Yeni Üyelik
11.
Bölüm

11. Bölüm:ücretli Sevmeler

@syildiz_koc


Medya : Suskun Geveze


Yürekli bir kadının başı, yüreksiz bir erkeğin omzuna ağır gelir!


                                                                                                                              NAZIM   HİKMET 


Yaralarım her geçen gün biraz daha iyileşiyordu. Çok yorgundum. Adını koyamadığım bir tükenmişlik vardı ruhumda. Mehmet... Neredesin? Sensizlik yeterince içimi kanatırken; şimdi bir de tek taraflı cephelerde korkunç düşmanlarla savaşıyorum. Kaçsam kaçamıyorum. Çözsem çözemiyorum! Yüreğim düğüm düğüm oldu; bu kaçıncı çözülüş sensizliğe. Kapana kısıldım.


Yemeden, içmeden kesilmiştim. Nerdeyse tüm vaktimi uyuyarak geçiriyordum. Sanki tüm hayat enerjim bitip tükenmişti. Biraz olsun sıkıntımı unutma arzusuyla mutfağa gittim. Annem yemek hazırlamaya dalmış, geldiğimi fark etmemişti. Mutsuz, sıkıntılı hâli günlerdir yüzünden okunuyordu. Konuşmuyorduk. İkimiz de konuşacak bir şeyin kalmadığını kabullenmiştik. Ben kızıydım, abim ise oğlu. Bir gözünden vazgeç deseler hangisinden vazgeçerdi? İkisi de ayrı ayrı canına değerken, hangisini kurban edebilirdi insan? Ne bana kıyabiliyordu ne de abimin bahar dalları gibi tazecik olan ömrüne. İki gözünden de vazgeçemiyordu işte! Elinde olsa kendinden vazgeçerdi bilirdim; ama o da yetmiyordu. Çaresizdi benim gibi; söyleyeceği sözler de çırpınışları da manasız kalacaktı bu depremde.


Kapı çalmaya başladığında korkulu gözlerle anneme baktım. Elini güven veren bakışları eşliğinde omzuma attı. Bu saatte babam gelmezdi. Dışardaki adamlar başkalarının ziyaretine de asla müsaade etmezdi. Annem tedirgin bir halde kapıyı açtı. İçerden gelen keskin bir sesle irkildim. "Yine mi sen?" Gelenin Mervan olduğunu anlamıştım. Annem ondan başka kimseye böyle bağırmazdı. Kavgalı olduğu biri de gelse kapısını ardına kadar açar, ikramsız bir yere göndermezdi. Mutfak kapısına dayanıp, kapının önündeki kaçamak hâline nefretle baktım. Beni gördüğünde yüzü belli belirsiz aydınlandı. Annemi umursamadan arsızca içeri girdi. Oldukça bitik bir hâlim vardı. Günlerdir ölmeyecek kadar yemek yemiş, olanları unutmak için deli gibi uyumuştum.


Açtım; fakat açlığımı giderecek en ufak bir harekette bulunmak bile içimden gelmiyordu. Ağzıma götürdüğüm her lokma bende mide bulantılarına sebep oluyordu. Böyle üzülürdüm ben. Hasta olarak, tükenerek yaşardım acımı. Zihnim beynimle kavga ederken, bedenim de tüm gıdalara küserdi. Mide bulantısı ve baş dönmeleri başlardı önce ve yataklık olurdum. Ne acı ki kendimi tüketmeden üzülmeyi bile beceremiyordum. Aile bireyleri de alışkındı benim hayal kırıklıklarıyla yoğrulmuş hastalanmalarıma. Elimden başka bir şey gelmezken, kim bana ne yapabilirdi ki?


Duyarsız bir şekilde kapının girişine yaslanmış, ayakta öylece dikiliyordum. Yanıma kadar gelip gözlerimin derinliklerine dipsiz bir kuyuya bakar gibi içten bir serzenişle baktı. Yarım ağız bir tebessüm edip, "Bir hoş geldin yok mu Nazar?" dedi. İlgisizce ona sırtımı döndüm. Uzun süre aç kalmam halsizleşmeme ve bedensel olarak güçsüz düşmeme sebep olmuştu. "Çok zayıflamışsın!" dedi dalga geçer gibi.


