Yeni Üyelik
15.
Bölüm

15. Bölüm : Karanlığa Serzeniş

@syildiz_koc


Sevmek, sahiplenmenin en güzel yoludur herhalde; sahiplenmek ise sevmenin en çirkin yolu.


                                                                                                                           José Saramago    


Korkunç bir rüya gördüm bu gece. Yatağın üzerinde otururken kapı kırılacakmış gibi çalmaya başladı. Dışarıdan öfke dolu bir ses, "Mervaaaaaan! "diye haykırdı. Bu abimin sesiydi, demek bulmuştu sonunda bizi. Kapıya doğru koştum. Mervan, bu gelişi hiç beklemiyordu. Yönelişim onu da ayaklandırmıştı. Kapıyı hızla açtım, artık yüz yüzeydik. Boynuna sarılıp bende bıraktığı huzuru doya doya kucakladım.


Abim, "Seni bırakmam demiştim!" diye sayıkladı. Bırakmamıştı; yine buradaydı, yanımdaydı işte. "Gidiyoruz. " Başımı onaylayarak salladım. O yanımdayken içimdeki korku denizini biraz olsun zapt edebiliyordum. Mervan, yanımıza yaklaştı ve silahını ona doğrulttu. "Onu bir yere götüremezsin. Karımı kimseye bırakmam, benimle kalacak." Abim, buna asla izin vermeyecekti. Kin dolu bir sesle, "Bırak onu aşağılık herif! "diye bağırdı. Elleri ellerimde sıcacık dokunuşlar bırakırken, kararlılıkla bu zalim adama karşı koyuyorduk.


Mervan, öfkeli bakışlarını üzerime dikip, "Buraya gel Nazar! Sana oyun bitti demiştim." dedi. Gitmeyecektim. Alnımı abimin omuzuna yaslayıp, "Seninle kalmayacağım!" diye direttim. Abim, "Peşimizden gelme sakın!" diyerek son ikazını yaptı. Birlikte kapının eşiğinden çıkmak için bir adım attık. Arkamızdan üç el ateş sesi duyuldu. Kocaman açtığım gözlerimi sağ omzumun üzerinden abime yönelttim. Hüzünlü bakışları üzerime düşmüştü ve ben o yeşil deryada kaybolmuştum.


Elleri buz kesip ellerimden ayrıldı. Ben, "Abiiiiiii!" diye çağıldarken sert bir şekilde dizlerinin üzerine çöktü ve saniyeler içinde kucağıma yığılıp kaldı. Artık haykırışlarımın ve gözyaşlarımın hiçbir önemi yoktu. Ağzından sızan kan yüzünü kafesleyen avuçlarıma akıp pembe elbiseme bulaşmıştı. O güzel yüzden geriye donuk bir çift yeşil bakış kalmıştı. Acılı ve yarım bir çift bakış....


Çığlık atarak gözlerimi açtığımda ilk karşılaştığım yüz Mervan'ın olmuştu. Kocaman açılmış gözlerimle onu maviliğe boğarken, elleri yanaklarımda buluştu. İki baş parmağı göz pınarlarından akan yaşları bir çırpıda silip attı. "Dokunma!" diye bağırdım. Beni bana rağmen sımsıkı göğsüne bastırdı. "Hepsi rüyaydı; korkma, buradayım!" Onu itip göğsüne 2 elimle sert yumruklar indirdim. "Senden korkuyorum zaten aşağılık herif; senin karanlığından, nefretinden korkuyorum." diye bağırdım.


Defalarca onu incitmek için çırpınıp durduğum halde bana karşılık vermiyordu. Ne olduğunu anlamaksızın, bana donuk donuk baktı. Beni hiçbir şekilde engellemeye çalışmıyor, önümde duran bir kum torbasıymış gibi yumruklarıma teslim oluyordu. İçimdeki tüm öfkenin ve acının dinmesi için bana fırsat yaratmıştı sanki. Bugün hiç olmadığı kadar suskundu ve hiç olmadığım kadar tehlikeliydim.


Yüzüme yapışan sarı saçlarım kesik kesik soludukça hareketleniyor ve beni ona karşı daha da harap gösteriyordu. Kollarımdan sertçe tutup beni kendine çekti. Dudaklarımı dudaklarına bastırdığında solumun kesildiğini hissettim. Donup kalmıştım. Beni adi bir sigara gibi tüketirken ruhumun kanaması hiç durmadı. Onu itip kollarından uzaklaştım ve suratına sert bir tokat attım. Bu ona attığım ikinci tokattı. Yüzünde en ufak bir pişmanlık çizgisi görünmüyordu.


Utanıyordum. İlk defa biri bana böyle dokunmuştu ve ben onu engellemeye bile güç yetirememiştim. Mehmet'le olan arkadaşlığımız, asla böyle bir boyuta taşınmamıştı. Değil öpmek, elimi dahi tutmamıştı bunca zaman. Bilirdi bu tarz tutkulu yakınlıklardan hoşlanmadığımı ve beni basit dokunuşlarla kendinden uzaklaştırmak istemezdi. Saygılı bir erkekti o. Benim rahatsız olabileceğim hiçbir şeyi arzu etmezdi. Sahip olmayı değil, benimle mutlu olmayı seçmişti çünkü.


Ona sakladığım bu özel anları Mervan'ın hırslarına kurban vermiştim. Öfkeliydim ve şimdi çok daha kin doluydu kalbim. "Sen benim karımsın." Elleri yüzünde mahzun bir şekilde bana bakıyordu. Artık neyi olduğumun bir önemi yoktu. İstemiyordum ve istemediğim müddetçe kimsenin bana hiçbir sebeple yaklaşmaya hakkı yoktu. "Karın değilim! "dedim inkarımı haykırarak. "Ve bir daha asla bana dokunmanı istemiyorum. Söz ver! Bir daha dokunmayacaksın." Başını olumsuz bir şekilde salladı.


"Tutamayacağım sözleri vermek gibi bir adetim yoktur." Yüzüne nefretle baktım. Aynı umursamaz tavrıyla devam etti. "Nefret dolu bakışların yıldırmaz beni. Boşuna kendini tüketme. Daha önce de söyledim; alışkınım böyle bakılmasına, etkilenmem." Elleri, yüzümü habisliğin hapsolduğu yüzüne çevirdi. "Bak bana! Evcilik oynayacak adam değilim ben! Her şey olması gerektiği şekilde olacak. Zamanla alışacaksın hayatındaki varlığıma." Esirgemeden söylediği bu sözler, ruhumda ıstırap hendekleri yakmıştı. Benim hüsran dolu günlerimin habercisi gibiydi kefalet teklifleri. "Gördüğünden çok daha kötü bir adamım ben. Sen de benim içimde kalan tek insani yönümsün. Aile olacağız. Seninle ve çocuklarımla mutlu bir gelecek kurmak istiyorum!"


Başımı eğdim. Lekelenmiş hissetmekten kurtulamıyordum bir türlü. Benden hayata dair sahip olduğum tüm hakları almıştı. "Seninle olmak istemiyorum. Ben... Ben..." Gözünü merakla üzerime dikti. "Sen..." Mehmet'i söylemeli miydim ona? Bir başkasını sevdiğimi öğrendiğinde vazgeçer miydi benden?


"Ben..." Hayır, söyleyemezdim. Sırf ondan kurtaracak diye abimi öldürmeye çalışmıştı; Mehmet'e de kıyardı hiç acımadan. Onu sevmeme asla müsaade etmezdi. Abimi boyun eğerek kurtarabilmiştim; Mehmet'i kurtarmaya asla gücüm yetmezdi. Her şeyi içimin karanlık dehlizlerinde saklamak zorundaydım. Merakla cümlemi bitirmemi bekliyordu. Daha fazla falso vermemek için, "Ben seninle evlenmek istemiyorum! Bizim bir geleceğimiz yok." diye sözlerimi yineledim. Bıkkın bir ifadeyle üfledi. Yüzünü benden çevirip pencereden uzaktaki dağlara göz gezdirdi. "Bunu kabullenmek zorundasın. Senin kaderine de ben yazılmışım, bunda anlaşılmayacak bir şey yok. Bizi kader bir araya getirdi; benim zorbalıklarım değil."


Şimdi de suçu kadere yükleyerek tüm günahlarından kurtulmaya çalışıyordu. Böylece kendini benim vicdanımda aklayabilecekti. Yaptığı kötülükleri kaderle açıklamak işine geliyordu, bense bu tavrından daha çok nefret etmiştim. "Kader senin günahlarını örtmez; en azından suçlarını kabul edecek kadar açık yürekli olabilirsin!" dediğimde karşısında ağzı iyi laf yapan bir kız olduğunun farkına varmış olmalıydı.


Cam kenarına geçip rüyanın tesirinden çıkmaya çalıştım. Biraz önceki yaşananlar kalbimin deli gibi çarpmasına sebep olmuştu. Dudaklarının temasını ve sıcaklığını tenimde hissetmekten kurtulamıyordum. Mehmet'e ihanet etmiş olma fikri beni içten içe kıvrandırıyordu. Bana kıyasla oldukça rahattı. Her hâlinden yaşananları umursamadığı anlaşılıyordu. Biraz önceki tokadımı hiç yememiş gibi kırmızı, irice bir elmayı alıp keyifle ısırarak yemeye başladı. Büyük, kırmızı koltuğunda bir ayağını dizine atıp Bey pozları atarak dik bir şekilde oturdu. Bakışlarının üzerimde gezindiğini hissettim. Beni baştan aşağı süzdüğünden neredeyse emindim.


Sonunda rezilliğe kapı aralayan bir tarzda "Yeter!" diye bağırdım. "Bunu beni sinirlendirmek için yapıyorsun." Agresif tavrımı görmezden gelerek bir kaşını kaldırdı. "Hım! Sahi mi?" Peçeteyi dudaklarında gezdirip, "Sen de beni sinirlendiriyorsun." dedi. "Hâlâ yüzüm sızlıyor; daha ne kadar tokatlayacaksın beni? Dayak arsızı oldum artık! " Sırtını şömineyi yaslayıp kollarını birbirine bağladı. İmalı, sert bakışları vücudumu bir dantel gibi ince ince dokurken, "Asi prenses!" diye ekledi.


Sırtımı pencereyi yaslayıp aynı şekilde kollarımı birbirine bağladım. "Bana her dokunduğunda elektriğe kapılmış gibi acı çekeceksin. Tenim sana her yaklaştığında bir lav kütlesi olacak. Pişman olacaksın benimle evlendiğine!" Sözlerim onu zerre kadar endişelendirmemişti; hatta bilakis yüzünü güldürüp keyiflenmesine sebep olduğu bile söylenebilirdi. "Ziyanı yok!" dedi küstahlık maskesini yüzüne geçirirken. "Ben acı çekmekten hoşlanırım. Zaten uysal kadınlardan da pek haz etmem. Benim kadınım sert ve asi olmalı biraz. Senin gibi..."


Resmen beynimden vurulmuştum. Ben vazgeçsin diye yapmadık çirkeflikler koymazken o bu tavırlarımdan zevk alıyordu demek. Belki de beni durdurmak için söylemişti bu sözleri. O böyle söyledi diye koyun gibi uysal olup beni yönetmesine müsaade edeceğim, öyle mi? Çok beklerdi, asla ona boyun eğip kadınlık gururumu örselemesine izin vermeyecektim. Durgunlaşan tavırlarımı, dağınık zihnimi fark etmişti ve bende bıraktığı bu tesirden ne kadar hoşnut olduğunu görebiliyordum.


Sinsi bir tebessümle, "Yırtıcı, dişi aslanım benim. Şu vahşi hâllerin yok mu?" diyerek beni öfke girdabına sürükledi. "Kes sesini! Bu saçma hitaplarından hoşlanmıyorum." Eline aldığı av tüfeğini kurcalarken, "Ben çok hoşlanıyorum! "diye kestirip attı.


Tüfeği ortasından kırıyormuş gibi sert bir hamle yaptığında irkildim. Gözünü metal girintilere yaklaştırıp nişan aldı. Onun bu saçmalıklarına tahammül edemiyordum. Mermi dizesini boynuna geçirip, "Biraz dolaşalım, uzun zamandır da av eti yememiştim." Avlanmak sözünü duyunca dudaklarımda azap verici kıvrımlar oluştu. "Ne saçmalıyorsun, bırak şu tüfeği!" Onu ve deliliklerini görmezden gelmekten bıkmıştım. Bunca saçmalık yetmezmiş gibi bir de av partisi heveslerine düşmüştü.


Kolumdan tutup, "Hadi gidelim! " diye iteledi. Aynı hızla merdivenleri inip, o güzel, yeşil tabiata karıştık. Beni gözünden ayırmaksızın dolaşmaya başladı. Uçan kuşlar dikkatini çekince tüfeği onlara yöneltti. Bir gözünü kapayıp dikkatle nişan aldı. Delici bir ses kuşlarda çığlıklara sebep olurken, "Yapma!" diye haykırdım. Kızgın gözlerini yine üzerime çevirmişti. Merhametsizliğine iğrenerek baktım. "Yeter prenses! Bu tekinsiz hareketlerinle hayvanları ürkütüyorsun."


Üzerine yürüyüp iki elimle onu ittim. "Saçmalıklarına bir son ver, onlara ihtiyacın yok." Tüfeğe mermileri yerleştirirken yüzüme bile bakmıyor, adeta duyarsızlığıyla beni psikolojik bir cezaya tabi tutuyordu. İşaret parmağını dudaklarına götürüp, "Şşşşş!'' diye fısıldadı. "Sessiz ol! Akşam yemeğimizin ürküp kaçmasını istemezsin değil mi?"


Hiçbir şanssız hayvanın ona rast gelmesini istemiyordum. Ailem ve benim için yeterince büyük bir tehlikeydi zaten; bir de o masum canlılara kıymasını asla kabul edemezdim. Yavaş yavaş evden uzaklaştık. Kulaklarını açmış en ufak bir çıtırtının izini sürüyordu. Av merakı bana olan ilgisini bile baltalamıştı. Keskin gözleriyle her yeri didik didik ederken, etrafı izleyip kaçacak bir yer aradım. Ya da bana sırt verecek birini...


Yokuş aşağı yavaş yavaş inmeye başladık. "Kaçmayı düşünme bile!" diyerek bana gözdağı vermekten gocunmadı. "Seni her yerde bulurum; tabii bu senin hayrına olur. Seni elimden kaçırırsam ormanda kurda kuşa yem olursun. Bu da hiç işime gelmez! " Alaylı bir şekilde güldüm. "Sana yem olmaktansa kurda kuşa yem olmayı tercih ederim." Alaycı dalaşmalarıma aynı ayarda cevap verdi. "Aslanlar yemeklerini kimseyle paylaşmaz prenses!"


"Doğru!" dedim gözlerimi yüzünde aşağılayarak gezindirirken. "Onlar heveslerini alıp doyuncaya kadar yerler, sonra da artıklarını diğer hayvanlara bırakırlar. Benden bıktığında, yeteri kadar hevesini aldığında kime iteceğini çok merak ediyorum." Yüzüme bile bakmadan tüfeğini benden tarafa doğrultu. "Benim olan hiçbir şeyi kimseye vermem. Paylaşmak kanımda yok!" Arkamı döndüğümde gördüğüm manzara kanımı dondurmuştu. Mervan'ın tüfeğini doğrulttuğu noktada küçük bir yavru tavşan yaprak yiyordu.


"Hayır!" diye bağırıp üzerine atıldım. Bir kurşun sesi ortalıkta yankılanırken kendimizi yerde bulduk. Avcunu yattığı yerden sertçe zemine vurdu. Üzerinde huzursuzca kıpırdandım. Ona yakın olmaktan nefret ediyordum. Dudaklarının kıvrımları öfke dolu benliğini su yüzüne çıkarmıştı. Kendimi kollarından kurtardım. "Bana en sonunda kendini öldürteceksin!"


Ona bugün av yaptırmamaya kararlıydım. "O hayvanı rahat bırak! Hiç mi merhamet yok sende? Her yer yiyecek doluyken bir avuç hayvanın etiyle mi doyacaksın?" Gözlerini kapatıp, yüzünü hırsla çevirdi. "Çattık belaya!" O yaprakların üzerine diz çöküp otururken tavşana doğru birkaç adım attım. Hayret! Kaçmasını beklemiştim, fakat oturuşunu bozmadan gözlerini bana dikip yaprakları kemirmeye devam etti. Mervan, elindeki büyük yaprağı parmakları arasında ezip öğütürken, o sevimli canlıya biraz daha yaklaştım. Elindeki yaprağı bırakıp, gözüne ışık tutulmuş gibi kitlenerek bana bakıyordu. Ellerimi ona uzattığımda kaçmadan kollarıma teslim oldu. Bu tip hayvanlar yabani olurdu oysa, insan görünce kaçıp uzaklaşırlardı. Bu sefer hiç de öyle olmamıştı.


"Al, evlat edin istersen. Düğünden sonra ortamıza alıp yatarız." Mervan'ın alaylı tavrını umursamadım. Tavşanın ayağına baktığımda incinmiş olduğunu fark ettim. "Yaralı!" Mervan, tüfeğini alıp yeniden ayaklandı. Tavşanla ilgilenirken bir kurşun sesiyle daha irkildim. Kuşlar hep birden gökyüzünde savrulmaya başlamıştı. "Sonunda!" diyerek bitirici bir neşe dalgasına teslim oldu. Hızlı adımlarla sağa dönüp yürümeye başladı. Bir bıldırcın ... Eliyle bir kanadını tutup bana doğru birkaç adım attı. "Şanslı günündesin. Lezzeti bir avdır." Dolu dolu olmuş gözlerimle ona iğrenerek baktım.


"Canavar! Nasıl kıyabildin? Sende insaf yok mu?" Kolumdan tutup eve doğru yürümeye başladı. "Ben vurmasam başkası vururdu. Doğanın kanunu bu. Büyük balık, küçük balığı yer; güçlü olan zayıfı ezer. Ezilmek istemiyorsan güçlü olacaksın!" Bu saçmalıklarını duymaya bile tahammül edemiyordum. Kucağımdaki tavşanı biraz daha göğsüme bastırıp, "Senin beni zorbalıklarınla ezip, mahvettiğin gibi değil mi?" Sustu. Beylik laflarına daha fazla devam etmek istemediği belliydi.


"Beni kandıramadın. Normal yollardan elde edemeyince de türlü oyunlarla ve zorbalıklarla kendine bağladın. Sen güçlü falan değilsin; aciz, vicdansız adamın tekisin. Kendi heveslerine bile söz geçiremeyen, zavallı bir adam..." Sözlerim, ifadesiz yüzünde en ufak bir oynamaya bile sebep olmamıştı. Kalpsizliğini ve nefretimi yüzüne haykırdığım halde duyarsızlığını korudu.


Eve geldiğime sevinmiştim. En azından artık ormandaki diğer hayvanlar güvendeydi. Ben sandalyede tavşanımla ilgilenirken, bıldırcının tüylerini yolmaya başladı. Bu manzaraya daha fazla dayanamıyordum. Tavşanı bırakıp yere diz çöktüm. Yüzümün ne halde olduğu umurumda bile değildi. Midemde ne varsa, kusup çıkarmıştım ve bu hâlimle kendimi biraz daha iyi hissetmeye başladım. Ona bakamıyordum bile. Tavşanıma havucu yedirirken, "Süt çocuğu! "diye sayıkladı. Kana karşı olan hassasiyetimi anlamıştı. Camdaki yansımama baktığımda yüzümün bembeyaz olduğunu fark ettim. Bu kadar sarsılmam beni oldukça güç durumlara düşürebilirdi.


Bir yandan alayla beni süzerken diğer yandan bahçedeki çeşmede bıldırcın etini yıkadı. Bana olan tavırlarına çok kızmıştım. İnsanların zayıf yönlerinin olması gayet normaldi. Kanın rengi, yaralı bir etten akışı içimi bulandırıyordu. Onunla karşılaşınca fenalaşan tek kişi de ben değildim. En az kan kadar beni rahatsız eden bir şey varsa o da yükseklik korkusuydu. Yüksek bir yerdeyken bayılacakmış gibi olurdum. Karadeniz'in yüksek ve engebeli olduğunu düşünürsek bu durumla baş etmek oldukça güçtü. Sanki her an yer ayağımın altından kayacaktı ve ben paldır küldür yuvarlanıp gidecektim.


Korkak bir kız değildim; asla elimi taşın altına koymaktan gocunmazdım. Bu zayıflıklar kendimi bildim bileli hep hayatımda süregelen yönlerdi ve ben korkularımla yaşamayı öğrenmiştim. Mervan'ın cesur biri olduğunu itiraf etmeliyim. Abim, silahı kendisine doğrulttuğunda eli bile titrememişti. Gözlerini kırpmadan yapacağı hamleyi beklemişti tam tersine. Vurulduğu anda yüzüne baktım, gözlerinde ne ölüm korkusu vardı ne de ömür hevesi. En büyük deliliğinin hayata karşı olduğunu anlamıştım. Ben belanın cehenneminde yalınayak yürüyorum demişti. Haklıydı. Şimdi o yürüdüğü cehenneme gözünü kırpmadan beni de atıyordu ve ben bu büyük yangını çaresizce kabullenip kaderime küsmekten başka bir şey yapamıyordum.


Hava yavaş yavaş kararmaya yüz tutarken hazırladığı mangalın karşısında plastik bir tabakla közü yelliyordu. Bu hâliyle alışageldiğimiz Bey tavırlarından oldukça uzak sayılırdı. Başımı masaya koyup, gözlerimi kapadım. Onu balkondan daha fazla izlemek istemiyordum. Mehmet'i düşündüm. Bu adamla yalnız olduğumu bilse, kahrından ölürdü herhalde. O asker ocağında benden gelecek bir haberin hevesiyle yanıp tutuşurken, ben burada Mervan'ın oyuncağı hâline gelmiştim.


Pişen etleri alıp masaya geldiğinde dalıp gittiğim hayallerimden bir çırpıda uzaklaştım. Kendimi iyi hissetmiyordum. Balkonun loş ışığı gözleri uyuşturuyor ve hatıraları zihnime bir bir düşürüyordu. Özlemiştim onu. Karanlık bana onu anımsatırdı hep; bir de şu ışıltılı, güzel yıldızlar. Gerçekten fısıldıyorlar mıydı bana seni? Görüyor muydun sensizliğimi? Hissediyor muydun acılarımı? Yıldızlar kadar uzağındayım şimdi, yüreğimin dermanı kalmadı sensiz. İçimdeki burukluk aşkından yadigâr kalan tek şeyken, bu tek kişilik sevdayı hangi güçle devam ettirebilecektim?


"Yine nerelere daldın?" Cevap vermedim. Ne mutluluğum kalmıştı ne de huzurum. Başımı eğip hemen önümdeki beyaz güllere baktım. Bana bakıyordu. Zihnimden geçen şeyleri okuyamadığı için şanslıydım. En azından birkaç dakikalığına da olsa kaçıp saklanabiliyordum içimdeki buzdan eve. Aklım yüreğimle saklambaç oynarken, ciğerlerimi yakan o havayı gözlerimi kapatıp usulca bıraktım. Bendeki efkarı anlamıştı. O sadece sevdasız bir evliliğe kelepçelendiğim için üzüldüğümü sanıyordu; oysa ben içimdeki bir cehennemden diğerine sıçrıyor, lavların içinde kanayarak yüzmeye çalışıyordum. Kalbimi bırakmıştım o şehirde ve hiçbir zaman yeri dolmayacaktı.


Pişirdiği etleri tabağıma koyduğunda ilgisizce su bardağına baktım. İçimdeki yangına inat bugün suyu dibine kadar yudumladım. "Neden yemiyorsun? Çok güzel oldular." Cevap vermedim. Şu an onunla didişemeyecek kadar yorgundum. "Tamam anladık, av etini yemeyeceksin. En azından şu köftelerden, kanatlardan yiyemez misin?" Cevap bile vermeye gücüm yoktu. Of! Neden biraz olsun beni rahat bırakmıyordu sanki? Bıraksaydı da için için kan ağlasaydım. Bıraksaydı da doya doya yaşasaydım acımı.


"Hiç ummadığın bir anda kendini bir evliliğin eşiğinde buldun. Buna uyum sağlamakta zorlanıyorsun." Acıklı bir gülümseme yüzümde dolaştı. "Seninle mutlu olacağıma inanmıyorum. Biz çok farklıyız, birbirimize ait olamayacak kadar farklı!" Duraksadı. Umursamazlık kisvesine bürünmüştü yine. Susarak konuyu dağıtmak ve tatsız konulardan uzaklaşmak istiyordu belli ki.


Mangalda pişirdiği etleri tabağıma servis etti. Midem düğümlenmiş gibiydi; bu nefis kokuya rağmen bir şeyler yemeyecek kadar dağılmıştım. "Karşılaşmamız tesadüf değildi. Bilmediğin gizli bir amaca hizmet ediyor beraberliğimiz. Allah, seni eksik yönlerimi tamamlamak için gönderdi." Şaşırmıştım. Kendini mükemmellik tahtına oturtmuş, kibirli bir adamın eksik yönleri olduğunu kabul etmesi beklenmedik bir şeydi doğrusu. Dudaklarımı alayla kıvırdım. "Güçlü Mervan Hanzade... Para babası, yakışıklı... Senin eksik yönlerinde mi var? " Alayıma imalı bakışlarıyla karşılık verdi. "Var!" Merakla kaşımı kaldırıp cümlesini tamamlamasını bekledim.


"Merhamet ve sevgi... Sen içimde eksik olan bu iki parçayı ruhuma kazandıracaksın!" Kendisine iyi geleceğime inanıyordu; bense tam tersine cehennemin içine düştüğümü ve onunla korkunç bir ölüm dansına tutuştuğumu düşünerek kahroluyordum. "Sen bana yıllar sonra bir kalbim olduğunu hatırlattın. Senden önce titremeyen, korkmayan, özlemeyen bir et parçasıydı o!"


"Ne acı!" dedim bitkin yüzüne bakarak. "Sahip olduklarımla kendimi tamamlanmış sayardım hep. Sen hayatıma girdikten sonra yarım kaldım ben. İki şey çözülüp gitti içimden: Mutluluk ve huzur... Sana bir şeyi kazandırabileceğimi sanmıyorum; zira bunun için çok geç. Yarım bir kalbi; yüreği nefretle dolu, yaralı bir kadın tamamlayamaz."


Tabağına dönüp yemeğini keyfini belli eden bir ifadeyle yemeye başladı. "Beni aç kalarak üzüp caydıramazsın. Yemeğini ye! Ne olacağını zaman gösterecek." Hazırladığı vişne suyunu dudaklarıma götürdüm. Bir şeyler içmek bana hep iyi gelirdi. Sıcak ya da soğuk hiç fark etmez. Beni biraz olsun uzaklaştırırdı kaçmak istediğim firaksız duygulardan. Beynimin hengamesinden uzaklaşmak için, böylesi çok daha iyiydi. Yemek yiyemiyordum. O ise biraz önceki tüm umutsuz sözlerime rağmen hiçbir şey olmamış gibi devam ediyordu.


Sepete koyduğum tavşanı kucağıma aldım. Bacağına her dokunduğumda irkiliyordu. Onu sevgiyle okşadım. Birkaç saat önce olanları anlamış gibi Mervan'a hiç yaklaşmıyordu. Benim kollarımda yaramaz yaramaz dolanırken, ona karşı duyarsızlığını korudu. "Onu bana ver!" Gecenin gölgelediği yüzüne ters bir bakış attım.


"Onu da mı yiyeceksin?" Gülümsedi. "Vursaydım yerdim; ama vuramadım. Vurdurtmadın; şu durumda yemem haksızlık olur. Hak etmediğim bir şeye el uzatmam ben!" Her sözüme bir cevabı vardı. