Yeni Üyelik
106.
Bölüm

106. bölüm: bir ses bir soluk

@syildiz_koc

 

🎶🎶Ben sana veda edemem (Çağan Şengül) 🎶🎶

 

"Sevmek ne uzun kelime demiş" şair. Dile ne kadar da kolay gelirdi sevmeler. Seven bilirdi insanın nasıl yanıp kavrulduğunu. O uzun kelimenin nasıl ömürden ömür candan can etten et kopardığını bilirdi bilmeye ama ne gelirdi elden? Genç kadın oturduğu balkonda geçmişi çaresizce zihninin iplerinde bir kukla gibi oynatıyordu. Hayat bir sinema perdesi olmuş, ruhu yaşanmışlıkların elinde kırgın bir güvercin gibi çırpınıp aşkın can suyuna saplanmıştı.

 

Bakışları gökyüzündeki karanlık bulutlara nakış nakış işlendi. Mervan'a karşı olan hislerine güvenmiyordu. Gerçekten aşık mıydı yoksa hissettikleri Naz'ın kendisine oynadığı bir sevda oyununa mı alet oluyordu? Mervan'ın yaşaması, içinde imkânsız olduğunu bile bile umut filizleri açtırmıştı. Biliyordu mavi gözlü hüzün prensesi. İkisi için mutlu bir son oldukça uzak bir hayaldi. Yine de her şeyin bambaşka olabileceğini düşlemekten kurtulamıyordu. Mervan'ın bambaşka şartlarda kendisine geldiği bir rüya görüyordu. Üniversite yıllarındaki gibi içli bir delikanlı bulmayı istiyordu ama artık o Mervan'ın geri geleceğine dair bir inanç besleyemiyordu.

 

Elleri Mervan'ın günlüğünün sayfalarında dolaştı. Parmak uçları Mervan'ın gözyaşlarıyla suladığı mürekkep izlerini okşadı. Neler yaşadığını bilmek kalbine yeri doldurulamaz büyük bir ağırlığın binmesine sebep olmuştu. Geçmişin koynunda sindirilen bir hayale âşık olmuştu. Vurgun yediği adam çoktan ölmüş ve bu ölünün çürüyen etlerinden, dağılan kemiklerinden bir başka adam vücut bulmuştu. Küllerinden doğmuştu Mervan fakat bu doğuş hayra alamet olmamıştı.

 

Aralarında on yaş vardı. Mervan yaşından daha genç gösteriyordu ve yıllandıkça gösterişli bedeni, karizmatik yüzü daha da albenili bir hâl almıştı. Karakteristik yüz hatları insanı bir kasırgayla sürükleyip dağıtacak kadar güçlü ve cezbediciydi. Nazar günlüğün arasındaki fotoğrafı parmaklarının arasına aldı. Mervan'ın ilk gençlik yıllarındaki masum yüzüne, hüzünlü gözlerine sevgiyle baktı. Onu unutmak, varlığına karşı duygusuzlaşmak istiyordu fakat kalbindeki yara günbegün büyürken bunu başarmak imkansızdı. Şüphesiz Mervan Nazar'ın karşısına bu yıllardaki haliyle çıkabilmiş olsaydı Nazar'ın yüreği onu reddetmek gibi davranışta asla bulunamaz, aşkı karşısında diz çökerdi.

 

Olmamıştı. Mervan Nazar'ın asla kabullenemeyeceği bir şekilde ona gelmişti. Mervan'ın kendisine aşık bir eşi ve iki güzel çocuğu varken, üstelik Nazar başka bir erkeğe yuva vaat etmişken nasıl bir araya gelebilirlerdi? Dahası Mervan'ın sevgisi saplantılı bir düğümle Nazar'ı esarete sürüklemişti. İnsan böyle bir adamı nasıl kabullenir, nasıl hiçbir şey yokmuş gibi aşkına düşme gafletinde bulunurdu? Nazar, onunla yan yanayken aralarında dipsiz, çorak uçurumlar vardı; yolları ayrıldığında ise mesafelere rağmen onun kalp atışlarını ruhunda hissedecek kadar yakındı. Nazar bu handikabı nasıl atlatacağını bilmiyordu.

 

"Onu düşünüyorsun değil mi?" Başını yanı başındaki hayaline çevirdi. "Ne zaman peşimi bırakacaksın? Bir gölge gibi beni takip etmenden bıktım." Naz şımarık bir kız çocuğu gibi elini iki yandan topuz yaptığı saçlarında gezdirdi. Üzerinde pembe barbie bebek elbisesi vardı ve saçlarına taktığı oyuncak bebekli tokalarla masal dünyasından kopup gelmiş gibiydi. "Ben senin bir parçanım Nazar. Senin yerin Mervan'ın yanı. Ona aşıksın. Tıpkı benim gibi... Unutamayacaksın. Bizi ondan koparmaya hakkın yok. Sana ulaşmaya çalışacak. Bırak inadı. Yollarımızın ayrılmasına izin verme. Birbirimizi seviyoruz. Bu aşka bir şans vermek zorundasın." Nazar yorgun bir şekilde homurdandı. "Bırak peşimi artık. Oğlum kayıp, Kadir Bey ortalarda yok. Mahvoluyorum görmüyor musun? Nasıl sadece kendini düşünecek kadar bencil olabilirsin?"

 

Telefonun sesi Nazar'ın kalbinde derin, tiz bir yankı bıraktı. Naz bakışlarıyla onu işaret ettiğinde sesin kesilmemesini deli gibi arzu etti. Odaya dönüp telefonu eline aldı. Nefesi sık, kalbi ise sabırsızdı. "Alo!" Yüreği delicesine büyük bir heves ve tutkuyla atıyordu. Yanakları al al oldu. Küçük nefes seslerinden başka bir ses kulağına gelmiyordu. Kalbi aynı ismi sayıklıyor, tek bir sözcük de olsa onun dilinden duymak istiyordu. Gözlerini kapatıp varlığını hissetmeye çalıştı. Kızgın mıydı kendisine? Bu yüzden mi konuşmuyordu?

 

"Mervan! Sen misin?" Ahizede ne bir ses vardı ne de bir soluk. Nazar kıvranarak yeniden adını sayıkladı. Bu iki hece yüreğine saplanan binlerce haykırışın adı olmuş, dile getirdiği isim yadına düşen acıların alevinde küle dönmüştü. "Yalvarırım bir şey söyle! Yaşadığını biliyorum." Derin bir nefes sesi duyduğunda genç kadın şüphelerinde haklı olduğunu anlamıştı. Kulağına metal bir çınlama iliştiğinde bunun Mervan'ın yanından ayırmadığı gümüş kurşunların sesi olduğunu anlamıştı. Onu konuşturmayan şeyin ne olduğunu bilmek Nazar'ın canını yakmıştı. Mervan'ı polise ihbar ederek doğru yapıp yapmadığından emin olamıyordu. Sadece Mervan'ı yaktığını sanıyordu, ne acı! Kendisi de en az onun kadar yanmıştı da kimsenin ruhu bile duymamıştı.