Ona öyle öfkeliydim ki, her an kafasına bir şeyler fırlatıp öfke patlaması yaşayabilirdim. Israrla bir karşılık alabilmek için yüzüme bakıyordu; bense bir cevap vermemekte oldukça kararlıydım. Konuşmayı kızıştırmaya hiç niyetim yoktu. "Kendine daha iyi bakmalısın! Hastalanmanı istemiyorum. Çok yorgun ve solgun görünüyorsun!" Cevapsızlığımdan rahatsız olmamış gibi davranarak yanıma biraz daha yaklaştı.


Beni düşünüyormuş gibi davranması fena halde canımı sıkıyordu. Yüzümü ondan çevirmiş sanki yanımda yokmuş gibi mağrur mağrur susuyordum. Eliyle saçlarımı arkaya bırakıp, "Yüzün neredeyse tamamen iyileşmiş, hâlâ ağrıların oluyor mu?" diye sordu. Saçlarımda dolaşan ellerini bıkkın bir ifadeyle ittim. Sorduğu sorulara cevap vermeyerek onu suskunluğumda boğuyordum.


Karşısında tıpkı bir ceset gibi öylece hareketsiz durup onu görmezden gelmeye devam ettim. Nefes alıp vermesinden bu durumdan ne kadar sıkıldığını anlayabiliyordum; fakat duyguları umurumda bile değildi. Yavaş adımlarla odaya geçtim ve kendimi usulca koltuğa bıraktım. "Neden yapıyorsun bunu?" Sonunda konuşmaya karar vermemden hoşlanmıştı. "Ne yapıyorum?" Olanları bilmiyormuş gibi safa yatması sinirlerimi bozuyordu. "Seni istemediğimi bildiğin halde benimle evlenmek için ısrar ediyorsun!"


Yüzümü ona döndüm. Yüzleşmekten kaçmasına izin vermeyecektim. Bana vermesi gereken iyi bir hesabı olmalıydı. Sanki hiçbir şey onun isteğiyle olmamış gibi karşımda mağdur rollerini oynuyordu. "Bunun suçu bana ait değil. Abin, sözlü olan kardeşimi kaçırmasaydı, tüm bunlar olmazdı." Alaycı bir gülüşle karşılık vermekte gecikmedim. "İki yetişkin insan gibi kararlarını verdiler. Bunda ne kötülük var? Bu yaşananları fırsata çevirip amacına ulaşmak istiyorsun!" Kaşını kaldırıp imalı imalı yüzüme baktı. "Öyle mi? Neyi amaçlıyormuşum ben?"


Olanları bilmezden gelerek, beni sorularıyla oyalıyordu. "En başından beri beni elde etmeye çalışıyorsun." Mervan, iyice küstahlığı eline almıştı. "Beni tanıman güzel! Ne yazık ki abinin hatasının bedelini sen ödeyeceksin!" Bu umursamaz hâlleri beni delirtiyordu. Karşımda hiçbir erkek bu kadar cüretkâr olamamıştı ve o resmen sabrımın sınırlarını zorluyordu.


"Bırak beni! Benden sana hayır gelmez!" Sesimin zayıf çıkmasını engellemiştim. Onun insafında olduğumun farkında olmama rağmen otoriter tavrımdan ödün veremezdim.


"Hımm! Öyle mi?"


"Benimle mutlu olamayacaksın!"


"Buna ben karar veririm."


Onu vazgeçmesi konusunda ikna etmek zorundaydım. "Seni sevmiyorum! Bizim bir geleceğimiz olamaz." Belirgin bir şekilde nefes alıp vermeye başladı. Bu konuşmadan hoşlanmadığı her hâlinden anlaşılıyordu. "Babanla bir anlaşma yaptık; abine karşılık sen!" Bu saçma anlaşma umurumda bile değildi. Vazgeçmesini istiyordum. Hayatıma dair planlarım vardı ve onları kaldığım yerden devam ettirmek en büyük hakkımdı.


