Yeni Üyelik
105.
Bölüm

105. Bölüm: kan revan

@syildiz_koc

 

🎶kaldık böyle : Küllerin 🎶

 

Yanlış insanlar giriyordu hayatımıza. Bazen onların yanlış olabileceğini düşünmeden biz alıyorduk ömrümüze bazen de kader bizi onlara körkütük tutsak ediyordu. Bilmeliydim, her baharın dostu güz olurdu ve ne kadar ertelemek istesek de kara kış bize rağmen kapımızı çalardı. Arkadaşlarımla kurduğum bu güzel dünya yanlış bir kişinin siyah heveslerinin gazabına uğramıştı. Banu'yu gördüğüm gün hayatımda yıkacağı şeylerden habersizdim. Banu'yu tanıdığım gün bana yaşatacağı tüm acılardan, utançlardan habersizdim. En acısı da Mervan olmaktan vazgeçip Kadir Bey'in tuzağına düşmüş Aslanhan olacağımdan habersizdim.

 

Ben denize karşı hayaller kurmayı, türküler söylemeyi severdim. Denizde kendimi bulur, yaşayacağım tüm güzellikleri onun kulağına deniz kabuklarının cilalı oyuklarıyla fısıldardım. Zaman akıp gidecek ve ben öyle çok günaha bulaşacaktım ki değil deniz kabuklarına hayaller fısıldamak şöyle dursun sudaki aksime bile bakamayacak hale gelecektim. İçime attıklarım beni dönüştürürken derdimi de günahlarımla birlikte ruhumun cevherine karıştıracak ve beni mahvedenlere korkunç bir şeytan gösterecektim. Ben masumiyetle baş edemediğim acılarımı pelerinimin eteklerine sakladığım cesetleri kullanarak bertaraf edecektim. Kaçtığım o cehenneme kendi ayaklarımla döneceğimi nasıl bilebilirdim ki? Herkesten gizlediğim o kahrolası geçmişi, elimden oluk oluk akan kanlarla sil baştan yazabilir miydim? O zavallı cesetler Mervan'ın yanan ömrüne, tükenen yüreğine kefalet olur muydu? Galiba bu soruların cevabını asla öğrenemeyecektim.

 

Artık dört kişilik arkadaş grubumuza Kader'den sonra yeni bir yüz daha katılmıştı. Banu... Neredeyse birlikte yaptığımız tüm etkinliklere gereksizce katılmaya başlamıştı. Banu'dan daha önce Orkun da dahil olmak üzere kimseye bahsetmemiştim. Dedim ya ben kapalı bir kutu gibiydim. İyi kötü kimseye bir şey anlatmaz, dilimin ucuna gelen ve kursağımda kalan ne varsa kendi içimde kendimle yaşardım. Yine öyle olmuştu. Banu sevgilim değildi. Onunla bir gönül bağım olduğunu da kimse söyleyemezdi. Bu yüzden Berk'le olan ilişkisine karşı bir kıskançlık duygusu kalbimde söz konusu bile olmamıştı. Fakat buna rağmen arkadaşımla görüşmesini istemiyordum. Onda Berk'in göremediği benim ise görmemek için çırpındığım korkunç bir hırs ve kin vardı. Banu'nun bir erkeği mutlu edebileceğine asla inanamazdım. Kötü kalbi ve heveskar duyguları mutlu bir yuvanın ve sadakatin ağırlığını asla taşıyamazdı.

 

Beni sevdiğini söylemiş ve resmen günlerce peşimden koşup flört etmeye çalışmıştı. Ve onu reddettiğim günün akşamı Berk'in kolunda sevgilisi sıfatıyla karşıma dikilmişti. Bu ilişkinin sebebinin aşk olmadığı aşikardı. Banu çok öfkeliydi. Aklınca benden intikam almaya çalışıyordu. Ya da daha fenası Berk'i bana yakın olmak için kullanıyordu. Elde etmek istediği esas kişi benken zavallı dostum bu çirkin kumpasta harcandığının farkında bile değildi.

 

Berk tam anlamıyla bir aşk kelebeği olmuştu. Dilinden Banu'nun adı düşmüyor, rüyalarında bile onu görmeyi arzuluyordu. Adını sayıklayışları hepimizde artık kabak tadı vermeye başlamıştı. Onun bu hali beni çok üzüyordu. Ne yapsam nasıl yapsam da olanı biteni ona açsam bilemiyordum. Vereceği tepki endişe sebebiydi. Öyle yoğun duygular içindeydi ki durumu kabullenip Banu'yu geride bırakması pek inanacağım türden bir durum değildi. Bir şeyleri sineye çekip ilişkisine devam etse de asla eskisi gibi olamayacaktık. Fitne öyle kötü bir şeydi ki düştüğü yer nere olursa olsun yakıp yıkardı. O zaman ne yaşanılan güzel günlerin değeri kalırdı ne verilen sözlerin ne de dostluğun.

 

Berk'i karşıma alıp konuşmak istediğimde gözlerindeki umut ve aşk boğazımın düğümlenmesine sebep oldu. Cesaret kalbime çöreklenen korkuyla öyle sarsıcı bir düelloya tutulmuştu ki ne yapsam lal olan dilimin düğümünü çözemedim. Ve sonunda zor da olsa kararımı verdim. Berk'e hiçbir şey söylemeyecektim. Banu onun için doğru insan değildi. Daha önce ilişkileri nasıl yıkıldıysa şimdi de aynı sonu yaşayacaktı ve ben ara bozan kötü arkadaş seviyesine düşmeden bu işin içinden sıyrılabilecektim.

