Yeni Üyelik
110.
Bölüm

110. bölüm: Emare

@syildiz_koc

 

🎶Madrigal: safi zararsın🎶

 

 

Büyük, derin bir kuyuya düşmüştüm. Kuyunun dibi karanlıktı. Gece karanlıktı. Ruhum balçıkla sıvanmış gibi kapkaranlıktı. Bana gözlerimin önünü gösterecek tek ışık gökyüzünde parıldayıp duran ay ışığıydı. Tırmanıp ona ulaşmaya çalışıyordum. Zordu. Ama direnecek ve içimdeki kasveti değiştirecek olan aydınlığa ulaşacaktım. Benim kendim için başka çarem yoktu.

    

Geceyi kabuslarla cebelleşerek geçirmiş, sabah ise uykusuzluğumu dağıtacak bir kahvenin hasretiyle gözlerimi aralamıştım. Keşke geceler daha uzun olsaydı. Üzerimdeki yorgunluğu atamıyordum. Saatler akıp gidiyor, zaman aleyhime çalışan iki fare gibi ömrümü öğütüyordu. Uyanıp etrafa merakla göz gezdirdim. Orkun yine ortalıklarda gözükmüyordu. Yine başını belaya sokacak bir şeyler yapmamış olmasını umuyordum. Bu deli çocuk başımızı ağrıtmak için yetiştirilmiş düşman askeri gibiydi. Nerde sorun orada Orkun vardı.

 

Ziya ile bol Karadeniz'li bir sohbetin ardından nihayet kendimi bisiklete atabilmiştim. Yağmurlu bir gündü. Sokaklarda şapırdayan damla sesleri, yorgunluğuma rağmen tadını çıkarmaya çalıştığım bir yaşam hevesiydi. Hastaneye gidecek ve derslerime orada devam edecektim. Artık öğrendiklerimi uygulamam gerekiyordu. Başarılı olabilmem için bu gerekliydi. Kadavra mıncıklamayı bırakıp canlı varlıklarla ilgilenmek heyecan vericiydi. Hastanede bana bırakılan hastalarla ilgilenip günlük rutinimi tamamlamaya çalıştım. Uygulamalı eğitim teoriden daha fazla ilgimi çekmişti. Doktorlarla görüşüyor ve öğrenmek istediğimiz her şeyi bizzat gözlemleyerek öğrenebiliyorduk. Sonunda öğle arasına geldiğimizde derin bir nefes aldım. Karnım gurulduyordu. Yanımda sınıftan birkaç arkadaşımla yemekhaneye gittim. Burada Kadir Bey'in sofrasındaki kadar muhteşem yemekler pişmezdi ama neyse ki Ziya'nın yemekleri kadar da kötü değillerdi. Balığın olmadığı bir yemek yiyeceğim için şanslı ve mutlu sayılırdım. Muhtemelen yine salçalı makarna ve et yemeği vardı. Açlıktan guruldayan karnım için bunlar ziyafet sayılırdı.

 

Hiçbir zaman gerçek anlamda temiz olamayan metal, bölmeli kaplardan birini beşinci kurcalayışımda aldım. Masalara yerleşip havadan sudan sohbetlerde bulunuyor, arkadaşlarımla hoşça vakit geçiriyordum. Aklımız fikrimiz bu hafta yapılacak yazılı sınavdaydı. Ben düzenli çalışırdım. Hem çalışıp hem okuyan pek çok arkadaşım benimle aynı yolda giderdi. Son gecenin galibi olmak bizim gibi yükü ağır, sorumlulukları fazla olan insanlara uygun değildi. Beni bilgi dedektörü gibi kullanıyorlardı. Kimsenin bilmediği tüm soruların cevabı bendeydi. Yoğun çalışmalarımın karşılığını yüksek notlarla almıştım. Keşke başımı ağrıtan o sorunlar olmasaydı. Telefonuma gelen aramalara baktığımda ekrana düşen isme hiç şaşırmamıştım. Banu... Bu kız ne zaman peşimi bırakacaktı? Ne zaman ondan tamamen kurtulacaktım bunu bende bilmiyordum. Beni sürekli arayıp rahatsız etmelerinden gına gelmişti. Numarasını defalarca engellemiş olmama karşın bir şekilde yine bana ulaşmanın yolunu buluyordu.

 

Sosyal medya kullanan biri değildim ama beni aklına gelen her yerden takip etmeye çalışıyordu. Böyle biriyle uğraşmak çok yorucuydu. Dün gece ilk defa Berk'i karşıma alıp bir şeyler söylemem gerektiğini düşündüm. Ona kız arkadaşıyla ilgili gerçekleri bildirecek ve omuzlarımdaki bu vicdan yükünü atacaktım. Berk benim dostumdu. Banu'ya umutsuzca aşık olması beni üzüyordu. Çünkü biliyordum bu işin bir sonu yoktu. Banu kötü kalpli biriydi ve Berk'i eninde sonunda üzecekti. Bunda payımın olmasını istemiyordum. O gece tüm cesaretimi toplayıp Berk'e derdimi açmak istedim. Beni dinleyecek durumda değildi. Banu'yla bir dargın bir barışık yürüttüğü ilişkisine saplanıp kalmıştı. Tam konuya gireceğim esnada bana evlilik teklifi edeceğini söyleyip cebinden kırmızı, kadife bir yüzük kutusu çıkardı.

 

Sevgili uğur böceğine bu yüzükle evlenme teklifi edecekmiş. Aman ne harika bir durum! O uğur böceğinin aşağılık bir solucan olduğunu ne zaman anlayacak diye merak etmeden duramıyordum. Kız resmen onunla ilişki yaşayıp beni taciz ediyordu ve ne dersem diyeyim saçma hareketlerinden kurtulamıyordum. Vazgeçtim. Bu sona senemdi. Mezun olmamam için önümde hiçbir engel kalmamıştı. Aramıza mesafeler gireceğini biliyordum. Banu benim hayatımda hiçbir zaman yer bulamayacak ve kabul etmese de bana ulaşamayacaktı. Dostlarımdan ayrılmayı istemesem de Banu'dan kurtulduğum için mutluluktan takla bile atabilirdim.

 

Makarnadan birkaç çatal aldım fakat yine telefonun titreşim sesi keyfimi bulandırmaya başarmıştı. Telefonu elime alıp numarayı engelledim. Bende kayıtlı olmasa da bu numaranın ekranımda görünmesinden bile rahatsız oluyordum. Yemeğe devam etmek istesem de ağzımın tadı çoktan kaçmıştı. Masadaki diğer arkadaşlarım da telefonumla bu kadar ilgilenmemden rahatsızlık duymuş gibiydiler. Benden izin isteyip kalkmaya yeltendiklerinde sabır taşı da çoktan çatlamıştı. Bu kadına iyi bir ders vermek istiyordum. Beni böyle rahatsız etmeye hakkı yoktu. Sosyal medyadan da ardı ardına mesaj yağmuruna tutulmuştum. Kim bilir onu kaçıncı kez engelliyordum. Sonunda dayanamayıp telefonu yeniden aldım ve engeli kaldırır kaldırmaz numarasına dönüş yaptım.

     

Telefon çalmaya bile fırsat bulmadan açılmıştı. Karşımdaki baygın, güçsüz sesi duyduğumda afalladım.

"Alo!"

"Benden ne istiyorsun?" Dedim saniye bile ıskalamadan. Konuyu uzatıp beni yumuşatmasına tahammül edemiyordum. "Mervan..."

"Yeter artık Banu. Bu saçmalıklarına bir son vermeni istiyorum. Sana gereken cevabı çok önceden verdim. Hâlâ nasıl beni aramaya cüret ediyorsun?" Birkaç inleme sesi kulaklarımda dolaştı.

 

"Lütfen dinle beni! Sana ihtiyacım var. Senden uzak durmaya dayanamıyorum. Beni dinlemek zorundasın." Telefonu fırlatmamak için kendimi zor tutuyordum. Bu kadın aklını kaçırmış olmalıydı. Sevgilisi değildim, arkadaşı değildim, hiçbir şeyi değildim ve sanki aramızda bir şeyler yaşanmış gibi beni çağırmaya devam ediyordu.

 

"Yeter artık Banu! Sen..."

