Yeni Üyelik
102.
Bölüm

102. bölüm: avare

@syildiz_koc

Medya : Sezen Aksu ( Vazgeçtim)

 

 

İnsanın en çaresiz olduğu an aslında güce en yakın olduğu andı. Mühürlü gözler gecenin siyahına sevdalı genç bir kadını düşledi parmaklıkları aratmayan şebekeli pencerenin ardında. Artık ölümü arzu etmiyordu. Ölmek için fazla erken vazgeçmek için ise bir o kadar geçti. Nazar Mervan'ı seviyordu. Bu gerçek Mervan'ı bileğindeki kelepçeye rağmen deli gibi mutlu ediyordu. Hâlâ bir şans yakalayabilirdi. Nazar'la hep hayalini kurduğu aşkı yaşayabilirdi. Artık eskisi gibi hasta değildi. Tamamen iyileşmiş sayılmazdı ama en azından kırılan kemikleri kaynamış, ayakta durabilecek kadar güçlenmişti. Nazar'ın kokusunu deliler gibi özlediğini biliyordu. Bu öyle çaresiz bir duyguydu ki ne adı vardı ne de tarifi.

 

İntihar etmek isteyen yüzücü suya dalardı. Amacı nefesini tutup hayatına son vermek olsa da oksijensizliğin acısı, ciğerlerin bir nebze hava için çırpınması onu hemencecik caydırır yaşama iterdi. Hal böyle olunca yapılacak tek şey iradesini bitirecek o kayayı ayağına bağlamak ve ölüme yürüyecekse de onunla yürümekti. Aksi taktirde irade silinişe izin vermeyecekti. Mervan da başlarda Nazar'ı unutmayı tercih etmiş, bunun için de yüreğine aşk hançerini saplayıp kendi kendine iyileşmesini beklemişti. Olmamıştı. Her kaçtığında görünmeyen ipler onu Nazar'a çekmiş, çırpındıkça ruhunu saran örümcek ağına daha da saplanmıştı. Olmayacaktı. Mervan tükenmeden bu aşk bitmeyecekti. Zaten batacağı kadar batmıştı. En dibi görene kaybetmek koyar mıydı?

 

O gece elindeki belgeleri polise teslim etmiş ve kendi babası da dahil olmak üzere yeraltının tüm zebanilerini adalet terazisine piyon yapmıştı. Hak yerini bulmuş, mazlumların gözyaşlarıyla sulanan vicdan kılıcı zalimlerin yüreğine batmıştı. Şu saatten sonra Mervan'ın vicdanında günahın zerresi bile yer tutamazdı. Hapse girmesine gerek yoktu. O yaptığı bu büyük fedakarlıkla tüm günahlarının diyetini ödemiş ve mutlu olmaya hak kazanmıştı.

 

Battal'a gizlice attığı mesajda kendisini kurtarmasını istemişti. Kendisine yardım edeceğinden en ufak şüphe duymuyor, bu hastaneden er ya da geç çekip gideceğini biliyordu. Buradan kurtulsa bile hemen ülkeyi terk edemezdi. Büyük bir operasyon düzenlenmiş, suçlular cezasını bulmuştu. Fakat ne yazık ki bazıları adaletten kaçıp fare deliğine girmekten vazgeçememişti. Kadir Bey, yakayı ele vereceğini anladığında oğlu Aras'ı da alıp kendini piyasadan silmişti. Buradan çekip gitmeden önce yapması gereken birkaç iş vardı. Karun ve Pazu kaçmıştı. Onlarla gecikmiş bir hesabı olduğunu iyi biliyordu. Bu hesabı unutması halinde geride bıraktıkları, kızlarına zarar verebilirdi. Mervan, böyle bir sonu göze alamayacak kadar çocuklarını çok seviyordu. Düştüğü karanlığın onları mahvetmesine izin veremezdi.

 

"Kolay gelsin. Ayaklanmışsın." Elindeki havluyla uzayan saçlarını hızlıca kuruladı. Niyazi'yle konuşacaklarının bitmediğini biliyordu ve tahmininde yanılmamıştı. İlk operasyon bittiği halde sevkinden önce Niyazi yine soluğu yanında almıştı. "Banyo yaptım. Bu benim için sevindirici çünkü uzun zamandır suyla mesafeli bir ilişkim vardı. Bitlenmeden kendisiyle müşerref olduğuma memnunum." Niyazi Mervan'ın esprili sitemine güldü. "Sana intihar etmeni ben söylemedim Aslanhan. Kendi kendini bitirmeye çalışan sendin. Uslu uslu bileziği koluna geçirebilseydin bunca zaman yatmana gerek kalmayacaktı. Bir ara kirlerin altından başka biri çıkacak diye endişelenmeye başlamıştım."

 

Olan biteni hatırlamak Mervan'ın kaşlarını çatmasına sebep olmuştu. Acaba Komiser onun yaşadıklarını yaşasa bu kadar cüretkâr konuşur muydu? "Hasretime dayanamıyorsun! Küçük evcil hayvanından uzak kalmak senin için zor olmalı. Bu sürpriz ziyaretini neye borçluyuz?"

 

Niyazi Mervan'ın dokundurmalarına ensesini kaşıyarak cevap verdi. Kafasında dolaşan tilkilerin korkulu rüyasıydı Mervan. Yıllarca kilitli kalan naftalinli gerçekleri bir tek kara şövalye ortaya çıkarabilirdi. "Bugün ikinci operasyonu düzenleyeceğiz. İki saat sonra bu ülkenin düşmanlarının tepesine çökmek için saldırıya geçeceğiz." Mervan otuz iki diş sırıttı. "Anladım. Sana şans öpücüğü vermemi istiyorsun." Niyazi karmaşık beynini gizleyen alaylı bir gülüşle onun tırnaklarını omzuna sürüp poz atışını izledi. "Üzgünüm Komiser. Ben kadınlardan hoşlanıyorum."

