Yeni Üyelik
107.
Bölüm

107. bölüm: bıçağın karanlık yüzü

@syildiz_koc

 

 

🎶yirmi7-Muhtemel aşk 🎶

 

 

Güç, para, hırs bir insandan en fazla ne alırdı? Aşkı, hayatı, vicdanı... Belki de hepsini... Ama en çok da insanlığını alıp götürürdü. Her şeyin senin mutluluğun ve çıkarın için olduğunu düşündüğünde çevrendeki insanları harcanması gereken bir piyon olarak görmeye başlardın. Dünya sadece sana hizmet etmek zorundaydı. En saygın ve en muhteşem olan sendin. Mutlu olmak da yetmezdi bir süre sonra. Sen mutluyken başkaları mutsuz olmalıydı ki senin mutluluğunun bir anlamı olsun. En önemli sendin. Başka insanların duyguları, aileleri, hayalleri yoktu. Onlar hayatı parayla satın alınabilecek değersiz birer maşa, güçlülere hizmet etmek için var olan birer cansız kuklaydı. Bu zavallı kuklalara ne olduğu kimin umurundaydı ki?

 

O gün deli gibi uyumuş, gözlerimi her açtığımda sımsıkı yumup gerçeklerimden ve gördüklerimden kaçmaya çalışmıştım. Ne kadar acı veriyordu gerçekler! Unutmak istiyordum. Kabuslar peşimi bırakmıyordu. Kader'i ve bebeğini görmediğim tek bir rüyam bile yoktu. O karanlık, kanlı gece sabaha kadar ateşler içinde sayıklamış, "Ölme!" diye için için ağlamıştım. Gözlerimi açtığımda gördüğüm o yüzle saatler sonra biraz olsun kendime gelebildim. İlk doğum günü partim başlamadan bitmişti. Ortama öyle bir giriş yapmıştım ki kimsede beni kutlayacak hâl kalmamıştı. Gözlerim hayal meyal gördüğüm Revan'a odaklandı. Üzerinde sade, mavi bir elbise vardı. Koyu kahverengi tonlarındaki saçlarını kat kat kesmiş ve dümdüz olacak şekilde omuzlarının üzerine bırakmıştı. Yüzünde her zamanki gibi masum, sevimli bir ifade vardı. Revan'ın yakınımda olması içimdeki kör kuyunun kapağını kapatmış ve beni yeniden hayata bağlamıştı.

 

Yatağımda bedenime iğneler bata bata doğrulmaya çalışırken yine hiç anlamadığım bazı hareketler yaptı. Ben de anlamış gibi manasızca başımı salladım. Ziya aramızdaki iletişim bozukluğunu fark etmiş olacak ki konuya dahil olmakta bir sakınca görmedi.

 

"Uşak, ha bu kız sana geçmiş olsun diyo. Yengem ahrazdu oradan bileyrum." Revan'ın benden cevap bekleyen gözlerine minnetle bakıp, "Sağ ol Revan!" diye karşılık verdim. Bana masumca gülümseyip elindeki tabağı uzattı. Üzerindeki kâğıt havluyu kaldırdım. Kaldırmamla birlikte koca bir tabak dolusu kıymalı börek nemli gözlerimin önüne düştü. Etrafı saran lezzet kokusu iştahımı açmasa da kalbimden kopan feryada destek olmuştu. Kıymalı börek... Kader'in sık sık yapıp bana getirdiği şefkat ve güven kokan kıymalı börek... Tabağı sımsıkı tutup başımı bana tuhaf gözlerle bakan Revan'ın kalbinin üzerine gömdüm.

 

Ziya hayretle bakarken haykırışlarım eski evimizin tüm duvarlarına çarpıp dağılarak bana geri dönüyordu. Ağlamak ne güzel bir eylemdi. Çaresizlik her yanı sardığında bebekliğimizdeki o ürkek günlere geriliyor ve ezelden beri bildiğimiz gözyaşlarıyla yüreğimizdeki yangını söndürüyorduk. Ne alnımıza yazılan değişiyordu ne de içimize kazınan. Yemin etmiştim. Kader'in intikamını ne olursa olsun alacak, bu işin peşini sonunda ölüm olsa bile bırakmayacaktım.

 

Olanları çaresizce arkadaşlarıma anlattım. Hepsi öfke ve nefretle bu zulmü yapanlara kin kustu. Olaydan iki gün sonra önüme gelen haberlerle nefretten deliye dönmüştüm. "Ölümüne Kürtaj" başlığı atılmıştı. Yazılanlara göre Kader gayrimeşru bir ilişki sonucu hamile kalmış ve bebeğini yasal süre dolduğu halde aldırmak istemişti. Tam teşekküllü bir hastanede bunu yapma imkânı olmadığından merdiven altı bir muayenehanede, işinin ehli olmayan bir doktora kendisini bırakmıştı. Doktor, beklenmeyen komplikasyonlara yeterli müdahaleyi yapamadığından genç kadın hayata gözlerini yummuştu. Haberin yanında kelepçelenen doktorun başı eğik bir fotoğrafı vardı. Kaç paraya satın alındığını bilmiyordum ama tüm suçu üstlenecek deliliği ne yazık ki yapmıştı.

 

Doktorun hemen yanında Kader'in ailesinin fotoğrafı bulunuyordu. Onların fotoğrafını daha önce de görmüştüm. Gözyaşları içinde Kader'in tabutuna sarılan anne Kader'in bana gösterdiği karede gülümsüyor ve biricik kızına sevgiyle sımsıkı sarılıyordu. Gözleri mutluluktan ışıl ışıldı. Kardeşi yüzünü buruşturup komik pozlar vermişti. Kader'le köpük savaşı yaparken yüzünün rengi o gazete haberindeki gibi ağlamaktan kıpkırmızı kesilmemişti.

 

Cenazesine gittiğimde annenin bayıldığını babanın ise şeker krizi geçirdiğini hatırlıyorum. Artık Kader'den geriye bir mezar taşı kalmıştı bir görülmesi gereken kabarık bir hesap. Kader, kürtaj esnasında kalp krizi geçirerek ölmüştü. Anesteziye bağlı solunum arresti ve sonrasında gelişen komplikasyonlar kalp krizine sebebiyet vermişti. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım ölümünü engelleyememiştim. Bunu engellememi istememişler para ve servet uğruna hem Kader'i hem de zavallı bebeğini harcamayı istemişlerdi. Eğer doğabilseydi çok tatlı erkek çocuğu olabilirdi. Doğmamıştı. Doğmasına izin vermemişlerdi. Kin duyuyordum. O pislik bu yaptıklarının bedelini en ağır şekilde ödemeden bana huzur yoktu.

 

Ben Kader'in bebeğini aldırmak üzere oraya başvurduğuna asla inanmıyordum. O korkunç insanlar Kader'i tehdit etmişti. Onu kendi rızası olmadan kürtaj masasına yatırmış ve ölümüne sebep olmuşlardı. Kader'in karnına nasıl sevgiyle dokunduğunu biliyordum. Patronumuzla otururken bebeği doğurmaya ne kadar kararlı olduğundan bahsetmiş ve desteğim için bana teşekkür etmişti. Bu kadar çabuk fikir değiştirmezdi. Bu işin içinde bir bit yeniği vardı.