 

"Neredesin Mervan? Ne haldesin görmek, bilmek istiyorum." Aşık olduğu adamın sesini duyma isteğine engel olamıyordu. İyi olduğuna inanabilmesi için kulaklarının ondan gelen sıcak meltemle dolması gerekiyordu. "Ben... Ben..." Soluk seslerinin sıklaşıp heyecanlandığını anladığında dilindeki düğüm tüm heveslerini bertaraf etmişti. "Hiçbir şey söylemeyecek misin? Sana gelmeme izin vermeyecek misin?" Kısa bir sessizliğin ardından bir tren sesi kulaklarına ilişti. Mervan onu her şeyin tersine döndüğü o tren garında bekliyordu. Bu ona yönelik bir mesajdan başkası olamazdı. "Tamam! Geleceğim. Hemen şimdi!" Telefonu kapatır kapatmaz gözlerindeki yaşları elinin tersiyle silip gardırobuna yöneldi. Beyaz, düz bir elbisenin üzerine aynı tonlarda kabanını giyip pudra çantasını da alarak evden çıktı.

 

Abisiyle o günden sonra hiç konuşmamış vicdanını kemiren yıkıcı sözler, abi kardeşin arasına poyrazlar estirmişti. Nazar, şeffaf, küçük şemsiyesini alıp bulduğu ilk taksiye bindi. O tren istasyonuna gidecek ve Mervan'la son kez de olsa görüşecekti. Dakikalarca onu nasıl göreceğini hayal etti. Yaraları var mıydı? Bedeni yine eskisi kadar sağlıklı mıydı? Bilmek istiyordu neler yaşadığını? En çok da kendisine kızgın olup olmadığını düşünüyor, ona nasıl bir açıklama yapacağını ölçüp tartmaya çalışıyordu. Yaptıklarında bir yanlışlık olmadığını bilse de kendisini kötü hissetmekten kurtulamıyordu.

 

İstasyona geldiğinde taksiciye ücretini ödeyip heyecanına engel olmaya çalışarak bedenini, birbirine eklenmiş sade merdivenlere bıraktı. Ayakları onu dinlemiyor, kulakları o geceki gibi tüm seslere yabancı kalıyordu. Aynı deryada birbirine kavuşamayan iki saz gibiydiler. Köklerine kadar eğilseler de hiçbir rüzgârın birbirine kavuşturamadığı iki saz... Aynı denizde birbirine yabancı kalan iki balık, aynı gökyüzüne bakan iki yabancı ve yine aynı göğe yükselen iki bedbaht buluttular. Nazar onunla mutluluğun yasak hayaline bile sığınamıyordu artık. Onu son kez görecek ve bir daha asla adını anmayacak, ona çıkacağını sanarak hiçbir sokağa girmeyecek, onu hatırlatan şiirleri bile defterinden silip atacaktı. Sondu işte sonlara doymayan kötü ömründe. Onu içinde bitirmek için her şeyi yapacaktı.

 

Etrafını kolaçan ettiğinde sadece bavullarıyla trene yerleşmeye çalışan insanları görüyor, onların buruk vedalarına istemese de şahitlik ediyordu. Mervan'ın öldüğünü sandığı o günlerde gördüğü rüya aklına düştüğünde içine dolan ayazla ürktü. Yanlış mı yapıyordu? Mervan gözünü kırpmadan ondan ihanetinin intikamını alır mıydı? Nazar'ı öldürmek için bu istasyona çağırıyor olabilir miydi? Gözleri siyah bir silüeti andıran o adama ilişti. Bedeni tıpkı Mervan'ın ki gibi biçimliydi. Geniş omuzlar, dik, mağrur duruş, şekilli göğüs kafesi ve orantılı vücut hatları... Kendisine adım adım yaklaştığını görür görmez doğru iz üstünde olduğunu anladı. Yüzü simsiyah bir kar maskesiyle kapatılmıştı ve o tenha yerde bir hareket bekler gibi kendisine bakıyordu.

 

Nazar onun uzak duruşunun sebebinin kameralar olduğunu anlamıştı. Ona doğru yürümeye başladı. Genç kadın silüetin bir süre kendisini izlemesine izin verdi ve aralarında birkaç adımlık mesafe kalıncaya kadar sabırlı duruşunu hiç bozmadı. Arkasını dönüp giden silüete bocalayarak baktı. Yere kendisi için bir adet gümüş kurşun bıraktığını görünce yüzü küçük bir tebessümle hemhal oldu. Bu ondan başkası olamazdı. Ellerini göğsünde buluşturup tereddüt etmeden Mervan'ın peşine düştü. Soğuk, ağzından buharlar çıkmasına, gözlerinin yaşarmasına sebep oluyordu. Yakınından geçtiği nesneler çiğ damlalarıyla dolup taşmıştı. Hızlı adımlarla iki yabancı gibi peş peşe dar sokaklara girdiler. Burası terkedilmiş izbe mahallelerden ibaret bir semtti ve bu yasak duygular ancak böylesi bir yerde yüreğinden dökülebilirdi.

 

Mervan yıkık karanlık binalardan birine girince Nazar da adımlarını takip edip peşinden gitti. Etraf zifiri karanlıktı. Genç kadın ürktüğünü hissetti. Yoksa bilmeden celladına mı teslim olmuş bir aptal gibi kendi ölümüne mi susamıştı? Sonunun ölüm olacağını bilse de yine Mervan'ı son kez görmeye gelir miydi? Etrafına nemli gözlerle baktı. Moloz yığınlarının arasında bir düşü, bir hayaleti arıyor gibi gözleri korku ve endişe içindeydi. Bakışları sonunda aradığını bulmuştu. O kar maskesinin, ardındaki pencereden gelen zayıf ışıkla aydınlandığını görmüş ve yolun sonuna geldiklerini anlamıştı. Ona adım adım yaklaştığında siyahlar içindeki beden hareketsizliğini sabırla sürdürmeye devam ediyordu.

 

Nazar, siyah bir karaltıdan ibaret olan silüete yaklaştığında hâlâ bir hareket göremiyordu. Eğer gördüğü Mervan'sa kendisine hasretle sarılması, çılgınlar gibi öpüp koklaması gerekmiyor muydu? Gövdeleri birbirine değecek kadar yakınlaştılar. Nazar, elini genç adamın kırgın yüzünde gezdirdi. Sol yanı derisini kapatan o kumaşa rağmen yine kemikli ve sıcacıktı. Kokusu ise ilk günkü gibi sarhoş edici ve tutsaktı. Nazar, tepki gösterme ihtimalini umursamadan elini o siyah silüetin gerdanına iliştirdi ve maskeyi yarıya kadar açıp dudaklarına dokundu. Bununla birlikte karşısındaki duyarsız ellerde de hareketlenip onu kendisine biraz daha yaklaştırdı.