"Bir kutu hap içtim."dediğinde elimdeki çatal etrafımdaki insanların endişeli bakışlarının arasında ince bir çınlamayala yere kapaklandı. Yutkundum. Hayır gerçekten deliydi. Bu ne demek oluyordu?

 

"Ne saçmalıyorsun?" Uyuşuk bir gülümseme karman çorman olan duygularımı alabora etti. "Daha fazla sensizliğe dayanamadım. Bana gel! Seni son kez de olsa görmek istiyorum." Hızla ayağa kalkıp yemekhanenin dışına çıktım. Banu bir öğle yemeği nasıl mahvedilir isimli çalışmasına maalesef benimle devam etmek zorundaydı. Sırt çantamı takıp atkımı boynuma geçirdim. Soğuk sayılabilecek günlerden birindeydik. Banu için bir de hasta olup derslerimden geri kalmak istemiyordum.

 

"Sakın bir aptallık yapma geliyorum!" dedim önüme gelen taksilerden birini çevirirken. Kalan son iki dersime girememiştim. Bunun vicdan yükünü Banu'ya tercih etmediğim için pişman olacağımı bilmeyerek olabilecek en kısa sürede kendimi onun apartman dairesine attım. Kapı açıktı ve güvenlik söz konusu değildi bu yüzden geçişlerde zorlanmamış, anlaşılamaz bir kolaylıkla kendimi onun kapısının önünde bulmuştum. Beni vicdan azabına sürüklemek gibi bir saçmalık yapmaması için gelmiş, bir hatanın Kader'den sonra onun hayatını daha mahvetmesini istememiştim. Kader benim kabuk bağlamayan yaramdı. Bir dostumu kitli ellere kurban vermiş ve pişmanlığını ölene kadar yaşayacağımı kabullenmiştim. Şimdi Banu ikinci bir travma olarak zihnimde yer etmemeli, hayatıyla kalbimde yer edinemeyen hırs dilberi ölümüyle zihnimi meşgul etmemeliydi. Her şeye rağmen ölmesini isteyecek kadar nefret edemiyordum ondan. Henüz toy sayılırdı. Cahil duygularını dizginleyebilse belki her şey onun için de benim için de iyi olabilirdi.

 

Zili çaldım. Onu karşımda baygın ya da en azından bitkin bir durumda bekliyordum. Değildi. Ben afallamış bir şekilde birbirine kavuşmayan iki çenemi toplamaya çalışırken üzerindeki siyah dekolteli gece elbisesiyle koyu renk makyajını gözüme sokarak tam karşımda yerini almıştı. "Sen!"dedim pişmanlık ateşiyle kavrulurken. Dilimden başkası gelmemiş gibiydi. Yüzümün bembeyaz olduğunda şüphe etmiyordum. Sanki boğazımdaki tükürük bile kurumuş, kursağımı çöl gibi kupkuru yapmıştı. Şaşkınlığımı fırsat bilip beni kolumdan tutarak içeri çekti. Kapının kapanma sesiyle biraz olsun kendime gelebilmiştim. Put gibi kaskatı kesilen bedenimi tuhaf bir şekilde kollarının arasına alıp sımsıkı sarıldı.

 

"Biliyordum. Bana kıyamayacağını, ölüme terk edemeyeceğini biliyordum. Sana olan aşkımın er yada geç farkına varacağından emindim. İyi ki geldin Mervan." Büyük bir hayal kırıklığıyla onu savurur gibi kendimden uzaklaştırdım. Bana olan hayran bakışları, heveskar yüz ifadesi beynimi satırla un ufak etmişti. "Sen ne yaptığını sanıyorsun? Tüm bunlar da ne demek oluyor? Delirdin mi sen?"

 

Kendisine olan yaklaşımım tutkulu ifadesinin öfkeye dönmesine yetmişti. Yüzü kızgınlıkla kıpkırmızı oldu. Benden beklediği tepki asla bu değildi. "Evet delirdim!"diye bağırdığında küstahlığı karşısında dilim tutulmuştu. Bu kadın bir kaçıktı, evet kaçığın ağbabasıydı hem de. "Delirdim Mervan, var mı bir diyeceğin? Beni davranışlarınla ruh hastasına çevirdin!" Kaşlarımı çatıp titreyen yüz mimiklerime direnip kin kusan gözlerle ona baktım.

 

"Ben hiçbir şey yapmadım. Aramızda bir şey geçmedi. Sana umut vaad etmedim. Bir ilişki yaşamadım. Dokunmadım. Nasıl beni suçlayabilirsin?" Ona sırtımı dönerken bir adım arkamdaydı. Bu kız bana sahip olmak için bu evi de beni de yakardı. Kafayı nasıl benimle bozduysa akla zarar bir cesaretle tüm hayatını talan etmekten insan içine çıkacak bir yüz dahi bırakmamaktan çekinmiyordu. Nasıl bir hırs, nasıl bir kindi ki bu insanı şeytanlaştıracak kadar ileri gidebiliyordu? Geniş bir adım atıp kapıya sinen bedenimi o sert zeminden ayırdı. "Sana aşık oldum." Ellerime uzanıp tutmaya çalıştığında kolumu duvara vurma pahasına geri çektim. Bu palavralara inanamayacak kadar akıllıydım.

 

"Anla beni! Seni seviyorum. Biz birlikte olmak zorundayız." Onu kollarından yakalayıp duvara ittim. Saçmalarına dayanamıyordum. "Seni sevmiyorum Banu. Seninle bir ilişkim olmasını istemiyorum. Ama bu saatten sonra isteseydim de bir şey değişmezdi. Sen Berk'le birliktesin. O çocuk sana deli gibi aşık. Umutsuzca evlenmeyi, bir aile kurmayı istiyor. Tek derdi okulunu bitirip sana kavuşmak. Madem Berk'e karşı bir duygun yok neden onu incitecek davranışlarda bulunuyorsun?" Bakışlarımı ondan kaçırdığım halde gözlerimin içine içine bakıyor, beni kendisine yaklaştırmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. "Tek bir sözünle her şeyi değiştirebilirim. Ondan vazgeçerim. Yeniden birlikte oluruz. Ben herkese karşı duracak cesarete sahibim Mervan. Peki ya sen? Sen bunu başarabilecek misin?"

 

Dudaklarımı kinle birbirine bastırdım. Onu sevmiyordum. Hal böyleyken herkesi karşıma almak gibi bir aptallığı neden yapardım ki? "Seni dinlemek istemiyorum Banu. Kafanda ne yarattığın da umrumda değil. Berk'le oynamaktan vazgeç! Üçümüze de zarar veriyorsun! İhtiraslarını bir kenara bırakmak zorundasın! Dostlarımı kaybetmek istemiyorum."

 

Kapının anahtarını çevirmek için uzandım, fakat ne ben gidebiliyordum ne de Banu benim gitmeme izin veriyordu. Karşıma geçip önümü kesti. Elleri boynumdaki atkıyı çözdüğünde hayretten ne yapacağımı şaşırmıştım. "Dokunma bana! Davranışlarına daha fazla dayanamıyorum. Hayatımdan çık! Bana dair hayaller kurmana bile iznim yok. Eğer bu davranışlarına bir son vermezsen Berk'e her şeyi anlatır ve bu ilişkiyi bitirmesi için ne gerekirse yaparım. Onu daha fazla kullanmana izin vermeyeceğim." Kapının kulpunu parmaklarımın arasına aldığımda küstah bir kahkahayla sözlerime aşağılık bir karşılık verdi. Gitmek istiyordum. Ona duyduğum nefretin beni harekete geçirmesine izin veremezdim. Öfkeme yenildiğimde ikimiz de zarar görecektik. Böyle durumlarda çekip gitmek ve ılık bir duş almak en iyisiydi. Gazabın bana neler yaptıracağını az çok deneyimlemiştim. Tam da bu yüzden beni şaşırtmasına izin vermemeliydim.

 

"Mervan... Ben seni tanıyorum. Söyleyecek olsaydın çok önceden söylerdin. Onun bana nasıl delice aşık olduğunu biliyorsun. Berk bunları öğrenmeyi kaldıramaz. Ya kendisine kıyar ya bana ya da sana. Ne söylersen söyle sana inanmaz. Suç üzerine kalır. Boşuna nefes tüketiyorsun." Yumruklarımı sıktım. Onu öldürecekmiş gibi baktığımdan emindim. Bu kadın bu cesareti nereden buluyordu. Beni bu kadar öfkelendirirken kendisine zarar verebileceğimi hiç mi düşünmüyordu?