 

Günler sonra güç bela toparlanıp Kader'in arkadaşlarıyla kaldığı öğrenci evine gitmiştim. Arkadaşlarına sorduğumda evi dağınık bulduklarını söylemişlerdi. Kader kapıyı bile çekmeden çıkıp gidecek ve saatlerce kayıplara karışacak bir kız değildi. Beni defalarca araması sürekli yaptığı bir şey değildi. Sık sık telefon görüşmesi yapmazdık. Muhabbetlerimiz genellikle kafede, müşterilerin olmadığı zamanlarda olurdu. Odasının kapısını kontrol ettiğimde kilidin dilinin kırılmış olduğunu gördüm. Kapıdaki izler, sert darbeler aldığının en önemli kanıtıydı. Tüm bunları bir araya getirdiğimde acı gerçek inkâr edilemez bir boyuta ulaşmıştı.

 

Daha fazla zaman kaybetmenin yersiz olduğunu anladım. Olan biten her şeyi tüm çıplaklığıyla polise bildirdim. Kader'in anlattıklarının en yakın şahidi patronumuz Merve Hanım'dı. Tahmin edilebilir gerçekleri öğrendiğimizde iş birliği yapıp gerçekleri ortaya çıkarmak istedik, fakat karşımızdaki insanlar kolay kolay pes edecek cinsten değildi. Merve Hanım'ın dükkanını yakıp onu, kızını ve kocasını öldürmekle tehdit ettiler. Zavallı kadın büyük bir utançla şikayetini geri alıp duyduklarını inkâr etmek zorunda kaldı. Polis bir kanıt bulamadığı için kafeyi yakanlar yine faili meçhul kabul edildi. Adamlar öyle temiz iş görmüştü ki uzandığımız her dal elimizde kalıyor, öne sürdüğümüz gerçekler safsata olmaktan öteye gidemiyordu.

 

Başlarda tepki göstersem de zamanla Merve Hanım'ın kendine göre haklı sebepleri olduğunu kabul ettim. Bir yuvayı yapmak kolay değildi ve kimse en sevdiklerini göz göre göre uçuruma itmeyi kabul edemezdi. Bu yüzden arı kovanına çomak sokmadan önce iyi düşünmeli, sevdiklerimizi tehlikeye atmamalıydık. Daha fazla vicdan azabı çekmek istemediğimden Merve Hanım'ı konunun dışında tutmanın en doğru karar olacağı kanaatine vardım. Ortada masum bir kız çocuğunun hayatı vardı ve onu o aç kurtlara yem edemezdim. Bu işin izini süreceğim için onları tehlikeye atmama adına kafedeki işimi bıraktım. Böylece yaptıklarımın tüm sorumluluğu benim üzerimde olacaktı ve patronum zarar görmeyecekti.

 

Kafeden ayrıldığım gün arkadaşlarımla kaldığım öğrenci evine döndüm. Evimiz talan edilmişti. Ziya küfür üstüne küfür savururken Orkun hayretten küçük dilini yutmuş gibi ölüm sessizliğine bürünmüştü. Kader'le fotoğraflarımızın bulunduğu albümün dolabımdan çıkarılıp yakıldığını fark ettiğimde beni artık hiç kimsenin tutamayacağından emin olmuştum. "O adam bunun hesabını verecek!" dedim sıktığım dişlerimin arasından. Gözlerime öfkeden kan inmişti. Kulaklarım uğulduyordu. Titremelerim öyle bir boyuta ulaşmıştı ki o halimle karşıma kim çıkarsa çıksın canını okumaktan çekinmezdim. Peşimden koşan arkadaşlarıma aldırmadan bisikletime binip olabilecek en hızlı şekilde adamın holdinginin önüne geldim. Ziya, Berk ve Orkun peşimden gelmiş, bisikletlerine atladıkları gibi soluğu yanımda almıştı. Onları görmüyordum. Benim için ne Ziya'nın "Durdurun oni!" sözünün bir önemi vardı ne Berk'in yalvarışlarının ne de Orkun'un önüme direksiyon kırmalarının. Aklımda sadece Kader ve intikamı vardı. Canım yanıyordu. Benden çok daha fazla canları yanacaktı.

 

Gencecik bir kız iğrenç bir adamın heveslerine alet olmuştu. Ardında gözü yaşlı insanlar bırakıp dar bir çukura çürümek üzere bırakılmıştı. O pislik yüzünden bir daha onu göremeyecektik. Sesini duyamayacak, mezun olduğu o gün kep atışını izleyemeyecektik. Kıyafetlerini fakirlere dağıtacaklardı. Onun tenine değen her şey bir başkasının malı olacaktı. Parfümünün kokusunu her aldığımda onu hatırlayacak ama asla bedenini yanımda hissedemeyecektim. Ölüm karanlıktı. Ölüm sessizlikti. Ölüm mahşere kadar bitmeyecek bir uykunun başlangıcıydı.

 

O gün bisikletimi park bile etmeden zorbalıkla güvenliği yumruğumla ezip geçtim. Öyle öfkeliydim ki karşımda dağ olsa dayanmazdı Beni engellemeye çalışan insanları iterek büyük bir hışımla odasına gittim. Beni gördüğüne şaşırsa da kaşlarını kaldırıp kinle bakması uzun sürmemişti. Hesabımız büyüktü ve o, yaptıklarının bedelini ödemeden asla kapanmazdı. Büyük bir öfkeyle adamın yakasını tutup tehditler savurdum. Her "Öldürürüm seni!" dediğimde güvenliğe sesleniyor, ellerimden kurtulmak için deli gibi çırpınıyordu. Ziya, Orkun ve Berk bendeki gazaptan korkmuş bırakmam konusunda deli gibi bağırıyorlardı. Gözlerimi kan bürümüştü. Adamı bir tekmeyle ofisin demir köşelerine savurup dağıttım.

 

"Mervan yeter!" diye bağırdı Orkun. Gazabım içindeki çocuksu komik yönü gölgede bırakmıştı. "Ula öldürecesun adamı. Delirdun mi?" Hiçbir söz umurumda değildi. Öfkeden tir tir titriyordum. Adamı yerden kaldırıp önümdeki cam sehpanın üzerine fırlattım. Cam çarpmanın etkisiyle tuzla buz olurken sekreter kız çığlık çığlığa bağırmaya başladı ve kendisini apar topar ofisten dışarı attı. Ziya gövdemi sarıp beni elimde lime lime olan adamdan uzaklaştırmaya çalıştı. Ellerini çözüp onu kolumun tersiyle ittim. "Alacağu dersu aldu, burak ula adami başun belaya girecek."