 

Geceki hummalı muhasebeden sonra üzerime ciddi kıyafetler giyip hazırlandım. Ne yazık ki gece boyu ders çalışmış, ondan arta kalan zamanlarda ise bol bol düştüğüm şeytan üçgenini düşünüp uykuyu aklıma bile getirememiştim. Bu sebepten tüm gün yorgunluğa tahammül etmem gerekecekti. Bugün neyse ki dersler o kadar yoğun olmayacaktı. Okulda Banu'suz huzurlu bir gün geçirip kendimi sonunda çalıştığım kafeye atabilmiştim. Sabah saatleri epey yoğundu. Siparişlere uykulu olsam da yetişmekte zorlanmadım. Fakat Kader çalıştığımız saatler boyunca epey şaşkınlık yaşamıştı. Gelen siparişleri yanlış masalara götürmüş, bir tepsi içeceği sakarlık yaparak elinden düşürmüştü. Zaten aylardır hep uykusuzdu ve mide bulantıları yüzünden sürekli lavaboya koşuyordu. Patronumuz Merve Hanım bu durumu fark etse de benim çabalarımı görüp tolere etmeye çalıştı. Kader'e onu hastaneye götürebileceğimi söylemiş, bir defasında kolundan tutup zorla gitmeye çalışmıştım; fakat Kader'in inadını kırmayı başaramamıştım.

 

O gün bir müşteri tuhaf bakışlarıyla dikkatimi çekti. Sabah çok erken saatlerde caddeye gelmiş, en uzak masaya oturup saatlerce kahve içmişti. Gözleri hep bizim üzerimizdeydi. Bilhassa Kader'i öyle takip ediyordu ki bakışlarıyla zavallı kızı kurşunladığını bile söyleyebilirdim. Müşteriler dağılmaya başladığında yüzümü yıkamak için lavaboya geçtim. İstemeden duyacağım o diyalogları düşündüğümde şimdi bile öfkeden kızarıyorum.

 

Kader masaları siliyor, ben ise hesap çıkarıyordum. Kadın tuhaf bakışlarımız eşliğinde kendisini görmemek için tüm çabasını kullanan Kader'in yanına geldi. Orta yaşın üzerinde bir kadın olmasına karşın yaşına uymayacak giysiler giymiş, platform topuk ayakkabılarıyla tüm salonu topuk sesine maruz bırakmıştı. Başında siyah, küçük bir şapka vardı. Şapkanın üzerinden yüzünün yarısını kapatan bir Fransız danteli iniyordu. Koyu renk makyajına yakıştırdığı koyu kırmızı renkteki dudakları Kader'e yaklaştığında tiksinir gibi büzüştü. Kader bakışlarını kaçırırken ben olacakları tuhaf bir ilgiyle seyre koyulmuştum. Kadın Kader'in görmezden gelme çabalarına daha fazla tahammül edemeyip elinin tersiyle masanın üzerindeki kirli tabakları parke zemine savurdu. Bu davranış gerginlik seviyemi arttırmış ve beni onlara yönelip müdahale etmeye sevk etmişti. Merve Hanım, beni durdurmak için kolumu tutarken kadın bizim olduğumuz tarafa dönüp bakmaya bile tenezzül etmemişti.

 

Kader çatışmayı engellemek istediğinden midir bilinmez kadını görmezden gelerek bize doğru yürümek istedi, fakat ne yazık ki bela başını kolay kolay bırakacağa benzemiyordu. "O sendin değil mi? Kader..."

 

Kader kaçırdığı bakışlarıyla utancın eteklerine sımsıkı tutunmuş, biraz sonra duyacağı tüm çirkin sözleri sineye çekecek cesareti depolamaya çalışıyordu. "Kader, Arzu, Berna, Pelin... Artık hiç şaşırmıyorum biliyor musun? Tek gecelikler, birkaç gecelikler... Tatilde oynaşmalıklar ki bu biraz daha eğlenceli olan kızlara uyguladığı bir tarifedir." Derin bir nefes alıp, "ve çok daha fazlası..." diye sayıkladı. Kader'i baştan aşağıya alayla süzdü. Güzel bir kızdı Kader. Siyah iri gözleri, yuvarlak kemikli bir yüzü vardı. Sade bir duruşu ve makyajın izine bile rastlayamadığım masum yüzüyle doğallıktan hoşlanan erkeklerin gönlüne çalmakta zorlanmazdı. Ne yazık ki o gün bu küstah kadının karşısında, onun kıskanç bakışlarının arasında böcek gibi ezilmeye mecbur bırakılmıştı.

 

"Kader... Sen bir oros... bunu biliyorsun değil mi? Basit bir odalık... Bir..." Hakaretlerine bir yenisini daha eklemesine izin vermeden "Yeter!" diye bağırdım. Dönüp bana bakma zahmetine bile girmeyecekti. Yanlarına yaklaştığımda kısa bir sessizliğin ardından beni umursamadan çirkin sözlerini iğrenç bir teklifle cilalayacaktı.

 

"Kocamdan hamile olduğunu biliyorum. Senden baba olmaya uygun olmadığını söyleyip bebeği aldırmanı istemiş ve sen de bir aptal gibi onu doğuracağını söylemişsin." Kader'in gözünden damlayan o yaş hüzünle yanıp kavrulan yüreğimin matemine düştü. Demek tüm o halsizliklerin, bulantıların sebebi buydu. Genç kız, titreyen parmak uçlarıyla yanağına çiğ damlası misali düşen acıyı silip attı. Başını dik tutmasını en çok şu anda istiyordum, fakat Kader dünyanın tüm günahını sırtlanmışçasına mecalsiz ve umutsuzdu.

 

"Artık..." Başını reddeder gibi salladı. Yutmaya çalıştığı hıçkırıklar içimi dağlıyordu. "Artık istesem de bunu yapamam. Bebek aldırılabileceği yasal süreyi geçti. Bu imkânsız..." Kadın porselen gibi duran yapay dişlerini göstererek sinsice güldü. "Sen şanslı bir sürt*ksün. Karşına çıktığım için Tanrıya teşekkür etmelisin." Tahammül etmek için yerinde kuduran bana rağmen cebinden çıkardığı kartı Kader'e uzattı. "Beni bul!" Kader karta uzanmaya yeltendiğinde ondan önce davranıp elinden aldım. "Ne yaptığınız zannediyorsunuz? Ona böyle davranamazsınız. Kader sahipsiz değil."