 

"Sen korkunç birisin Banu." Yüzündeki alaylı tebessümden hiçbir şey eksilmedi. "Merci!" Öfkeden avuçlarım terliyordu. Atkıyı boynumdan çıkarıp vestiyerin kenarına attı. Elleri yana doğru taranmış bir halde olan kısa, siyah perçemlerinden dolaştı. Tutkulu, heveskâr bir ses tonuyla kulağıma kadar eğilip saç diplerimi ürpertecek şekilde fısıldadı. "Eğer bize bir şans verirsen aramızda olanları gizlerim. Berk'ten ayrıldığımda ortalık yatışsın diye bir süre ilişkimizi gizli tutarız. Burdan uzakta, sadece ikimizin olduğu bir hayata başlarız. Birlikte olduğumuzdan haberleri bile olmaz."

 

İçimden ona zarar vermek geliyordu. Kadir Bey'in çöplüğünde olduğum o günler gözlerimin perdesine indiğinde dikkatimi dağıtmak istedim. Bana öğrettiği o kötü şeyleri bu kötü yürekli kadının üzerinde denemek ve hayatımı öfkeme kurban vermek yapabileceğim en aptalca tercih olurdu. Kendini bilmez bir kadındı. Karşısında sıradan bir tıp öğrencisinin olduğunu sanarak aptalca davranıyordu. Ne kadar gizlemeye çalışsam da ben bu insanlardan herhangi biri değildim. Çocukluğumdan bu yana soğukkanlı bir katil olarak yetiştirilmiş, acının ve işkencenin her türlüsünü bizzat bedenimde deneyimlemiştim. Acıtmak benim işimdi. Bir gün en büyük korkumun gerçek olacağını düşünmekten bile imtina ediyordum. Kader'in sevgilisini öldürecek kadar gözümü karartabildiysem Banu neden ondan daha şanslı olacaktı ki?

 

"Kendini biraz olsun seviyorsan bana yaklaşma!" Dedim korku verici bir ses tonuyla. Kısmen afallasa da irkilen gururunu toplamakta gecikmedi. Onu omuzundan itip kapının kilidine yöneldim. O an zilin çalacağını, Ziya'nın Berk'le birlikte soluğu Banu'nun kapısında alacağını asla tahmin etmiyordum. Kapının aradığından onların gergin ve endişeli yüzünü gördüğümde şakaklarından aşağı terler boşaldı. Her şeyi yanlış anlayacaklardı. Bunca zaman sustuğum için ne yaparsam yapayım kendimi aklayamayacaktım.

 

"Saklan!" Dedi Banu beni çekiştirerek yatak odasına iterken. Beyaz boyalı ahşap, oymalı bir kapının arkasına saklanmış buradaki kötülüklerden kendimi korumaya çalışıyordum. Bu şekilde bir şeyleri öğrenmelerini istemiyordum. Kapı açıldı ve akabinde Berk'in telaşlı sesi ortamda dalga dalga yayıldı.

 

"Şükürler olsun iyisin. Sabahtan beri belki yüz kez seni aradım. Bu kadar habersiz koymazsın, başına bir şey geldiğini düşündüm." Banu doğal görünmeye çalışarak kıkırdadı. Ses tonunu Ziya'nın varlığını umursamadan inceltip ilgili sevgili edalarıyla Berk'in omzunu hafifçe sıktı. Biraz önce benimle birlikte olmak isteyen kadın, olabilecek en flörtüz şekilde Berk'le sevgilicilik oynuyordu.

  

"Üzgünüm sevgilim. O kadar yorgundum ki beni aradığını hiç duymadım. Sanırım biraz üşütmüşüm. Üzerimde bir kırgınlık var. Bugün bana izin ver lütfen! Daha iyi hissettiğim de seni arayacağım." Sanırım bu kibar bir şekilde onları evden kovmak oluyordu. "Anladım ama neden haber vermedin? Seni hastaneye götürürdüm." Banu sıkılganlıkla bir adım gerilerken üzerindeki kıyafetler ve makyaj, hasta bir insanın yorgun ve solgun görünümünden çok bara gidiyormuşçasına dişil enerji saçıyordu. "Hem neden böyle giyindin? Dışarı mı çıkacaksın." Ziya'nın şüpheli bakışları Banu'yu ince ince süzünce bu sefer yakayı ele vereceğin düşünüp serinledim.

 

"Hayır. Ben de dışardan yeni geldim. Arkadaşlarla buluşmak istemiştik ama kendimi kötü hissedince vazgeçtim." Bu kadın şeytana bile pabucunu ters giydirirdi. "Hımm!"dedi Berk soğumayan merakıyla. Daha fazlasını sormak istediğine yemin edebilirdim ama ispatlayamazdım. Banu'yu kaybetmekten o kadar çok korkuyordu ki onu kızdıracak bir şey söylemekten imtina ediyordu. "Tamam. Madem öyle diyorsun!" Berk'in kırılgan hâli Ziya'yanın içindeki müdahale perilerini harekete geçirmişti.

 

"Kız iyidur işte! Gidelum da dinlensun!" Banu Ziya'yı haksız çıkaracak bir şey söylemeyince Berk mesajı çoktan almıştı. " İyi madem. Ben bir bardak su rica edebilir miyim? Biraz koşuşturarak geldik." Banu nazik görünmeye çalışarak içeri girdi. Ziya ve Berk de birkaç adım içeriye geçmiş ve en azından kapıyı kapatmayı düşünmüşlerdi. Bir an önce buradan çıkıp gitmek istiyordum. Kendimi herhangi bir suçum olmadığı halde Berk'e karşı mahcup hissediyordum. Banu'ya karşı olan kör sevdası kendi elleriyle hayatını uçuruma itmesine sebep oluyordu. Kendisini zerre kadar sevmediğini biraz olsun görse belki duygularıyla baş etmekte o kadar zorlanmayacaktı.

 

Kapı aralığından baktığımda Ziya'nın tekinsiz gözleriyle afalladım. Huzursuz yüz ifadesine sebep bulmak güçtü. Banu elindeki suyu Berk'e uzatıp memnun bir şekilde gülümsemeye devam etti. Gittiklerinde ciğerlerimdeki huzursuz nefesi bir çırpıda bıraktım. Hiçbir şey söylemeden çekip gitmek istediğimde Banu kolumdan tutup beni durdurmaya çalıştı. "Bunun için üzgünüm. Buraya geleceklerinden haberim yoktu."

 

Kolumu uzun siyah tırnaklarından kurtarıp sertçe ittim. Yüzümdeki tiksinen ifadeyi gören hiçbir kadın yanıma yaklaşmaya cesaret edemezdi. Fakat Banu'da ne onur vardı ne de karakter. Yaptığı her şeyi kendisine yakıştırıyor ve kötülüğünden görünmüyordu. Hatta bunu bir hak olarak gördüğünü söyleyebilirdim.

 

"Bundan daha fazla üzülmen gereken meseleler var! Eğer biraz insanlığın olsaydı vicdan azabı çekmeyi bilirdin." Kapıyı çekip ardımdan sertçe kapattım. Asla uslanmayacağını biliyordum. Ama en azından bu fırtınadan kendimi korumak istiyordum. Bugün benim için oldukça yoğun bir gündü. Son dersi kaçırdığım için işe dönmem gerekiyordu. Bulaşıkçılık yapıyordum. Oldukça yorucu bir iş olsa da bir süre daha bu şekilde yaşamaya mecburdum. Mezun olmama aylar kalmıştı. Sonrasında işimin başına geçecek ve beni daha fazla mutlu edecek işler yapabilecektim. Birkaç saat Part time olarak çalıştıktan sonra sonunda evin yolunu tutabildim.

 

Gözlerim Revan'ın penceresinde oyalansa da oraya bakmaktan çekiniyordum. Bana yazdığı mektupta tüm duyguları avuçlarımı dökülmüştü. Onu üzmemek için görmezden gelmiş ve sırtıma bildiklerimin ağırlığını da yük olarak eklemiştim. Revan bir ev, aklı başında her erkek için sıcacık bir yuva demekti. Fakat benim kalbimin arzusu bu kadarıyla yetinecek türden değildi. Gerçek aşkı tatmak ve bana bu aşkı sunan kadınla dünyanın en güzel düşlerini yaşamak istiyordum. Bunun için biraz sabretmem gerekecekti çünkü henüz o kadın karşıma çıkmamış hayatımı elindeki sihirli değnekle değiştirmemişti.

 

Daha fazla oyalanmadan içeri girdim. Bizimkiler mutfak masasının etrafına dizilmiş kağıt oynuyordu. Diğerleri neşeli sayılsa da Ziya'nın yüzünden düşen binbir parçaydı. Mutsuzluğunun ve kızgınlığının bir sebebi olacağını düşünsem de o akşam saatinde bunu önemsemeyecek kadar yorgundum. Ben ufak tefek bir şeyler atıştırırken Orkun büyük bir kahkaha patlattı. "Vay Ege aslanı. Yine bana yenildin. Şansın bu gece hiç yok."

 

"Tüh be!" Dedi berk. "Bu gece Şans perileri beni terk etti." Ziya başından beri oyuna dahil değilmiş gibi öfleyip püflemeye başlamıştı. "Yeter bu kadar uşaklar. Gece gece şeytana kolbastı yapturduk. Uçun yataklarınuza da! Oyun oyun başka işunuz yok midur?" Ben kıkırdarken Orkun ve Berk komutanın emriyle vızıldanarak kök saldıkları sandalyelerini terk ettiler. Oyunlarını bitirdikleri için üzülmemiştim. Sessizliğin olması işime bile gelirdi. Öyle yorgundum ki rahat bir uyku çekmek için dünyayı bile durdurabilirdim.

 

Bir bardak suyla odama doğru giderken Ziya'nın sesi beni durduran tek şey oldu. "Bekle!" Bakışları alışılanın aksine ürkütücüydü. Bugün olanları yansıtmamak için olabildiğince normal görünmeye çalıştım."Bir sorun mu var?"

 

"Bilmem! Sence var midur?" Başımı olmadığını hissettirerek salladım. " Benim için yok."

 

"Nerdeydun?" Tavırları canımı sıkmıştı. Nerede olduğumu çok iyi biliyordu. Neden beni böyle soru yağmuruna tutup rahatsız ediyordu? "İşimin başındaydım elbette. Niye bu sorgu sual?" Ayağa kalktı. Bakışları her an üzerime silah çekip beni kurşun yağmuruna tutacak kadar öfkeliydi. "Sorularum senu neden rahatsuz ettu?" Aramıza giren masaya birkaç adım daha yaklaşıp bakışlarımı gözlerine sabitledim. Ben yanlış bir şey yapmamıştım. Bu yüzden ondan çekinmemi gerektirecek bir durum söz konusu değildi. "Bir şeylerden rahatsız değilim, sadece bana olan bu tepkisel duruşuna anlam veremiyorum. Sorun ne?"

 

Önündeki sandalyeyi sert bir şekilde kenara bıraktı ve karnını masaya değdirecek kadar aramızdaki mesafeyi daralttı. "Sorun yohtur! Ben sadece bir insanu yanlış tanıyup tanımadığumdan emin olmak isteyrum." Elleri tuttuğu sandalyenin üzerinde tüm tırnaklarını batırarak gergince dolaştı. "Şimdi soyle uşak! Ben gerçek Mervan'u tanidum mu?" Yutkundum. Tam da şu anda böyle bir girişimi asla beklemiyordum. Hakkımda ne öğrenmişti? Benimle ilgili nasıl bir şüpheye sahipti ki arkadaşlığımız mahvetme uğruna bu cümleleri kuruyordu? Yoksa Kadir Bey ailemle ilgili olan biten her şeyi bir şekilde arkadaşlarıma duyurmuş muydu? Ziya biliyor muydu benim aslında bir katilin, bir suçlunun oğlu olduğumu?

 

"Gerçek Mervan'ı tanıdın Ziya. Size değer veren, asla ihanet etmeyen Mervan'ı tanıdın." Başını kırgın bir şekilde onaylar gibi salladı. Yüzünde anlam veremediğim bir endişe saklıydı. Öğrendiği her neyse kalbinin büyük şüphe tohumları ekmişti ve aramızda geçen her diyalog bu şüphe tohumlarını anbean besleyip onu karşıma bir düşman edasıyla dikiyordu. Sandalyenin kenarına astığı siyah atkıyı gözlerimin önünde masaya sert bir şekilde fırlattı. Bu benim atkımdı. Üzerindeki italik "Mervan" yazısını daha ilk an tanımıştım. Bir önceki oturduğumuz evde ev sahibimiz Nezihe Hanım tarafından özenle işlenip bana hediye edilmişti. Onu hastalandığında doktora götürmüş ve bir teşekkür mahiyetinde bu el emeğine sahip olmuştum.

 

Ellerim endişeyle boynumu taradı. Bugün okula giderken onu gerdanıma iliştirdiğimden emindim. fakat şimdi aynı atkıyı Ziya'nın elinde görüyordum. Banu'nun evinde olanlar hızlıca hafızamı yokladı. Beni rahatsız ettiği o anlarda boynumdaki atkıyı çözmüş ve farkına bile varmadan atkıyı benden uzaklaştırmıştı. Demek Ziya atkımı onun evinde bulmuştu ve şimdi de üzerime yapışan bu ima ile ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu.

 

"Ben yanlış bir şey yapmadım." Dedim. Fakat yeterince inandırıcı olduğundan emin değildim. O atkını Banu'nun evinde olmasını makul bir açıklaması olamazdı. "Yarın Mervan. Kampüse geleceğim. Bu konuyu orada konuşacağız."

 

 

***

 

 

Omuzlarımdaki yük her geçen saniye daha da belimi büküyordu. Kendimi suçlu hissediyordum. Arkadaşlarım hiç sahip olmadığım ailem gibiydi. Onları kaybetmekten çok korkuyordum. Bu yüzden gerçek beni gizleyerek hem kendimi hem de onları korumayı başarmıştım. Ama bir gün gerçeklerim er ya da geç ortaya çıkacaktı ve ne yazık ki bu ihtimalin altında eziliyor ve un ufak oluyordum. Tarifi imkansız bir duyguydu yaşadığım. Hem tüm dünyayı karşıma alacak kadar güçlüydüm hem de yalanlarımın zırhının arkasına saklanacak kadar zayıf. Hiçbir şeyin sorumluluğunu alamayan zavallı bir oğlan çocuğundan farkım yoktu. Sevdiklerim elimden kayıp giderken yapabildiğim tek şey gerçek benle saklambaç oynamaktı.

 

Kampüsün arkasındaki bankta oturmuş uzaktaki insanlara kuş bakışı bakıyordum. Burası büyük bir üniversiteydi. Okul geniş bir arazinin üzerine kurulmuştu ve kafa dinlemeyi seven, ıssızlıktan hoşlanan benim gibi mağara adamları kendisini toplumdan uzaklaştırmasına yarayacak o dağın başında huzurlu bir bucak bulmakta zorlanmazdı. Gözlerim gökyüzüne tosladı. Aydınlık bir hava vardı. Beyaz bulutlar mashmelov gibi gökyüzünü sarmıştı. Oysa içindeki poyraz bu güzle havaya yakıştırılamayacak kadar dondurucuydu. Biraz sonra uzun zamandır içimde gizlediğim gerçekleri Ziya'ya itiraf edecek ve belki de asla unutmayacağı hayat dersini vermek zorunda kalacaktım.

 

Sevmek ne yorucu ne yıpratıcı bir kelimeydi. Yine büyük bir acı zavallı dostumun kapısını çalacaktı. Banu'yu unutmak zorundaydı. Onunlayken asla mutlu olamayacağını biliyordum. En kötü ayrılıklar bile yanlış bir ilişkiyi devam ettirmekten faydalıydı. Bu yola çıkarken başkalarına acı vermeyeceğime dair kendime söz vermiş, babamın yaptıklarını yapmayıp kimseyi öldürmeyeceğime dair yeminler etmiştim. Şimdi sözlerimin ve yeminlerimin altında eziliyordum.