 

Nazar, Mervan'ın kendisini saran ellerini teninde hissettiğinde yüzünü keşfeden parmak uçlarını tatlı bir nazla önce boynunda sonra da kaydırarak kalbinin üzerinde gezdirdi. Dudakları öldürücü bir hevesle onunkilerle buluştu. Yapamıyordu kendisine yasaklı olduğunu bile bile ondan uzak duramıyor, yazılan kaderlerine boyun eğemiyordu. Bu davranışların ne kadarının kendisine ne kadarının Naz'a ait olabileceğini düşünmek istemiyor, sadece anın cazibesine kapılıp duyguları arasında yolculuk yapmanın hayalini yaşıyordu. İkircikli ruh hali Mervan'ı tanıdığı ilk günden beri hiç peşini bırakmamış, tuhaf davranışlar ilkesi haline gelmişti.

 

Birbirlerine daha da sokuldular. Bu soğuk, döküntülü ortamda paylaştıkları vuslat anlarına sığınmaktan başka bir çıkar yol bulamamışlardı. Nazar ona dokunmasını engelleyen maskeyi bir çırpıda Mervan'ın yüzünden çıkardı. Bunu yapmak için geç kalmış bile olabilirdi. Mervan'ın yüzünde, boynunda dolaşan sayısız öpücüklerine tutuşup yüzünü kokusunun en derinden hissedebildiği boynuna gömdü.

 

"Nazar! Neden yaptın bunu bize? Neden bizi kavuşturacak yolları çıkmaza soktun? Neden kendi ellerinle beni ölüme ittin?" Nazar ona bir cevap verecek gücü kendisinde bulamıyordu. Hem kızgın hem de kırgın olmanın soğuk kelebek etkisini yaşıyordu. Bir yanı ondan kaçmak isterken diğer yanı toprağına tutunan bitki kökleri gibi onda hayat buluyordu.

 

Mervan elini onun saçlarında hevesle dolaştırıp gözlerini yumdu. Aylardır bu anın hayaliyle yaşıyordu. Pencereden onun kendisine geleceği yolları izliyor, gökyüzündeki bulutlarda onun gözlerinin hayalini kuruyordu. Ona ait tek bir nesneye, bir sese bir kokuya bile öyle hasretti ki kızgınlık köpürmesi gereken şu anları mazinin hoyrat küfleriyle mahvetmek istemiyordu. Keşke isyan eden yüreği onu biraz olsun dinleyebilseydi.

 

"Sensizliğe dayanamam demiştim, senin olmadığın bir hayatı kabullenemem demiştim! Nasıl kıyabildin bize Nazar?" Mervan, aralarına küçük bir mesafe koyup Nazar'ın gözyaşlarıyla yıkanan yüzünü hasretle avuçlarının arasına aldı. Parmak uçları her bir kıvrımı ezberlemek için yanıp tutuşuyordu. Nazar bir kordu. Bir ölüm, başı boş terkedilmiş bir mezar, kanla sulanan geçmişinde filizlenen minik bir gül goncasıydı. Yolları sivri dikenlerle dolu olsa da Mervan onun sokaklarında avare bir dalgınlıkla dolaşmaktan kendini alamıyordu.

 

"Nasıl harcayabildin sevdamızı Nazar? Susma konuş! Konuş artık! Aylardır kahroluyorum ben. Bu cevapsız sorularla her gün ölüyorum." Kalbi öfkeyle kapkaranlık olsa da tüm ruhuna nüfuz eden sevda ateşinin karşısında susup sinmeye mecbur kalmıştı. Nazar hıçkırıklar içinde ağlarken yeniden onu kollarının arasına alıp sımsıkı sarıldı. "Seni çok seviyorum. Bana yaşattığın onca acıdan sonra bile hâlâ deliler gibi seviyorum. Aşkımızdan vazgeçemiyorum." Dudaklarını sevdiği tek kadının boynunda dolaştırıp kokusunu dünyadaki en eşsiz çiçeği bulmuş gibi derin derin ciğerlerine çekti. Ondan asla vazgeçemeyeceğini bir tokat gibi yüreğinde hissetmişti. Bu aşk onu bitirse de kaderini yaşamaya mecburdu. Birlikte olmak zorundaydılar. Mervan'ı Nazar'dan ancak ölüm ayırırdı. Onsuz yaşamaktansa kollarında ölmeyi tercih ederdi. Ah aşk! Ölüm bile sevdiğinin dudaklarından bir başka güzel geliyordu. Yaşadığı şey öyle büyüleyiciyi ki onu gören, Tanrının bile sevdasına merhamet edip tebessüm ettiğini sanırdı.

 

"Öldüğünü sandım!" dedi Nazar zayıf, ince sesiyle. "Seni bir daha göremeyeceğime inandım bunca zaman. Yaşıyorsun!" Mervan yüzünde dolaşan ellere sevgiyle dokundu. Sıcaklığını, yumuşaklığını öyle çok özlemişti ki söylediği tüm sözleri, sorduğu hesapları unutması saniyeler almıştı. "O kazada öleceğimi, bir daha seni göremeyeceğimi sandım. Kurtulabileceğime dair en ufak bir inancım yoktu." Nazar'ın yüzü hüzünlü bir tebessümle titredi. Yaşadığı için mutluydu. Kendisinden uzakta da olsa Mervan'ın var olduğunu, olacağını bilmek kuruyan toprağına can suyu gibi gelmişti.

 

"Komiser Niyazi olanları anlattı. Seninle gurur duyuyorum. Her şeyden vazgeçerek, ardındaki günahları daha fazla görmezden gelemeyeceğini biliyordum. Onları ele verdin. Artık kimseye zarar veremeyecekler." Mervan, Nazar'ın gözlerindeki umut kıvılcımlarını gördüğünde onun göz kapaklarına eğilip zarifçe öptü. Bu bakışlarda sevgiyi ve samimiyeti görmek için öyle çok beklemişti ki uğruna vazgeçtikleri yaşadığı mutluluğun diyeti olamayacak kadar değersizdi. "Zincirlerimden kurtuldum aşkparem. Bizi ayıran, birbirimize düşüren her şeyden vazgeçtim. Artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacak. Kadir Bey'in imparatorluğu dağıldı. Aslanhan öldü." Mervan'ın elleri Nazar'ın kızaran yanaklarını buldu.

 

"Kara şövalye olmayacak artık hayatımızda. Artık sadece Mervan var." Nazar bakışlarını kaçırdı. "Peki ya prenses!"

 

"O da olmayacak!" dedi Mervan bir nefeste. "Sen nazlı bir prensesten çok daha güçlüsün. Acılarının üstesinden geldin. Daha da iyi olacaksın." Nazar inanmadığı bu gerçeği duyduğunda gözlerini kapatıp hastalığını Mervan'ın mühürlü gözlerinden kaçırmak istedi. "Keşke..." Mervan Nazar'ın kabanının önüne gelen bir tutam altın sarısı saçı geriye doğru itip Nazar'ın sade, masum yüzünü açığa çıkardı.