 

"Dalga geçecek konumda olmadığını hatırlatırım." Mervan, yatağın üzerine gelişi güzel otururken Niyazi, içini kemiren sorularla bir kez daha kucaklaştı. Mervan bakışlarını onun gözlerinden ayırmıyordu. Sanki söyleyeceklerini sezmişti ve merakla dilinin altındaki baklayı çıkarmasını bekliyordu. "Seni tutukladığımda bana Leyla'yı tanıdığını söylemiştin. Bana kızımı geri vermeyi teklif etmiştin."

 

"Hatırlıyorum. Elbette bunları karşılıksız yapmayacağımı söylediğimi de hatırlıyorsundur."

 

"Hatırlıyorum!" dedi Niyazi bozulan yüzünü belli etmemeye çalışarak. Komiser Mervan'ın karşısındaki sandalyeye kurulup bacak bacak üstüne attı. "Senin ne işle meşgul olduğun belli. Leyla sıradan bir öğrenmenden fazlası değildi. Onu nasıl tanıyabilirsin? Üstelik başka başka şehirlerdeydiniz."

 

"Mervan komodine uzanıp eline kalın sayılabilecek bir kitap aldı. Gözleri kitabın sayfalarında dolaştı. "Kadir Bey sadece silah kaçakçılığı yapmazdı. O korkunç suçların üzerinde büyük bir imparatorluk kurmuştu. Küçük yaştaki kimsesiz çocukları satın alır. Onları işine yarayıp yaramayacağını düşünerek sınıflandırırdı." Niyazi kitabın sayfalarına dalan Mervan'ın sözünü kesmek ve yeniden konuyu Leyla'ya getirmek istedi. Fakat Hanzade imparatorluğuyla ilgili gerçekleri ıskalamak istemiyordu.

 

"O çocuklara ne yapardı Aslanhan?" Mervan kitabı dudaklarına yaklaştırıp gözlerini çılgın bir bakışla boşluğa sabitledi. "Güçlü, gürbüz olanları adamı olacak şekilde özel eğitimlere tabi tutardı. Kimisini dilenci çeteleri alırdı, kimisini organ mafyaları. Bazıları okur devletin önemli yerlerine gelir ve kendisine bulunduğu mevkiyi kullanarak hizmet ederdi. Kara para aklama, uyuşturucu ticareti, kiralık katillik, hackerlık, kaçakçılık, CEO'luk... Bunları yapacak pek çok adamı daha el kadar sabiyken yetiştirip köpeklerinden biri haline getirirdi. Yaralı çocuklar onun için biçilmiş kaftan gibiydi. Ailesinden darbe yiyeni iyileştirmek çoğu zaman yıllar sonra bile mümkün olmuyordu."

 

Mervan bakışlarını kaldırıp Niyazi'nin nefretle burkulan kemikli yüzüne baktı. Gerçeklerini duymaya Komiserin ne kadar hazır olduğundan emin değildi. "Ediz... Yani Oktay... O da yetiştirdiğiniz adamlardan biri miydi?" Mervan başını bir kez eğip kaldırdı. "Aklının alamayacağı büyük paralar dönüyordu Kadir Bey'in tezgahında. İşini bozmamak için güçlü insanları yanına alması gerekiyordu. Onları avcunun içine aldığında kendinin şeytanın koltuğuna oturmuş hükümdar gibi görmemesi için hiçbir sebep kalmayacaktı.

 

"Bunların Leyla ile ne ilgisi var? Leyla..."

 

"Şantaj..." dedi Mervan Niyazi'nin sözünü keserken. "O güçlü adamları, devletin önemli kademelerindeki parlak gençleri ya parayla satın alacaktı ya da şantajla köşeye sıkıştıracaktı. Birçoğu paranın köpeği olmayı seçse de içlerinden karakterli olanlar çıkıyordu. İş buraya geldiğinde onların zayıf yönlerine oynadı. Sigmund Freud'u bilir misin Komiser?" Niyazi başını salladı. "Biliyorum." Mervan parmak uçlarıyla saçlarını geriye atıp Komisere acıyan bakışlar attı. "Freud insanın doğasında iki ana yönelimin olduğunu savunur. Şiddet ve cinsellik... Kadir Bey kendisiyle iş birliği yapmak istemeyen adamlara bu iki zayıf yönü kullanarak yaklaştı ve onları günahlarla dolu kafesine tıktı."

 

"Ne demek istiyorsun?" Mervan'ın soluk sesi Niyazi'nin sabırsızlığını daha da arttırdı. "Kadir Bey faişelerden oluşan hafiye grubu vardı. Devletten bilgi çalmak için ve güçlü insanları iş birliğine mecbur etmek için onları kullanırdı. Bu insanların kasetine ve yolsuzluklarına erişir şantajla onları köşeye sıkıştırırdı." Cümleler derinleştikçe Niyazi gömleğinin birkaç düğmesini açıp ferahlama ihtiyacı hissetti. Ayağa kalkıp pencereyi açtı ve dışardaki havanın ciğerlerine dolmasına izin verdi.

 

"Bana Leyla'nın kim olduğunu söyle!" Mervan ayağa kalkıp Niyazi'nin iki adım gerisinde ölüm meleği gibi solgun, hoyrat bir yüzle dikildi. "Abin ne iş yapıyordu Komiser?" Niyazi yüzünü Mervan'a çevirerek inler gibi konuştu. "İstihbaratta çalışıyordu." Mervan yumuşayan yüzünü sakınmadan acıklı acıklı gülümsedi. "Şimdi nerden tanıştıklarını anlayabiliyor musun?"

 

"Bana onun sizden biri olduğunu mu söylemeye çalışıyorsun? Yoksa o fa..."

 

"Evet!" dedi Mervan. "Çocuk sayılabilecek bir yaşta Kadir Bey'in çöplüğüne düştü. Zekasıyla kısa sürede öne çıkıp kendini kabul ettirdi. O kadınların lideriydi." Niyazi Mervan'dan uzaklaşıp başını ellerinin arasına aldı. Keskin bir siren sesi kulaklarının uğultusuna karıştı. Başı dönüyor, gördüğü tüm nesneler uçuşan sivri sinekler gibi gözlerinin irisinde kaçıştı. Şehrin yanıp sönen ışıkları başındaki ağrıyı daha da tahammül edilemez bir boyuta taşıdı.

 

"Hayır!" dedi ölü gibi. "Bu olamaz!"

 

"Abin ne zaman öldü." Niyazi başını kaldırıp feri sönmüş gözlerini Mervan'ın ölümü fısıldayan dudaklarında dolaştı. Dudak hareketlerini idrak etmekte zorlanıyordu. "O... Leyla gitmeden bir ay önce öldü. Bir görevdeydi. Tehlikeli bir görev... Deşifre oldu." Gözyaşları kıpkırmızı kesen yanaklarından iri izler bırakarak süzüldü. "Ölümünde bir parmağı olduğunu söyleyemezsin." Başından aşağıya dökülen kaynar sular yüreğine düşen ayazın yanında bir hiçti. Bir yalanı yaşamıştı. Sevdam dediği kadın hayatını mahveden eli kanlı bir cellattan başka bir şey değildi. "Söz konusu Lilith olduğunda her şey mümkün!" Lilith... Gözlerinin önüne Nazar'ın ihanet sarmalına dönen günlüğü geldi. O gün Mervan'a kur yapan, yanındaki adamla eğlenen kadın... Liliht... Ruhunu şeytana satan kadın...

 

"Nerde?"

 

"Bilmiyorum. Onu buradan asla bulamam. Saklanmıştır bir deliğe!" Niyazi eliyle kalbini ovdu. Gözleri donuk donuk bakıyordu. "Kızım kimlerin elinde? Kim bilir ne halde?" Gözlerinden boşalan yaşları Mervan'dan köşe bucak sakladı. Arkasını dönüp hastaneden çıktığında bir ölüden hiçbir farkı yoktu. Yüzünün rengi gitmiş, sırtına dünyayı yüklemişçesine bitap düşmüştü. Sanki yıl birden yaşlanmıştı da kendisi bile henüz farkına varamamıştı.

 

Adımları onu Nazar'ın sokağını bulduğunda elleri duvara tutundu. Onca yolu nasıl geldiğini, ne ara arabasına bindiğini hatırlamıyordu. Nazar, duyduğu ağlama sesleri duyup endişeyle kapının önüne geldi. Niyazi'nin perişan hâlini gördüğünde nefes almayı bile unutmuştu. "Komiser Niyazi." Niyazi yığılır gibi dizlerini kırdı. Nazar'ın titreyen elleri onu asfalt zeminde tutan tek şeydi.

 

"Ama siz..."

 

"Her şey bir yalandı. Aşkı yalandı. Evliliğimiz yalandı... Yalan!" Nazar, onu kolundan yakalayıp içeri sokmak istedi fakat Niyazi ne yaptığını bilemeyecek kadar dağılmıştı. "İyi değilsiniz!"

 

"Kızım!" İçeri girmemekte direnince onu kaldırımın kenarına oturtmak zorunda kaldı. "Lilith... Nazar Hanım onun hakkında ne biliyorsunuz?"

 

"Mervan'la tanışıyorlardı. Kim olduğunu bilmiyorum. Onu Karun'un yanında gördüm. Küt saçlı, güzel bir kadındı." Niyazi başını kollarının arasına alıp hüngür hüngür ağladı. Nazar onu ilk kez böyle görüyordu. Nasıl bir ihanete uğradıysa o güçlü adam bir anda babası Hurşit gibi devrilmiş, solup tükenmişti. Dar sokak yan yana oturan çalınmış insanların zavallı mazisine şahitlik ediyordu. O sokak lambası ayrı hayatlardan kopup gelmiş, harcanıp tükenmiş iki insanın derdiyle hemhal oluyordu. Niyazi başını Nazar'ın omzuna yasladı.

 

"Hayat neden bu kadar acı vermek zorunda!" Nazar başını eğdi. Şu an bir dosta ne kadar ihtiyacı olduğunu anlıyor ve sesini dahi çıkaramıyordu. Niyazi sessiz göz yaşları dökerken Nazar sadece güneşin batışını izledi. Biraz sonra çekingen bir şekilde toparlanıp gidecekti ve Nazar en büyük acılardan sonra bile yeniden ayağa kalkmayı bilmişti. O da öğrenecekti.

 

***

 

Kapı çaldığında bakışları genç memurun yüzünde oyalandı. "Yemek zamanı!" Mervan, isteksizce kapalı köpük tabağa baktı. Canı yemek istemiyordu. Hastane de yediği yemeklerin tamamında rahatsız edici bir koku vardı. Bu koku iştahını kaçırıyor, ağzında ölümün buruk ve yavan tadını bırakıyordu. Genç memur, yemek masasını Mervan'ın önüne çekip kelepçelerini elindeki anahtarla açtı. Mervan sadece o anahtarın kelepçeyi açma sesini duymak için bile bu yemeğe tahammül edebilirdi. Rahatlayan bilekleri parmak uçlarıyla ovup karşısında onun her bir hareketini izleyen delikanlıya baktı.

 

"Bana eşlik etmek istediğini bilmiyordum genç adam." Memur, alt dudağını gergince üst dişlerine ısmarladı. Ona karşı dikkatli olması gerektiğini çok iyi biliyordu. Bu adam profesyonel bir katildi ki sadece bu gerçek bile gözünü dört açması için yeterdi. Mervan yemeğin kapağını açıp kendisini tedirgince süzen çaylağa bıyık altından sinsi sinsi güldü. Yemek karnı yarık, mercimek çorba, pilav ve salatadan ibaretti. Çatalın altındaki peçeteyi açtığında kurtuluş gününün geldiğinden emin oldu.

 

Yemekten iki çatal yiyip yardım isteyin. Havalandırmadan alt kattaki morga geçeceksiniz. 320 nolu morg dolabına saklanın. Sizi alacağız.

