Yeni Üyelik
113.
Bölüm

113. BÖLÜM: GÜLLERİM SOLDU

@syildiz_koc

 

Medya: Bir telaşım var 🎶

 

 

Baharı görmeden hazana döndü

Dallarım mahsur külle boyandı

Zamanı gelmeden seraba gömdün

Dallarım mahsun zorla dayandı

Vah, yalan oldum deli yanımdan beni canımdan

Vurma yoruldum, bi' telaşım var, bi' telaşım var

Viran oldu bahçem güllerim soldu

Her gün her akşam yaralı doğdum

Yüreğimde hüznüm bu ne her gün isyan

Bir yanım hasret bir yanım hüsran

Karanlık gündüzüm karadır bahtım

Yaşarken öldüm n'eyleyim tahtı

Aynada gördüğüm tanınmaz hoyratı

Yaşarken ördüm ah, nevi insafsızı

 

Emre fel

 

Aslında hepimiz güzel çocuklardık. Bizden önce boya kalemlerimizi sonra da çizmekten bıkmayacağımız o güzel gökyüzünü aldılar. Gökyüzü elimden çekip gidince tüm maviler de bana küstü. Deniz yitirdi maviliğini önce. Sonra gökkuşağı solup sindi karanlığın göğsüne. Ben de kendimi siyaha boyadım. Aslında en başından beri tüm öfkem mavisiz kalışımaydı. Bende istedim masallarla uyumak fakat gözlerimi kapattığımda gördüğüm tek şey kabus oldu. Yatağıma sindi kan kokusu. Ben o günden sonra istesem de eskisi gibi olamadım. Çalınanlar içimde büyüdü kocaman oldu. Söylemek istediğim çok şey vardı ama onlar da benimle birlikte yarım kaldı. Büyütemedim içimdeki çocuğu ve el pençe divan durup kadere eyvallah diyemedim. Koruyamadım içimde açan gülleri. Ziyan olup gittiler.

 

Büyük, eski bir bodrum katı... Demir bir şilte, kan kokusu, tavana araba lastiği bedenine geçirilmiş bir şekilde asılan hırpalanmış genç bir beden... Büyük umutlarla çıktığım yolculuğun düştüğü son durum tam olarak buydu. Geçen zamanın benden ne alıp götürdüğünü bilmiyordum. Hangi günde hangi aydayız habersizdim. Orada yaşadıklarımı yazmaya, bir Allah'ın kuluna anlatmaya mecalim yoktu. Ben susarsam bir şeyler daha kötüye gitmez sanırdım. Yanılmışım... Yanılgılarımın faturası aylarca süregelen kabuslarım, ezilmişliklerim ve acılarım oldu. Koruyup kollamaya çalıştığım çocukluğum karşımda diz çöküp yüz çevirdi. Onca emeğin ve çabanın sonucu bu mu olacaktı? Hüsran... Yaşadıklarıma koyabileceğim tek isim buydu.

 

Buraya geleli kaç gün geçmişti? Kaç uykusuz gece atlatmış, kaç gün aç susuz kurtarılmayı beklemiştim? Uyku uyanıklık arasında geçirdiğim dakikalardan birindeyken kapının kilit sesi kalbimin hızlı atmasına, bedenimin sıtmaya tutulmuş gibi titremesine sebep oldu. Yine gelmişlerdi. Bana hayatımın en büyük acılarını yaşatmak için karşıma dizilecek ve işlemediğim bir günahın vebalini ödememe sebep olacaklardı. Gözlerimi açamıyordum. Biraz sonra dövülerek uyandırılacağımı bildiğim halde uykunun şefkatli kollarında anlaşılacağım günü bekliyordum. Bedenim aldığı tüm darbe ve yaralarla acınacak haldeydi çırılçıplak kalan uzuvlarımı sadece birkaç paçavra kısmen örtüyordu.

 

Eski demir kapı Perili Köşk'teki çığlıkları andıran çirkin bir gıcırtıyla yarısına kadar açıldı. Yaklaşık 1 dakikalık sessizliğin ardından telaşlı küçük adımların tok sesi bu ıssız yerde duyabildiğim tek şey oldu. Açlıktan mıdır bilinmez bir şey gözlerimi açmama, zihnimi ayık tutmama engel oluyordu. Birkaç küçük inlemeyi andıran ses duysam da ağzımdaki bantın da etkisiyle sesimi çıkaramıyor, yalvarıp yardım etmelerini isteyemiyordum. Bir el beni havada tutan zincirleri gevşetti ve göğsümü kavrayıp çözülen zincirlerden yumuşak bir şekilde kurtulup sert tozlu zemine uzanmamı sağladı. Aynı yabancı ellerin dudaklarımdaki bantı söküp çıkarması güç bela dilimin çözülmesine sebep oldu.

 

"Ne olur öldürün artık beni!" söylediğim sözü duymuş gibi bedenimi daha sıkı bir şekilde kavrayıp gövdemi kendisine çevirdiğinde bakışlarım aralanan göz kapaklarımın arasından o temiz mahsun yüze mıhlandı. Revan... Yaşamaya takati kalmayan ruhuma sımsıkı sarıldı. Başını reddeder gibi sallayıp mahsun beyaz ellerini yara bere içindeki yüzümün hassas bölgelerinde dolaştırdı. Islak gözleri uzun zaman sonra ilk defa birinin merhametine ne kadar susadığımı hatırlattı. Bana ne kadar büyük bir sevgiyle baktığını görebiliyordum. Ve şefkati o an ihtiyacım olan tek şeydi.

 

Yutkundum. O haykırışlarını sessizliğinde gizlerken ölümü ne kadar çabuk kabullendiğime ben bile hayret ettim. Uzunca bir süre bu iğrenç yerde kalmış ve kokuşmuş bir et parçası gibi pisliğe bulanmıştım. Tüm bu gerçekler Revan için bir önem teşkil etmiyordu. İğrenmeksizin ince zarif dudaklarını yüzümün her bir zerresinde sevgi ve hasretle dolaştırdı. Parmak uçları yaralarımı bile sevip okşamış, bana da ilk kez bir kadın tarafından sevilmenin huzur verici anını o iğrenç yerde yaşamak kalmıştı. Kontrolünü kaybetmiş bedenim kollarında mahşeri bekleyen ceset gibi sere serpe uzanırken dudaklarından bana bahsedilen o sözleri okudum.

 

"Seni buradan kurtarmak zorundayız. Orkun'u arayacağım." Çantasına telefonunu çıkarmak için uzandı fakat bu hamlesi titrek ellerim tarafından hiç ummadığı bir anda durdurulmuştu. Gözleri yeniden gözlerime değdiğinde nemli bakışlarla başıma salladım. O halde bile eski dostlarımdan yardım isteyemeyecek kadar gururluydum. Birbirimizi kaybetmiştik. Bin asır geçse yaşadıklarımı ve yaşattıklarını unutmayacaktım. Yaralar içindeki ağzımdan o an tek bir isim döküldü.

 

"Ömer... Ömer'i ara." Gözlerimle pantolonumu işaret ettim. Acele etmek zorundaydı. Abisi Duran ve karaktersiz arkadaşları gelmeden buradan çekip gitmeliydik. Beni yavaşça bırakıp yaklaşık on adım kadar uzağımdaki pantolonumun cebinden telefonumu aceleyle aldı.

Telefonum kapalıydı. Sinyal vereceğini düşünüp kapatmış ve yaklaşık bir ay boyunca da hiç açmamışlardı. Neyse ki ben de herkes gibi şifremi doğum tarihim yapmıştım. İşitme engelli olduğu için yapacağı ilk iş Ömer'e mesaj atmak oldu. Buraya gelmesi zaman alacaktı. Onu bu harabede bekleyemezdik.