 

"Gidelim buralardan Nazar. Yaşananların bizi durdurmasına izin vermeyelim. Üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir şey yok." Nazar başını umutsuzca salladı. Bu Mervan'ın duygularıyla inşa ettiği kristal gönül sarayını alaşağı etmişti. "Neden? Önümüzde bir engel yok. Polisten kaçtım. Aramıza parmaklıkların girmesine izin vermedim. Sadece çekip gideceğiz ve her şey eskisinden çok daha iyi olacak." Nazar ellerini onun hasret kaldığı sıcacık ellerinden kurtardı. Buraya neden geldiğini hatırlamak yüreğini sızlatmış, bedeninin kulaklarına kadar ısınmasına sebep olmuştu.

 

"Yapamam!" dedi kırgın yüreğiyle. Bunu gözlerine bakarak söylemediği halde sözcükler boğazına yapışmış, harfler lavdan bir çember olup boynuna dolanmıştı. Ona veda etmeyi başarabilecek miydi? "Neden?"

 

"Bu yanlış Mervan. Bir suçlu olarak adaletten kaçmak istiyorsun. Hayatın boyunca kaçabilecek misin? Dökülen kanlar, onca insanın vebali... Bunlar peşini bırakacak mı sanıyorsun? Peki ya kızların! Dicle ve Melek kim bilir ne halde!" Mervan kasetin yeniden başa sarmasından rahatsız olmuştu. "Burada kaldığımda da bir şey değişmeyecek. Aramıza giren mesafeler iyi bir baba ilişkisi kurmamıza engel olacak. Bunları daha önce de konuştuk. Yeniden bir araya gelmemiz için elimden geleni yapacağım. 'Evet' dediğinde her şey yoluna girecek."

 

Genç adam yaklaşmaya çalıştığında Nazar, onun acılı bakışlarına aldırış etmeden bedenini kurtarıp uzaklaştı. Sık soluklarının arasında başını reddeder gibi salladı. "Anlamıyorsun. Ailemin bana ihtiyacı var. Bir suçlu gibi kaçarak yaşayamam. Annem bunu kaldırmaz Mervan. Onca yaşanandan sonra eski bedensel ve psikolojik gücü kalmadı. Çekip gitmeme dayanamaz. Ayşe, abim, Burak... Yeniden eskisi gibi olabilmek için birbirimize tutunmaya, iyileşmeye çalışıyoruz." Mervan acıklı bir iç çekiş eşliğinde hüzünlü bir tebessümü hayırsız sevdasına ısmarladı.

 

"Anladım. Senin hayatında bir bana yer yok! Neden Nazar? Neden her savaş meydanında ilk harcadığın ben oluyorum? Neden kavuşamayan başı dumanlı iki dağ gibi ayrılığı kabullenmemi bekliyorsun? Ben her şeyden senin için vazgeçtim. Mutlu bir yuvamız olsun diye onca acıyı, hüsranı kabullendim." Mervan Nazar'ın ipeksi saçlarına dokundu. Sadece onlara dokunduğunda huzur bulması kaderin acıklı bir şakası mıydı?

 

"Bak bana! Söylesene neyim kaldı senden başka? Beni Aslanhan olmaktan kurtaran sensin! Senin aşkın... Yeniden bataklığa düşmeme izin mi vereceksin? Annen, abin, yeğenin, oğlun değerli! Ya ben? Beni hiç mi sevmiyorsun Nazar? Hiç düşünmüyor musun?"

 

Nazar yeniden boynuna sarılıp sevdiği adamın gövdesini kollarının arasında ısıttı. "Seni seviyorum..." Mervan alınlarını birleştirdiğinde genç kadın, bu kadar kısa sürede esas geliş amacını unuttuğu için kendine kızmadan edemedi. Mervan ona kapılmamak için direnirken bedenini ondan uzaklaştırmaya çalıştı. "Keşke sevmek yetse! Burada olmamam gerekiyor. Seni görmemem gerekiyor Mervan." Mervan yüzünün her bir santimini heves dolu bir hüzünle inceledi. "Bunları bana mı söylüyorsun? Yıllar yılı aşkınla mücadele eden külden bir adama... Sen unutmak kolay mı sanıyorsun? Ben bu dünyada her şeyle baş edebildim. Bir tek aşkına yenildim. Şimdi söyle! Göğüs kafesimin altında deli gibi çırpınan şu kas yığınına derdimi anlatabildim mi? Sözümü geçirebildim mi?"

 

Nazar suskundu. Bunu yapabileceğine olan inancı can çekişiyordu ama dili daha fazlasını söylemeye güç yetiremiyordu. "Tamam yap o zaman! Unutabiliyorsan unut! Ben gidemiyorum. Şu denizlerin ardında benim için bir hayat var, yaşayamıyorum. Belki bir aşk var, sevemiyorum. Tertemiz bir dünya var, kirli ellerimle dokunamıyorum. Ben sensiz tamamlanamıyorum Nazar. Bak bana! Söylesene yeniden başlayacak gücüm var mı benim?"

 

"Gitme! Teslim ol!" dedi Nazar onu yumulu, sert ellerine dokunurken. "Beklerim seni. Yeniden bir araya geliriz. İstediğin hep bu değil miydi?" Nazar'ın yalvarır gibi söylediği sözler Mervan'ı geri adım atmaya sevk edememişti. "Artık çok geç! Orası benim için mezardan daha karanlık, ölümden daha siyah... Verdiğim kararın geri dönüşü yok!"

 

Yapma Nazar! Seviyoruz birbirimizi, ayrılamayız artık anla! Duygularınla mücadele etmeyi bırak! Alıp götürsün seni bu çirkin dünyadan. "Kes sesini!" Naz'ı bertaraf ettiğinden emin olunca gözleri yeniden Mervan'la buluştu. Siyah, matem gözlü adam, sevdiği kadının gözlerine acıyla baktı. "Hastalığın daha da kötüleşmiş. Bu kadar sık kişilik değişimi yaşamazdın. Artık onunla baş etmekte eskisinden çok daha fazla zorlanıyorsun! Neden? Doktorundan çok iyi haberler almıştım. Neredeyse iyileşmiştin. Eskisi kadar ilaçlara bile ihtiyaç duymuyordun. Yoksa..." Nazar gözlerini kaçırdığında sorusunun cevabını almıştı. "Bu gerilemenin sebebi benim değil mi? Öldüğümü düşünüp kahrettin kendini ve suçluluk duygusu seni koruyup kollaması için alter kişiliğini ortaya çıkardı. O istasyonda kızınla yani sanrılarınla birlikte yolcu ettiğin o hayalet geri geldi."

 

Nazar, ona sırtını dönüp geçmiş acılarıyla kucaklaştı. "Bana dokunan da o muydu?" Bu sorunun cevabını Nazar da bilmiyordu. Bulamaç hâline gelen duygularının esrarını çözmek onun için de oldukça zordu. Mervan yeniden sevdiği kadına yaklaşıp, "Sensizliğe dayanamıyorum!" diye fısıldadı. "Benimle gel. Bizi kimsenin ayıramayacağı bir yere gidelim. Mutlu olalım Nazar! Bu ülke artık bize mutluluk getirmeyecek." Nazar bu gerçeği bilmenin ağırlığını omuzlarında hissetti fakat ne yazık ki heybesinde Mervan için bir umut taşıyamıyordu. "Buraya seninle vedalaşmak için geldim. Bu son görüşmemiz. Ne olursa olsun yaşanmışlıklar peşimizi bırakmayacak, bunu biliyorum. Unut beni! Birbirimizi daha fazla üzmeyelim ne olur? Çok yoruldum ben, artık mücadele etmeye gücüm kalmadı."

 

Mervan duymayı reddettiği gerçeklere küsüp gözyaşlarıyla sırılsıklam olan yüreğine sitem etti. "Senden önce hiç aşık olmamıştım ben. Bana aşkı öğrettin. Bir kadın için ölümü ve hiçliği kristal bir kadehte içmeyi öğrettin. Ne yazık! Şimdi verdiğin ne varsa sökercesine kanatarak geri alıyorsun ve ben yaralı bir çocuk gibi bakıp kalıyorum ardından. Yapma! Yapma...Bunu bize yapmaya hakkın yok! Benim senden başka kimsem kalmadı." Nazar'ın gerçekler karşısında içi sızladı. Mervan onun için her şeyden vazgeçmiş, hayatın kendisine sunduğu tüm güzelliklerden bile isteye elini eteğini çekmişti.

 

Evlendikleri ilk sene ona duyduğu nefreti hatırladı. Onu mahvedeceğine dair yeminler etmiş, tahtının yıkılacağının öldürücü müjdesini sadistçe bir kinle vermişti. Mervan'ı sevse bile nefretinin ve gururunun hatırı için ona öldürücü darbeler indirmekten asla vazgeçmeyecekti. İstediği olmuştu işte! Mervan sahip olduğu her şeyi kaybetmiş, suçlarının bedelini en ağır şekilde ödemişti. Nazar, kaderin bu kadarıyla yetinmeyeceğini, çok daha fazlasını boynuna dolayacağını biliyordu. Peki neden içi kan ağlıyordu? Onu böyle kaçak olarak, bu izbe yerlerde görmek niye canını acıtıyordu? Sadece dili mi söylemişti o sözleri? Hiç mi kalbinden akmamıştı o nefret cümleleri?

 

Ah Nazar! Aldın işte intikamını. Mutlu musun şimdi? Mervan'ı bitirdiğin için gurur duyuyor musun kendinle?

 

"Kes sesini!" Mervan onun iç çatışmalarını umursamayıp sevdiği kadının başını kalbine yasladı. "Seni iyileştireceğim. Hikayemiz böyle bitmeyecek! Sadece bana güven!" Nazar dolu dolu gözlerle iç çekti. "Bizden bir aşk hikayesi çıkmaz Mervan! Anla artık! Senin duyguların küçük bir oğlan çocuğunun oyuncağıyla kurduğu bağdan başka bir şey değil."

 

"Bizden ne çıktığı umurumda değil! Hissettiklerimin ne kadarının aşk olduğu umurumda değil! Sonumun ne olacağı umurumda değil!" Nazar'ın zarif ellerini canına can katan o dokunun üzerine koydu. "Sen buradasın. Yaşadığımı hissettiğim yerde. O deli çırpınışlarla seni hücrelerime hapsettim. Benimle geleceksin. Her yerde bir meltem, bir sıla olacaksın içimde. Ne çarptığın kapılar engeller bunu ne de kırdığın bardaklar." Mervan, aşık olduğu kadına yaklaşıp cebinden çıkardığı kolyeyi gözlerine sundu. "Bu kolyeyi hatırlıyor musun? Sana almıştım." Nazar kolyeye dolu dolu gözlerle baktı. Onu uzun zaman sonra ilk defa görüyordu. "İlk fırsatta onu elden çıkardın. Ama ben bu kadar çabuk vazgeçemedim. Onu sana geri vermek istiyorum. Tenine değdikçe beni hatırlamanı istiyorum Nazar."

 

Nazar ürkek, hassas bir bakış attı. Ondan bir hatıra almak kalbine heyecan vermişti. Mervan, kolyeyi boynuna iliştirirken uzun, sarı saçlarını öne doğru topladı. Mervan, sevgi dolu bir bakışla Nazar'ın saçları okşadı. Onlara dokunmayı deli gibi özlemiş, o hastane odasında hep bu anın hayaliyle yaşamıştı. "Seni seviyorum Nazar. Bir gün hiç ayrılmamak üzere bir araya geleceğiz. Lütfen o güne kadar bu kolyeyi bir an bile boynundan çıkarma. Bu beni sana yaklaştıran tek şey." Nazar buruk bir tebessümle onu karşılarken Mervan bu büyülü anın asla bitmemesini diledi.

 

Birkaç adım sesinin ardından bir haykırış izbe odanın rutubetli duvarlarına çarptı. "Nazaaar!" Genç kadın abisinin öfke dolu yüzüne baktı. Öfke ve nefret Murat'ın yeşil gözlerine kan indirmişti. "Pislik herif!" Murat Mervan'ın üzerine doğru yürürken Nazar, onu engellemek için hırpalanacağını bile bile aralarına girdi. "Hayır abi, yalvarırım yapma." Onun kendisine ulaşmak için çırpınması Mervan'ın umurunda bile değildi. Duyduğu tehditler karşısında gözlerini bile kırpmamış, bulunduğu yerden bir santim bile geri adım atmamıştı.

 

Hayır Nazar, onu bizden almasına izin verme! Mervan'ı öldürmek istiyor, bir şeyler yap!

 

Nazar, abisinin belini sarıp önünde durmaya çalışırken Mervan çekip gitmemekte direniyordu. "Bırak Nazar! Bu pisliğin işini bitireceğim." Murat cebinden çıkardığı silahı Mervan'a doğrulturken tek amacı ailesini mahveden bu belalı adamın sonunu getirmekti. Nazar silahın üzerine atılıp kurşunların hedefini bulmasını engelledi ve ne yazık ki Murat'ın darbesinden kurtulamadı. O kendini yerde bulurken Mervan hâlâ Murat'ın karşısında ölümü nimet sayıp kabullenmeye devam ediyordu. Kaybedecek bir şeyi olmadığından mıdır bilinmez mezar bile ninni çağırarak bekliyordu genç adamı.