"Okumak istiyorum. Bir geleceğim olmasına engel olamazsın!" Dudaklarını, yapmacık bir hüzünle burkarak yüzüme baktı. "Artık çok geç! Birazdan nikahımız kıyılacak ve sen benim karım olacaksın!" Nikah lafının geçmesi bile boğazımın düğümlenmesine sebep olmuştu. İmam nikahı... Soyadım değişmeyecekti, hiçbir resmî kayıtta evli olduğumuz bilinmeyecekti ve ben onunla bir evliliği yürütecektim. Hiç kimsenin kabul etmediği tuhaf bir evliliği...


Mehmet'i severken onu kocam olarak nasıl kabul ederdim? İkna etmeliydim. Bu hayatıma dair tek şansımdı. "Bir sözünle tüm bu saçmalığı durdurabileceğini ikimiz de biliyoruz." Otoritesi tartışmasızdı. İstese abimi affedip, Zeynep'le evlendirirdi ve Kadir Bey'i bu konuda ikna etmesi de hiç zor olmazdı. Mervan, hayatımdaki bu kördüğümü çözebilecek tek kişiydi.


Derin bir iç çekti. Gözleri acıyan gözlerle üzerimde gezindi. Söyleyeceği sözlerin içimdeki tüm umut kırıntılarını yok edeceğini bile bile, "Bunu yapmayacağım." diye fısıldadı. Yalvarır gibi baktım gözlerine. Oysa ben asla hiçbir şey için kimseye yalvarmazdım. Sesimin zayıf çıktığını gören olmazdı hayatımda. "Bir hırs yüzünden ikimizin de hayatını mahvedeceksin! Senin zaten bir ailen var; karını ve çocuklarını hiç düşünmüyor musun?" Söyleyeceklerimi önceden çalışmış gibi her sözüme hazırlıklıydı.


"Herkes bu duruma alışacak. Zamanla beni seveceksin! Her şey çok daha iyi olacak; bunu biliyorum." Ayağa kalkıp nefret dolu bakışlarımı küstah yüzünde gezdirdim. "Bu söylediğine kendin de inanmıyorsun. Beni o eve eşin olarak değil; karından arta kalan zamanları değerlendirmek için bir oyuncak olarak alıyorsun. Bu hayata tahammül etmemi nasıl beklersin? İçimde uyanan kin ve nefreti neden görmüyorsun?"


Sesimin gür çıkmasına engel olamıyordum. Oysa o içeri girdiğinde kendime sakin olacağıma dair söz vermiştim. Sakin olup bu saçma oyunu bir an önce bitirecektim. Sözleri ve davranışlarıyla beni çıldırtmak için her şeyi yapıyordu ve o böyle kaşınırken sabırlı davranmam pek mümkün değildi. Ayağa kalkıp yanıma geldi. Rahat tavırlarından bu karı koca oyununa kapıldığını anlıyordum. Otoriter bir tavırla işaret parmağını omzumda gezdirdi. Hırsla itip onu kendimden uzaklaştırdım. "Dokunma bana!"


Sakinliğini korumaya çalışarak, "Biraz sabırlı olmalısın. Zor bir dönemden geçiyoruz. Biraz sıkıntı yaşaman normal, kendini yıpratmaktan vazgeç!" Düşünceli, yapmacık hâlleri iyiden iyiye sinirlerimi bozuyordu. Şimdi de psikolojimle dalga geçerek iyi polis, kötü polis numarasını uyguluyordu üzerimde. "Yeter!" diye bağırdım. "Beni düşünüyormuş gibi yapmaktan vazgeç. Bu yalanlara karnım tok. Senden tek isteğim bu oyunu bırakman. Babamla yaptığın anlaşma umurumda bile değil, hayatımın altüst olmasını istemiyorum." Dudaklarını esefle birbirine bastırdı.