 

Revan'ın da desteğiyle güç bela ayağa kalktım. Olabildiğince hızlı bir şekilde kabuslarıma girecek olan o iğrenç mekandan ayrıldık. Yeterince uzaklaştığımızdan emin olduğumda daha fazla dayanamayıp Revan'ın dizlerine kendimi bıraktım. Abisi Duran ve arkadaşlarının bana yaptıklarını görüyor ve sessiz bir feryadı andıran gözyaşlarını benim için döküyordu. Yaşadıklarımın sebebi olduğunu sanıyordu. Ne büyük yanılgı! Aslında o hiçbir şeyin sebebi değildi. Duran ve arkadaşları kötü insanlardı. Nefret dolu kalpleri Revan hayatımda olmasa da bana bu kötülükleri yapmaları için yeterdi. Bana sımsıkı sarıldı. Saçları yüzüme bir gölgelik olmuş gözyaşları tenimde küçük ıslaklıklar bırakmıştı. En azından birimiz ağlayabiliyordu. Elleri yüzümde dolaştığında beni gerçekten seven birinin dokunuşlarına ne kadar hasret kaldığımı üzülerek gördüm.

 

Yarım saat sonra siyah bir aracın yanı başımızda durduğunu fark ettim. Revan'ın dizlerine öylece uzanmış duruyordum. Ben uyku ve uyanıklık arasında bocalarken Revan sadece donuk donuk çimenlerin içlerindeki unutmabeni çiçeklerini izliyordu. Öyle sessiz ve duyarsızdı ki yaşadığını ancak inip kalkan göğüs kafesinden anlayabiliyordum. Abisinin yaptıklarından sonra artık istesek de bir araya gelemeyeceğimizi anlamış gibi gözleri umutsuzlukla kahroluyordu.

 

Korku ve endişeyle aracından inen Ömer beni o halde gördüğünde irkilip delirmiş gibi bakmaya başladı. Çıplak kalan bedenimi örten tek şey Revan'ın siyah çarşafıydı. Ancak işkence izlerini o örtüyle biraz olsun gizleyebiliyordum. Ömer daha fazla zaman kaybetmeden aracın arka koltuğuna yerleştirdi. Revan'ı evinin bulunduğu semte bırakıp otobana yöneldik. Dakikalarca araba sürüp yola baktıktan sonra Ömer'in telefonu çalmaya başladı. Defalarca çaldığı halde telefonuna dokunmuyordu. Yaklaşık 1 saat kadar yol aldık. Muhtemelen Kadir Bey de Ömer gibi kaybolduğumu öğrenip peşime düşmüştü. Ömer'in kızaran yüzünden ve sıklaşan nefesinden beni ona vermek istemediğini anlamıştım. Kendi hayatını da tehlikeye atarak çetin bir oyunun içine düşmüştü.

 

Çalan telefonu tamamen kapatıp önüne konsantre oldu. İyi bir tedaviden geçmek zorundaydım aksi taktirde bu şekilde yaşamam zordu. Arka koltukta uyku uyanıklık arasında gidip gelirken arkamızdaki araçlardan gelen korna sesiyle yeniden irkilip gözlerimi araladım. Hızımızı arttırmış onlara yakalanmamak için dolu dizgin makaslar atarak yol almaya devam ediyorduk. Ömer ani bir fren yaptığında ben de arka koltukta öne doğru savruldum. Kadir Bey peşimizi asla bırakmayacaktı. Ömer direksiyonu bırakıp kızgınlıkla araçtan indi. Saniyeler sonra arka koltuğun kapısı da açılmıştı. Kavurucu bir sıcak ve boğucu bir yaz havası vardı. Sert bir tokat sesi gözlerimi yeniden aralamama sebep oldu. Bu Kadir Bey'in köpeklerini dizginlemek için savurduğu şaplaklara benziyordu.

 

"Ulan köpek. Oğlumu benden ne hakla kaçırırsın? Bu ne cüret!" Ömer suskundu. Bedelini hayatıyla ödeyeceği yanlış bir davranışta bulunmamak için yumruklarını sıktığını görebiliyordum. Kadir Bey tırnaklarını Ömer'in yüzüne batırarak başını eğildiği yerden kaldırdı. "Eğer babana hayat borcum olmasaydı seni çoktan gebertip aslanlara yem etmiştim." Bir şaplak sesi daha yankı yankı çoğalırken yattığım yerden güç bela doğrulmaya çalıştım. Bir oğlu olduğunu hatırladığına inanmak oldukça güçlü. Gerçekten o benim babam mıydı?

 

Daha fazla Ömer'le vakit kaybetmek istemeyen Kadir Bey aracın içindeki zavallı halime nefretle baktı. Beni kavrayıp üzerimdeki çarşafla birlikte çıkardığında bedenimi saran utanca daha fazla dayanamayıp gözlerimi sımsıkı yumdum.

 

Etrafımızdaki koruma ordusunun beni bu şekilde görmesine tahammül edemiyordum. "Oğlum!" Dişlerinin arasından ilk kez aramızdaki ilişkiyi ele veren bir söz çıkmıştı. Bana oğlum demişti! İlk kez dizlerindeydim ve ilk kez elleri saçlarıma değiyordu. Benim için üzülmüş müydü ya da sadece beni bu hale getirenlere öfke mi duyuyordu bilmiyordum. O an gözlerimi açmak yapacağım en son şeyi bile değildi. Bu haldeyken onunla göz göze gelemezdim. Parmakları saçlarımda dolaşırken bana nasıl baktığı düşündüğüm tek şeydi. Heybetli sesi kulaklarımın birkaç santim gerisinde çağlayarak yeniden duyuldu.

 

"Tırtıl! Oğlumu bu hale getiren o p... bulacaksın. Mervan'a yaptıklarından çok daha beterlerini yaşamalarını sağlayacaksın. Onun bu halini bile mumla arayacaklar." Uyku yavaş yavaş zihnimi ele geçiriyor beni yaşadığım onca acılarlardan soyutlayıp hiçliğin olduğu bir aleme yolcu ediyordu. Uyanmak istemiyordum. Uyanmak en kötü kabuslardan bile beterdi. Günlerce uyku uyanıklık arasında bocaladım. Zaman kavramını yitirmiştim. Ne geceyi takip edebiliyordum ne de gündüzü. Saatler ve ölmemem için yedirilen yemekler hepsi buhranın içindeki serap gibiydi. O dönemlerde yaşadıklarım birbirinden bağımsız ve kopuk kopuk. Öyle ki hayalle gerçeği ayırt etmek bile benim için imkansızdı. Kadir Bey'in beni o korkunç görüntümle eve getirmediğinden emindim. Bir hastane odasında tedavi altına alınmıştım.

 

Yaklaşık iki buçuk ay orada tedavi gördüm. Kadir Bey bu süre zarfı içerisinde sık sık odama gelip doktordan durumum hakkında malumat alıyordu. Bedensel açıdan iyileşmiş ruhsal anlamda ise bataklıktaki kurbağalar gibi ölüme susamıştım. Çığlıklar atarak uyanıyor sürekli sayıklıyordum. Mide bulantıları ve kusmaların ardı arkası kesilmiyordu. Oda sıcaklığı normalken bile litreler dolusu terliyor ya da kuzey kutbunda kara batmışçasına üşüyordum. Çok zayıflamıştım. Gövdemi avuçlayan ağmalar bile göğüs kafesimdeki kemikleri yoklayıp sayısını bilebilirdi. Olabilecek en iyi şekilde bakıldığım halde toparlanamıyor, eskisi gibi olamıyordum.

 

Yakalandığımız günden sonra da Ömer'i defalarca odama gelip benimle ilgilenirken bulmuştum. Kadir Bey ona ihtiyacım olduğunu düşünüp bu kaçırma mevzusunu daha fazla uzatmamıştı. Bazen odamda sinir krizleri geçirdiğim ve ağlama nöbetlerine düştüğüm oluyordu. Ömer'in sesini sık sık duyduğumu hatırlıyorum. Kadir Bey'e "Psikolojik yardım alması lazım! O iyi değil!" Diyerek yalvarıyor ve beni iyileştirmesi için ona sürekli baskı yapıyordu. Kadir Bey ise inadından bir türlü vazgeçemiyordu. "Benim oğlum bu kadar güçsüz değil. Ona deli muamelesi yapma!" Keşke gerçekler onun söylediği gibi olabilseydi. Ağır düzeyde bir depresyon geçiriyordum.

 

Yaşadıklarımdan sonra kapalı alana girdiğimde nefesimin ciğerlerimde tıkandığını ve boğulduğunu hissediyordum. İlaçlarla uyuşturulmak artık benim için bir sorun teşkil etmiyordu. Beni yaşadığım cehennemden kurtaracak her şeye hazırdım. Zihnimin içinde bozuk plak gibi dönüp duran sesler beynimi kemiren böceklerin yemi gibiydi. Geçen her dakika Mervan'ı biraz daha solduruyor, mahvediyordu. Artık bir hayalim yoktu. Hayat kurtarmak gibi bir derdim de yoktu. Yaşanmışlıklarımın üstesinden gelemiyordum.

 

Bir gün Kadir Bey odama geldi ve ilaçlarla uyuşturulmuş zihnimi umursamadan aracına bindirip şehirden uzak bir depoya getirdi. Korkuyordum. İzbe yerler bana yaşadığım o korkunç anları hatırlatıyordu. Girdiğimiz döküntü yer yıkık dökük kirli duvarlarla örülü pis kokulu bir Nazi hücresini andırıyordu. Adımlarımız sıvası dökülmüş bir duvar köşesine geldiğimizde duraksadı. Gözlerim karşımdaki insanları bulur bulmaz yuvalarından fırlayacakmış gibi açıldı. Takım elbise giymiş, parlak, pahalı, siyah ayakkabılarımla film yıldızlarını, jönleri hatırlatıyordum. Oysa içim kapkara bir tufanı, savaş sonrası yakılıp yıkılan enkazdan yuvaları andırıyordu. Bir zamanlar orada kuşlar cıvıldar, dilimden türküler çağlardı. Anadolu kokardı tenim ve kalbim umutla çarpardı. Şimdi talan olmuş gururum, yerinde yeller esen gençliğime feryat figan ağlıyordu. Ben eski ben değildim ve giydiğim kıyafetler değişen Mervan'ı örtemiyordu.

 

Bakışlarım donuk donuk üzerlerinde dolaştı. Kan revan içinde çırılçıplak bir şekilde telef olmuş sırtanlar gibi önüme atılmışlardı. Bir ay... Bir ay boyunca aralıksız işkence gördükleri gözlerindeki korkudan anlaşılıyordu. Delirmiş gibi bakıyor, çatallanan seslerle yalvar yakar ağlıyorlardı. Gözlerimi kaçırmadan her birini tek tek inceledim. Paramparça derileri korkunç görünse de Revan'ın abisi Duran'ı daha ilk bakışta tanımıştım. Kulaklarımda kendi feryatlarım çınladı. Bedenen orada olsam da ruhum bambaşka yerlerdeydi.

 

Kadir Bey, benim için ayırdığı özel silahı bana uzattı. "Bu işi bitirmek senin hakkın!" Gözlerini gözlerimden ayırmadan kulağıma nefretini esti. "Vur onları! Al intikamını!" Cevap vermedim. Bir adım öncem insanlık bir adım sonram ise vahşet ve canavarlıktı. Ben hangisi olduğumu seçemiyordum. Hangisi olacağıma ise asla karar veremeyecektim. Kimseyi öldürmemiştim. Bunu düşünmemiştim bile. Ama şimdi içimde sadece intikam vardı. Ben artık eski ben değildim.

 

Dakikalar geçti. Çevremizdeki siyah giyimli adamlar artık sabırsızlanmaya başlamıştı. Kadir Bey benden hareket gelmeyeceğini anladığında elini müsabakayı başlatan hakemler gibi yukardan aşağıya indirdi. Emri bir bıçak gibi vicdanını kaybetmiş kalpleri kesti. Artık açılan yaradan kan değil kin akıyordu.

 

Bana en büyük düşmanlığı yapanlar gözlerimin önünde süzgece dönmüş oluk oluk kanıyordu. Açık kalan gözler o an bana yapılan kötülüğü görebiliyor muydu? Onlar bu zulmü yaşarken canım yanmamıştı. Utanmamış, üzülmemiştim. Kendi yaralarım hafiflemese de o zalimlerin nefes almadığını bilmek içimde garip bir huzur oluşmasına sebep olmuştu. Bu huzur yanılgıydı. Bu huzur sapkındı. Bu huzur beni ben olmaktan çıkarıp nefret kefenine saracak kadar güçlü ve kördü. Azrail, içinde güzelliklerin yeşerdiği Mervan'ı tırpanına asıp sürükleye sürükleye belanın cehennemine götürdü. Artık ondan geriye hiçbir şey kalmamıştı.

 

Kadir Bey'in yüzü memnuniyet ifadesiyle kırıştı. Bendeki değişimi hissetmişti. Adımlarımız birkaç metre ötedeki kapalı alanı bulduğunda şaşkınlığım daha da artmıştı. Uzun, ince iki adam kanlı saçları birbirine karışmış bir kadını inlemelerine ve ağlamalarına aldırmadan sürükleyerek 10 adım ilerimize bıraktı. Bu Banu'ydu. Ve bu izbe yerde onu görmeyi beklemiyordum. Güç bela ayağa kalkıp gözlerime baktı. Kendisinden ne kadar iğrendiğimi anlamıştı. Bende ona karşı merhametin m'si bile kalmamıştı.

 

Kadir Bey bir adım gerime geçip silahımı ona doğrulttu. "Hayatını karartan kadını öldürmek için neyi bekliyorsun? Her şey onun yüzünden oldu. Öldür onu! Yaşamasına izin verme!" Silah tutan elim havada öylece dikiliyordum. Bir hareketim bana onca acıyı yaşatan kadını silip atmaya yeterdi. Yapamıyordum. Öldürmek sanıldığı kadar kolay bir iş değilmiş meğer. En çok da ilkler şaşırtırmış adamı. Şaşkındım.

 

"Yapma Mervan. Sandığın gibi değil? Ayı... Ayıya sor! Ayı biliyor." Sözlerinin devamına izin verilmeyecekti. Ben put gibi dikilirken tuttuğum silahın tetiği Kadir Bey'in baskısıyla Banu'nun anlaşılmaz sözlerini mezara gömmüştü. Tetiğe basan oydu fakat aslında onu vicdanımda ben öldürmüştüm. Ölmeye layık görmüştüm. Ve yine öldüğüne üzülmemiştim. Artık istese de kimseye zarar veremeyecekti.

 

Günler sonra önüme bir gazete konuldu. Hapishanede büyük bir isyan çıkmıştı. Koğuşlar birbirine girmiş ve 17 numaralı koğuştakiler bu izdihamda yakılmak suretiyle hayatını kaybetmişti. Kadir Bey güçlü bir temizlik yapıyordu. Bana yaşatılan hiçbir şeyi kimsenin yanına koymamıştı. Keşke tüm bunlar bana yaşadığım o günleri unutturabilseydi. Kadir Bey'in bana olan tavırları da yumuşamıştı. Ben süt dökmüş kedi gibi suskun suskun zemini izlerken yanımdaki koltuğa oturuyor, çocukluğumda yaptıklarımdan bahsediyordu. Bebeklik dönemimi bile hatırladığını duyduğumda şaşırarak, gözlerine bakmadan büyük bir suskunluk orucunun diyetini öder gibi söylediklerini dinlemiştim. Arada sırada nemlenen gözlerim dışında bir tepki verememiştim.

 

Oturduğum koltukta küçülmüş minicik kalmıştım. O imparator gibi dimdik dururken yanında uyuklayan zavallı, yaralı bir kedi yavrusundan hiçbir farkım yoktu. Adamları karşıma geçiyor elimi eteğimi öpüyor bana abartılı bir şekilde saygı gösteriyordu. Ayak altında ezilmeye mahkum edilen bu zavallı böcek onların tanrısı gibi muamele görüyordu. Kadir Bey, benden onları dövmemi, hizaya sokmamı istediğinde bir kenara çekiliyor ve sadece susuyordum. İçimden konuşmak gelmiyordu. Beni özel bir kliniğe götürüp yardım almamı sağlamaya karar vermişti. Bir şeylerin düzeleceğine dair bir inancım olmasa da direnmedim. Ömer de peşimizden gelmiş ve iyi olup olmayacağımı kendi gözleriyle görmek istemişti.

 

Gittiğimiz yer bembeyaz bir odadan ve o odayı işgal eden makinalardan ibaretti. Karşımda bir psikolog bulacağımı sanmıştım. Ve yine yanılmıştım. Bana gerekli ilaçları verdikten sonra uyumak üzereyken elektro şok tedavisi göreceğimi söylemişlerdi. Başıma metal bazı uçlar takıp beynime bazı elektrik dalgaları göndermişlerdi. Kısa süreli bir hafıza kaybı yaşasam da ruhumun maruz kaldığı her şeyi hatırlıyordum. Birkaç kez bu tedaviyi uyguladılar. Kısmen etkili olmuştu. Eskiye nazaran biraz daha konuşabiliyor, aralarında sersem gibi dolaşmıyordum. Kadir Bey bu kadarının yeterli olmayacağına inanıyordu. Beni daha sonra da defalarca aynı kliniğe götürdü. Kliniğin sahibi Amerikalı, orta yaşlı dazlak bir adamdı. Beni selamlayıp işlem göreceğim odaya götürdü. Burada beynimin haritası çıkarılmış ve değişikliğe uğrayan bölgelere müdahale edilmesi kararı alınmıştı.

 

Beynimin organik yapısına belli oranlarda elektro manyetik alan oluşturulacak ve yapılan müdahaleyle bazı hatıralarla baş edip saplantılarımdan kurtulmam sağlanacaktı. TMS acılarımla baş edebilmem için yeni çözümle tedavi yoluydu. Kliniğe Ömer ve Kadir Bey'le gittiğimde gerekli hazırlığı yapıp başıma başlığı yerleştirdiler. Bileklerimdeki mezuralarla ne miktarda atış yapılacağı hesaplanmıştı. Sessizce bana yapılacak olan şeyleri bekliyordum. Bunun bana iyi gelip gelmemesiyle ilgilenmiyordum. Ben yenilgiyi çoktan kabullenmiştim. Makina çalıştığında dört saniye hızlı atış yapıp 20 saniye dinlendi. Bunu 20 gün boyunca defalarca uygulayıp bendeki etkisini gözlemlediler. Eskiye nazaran iştahım yerine gelmişti. İşlemlerin çokluğu pek çok hafıza problemine sebep oluyordu. Bazen uyandığımda nerede olduğumu, arkadaşlarımın neden benimle olmadığını merak ederek uyanıyordum. Karşımda Kadir Bey'i görünce şaşırıyor olayların nasıl bu hale geldiğini anlamaya çalışıyordum. Hatırladıklarım bana iyi gelmiyordu ama ilk günkü kadar da yıpratmıyordu.

 

Yaklaşık bir ay sonra yeniden aynı kliniğe gittim. Hipnoterapi denilen yöntemle beni sarsan acılarla baş etmem isteniyordu. Aynı doktor tarafından hipnotize edilmek suretiyle tedavi edilecektim. Odasına gidip bana ayrılan yere uzandım. Dikkatimi toplamamı sağlayacak karışık bir resimle sahte bir simülasyona girmem isteniyordu. Orada telkinlerle bir şeyleri düzeltebilecektim. Uyanıktım ama aslında uyuyordum da. Doktor bana "Neden acı çekiyorsun?"diye sorduğunda "Çünkü acı çekmeme sebep oldular."diyebildim. Bana gevşememi söylüyor ve gözümün önünde canlanan her şeyi sözleriyle kontrol ediyordu. Karşımdaydılar. Bana acı çektiren herkes birbir dizilmiş benden gelecek hamleyi bekliyorlardı. Uyku uyanıklık arasında bir yerlerdeydim. Bilinçaltımdaki her şey doktorun elindeydi. Benimle oynuyor kimseye söylemediğim pek çok şeye erişiyordu. "Bana onlara ne yapmak istiyorsun?"diye sordu. Cevap basitti. "Bilmiyorum."

"Acı çekmeni engelleyecek şey ne?"

"Yoklukları"

"Onları öldür! Böylece sana isteseler de zarar veremezler."

 

Bana telkin edilen şeyleri kısmen hatırlayabiliyorum. Hayali simülasyonda elimdeki silahla hepsini öldürmüş ve bana yaşattıkları acıları yaşanmamış kabul ederek yoluma devam etme kararı almıştım. Telkinler kafamı karıştırıyor zihnimde büyük depremlere sebep oluyordu. Doğru yanlış algım tamamen değişmişti. Ona göre tanrı iyiliği ve kötülüğü birlikte yaratmıştı. Dünyanın ikisine de ihtiyacı vardı. Değerli olan bendim ve kendimi güçlü kılmam bir başkasının ölümüne bağlıysa doğam gereği onu öldürmemde bir sakınca yoktu. Dünyadaki insanlar eşit değildi. Onları eşitlemek tanrıya karşı gelmek demekti. Yönetenler ve yönetilenler vardı. Birileri daha güçlü ve akıllı olmak zorundaydı. Aksi takdirde düzen bozulurdu. İnsanın kendi doğasına karşı gelmesi en büyük ihanetti. Benim ruhumda kötülük vardı. Bu kötülüğe karşı durmak imkansızdı. Benim için sunulan kadere razı olmam gerekiyordu. Kaderimi sevmeliydim. Ancak o zaman bir şeylerin iyi olması sağlanabilirdi. Yaşadığım her şey olması gerektiği için yaşanmıştı. Yaşanmaması hali yaşanmasından daha iyi olmayacaktı. Kötülük ve işkence beni pişirmiş kendim olma yolunda mesafe kat etmemi sağlamıştı. İyi olmak zorunda değildim. İyilik başkaları için olumlu sonuçlar doğursa da bana yaramamıştı. Çünkü iyilik ve fedakarlık benim doğama aykırıydı. Dünyanın düzenini bozmamalıydım. Tanrı kötülüğü sevmiş ve yaratmıştı. Şu durumda kötülük ve iyilik izafiydi. Kötülük benim için kötü olan şeydi. Ve iyilik benim için kötüyü doğurmuştu. Bunun gibi onlarca telkini aklımın bu seanslarda sindirmesi sağlandı. Çocukken anlamadığım her şey bilinç yüzeyine çıkmış ve beni değiştirmeye başlamıştı. Öğrendiğim iyi olan her şeyi sorgulamaya başlamıştım. Kafam allak bullaktı. Hiçbir günüm diğerine uymuyordu. Bu sözleri kabulleniyordum. Değişiyordum. Yaşadıklarımı inkar ediyordum. Bende kalan beynimde oynatılan simülasyondan fazlası olmuyordu.

 

Sözler fareyi aslan yapmıştı. İyiliğin bende oluşturamadığı gücü kötülük oluşturmuştu. Öfke en büyük ve güçlü zırhımdı. Tutunduğum dal nefret ve intikamdı. Başkalarının canını yakmak benim için bir sorun değildi. Artık olmam gerektiği gibiydim. Doktor kimseye anlatmadığım şeyleri bile biliyor beni bazen kendi düşüncelerimden vuruyordu. "Süt ninen acı çekmeni istemezdi. Sana acı veren değil acılarını gideren şeylere yönel. Onun öğrettiklerini bu günkü aklınla yorumla. Seni üzenlerin yaşamasını ister miydi? Senin aciz bir fare gibi korkak olmanı ister miydi?" Sözleri algılarımı ve yorumlamalarımı değiştirmişti. İlaçlar kullanıyordum. Doğru bildiğim her şeyin bir yanılgı olduğunu görüyordum.

 

Odama çekilip saatlerce spor yapıyordum. Bedenimi güçlendirmek ve yenilmez olmak istiyordum. Çocukken aldığım tüm o derslere yeniden başladım. Eskisinden çok daha güçlü olacaktım. Ben yenilmez olmak zorundaydım. Yönetmek ve hükmetmek kanımda vardı. Doğama aykırı davrandığım için kötü şeyler yaşıyordum. Bir şeylerin daha iyi olabilmesi benim farkındalığıma bağlıydı. Bazılarımız kötü olmak zorundaydı. Tanrının kötülüğü yaratması bir gayeye hizmet ediyordu. Eskisinden çok daha güçlü olmuştum. Artık birilerini öldürmek ya da yaşatmak benim için bir sorun olmaktan çıkmıştı. Başkalarının acı çekmesini önemsemiyordum. Kirli takaslar yapıyor ve bana biçilen rolü oynuyordum. Korku benliğimi terk etmişti. Sallanan koltuğuma yaslanıyor ve kazandığım kirli paraları havaya savurup etrafımda salınışını izliyordum.

 

Kadir Bey beni ilk kez bir hesaplaşma anına tanık olmak için götürdüğünde gözlerimi nefretle budanan bir cesaret bürümüştü. Bize yamuk yapan bir hainin karşısındaydım. Onca dayağa rağmen suçunu inkar etmiş ve bizi aptal yerine koymaya çalışmıştı. Kadir Bey yeni veliahtını denemek istiyor ve kendi yöntemlerimle bu işi çözmemi bekliyordu. Gözü kara bir adamdım. Hayatımın gözümdeki değeri yerdeki sahipsiz beş kuruştan farklı değildi. Plastik sandalyede oturan adamın karşısına geçtim. Gözlerim deli gibi bakıyordu. "Seninle bir oyun oynayacağız!" Dediğimde istemdışı gerildi. Elimdeki tabancayı önümüzdeki ahşap masaya bıraktım. Gözlerinin önünde tek bir kurşunu silaha yerleştirdim. Kendi kafasına dayayacağım endişesiyle yüzü kasılıp ter içinde kalmıştı. Gözlerinin önünde topu çevirdim. Silahı ona uzattım. Gözleri gözlerimle kabza arasında korkakça mekik dokudu. "Seç! Silahla kafana mı sıkacaksın yoksa kimle çalıştığını itiraf mı edeceksin?" Başını reddeder gibi salladı. Silahı alıp kendi şakağıma dayadım. Kadir Bey başta olmak üzere etrafımızdaki adamların hepsi korkuyla titredi. Benden bu hamleyi hiçbiri beklemiyordu. "Tetiğe bastığımda ölürsem bu senin için iyi haber. Benden kurtulursun ve defolup gidersin. Ama ölmezsem her atış senin için bir kesik parmağa mâl olur." Yutkundu. Bu oyun en çok kimden bir şeyler eksiltecekti ikimiz de bilmiyorduk. Diğerlerinin gözlerinin önünde tetiğe bastım. Gözümü bile kırpmamıştım. Kadir Bey üzerime yürümek istemiş Battal ise "Efendim!"diye haykırmıştı. Hayattaydım. Adamın arkasındaki Berzah'a işaret ettim. Elindeki kerpetenle sırıtarak adamın parmağını kaptı ve kurtulma çabalarına aldırmadan ilk parmağı ondan kopardı. Hangimiz daha şansızdık bilmiyordum ama içimden bu oyunu oynamaya yönelik delice bir istek duyuyordum.

 

Adam yalvararak ağlamaya başladığında ellerim sadistçe bir şefkati kucaklayıp perçemlerini buldu. "Şşşşş! Sakin ol! Şarkı söylemeyi sever misin?" Gülümsedim. "Ben severim. Türküleri de. Hadi Sarı gelin türküsünü birlikte söyleyelim." Adam acıyla inleyip ağlamaya devam ederken bana bakan korkulu gözleri umursamayıp türküyü büyük bir zevkle söyledim. "Hadi ama eşlik et! Sarı gelin aman! Suna yarim." Ortalık sakinleşmeye kalmadan yeniden şakağımdaki silaha asıldım ve düşünmeden tetiği çektim. "Efendim. Yalvarırım bir şey yapın. O iyi değil." Kadir Bey elimdeki silahı almaya çalışsa da üçüncü tetiğe engel olamamıştı. Patlamayan silahlar canımı sıkıyordu. Tek taraflı kolay galibiyetler eğlenceli olmuyordu. Kahkahalarla güldüm. "Bana iki parmak borcun var. Bak seni beklemeden iki el daha oynadım." Silahı masaya bırakıp karşımdaki adamı zevkle izlemeye koyuldum. Dilimde mırıl mırıl aynı türkü dolaşıyordu.

 

Adam Berzah'a bir parmağını daha kaptırınca daha fazla acıya dayanamayıp bülbül gibi şakıdı. Arkamı dönüp çekip gitmeye yeltendim. Fakat kapıdan çıkarken ardımdan duyulan iki el ateş sesine şahit olmaktan kurtulamadım. Her şeyin bir bedeli vardı. Çamura bulaşmıştı ve kirlenmesi kaçınılmaz olmuştu. Kendi düşen ağlamazdı.

 

Aslında ben en başından beri hata yapmıştım. Yanlış bir rolü üstlenmiştim ve bedeli ağır olmuştu. İyi olabilmek içim hesaplarımı kapatmalıydım. İçime attıklarım yerini bulmalı ve kalbimdeki eksiler bir yapboz parçası gibi yerini doldurmalıydı. Geçmişe dönük o hesabın günü gelmişti. Yeniden İzmir'e döndüm. Etrafımdaki herkesi gönderip otoparktaki bir aracın içine sindim. Siyah, zengin işi pahalı bir araçtı. Saatlerce uzaktan izlediğim adam neyseki sonunda sevgililerinden kopup sindiğim araca gelebilmişti. Ön koltuğa oturdu. Saat gece 2 sularındaydı. Anahtara asılacağı esnada arka koltuktaki hareketlenmeleri fark etti. Ön tarafındaki aynayı çevirip yüzümü seçmek için gözlerini kıstı. Gülümsedim. Gözlerim son zamanlarda alışık olduğum gibi kan sızdırıyordu. Beni tanımıştı. Kapıyı açıp kaçmaya yeltendiğinde elimdeki teli ön koltuğun üzerinden adamın boynuna sabitledim ve koltukla tel arasında nefessiz kalmasını sağladım. Yüzümde kocaman bir gülümseme vardı. "Kader için!" Çırpınmaları boşunaydı. Gecikmiş adalet sonunda onu da bulmuştu. Ölümüne saniyeler kala son sözlerimi fısıldadım. "Mutlu yıllar bal kabağı." Yeni yaşı beni o arsaya bıraktığı günkü gibi ölüm getirmişti. Doğum günüm kana bulanmıştı ve artık onunki de benimle aynı kaderi yaşıyordu.

 

Sabahı kıyıda ücra bir deniz kenarında geçirmiştim. İntikamımı almış ve bundan zerre kadar pişman olmamıştım. Yaptıklarının bedelini ödemişti. İçimdeki dürtülere daha fazla direnemeyip kendimi Orkun ve diğerleriyle kaldığım mahalleye attım. Linç edildiğim mahalleye... Revan'ı görmek için gelmiştim. Beni karanlığımla kabul eden tek kadını... Mahallenin girişindeki arsaya aracı park edip evinden çıkmasını bekledim. Beklediğim an geldiğinde beni görebileceği kadar yakınına geldim. Görmüştü. Elleri şişkince olan karnına ilişti. Parmağında sıradan bir alyans vardı, yanında ise esmer uzun boylu bir adam... Anne olmaya hazırlanıyordu. Geçen zaman beni çabuk unutturmuştu. Burada bir işim kalmadığını anladığımda yeniden siyah aracıma yöneldim. Peşimden birkaç damla gözyaşı dökerek sessiz bir feryatla koşsa da oradan ayrılmak yaptığım en doğru şeydi. Yanılmıştım. Beni karanlığıma rağmen kabullenecek tek kadın Revan değildi.