 

"Kara oğlan duuuur!" İki kez üst üste adamın başını sert zemine vurdum. Çarpmanın etkisiyle önce bocalamış ardından da baygınlık geçirip hissizleşmişti. Hareketsizleşince korkuyla önce titrek ellerime baktım. Avuçlarım onun pis kanına bulanmış, beyaz gömleğim ter ve kan izleriyle dolup taşmıştı. Boğuşmadan sırılsıklam olan Orkun ve Ziya'ya endişeyle baktım. Biraz önceki yaptıklarıma nasıl hayret ettikleri yüzlerinden okunuyordu. Ayağa kalkıp birkaç adım geriledim. Adam yerde baygın, kanlar içinde yatıyordu. Dışarda biriken kalabalık korku dolu gözlerle bizi izlerken içimdeki canavarı ilk kez keşfetmenin manevi ağırlığını hissediyordum.

 

Kadir Bey gibi davranmıştım. Öfke ve nefret beni olduğuna inanmadığım ve olma ihtimaliyle her an titrediğim kişiliğe sürüklemişti. Güvenlik içeri girdiğinde ellerinden kurtulup merdivenlere yöneldim ve binanın en tepesine erişinceye kadar durmadım. Tüm şehir ayaklarımın altındaydı ben ise öfkemin kirinde boğuluyordum. Ölüp ölmediğini bile bilmiyordum. Onu gözümü kırpmadan öldürecek kadar çıldırmıştım. Kontrolümü kaybetmiştim. Belki de Kadir Bey haklıydı. Ben onun oğluydum. Canavarlık kanımda vardı. Er ya da geç ayaklarım beni onun dizlerinin dibine götürecekti.

 

"O ölmedi!" dedi Berk. Peşimden gelip gökdelenin peşine ilk düşen oydu. Hemen ardından Ziya ve Orkun'un soluğu yanında aldığını fark ettim. "Merak etme ayıldı. Hastaneye kaldırdılar. Tomografi çekilecekmiş." O gün neden hâlâ bileceğime kelepçe vurulmadığını hemen anlayamamıştım. Fakat birkaç saat sonra esas meselenin farkına varabilmiştim. O pislik benim polisle görüşmemi istemiyor, ayıklarının ortalığa döküleceğinden endişe duyuyordu. Tam da bu sebepten yaptıklarımı sözde affetmiş ve şikayetçi olmamıştı. Ve yine aynı belanın sayesinde bu olay medyada yer almamış, rezil itibarına da bu sayede gölge düşmemişti.

 

Tehditleri ve manipülasyonları yüzünden haklıyken haksız olmuş, gerçeklerim onun yalanlarıyla kapışamayıp alaşağı edilmişti. Bu zulmü kaldıramıyordum. Er ya da geç Kader'e yapılanların hesabını soracak ve onları doğduğuna pişman edecektim. Günler sonra hastaneden çıkarken karşısına dikildiğimde bir gün beni öldürmediği için çok pişman olacağını söyleyip tehditler savurdum. Adamları beni yaka paça evinden uzaklaştırırken bana sinsi bir tebessümle karşılık verdi. O bilmiyordu. Ben sözünü unutacak adam değildim ve intikam almayı severdim. Hem de ne pahasına olursa olsun!

 

Olayın üzerinden iki yıl geçtiği halde yaşadıklarımı unutamıyordum. Zihnimden ne Kader'in yüzü gidiyordu ne de ailesinin cenazesindeki gözyaşları. Bir evlat kaybetmişlerdi. Üstelik insanlar cenazesini bile rahat bırakmıyor, ne kadar kötü ve aşağılık olduğunu söyleyip duruyordu. Onlara göre Kader namussuzluk etmiş ve bu hatasıyla da ölmeyi hak etmişti. Ne kadar da çok Tanrı olmaya heveslenen insan vardı etrafımızda. Başkalarını bilip bilmeden sadece duyduklarıyla yargılıyor ve cezasını da teklifsizce yine kendileri kesiyordu. Oysa gerçek açıktı. Henüz kimsenin hikayesi bitmemişti ve insan kınadığını yaşamadan ölmezdi.

 

"Nerde kaldın be Kara Oğlan? Çık şu odadan da endamını görelim!" Elbette bu çatlak Orkun'dan başkası değildi. Benden ses çıkmayınca kaba saba bir şekilde odaya daldı. Gözlerimi devirip başımı kınar gibi salladım. "Giyinirken bile rahat yok!" Beni umursamayan şebek tavırlarla ilk iki parmağını ağzına götürüp okkalı bir ıslık patlattı. "Vay be! Kara oğlana bak sen! Artist kart postalı gibisin maşallah!" Ardından salonda bekleyen Ziya'yı homurdanarak çağırdı. "Heeeey! Yürüyen kolbastı buraya gel. Gel de gör analar neler doğuruyor." Ziya içeri girer girmez Orkun'un ensesine bir şaplak patlattı. "Vallahi alacağum seni ayağumin altuna."

 

Onlar güreşir gibi birbirine girerken gülmekten kendimi alamadım. İki küçük şempanze gibiydiler. Annelerinin memesi için kapışan iki yaramaz şempanze. "Vay be!" Bakışlarım Berk'i bulduğunda içimdeki suçluluk duygusuna engel olamadım. Banu'nun tuzağına düşmüş olan zavallı dostum onun hâlâ kendisini sevdiği için yanında olduğunu zannediyordu. Ona gerçeği söyleyememiş ve belki de hayatımın en büyük hatasını yapmıştım. En kötüsü de Banu'yu tüm kötülüğünü göremeyecek kadar çok seviyor olmasıydı. Gerçekleri öğrendiğinde de bu düellonun bir kazananı olmayacaktı. Aramızdaki dostluk tamir edilemez bir yara alacak ve Berk belki de âşık olduğu tek kadının acısını kaldıramayacaktı. Kendisine bir zarar vermesinden çok korkuyordum. Banu'nun kötü biri olabileceğini ima ettiğimde ayrılığına dayanamayacağını söylemişti. "Ölürüm ben! Ayrılırsak bir daha toparlayamam!" demişti. Gerçekleri öğrendiğinde bunun üstesinden gelebilecek miydi?

 

Berk, "Çok iyi görünüyorsun Mervan!" dediğinde hayal aleminden sıyrılıp tebessüm edebilmek için tüm onurumu kullandım. "Sağ ol."

 

"Bir de gelmek istemiyordun Kara oğlan. Kızları bu endamdan mahrum etmemelisin. Benden gözlerini ayırabildiklerinde bir alternatif daha görmek isteyeceklerdir." Ziya alayla sırıttı. "Şu çiroz da kenduni senin karşunda adamdan sayayi ya!" Berk kahkaha atarken Orkun "Hah!" diye küçümser bir nara patlattı. "Benim ünümü herkes bilir. Kıskanma yürüyen kolbastı." Onlar atışırken boynumdaki papyonu düzeltmeye çalıştım. Berk yanıma yaklaşıp yakalarımdaki duruşunu sağlamlaştırdı. "Böyle daha iyi. Sen alışkınsın bu kadar şık görünmeye. İlk okul günlerimizde de hep takım elbise giyer, pahalı saatler takardın. Kol düğmelerin bile dillere destandı."