Rolünü öyle güzel oynuyordu ki nerdeyse bu hâlimden üzüntü duyduğunu, olayların bu şekilde gelişmesinden rahatsız olduğunu düşünecektim. O üzülmeyi, acımayı bilemeyecek kadar kibirli ve merhametsiz bir adamdı. Eğer iyi bir kalbi olsaydı asla bana ve aileme bunları yaşatmazdı.


"Ne istiyorsun!" dedim yumruğumu duvara indirirken. "Eğer istediğin paraysa tüm ömrüm boyunca çalışır Zeynep'e karşılık istediğin parayı veririm. Bunu yapmaktan asla gocunmam. Ben..." Sözlerimi tamamlamama asla izin vermeyecekti. "Paranın umurumda olmadığını çok iyi biliyorsun. Zaten trilyonlarcasına sahibim, daha fazlasına ihtiyacım yok!" Acıklı bir şekilde gülümsedim. "Madem paraya fazlasıyla sahipsin; kendine paranı ve seni isteyecek başka bir kız bulabilecekken neden benimle uğraşıyorsun?" Sustu. Sözlerimin haklılığını o da biliyordu. Benimle uğraşması yersizdi.


"Keşke!" dedi merhamet umar gibi. "Keşke bazı şeylerin kararını tek başımıza verebilsek değil mi? Ama olmuyor işte! Bazen istesek de istemesek de başkalarının bizim için çizdiği yollara giriyoruz. Ben alıştım, sen de alışırsın!" Söylediklerini anlamıyordum; ne demekti bu şimdi? Susmuştum! Artık ona söyleyeceğim tek bir kelimem dahi kalmamıştı.


Biz sessiz sessiz olacakları beklerken babam sakin bir şekilde içeri girdi. Mervan'ı görünce şeytan görmüş gibi olmuştu. O da bu durumu fark etmiş olacak ki dalga geçerek, "Ooooo, muhterem kayınpederim de gelmiş" diye küstah bir şekilde güldü. Onu böyle ürkek bir fare gibi görünce imalı bir bakış atmaktan kendimi alamadım. Mervan, babamın oğlu yaşındaydı; ama yine de deli gibi korkuyordu bu genç adamdan. Korku belası yüzünden, "Amuda kalk!" dese hiç düşünmeden yapardı herhalde.


Biraz sonra bu tuhaf gösteriye imam efendi de katılmıştı. Arabadan kararsız adımlarla inen Zeynep'i görünce şaşkınlığımı gizleyemedim. Karşı karşıya geldiğimizde kırgın bir şekilde bakışlarını kaçırdı. Babam yumuşak bir ses tonuyla bize dönüp, "Odaya geçin!" dedi. Zeynep'le birlikte odaya geçtik. Zeynep'in ne yüzüme bakacak yüzü ne de bana söyleyecek tek bir sözü vardı. Utanıyordu; hem de çok! "Affet bizi!" diye sayıkladı gözlerinden akan sırılsıklam yaşlara aldırmadan. İmalı bir şekilde güldüm. "Benden özür mü diliyorsun?"


"Özür diliyorum, af diliyorum, yalvarıyorum! Sadece kaçıp gidecektik; kimseye zarar vermek niyetinde değildik!" Ona dönüp dalga geçer gibi cevap verdim. "Evet haklısın! Sen çok normal bir ailen olduğunu sanıyordun değil mi? Peşinize düşüp, sizden hesap sormayacaklardı; sizler de mutlu mutlu yaşayacaktınız!"


"Özür dilerim!" Sesi fısıltı olmaktan öteye gidemeyecekti. "Özür dileme!" diye bağırdım. Sesimin içeriye gitmesini istemiyordum. Biraz daha sakin olmaya çalışarak devam ettim. "Özür niye dilenir? Birinin ayağına bastığında özür dilersin; birinin eşyasını izinsiz aldığında özür dilersin! Sen benim ayağıma basmadın ki! Sen benim tüm hayallerimi çamurlu ayaklarınla ezip toza kire buladın. Sen benden basit bir eşyayı izinsiz almadın; tüm hayatımı, kalbimi söküp beni yaralı, paramparça bıraktın. Sen neyin özrünü diliyorsun? Bu cinayetin bedelini bir özür kapatır mı sanıyorsun?"