 

Bunu bir ay sonra yaşayacağım olaylardan anlamıştım. O gün düşmanlarımızla karşı karşıya geldiğimizde hayatımı mahvedecek yeni bir kararın alındığına şahit olmuştum. Mirzanoğlu ailesinden biriyle evlenerek iki aile arasındaki düşmanlığı bitirip barışı sağlamak... Ve Gülnaz tüm direnişlerime rağmen karım olmuştu. Sorunlu bir adamdım. Hâlâ yaşadıklarımın etkisi altındaydım ve istesem de ona iyi bir eş olmayı beceremezdim. Gönderdiğim haberler anlamsız kaldığında kendimi damatlıklar için de o korkunç düğünde buldum. İnsanlar coşup eğlenirken yanımdaki kadın mutluluktan havalara uçuyordu. Ben ise tek başıma oturduğum yerde kendi yalnızlığıma ağıtlar yakıyordum. O ortam beni bunaltıyordu. Gürültü sakinliğe alışmış olan zihnimi çalkantılara düşürdü. Nefes alamıyordum. Gözlerimin önüne gelen her kare beni biraz daha deliliğin eşiğine düşürüyordu. Kadir Bey beni evlendirmek istememiş ve işi yokuşa düşürmek için çabalamıştı. Fakat Mirzanoğulları yaşadıklarımdan habersizdi ve tam da bu yüzden beni ailelerine layık bulmuşlardı. Hem de evlerine basıp hesap sormama rağmen... Kadir Bey'in biricik varisinin soyundan torun sahibi olmak bu aile için gurur verici olacaktı. Mide bulantıları o gece düğünde de peşimi bırakmamıştı. Ter içinde kendimi zoraki tuvalete attım. Kusmalar ve geçirdiğim buhran Kadir Bey ve Battal tarafından fark edilmiş ve müdahaleye uğramıştı.

 

Düğün biter bitmez eve dönmüştük ve ne yazık ki Gülnaz Hanım geceyi tek başına geçirmek zorunda kalmıştı. O, kapının dışında kendisini içeri almam için ricalarda bulunurken gerdek yatağının üzerine bacaklarımı karnıma çekerek oturmuş ter içinde sinir buhranı yaşıyordum. O kapıyı bana ne Kadir Bey ne de bir başkası açtıramamıştı. O gün çocukluğumun kapısı aralandı ve odanın bir kenarına sakladığım oyuncak yeniden gün yüzüne çıktı. Barbie bebek evi yıllar sonra ilk kez üzerindeki örtüden kurtulmuş ve tam karşımda yerini almıştı. Çocukluğumda olduğu gibi yaşadığım tüm kötü şeylerden oyuncağın masumiyetine sığındım. İçindeki oyuncak bebeği saatlerce izliyor ve odadaki her detayı ezberleyecek kadar büyük bir tutkuyla oyuncağın bende bıraktığı hissiyata teslim oluyordum. Etrafımda emir vermem için dönüp duran adamlara oyuncak bebeğin evini gösterip aynısından yapılmasını istediğimi bildirdim. Benimle aynı kattaki bir başka odayı oyuncaktaki odanın birebir aynısı olacak şekilde dizayn ettiler. Odaya giriyor saatlerce bıkıp usanmadan hayaller kurup zaman geçiriyordum. Elimde çocukluktan kalma Uyuyan güzel masalı vardı ve yatağa uzandığımda oyuncak bebek de yanımda diğer yastığın üzerinde benimle birlikte yerini alıyordu.

 

O bebeğe gerçek bir insanmış gibi yaklaşıyordum. Hiç kimseyle geçirmediğim zamanı ona ayırıyor, vaktimin çoğunu saçlarını tarayarak, elbiselerini giydirip onunla konuşarak geçiriyordum. Uçsuz bucaksız yalnızlığımın limanında tek dostum, sırdaşım olmuştu.

 

Evliliğim hem Gülnaz hem de benim için çekilmez nitelikteydi. Gülnaz için hayal kırıklığının resmiydim. Bana aşık olduğunu fark ettiğimde ona eskisinden çok daha fazla acımaya başladım. Evli her kadının isteyebileceği sıradan şeyleri umuyordu fakat ona umduğu hiçbir şeyi veremiyordum. Bana beraber olmak için her yaklaştığında kaçıyor biraz zorladığında üzerine kusuyor ve sinir krizi geçiriyordum. Kadınlardan nefret ediyordum. Bana aşık olan ve hayranlığını gizlemeyen kadınlar dişi bir şeytan gibi gözüme gözüküyor ve yaşadığım her şeyi binlerce kez gözlerimin önüne düşürüyordu. Gülnaz sıkıntılı davranışlarımı fark etmiş ve sebebini öğrenmek için bir hayli uğraşmıştı. Suçu kendinde buluyordu. Her şeyin kendisini çekici bulmamamla ya da onu sevmememle ilgili olduğunu düşünüyordu. Oysa aramızdaki mesele bundan çok daha yorucu, çok daha bıktırıcıydı. Hiçbir şey için kendisini suçlamasını istemiyordum ama yaşadıklarımı anlatmaya da gücüm yoktu. Olabilecek en yanlış zamanda böylesi bir sorumluluğun altına girmek benim tercihim değildi.

 

İçkinin zihnimi uyuşturduğunu fark ettiğimde sorunlarımdan kurtulmak için sarhoşluğu bir kurtuluş gibi gördüm. Gülnaz'ın gizli saklı verdiği antidepresanlar kısmen bazı şeyleri aşmamda yardımcı olsa da beni iyileştirecek şey bu kadar basit olamayacaktı. Gülnaz bize iyi gelecek olan şeyin bir bebek olduğunu zannediyordu. Bir bebek o an hayatımda isteyebileceğim son şey bile değildi. Babalık büyük bir sorumluluktu ve ben bu sorumluluğun altından kalkabilecek psikolojide değildim. İlaçlar da umutlarını söndürünce büyü tarzı tuhaf şeylere başvurdu. Onların bir etkisini gördüğümü kimse söyleyemezdi.

 

Yanıma geliyor bana sarılıyor, birlikte her şeyin üstesinden gelebileceğize dair motive edici sözler sarf ediyordu. Oysa hiçbir şeyin üstesinden gelebildiğimiz yoktu. Her ne kadar Gülnaz'la aramızda aşk diyebileceğim bir şeyler yaşanmasa da bana olan desteklerini görüyor ve saygı duyuyordum. Anne olmak istiyordu. Onu daha fazla bu arzusundan mahrum edemezdim. Baskılar son raddeye ulaştığında sadece sarhoş olduğum gecelerde yaşanması koşuluyla benimle olmasına izin verdim. Bir robot gibi duygusuzdum. Bana yaklaşması duyarsızlığa alışkın duygularım için bir şey ifade etmeyecek, buzdan kalbimi çözüp ısıtmayacaktı.

 

Doğrusu bir bebeğinin olması benim de işime gelmişti. Annelik büyük bir sorumluluktu. Dünyaya getirdiği bebek sürekli ağlıyor, sağa sola kusup uykusuz bıraktığı gecelerle Gülnaz'ın bütün zamanını alıyordu. Biraz olsun rahata ermiş Gülnaz'dan ve isteklerinden kurtulmuştum. Artık yüzüne bile bakmadığım, doğduğu gün odama kapanıp sahiplenmediğim bir kızım vardı. Geceleri onun ağlama sesleri yüzünden uyuyamıyor, kendi odamda stres ve sıkıntıdan sinir krizi geçiriyordum. Yine o günlerden birinde daha fazla dayanamayıp bebeğin bulunduğu odaya gittim. Gülnaz ortalarda görünmüyordu. Muhtemelen duş almak için banyoya gitmiş ve beklediğinden daha geç çıkmak zorunda kalmıştı.

 

Bir cellada yaklaşır gibi temkinli bir şekilde bebeğin bulunduğu pembe beşiğe yöneldim. Küçük sevimli bir yüzü, siyah güzel gözleri vardı. Pembe tulumunun içinde ay ışığını andıran bakışları duyarsızca gözlerimde dolaşıyordu. Onu kucağıma alıp göğsüme bastırdım. Kendi kızıma olan ilk dokunuşlarımdı ve babası olduğumu hissetmiş gibi kısa bir süre sonra tatlı bir uykuya hapsoldu. Ondan ayrılamıyordum. Gülnaz banyodan çıkıp bizi o halde gördüğünde bile bebeği bırakmadım. Artık varlığı benim için rahatsız edici bir şey değildi. Gülnaz'la olan ilişkimize bir katkı sağlamasa da onu benimsemiş ve sevmeye başlamıştım. Dicle... Ömrümün kara kışında kalbime akan ilk neşem tek umudum... Kızım... Onun varlığı kötü şeyleri atlatmamdaki en büyük sığınağım olmuştu.