 

Berk'i fiziksel açıdan öldürmemiştim. Ellerimdeki kanlar ruhuna aitti. Ben onun duygularını, hayallerini öldürmüştüm. Banu'ya dair kurduğu yarınlarını, doğmayan çocuklarını öldürmüştüm. Sevdiği kadının ömrüne güller eken, doğacak çocuklarını düşleyerek uyuyan sadakatli, iyi bir adamı gözümü kırpmadan karanlı bir kuyuya hapsetmiştim. Artık kimseye güvenemeyecek, başından geçen olayların sarsıntısıyla hayatına giren her kadına potansiyel bir günahkar olarak bakacak ve davranışlarıyla kolay kolay sağlıklı bir ilişki kuramayacaktı. Onu tanıyor olmak yaralayıcıydı. Saç tellerine kadar sevdalandığı kadının maskelerini canına bıçaklar saplayarak anlatmak öldürücüydü. Artık bu gerçeği dillendirmem gerektiğinin bilincindeydim.

Düşüncelerim beynimin içindeki şeytanlara taklalar attırırken bir öksürük sesi hezeyanlarımı kısa bir süreliğine de olsa durdurdu.

 

Ziya'nın açık teni güneşin altında daha da soluk bir forma dönüşmüştü. Keskin alın çizgileri ve gerilen kaşları delikanlı yüreğinin altında ezildiği meseleye hazırlıklı olmadığını kanıtlıyordu. Kareli mavi gömleğini lacivert kumaş pantolonuyla tamamlamıştı. Beni görünce stresten cebindeki kehribar tespihe uzandı. Bunu gergin olduğu dakikalarda çokça yapardı. Tesbih aynı zamanda bize de baruta ateşle yaklaşmamamız gerektiğini hatırlatan bir iz, bir göstergeydi. Laz duruşu Karadeniz'in hırçın dalgalarıyla hemhal olan asi ruhunu hangi ortamda olursa olsun ortaya koymaktan çekinmezdi. Ziya benim gibi değildi. Sakin durup aniden öfke patlamaları yaşamazdı. O hep barut gibi dolaşırdı. Etrafındaki insanlar onu görünce söylenilecek ve asla söylenmeyecek şeylerin listesini yüzünden okuyabilirdi.

 

"Selamün aleyküm!"

"Aleyküm selam!"dediğimde şişirdiği çene kaslarıyla temkinli olmaya çalışarak elimi sıktı. Yanımdaki banka oturdu. Aramızdaki mesafeyi koruyup gözlerimi ondan sakınmadan en içten halimle sözlerimi kafamda eledim. Lafı dolaştırmak istemiyordum. "Ne düşündüğünü biliyorum."dedim sıkılgan bir sesle. "Sandığın gibi değil. Banu'yla aramda hiçbir şey yok! Ona karşı en ufak bir duygum ve beklentim de..."

 

"Atkunun onun evunde işu nedur?" Gözlerine baktım. Hafif çıkık gözleri, keskin burun ve ağız hatları vardı. Onunla bunları paylaşmak zordu. "Beni o çağırdı."

"Sende koşa koşa gittun!"dedi elindeki kehribar rengi tesbihi avuçlarının arasında sıkarken. Ani gelişen bir öfke dalgasıyla ilk patlama gerçekleşmişti. "Onunla bir şey yaşamadım!" diye direttim sıktığım dişlerimin arasından. "Beni intihar etme bahanesiyle evine çağırdı. Sırf kendine bir şey yapmasın diye gittim. Kader'den sonra onun vicdan azabını çekmek istemiyordum." Bunları söylerken içim üşüyordu. Beni iyiliğimden vurmuştu. Ölse ne olurdu ki? Bir pislik yok olsa ne kaybederdik? Düşüncelerimden korktum. Tam da Kadir Bey gibi düşünmüş, onun yapacağını yapmadığım için pişmanlık duymuştum. Bu sersem kızın canı tatlıydı. Benim için değil intihar etmek eline iğne bile batırmazdı.

 

"Sana nasıl inanacağım?" Telefonumu çıkarıp mesajlarımı kurcaladım. Bu iğrenç mesajı silmediğime inanmak istiyordum. Nihayet mesajı bulduğumda alnımdan ter akmıştı. "İşte!" Ziya mesajı telefonumu elimden alıp okudu. Ben kendimi ispat etmenin gururunu yaşarken Ziya'nın sivrice olan burun kemeri kırış kırış olmuştu. "Bu kuz senden ne ister Mervan? Ne derdu vardur?" Dudaklarımı birbirine bastırdım. "Beni sevdiğini söylüyor ama hissettikleri saplantıdan başka bir şey değil. O kız bir akıl hastası. Bana olan davranışlarını görsen ne demek istediğimi anlardın." Ziya'nın yüzü huzur ve karamsarlık arasında gidip geldi. Benim kendilerine ihanet etmediğimi bilmek huzuru Berk'in böyle kötü bir insanla birlikte olduğunun farkına varmak ise karamsarlığı peşinden sürüklemişti.

 

"Ne kadar oldi bu olaylar yaşanalu?" İşte beni en fazla yoran kısma gelmiştik." En başından beri böyleydi." dedim belirgin bir mahcubiyetle. Kaşları çatıldı. Gözleri gözlerime kurşun attı. "Ne deyeysun uşak? En başundan da ne demektur?" Yutkundum. Banu'nun bana yaklaşması benim hatam olmasa da sustuklarım en büyük günahımdı. "Banu ile daha önce tanışıyorduk. Aramızda bir arkadaşlıktan öte hiçbir şey yaşanmamıştı. Onun davranışlarında bir tuhaflık olduğunu sezdim. Bu yüzden Banu ile olan dostluğumu bitirdim. Berkin'in eski sevgilisi olduğundan haberim yoktu. Ilk kez Hamsili Baba'nın yerinde onları birlikte gördüm."

 

"Neden söylemedun?" Yumruklarımı sıkıp beni anlayacağını umarak başımı titretir gibi salladım. "Söyleyemezdim! Görmüyor musun? Berk Banu'ya deliler gibi aşık. Bunu ona söylemek için defalarca yanına gittim. Ayrıldıklarında bu acıya dayanamayıp kendisini öldüreceğini söyledi. Onunla evlenme planları yapıyor. Ya hayatını mahvedecek bir şey yaparsa!" Ayağa kalkıp volta atar gibi ona sırtımı döndüm. "Her gün gazetelerde neler okuyoruz? Kadın erkek ilişkilerindeki en büyük pürüz ihanet ve çoğu zaman saplantılı aşıklar tarafından ilişki ölümle sonuçlanıyor. Berk'in de o sayfalara konu olmasından endişe duydum. İntihar ederse o vicdan azabıyla nasıl yaşarım?"

 

Ziya banka oturup başını ellerinin arasına aldı. Etrafımız ağaç ve çiçeklerle doluydu. Papatyalar her yerdeydi. Papatyalar masumdu biz ise sakladıklarınızın vebalini koynunuza almış her şeyin daha beter olacağı anı planlıyorduk. "Yapar mu yapar!" O günlerde sevgilisinden ayrıldığı için kendisini pompalı tüfekle vuran delikanlının haberleri her yerdeydi. Berk'in de bu potansiyeli taşıdığını bildiğim için benzer bir şey yaşamasından korkmuş ve çenemi eskisinden daha sıkı tutmaya karar vermiştim.

 

Ziya parmak uçlarıyla saç diplerini kaşıdı. Gördüğüm en karakterli genç adamlardan biriydi. İnançlı dik duruşu onu bizimle akran olan çok kişinin yaptığı hatalardan korurdu. Herhalde en büyük günahımız ev sahibini kandırdığımız zannettiğimiz o gün yapılmıştı. Ne yazık ki vicdan azabı ile bir hafta geçirdikten sonra muhafazakâr ev sahibimizin aslında en başından beri olan biteni bildiğini, komik hallerimizle eğlendiği için sesini çıkarmadığını öğrenmiştik. Yanımıza gelip dürüstlüğün öneminden bahsetmiş, evin kurallarına uyduğumuz sürece uygun bir fiyatla oturabileceğimizin garantisini vermişti. Saygım ve bağlılığım da bu olayla birlikte artmıştı. Bunu düşünceler beynimde en alakasız zamanda yer buldu ve farkına bile varmadan gülümsedim. Ziya gözlerini belerterek ters ters bana baktı.