Susmuştu. Konuşmaması en doğrusuydu belki de. Yüreğime atılan binlerce kesiğin acısını Zeynep'ten çıkarmak istemiyordum. Biliyordum; tüm bunların olacağını onlar da tahmin etmemişti. En büyük bedeli benim ödeyeceğimi de... Canım yanıyordu ve yüreğimdeki tüm öfkeyi bir şekilde boşaltmalıydım. Ben düşünceler içinde boğulurken babam benim yerime Mervan'a "Evet!" diyordu. Bense içerde sevgili vekil babamla, psikopat kocamın nikâhını dinliyordum.


Hayat ne garipti. Hayatım birkaç günde yontulmuş bir kaya gibi uçurumun kenarına yuvarlandı gitti ve ben yitiğimi çaresizce uzaktan izlemek zorunda kaldım. Mehmet'e dair kurduğum o güzel hayaller o kadar uzaktı ki şimdi. Üniversite adı bile hülyalı bir muamma gibi gelmeye başlamıştı. Bir şeyler yapmalıydım. Bu mağlubiyeti kabul edemezdim.


İçerdeki tören bitince Mervan ve babam usul usul dışarı çıktı. Oturmaları beklediğimden uzun sürmüştü. Ben tüm bunları yaparken yerlerinden bile kımıldamamışlardı. Adım seslerini duyunca yüreğimin deli gibi çarpmasına engel olamıyordum. Ayşe, masum bir tavırla içeri gelip, "Zeynep ablayı çağırıyorlar. Abisi götürecekmiş!" dedi. Küskün bakışlarım son kez onun üzerinde gezindi. Her şeye rağmen mutlu görünmüyordu. Ona kızamıyordum. Aynı çaresiz durumu yaşıyordum ve Mehmet'ten medet ummaktan başka çarem de yoktu. Sevdiğinden yardım istedi diye onu suçlayamazdım. Kim olsa onun yaptığını yapardı. Birini severken bir başka adamın karısı olmak hiçbir kızın kabul edebileceği bir şey değildi.


Zeynep, bana son kez hüzünle bakıp dışarı çıktı. Neler olup bittiğini görmek için odadan çıktım. O, araca doğru yürürken Mervan'la son kez göz göze geldik. Annem onun bu bakışlarından rahatsız olduğunu belli eder tarzda kıpırdandı. Kolumdan tutup, beni arkasına aldı. Her şey olup bitmişti, nikah kıyılmıştı. Annem beni ancak düğüne kadar ondan bir nebze de olsa koruyabilirdi. Düğünden sonra kimsenin bu birlikteliği engelleyecek gücü ve iradesi kalmayacaktı. Onunla Diyarbakır'a modern bir zindan hüviyetindeki cenazeler evine gidecektim. Mervan'ın karısı olmak... En büyük fedakârlığımın en büyük pişmanlığım olacağı o kadar açıktı ki bunun aksini tahmin etmek imkânsız gibi görünüyordu.


Babama baktığımda oldukça gergin ve merak içinde olduğunu sezebiliyordum. Mervan'a bir şeyler umar gibi baktı. Bir tuhaflık olduğunu sezmiştim. İçimden bir ses onları yalnız bırakmamam gerektiğini söylüyordu. Mervan'ın gözlerindeki suçlu ifade içimi huzursuz etmişti ve ben duygularıma ve sezgilerime çok güvenirdim. Bu ikisi benim razı olmayacağım bir işler çeviriyor olmalıydı. Kapıdan çıktıklarında onların ardından gitmek istedim. Annem kolumu çekiştirip gözleriyle kalmamı istediğini belli eden bir işaret yaptı. Onu dinlemeyecektim. Kolumu ellerinden kurtarıp, peşlerinden kapıya doğru yürümeye başladım.