 

Mervan, kendisine söylenileni yapıp kendisini gözünü bile kırpmadan izleyen memura bakarak yemekten iki kaşık aldı. Dakikalar sonra midesini tutup kusmaya başlamıştı. Delikanlı telaşlanmıştı. Hesapta olmayan bu durum olaya müdahale etmesini gerektiriyordu. Endişeli, şüphe dolu bakışları yüzü yemyeşil olan Mervan'da bir süre oyalandı. "Yardım et, lavaboya gitmem gerekiyor. Midem çok kötü." Memur, koluna girip onu birkaç metre ilerideki lavaboya doğru yürütmeye çalışıyordu. Mervan her ne kadar teşkilata büyük bir fayda sağlasa da hâlâ bir suçluydu ve memur, ona güvenip yardım etmekle iyi bir şey yaptığından emin değildi.

 

Lavaboya geldiklerinde bir diğer polis memuru da kabinin dışında ona eşlik etti. Mervan memurların hiç tahmin etmediği bir anda doğrulup bitirici hamlesini yaptı. Genç olanın ense köküne indirdiği yumruk bayılmasına sebep olmuştu ve diğeri durumun farkına varamadan Mervan'ın avuçlarına düşen başının duvara yapıştırılmasıyla bilincine veda etti. Mervan, fitne fesatta eline su bile dökemeyecek olan polisleri sırayla temizlik malzemelerinin bulunduğu kabine taşıyıp ellerini ağızlarını bağladı. Kapıyı üstlerine kilitledikten sonra hademe giysilerini giyip telaşsız görünmeye çalışarak havalandırmaya yöneldi. Etrafındaki koşuşturma fark edilmeyecek gibi değildi. Midesini tutan personel adeta lavaboya gitmek için yarışıyordu. Koridorlar kusmuk gölüne dönmüştü. Izgaraları kaldırıp havalandırmanın içine aktı. Giriş dar olsa yetişkin bir adamın rahatlıkla geçebileceği bir büyüklükteydi. Cebinden çıkardığı bina planı ona morgun bulunduğu kata gitmesinde epey yardımcı olacaktı.

 

Ses çıkarmamaya gayret ederek plana uygun yol aldı. Kaçtığını anlamaları an meselesiydi. Muhtemelen anlaşıldığında ilk çıkışı tutacaklardı. Mervan ise tam tersi yöne yani morga gidecekti. Battal, defin için birini ayarlamış olmalıydı. Aksi halde soğuk dolap Mervan'ın ancak eceli olabilirdi. Dar koridorlar tamamlandığında Mervan önündeki ızgarayı tüm gücünü kullanarak ittirdi. Izgara gürültüyle yere kapaklanırken güç bela kendisini dışarı atabilmişti. 320 numaralı dolabı açtı. Örtüyü kaldırdığında genç bir delikanlının solgun yüzüyle karşılaştı. Ölmek için fazla gençti. Bu durum onu üzse de elini çabuk tutup onu bir üstteki dolaba yerleştirdi. Ayağına cenaze tanıtım kartını bağlayıp üzerini örttü. Kapağı kapattığında rahatsız edici bir soğukla mücadele etmesi gerekecekti. Yolun sonunun Nazar'a çıkacağını bilmek Mervan'ın cesaret pompalayan damarlarını harekete geçirmişti. Bu kutlu vuslat için bir ömrü hiç acımadan celladının önüne serer, zerre adar pişmanlık duymazdı.

 

Yaklaşık 10 dakika sonra morg görevlisi içeri girdi. Adım sesleri kalbinin gümbürtüsünü bastırıyordu. Birkaç kişiyle birlikte dolabın kapağını açıp üzerindeki örtüyü kaldırmadan onu bir tabuta yerleştirdi. Kapağın yeniden kapatıldığını duyan Mervan ilk defa metalik bir ses Mervan'a kendini iyi hissettiriyor, kaderine karşı kazandığı bir zaferin marşı oluveriyordu. Kimliğinin açığa çıkması istendiğinde nefes dahi almayıp ölü taklidi yapmaya devam etti. Dakikalar sonra kalan evrak işlerinin tamamlandığını ve gidebileceğini öğrendiğinde nihayet oradan kurtulduğunu düşünüp derin bir nefes aldı.

 

Tabut yerleştirildiği cenaze aracında tıngır mıngır giderken kapalı alanda kalma korkusunun dakikalarca kendisini terlettiğini fark etti. Sanki bir el ciğerlerini avuçlayıp hunharca sıkıyor, derisinden boşalan terler kaynar suyla dolu bir kazana düştüğü hissi veriyordu. Tabuta alışkın olsa da geçmişteki o işkence günlerini hatırlamak genç adama iyi gelmemişti. Babasının tabut cezaları genç adamın bunca yıl sonra bile peşini bırakmayan karabasanlar gibi her an zihninin kuytu köşelerinde yer edinmişti. Elinin tersiyle gözündeki bir damlayı silerken araç durdu. Saniyeler sonra adım sesleri güçlendi ve kamyonetin kasasına yaklaştı. Birileri tabutu kaldırıp sert bir zemine usulca bıraktı. Ve nihayet kapak açıldığında gün ışığı karanlıktan bitap düşen Mervan'ı kemikli sert yüzünü okşadı. Artık bakışlarının odağında aynı tanıdık sima vardı.

 

"Merhaba efendim. Sizi yeniden görmek güzel!"

 

***

 

Kalp neden hep ulaşılmazı isterdi? Neden hep sahip olamadıklarını arzulardı insan? Nazar o gün yüreğini yakan gerçeklerle yüzleşmiş, hep şüphe duyduğu ama asla gerçek olacağına ihtimal vermediği hastalığının farkına varmıştı. Şimdi her şey çok daha acı bir şekilde tokat misali yüzüne çarpıyor, görmezden geldikleri kördüğüm olup ruhunu sıkıyordu. Artık her şey anlamını kazanmış, rengi solan anıları öğrendikleriyle yeniden zihninde açmıştı.

 

Mervan'ın kendisine tecavüz etmediğini biliyordu artık. Yaptıkları kötü şeyler olsa da en azından bu kötülüğü reva görmemiş olması Nazar için hayati önem taşıyordu. Demek gerçekleri öğrendiği için kendisine dokunmuyor, aynı yatakta uyudukları zamanlarda bile arzularının esiri olmuyordu. Mervan onun ikinci kişiliğini öğrendikten sonra Nazar'a acı vermemek için dikkatli davranmıştı. Nazar Mervan'ın o ilaçları kendisini iyileştirmek için verdiğini biliyordu. Bunca zaman onu anlamadan, dinlemeden kendisini zehirlemekle suçlamıştı. Durumunun bu kadar kötüye gittiğini neden fark etmemişti? Kendisini düşündüğünde bunu fark ettiğini ama benliğine yakıştıramadığını anladı. Mervan, kaçtığı gün hastane odasında hemşirelere durumunun iyi olmadığını söylediğinde yalan söylememişti.