 

 

***

 

 

Günümüz

 

Nazar ellerini karnında dolaştırarak bebeğini hissetmeye çalıştı. Her geçen gün biraz daha büyüdüğünü bilmek içinde tarifsiz bir mutluluğa sebep oluyordu. Asla bir araya gelemeyeceğini bildiği adamdan bir parçayı bedeninde taşıyordu. Onunla bir geleceği olamayacağını bildiği halde Mervan'ı düşünmekten kurtulamıyordu. Kendisi için doğru olanı yapması gerektiğine inanıyordu. Bu doğru canını yaksa da hayatı üzerine kumar oynayamaz, onca yaşanmışlıklardan sonra Mervan'a karşılık veremezdi. Bunun bedeli çocuklarını kaybetmek ve ailesinden tamamen kopmak olabilirdi. Gözlerinden iki damla yaş süzüldü. Kalbi tüm doğrularına ihanet edip onu istiyordu. Kendisine acı veren adamı sevmelere layık bulmuş ve Nazar'ı sevdasının ağırlığı un ufak etmişti.

 

Telefonunun zil sesi sessiz, küçük odasında yankı yankı çoğaldı. Bilinmeyen bir numara tarafından arandığını anlayan genç kadın aklına gelen ihtimallerle bocaladı. Bu Mervan olabilir miydi? "Alo!"

 

"Benim!" duyduğu ses Nazar'ın kalbindeki tüm çarkları aynı anda çevirmiş ve genç kadın nefes almayı bile o an unutmuştu. "Mervan!"

 

"Bir şey söyleme! Sadece beni dinlemeni istiyorum. Oğlumuzun bulunduğu yeri buldum. Kadir Bey'in yanında ve güvende. Onu almaya gideceğim." Nazar dolan gözleriyle mutluluk içinde gülümsedi. Aras'ın iyi olması o an duymak isteyeceği en huzur verici haberdi. "Oğluma bir zarar vermedi değil mi? Uzun zamandır ondan haber alamıyorum. Delirmek üzereydim"

 

" O iyi!" dedi Mervan sıkıntılı bir nefesi ciğerlerinden uzaklaştırırken. Söylemek istediği esas söz bu değildi. Nazar sabırsızca "Neden hâlâ bekliyorsun? Onunla kalmasına nasıl müsaade edebilirsin?" Dedi sitem eder gibi. "Senden bir söz almak istiyorum Nazar. Oğlumuzu almaya gideceğim fakat ona ulaştığımda senin de bir aile olabilmemiz için bedel ödemen gerekiyor. Aras'ı aldığımda benimle buluşup bir daha geri dönmemek üzere yurtdışına kaçacaksın. Artık burada istesekte yaşayamayız. Tüm bu saçmalıklar olmadan önce kurduğumuz hayallere sadık kalacağız. Başka bir ülkede, başka bir şehirde tertemiz çocuklarımızla güzel bir dünya kuracağız. Daha fazla acı çekmeye gücüm yok. Ben seni istiyorum."

 

"Ya gelmeyi reddedersem!" dedi Nazar güçlükle. Mervan'ın ödeteceği bedel korkutuyordu. "O zaman ben ve Aras çekip gideriz. Onunla sadece görüntülü konuşabilirsin."

 

"Oğlumu kullanıyorsun!"dedi Nazar isyan eder gibi. Mervan'ın yaptığı bundan daha iyi değildi. Duyduğu tek şey ise bağır çağır ve bir suskunluk olacaktı.

 

Nazar başını eğip düşen gözyaşlarına teslim oldu. Aynı hisleri taşısa da Mervan gibi olamıyordu. Kendisine yaşattığı acıları unutamıyor, Dicle'nin gözü yaşlı çehresini bakışlarının odağından çıkaramıyordu. Mervan dokunaklı bir sesle, "Ağlama!" Dedi. Nazar sesini dahi çıkarmadan ardı ardına serin yaşlar bıraktı. "Seni yine üzdüğümü biliyorum. Ama yemin ediyorum bu gözlerinden akıttığım son yaş olacak. Bir daha sadece mutluluktan ağlayacaksın. Hiçbir acı yüreğini ise boğamayacak. Cesur olmalıyız Nazar. Başka çaremiz yok. Bu aşkı unutamazsın."

 

Nazar ayakta durmakta güçlük çekince yatağının üzerine oturdu.

"Hayır Nazar, bunun olmasına izi verme. Gidelim onunla. Mervan'ın olmadığı bir hayatı istemiyorum." Naz'ın saçma serzenişleri Nazar'ı sinirlendirmekten başka bir işe yaramıyordu. "Canımı yakıyorsun. Bana acıdan başka bir şey vermedin. Benden ne istiyorsun. Yaşamaya, onca acıdan sonra devam etmeye çalışıyorum. Sen..."

 

"Nazar! Birbirimize mutlu bir hayat borçluyuz. İyi olmak zorundayız. Düşün! Hafızanı kaybettiğin günlerde birlikte çok mutluyduk. Yine olabiliriz. Sadece cesarete ihtiyacımız var." Nazar sessizdi. Aras olmadan tek bir gün dahi yaşamak istemiyordu artık. Onun Mervan'la çekip gitmesine izin veremezdi. "Elimi kolumu sallaya sallaya gelmeme izin vereceklerini mi sanıyorsun? Polis ensemde. Sana yardım ettiğimi sanıyorlar. Bir suçlu gibi muamele görüyorum." Telefondan sıkıntılı bir nefes sesi duyuldu. Nazar'ı böyle bir kabusa ittiği için Mervan da pişmandı. Ama bir şeyleri değiştirmek için artık çok geçti.

 

"3 gün sonra buluşacağız. Sana bir numara göndereceğim. Bana o telefondan ulaşacaksın. Yılbaşı gecesi Taksim'deki büyük kutlamaya katılacağız. Oraya Noel baba kostümü giyerek katılacağım. Sen..."

 

"Ben..."

"Noel anne olacaksın. İkimiz için mutlu bir yılbaşı olacak. Düşün Nazar! Sana 3 gün zaman veriyorum. Bu gece Aras benimle uyuyacak. Eğer gelirsen 3 günün ardından bir aile olarak uzun zaman sonra ilk kez aynı sofrada oturacağız. Mutluluğumuz senin iki dudağının arasında. Sadece doğru kararı ver!"

 

***

 

    

"Sizinle gelecek mi dersiniz Efendim!" Mervan dakikalarca elinde tuttuğu telefonu bıraktı. Bu ücra dağ evinde kimsenin gözüne ilişmeden geçirdikleri günler yakında sona erecekti. Sevdiği kadına ve oğluna kavuşmak için sabırsızlanıyordu. Eşyalarını ve ihtiyacı olan her şeyi hazırlamıştı. Aralarına hiçbir şeyin girmesine izin veremezdi. Gözleri oyuncaklarıyla oynayan minik Elif'e takıldı. Üç gün sonra babasına kavuşacak ve annesinin kirli hayatından ilelebet kurtulacaktı.

 

Hazırladığı meyve tabağını zigon sehpanın üzerine bırakıp eline aldığı meyve bıçağıyla elmanın kabuğunu Battal'ın meraklı bakışlarının arasında soymaya başladı. Dostu birkaç gün öncesiyle sonrasını kıyaslamadan edemiyor, Mervan'ın ikircikli ruh haline hayretle bakıyordu. Adam doğrayan eller şimdi küçük bir kız çocuğu için meyve mi soyuyordu? Mervan onun düşüncelerinden habersiz dilimlediği elmayı küçük kıza uzattı. Elif elmayı alıp keyifle küçük bir ısırık kopardı. "Hımmm!" Elif'in çıkardığı tatlı mırıltılar Mervan'ı gülümsetmişti. Ayrılacaklarına üzülse de daha fazla baba hasreti çekmeyeceği için mutluydu.