Hâlâ birliktelerdi ve benim kendilerini takip ettiğimin farkında bile değillerdi. O an beni hayatımın utancına boğacak olan o sevimsiz manzarayı göreceğimi, o karanlık konuşmaları dinleyeceğimi hiç ummazdım. İç kapıdan çıkıp dış kapıya yöneldiklerinde çitin arkasına gizlendim. Siyah giyimli genç bir delikanlı elindeki bir çantayla yanlarına geldi. İkisinin de gözleri çantayı manidar manidar yoklarken, yüreğimi öfkenin kıskacından kurtaramıyordum.


Mervan, çantayı aldı. Bakışlarını babamın üzerinde gezdirip kapağı açtı ve bir çırpıda çantayı ona doğru uzattı. Hava kararmıştı ve sokak ışıklarının loşluğunda çantanın içini görmem oldukça güçleşiyordu. "Anlaştığımız gibi... 1 trilyon..." Mervan'ın bu sözü kalbime binlerce kırbacın inmesi kadar acı vericiydi. Ne demek oluyordu tüm bunlar? Bu neyin ücretiydi? Babam iğreti bir tebessümle ona karşılık verdi. "O deli kızı ikna etmek hiç kolay olmadı. Keçi gibi inatçı... Er ya da geç otoriteme boyun eğecekti."


Artık nefes bile alamıyordum. Demek tüm o ağlamalar, yalvarmalar bir oyundu. Her şey beni nikaha razı etmek için yapılmıştı. Daha da acısı para için... Birkaç deste banknot için aldatılmıştım. Hayatında bir kez olsun babam olduğunu hissettirmişti, bana önem verdiğini söylemişti. Ne acı... Ne benim ne de gururunun şu kâğıt parçaları kadar değeri yokmuş. Satmış beni! Bir çanta dolu paraya hiç acımadan değişmiş.


Mervan, iğrenir tarzdaki bakışlarını babamın üzerinde gezdirirken, "Nazar'ın bu değiş tokuştan haberi olmayacak! Bu ikimizin arasında... Bizim hesaplaşmamız..." dedi. Ellerimle ağzımı kapattım. Atmamak için boğduğum tüm çığlıklar beynime baskı yapıyor, yüreğime söndürülen sigara izmaritleri gibi amansızca canımı yakıyordu. Saklanmaktan vazgeçip 2 metre yakınımda duran düşmanlarımın karşısına geçtim. Nemli gözlerimi ve öfkeden kıpkırmızı olmuş yüzümü fark etmişlerdi. Onlara doğru attığım her adım, yüzlerinde belli belirsiz bir kayba sebep oluyordu. Neyin kaybıydı bu ben de bilmiyordum. Neyi kaybetmişlerdi? Vicdanı mı, merhameti mi; yoksa hiç sahip olamadıkları haysiyeti mi?


Babam, kızaran yüzünü küstah haykırışıyla gizlemeye çalıştı. "Sana evden çıkmayacaksın demedin mi? Hemen terk et burayı!" Gözlerimin hiç olmadığı kadar donuk bakması ve dişlerimin tüm kinini birbirine baskı yaparak kusması umurlarında bile değildi. "Beni sattın mı?" Babam, ne diyeceğini şaşırmıştı. İlk defa hesap soruyordum ve ilk defa karşımda durumu nasıl izah edeceğini bilemiyordu. "Sattın mı beni? Söyle! Bu adama gözünü kırpmadan nasıl peşkeş çektiğini anlat! Anlat hadi!"


Mervan, suskundu. Olanları öğrenmemden ne kadar rahatsız olduğunu tahmin edebiliyordum. Satın alınmak benim için utanç vericiydi, bir kadını parasıyla satın almak da onun için yıkıcı olmalıydı. Bir erkek olarak reddedilmekten çok daha onur kırıcı bir şeydi bu. Babam, sözlerimden çok büyük bir mahcubiyet duymuştu ve utancını bana bağırarak bastırmaya çalışıyordu.


"Sana git dedim! Bu konuşmaların yeri burası değil!" Ne bağırmalarından korkuyordum ne de beni dövmesinden.


Bileğimden kavrayıp, eve doğru sürüklemek istedi. Elimi ondan var gücümle çekerek kurtardım. Canımın ne kadar acıdığı, kanayan kalbimin yanında bir hiç gibiydi. Nefretimi ve kinimi kusmak istiyordum. İçimdeki tüm zehri akıtmak ve vicdanımın ateşinde ikisini de yakıp kül etmeyi arzuluyordum, gücüm yetmeyeceğini bile bile.


"Sana eve gir dedim!" Onu hınçla duvara ittim. Sert bir şekilde çakılması ve canının yanması umurumda bile değildi. Mervan'a doğru yürümeye başladığımda annem de aramıza katılmıştı. Tuhaf ve ezici bakışları üzerimizde dolaşırken, Mervan'ın elindeki çantaya var gücümle bir yumruk indirdim. Çanta içindeki paralarla birlikte düşerken yumruklarım onun göğsüne ve omuzlarına en sert olacak şekilde inmeye başlamıştı. Ne yazık ki ona verebildiğim tek zarar birkaç sendelemeden başka bir şey olamayacaktı.


Babam belimi kavrayıp, onu benden kurtarmak için çekiştirirken, "Hayvan mıyım ben? Koyun mu satın alıyorsun aşağılık herif?" diye kulakları yırtarcasına haykırdım. Tüm bu olanlar karşısında kendisinden ummadığım kadar tepkisizdi. Gözlerinde belli belirsiz acı kıvrımları oluşmuştu ve ben o hareleri bile göremeyecek kadar gazap doluydum o gece.


"O aşağılık yatağına bu paralarla mı sokacaksın beni? Fahişe mi satın alıyorsun, söyleeee! Sende hiç insanlık yok mu?" Babamın çekiştirmeleri beni onun ayaklarının dibine kadar düşürmüştü. Yerlerde sürüklercesine götürmesine aldırmadan, "Satılık değilim beeeen!" diye sokağı inleten avaz dolusu bir feryat kopardım. Olduğu yerde kaskatı duruyor ve gözlerime bile bakamıyordu.


Babam, beni duvara sıkıştırıp etkisiz hâle getirdiğinde ne bağıracak gücüm kalmıştı ne de tekrar hesap sormaya onurum. Ellerimi açıp duvara alnımı dayadım. Utanıyordum bakmaya. Tüm olup bitenleri görmeye takatim kalmamıştı. Annem iğrenen bakışlarını onlarda gezdirirken, ona dokunmak bile benim için azap vericiydi. Sığınabildiğim tek yer o soğuk duvar köşesiydi ve ben sadece o duvarın dibinde sırtımı onlara dönebiliyordum. Görmeye tahammül edemediğim satılık, kirli alışverişleri midemi bulandırıyordu. Hıçkırıklarım, acılarımla tokalaşırken annemin omuzlarımdan sarsmasıyla güç bela doğrulabildim. Beni onların köhne takasından kurtarıp, güvende olamadığımı bildiğim o ahşap eve girdirmeye çalışıyordu. Cesaretimi toplayıp son kez ardımda bıraktığım o hayasız insanlara baktım.


Parayı getiren delikanlı yerdeki desteleri toplayıp çantayı babama uzattı. Mervan'ın kasılmış, duygusuz yüzünü ve titreyen yumruklarını o mesafeden bile görebiliyordum. Gerilmiş kaşlarıyla suçlu olduğunu bilir gibi ardımdan bana bakıyordu. Kendisini hiç affetmeyeceğimi bilerek, hâlâ hayatındaki varlığımı umuyor olmalıydı. Tahtadan yapılmış o kapı gıcırtıyla açıldığında bedenimin tir tir titrediğini hissettim. Duygularım uyuşmuş gibiydi. Düşmüştüm. Bir daha kalkamayacağımı bilerek, mahvolarak düşmüştüm. Nasıl toparlayacaktım? Bir daha nasıl eskisi gibi olacaktım?


Yaktın beni Hanzade! Yaktın beni! Hiç kimsenin tarumar edemediği o serkeş gururumu bir çanta dolusu parayla yakıp küle çevirdin! Alacağın olsun!


***


Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. ☺️

Loading...
0%