 

"Çok hadsizsin yakışıklı. Fazlasıyla da küstahsın. Bence pişman olacağın sözler sarfetmeden önce biraz düşün!" Aynı kendinden emin kararlı tavırla kapıya yöneldim. "Bana ne yapacağını söyleyemezsiniz. Davranışlarınız ve hadsizliğiniz cafemizin kurallarına uygun değil. Lütfen hemen burayı terk edin!" diyerek bakışlarımı sevimsiz yüzünden ayırmadan çıkışı gösterdim. Gözlerim patronumu bulduğunda bu hareketimden rahatsız olmadığını bilakis memnuniyetle karşıladığını söyleyebilirdim. Kadın çok bozulmuştu fakat esas kırılma noktasını elimdeki kartı gözlerinin önünde yırttığımda yaşayacaktı.

 

Son kez Kader'e bakış atıp mağrur duruşunu bozmadan defolup gitti. Merve Hanım, şefkatle Kader'in yanına gelip sırtını sıvazladı. Kader ona sırtını dönüp elleriyle yüzünü kapattı. "Yapmayın ne olur. Yeterince utanıyorum zaten!"

 

"Hayır Kader, lütfen utanma. Seni yargılamak gibi bir derdimiz yok. Sadece yardımcı olmaya çalışıyoruz. Bize ne olduğunu anlat! Ortada bir bebek var. Onun hayatı ve sağlığı yaşanılan her şeyden daha önemli." Merve Hanım'ı onaylayarak huzursuzca iç çektim. "Bize olan biteni anlat. Bu insanlar seni rahatsız etmiyor değil mi?" Başını hüzünle eğdi. "Canıma kastedecek kadar şaşırdılar. Dün okula giderken beyaz bir araç direksiyonu üzerime kırdı. Sanırım bu işi kökten temizleme gayretine düştüler. Bebeğimle birlikte beni de ortadan kaldırmayı istiyorlar." Yüzümüzde belirgin bir öfke ve endişe peyda oldu. "Nasıl bulaştın bunlara Kader? Hayatına nasıl girebildiler?" Merve Hanım resmen hislerime tercüman oluyordu.

 

"Bir partide tanıştık. Bana o kadar ilgili davranmıştı ki yakınlığından çok etkilendim. Aramızda 20 yaş olmasına rağmen aylarca görüştük. Evli olduğundan habersizdim, bu yüzden ilişkimizi devam ettirmede bir sakınca görmedim. Bana istemediğim halde pahalı hediyeler alıyor, sık sık buluşmak istiyordu. Bir gün cebinde ikinci bir telefon olduğunu fark ettim. Telefonu açtığımda ailesiyle olan fotoğraflarını gördüm. Bir karısı ve oğlu vardı. O gün saatlerce tartıştık. Ayrılmak istediğimi söylediğimde bana karısını sevmediğini, onunla zoraki evlendiğini ve hiç mutlu olmadığını söyledi. Anlattığına göre aralarında cinsellik bile kalmamış. Ayrılacağını, sadece beni sevdiğini söyledi. İnandım. İki ay geçtiği halde beni hep erteledi. Karısı zor günlerden geçmiş onu şimdi boşayamazmış, ayrılmak istediğinde intihar ediyormuş, oğlu hastalanmış ve daha fazlası..." Öfkeden yumruklarımı sıkıyor, o adamı bulup dövmemek için kalbimde adeta savaş veriyordum.

 

"Hep aynı terane!" dedim Merve Hanım'ın şefkatli fakat kınayan bakışlarına aldırmadan. Ellerim irkilen zavallı Kader'i umursamadan sertçe masaya indi. "Nasıl inanabiliyorsunuz bu saçmalıklara? Adamın orda kurulu düzeni var, çocuğu var. Neden onca emeği çöpe atıp sana koşsun ki? Karısını gördün. Paranın içinde yüzüyor. Elindeki çantanın fiyatı bile senin gardırobundaki tüm kıyafetlerin toplamından daha pahalı. Ayrıldığında malının yarısını ona vermesi gerekecek. Sence bunu göze alabilir mi? Oğlunu sadece hafta sonları görebilecek, belki de üvey baba sıfatındaki başka bir adamın yanında. Sence ilişkiniz tüm bunları göz alabilecek kadar güçlü mü?" Merve Hanım'ın ayağıma masanın altından attığı tekmeyle öfkemi yutup çenemi kapadım. Kader'in bunları duymak istediğini hiç sanmıyordum. Ama kendimi tutmam şu durumda pek de mümkün olmuyordu.

 

"Siz kızlar âşık olunca kör tavuklar dönüyorsunuz. İnsan kim olduğunu bilmediği biriyle hemen aşk yaşamaya başlar mı? Kimsenin kimseye güvenmediği şu zamanda ilk fırsatta koynuna girer mi? Ya katilse ya ırz düşmanıysa ya bağımlıysa... Hiç mi düşünmüyorsunuz?" O adamların hepsini benzin döküp yaksam rahatlamazdım ama ne olursa olsun insan ilk iyiliği önce kendine yapardı. Kadın ya da erkek fark etmez. Bir ilişkiye başlamadan önce daha detaylı bir araştırma yapmamız ve karşımızdaki insanı önce akıl gözüyle değerlendirmemiz gerekiyordu. Aşk insanı öyle körleştiriyordu ki güven vereceğine inandığımız o sevgi kimi zaman felaketimiz olabiliyordu. İnsan her gün gazetelerde okuduğu aşk cinayetlerinde maktül olmamak için kendine iyilik yapmayı bilmeliydi.

 

"Haklısın, hem de sonuna kadar." Dedi Kader gardını indirirken. "Keşke bu kadar geç farkına varmasaydım. Beni onun yedeği yaptığını anladığımda bahanelerini umursamayıp yolları ayırdım. O gün korkunç bir kavganın eşiğine geldik. Hamile olduğumu bildiği halde beni hırpalayıp tokat attı. Öyle tehditler etti ki günlerce korkudan uyuyamadım."

