ediz'in...Her neyse! Sana iyi uşaklık ediyordu. Onu çok daha uzun süre kullanabilirdin."

 

Mervan "Hata yaptı." Derken bebeksi dişlerini göstererek genişçe gülümsedi. "Beni sırtımdan vurdu. Nazar'ın kimliğini ortaya çıkararak bana görmezden gelemeyeceğim bir kazık attı. Nazar ölebilirdi? Kötü insanların elinde harcanabilirdi. Benim lügatımda ihanetin bedeli ölümdür." Niyazi, oyuna geldiği o geceyi hatırladığında Mervan'a öldürücü bakışlar attı. Bazen öfkesini kontrol altında tutması zorlaşıyordu. Sabır acı bir zakkumdan başka bir şey değildi.

 

"İkimiz de harcanmayı hak edecek işler yapmış, ayağının sert taşlara çarpmasına sebep olmuştuk. Bu suçumuzun bedeli olarak ikimizi de bir kalemde harcadın."

 

"Hak etmiştiniz." dedi Mervan taşını oynatırken. Sözleri yaptıklarından pişman olmadığını ele veriyordu. Elindeki taşı kullanarak öyle bir hamle yaptı ki Niyazi'nin neredeyse tüm taşları avucuna gelmişti. Niyazi, hayretle taşları kollarken Mervan, "Şah!" diyerek ilk uyarısını verdi. Niyazi çabalasa da Şahı yeterince korumayı başaramıyordu. Mervan tekrar, "Şah." dedi alayla. Niyazi ise çırpınışlarına bir yenisini daha eklemekten başka bir şey yapamadı. "Şah." Dakikalar birbirini kovaladı. "Şah." Niyazi son kez hamle yaptığında Mervan öldürücü atağı yapmakta gecikmedi. "Şah mat!" Oyun bitmişti.

 

Niyazi, Mervan'dan bir soru gelmeyeceğini anladığında arkasını dönüp gitmeye yeltendi. Mervan yenilgiyi hâlâ sindiremiyordu ve er ya da geç atağa geçecekti. Bu fırtına öncesi sessizlikten başka bir şey değildi. Son kez omuz üzerinden rakibine baktı. "Söylesene Aslanhan. Onca ihanetten sonra yeniden Nazar'a güvenebilecek misin? İhaneti affetmeyen Hanzadelerin güçlü Beyi Nazar'a da bedel ödetecek mi? Ona da kıyacak mı?"

 

"Ona asla kıymayacağım." Niyazi zerre kadar inanmadığı sözlere karşı yüzünü bile dönmeden odayı terk etti. Koridorda bekleyen memurlara "Kelepçesine güvenip işi boşlamayın. Zafer bu kadar kolay gelmeyecek." dedi.

 

***

 

 

Merhaba arkadaşlar. Hikayemizi buraya kadar takip edip bana güvenen tüm değerli okurlarıma sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Mervan karakteri büyük suçlar işledi ve evet bu suçlar ister istemez bir bedel ödemesine sebep olacak. Fakat şunu bilmenizi isterim ki asla bir tecavüzcüyü esas oğlan yapmadım yapmam. Bu sebeple bana olan güveninizin kalbimde ayrı bir yeri var. Hikaye sırlarla dolu olduğu için ilk üç kitapta bazı şeylerin gizli kalması gerekiyordu. İyi bir neticelendirme için sabırlı olmaya çalıştım. Size tavsiyem bu kitabı bir esas oğlan beklentisiyle okumamanız. Çünkü Nazar ve Mervan ağır travmatik olaylar yaşamış psikolojisi bozuk karakterler. Bu yüzden aralarındaki ilişki de pek sağlıklı değil. Bu son kitap olduğu için düğümler çözülmeye devam edecek. Beni takipten ayrılmayın.

 

Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. 😉😌

 

🌹İnstagram: seyma_yldz_koc

🌹Dreame: Şeyma Yıldız KOÇ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%