 

Gözlerindeki hayranlık içimde kekremsi bir hüzün oluşturdu. Geçmiş hayatıma dair hiçbir şey kalmamıştı. Bir öğrenci olarak hayata tutunabilmek için hepsini satmış, elime geçen parayla kendime bir hayat kurmaya çalışmıştım. Aslında Kadir Bey'den kalan hiçbir şeyi istemiyor, onlarla karnımı doyurup kitap almaktan büyük bir utanç duyuyordum. Eğer çaresiz olmasaydım hepsini getirip önüne atmak ve yakamdan düşmesini bağırarak haykırmak isterdim. Olmamıştı.

 

"Demek tanışmadığımız zamanlarda da Mervan'ın ününe dikkat ediyordun." dedi Orkun omzumdaki toz zerrelerini elini tersiyle kovarken. Başımı kızaran yüzümü göstermemek için eğdim. "Duymamak imkansızdı."

 

"Abartıyorlar." dedim okların benden başka bir hedefe düşmesi için. Fakat konu değişecek gibi durmuyordu. "Yok be oğlum. Öyle bir duruşun var ki seni gören sıradan bir tıp öğrencisi değil, güçlü bir hükümdar sanır. Hâlâ yan yana yürürken senin yanında kendimi kölen gibi hissediyorum. Auranla bizi şaklaban gibi gösteriyorsun." Biraz nefeslenmek için pencereye yönelip camı açtım. Yalanlarım ne zaman radara yakalansa ortamdan bir şekilde sıyrılmak ve yitik duygularımı örtbas etmek istiyordum. Orkun arkamdan gelip ceketin arkasını düzeltir gibi çekiştirdi. "Seni ortadan kaldırmalıyız. Fiyakamızı bozuyorsun!" Berk'e gülümseyip aynadan kendime baktım. Fark edilir olmayı istediğimi sanmıyordum.

 

"Hâlâ senin yetimhaneden çıktığına inanamıyorum. Kimsesiz biri bu kadar asil duramaz. Hem onca pahalı giysi, eşyalar... Mümkün mü arkadaş? Benim tüm biraderler silkelensek bir tekini alacak parayı bulamayız." Orkun daha ne kadar geçmişimi eşeleyecekti acaba? Konuşmak istemiyordum. Bana hayranlık duymaları bile cazip gelmiyordu. Özenilecek bir hayattan kopup gelmemiştim ki ben!

 

"Neden yetimhanede büyüdün?" Berk'in sorusu hepsinin yüzünü düşürmüştü. Boşboğazlık ettiğini sanıyorlardı fakat ortada onların düşündüğü gibi hassas bir durum söz konusu değildi. Gitmeyi ben istemiştim, onlar beni terk etmemişti. İnsan bazen yanı başındaki evladını öyle umursamazdı ki terk etmeye gerek bile duymazdı. Zaten görmüyor, derdini dermanını bilmiyordu. Hâl böyleyken o çocuğu yanı başında tutsa da ruhen kör uçurumlara bırakıyordu.

 

"Uşak boyle soru olir mu da?"

 

"Önemli değil!" dedim Ziya'yı teskin eder gibi. Böyle hatalı sözler genellikle Orkun'dan gelse de bu sefer çıtayı Berk yükseltmişti. Şimdi bir cevap vermem gerekecekti. Aksi takdirde bu soruların ne ardı kesilecekti ne de arkası.

 

"Annem babam trafik kazasında ölünce bakacak kimse kalmadı. Bu yüzden çocukluğumu orada geçirmek zorunda kaldım." Ben yalanımdan utanırken hepsi omzuma dostça dokunmuştu. Acaba ölseler şu ankinden daha fazla üzülür müydüm? Anne babasını tanımayan bir çocuk onlardan gelen acılarla kanayan bir çocuktan daha şansız olur muydu?

 

"Kusura bakma Kara Oğlan" dedi Orkun Berk'i ters ters süzerken. Ve ekledi. "Berk'in bugün Orkunlaşacağı tuttu." Onlar yaşadıklarımdan utandığımı sanırken esas utancım yalanımaydı. "Ziyanı yok. Geçmişimden pek konuşmayı sevmem. Bu defterler çoktan kapandı." Orkun konuyu değiştirmek için oldukça aceleci bir tavırla omzuma vurdu. "Seni o harika tıp balosuna bizzat kendim hazırlayacağım. Muhteşem olacaksın. Saç, sakal tıraşın da benden. Kafamda müthiş fikirler var."

 

"Yine ne yumurtlayacaksın bakalım." dedi Berk kollarını birbirine kavuştururken. "O baloya iyi bir dans ekibi lazım. Elbette o da bizden başkası olmayacak."

 

"Ne dansu uşak?" Orkun gözlerini devirip, "Tabi ki horon değil. İzmir' de Ege dansı yapılır. Zeybek oynayacağız. Meydan yiğit görecek. Tıp balosunun efeleri biz olacağız."

 

"Ben anlamam ula öyle işlerden!"

 

"Ben sizi çalıştırırım." Ziya, pek hevesli durmasa da Berk bu dans işine dünden razıydı. Ne de olsa işin sonunda Banu'yu etkilemek vardı. "Harika olacak. Hem uğur böceğim beni bir de zeybek oynarken görsün. Düğünümüzde birlikte zeybek oynarız, Şimdiden hazırlanmakta fayda var."

 

Ziya, "Uyş!" diye göz devirirken nefesimi güçlükle verdim. O düğün gerçekten olabilecek miydi?

 

Balo'ya gitmek istemesem de bizimkilerden kurtuluşum yoktu. Bir de şu dans işi çıkmıştı şimdi. Dikkat çekmemeye uğraşırken tüm oklar hep bana çevriliyordu. Asıl mesele Banu ve Berk'in de baloya geliyor olmasıydı. Geçen zaman yaşadığımız korkunç üçgenden hiçbir şey kaybettirmemişti. Tam tersine Banu eskisinden çok daha beter bir şekilde bana asılıyor, artık işi taciz diyebileceğim bir noktaya taşıyordu. Bu durumu ne kadar idare edeceğimi bilemiyordum. Gerçekleri anlattığımda Berk bana inanır mıydı? Bunca zaman sakladığım için bana kızar mıydı?

 

"Şimdi sana bir partner bulmamız lazım Kara oğlan." Zihnimdeki kara bulut dağıldı. "Tüh keşke bir kız arkadaşın olsaydı. Bu yakışıklılıkla yalnızlığı tercih ettiğine hâlâ inanamıyorum." Ben bahaneleri sıralamaya hazırlanırken Ziya'nın şakacı ses tonuyla söyleyeceklerim kursağıma saklanmıştı. "Aha da buldim oni. Ahraz kız ne güne durayo?" Kaşıyla açıkta kalan pencereyi işaret etti. Onlar kıkırdaşırken karşı pencerede Rapunzel misali duran Revan ister istemez utanıp bize sırtını dönmüştü. Ne yani en başından beri orada bizi mi izliyordu? Bu mesafeden dudaklarımızı okuyabilir miydi acaba?

 

Ben ne diyeceğimi düşünürken, Orkun, "Neden olmasın?" diye geveledi. "Taş gibi hatun. Dilsiz ama olsun. Çen çen konuşup kafa ütülemez. Hem oradakileri tanımıyor bile konuşup ne yapacak?" Aslında kötü bir fikir sayılmazdı. Zaten ben de sohbetine doyulmaz biri değildim. Söz konusu muhabbet olduğunda Revan benden çok daha iyi bile sayılırdı.

 

Ziya öne çıkıp utangaç bir şekilde gözlerini kaçıran Revan'a yöneldi. Ne yaptığına anlam verememiştim. Bu el kol hareketleri gerçekten hayra alamet miydi? Revan benim tuhaf bakışlarım arasında bilmem der gibi omuzlarını silkti. Ziya ellerini kavuşturup dilenir gibi mahcup ve heveskar bir edayla sırıttı. Revan başını tamam der gibi sallayınca onu benim adıma baloya davet ettiğini anlamıştım. Of be Ziya! Ben kendimi bile o mekâna sığdıramazken şimdi bir de Revan çıkmıştı.

 

Orkun, "Bu iş tamam." dediğinde hergeleyi ayağımın altına almamak için kendimi zor tuttum. Revan da bu işe ortak olunca bizimkilerin keyfi iyice yerine gelmişti. Hemen hazırlıklara giriştiler. Balo gününe bir hafta vardı. Orkun yeminli gibi zeybek oynamaya hevesli olmayan Ziya'ya ve bana ısrarla zeybek öğretmeye çalışıyordu. Neyse ki yoğun çabalarımız netice vermiş ve oyunu layığıyla öğrenmiştik. Bu kadar kişinin arasında nasıl dans edeceğimi hâlâ bilmiyordum.

 

Beni yalnız bırakmayan arkadaşlarım tıpçı olmadıkları halde baloya misafir olarak geleceğiz diye tutturmuş ve çoktan gelmek için giysilerini hazırlamaya başlamışlardı. Sonunda büyük gün gelip çattı. Oldukça gergindim. Kadir Bey'in adamları peşimi bırakmıyordu. Arkadaşlarım onları fark edecek diye deli gibi korkuyordum. Smokinimi giyip saçlarımı şekillendirdim. Diğerlerinin şıklığı da benden geri kalmamıştı. Orkun her zamanki gibi şakalarıyla ortamı neşelendiriyor, Ziya ise en aksi haliyle burnundan soluyordu.

 

Papyonumu düzeltip Revan'ı almak üzere tam karşımızdaki binaya yöneldim. Zili çalmakta epey tereddütlüydüm. Kızı resmen davet etmemiş, sırf yalnız kalmamak için yanıma almıştım. O bu davranışa layık değildi. Kalbinin temizliği yüzüne vurmuştu. Keşke o ortamda mutlu olacağına inanmış olsaydım. Kapıyı çalmak için elimi uzattığımda karşımda beliren genç kız ağzını kulaklarına ulaştıracak kadar hevesle gülümsedi.

 

"Ablam şimdi geliyor." Kaşımın birini kaldırıp tuhaf heyecanına hayretle baktım. Burada ne işler dönüyordu acaba? Ev iki katlı içerden merdivenliydi. Bahçede küçük bir süs havuzu vardı. Bazen içinde küçük sarı ördeklerin dolaştığını görürdüm. Sık sık da kediler cirit atardı ama esas gördüğüm Revan'dan başkası olmazdı. Tatlı bir kızdı. Dilsiz ve sağır olduğundan mıdır bilinmez pek yakınıma gediğini görmezdim. Evden dışarı çıkmaz, sık sık ıslık çalardı. Islıklarının melodik yankısı ders çalıştığım esnada pencereden kulaklarıma ulaşırdı ve bu heyecan verici tınıya şahit olmadan edemezdim. Bu duruma öyle çok alışmıştım ki kitap başına oturduğumda neredeyse ıslık duymadan çalışmaya başlamak istemezdim.

 

"Ayyyyy çok heyecan verici!" dedi genç kız ve hemen ardından merdivenin başını işaret etti. "Ohaaaa! Ahraz kıza bak sen! Peri kızı gibi olmuş." Bu Orkun'du ve belki de ilk defa haklıydı. Revan'ı o pudra rengi kuyruklu elbisenin içinde görünce hepimizin nutku tutulmuştu. Duru güzelliği yüzüne yakıştırdığı hafif, sade makyajla eşsiz bir hüviyete bürünmüştü. Baloya uyum sağlayacağından şüphe duyduğum kızı muhtemelen dans etmek için bana bırakmayacaklardı. Boynundaki zarif kolye tenine işlenen şarabî tutkuları bir ayna gibi yansıtıyor, insanı kırılgan bakışlarıyla büyülüyordu.

 

"Şanslu uşak. Gene dort ayak üstune düştun." Orkun öne atılıp diz çöktü ve ironik bakışlarımız eşliğinde Revan'ın elini leydi takdim eder gibi öptü. "Kraliçem, bu harika gecede bana eşlik eder misiniz?" Revan'ın düşen yüzü hiçbirimizin gözünden kaçmamıştı. Bana endişeyle baktı. Bense otuz iki diş sırıtmakla meşguldüm. Ziya öne atılıp diz üstü Revan'a yalvaran Orkun'un ensesine okkalı bir şaplak patlattı.

 

"Yengen o senun yengen! Balo'ya ha bu kara uşakla gelecek unuttin mu?" Orkun, "Hevesim kursağımda kaldı." diye vızıldanırken öne çıkıp Revan'a elimi uzattım. Yüzündeki rahatlama gülmeme sebep oldu. Belli ki o da bizim çatlak Orkun'la baloya katılacak kadar delirmemişti.

 

"Çok iyi görünüyorsun Revan!" Bizimkileri gösterip, "Umarım bu sincaplar seni istemediğin bir şeye mecbur etmemiştir." Revan başını hayır manasında sallarken Orkun ve Ziya ellerini sincap gibi göğüs kafeslerine yerleştirip tuhaf yüz ifadeleriyle viklemeye başlamıştı. Elimi tutup sürdüğüm aracın ön koltuğuna yerleşti. Tüm biraderler araca binip balo salonuna gitmek üzere yola çıktık. Orkun dayısına bin bir yalan söyleyip zoraki aracını almıştı. Neyse ki biraz sıkış tepiş de olsa araca sığabilmiştik. Yan yana büyüleyici şehir ışıklarının arasından geçip su kenarındaki büyük mekâna gittik. Neyse ki bize de güzel bir yer hazırlanmıştı.

 

Ziya ve Orkun, baloya birlikte gelmişti. İkisinin de kız arkadaşı yoktu. Aslında Ziya'nın Karadeniz'de bir yavuklusu vardı ama onu buraya getirmesi pek mümkün olamamıştı. Kız "Gözlerini oyarum hamsi kafalu." deyince Ziya korkudan hatun kelimesini bile besmelesiz anmaz olmuştu. Orkun zaten milyonların sevgilisiydi. O nerede olursa orada otlanmaya alışık olduğundan özel bir partner girişiminde bulunmamıştı.

 

Sonunda mekâna yerleştiğimizde Orkun dümdüz olan poposu için ardı ardına bizi gevezelik bombardımanına tutmuştu. Kolumda Revan'la açık gri-gümüş tonlarının olduğu mekâna ulaştık. Fiskos tarzındaki tek bacaklı masalar gümüş, parlak bir kumaşla hediye paketi gibi bağlanmış, etrafımız çeşitli kandillerle aydınlatılmıştı. Büyük bir sahne vardı. İnsanlar hatıra fotoğraf çekilsin diye tıp balosunun devasa büyüklükteki afişi hazırlanmıştı. Ve önü gerçekten yol geçen hanı gibiydi. Dev gibi bir ekran ve onları aratmayacak ses sistemi yerli yerindeydi. Orkestranın hemen arkasındaki büyük perde ve dört bir yanımızı saran sütunlar gri-gümüş renkteki balonlarla örgü diziliminde süslenmişti. Masalara yerleştik. Revan, Ziya'ya el işaretiyle bir şey sordu. Elbette ben yine karşılarında Fransızdım.

 

Konuyu ben anlamasam da Orkun anlamıştı. "Partnerimizin neden olmadığını soruyor." Çılgın dostum etraftakileri umursamadan aşırı el hareketleriyle bağıra bağıra, "Biz zaten çift olarak geldik." dedi. Bu şekilde duyma yetisi sıfır olan Revan'ın bir şey anlayabileceğini düşünüyor olamazdı değil mi? Bizi umursamadan yanı başında takım elbiseyle dikilen Ziya'yı kaba bir hareketle yanına çekip sarıldı. "Müstakbel eşim Zekiyenur. Söyle aşkım ona. Biraz mutlu yuvamızdan bahset!"

 

"Ula zevzeeeeeek!" diye bağıran Ziya'yı artık ancak Mevla tutabilirdi. "Ah hayııır! Minik yavrumuzu unutmuş olamazsın değil mi?" Onlar birbiriyle etrafa aldırmadan boğuşurken, "Deli bunlar!" diye söylendim. Revan ise sessiz sinemayı andıran gülüşüyle beni onaylamıştı. Yan yanaydık ama Revan'la konuşamıyordum. O beni duymasa da dudaklarımı okuyarak söylediklerimi anlıyordu ben ise ne yazık ki onun söylediği hiçbir şeyi el hareketlerinden tanıyamıyordum. Ama ilk işim en kısa sürede dudak okumayı öğrenmek olacaktı.

 

Yaklaşık bir saat kadar perdeye yansıyan kısa filmi izledik. Okul arkadaşlarımdan derlenen komik söyleşi ortamdan aldığım keyfi ona katlamıştı. Orkunlar ölmüyor sadece şekil değiştiriyordu. Onlar her yanıma nüfuz etmişken üzülmek kime gerekti?

 

"Merhaba!" Gördüğüm yüz tüm keyfimin kaçmasına sebep olmuştu. Bu Banu'nun rahatsız edici tutkulu ses tonuydu. Berk ona büyülenmiş gibi bakarken gelişinin eziyet dolu senfonisini dinlemek zorunda kalmıştım. Revan'ın üzerinde dolaşan kıskanç bakışları yumruklarımı sıkmama sebep olmuştu. O kıskanç bakışları bir zamanlar Kader için de atmış, etrafımda dolaşan tüm kızları düşmanı gibi görmeye çoktan alışmıştı.

 

"Bizi tanıştırmayacak mısın Mervan?" dediğinde doğal görünmeye çalışarak takdim ettim. "Revan! Mahalleden arkadaşım."

 

"Memnun oldum." Revan el işaretiyle karşılık verdi. "O dilsiz mi yani!" diyen Banu'yu Orkun cevapladı. "Aynı zamanda sağır!" Orkun'u yumruklamak istiyordum. Bu söz bu ortamda Revan'a yakıştırılacak cinsten değildi. O küçümseyici ifadeyi görünce Banu'dan bir kez daha nefret etmiştim. Revan güzellik ve asalet konusunda Banu gibi onlarca kızı ipe dizerdi. Engelli olması nezaket ve hanım efendiliği karşısında söz konusu edilecek bir durum değildi.

 

Banu onunla ilgilenmediğim halde iç çekip sahte bir tebessümle yanaklarını kırıştırdı. "Çok merhametlisin Mervan. Onu buraya getirmen çok örnek bir davranış!" Revan kızarmıştı. İkimiz de yumruklarımızı sıkıyor, bir tatsızlık çıkmaması için gergin nefesler alıyorduk. "Merhamet konusunda hiçbirimiz Berk'in eline su dökemeyiz. Eskiden Nezihe teyzenin kedilerine de pek ilgili davranırdı. Sokak kedisi demez besler, iğrenmeden kucaklayıp severdi. Şimdi pek ilgi göstermiyor, acaba neden?" Bunu ince mesajı çoktan almıştı. Berk bozulsa da neşesiz görünmemek için bol miktarda gülümsüyordu. Ortamdaki soğuk rüzgarlar Orkun'un kurtlar vadisi dizisinin gerilim müziğini ağzıyla mırıldanmasına sebep oldu. Bence az bile söylemiştim. Başkalarını aşağılayan insanları sevmiyordum.

 

Neyse ki aynı masada fazla oturmamıştık. Arkadaşlarımla sahneye çıktığımda heyecandan bayılacaktım. Orkun'un işaretiyle bizi merakla bekleyen seyirciye döndük ve çakal çökerten zeybeğini o ışıkların altında mutlulukla içinde oynadık. İnsanlar gösterimize bayılmıştı. Aynı anda muhteşem bir uyumla oyunumuzu sergilemiş, tüm gözleri kendimize hayran bırakmıştık. Ben pek dans tarzı işlerin adamı değildim. Sosyal olmadığımdan bu tarz şeyleri pek kıvıramazdım. Şimdi Kadir Bey beni böyle eğlenirken görse kim bilir ne yapardı? Bacaklarımda bu dans maharetini bulacağımı Orkun'la tanışmadan önce düşünmezdim. Bizi tüm şebekliğini bir kenara bırakarak bugüne sabırla hazırlamış ve ömür takvimime unutulmaz bir anı bırakmıştı. Hep birlikte uyumlu bir şekilde izleyicileri selamlayıp yeniden masama yöneldim.

 

Masada koyu bir sohbet her zaman olduğu gibi yine yer bulmuştu. Herkes şen kahkahalar atarken Banu'nun varlığı tüm şevkimi soldurmuş, işkence çeken zavallı bir bedevi gibi suratsızca oturmama sebep olmuştu. O masada tek suskun kalan değildim. Revan'ın dili benim ise yüreğim hasarlıydı. Sakladıklarımın verdiği utançla onları gördüğüm her an yüzleşiyordum. Romantik bir müzik ortamın ambiyansını değiştirip çiftleri hareketlendirdi. Berk Banu'yu dansa kaldırmak istemiş ve basit bir kaş hareketiyle hevesini kursağına tıkamak zorunda kalmıştı. Banu gereken cevabı aldığından mıdır bilinmez, bozulan suratını toplamayı uzun süre başaramamıştı. Baloya gelenlerin çoğu çiftti ve pist onların romantik dansıyla hareketlenmişti. Bakışlarım Revan'da kaçamak şekilde dolaştı. O da benden kendisini dansa kaldırmamı bekliyor olabilir miydi? Off! Ben böyle şeyleri kıvırabilen biri değildim ki. Aramızda bir şey olmadığı halde ona bu kadar yakın davranmam ne derece doğruydu?

 

"Kalk ula ayağa! Kızı getirdun bi dansa kalduruver!"

 

"Ağzını öpeyim Ziya Başkan." Ziya kusacakmış gibi öğürdüğünde Revan'la önümüze bakarak kıkırdadık. Orkun yine boma etkisi yaratmadan duracak gibi görünmüyordu. "Revan'ı gelin kaynana programındaki sinsi teyzeler gibi baş köşeye oturttun. Kız sıkıntıdan neredeyse renk değiştirecek. Kalk da biraz havanız değişsin." Şu saatten sonra bu emrivaki karşısında reddetme söz konusu bile olamazdı. Berk'in hüzünlü bakışları arasında Revan'ın önünde dizlerimi kırıp "Bu dansı bana lütfeder misiniz hanımefendi?" diye sordum. Mahcup bir şekilde başını onaylar gibi salladı ve elimi tutup benimle birlikte piste geldi.

 

Hafif ritimde sade bir dans bu müziğe yetmişti. Gözlerine bakamıyordum. Bu ilk dans deneyimim olduğu için biraz gergin ve heyecanlıydım. Bakışlarımı kaçırdığımda bize bakarak kadehleri sonuna kadar dipleyen Banu'yu görüyordum ve dans hevesim saman alevi gibi yanıp sönüyordu. "Kusura bakma! Sanırım biraz emrivaki oldu. Bizim çocuklar iyi hoştur ama böyle şeylere karışmamaları gerektiğini pek düşünemezler." Eliyle bir işaret yaptı. Sanırım bu "Sorun değil!" demek oluyordu. "Ben pek böyle ortamlarda kendimi rahat hissedemem. Peki sen? Sever misin balo tarzı toplantıları?" İki gözünü birden gülümseyerek kırptı. Onu bir kez elinden tutup zarifçe döndürdüm.

 

"Daha önce bir yerlerde dans etmiş miydin?" Gözleri dudaklarımdan ayrılır ayrılmaz iki kez kırpıldı. Buradaki insanlar benim ilk kez deneyimlediğim her şeyi bir yaşam tarzı haline getirmişti. Sanırım mağarada yaşayan bir tek ben vardım. Biz konuşurken bakışlarımız sesli bir şekilde Ziya'yı dansa kaldıran Orkun'da oyalandı. "Hadi aşkım. Biricik Zekiyenur'um. Daha fazla naz yapma ve bu dansı bana lutfet!" Sanırım Orkun dans edecek kız bulamamış ve Ziya'ya sarmıştı. "Ula uşak, kafayu mu yedun sen? Delikanluya yakışur mu öyle iş? Millet bakayu da!" Orkun, "Baksınlar karıcığım! Kimse ilk kez aşık bir çift görmüyor ne de olsa!" Biri Orkun'a o şaka meselesinin kapandığını söylemeliydi artık. Hergele uzattıkça uzatmış, her seferinde de Ziya'yı çileden çıkarmayı başarmıştı.

 

"Ula dur! Hamsi kafalu dur da!"

 

"Dans et bebeğim dans et!" Orkun neşeyle Ziya'yı defalarca döndürdüğünde Revan'la birlikte kahkahalarla güldük. Ortamda gülmeyen tek kişi Berk ve Banu'ydu. Keşke Berk kendisi için daha doğru olabilecek birini sevmiş olsaydı. Orkun, "Olala olala!" diye bağırdıkça neredeyse dansı unutacak kadar kahkahalara boğulmuştuk. Kaan, elindeki cep telefonuyla ikisinin dans ederken ki halinin fotoğrafını çekmişti. Bu durum Ziya'yı iyiden iyiye çıldırtmıştı. "Ula ne edeysun uşak? Sil oni! Sil oni da!" Kaan gülümseyerek, "Asude Hanım bu fotoğrafı görünce kıskançlıktan çatlayacak. Ha ha!" diye karşılık verdi. Ziya'nın morarışını görünce gülmekten daha da kızarmıştık. Revan sessiz sinema oyuncusu gibi sadece mimiklerini kullansa da ben onu yerine de ses çıkararak gülüyordum. Gerçekten nefis bir geceydi. Sanırım arada yoğunluğu bırakıp özel hayatıma zaman ayırmam iyi olacaktı. Ziya telefon kapmak için pistten ve Orkun'dan kurtulmaya çalışıyor, biz de onları izleyerek yarım yamalak dans ediyorduk. Onlar çocuklar gibi kovalamaç oynarken yanımıza yanaşan Berk ve Banu'yu gördüm ve görmemle birlikte tüm keyfim alaşağı edildi.

 

Muhtemelen Banu beni rahatsız etmek için Berk'in kendisiyle dans etmesine izin vermişti. Hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. Revan'ı pistten düşürmek için yakınımızda dönmeye çalıştığında zavallı kızın kendime doğru çekip Banu'nun şerrinden kurtardım. Banu bu hamlemle birlikte kendi kazdığı kuyuya düşmüş ve garsonla çarpışarak içecek dolu tepsiyi üzerine boca ettirmişti. "Lanet olsun!" dedi beni kindar kindar süzerken. Revan bana minnetle bakmış ve saniyeler sonra bakışlarını kaçırmıştı. Berk cebindeki peçeteyle Banu'yu temizlemeye çalışırken kör olan gözlerini açması için Allah'a yalvardım. Revan'la birlikte kıkırdayarak yerimize oturduk. Dakikalar sonra Banu da üzerindeki lekelerden kısmen kurtulup soluğu hemen yanımda almıştı. Müzik bitince bir süre daha arkadaş sohbetleri eğlenceli bir şekilde devam etti. Revan'ın sessizliği Banu'yu saymazsak kimsenin sorunu olmamıştı.

 

Sıkıntıdan ecel terleri döken Orkun sonunda masanın altından çıkardığı gitarını alarak kendini sahneye attı. "Muhteşem gösterimi izleyin şapşikler. Size kral nasıl olunurmuş göstereceğim." Bize yaptığı sürprizler bu gidişle hiç bitmeyecekti. Işıkların altında gitarını aldı ve muhteşem bir ruck müziğini ses tellerinde kucakladı. Müzik herkesin hoşuna gitmişti. İnsanlar "Süpersin, Muhteşem!" diye bağırıp dans ettikçe genç dostum galeyana geliyor ve enstrümana yavuklusu gibi sarılıp çılgın yüz hatlarını acayip şekillere sokuyordu. "Aslansın Orkun! Böyle devam et!" diyen Berk'e tuhaf gözlerle baktım. Benim etrafımda çılgın olmayan birileri var mıydı acaba?

 

Orkun deli gibi kafasını sallayıp dişlerini sıktıktan sonra kendini un çuvalı gibi dizüstü yere fırlattı. Bunu yaparken de zerre taviz vermeden gitarını bağırtmaya devam ediyordu. Konser birkaç dakika içinde bitmiş ve Orkun çığlıklar içindeki kalabalığı kontes gibi eğilip selamlamıştı. O eğlenip seyircilerine öpücükler gönderirken bir elin bacağımı sıktığını hissetim. Bakışlarım Banu'yu bulduğunda yine çirkin davranışlarına başladığını anlamıştım. Bu aşağılık hareketlerine daha ne kadar devam edecekti?

 

Tırnaklarını kırmızı ojeli ellerine geçirip canını acıtacak o karşılığı verdim ve kendimi hiçbir şey söylemeden lavaboya attım. Yüzüme su çarpmak saçlarımı dağıtsa da bana oldukça iyi gelmişti. Bu saçmalıklara daha ne kadar dayanacağımı bilmiyordum. Dışarı çıktığımda tam karşımdaydı. Onu umursamadan arkamı dönüp gitmeye yeltendim. Kolumdan tutup önüme geçti. Üzerinde derin, siyah, sırt dekolteli bir elbisesi cüretkar davranışları karşısında öfkemi harlamaktan başka bir işe yaramıyordu.

 

"Sen de beni seviyorsun!"

 

"Ne!!" Elbisesinin eteğini savurarak yanıma geldi. "Beni seviyorsun Mervan. Onunla olmamdan rahatsız olduğunu fark etmediğimi mi sanıyorsun?" Dudaklarım aşağılayıcı bir tebessümle onu çirkef kuyularına batırıp batırıp çıkardı. "Sen bir aptalsın. Ben sadece sana acıyorum. Böyle aşağılık hareketlerde bulunarak kadınlığa duyduğum saygıyı alaşağı ediyorsun."

 

Yanıma yaklaşıp "Yalan!" dedi. Ne olduğunu bile anlayamadan dudaklarıma yapıştı. Hayretler içinde kalmıştım. Bu kadarına nasıl cüret edebilirdi? Kızıl saçlarını tepeden bir topuz yapmıştı. Saçlarını kavrayıp kendimi ondan kurtardım ve sert bir şekilde duvara yapıştırdım. O an elimden bir kaza çıkabilirdi. Belki de ilk defa bir kadına korkunç bir şiddet uygulayabilirdim. Yapmadım. Kendime duyduğum saygıyı kaybetmemek için daha ileri gitmemeliydim.

 

"Sen bir pisliksin!" deyip arkamı döndüm. Karşımda gördüğüm yüzle neye uğradığımı şaşırmıştım. Revan tüm olan biteni görmüştü. Ne düşündüğünü dahi bilmeden yanına gittim. Kendisine doğru geldiğimi görüp hızla uzaklaştı. Masalara doğru gitmeden onu kolundan yakalayabilmiştim. Gözlerinin nemli olduğunu görebiliyordum. Gözyaşlarının sebebi olmadığımı umut ediyordum.

 

"Dur Revan sandığın gibi değil." Durduğunda onu bir ağacın altına doğru çekip durumu anlamaya çalıştım. "Benim onunla bir ilişkim yok. O... O çok kötü biri." Başını evet anlamında salladı. "Ben kötü bir şey yapmadım. Onu tanıdığımda Berk'in eski sevgilisi olduğunu bile bilmiyordum. Onu reddettim ama peşimi bırakmadı. Şimdi de Berk ile görüşerek yakınımda durmaya ve beni rahatsız etmeye çalışıyor." İşaret diliyle bazı hareketler yaptı. Başımı anlamadığımı hissettirerek salladım. Smokinimin ön cebindeki kalemi alıp avucuma "Ona gerçekleri anlat!" dedi. Başımı acıyla salladım.

 

"Yapamam. Çok seviyor. Bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmaz." Kalem yeniden avucumun içinde gıdıklayıcı izler bıraktı. "Asıl geç kaldığında seni affetmeyecek. Sustukların konuştuklarından daha çok acıtacak." Haklıydı. Göz göre göre onu kandırmasına, gururuyla oynamasına izin veriyordum. Şimdi her şey eskisinden de zordu. Koskoca 3 yıl varlığına susmuş ve yaptıklarına müdahale etmemiştim. Artık dönüş imkânsız gibiydi.

 

"Neredesiniz oğlum ya! Sabahtan beri sizi arıyoruz." Revan'a uyarı bakışı atıp Orkun'a gülümsemeye çalıştım. "Revan kendini pek iyi hissetmiyormuş. Gitmeyi düşünüyoruz." Gitme lafı Orkun'un da modunu düşürmüştü. "Ya! Bu kadar çabuk mu? İyi madem." Daha fazla konuşmayıp diğerlerinin yanına gittik. Orada Banu'yu görmediğime çok sevinmiştim. Berk muhtemelen onu evine bırakmak için önden gitmişti. Daha fazla yüz yüze gelmemek en iyisiydi. Dönüş çok daha sakin geçmişti. Bizimkiler eve girdiğinde Revan'a gece için teşekkür ettim.

 

İşaret diliyle yaptığı hareketle sanırım o da bana teşekkür etmişti. Tek sorun gidişimizdeki o mutluluğun şu an yüreğimizi terk etmiş olmasıydı. Buruk bir tebessümle arkasını dönüp eve yöneldi. Ne yazık ki açılan kapının ardında bizi mutlu eden bir yüz göremeyecektik. Revan'ın iri iri açılan gözleri bizi iyi bir vedanın beklemediğini haber veriyordu.

 

Abisi Duran elini hızla onun suratına indirdi. Karşımda yaptığı hareket zıpkın gibi yerimden fırlamama sebep oldu. İkinci tokada hazırlanırken elini tuttum. "Bunu bir daha sakın yapma!" Gözlerindeki tehdit hiç olmadığı kadar gerçekti. "Ulan it! Sen benim kardeşimi ne sanıyorsun?" Yanındaki iki arkadaşı bana doğru tehlikeli adımlar attığında Duran'ı korkunç bir kafa darbesiyle yere yığdım. Arkadaşlarının gözleri önünde un çuvalı gibi devrilmişti. Kanayan burnunu avuçladı. "O senin kölen değil. Ben yanlış bir şey yapmadım."

 

Arkadaşlarım etrafımı sardığında Duran ayaklanıp bana tehdit yüklü bakışlar attı. Yumruklarını sıkıyor bu hareketiyle kemiklerimi kıracağının tehdidini çıtırdattığı parmak boğumlarıyla fark ettiriyordu. Gözlerimi korkusuzca ona mıhladım. "Bir daha sakın!" diye tısladı. Revan hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. Onu teselli etmek istediğimde arkasını dönüp hızla eve girdi. Geceyi bir kez daha mahvetmiştim.

 

***

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

A

Loading...
0%