 

"Ne acı!" dedi için için kanarken. O çok acıdığı teyzesiyle aynı kaderi yaşayacağını kim bilebilirdi? Mervan kötü bir adamdı ama kendisine duyduğu aşk ne yazık ki yabana atılamayacak tek şeydi. En büyük sorun Mervan'ın Aşkparesini güzel sevemiyor oluşuydu. İçinin derinlerinde bir acı hissetti. Mervan... Mervan... Neden adını duyduğunda kalbini delice bir ateş sarıyordu? Neden kalbi ürkek bir kuş gibi titriyordu. Neden yüreği yağmur sonrası çöken o hüzne karışıyordu? Onu kaybetmişti. Bir daha asla bir araya gelemeyeceği adamı özlüyordu. Ona âşık olduğunu anladığında artık her şey için çok geçti. Mervan çoktan kendinden çekip gitmişti. En kötüsü de istemese bile ölümüne sebep olduğu gerçeğiyle yüzleşmekti.

 

Onu tutuklamaları için polise yol göstermiş, Mervan'ın yapacağı delilikleri hırsları yüzünden düşünememişti. Artık çok geçti. Kötü bir yazgıları vardı ve Mervan tüm çabalarına rağmen o yazgıyı değiştirmeye güç yetirememişti.

 

"Her şeyi sen yaptın!" Yatağına sere serpe uzanmış olan Nazar bakışlarını başucunda aynı pozisyonda uyuyan Naz'a çevirdi. Gri çiçekli nevresim takımının üzerinde kaküllerini dudaklarının üzerinde gezdiren alter kişiliğine öfkeyle baktı. Artık onun varlığına alışmış, olur olmaz karşısında bitmelerini tuhaf karşılamamaya başlamıştı. "Her şeyi sen yaptın dedim" diye yineledi Naz. Sesindeki cüretkâr tını yattığı yerde perçemleriyle oynayan Nazar'ı kızdırdı. "Kes sesini!" Naz elindeki bebekli tokayı fırlatarak ayağa kalktı. "Eğer sen olmasaydın Mervan'la kaçıp gidecek, hep düşlediğim o hayatı kurabilecektim. Her şey senin inadın yüzünden mahvoldu."

 

"Bir şeyleri mahveden biri varsa o da sensin. Sen olmasaydın Mervan'ın karısı olmayacaktım. Onun çocuklarını doğurmayacak ve evlat hasreti çekmeyecektim. Ben senin zayıflıklarının bedelini ödedim." Naz tepeden topuz yaptığı saçlarını tek el hamlesiyle açıp "Ben senim." diye fısıldadı. Alnında oluşan minik boncuk terler son cesaret kırıntılarını kullandığını ele verir cinstendi. "Senin zayıflıklarından doğan bir hayalet..." Naz başını yazık eder gibi salladı. İşaret parmağını hayali bir hedefi kurşunlar gibi sertçe Nazar'ın üzerine dikti. "Sen kendi duygularına bile yabancılaşmışsın. En başından beri ona karşı boş değildin."

 

Nazar, yattığı yataktan doğrulup, "Yalan!" diye bağırdı. Nazar'ın haykırışı Naz'ı yatağın kenarına sinmeye mecbur etti. "Onu sevmemiştim." Başını kollarının arasına alan Naz küçük bir çocuk gibi küskün küskün baktı. "O zaman neden bu kadar acı çekiyorsun? Neden hâlâ onun yasını tutuyorsun? Onunla yaşadıklarını unutamadığını biliyorum. Mervan'la aylarca kaçıp saklandın. Onunla hayatının en güzel günlerini yaşadın. Ve şu an onun çocuğunu taşıyorsun?" Hayali dostunun yüzü hevesle kasıldı ve dudakları masumca büküldü. "Onun sana olan sevgisini, dokunuşlarını bile özlüyorsun."

 

Nazar'ın yüzleşmek zorunda kaldığı gerçekler başını inkarla kaldırdığı her an han duvarları gibi yüzüne çarpıp gururunu sarsıyordu. "Neden döndün?"

 

"Beni o trenle hayatından uzaklaştırdın, şimdi ise vicdan azabı ve aşk acısı beni yeniden sana getirdi."

 

Nazar, kaçıp saklandıkları o aylarda Mervan'a ne kadar bağlandığını hatırladı. Aslında o günleri düşünmediği tek bir anı dahi yoktu, fakat gerçekleri sineye çekmeye tahammül edemezdi. Kızı hayatta değildi. Gerçekleri öğrendiğinde onu ikinci kez yitirmenin acısı yüreğine çöreklenmişti. Mervan'ın günahlarla dolu karanlık hayatı yüzünden Asya'yı kaybetmişti. Şimdi hastalığı oğlunu Kadir Bey'den almasına engel olacaktı. Kendisini toparlamak zorundaydı. Asansör boşluğuna düşen yaşlı adamın davası bitmişti. Olayın yaşlı adamdan kaynaklı bir kaza olduğu ortaya çıkmıştı ve bu durum dosyanın kapanmasına sebep olmuştu. Sahte kimlik meselesi de tehditler yüzünden kabul ettiği bir şeydi. Artık o günlükte yazanların bir önemi yoktu. Hastalığını gizlediğinde oğluna kavuşması çok daha kolay olacaktı.

 

Keşke Mervan bir daha yoluna çıkmamış olsaydı. Onunla aşk mevsimini doya doya yaşamasaydı. Onu unutamıyordu. Mervan'ı kaybettiği gün sevdiğini anlamış, ölümünü çığlıklar içinde ağlayarak karşılamıştı. Her gün ondan nefret ettiğini söylerken ölümünün acısıyla bu kadar kıvranacağını düşünmemişti. Hayır, ona dair hayaller kuruyor değildi ama onsuzluğa tahammül de edemiyordu işte. Mervan sanki her yerdeydi. İçtiği suda, aldığı nefeste, gözlerinin önüne düşen her bir karede... Her yerde kokusunu almaya gözlerinin baktığı her yerde onu görmekten kurtulamıyordu.

 

Yanarak ölmek... Ona yakıştıramıyordu. Acı çekmesi ihtimali gözlerinden hayal kırıklıklarının dökülmesine sebep oluyordu. Bu kadar yaşanmışlık olmasaydı belki de her şey bambaşka olacaktı. Mervan değişebilir miydi? Onu intihara kalkıştıran şey Nazar'ın ihaneti miydi yoksa hapis korkusu mu? Düşünceleri gerdanına dolanıp yağlı urgan misali tüm düşüncelerini kursağından kusuyordu. Ve Nazar tüm yaşanmışlıklara inat onunla yaşadığı pembe hayali düşlemekten kurtulamıyordu. Mervan'a kavuştuğu ve bir aile olabildikleri o hayali.

 

Odasından çıkıp Elif Hanım'ın yanına mutfağa yöneldi. Üzüldüğünde annesinin sinesine sığınabilmesi, onun yuva yaptığı evde acılarını dizlerinde dindirebilmesi Nazar'ın hayatındaki en değerli şeydi. Anne sıcaklığı, anne yuvası diye bir şey vardı ki onun varlığını hiçbir şey dolduramıyordu. Keşke Zeynep kendisine bu kadar kızgın olmasaydı. O zaman içindeki suçluluk duygusu bir an olsun yüreğini terk edebilirdi.

 

Bakışları pencereden dışarıya bakan babasını bulduğunda içindeki o yara sızladı. Belli ki sızısı binlerce yıl geçse de dinmeyecek, zihnine kar tanesi gibi düşen hatıralar aralarındaki uçurumlara köprüler inşa edemeyecekti. Yorgun adımlarla yanına gittiğinde yaşlı adam varlığının farkına varmıştı. Yüzünü çevirip ona bakamadı. Suçluydu. Göz göre göre kızını düşmanına yem etmiş, öldüreceklerini bile bile yine oğlu için harcamıştı. Ah bu utanç nasıl geçerdi? Nasıl unuturdu yaptıklarını?

 

Nazar, babasının bozulan sağlığının farkındaydı. Kalbinin eskisi gibi sağlıklı olmadığını, yeniden ayağa kalkacağına dair doktorların iyi şeyler söylemediğini biliyordu. Kendisine yaptığı her şeye rağmen babası adına üzülüyor, ilaçlarını takip edip her gün onu sahil boyunca boğaza karşı gezdiriyordu. Annesi yeğeni Burak'la ilgilenirken babasına çorbasını genellikle o içirirdi. Bu ikisi için de zordu. Hurşit için Nazar tek kalemde harcanacak bir kızdı ve şimdi o harcadığı ten, kendisine derman olmaya çalışıyordu. Günler önce ilk defa Elif Hanım'a babasının neden kendisini sevmediğin sormuştu. Artık bu nefretin bir sebebi olduğunu düşünüyor, aralarındaki düşmanlığın tesadüf olmadığına inanıyordu.

 

Haklıydı. Annesi babasıyla gönülsüz evlenmişti. Elif Hanım kendisini seven amca oğlu ile evlenmeyi düşünmüş fakat babasının isteğine karşı çıkamamış ve ne olduğunu bile anlamadan Hurşit'in karısı olmuştu. Hurşit onun kendisini sevmediğini biliyordu. Elif Hanım'ın kendisinden daha genç ve güzel olmasını kıskanıyor ve onu sürekli kendisini aldatmakla itham ediyordu. O zamanlar uzun yol şoförü olan Hurşit aileden uzak geçirdiği iki ayın ardından Elif Hanım'ın gebe olduğu haberini almıştı. Kendisi uzaktayken babalığının mümkün olamayacağını düşündüğünden zavallı kadını yine iffetsizlikle itham etmişti. Nazar doğduğunda sarışın, mavi gözlü dünyalar güzeli bir bebekti. Ne Nurten'e benziyordu ne de Murat'a. Tam da bu yüzden eşine kuzeninden çocuk peydahladığını söyleyerek iftiralarda bulunmayı erkeklik onuruna yedirmişti. Yapılan DNA testi iftirayı aklasa da Hurşit Nazar'ı hiçbir zaman evladı olarak görmemişti.

 

Ayşe elindeki oyuncak bebekle etrafta koşuştururken Nazar babasının ayaklarını açıp küçük bir leğenin içinde zayıf hareketlerle yıkadı. Elleri özel jelle masaj yapmaya başladığında Nazar babasının koyu yeşil gözlerine bakamıyordu. Gözleri abisine benzese de çok daha kısık ve çarpıcıydı. Onunla göz göze gelmek demek tüm acılarının bir anda zihnindeki kara kutuya hücum etmesi, şiddetin kör bir testere gibi beynini biçmesi demekti. Genç kadın bunu göze alamayacak kadar kırık bir kalbe sahipti.

 

Hurşit mahcubiyetini görmesini istemediği kızına bakmamak için gözlerini kapattı. Nazar ayaklarına gerekli masajı yaptıktan sonra yeniden çoraplarını giydirdi. Babasının iyileşmesinin artık pek mümkün olmadığını biliyordu. Tüm yaptıklarına rağmen ona karşı bir mesuliyeti kalsın istemiyordu. Ayşe etrafta koşuşturuyor, Burak ise onun peşinden koşmaya çalışıyordu. Küçük kız onunla oyun oynamayı öyle çok seviyordu ki onları izleyen Nazar'ı görmüyordu bile. "Çiçolata benim!" diye ağladı Burak. Ayşe elindeki tatlıyı ona verdiğinde yüzünde gülücükler açtı. Nazar kabakulak olan küçük kardeşine baktı. Günler sonra hasta yatağından ilk defa kalkıyor, biraz daha iyileşmiş olmanın mutluluğunu hep yaptığı gibi çamurun üzerinde debelenerek kutluyordu. Bu kez ona minik yeğeni Burak da eşlik ediyordu.

 

Hamile kaldığı o gün Mervan'ın onlara nasıl eşlik ettiğini, çocukların ayaklarını hoşgörülü bir baba gibi nasıl yıkadığını hatırladı. Kendisiyle oyun oynamış, yüzüne bulaştırdığı çamurları anımsadığını hatırlayınca dudakları hisli, sıcak bir tebessümle aralandı. Az da olsa Hanzade malikanesinde mutlu anlar yaşamıştı. Orada Korkut gibi değerli insanlar da tanımıştı ama Nazar o hayata ait değildi. O Karadeniz'in özgür kısrağıydı. Böylesi bir esareti Nazar'a aşk bile kabul ettiremezdi.

 

"Ben biraz babamı dışarı çıkarayım." dedi Nazar. "Günlerdir evde oturmaktan sıkılmıştır." Annesi kırgın bakışlarla kızına baktı. Elif Hanım "Geç kalma." dediğinde Nazar çoktan kendisini felçli babasıyla dışarı atmıştı. Bir taksiye binip kısa sürede maviliğin kundağında dalgalanan boğaz manzarasına ulaştılar. Nazar ittiği tekerlekli sandalyenin emniyetini sağlayarak kenara çekti ve babasının yanı başındaki taşlıklardan birine oturdu. Boğaz havası Hurşit'e de Nazar'a da çok iyi gelmişti. Genç kadının yorgun gözleri biraz olsun sükunete karışmıştı.

 

"Sen güçlü bir kadınsın" dedi ruhunun diğer yarısı. Sözleri Nazar'ın dudaklarında hüsranla yıkanmış bir tebessüm açtırdı. "Değilim." Hurşit kendi kendine konuşan Nazar'a hayret dolu bakışlarını yöneltti. "Sana çok kötülük yaptığı halde ona karşı evlatlık vazifelerini yerine getiriyor, kin gütmüyorsun. Güçlü bir karakterin olmasaydı onca acıyla yüzleşemezdin. Ben senin gibi olabileceğimi sanmıyorum." Nazar, dolu gözlerine ruhunun derinliklerinden acılı bir türkü ısmarladı. "Keşke artık bir şeylere dayanacak gücüm kalmış olsaydı." Hurşit, kiminle konuşuyorsun der gibi homurdandı. Nazar'ın ruhundaki ikilemden habersiz kendi iç dünyasında yaşadığı kötü kadere hayıflanıp duruyordu. O, Nazar'ın hastalığının farkında bile değildi.

 

Nazar, başını çevirip içindeki tüm cesaret nüvelerini bir araya getirdi ve o kırıntılardan inşa ettiği savaşçıyı babasının yeşil gözlerine sundu. "Çocukken beni neden hiç sevmediğini düşünür dururdum." Hurşit yeşil bakışlarını taşlıklara çarpan suların köpüklerinde dolaştırırken Nazar hassas bir sesle "Artık biliyorum." dedi. Parmak uçları babasından köşe bucak kaçırdığı gözlerini sildi.

 

"Sen beni hiçbir zaman kendi çocuğun olarak görmemişsin. Gözlerimde, yüzümde annemin hiçbir zaman tenezzül etmediği ihanetin izlerini aramışsın." Hurşit başını eğdi. Eğer bacakları tutmuş olsaydı sözlerin devamını dinlemeden kaçar gibi çekip giderdi. Ama o da biliyordu. Vicdanı onu küçük bir fındık faresi gibi köşeye sıkıştırmıştı.

 

"Abimi çok sevdiğin için beni görmezden geldiğini düşünürdüm hep. Onu öyle çok seviyordun ki kalbindeki sıcak duyguları paylaştırdığında bana hiçbir şey kalmıyordu. Senin kalbin az miktarda pişirilen yemek gibiydi. Herkes sevginden payına düşeni aldığında bir ben aç kalıyor ve hiçbir zaman doymanın ne demek olduğunu bilmiyordum." Hurşit güçlükle oynattığı büzük, eğik dudaklarını birbirine bastırdı. Gözleri dolu dolu olmuştu. İçi acıyordu. Bu hastalık kalbini yumuşatmış, yıllarca sevgisini elde edemediği kadına karşı bile yaptıklarından ötürü büyük bir pişmanlık duyar olmuştu. Oysa en büyük pişmanlığı kızına karşıydı. Bu dünyalar güzeli çocuğu bir kez bile neden sevmeyi becerememişti? Ne olurdu bir kez olsun kanatlarının arasına alıp "yavrum" diyebilseydi. Bu kadar mı yüreği mini minnacık kalmıştı. Herkese biraz olsun sevgi saygı ayırmıştı da bir Nazar mı nasipsizdi?

 

"Çocukken kucağına her gelmek istediğimde beni itip kendinden uzaklaştırırdın. Yıllarca bana bir kez sevgiyle bakmanı bekledim. "Kızım!" diyerek boynuma atılacağını umdum. Karnem hep pek iyiydi. Kimse bilmedi. Ben o güzel notları senin için almıştım. O övgü dolu ödevleri hep yüreğine değebilmek için hazırladım." Derin bir iç çekiş zarif, dolgun dudakları yokladı. Sanki yüreğindeki karanlık sanki biraz olsun dağılacak, hüsranlı bekleyişleri bu nefesle ruhunu terk edip uzaklaşacaktı.

 

"Arkadaşım babasının her gece üzerini örtmek için odasına geldiğini söyler dururdu." Nazar bir daha iç çekip işaret parmağının boğumuyla gözlerindeki yaşları sildi. "Odasına geldiğinde onu uyurken öpermiş. Ben sayısını bilmediğim kaç gece seni uyumadan bekledim. Belki bir gün gelip öpersin diye. Gelmedin. Ben kaç gecenin sabahında yenilgiyle başı eğik okula gittim bilemezsin." Genç kadın babasına dönüp baktığında onun da için için ağladığını gördü. Gözleri kıpırdamasa da göz pınarları yaşanmışlıklara isyan ederek pişmanlık damlalarını yanaklarına bırakıyordu. Hurşit yaptığı ve yapmadığı her şey için pişmanlık duyuyordu. İlk kez kızına sarılmak istiyordu. Yıllarca yapmadığı o dokunuşu yüreği arzuluyordu fakat bedeni bu kadarcık lütfu bile elverecek durumda değildi. Tükenen gücü evladına dokunmasına engel oluyordu. Sanki Allah bile bu vuslatı dilemiyor, Nazar'a dokunup kirletmesin diye Hurşit'in takatini bedeninde bırakmıyordu.

 

Nazar için için ağlarken hıçkırıklarının arasından kocaman gülümsedi. "Büyüyüp gelin olmak istedim. O zaman evden ayrılmadan bana bir kez olsun sarılırsın diye umuyordum. Sen o gün bile benden yüz çevirdin. Çocukken beni cezalandırmak için elimi kolumu bağlayıp bahçedeki ağaca bağlamıştın hatırlıyor musun? O karanlık bahçe ilk defa beni çok korkutmuştu. Ardından sana "Ne olur gitme, sana ihtiyacım var." diye bağırmış ve yine çaresizce senin tarafından terk edilmiştim." Genç kadın başını dizlerinin arasına gömüp gözyaşlarını giydiği mavi kot pantolonun dizlerine akıttı. O alışkındı. Ağlayacağı bir omuz, dövüneceği güvenli bir kucak bulamayan insanlar kendi dizlerinde yanıp kavrulmayı ve aynı dizde iyileşmeyi iyi bilirdi. Nazar'da kendi kendine yaslanıp durmuştu yıllarca.

 

"Neden sevmedin beni baba?" diye sayıkladı. "Ben sende bulamadığım sevgiyi hep başkalarında aradım. Umduğum şefkati aşkta bulmaya çalıştım. Ve yine severek yana yana kaybettim. Sırf sana benziyor diye Mervan'dan kopamadım. Ona direnemedim. İçimden akılsızca olduğunu bile bile onu sevdim. Beni mahvedeceğini bile bile hâlâ onu seviyorum. Sırf senin gibi beni acıtıyor diye onu sevmekten vazgeçemiyorum. Onu sevmemek için başkasının aşkına sığındım ama kurtulamadım. Kaçamadım tuzaklarından, karanlığından. Kızımın sonunu getirmesine engel olamadım. Beni her yerden silip attı direnemedim. Çünkü acıtsa da her şeye rağmen seviyordu beni. Ve her darbenin ardı şefkat ve sıcak bir kucaklamaydı. Senin beni hasret koyduğun her şeyi veriyordu. İşte tam da bu yüzden ondan kaçarken bile, kabullenerek ağlarına düştüm. Senin gibi olup, senin veremediklerini bana verdiği için." Gözlerinden yaşlar akarken genç kadın kahkahalarla güldü. Hurşit, Nazar'ın değişen bu ikircikli hallerine endişeyle baktı. Dönüştürdüğü zavallı kızının daha yeni farkına varıyordu. Onu hastalıklı bir adama itenin kendisi olduğunu bilmek canını yakıyordu.

 

Nazar yüzünü gömdüğü dizlerinden başını kaldırıp cesaretle babasının yüzüne baktı. Gözlerindeki acıyı artık önemseyemiyordu. Çünkü ondan daha fazla düşünmesi gereken dertleri vardı. "Baba ben hastayım. Çok... Çok hastayım. İyileşemiyorum." Tırnaklarını kayalıkların arasındaki kum tanelerine acısını akıtmak ister gibi sapladı. "Sen kalbimin tüm kemiklerini kırdın. O kemikler kaynasa da ayaz vurduğunda sızlıyor. Hiçbir zaman eskisi gibi olmuyor. Beni iyileştirmene ihtiyacım var. Sana ihtiyacım var." Nazar başını babasının hareketsiz dizlerine gömdü. Saçları birer şelale gibi yaşlı adamın dizlerinden taşlıklara doğru akıp gitti. Nazar, deliler gibi hıçkırıklar içinde ağlıyordu. İçindeki tüm zehri akıtmanın berraklığı vardı savrulan vicdanında. Artık biraz olsun iyileşebilir miydi? O an ilk defa Hurşit güçlükle hareket ettirebildiği elini Nazar'ın başının üzerine bıraktı. Genç kadın bu küçük titrek hareketleri hissetmiş yarım kalan çocukluğunu ilk kez dinlendirmişti. Bazı şeyler için hâlâ geç miydi?

 

Yaklaşık 2 saat boyunca o şekilde kaldılar. Nazar'a bir ömür yetecek kadar değerli olan 2 saat... Babasının eli başından kayıp tekerlekli sandalyenin metal yapısına çarptığında genç kadın uyku uyanıklık arasındaki bilincini yeniden kazandı. Başını kaldırıp babasının solgun yüzüne baktı. Ellerine dokunduğunda eski sıcaklığının kalmadığını fark etti. Başı yana düşmüş gözleri kapanmıştı. "Baba!" Onu defalarca dürttüğü halde uyanmamıştı. "Baba uyan. Baba yalvarırım aç gözlerini!" Nazar yardım çağırarak ağlarken içindeki o eksik taraf hep aynı şeyi söylüyordu. Artık çok geç!

 

***

 

Merhaba arkadaşlar. Güç bela tamamlayıp atabildim. Yaramaz sonunda uyudu. Bize de Hüsran yolları gözüktü. ☺️ Bayağı yorucu bir haftaydı. Niyazi beklediğinden çok daha acı gerçeklerle yüzleşti. Mervan sözümü tutup devlete yardım etti ama yine de suçlarının cezasını çekmeye hevesli değil.

 

❤️‍🔥Sizce Nazar Mervan'ın yaşadığını öğrenebilecek mi?

❤️‍🔥Mervan'ın yeni planı ne?

❤️‍🔥Niyazi kızına kavuşabilecek mi?

 

Yorumlarınızı ve yıldızlarınızı bekliyorum. ☺️

İnstagram: seyma_yldz_koc

Dreame: Şeyma Yıldız KOÇ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%