 

"Ula hayatımuzun içine sı..... Sen hâlâ güleysun!" Gülüşüm kahkahalara dönüştü. Haklıydı şu an gülünecek en son zamanda bile değildik. Banu benim sinirlerimi altüst etmişti sanırım. Aklı başında dolaştığım gün sayısı her geçen gün biraz daha azalıyordu. Belki de yıllardır omuzlarıma yük olan bu korkunç gerçeği Ziya ile paylaşma fikri beni rahatlatmıştı. Gördüğüm kabuslardan biraz da olsa uzaklaşmış ve bana bir liman olacağını düşündüğüm dostumun yüreğine sığınmıştım.

 

"Offff!" Artık tek başıma bunu dert etmiyordum, olması muhtemel durumlar en az az benim kadar Ziya'yı da rahatsız ediyordu. "Buni gizlemeyuz. Boyle olmaz. Ula dostimuz o sefilin parmağunda oyuncak olmiş, var mu ötesu?" Yoktu. Olabilecek her şeyi düşünüp en başından gerçekleri ona söylememiz gerekiyordu. Gerekirse yardım alacaktık ama bu iş böyle devam edemezdi. "Ya ters teperse!" Oflayıp puflamalarına her geçen dakika bir yenisini ekledi. "Teperse tepsun! Bu iş bitmelu!" Kararımızı vermiştik. Gidip Berk'le gerçekleri konuşacak ve bu işi bitirecektik.

 

Berk'i aramak için telefonu elime aldığımda onun benden önce davrandığını fark ettim. Ziya'nın endişeli bakışlarını görmezden gelerek telefonu açtım. "Alo Berk!"

 

"Alo Mervan!" Dedi cızırtılı bir ses. "Hemen Sardunya kafeye gel! Benim acelem var. Gelirken yanında Ziya ve Orkun'u da getir." Telefon kapandıktan sonra Ziya ile alık alık birbirimize baktık. Yoksa biz konuşamadan bir şeyleri anlamış mıydı? Aklınıza gelen korkunç fikirlerle apar topar hazırlanıp sardunya kafeye gittik. Her şey normal görünüyordu. Konservatuvarda eğitim alan bir müzisyen grup, beyaz örtülü ahşap masalar, saksı çiçekleri, kasa, arka planda gereğinden fazla süslüce bulunan mikrofon bölmesi... bugün ortamda her zamankinden çok daha farklı bir hazırlık vardı. Burnuma kötü kokular geliyordu.

 

Berk'i gördüğümüzde hummalı bir çalışma yürüten ekibi geride bırakarak hemen yanına gittik. Garson hazırlıkları yetiştirme gayesiyle arı gibi vızır vızır dolaşıyor, kafeyi olabilecek en şık hale getirmek için ellerinden geleni yapıyordu. Ortalıkta anlam veremediğimiz bir şeyler için koşuşturup duran Berk bizi görme zahmetinde bile bulunmuyor etrafında dolaşan insanlara bazı talimatlar vermekle meşgul oluyordu. "Berk neler oluyor?" Dedim onun kolundan çekiştirip kendime yönlendirmeye çalışırken. Ağzı kulaklarına varan bir tebessümle "Her şey yolunda! Birazdan öğreneceksiniz." demekle yetindi. Bir kenarda öylece olan biteni bekliyor, Berk'in amacına yönelik her hangi bir fikir yürütemiyorduk.

 

Bizi çekiştirip kenara iten garsonlara tuhaf tuhaf bakıp direnmeden saklandık. Yaklaşık bir dakika sonra göz bebeklerime Banu'nun kızıl saçları ardından da ilgisiz bakışları düştü. Adımları bize yaklaştığında aklıma gelen ihtimalle ne yapacağımı şaşırdım. Bunun olmasına nasıl tahammül edecektim? Banu'nun söz konusu masaya yaklaşmasıyla bir curcuna koptu. Konfetiler kırmızı güller, yıldızsaçanlar, patlayan şampanya ve daha neler neler ... Kemancı kemanın yayını şaşkın bakışlarla Berk'e bakan Banu'nun neredeyse gözüne sokacaktı. Ortalıkta dans ederek dolaşıyor, çifti titanic filmindeki Jack ve Rose'un müziğiyle romantik bir havaya sokuyordu. Titanic kan ağlıyordu resmen. Zavallı Jack'in kemikleri sızlıyor olmalıydı.

 

"Sevgilim..." dedi Berk Banu'nun etrafında elinde gül sepetiyle dolaşırken. Romantik olmak için yaptığı hal ve hareketleri sultan papağanlarının çiftleşmek için ötüp dans etmelerini hatırlatıyordu. Acaba böyle şeyleri ne zaman nasıl akıl etmişti?

 

Banu "Berk!" Diye afallarken gözlerimizin önünde diz çöküp elindeki kırmızı kadife kutuyu açtı ve iri sayılabilecek pırlanta yüzüğü gösterip "Benimle evlenir misin!" Dedi. Hemen ardından çok daha yüksek ve coşkulu bir sesle "Hayatımın kadını olur musun?" Diye yükseldi. Yutkunup hayretle olacakları kolluyorduk. Ziya'nın yüzüne baktığımda biraz önceki cesaretinden geriye hiçbir şey kalmadığını anlamıştım. Bu iş sandığımızdan çok daha kötü olacaktı. Asla iyileşemeyeceğini bildiğimiz yaralar alacaktık. Şeytan yaralarımızın üzerine derin hendekler kazmış ve hendeklerin içini de ektiği fitne tohumlarını döşemişti. Bulunduğumuz yerden çıkıp ters bakışlarımızı Banu'nun gözlerine diktik. Başımı iki yana sallayıp bu saçmalığa gereken karşılığı vermesi için Allah'a dua ettim. Bu işin böyle dallanıp budaklanması her şeyi daha da berbat bir hale getirirdi.

 

Berk diz çökmüş bir vaziyette hayranlıkla Banu'yu beklerken kızıl yılanın gözleri alayla üzerimde dolaştı. Beni tehdit ediyordu. Bir karar vermemi bekliyordu ve ona asla istediğini vermeyecektim. Ziya onun bana olan bakışını fark etti. Yumruklarının titrediğini gözlerinin alevler fışkırdını görmüştüm. Bu laz ortalığı karıştırmadan buradan çekip gitmeliydik. Bendeki sabır ne yazık ki onda yoktu.

 

"Evet sevgilim!"dedi Banu. "Teklifini kabul ediyorum," Şeytan kahkahalarla güldü bu sözüne. Öfkemi kontrol altına alabilmek için uzaklaşmak istedim. Bir şeyler söylememiz gerekiyordu. En azından tebrik etmeli ve dersi bahane edip yanlarından öyle çıkıp gitmeliydik. Ama böyle yalan dolan işlere tahammül edemiyordum. İçimden geldiği gibi davranıyor, hesaplı kitaplı hareket etmiyordum.

 

"Bizi tebrik etmeyecek misin Mervan?"dedi Banu. Omuzlarımın üzerinden onlara baktığımda Berk'in yüzümdeki ifadeden hoşlanmadığını iyi biliyordum. Keşke gerçek ve samimi bir ilişkiyle karşımda olmuş olsaydılar ve ben de mutluluklarına gıptayla baksaydım. "Mervan! İyi misin?" Bana şaşkın bakışlar atan Berk'in yanına gittim. Berk benden önemli bir şey duyacakmış gibi gergindi. Neden böyle davrandığımı anlayamıyordu. Yorgundum. Bu yalana alet olmaya daha fazla dayanamayacaktım. "İyiyim. Sadece biraz uykusuzluk var." Banu'ya yönelip, "Tebrik ederim."dedim dişlerimin arasından. Benimle oynayarak büyük bir hata yapıyordu. Sabırlı olmam o sabrın bir gün hiç taşmayacağı anlamına gelmiyordu.