 

Murat düştüğü yerden Nazar'a rağmen doğrulmaya çalışarak bağırdı. "Bizi mahvettin pislik herif. Ailemi dağıttın. Yaptıklarının bedelini canınla ödeyeceksin." Mervan korku ibaresi göstermeyen yüzünü sinsi bir tebessümle oynattı. "Bunca zaman ne senden ne de ölümden kaçtım. Durma! Ne yapacaksan yap! Al intikamını!" Murat bu sefer bu cesaret oyunlarına yenilmeyecek ve gözünü kırpmadan işini bitirecekti. Parmağı tetiğe dokunduğunda ense kökünde bir acı hissetti. Ardından kararan gözlerine ve ağırlaşan gövdesine direnemeyerek dizlerinin üzerine yığılıp kaldı.

 

"Git Mervan, yalvarırım git. Beni unutmaktan başka çaren yok."

 

"Seni almadan hiçbir yere gitmem." dedi Mervan elini ona uzatırken. "Yalvarırım Nazar bu kavuşmak için son şansımız." Nazar Mervan'a doğru bir adım atmak istediğinde ayak bileğinden tutan Murat'ın hamlesiyle bocaladı. "Gitme Nazar. O sana iyi gelmeyecek. Aileni bu adam için silip atma." Genç adam inleyerek söylediği sözlerin ardından gücünü toparlayıp yeniden silahına ulaşmaya çalıştı. Başının arkasında oluşan yara ve akan sicim gibi kan kardeşine öfke duymasına sebep olsa da onu silip atamayacak kadar çok seviyordu. Nazar başını salladı. Bu Mervan'a yapılan bir vedadan başka bir şey değildi. Duyulan siren sesleri polisin yakınlarda olduğunun habercisiydi. Murat bu sefer işini şansa bırakmamıştı.

 

Mervan, "Bitmedi, bitmeyecek! Yine geleceğim!" diye sayıklayıp kırık camdan kendisini dışarı attı. Kendisini takip eden mavi bakışlardan kurtulup kararmaya yüz tutmuş şehre karıştı. Nazar abisine pişmanlıkla baktı. Fakat Murat'ın canının acısından onu görecek hali bile kalmamıştı. Genç kadın hatasını telafi etmek ister gibi cebinden çıkardığı mendille başına dokundu. Yara küçük olsa da Nazar'ı utanca sürüklemeye yetmişti. "Seninle evde görüşeceğiz!"

 

***

 

Murat, öfkenin koyu kızıllığını ruhunda damıtıp telafisi mümkün olmayan yaralar açacağından habersizdi. Nazar'ın yaptıklarına anlam veremiyor, Mervan'ın karşı bu kadar kör olmasına içten içe deliriyordu. Nasıl bu kadar duyarsız olabilirdi? Tüm hayatları Mervan'ın günahları yüzünden altüst olmuşken nasıl hâlâ onu sevebilir, cahilce bir hevesle arzulayabilirdi? Nazar'ın bu kadar gurursuzca davranmasına tahammül edemiyor, onu kırmamak için sürekli gazabıyla sevgisi arasında mekik dokuyordu. Haykırmak istediği binlerce sözü, yüzüne çarpmak için yanıp tutuştuğu acıklı bir mazisi vardı. Bugün yaptıkları bardağı taşıran son damla olmuştu. Mervan'ı korumak için göz göre göre abisine el kaldırmış, kanını akıtmıştı. Artık onunla sert bir şekilde konuşmamın zamanı gelmişti.

 

"Canın acıyor mu?" Murat, gözlerini yoldan ayırmadan yüzündeki korkunç öfkeyi gizleyerek sessizliğin pelerinine saklandı. Ona cevap vermek istemiyordu. Aklı başında bir cevap için fazlasıyla erkendi. Son olanlardan sonra sabrı kalmamıştı. Mervan'ın kardeşini kendisinden çekip almasına asla izin vermeyecekti. Sonu hapiste bitse bile onu ortadan kaldırmadıkça ailesinin huzur bulacağına asla inanamazdı.

 

"Abi lütfen bir şey söyle!" Murat kinle ala boyanan gözlerini önce kardeşinin yüzünde ardından da karnında gezdirdi. Aras'ı kabullenmekte zorlanmasa da bu küçük bebeğe nefret duymaktan kurtulamıyordu. Onda Mervan'ın yüzünü görmek onun kokusunu almak Murat için öldürücüydü. Zavallı yeğeninin kundağının kana bulandığını düşününce kendini haksız bulması pek mümkün olmuyordu. Nazar'ın karnındaki bebek Mervan'ın kanını taşıyordu. Mervan, onun varlığından haberdar olunca Nazar'ı asla bırakmayacaktı. Gözleri yeniden kardeşine odaklanınca içine çöreklenen acıma duygusu kalbini dağladı. Nazar'ın yaşadığı evlat acısını da aşk acısını da yüreğinin en derinlerinde hissediyordu. Nazar, bir bebeğini daha Mervan'a kurban veremezdi.

 

Evin önüne geldiklerinde aracını sert bir şekilde park edip el frenine çekti. Nazar bu irkilmeden rahatsız olup elini karnına götürdü. Tüm yaşanmışlıklara rağmen Mervan'dan bir parçayı bedeninde yeşertmekten rahatsız olamıyordu. Onu istediği için kendisine kızamıyor, şefkat gösterip annelik yapma hevesini yaşanmışlıklarına kurban veremiyordu. Murat onu değersiz bir eşya gibi kolundan tutup giriş kapısına yönelttiğinde kızgınlık seviyesi de her geçen dakika artmıştı. Nurten kapıyı açıp her ikisine şaşkın gözlerle baktı. Murat Onun "Neler oluyor!" sorgusunu önemsemeden aynı pervasız tavırlarla Nazar'ı içeri doğru sürükledi. "Eyvah eyvah! Yine bir şeyler olmuş." diyen Nurten'e annesinin düşünceli tavrı eşlik etmişti.

 

Murat, kendisine öfkeyle bakan Nazar'ı görmezden gelerek Elif Hanım'a yöneldi. "Evden çıkmasına izin vermeyeceksin anne! Nazar bir süre sizin gözetiminizde olacak. Her şey düzelene kadar buna mecburuz."

 

"Sen neden bahsediyorsun?" Murat, sinirli solumalarının büyüklüğü karşısında burun delikleri sanki ejderha gibi ateş püskürtüyordu. "Duydun anne. Gerçeği bilmek en büyük hakkın." Bakışları Nazar'ı didiklerken, "Mervan ölmedi!" diye bağırdı. Sanki bu cümleyle yüreğine ağır gelen tüm maziyi enkaza dönmüş bir binanın çaresizliğiyle ortaya bırakmıştı. O sözlerinin devamını sıralamaya hazırlanırken merdivenlerden yükselen bir çınlama sesi tüm bakışları çevirdi. Zeynep, elleriyle ağzını kapatmış, gözlerinin inci gibi sıraladı yaşlara teslim olmuştu. Abisi yaşıyordu. Mervan ölmemişti. Onu kendisini bağışlayan Allah'a ne kadar şükretse az kalırdı. Kardeş acısı şu kısa zamanda bile onu kokuşmuş bir cesede çevirmişti. Şimdi duydukları doğru muydu?

 

Murat, karısının "Yaşıyor, yaşıyor..." sayıklamalarını umursamadan bakışlarını yeniden annesine çevirdi. "O adamın Nazar'a ulaşmak isteyeceğini biliyordum. Takip ettim." Ellerini zıplayan sinirini haykırır gibi iki yana açtı. "Ve ne gördüm tahmin edin!" Yutkunarak birbirlerine baktılar. Bu şaşkınlık Murat'ın nefretinden hiçbir şey eksiltmemişti. Elleriyle bir mahkûmu tahkir eder gibi Nazar'ı işaret etti. "Sevgili kardeşim ailemize düşman olan o adamla dudak dudağaydı. Onca şey yaşanmamış gibi öpüşüp sarmaş dolaş kucaklaşıyorlardı."

 

"Nazar!" Nurten'in sayıklayışı Nazar'a başını eğdirmişti. Genç kadın bakışlarını pencere kenarına çevirdiğinde Naz'ın bir kenara sinip sarıldığı oyuncak bebekle birlikte ağladığını fark etti. "Benim sevgili kardeşim o katilin çocuğunu taşıyor ve bunu aylardır bizden saklıyor." Elif Hanım ve Nurten hayretle bakarken, Nazar, titreyen dudaklarının arasından "Yeter!" diye bağırdı. Fakat Murat hıncını alma konusunda yolun daha çok başındaydı. Zehrini akıtmadan o evde Ateş ailesine huzur yoktu. "Yetmez. O pislik kardeşimi de alıp buralardan kaçmayı düşünüyor. Onu bizden koparıp onca çirkefine rağmen yeni bir hayat kuracak. Onu kendi karanlık, kanlı hayatına ortak edecek. Eğer orada olmasaydım belki de şu an Nazar'a ulaşmaya çalışıyor olacaktık."

 

Elif Hanım duyduklarına inanamıyor, yaşadığı hayal kırıklığını ifade edecek kelime dahi bulamıyordu. Kızı o kötü adamı nasıl sevebilirdi? Nasıl hâlâ onun yolunu gözlerdi? Bu karşısında duran hassas kız çocuğu gerçekten Nazar mıydı? "Hayatıma karışmaktan vazgeç! Sadece veda etmek istedim. Kimseyle bir yere gitmek gibi bir derdim yoktu." Murat öfkeden kızaran alnına avuç içleriyle sert bir şaplak patlattı. "Veda etmek ha!" Haykırışı Nazar'ı korkutmamış sadece üzülüp tüm hayatından vazgeçtiği abisine kırılmasına sebep olmuştu.

 

Murat onun dolan mavi gözlerini umursamadan düşüncesizce kükremeye devam etti. "Deli misin kızım sen? Sizin dostça ayrılacak haliniz mi kaldı?"

 

"Oğlum yapma!" diye uyardı Elif Hanım. Nazar'ın üzerine bu şekilde giderek bir mesafe kat edemeyeceklerini çoktan anlamıştı. Murat ise kendi kendine konuşuyor gibi devam etti dikenli sözlerine. "Yo hayır! Bu kadarına izin veremem. Göz göre göre seni bizden çalmasına izin veremem. O katile bir kez daha yenilemem."

 

Elif Hanım, korkudan masanın kenarına sinen Ayşe'yi kucaklayıp oğluna öldürücü bakışlar attı. "Yeter Murat. Böyle bağırarak hiçbir şeyi halledemezsin. Ayşe'yi korkutuyorsun." Murat'ın dinmeyen öfkesi Nazar'ı odasına sinmeye mecbur etmişti. Murat'ın Nazar'ın ne hissettiğinden ve ne yaşadığından zerre kadar haberi yoktu. O sadece bağırıyor, kiniyle ortalığı ayağa kaldırıyordu. Nazar'ın yanıp kavrulan kalbinden hiç mi hiç anlamıyordu. O istemez miydi geçmişini geride bırakıp yeni bir sayfa açmayı. Olmuyordu işte! Kafası allak bullak olmuştu. Mervan'la acı-tatlı çok şey yaşamışlardı. Ondan arta kalan sevda borcu nefretine ve öfkesine rağmen kalbine kazınmış, hastalığı ikisini birbirine kör düğüm etmişti. Şimdi Mervan'ın küle çevirdiği zavallı ruhuna ne çare olacaktı?

 

Ayşe, Nazar'ın peşinden yukarı çıkarken alt kattaki küçük salonda Zeynep'e rağmen kızılca kıyamet kopmaya devam ediyordu. Murat odasına gidip gardırobunun üst çekmecesindeki silahı aldı. Bu girişimi kendisini en başından beri takip eden annesi tarafından engellenecekti. "Ne yapmaya çalışıyorsun oğlum? O silah da neyin nesi?"

 

"Sen karışma!" dedi Murat çıkış kapısına yönelirken. Kafasına ne yapacağını netleştirmiş olmanın verdiği buruk bir heyecan ve güven vardı. Elif Hanım onu kolundan yakalayıp hesap sorar gibi duvara kıstırdı. "Sana o silahla ne işin olduğunu sordum." Murat yüzünden akan terleri koluyla silip keskin bir nefesle burnunu çekti. "Bitireceğim bu işi! O adamın bize daha fazla zarar vermesine müsaade etmem. Nazar'a daha fazla kötülük yapmadan bu iş kökünden hallolacak!" Kapının eşiğinde kendilerini dolu dolu gözlerle dinleyen Zeynep feryat etmemek için tırnaklarını avuç içlerine geçirdi. Abisini kaybetme korkusu yeniden iliklerine kadar tutuşmasına sebep olmuştu.

 

"Saçmalama Murat. Ben seni böyle yetiştirmedim. Katil mi olacaksın. Karını, oğlunu bir kenara bırakıp hapis damlarında mı çürüyeceksin? Mervan bize çok kötülük yapmış olabilir bu durum sana onu öldürme hakkını vermez. Allah kötülere mühlet verir ama ihmal etmez oğlum. Önlemini alıp sabretmek zorundasın. Şeytan seni parmağına dolamış intikam sözleriyle ateşe itiyor. Yapma!"

 

Murat, hayatın bıraktığı acılarla bitap düşen annesinin yorgun yüzüne kederle baktı. Kötü bir kaderi vardı Elif Hanım'ın. Kötü ve şansız... Ama her şeye rağmen o kötülüğün ve mutsuzluğun kendisini değiştirmesine, bataklığa düşürmesine izin vermemişti. O karın altında filizlenen bir kardelen gibi ayaza baş kaldırmış, dimdik durmuştu. Aynı üstün ahlakı oğlundan da bekliyor, nefret söylemlerinin onu değiştirmemesi için yanlışlarına karşı koyuyordu.