 

"Pislik herif!" dediğimde Merve Hanım imalı bir şekilde "Mervan!" diye uyardı. Ben gözlerimi devirirken, Merve Hanım öfkesiyle değil aklıyla bir çözüm bulma çabasındaydı. Ben ise henüz hıncımı alamamış, laf üstüne laf atıp cambazlık yapmaya başlamıştım. Nasıl yapardı? Evli bir adam genç bir kızı aşk diye kandırıp nasıl peşine düşerdi? Nasıl yasak bir şeyler yaşamaya çalışırdı? Her şeyden önce çocuğunu düşünmeli, kendi heveslerini onun geleceğine ve huzuruna tercih etmemeliydi. Hem bu nasıl bir aşktı ki sevdiği kadını öldürmeye çalışmayı bile haklı buldurup, kötülüğü normalleştirebiliyordu?

 

"Aşıktık birbirimize..." Kader'in utanarak acıyla söylediği o sözler sabrımı kökünden dinamitliyordu. "Aşk kemik kırdırmaz, tokat attırmaz, duygusal şiddet uygulatmaz Kader. O pislik sana aşık falan değil." Merve Hanım yeiden "Mervaaaan!" diye uyardı. Neyse ki bu sefer susmam gerektiği idrak etmiştim. Diyeceğimi dediğimden daha fazlasına ihtiyaç duymuyordum.

 

"Bebek kaç aylık?" dedi Merve Hanım uyarı bakışı atarken.

 

"Dört buçuk!" Öfkemi yatıştırmak için derin bir soluk aldım. "Ve hâlâ senden onu aldırmanı bekliyorlar." Artık duyduğum ve gördüğüm hiçbir şeye şaşırmıyordum.

 

"Yapamadım, kıyamadım. Şimdi günün birinde karşılarına çıkıp miras ister diye onu bana rağmen yok etmek istiyorlar." Daha fazla konuşmak istemiyordum, zira dilimin ucuna gelen küfürler kimsenin duymak isteyeceği cinsten değildi. Merve Hanım, Kader'in eline uzanıp güvenle sıktı. "Kimse seni istemediğin bir şeye zorlayamaz. Korkma, biz her zaman arkandayız. Bir hata yaptın. Telafisi zor bir hata... Fakat bu seni zorbalıklara müstahak yapmaz. Madem böyle bir karar aldın, bebeğinin haklarını korumak için ne gerekiyorsa yapacağız."

 

Telefonumun zil sesi ortamdaki ambiyansı dağıttı. Orkun'un numarasını görünce acaba ne yumurtlayacak diye düşünmeden edemedim. Telefonu kapatıp Kader'e kalkmayı teklif ettim. Amacım onu sağ salim evine bırakıp gönül huzuruyla evime dönmekti. Aksi takdirde bu gece bana uyku haram olacaktı. Merve Hanım'dan izin alıp benim sarı şimşeğe bindik. Onu özel arabayla bırakmak isterdim elbette ama bu öğrenci halimle bisikletten fazlasını henüz görememiştim. En azından Kadir Bey'in malikanesinin dışında görememiştim.

 

Kader arkamdaydı. Deri montuma sımsıkı tutunmuş öylece dalgın dalgın akıp giden yolu izliyordu. Ona yardımcı olmak için ne gerekirse yapardım ama benim yardımım ve desteğim ne yazık ki içinde bulunduğu durumun vehametini gidermiyordu. Kader'in hamile olduğunu bildiğim için bisikleti olabildiğince sarsmadan, yavaş sürüyordum. Gece gece bir vakıayı daha kaldıramazdık. Sonunda Kader'in tek katlı öğrenci evine geldik. Okuduğu bölümden iki kız arkadaşıyla birlikte kalıyordu. Genel olarak uyumlu ve mutlu olduklarını söyleyebilirdim. Bisikleti durdurup inmesini bekledim. Evine yönelirken mahcup bir şekilde bana gülümsedi. Hatalar yapmış olabilirdi ama bu onun kötü biri olduğunu göstermezdi.

 

"Çok zor bir adamsın Mervan. Seninle evlenecek kızı gerçekten çok merak ediyorum." Kaşlarım havalandı. Merak duyduğu konuyu nedense beni tanıyan herkes ortak bir problem olarak görüyordu. Güldüm. "Her kör satıcının bir kör alıcısı olurmuş Kader. Beni sevecek kadın da benim gibi zor biri olur herhalde." Biraz önceki karamsarlığından sıyrılıp aydınlanan yüzünü biraz daha bana yaklaştırdı. "Allah ona sabır versin. İşi çok zor! Sen delinin tekisin. Gözü kara bir adamsın. Kötü bir kalbin yok ama partnerim olsan aklıma kaybedebilirdim. Neyse ki arkadaşız!"

 

"Teşekkür ederim. Çok açık sözlüsün." Yanıma gelip omzuma yumuşak bir yumruk attı. "Doğru söylüyorum. Dışardan sakin biri gibi görünüyorsun ama içinde bir volkan var. Ne zaman o volkanın lav püsküreceği hiç belli olmuyor. Sana baktığımda kimsesiz bir çocukluk geçirmiş birini görmüyorum. Bir yetimhaneden çok asil bir ailede büyümüş gibisin. Davranışların, yeme içme tarzın, duruşun, oturuşun, dans edişin... Her şeyin bizden farklı. Özel yetiştirildiğini düşünüyorum bazen. Cemiyet hayatından çıkıp gelsen ancak bu kadar farklı oluruz."

 

Haklılığı karşısında diyecek söz bulamıyordum. Ne kadar rol yapsam da gerçeklerimi ele vermekten kurtulamıyordum. Ben diğerlerinin arasında duruşumla bile sırıtıyordum. Pisliğe tahammülüm yoktu. Onlar günlerce ev temizlenmese aramazdı. Öyle olamıyordum. Bir koltukta kasılmadan onlar gibi rahat oturmayı bile beceremiyordum. Bazı şeyler sonradan olmuyordu ne yazık!

 

"Yapı meselesi! Diyerek kestirip attım. "Tarzım böyle. Çocukluğumda da böyleydi. Sonradan olan bir şey değil." Başını sallayıp "eyse!" dedi iç geçirir gibi. "Sonra görüşürüz."

 

Onu güvenli bir şekilde evine bırakıp yeniden yollara düştüm. Sokağa yaklaştığımda Orkun ısrarla telefonumu çaldırmaya devam ediyordu. "Ne istiyorsun Sincap?"

 

"Neredesin Karaoğlan?"

 

"Eve geliyorum." Eve yaklaştığımda peşime düşen adamı fark edip yanına yaklaştım. Onun kim olduğunu tahmin etmek hiç de zor değildi. Kadir Bey, beni bu büyük şehirde yalnız bırakmayacak ve elbette köpeklerini peşime salmaktan da geri durmayacaktı. Kendisini fark ettiğimi gördüğünde saklanma ihtiyacı hissetmedi. Güvendiği dağlar güçlüydü ben ise onlarla kıyas edilemeyecek kadar zayıftım. Bu saçmalıklara karşı ne yapabilirdim ki? Silah çekip adam vurmak benim işim değildi. Görmezden gelmek en iysiydi.

 

Anahtarı çıkarıp son derece çürük olan kapıyı açmaya yeltendim. Hemen arkamda keskin bir soluk sesi duydum. Zifiri karanlıktı ve bu yüzü seçmem pek olası değildi. Tehlikede olduğumu düşünüp arkamdaki şahsın boğazını avucumla kavradım ve onu sert bir şekilde duvara yasladım. Bir elim ters bir şekilde kolunu duvara sabitlerken diğeri boğazına yapışmıştı. Birkaç iniltili ses çıkardı. Dikkatli bir şekilde baktığımda onun genç bir kız olduğunu fark ettim. Belirgin bir mahcubiyette bana korkuyla bakan kızı serbest bıraktım.

 

Bakışlarımı kaçırdığımda iri gözlerinde tuhaf bir ilgi ve korku vardı. "Üzgünüm, ben sizi şey..." Ellerini sorun değil der gibi salladı. Dudaklarını hareket dahi ettirmeden el kol hareketleriyle bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Ne demek istediğini anlamıyor, sadece tuhaf davranışlarına garip bir hayretle göz gezdiriyordum. Uzun, koyu kahverengi saçları ve iri, ela gözlerinin bende bıraktığı tuhaf hissi üzerimden atmaya çalışıyordum. Yaklaşık iki dakika boyunca kör dövüşünü andıran iletişimimizi güçlendirmeye çalıştım. Ama nafile! Bu kız fazla tuhaftı.

 

"Konuşamıyor musun?" dediğimde insanı güldüren bir masumiyetle başını aşağı yukarı salladı. Elini hamile hareketi yaparak karnında gezdirdi ve yüzünü ıkınır gibi buruşturdu. Kaşımın birini kaldırıp, "Kim doğum yapıyor?" diye sordum. Tırnaklarını kaplan gibi çıkarıp yüzünü sevimli bir şekle soktu. "Neden ambulansı aramıyorsun?" diye sorduğumda avucunu sert bir şekilde "çattık" der gibi alnına bastırdı. Hemen ardından bileğimden yakalayıp çekiştirdi ve sokakta koşturmaya başladık. Benim hayret dolu bakışlarımı umursamadan bir odunluğa getirdi. Burası bakımsız, tek katlı evlerden oluşan, daha çok fakir kesimin kaldığı bir mahalleydi. Elbette biz de pek zengin sayılmadığımızdan burada kalmakta bir tereddüt göstermiyorduk.

 

Odunluk küçük bir oda şeklindeydi. Etrafa aranan gözlerle baktım. "Hani nerde kadın? Burada doğum yapan birini göremiyorum." Beni umursamadan sobanın hemen yanındaki örtüyü kaldırdı. Bakışlarım sepeti bulduğunda hamile bir kedinin acı içinde viyakladığını gördüm. Ah yine kedi! Bizim bu hayvanlardan kurtuluşumuz yok! Sanırım doğum yapmaya çalışıyordu, fakat bu konuda başarılı olduğunu söyleyemezdik. Bana onu işaret edip ellerini lütuf dilenir gibi kavuşturup olabilecek en masum bakışını attı.

 

"Ne yani! O mu doğuracak?" dedim hayret dolu yüz ifademle. Başını şapşal bir tebessümle aşağı yukarı salladı. "Ben ne anlarım? Baytar değilim ben öğrenciyim. Veterinere götürmek lazım." Bana işaret parmağını doğrultup birkaç parmak hareketi yaptı. "Evet tıp okuyorum ama okulda kedinin nasıl doğurtulacağı öğretilmedi." Başını eğip hüzünle ilgi bekleyen zavallı kediye baktı. Çok duru masum bir yüzü vardı. İnsan onu gördüğünde istem dışı huzur duygusuyla dolup taşıyordu.

 

Daha fazla dayanamayıp yardımcı olmaya karar verdim. Kedinin uzandığı sepete sıcak tutsun diye yün bir battaniye serdim. Boşuna telaş ediyordu. Kedi ne yapacağını benden çok daha iyi biliyordu. Onu okşayıp rahatlatmaya çalıştım. Başına ve sırtına yaptığım küçük dokunuşlar sakinleşmesini sağlamıştı. Birkaç kez gerilip acı acı viyaklamaya başladı. Sabırla doğum yapmasını bekliyordum, genç kız ise minnet ve merakla bizi izliyordu.

 

Sonunda beklenen oldu. Kedi birer dakika arayla 3 yavru doğurdu. Islak, sevimli, üç küçük yavru... Küçük Hanım ellerini çocuksu bir sevinçle çırpıp bana minnetle baktı. İşaret diliyle yaptığı hareketten teşekkür ettiğini anladım. Kedi, dişleriyle yavrularının göbek bağını tek tek kesip bizim tuhaf bakışlarımıza aldırmadan yedi. Ardından doğum sırasına göre yavrularını yavaş yavaş yalayarak temizledi. Ve dinlenmek için kenara uzanıp uyuklamaya başladı.

 

Gitmek için hareketlendiğimde son kez ardımdaki mahzun, utangaç yüzüne uzun uzun baktım. "Seni daha önce hiç görmedim. Tıp okuduğumu nerden biliyorsun?" Bocalayıp gözlerini kaçırdı. Birkaç hareket yapsa da ne dediğini anlamamıştım. Aramızda akla zarar bir iletişim bozukluğu vardı. O dudaklarımı okuyarak bir şeyler anlayabiliyordu fakat ben onun hal ve hareketlerinden hiçbir şey anlayamıyordum. Acaba engeli doğuştan mıydı yoksa sonradan mı olmuştu? Bu çırpınışa bir son vermek için "Adın ne?" diye sordum. Parmaklarıyla harflere benzer şekiller yapsa da hızına yetişmek imkansızdı.

 

Daha fazla şapşal görünmek istemediğimden yerde bulduğum kömürü ona uzattım ve duvarı işaret ettim. "Oraya yaz!" Başını sallayıp kömürü benden aldı ve duvarın üzerine el yazısıyla "REVAN" yazdı. Elimi tokalaşmak için uzatıp "Mervan!" diye karşılık verdim. Elimi çekingenlikle sıktı. Nezaketen ilk onun elini çekmesini bekliyordum, fakat bir dakikadan uzun bir süre elini elimden ayırmadı. Sonra kaşımla elimi işaret edip çekmesi yönünde telkinde bulundum. Gülümseyerek elini çekti.

 

"Ne işin var burada?" Bakışlarım sözün sahibini aradı. Revan ise oldukça şaşkın ve korku doluydu. Eliyle bazı işaretlerde bulunup kapıya yöneldi. Genç adam yanlış bir şey görmüş gibi öfkeyle çıkışı işaret etti. "Seninle evde hesaplaşacağız. Çık yukarı!" Revan başını önüne eğip yüzüme bile bakamadan yukarı çıktı. Adam yanıma gelip ters ters süzdü. Yanlış bir şey görmüş gibi yüzü asılmıştı. Oysa zavallı bir kediye yardım etmek dışında bir şey yapmıyorduk. Kızı tanımıyordum bile. Adam şişman, dazlak bir tipe sahipti. Kısa sayılabilecek boyu bir söğütü andıran cüsseme yaklaştı. Nefesindeki izmarit kokusu yüzümü hafifçe buruşturmama sebep oldu. Bizden 6-7 yaş daha büyük duruyordu. "Kardeşimin yanına yaklaşma delikanlı, bir daha ki sefere senin için iyi olmaz."

 

"Ne yaparsın?" dedim gözlerinin içine bakarak. Korktuğumu sanmasını istemiyordum. Buy yüzden meydan okumaktan çekinmedim. Bana ne yapabilirdi ki? Ben en kötüleri görmüştüm. En berbat adamlar elimi öpmüş ve beni o bataklığa çekmek için Kadir Bey elinden geleni ardına koymamıştı. Artık korku denilen duyguyu hissedemiyordum. Bıçağın keskin yüzünde yalın ayak yürüyen biri için kenar mahalle zibidileri bir şey değildi.

 

"Ne yapacağımı o zaman görürsün!" dedi yamuk ağzını sevimsizce eğerken. Yanına yaklaşıp gözlerimi kırpmadan gözbebeklerine son sözlerimi kazıdım. "Elinden geleni ardına koyma!" Daha fazla yanında durmanın anlamsız olduğunu düşünüp bana kinle bakan adama sırtımı döndüm ve kendimi sokağa attım. Tek derdim güzel bir uyku çekip dinlenmekti. Keza öyle de oldu. Gözlerimi açtığımda saat ikindi sularındaydı. Bu kadar saat uyuduğumu uzun zamandır hatırlamıyordum.

 

Telefonu elime aldığımda Kader'in yaklaşık iki saat kadar önce beni 3 kez aradığını gördüm. Ona aceleyle dönüş yaptığımda ulaşamamış, her aramada endişelerim beynime sıçramıştı. Sonunda Battal'ı arayıp telefon sinyalini araştırmasını istedim. 10 dakika sonra sinyalin Urla'da bir evden geldiğini söyledi. Artık onu nerde aramam gerektiğini biliyordum. Berk'in motosikletini alıp Urla'ya doğru yol aldım. O adamın Kader'e bir zarar vermesinden çok korkuyordum. Bu tehditlerin içinin boş olmadığı belliydi.

 

Kendimi ormanlık arazide eski bir dağ evinde bulmuştum. İki katlı ahşap, geniş mermer girişi olan villa tipi lüks bir evdi. Motoru bırakıp akla zarar bir hızla içeri girdim. "Kader!" diye tüm ormanı inleten nidalar dudaklarımdan ardı ardına döküldü. Odalara girip çıkıyor ve Kader'in saçının tek bir teline dahi ulaşamıyordum. Kendimi tekrar hole attığımda karşıma çıkan sarışın, mavi gözlü adamla neye uğradığımı şaşardım. Orta yaşlı, siyah takım elbiseli, kravatlı biriydi. "Git buradan! Kader yok!" O öfkeyle boğazını parmaklarımın arasına alıp sıktım. Dişlerim kin dolu hırıltılara eşlik edip birbirini talan etti. "Kader nerde? Seni şuracıkta gebertmemi istemiyorsan bana onun yerini söyle! Hadi!"

 

Boğazını elimden kurtarmak için çırpındı. "Bıraaak!" dedi hırıldar gibi. Ardındaki kapı dar bir şekilde açıldı. Kapının hemen önünde beliren kadın cefede bize meydan okuyan süs kokonasından başkası değildi. "Sen!" Yüzünün yarısını kapatan beyaz maskeyi indirip bana kızgınlıkla baktı. "Git buradan!" Adamı bırakıp onun üzerine yürüdüm. "Kader nerde? Ne yaptınız ona söyle!" Bir şey söylemeyeceğini anladığımda onu kapıya doğru itip odaya geçmek için kendime yer açtım. Gözlerim karşılaştığım manzarayla dehşete düşmüştü. Kader çatala yatırılmış ve hemen yanı başındaki sakallı, sarışın doktor tarafından kürtaja mecbur kılınmıştı. Bakışlarım bacaklarının arasındaki kan gölünü gördüğünde aklımı kaybetmeme ramak kaldığının farkındaydım. Bu nasıl bir zulümdü? Hayır, burada yaşananlar olsa olsa bir cinayet olabilirdi. Bir cinayet...

 

Acı çekiyordum. Can evim alev alev yanıyordu, hem de ne yanış... Dostum dediğim, koruyup kollamak için herkesi karşıma aldığım arkadaşım o gün o yatakta bende asla kapanmayacak bir yara açmıştı. İnsanlığım ölmüş, gururum böbürlenip paramparça olan hayallerime alkış tutmuştu. Kader kan kaybediyordu. Kader ölüyordu. Kader sahipsiz bırakılan bebeğiyle birlikte o yatakta aç kurtlar tarafından acımasızca didikleniyordu. Bir insan nasıl bu kadar canileşebilirdi?

 

Üzerime mıhlanmış gözleri umursamadan içeri girdim. "Siz ne yaptığınızı zannediyorsunuz?" Ağlamaklı söylediğim sorum kimse tarafından sahiplenilip cevaplanmayacaktı. Doktor başını eğdi. Kim bilir mesleğini kaç deste banknota satmıştı. Yakasına yapışıp onu sedyeye doğru ittim.

 

"Çok kan kaybediyor, bir şeyler yap." Adam tamponlarla zavallı Kader'in vajinasına müdahale etmeye başladı. Her şey öyle korkunçtu ki! Oda olması gereken sıcaklıkta değildi. Bu kanamanın daha da artmasına sebep olmuştu. Müdahalesine baktığımda doktorun yeteri kadar bilgisinin olmadığını görebiliyordum. Kullanılan aletler steril olmayan bir ortamda masanın üzerine bırakılmıştı. Ve ne yazık ki metallerin bazıları paslıydı. En kötüsü de Kader kürtaj olabileceği yasal süreyi çoktan geçmişti ve bebeği şu koşullar altında aldırması hayatı için çok tehlikeliydi.

 

Onun beceriksizliğine daha fazla tahammül edemeyip, "Ambulans çağırın!" diye bağırdım. Fakat kimsenin Kader'i kurtarmak gibi bir derdi yoktu. Ölse daha temiz bir iş yaptıklarını düşünüp mutlu bile olurlardı. Telefonu cebimden çıkarıp ambulansı aramak için harekete geçtim. Fakat nafile bir çabaydı. Telefon tam da en ihtiyaç duyduğum anda çekmiyordu. Onu yere fırlatıp rahimi kurcalamaktan başka bir şey yapamayan doktoru sert bir şekilde ittim. Ben sadece bir öğrenciydim ve daha yolun çok başındaydım. Şu durumdaki bir hastaya müdahale edecek bilgiye sahip değildim. Çaresizlik... Yapılabilecek hiçbir şey yoktu. Yardım çağıramazdım. Ben gidene kadar Kader kan kaybından ölürdü.

 

"Çok kan kaybetti. 0 pozitif kana ihtiyacı var." Doktor sersem gibi kan ararken elimle bölgeye tampon yapmayı sürdürdüm. Kan yoktu. Biliyordum, bu ortamda olsa da nakletmek çok zordu. Ne burası tam teşekküllü bir hastaneydi ne de ben uzman bir doktor. İki dakika sonra odayı saran tiz ses korkumun başıma geldiğini fark ettirdi. Kalbi durmuştu. Üzerindeki ameliyat önlüğünü yırtıp, "elektro şok cihazını getir." diye bağırdım. Başını olmadığını haykırır gibi utançla salladı. Bu şartlar altında nasıl bir operasyon yapmaya girişirdi?

 

Kader'in solunumu durmuştu ve ne yazık ki nabız alamıyordum. Hayatımın en büyük sınavını vereceğimi biliyordum. Ellerimi kalbinde buluşturup ona kalp masajı yaptım. Defalarca bu hareketi tekrarlasam da içime yerleşen o kör kuyu akisli sesiyle hep aynı kelimeyi fısıldıyordu. Duymaya dayanamadığım, beni mahveden o korkunç sözü. Öldü...

 

Uzun süre oksijensiz kalması ona zarar verecekti. Bu sebepten 30 kalp masajı ve iki suni teneffüs uygulamasını defalarca ardı ardına yaptım. Fakat durum değişmiyordu. Alnımda biriken terlere aldırmadan "Bir şeyler yap! Ölmesine izin verme!" diye bağırdım. O iki cani karşımda nefret dolu bakışlar eşliğinde dikilirken doktor biraz olsun utanabiliyordu. Bir şeylerin değişmeyeceğini bile bile kalp masajına ve suni solunuma devam ettim.

 

"Boşuna uğraşıyorsun!" dedi o tuhaf, vicdansız kadın. "O öldü!" Başımı reddederek sallayıp inkâr ettim. "Hayııır!"

 

"Hiçbir şeyi değiştiremezsin. Artık çok geç." Yorulan kollarıma ve boğulan nefesime aldırmadan, "Hayır hayır!" diye sayıkladım. "Ölemezsin Kader. Şimdi olmaz. Yalvarırım aç gözlerini." Yaklaşık bir dakika sonra açılan kapıdan ızbandut kılıklı iki adam girdi. Paramparça olan yüreğim ve ıslak bakışlarımla onları görebilecek durumda değildim. Bir yandan ağlıyor bir yandan da kalp masajı yaparak yitirdiğim dostumu o vicdansızların gözü önünde hayata döndürmeye çalışıyordum. Kalbim ölmüştü, ruhum ölmüştü, yitirdiğim çocukluğum kefenlenmiş ve onunla birlikte benden uzaklara göçüp gitmişti. Gencecik bir kızın hatası bu kadar ağır bedellere gebe olmamalıydı.

 

Kollarımdan yakalayan o iki adam beni Kader'den uzaklaştırmak için var gücüyle çekti. Kendimi onlardan güç bela kurtarıp kollarımı Kader'e uzattım. Onu yakalamak bizden kopup gidişini engellemek istiyordum. Zavallı bebeğiyle bu karanlık insanların pençelerinde can vermesini ne aklen ne de vicdanen kabullenemiyordum.

 

"Burakıııın! Bırakın caniler!" diye bağırdım. Beni yaka paça yerlerde sürüdüler. Başımı toz ve çamurla hemhal olan sert zemine çarptım. Acıdan harap olan bedenimle onlara direnecek gücüm bile kalmamıştı. Ayağa kalkıp onlara tekme ve yumruklar savurdum. Kader'e yardım etmek için yönelmek istedim fakat bu artık mümkün olamayacaktı. Başımda hissettiğim acıyla bacaklarımın bağı bir anda çözüldü. Kendimi dizüstü yere kapaklanmış bir halde buldum. Gözlerimin önüne gelen siyah tül tüm görüş alanımı daraltmıştı. Artık sesler bile uğultu halini almıştı. Kafamın arkasındaki yangı tüm bedenimin buza yatmışçasına titremesine sebep olmuştu. Hayal meyal hatırlıyorum. Beni sürükleyerek koridordan hole geçirdiler. Kader'in o ölüm yatağındaki kanlar içindeki bedeni benden anbean uzaklaşıyordu. Solan beyaz yüzü, yatağa dökülen siyah, düz saçları ve üzerine sinen ölüm kokusu... Hepsi artık birer siyah silüet oluvermişti. Benden gidişini engelleyememiştim.

 

Kendimi bir kamyonetin arkasında gürültülü bir egzoz sesiyle yol alırken hatırlıyorum. Gözlerimi biraz olsun aralayabildiğimde karşımdaki iri yarı adamı halsizce seyrettim. Başım zonkluyordu. Ayağa kalkıp kendimi savunacak direnci bulamıyordum. Burası bir köprü altıydı. Hemen sol yanımda bulanık, kirli bir suyun aktığını görebiliyordum. Çakıl taşları sırtıma baskı yapıyor, kımıldadıkça inlemelerimin frekansını arttırıyordu. Belinden çıkardığı silahı yorgun bakışlarımı umursamadan bana doğrulttu. Ağzını çirkin altın dişlerini göstererek açtı ve genişçe gülümsedi. "Mutlu yıllar!" Parmakları tetiğe dokunduğunda iki el ateş sesi duydum. Korkuyla kapanan gözlerimi aralayıp caninin hemen yanıma yıkılan kanlar içindeki zavallı bedenine baktım.

 

Adım sesleri suyun akış sesine karıştı. Sesler yaklaştıkça ayakkabıların altında ezilen çakıl taşlarının gıcırtısı içimi daha da titretir olmuştu. Yere sere serpe uzanan bedenimin tam karşısında hazırolda bekleyen o adamın yüzünü daha önce de gördüğümü biliyordum. Bu Kadir Bey'in peşime taktığı adamdan başkası değildi. Belli ki Kadir Bey kolay kolay ölmeme izin vermeyecekti.

 

Eğilip beni omuzlarına aldığında onlardan kurtulamayacağımdan emindim. Beni siyah bir araca bindirip evin yakınlarındaki boş araziye bıraktı. Beni orada bırakıp gitmeye yeltendiğinde bir şey hatırlamış gibi omzunun üzerinden imalı imalı baktı. Son sözleri beni yeniden gazap rüzgarlarına savuracaktı.

 

"Kadir Bey'in selamı var!" O aracının egzozunu ciğerlerime ısmarlarken kalkmak için hareketlendim. Duvara yapışıp yarı baygın bir halde şehirdeki sokak lambalarını takip ettim. Ellerim hâlâ kanlıydı. Bu kanların sahibinin hayatta olmadığını bilerek süzülen gözyaşlarıma engel olamadım. Kanı elimde bedeni ise kim bilir neredeydi? Karnında bebeğiyle nasıl can verdiğini bin yıl geçse de unutamayacağımı biliyordum. Artık bir şeyleri değiştirebilmek için çok geçti.

 

Kapıya gelip titreyen kanlı parmaklarıma aldırmadan anahtarı kullanıp o basit değersiz demir parçasını çevirdim. "Sürpriiiiiiz!" Karşımda gördüğüm neşeli yüzler hayal perdemde hüzünlü bir yankı bıraktı. Bugün benim doğum günümdü. Kader'in ölüm günü beni doğum günümdü. Daha fazla dayanamayıp kendimi darmadağın bir halde yere bıraktım. Etrafımı saran kimseyi görmeyecek ve duymayacaktım. Uyumak istiyordum. Kader'i düşünemeyeceğim o derin ölüm uykusunu arzuluyordum. Hayatın gerçeklerinden ancak böyle kaçabilirdim.

 

***

 

 

Merhaba arkadaşlar. Aslında bölümü dün atmak istiyordum fakat misafirlerim olduğu için kısmet olmadı.

Neyseki sonunda kavuştuk. Bu bölüm Mervan'ın içindeki karanlığı keşfetmesi için oldukça önemliydi. Yeni bölümde kazadan sonra ilk defa Nazar'la karşı karşıya gelişini okuyacağız. ☺️ Bu benim için de oldukça heyecan verici. Yavaş yavaş finale doğru gidiyoruz. Basım zamanı geldiğinde son kitap ne kadar değişir kestirmek zor. Yeni tanıştığım bir yayınevi tüm kitaplarını basmak istiyor. Eserlere gönül vermeleri onları dikkate almama sağladı. Kısmet olursa imza günlerinde buluşmak gibi güzel duygularla sözleşmeyi görmek istiyorum. Anlaşma söz konusu olursa finaller paylaşıldıktan sonra bir şans verilebilir.

Elbette kurgularımı burada öncelikli olarak paylaşmaktan asla geri durmayacağım. ☺️🤭

 

🔫🔫🔪Bölüm sorusu:

Sizce Mervan'ı bu yaşananlar nasıl etkileyecek?

Revan'ın hikayedeki yeri ne olabilir?

Suçlular cezalarını bulabilecek mi? 😌🌹

 

Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. ☺️

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%