 

Berk'in bakışları bize keskin keskin bakan Ziya'yı buldu. "Hayurlu olsun."dedi Ziya. Ne kadar sıkıntılı bir ses tonuyla söylediğine kendisi bile şaşırmıştı. "Teşekkür ederiz!"dedi Banu rahatsız edici ses tonuyla. Artık daha fazla hiçbir şeyin berbat olmasını istemiyordum. Daha fazla rol yapmadan eve dönmek istedim. Ziya da bana eşlik etti. Yüz ifadesinden ne kadar kızgın olduğunu görebiliyordum. Anlamıştı. Söz konusu Berk olduğunda dürüst olmak o kadar kolay değildi. Kanımız deli akıyordu akmaya ama Berk'in de bizden daha iyi olduğu söylenemezdi.

 

Sonunda sokağa ulaştığımda biraz olsun olan biteni düşünebilecektim. Kim bilir bu gece ne kararlar alacak sabaha hepsini unutup kendi kendimi bir kalemde harcayıp öfkemde boğacaktım. Ziya odasına çekilirken bana kalan ıssız kaldırım kenarı olmuştu. Evin hemen önünde dolunaya karşı yaşadığım korkunç günü düşünüyordum. Birkaç adım sesi ve ardından samimi bir çiçek kokusu sardı etrafımı. Revan'ın işaret diliyle selam verdiğini anladım. Aynı hareketi yapıp karşılık verdim. Onun ne dediğini hâlâ anlamıyordum. En azından derdimi anlatacak kadar dilini öğrenmek istemiştim istemeye ama yoğunluktan bu fikrimi harekete geçirememiştim.

 

Elindeki kağıda bir şeyler karalayıp bana uzattı. "Berk ile konuştun mu?" Başımı olumsuz anlamda salladım. "Maalesef konuşamadım. Her şey çok hızlı gelişti. Banu'ya olan aşkının onu mahvetmesinden korkuyorum." Bakışları beni onaylamadığını çekinmeden ele verdi. Sonuçlarına göğüs gerip dürüst olmak zorundaydım. Yeniden kağıda bir şeyler karalayıp bana uzattı. "Arkadaşına kötülük ediyorsun. O bunu hak etmiyor. Gün geçtikçe Banu'ya daha fazla tutuluyor. Gerçekleri senden duymalı." Dudaklarımı okuyabileceği şekilde yüzümü yüzüne döndüm. Gözleri ay ışığının altında pırıl pırıl parlıyordu. Masum yüz hatları vardı. Yüzündeki altın oran onu gördüğüm ilk günden beri kafamdaki tüm matematik teorilerini altüst etmişti. Ona aşık olmadığıma hâlâ şaşırıyordum. Sanki o kaslı doku daha ben doğarken birine mühürlenmişti. Ne yaparsam yapayım o mührü bozamıyor ve sevmek denilen o duyguyu ruhuma kazandıramıyordum.

 

"Beni anlıyor musun?"dediğinde başımı salladım. "Bunu en kısa zamanda yapacağım. Bu işin daha fazla dallanıp budaklanmasına izin veremem." Duyduklarından memnun bir şekilde başını eğdi. Karşımda öylece suskun bir şekilde duruyordu. Hiçbir şey yapmasa da kendimi yanında huzurlu ve güvende hissediyordum. Bir zamanlar Kader'in yanında da aynı huzurlu dakikaları paylaşırdım. Geç kazanılmış erken kaybedilmiş ailem gibiydiler. Keşke onunla daha fazla vakit geçirebilmiş olsaydım.

 

"Kader'i sever miydin?" Yorgun bakışlarım boşlukta oyalandı. Defteri az sayıda cümleyle doluydu. Sanırım yazarak konuştuğu bir ben vardım. Başımı sallayarak "Severdim!"dedim. "Ne kadar?" İkinci sorusuna şaşırmadan "Çok!"diye karşılık verdim. Sessiz kaldı. Yüzünde oluşan imrenme emarelerini o bakışlarını kaçırırken uzun uzun izledim. Bu sefer sabırsızca elleriyle bir işaret yaptı. Ne demek istediğin anlamıştım. Bana ona aşık olup olmadığımı soruyordu. Başımı kaygısızca olumsuz anlamda salladım ve değişip ılık bir hal alan yüzüne odaklandım.

 

"O iyi bir dosttu. İyi bir evlattı. İyi bir öğrenciydi. Hayatında belki de bir kez büyük bir hata yaptı ve sonu bebeğiyle birlikte can vermek oldu. Kader buna layık değildi." Gözleri dolmuştu. Revan'ın hassas kalbi bu gerçekleri taşıyabilecek kadar güçlü değildi. Ağlayamıyordum. Kalbim taştan gibiydi. Ağladığım an sayısı neredeyse hiç yoktu. Göz pınarlarım kuraklığın hışmına uğrayan derin siyah kuyular gibiydi. Ağlamanın güçsüzlük olduğunu söylerdi Kadir Bey ve canım acıdığında ağlamama bile izin vermezdi. Belki de o yüzden her şeyi içime saklamam gerektiğini öğrenmiştim. Susmayı, binlerce ağıdı hüzünle birlikte yüreğime hapsetmeyi öğrenmiştim.

 

"Onu üzenleri, incitenleri er ya da geç bitireceğim." Gözlerini kocaman açıp başını hızlı ve sert bir şekilde salladı. "Yapacağım Revan. O pislikler bir daha kimsenin canını yakamayacak!" Elimi sımsıkı tutup başını aynı hırsla sertçe salladı. Direnmedim. Elimi çekip ondan kurtarmadım. Öylece yere baktım. Bakışlarımın odağında bir su birikintisi vardı. Oysa benim Kader'in adını duyduğumdan beri orada gördüğüm tek şey kıpkırmızı bir kan birikintisiydi. Kader'in ve doğmamış bebeğinin kanı... Ve bir gün o pisliğin kanı olacaktı.

 

Kalemini eline alıp "Sen kötü biri değilsin. Kimseyi incitemezsin!"dedi. Onun gözyaşlarına karşılık yüzümde alaylı, karanlık bir ifade belirdi. Revan beni henüz tanımıyordu. Neler yapabileceğime dair en ufak bir fikri dahi yoktu. Ben karanlığın ta kendisiydim. Kanımda Kadir Bey'in kanı dolaşıyordu. Ve görüyordum. Bir gün o kan gereğini yapacak ve benim gizleyip örtmeye çalıştığım tüm lekeleri su yüzüne çıkaracaktı. O pisliği öldüresiye döverken bir kez daha anlamıştım. Ben günahın oğluydum. Ve yaşadığım müddetçe en çok kendi karanlığımla savaşacak, öfkemi zincirlemek için ruhumu içimdeki kör kafeste kilitler ardında gizleyecektim.

 

"Ben senin sandığın gibi biri değilim." Gözleri kısıldı. Ela bakışları kafasındaki delici merakı ele verdi. Gözlerine bakıp hüzünle gülümsedim. Eğer o inde kalmış olsaydım benim karşımda bu şekilde oturamayacak, belki de tek bir sözcük bile kuramayacaktı. Ben habis bir şeytan olmaya mahkumken bu sıradan insanların değil; eli kanlı katillerin, gansterlerin efendiliğini üstlenecektim.

 

"Ben kimsesiz değilim, yetimhanede falan da büyümedim Revan." Kaşları hayretle havalandı. Gözlerini hızlıca kırpıp aralanan ağzını kapadı. "Sandığınız gibi fakir biri de değilim. Buraya gelmeden önce çok farklı bir hayat yaşıyordum." Açığa çıkan yalanlarım yüzünün rengini bembeyaz etmişti, fakat dilim susuşlarımın inadına her saniye gerçeklerimi haykırmaktan vazgeçmeyecekti. "Babam olacak adam yeraltı dünyasının liderliğini üstlenen bir pislik. Aklına hayaline gelmeyecek her türlü kötülüğü onda bulabilirsin." Yutkundu. Bu benden duyacağını düşündüğü her şeyden daha trajik ve korkunçtu.

 

"Beni de kendi gibi yapmak istiyordu. Yıllarca bir katil, bir suçlu olmam için beni yetiştirdi. Elinden kaçıp buralara geldim. Bir başkası gibi yaşayabileceğimi sanıyordum." Şaşkın bakışlarının arasında başımı eğip "Yanılmışım,"diye sayıkladım. "Kaçamamışım ondan! Beni eliyle koymuş gibi buldu." Elleri kalbini buldu. Soluk alışverişlerinden ne derece büyük bir sarsıntı geçirdiğini anlıyordum. Başımla caddenin karşısındaki siyah, lüks aracı işaret ettim. Karanlık camlar, içerisindeki pisliği görmemize engel olsa da izlediğimizin farkındaydım.

 

"İçindeki adam onun itliğini yapıyor. Bir gün yeniden kendisine dönmem için beni izlettiriyor. Her an takipte! Ona yenilmekten korkuyorum." Son sözlerimi söylerken sesim beklediğimden çok daha zayıf çıkmıştı. "Bir gün onlardan biri olarak uyanmaktan korkuyorum." Başını sallayıp bana sımsıkı sarıldı. Bir serçe gibi titriyordu. Nefes alışverişlerini göğsümün üzerinde hissediyordum. Kalbimin sesini bu kadar yakından duyan belki de ilk kişiydi. Ayağa kalkıp aramıza mesafelerin girmesini sağladım.

 

"Benimle olamazsın. Burada olmam bir hata. Sizlere bağlanmam dostlarıma yaptığım en büyük kötülük. Ben yanınızdayken hiçbir zaman güvende olmayacaksınız." Başını sallayarak aramızdaki mesafeyi bitirdi. Elleri heyecanla yüzümü buldu. Parmaklıkları yüzümün her santimini sevgiyle okşarken buna layık olmadığım fikriyle savaşmak bana daha da ağır gelmişti.

Sesini hiç duymamıştım. O sesi ne yazık ki kendisi de duymamıştı. Doğuştan engelliydi. Eğer sesinin bir rengi olsaydı eminim mavi olurdu. Gökyüzü gibi masmavi olurdu tınısı. Sessizliği bu kadar güven verirken kim bilir sesi bana neler bahşederdi!

 

Yüzlerimizi birbirine yakınlaştırıp yanaklarımı pürüzsüz cildine yasladı. Sade, temiz yüzü bana hiçbir kadının yakın olmadığı kadar yakındı. Dudakları birkaç kez kıpırdadı. Ne söylediğini ilk kez anlamıştım. "Seni seviyorum." Anne babasının bile sevmediği, yük olarak gördüğü beni sevmişti. Boynuma sımsıkı sarılırken elleri sırtıma sabitlenmişti. Ona hiçbir şey vaat edemeyeceğimi bildiğim halde onu kendimden bir kez daha uzaklaştırmadım. Benden görüp görebileceği tek yakınlığı ondan esirgemem haksızlık gibi geliyordu. İlk kez bu kadar cüretkardı ve ilk kez bu kadar mesafesizdim. Başı boynumdan arta kalan boşluğu doldururken düşünebildiğim tek şey gerçekleşip beni sırtımdan vuracağını bildiğim korkularımdı. Parmakları sırtıma anlayamadığım birkaç sözcük yazdı. İfadesiz yüzümü gördüğünde yerdeki kalemi alıp avuçlarıma aynı sözcükleri sıraladı.

 

"Seninle her şeye varım." Bu cümleyle hayatını nasıl bir uçuruma ittiğini bilmiyordu. Ben bir kordum. Dokunanın hem elini hem yüreğini yakıyordum. Sevdiği her şeyi küle çevirebilirdim. Asla güvende olamayacaktı. Ellerimi tuttuğunda hayatına türlü felaketleri beklemek zorunda kalacaktı. Bu şehirden kaçıp gidecek belki de bir başka ülkede bir yabancı gibi diğer insanların arasına karışmak zorunda kalacaktım. O benimle cehenneme yürüyeceğinden habersizdi. Aptaldı, çünkü aşkın her şeyi yenecek sihirli bir değnek olduğunu sanıyordu. Binlerce askerin kanıyla sulanmış bir kılıç, kimsenin erişemeyeceği ejderha tüyü ve el değmemiş denizlerin, ormanların bağrından kopup gelen tatlı bir rüzgar... Hiçbiri değildi. Farkında değildi belki ama aşk onun felaketiydi.

 

"Uy! Şu gelene bakun!" Başımı çevirmemle bana çevrilen yumrukla selamlaşmam bir oldu. "Ulan başıma bela mısınız siz?" Allah'ın belası Duran. Kardeşini yedik sanki. Bir bırakmadı peşimizi. Bana salladığı yumruklardan kurtulup ne olduğunu bile anlamadan bileğini kavradım ve sert bir hamleyle diz kapağıma sertçe indirerek kırdım. O çıt sesini bir ömür unutacağımı sanmıyordum. Haykırışı yüzümdeki soğuk mimikleri harekete geçirdi. Bana yeniden hamle yaptığında onu kafasından tutup duvara savurdum. Duvarla kısa sürede gelin güvey olmuşlardı. Revan'la yüz yüze geldiğimizde gözlerindeki o korku içime işledi. Sanırım artık neyden bahsettiğimi biliyordu. Karanlığıma hiçbir zaman olamayacağı kadar yakındı ve bana kapıldığında başına gelebilecek her şeyin de farkındaydı.

 

"Ahhhhhh!" Duran'ın sayıklayışları birkaç deli adamın da soluğumu kapımın önünde almasına sebep oldu. Bu arkadaşlarımı da harekete geçirmişti. Öne atılıp beni korumak için siper oldular. Konuştuklarımızın ne kadarını duyduklarını bilmiyordum. Galiba bu gün omuzlarındaki yalan yükünden kurtulma zamanıydı.

 

Duran toparlanmaya çalışırken arkadaşları çoktan burnumun dibinde bitmiş ve sert yumruklarımla öpüşmek zorunda kalmıştı. Orkun tekme savururken kendini yerde bulmuştu. Bu hergele ne zaman bilmediği işe girişmemesi gerektiğini öğrenecekti? Duran'ın arkadaşı Keskin üzerime çullanıp elindeki levye ile saldırmak istediğinde aramızdaki mesafeyi koruyup tekme savurdum. Afallayışı onu bir kafa darbesiyle yere yığmam için yetmişti. Ziya "Ula yettum! Sahipsuz mu sanduniz?"diye olaya bodoslama giriş yaparken ben çoktan Duran'ın diğer arkadaşı Pi* Turgut'u yer devirmiştim. Bir elim Turgut'ta öteki Keskin'de ayağa dikildim ve yumurta gibi ikisinin kafasını birbirine çarptım. Ben onları haşlamaya bitirsem de Ziya ile Orkun Duran'ı haklamaya girişmişti. Orkun bacaklarına yapışıp hayduta tırnaklarını geçirirken, Ziya laz yumruğu atıp Duran'ın meymetsiz suratını şişirip dağıtmakla meşguldü.

 

Bakışlarım önce yerdeki bozuk turşularda ardından gözyaşlarıyla bizi izleyen Revan'da dolaştı. Yüzü nemden sırılsıklam olmuştu. Sessiz yakarışlarına kırmızı gözleri şahitlik ediyordu. Ellerim o pisliklerin kanına bulanmıştı. Başımı eğip bakışlarımı kaçırdım. Ellerimi gizlemek istedim fakat gözlerimin önüne yığılan pislikler biraz önceki şaheserimi ondan korumama müsaade etmeyecekti. Kır saçlı, sıska bir adam onu kolundan çekip benden uzaklaştırdı. Sanırım babasıydı. Onu bir köpek tasması çekiştirir gibi dürterek çift katlı evlerine doğru sürüklemeye çalışıyordu. Üzerine atılmak istedim fakat Ziya bu girişimime izin vermeyecekti.

 

"Aile meselesudur. Bırak gitsun!" Şiddetin adı ne zamandan beridir aile meselesi olmuştu? Orkun afallayıp benden gelecek bir hamleyi beklerken daha fazla duramadım. Kolundan çekip Revan'ı babasından uzaklaştırdım. Araya ev sahibimiz girmiş ve yeni bir kavganın önüne geçmişti. Revan'ın bu gece evinde kalmasının iyi olmayacağı konusunda hem fikirdik. Ev sahibimiz rahat edemeyeceğini düşünüp Revan'ı iki sokak ötedeki kızı ile torununun yanına gönderdi. Daha sonra ise ailesiyle barışıp yeniden evine dönmüştü. Ama ben biliyordum. Bu defter bu kadar çabuk kapanmayacaktı.

 

 

 

Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. ☺️❤️‍🔥

İnstagram: seyma_yldz_koc

Loading...
0%