 

"Yapamam anne!" dedi Murat Elif Hanım'ın ellerini yakasından çözerken. "Yapamam. O adam sağ oldukça ne Nazar ne de biz huzur bulamayacağız. Bilmiyorsun. Mervan iti Nazar'a takıntılı. Onu almadan defolup gitmez. Sırf ondan kopmamak için polise teslim olmaz. Ölmek zorunda. Başka çare yok! Elimde bu fırsat varken onu çok önceden öldürmeliydim. Hata ettim. Şimdi bu hatanın çok daha büyük bedellere gebe olduğunu görüyorum." Eli annesinin beyaz, oyalı yazmasına ilişti. Mavi gözlerinin evlat acısıyla dolu dolu olduğunu gördüğünde yapmayı planladığı şeyin ailesine yeni bir hayat bahşetmekten başka bir şey olmadığına kendini inandırıyordu.

 

"Anla beni sana karşı gelmek istemiyorum. Ne olur daha fazla engelleme!" Elif Hanım, onu omzundan yakalayıp duvara sertçe itti. "Mervan'dan önce beni öldürmen gerekecek. Çünkü ben katil bir evladın anası olmaktansa ölmeyi yeğlerim."

 

"Anne!"

 

"Sana sütümü helal etmem Murat." Genç adam annesinin kararlılığı karşısında yenilgiyi kabul etmekten başka bir çare bulamadı. Bu zavallı kadını bir de kendi derdiyle hemhal edemezdi. "Tamam. Söz veriyorum, onu öldürmeyeceğim." Annesi elini açıp silahın avucuna bırakılmasını işaret etti. Murat çaresiz annesinin talimatına uydu. Bu Zeynep'i bir nebze de olsa sakinleştirmişti. Elini kalbinin üzerine koyup bitap bakışlarını sessizce onlarda gezdirdi. Bitmek bilmeyen aile sorunlarının ilişkilerini ne hale getirdiğini görüyor ve bundan üzüntü duyuyordu. Bir zamanlar yaşadığı en özel şeyin Murat'la yaşadığı aşk olduğunu düşünürdü, fakat karman çorman olan evlilikler çıkmazı en çok kendi yuvasına ve ilişkisine zarar vermişti. Kocasıyla konuşacağı uygun zamanı beklemekten başka bir çaresi olmadığını anlayıp bahçeye yöneldi.

 

Annesinin ardından kendisini yatağa bırakan Murat o esnada oyuncaklarıyla oynayan oğluna göz ucuyla baktı. Hapishanelere düştüğünde onun babasız kalacağını düşünmüş ve elini Mervan gibi birinin kanıyla kirletmemesi gerektiğini anlamıştı. Bu davranışının sonu oğlunun büyüdüğünü görememek ve Nazar'ın nefretine maruz kalmaktı. Murat bu iki yükü taşımak istemiyordu. O bir cani değildi fakat cani olacak birilerini çok iyi tanıyordu. Eline Zeynep'in telefonunu alıp numaraları karıştırdı. Ne yazık ki Derman'a ulaşması bu kadar çabuk olamayacaktı. Onu şirket hattından arayıp çalan telefonun bağlanmasını dakikalarca bekledi.

 

"Alo!"

 

"Merhaba." Söze nerden başlaması gerektiğine karar veremiyordu. "Kimsiniz?" Kafasındakini harekete geçirecek cesareti toplamak için dudaklarına sigarasını iliştirdi. Ucunu yakıp derin, efkârlı bir soluk çekti. "Ben Murat." Kısa bir sessizlik aralarında hüküm sürdü. "Bu sürprizi neye borçluyuz? Pek sık görüştüğümüz söylenemez."

 

"Ortak düşmanımıza." dedi Murat. Lafı geveleyip söz ebeliği yapmaya hiç mi hiç niyeti yoktu. "Olan biten her şeyden haberim var."

 

"Neymiş o haberin olan şeyler."

 

"Babanın kirli işleri su yüzüne çıktı. Kardeşin o Mervan denilen pisliğin elinde can verdi. Gülnaz'a olanlar ise hepimizce malum." Derman, açılan defterlerden oldukça rahatsız olmuştu. "Sadede gel." Murat birkaç nefes çektikten sonra sigarasını kül tablasına bastırarak söndürdü. "İntikam yeminleri ettiğini biliyorum. Tıpkı benim gibi... Yalnız değilsin Derman. O adam sana olduğu kadar bana da büyük kötülükler yaptı. Ailemi darmadağın etti. Babamın hastalanmasına sebep oldu. O hayatımızda olmasaydı her şey çok farklı olabilirdi."

 

"Ne mutlu sana!" dedi Derman alaylı bir ses tonuyla. "Mervan geberdi. Tam da layık olduğu şekilde yanarak, acı çekerek geberdi. Duyduklarıma göre bir mezarı bile yokmuş. O çukura atacak bir leş bile bulamamışlar." Derman'ın bastıra bastıra söylediği bu sözler Murat'ı sinsice gülümsetmişti. "Mervan ölmedi Derman. O hayatta. Kendi gözlerimle gördüm. Kardeşimi gözlerimin önünde kaçırmaya çalıştı." Murat sıklaşan nefes seslerini duyduğunda hedefi tam on ikiden vurduğunu anlamıştı. "Bu nasıl olabilir. Arabasının gazetedeki resmini gördüm. Araç teneke gibi ezilip kalmıştı. Yanıp küle dönmüştü. O araçtan nasıl sağ çıkabilir? Bu imkânsız!"

 

Murat, yumruğunu duvara geçirdiğinde telefonunun diğer ucundaki Derman da işin ciddiyetinin farkına varmıştı. "Sana gözlerimle gördüm diyorum Derman. Düşmanlarımız ortak. Polis onu öldü gösterip balyoz gibi tepenize indi. Her şey onun ifadeleriyle ve belgeleriyle oldu. Aileni dağıtan, dünyanı başına yıkan kişi Mervan. O gizli tanık Mervan, anladın mı?" Yutkunma sesi Murat'a istediği fırsatı yakaladığını hatırlattı. "Benden ne istiyorsun?"

 

Murat hiç tereddüt etmeden "Onu öldürmeni." Diye kestirip attı. "Senin de ondan bir farkın olmadığını biliyorum. Ha bir eksik ha bir fazla." Telefonun diğer ucunda Derman'ın riyakâr kahkahaları yankılandı. "Yürekli çocuk! Bunu sen neden yapmıyorsun? Onu öldürmek için en az benim kadar sebebin var." Sözler Murat'ın kin solumasına sebep oldu. "Yapamam. Kardeşim o adama aşık. Onu kaybetmeyi göze alamıyorum. Ailemin başında durmak, onlara sahip çıkmak zorundayım."

 

"Tamam. Onun işini bitirmeden ölmeyeceğim Murat. İçin rahat olsun."

 

***

 

Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. ☺️❤️‍🔥

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%