 

Birlikte kaldıkları süre zarfı içerisinde oyun oynamış, çizgi film izlemiş ve bol bol resim yapmışlardı. Elif babasıyla yapamadıklarını Mervan'la yaşamış, Mervan ise kızlarına duyduğu hasreti Elif'in tatlı gülüşleriyle gidermeye çalışmıştı.

 

"Babanız Baran Bey'i zorla yanında tutuyormuş efendim. Onu yeni veliahtı kabul etmiş. Yaşadığınızdan habersiz. Haşim Bey'im eşiyle Diyarbakır'da kalmış. Bir şey bilmediği için kimse ona ilişmemiş. Korkut Bey'im ise annesiyle kalıyor. Bir klinikte tedavisine devam ediyor. Durumları iyi." Mervan ailesine olanlardan memnun değilse de yaptıklarına pişman olamıyordu. Kadir Bey durdurulması gereken bir adamdı. Aralarındaki kan bağı ona sabretmesi için yeterli değildi.

 

"Baran'ı Kadir Bey'den kurtarmalıyız. Sevdiği kadınla mutlu olmak istiyor. Yıllardır bunun için mücadele ediyor. Bana yaşattıklarını tekrarlamasına izin veremem." Eline aldığı dosyayı nefretle karıştırdı. Kadir Bey'in sağ kolu yakalanmış ve kirli çamaşırlarını ortalığa dökerek Beyine ihanet etmişti. O gün Nazar'a atılan iftiranın aslında en başından beri Kadir Bey'in oyunu olduğunu anlamıştı Mervan. Karısını düşmanına peşkeş çeken babasını bitirmekte geç bile kalmıştı. Artık Kadir Bey'in yurdu ya cehennemdi ya da hapis. Onun için bundan daha iyisi düşünülemezdi. Kara şövalye tüm hazırlıkların bittiğinden emin olmak için valizine göz gezdirdi. Orada oyuncak bebek evi olmasa da tuhaf bir şekilde ayısı yer bulabilmişti.

 

Pembe, küçük, pamuklu ayıyı ellerinin arasına alıp nefretle dokundu. Bu ayıyı asla unutmayacaktı. Hayatını karartan kadın Mervan'a son sözlerinde onu haykırmış ve kinini kanına böyle bulamıştı. Nefretini unutmamak için bu ayıyı her gün görmüştü. Onunla konuşmuş ve hesaplaşmanın bittiğini kendisine defalarca hatırlatmıştı. Ayının yüzeyindeki dikiş izi ilk kez dikkatini çekti. Merak zihnini ele geçirince parmakları dikişlerin üzerinde oyalandı ve sonunda ani bir kararla ipleri kopardı. İçindeki tüm pamukları çıkarıp eline ulaşan küçük flaş belleği buldu.

 

Banu hapishaneye iki kez gelmiş, fakat Mervan onunla görüşmeyi reddetmişti. İki kez mektup bırakmaya kalksa da her seferinde geri çevrilmesine mani olamamıştı. Bu ayıyı sonucunu beklemeden bırakıp gitmiş ve Mervan reddetse de hapishane yönetimi manevi değeri olduğunu düşünüp ayıyı emanetlerinin arasına koymakta bir sakınca görmemişti. Belli ki Banu Mervan'ın er ya da geç ayının içindeki belleği bulacağını biliyordu. Ya da bu ihtimale inanmak istiyordu.

 

Mervan dizüstü bilgisayarını açıp Battal'ın meraklı bakışlarının arasında flaştaki dosyayı açtı. Elindeki meşrubat bardağını kafasına dikip sessizce video kaydının açılmasını bekledi. Gözleri Banu'nun videodaki görüntüsüyle kocaman açıldı. Şu günlerde en son görmek isteyeceği kişi bile değildi. Yara bere içindeki bedeni normalin aksine dağınık duruşu dikkat çekiyordu.

 

"Merhaba Mervan!"dedi kayıttan gelen ses. "Biliyorum. Benden delicesine nefret ediyorsun. Haklısın. Keşke zamanı geriye alıp bir şeyleri değiştirebilsem. Sana söylemek istediğim binlerce sözüm var ama artık bunları dillendirmeye ne gücüm kaldı ne de zamanım. Eğer bu videoya eriştiysen ve hâlâ kayıtı kapatmayıp beni dinliyorsan sana tüm gerçekleri anlatmak için burada olduğumu bilmeni istiyorum. Mervan... Ben çok büyük bir hata yaptım. Para hırsıyla kendimi bir bataklığın içine düşürdüm. Evet. Ben senin en başından beri kim olduğunu biliyordum. Arkadaşlarından gizlediğin her şeyden haberim vardı. Kadir Bey beni senin için tuttu. Bana seni kendime aşık etmemi söyledi. Seninle ilgili her şeyi ona taşıyor ve karşılığında hayalini bile kuramadığım bir hayat yaşıyordum. Başlarda aldığım paralar beni mutlu etti. Yaptığım şey basitti ve utanmadım. Ama zaman her şeyi değiştirdi. Bana aşık olmadın ve beni tamamen hayatından çıkardın. Sana erişmek için Berk'i kullandım. Onu hiçbir zaman gerçekten sevmedim. Aranızı açmamı ve seni kendisine kazandırmamı istiyordu. Gözünü hırs bürümüştü. Geri çekilmek işi bırakmak istedim." Banu'nun düşen başı dökülen gözyaşları Mervan'da hiçbir olumlu his oluşturmadı. "Çünkü sana aşık olmuştum Mervan. Daha fazla oyun çevirmek istemiyordum. Bırakmadı. Daha da zorbalaştı. Bana şiddet uygulayıp ailemle tehdit etti. O gün buluştuğumuzda Berk'i çağıran bendim. Beni seninle basacak ve tüm dostluğunuzu bitirecekti. Süklüm püklüm kendisine döneceğini sanıyordu ve yine yanılıyordu. Olaylar istediğimiz gibi gitmedi. İçinde bulunduğum durumu kullanıp ailemi korumak için iftira attım. Artık dostlarınla hiçbir bağının kalmaması gerekiyordu. Bu beklenmedik durum kendi ölüm fermanım oldu. Her yerde beni arıyordu ve er ya da geç öldürüleceğimi bilerek yaşıyorum. Annemi ve ablamı kaybetmemek için ona teslim olmaya mecburum. Senden af dilemeye bile yüzüm yok." Banu videonun sonuna doğru hıçkırıklar içinde ağlama devam etti. Gözyaşlarının arasında söylediği son sözleri "Ne olursa olsun ona yenilme!" oldu.

 

Mervan duran kaydın ardından bir put gibi nefessiz kaldı. Gözleri kin ve nefretle kan kırmızıya dönmüştü. Battal onun bu halinden endişe edip Elif'i kucaklayarak içeri götürdü. Bu kadarını kimse beklemiyordu. Mervan dimdik oturduğu koltukta kendi kendine sığamadı. Zihnindeki tüm duvarlar yıkılmış ve yaşadıkları bu kayıtla anlam kazanmıştı. Kendi babası onu yaşarken öldürmüştü. Kadir Bey Mervan'ın gençliğini ve hayallerini hırslarına kurban vermişti. Bir çıt sesi Battal'ın kulaklarına ilişti. Artık kırılan sadece Mervan'ın kalbi değildi. Elindeki bardak da gazabına ferman olmuş ve kana bulanmıştı.

 

❤️‍🔥❤️‍🔥❤️‍🔥

 

 

Merhaba arkadaşlar. Önümüzdeki bölüm final bölümümüz olacak. Ve daha önce de size bildirdiği gibi iki final yazacağım. Bunlardan sadece bir kitabımıza dahil olacak. Bu bölüm gerçeklerin ortaya çıktığı önemli bir bölüm oldu.

Yeni bölümde sürprizlerle dolu olacak. Desteklerinizi ve yorumlarınızı bekliyorum. Sizce mervan gerçekleri öğrendikten sonra ne yapacak?☺️❤️‍🔥 Nazar ve Mervan kavuşabilecek mi?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%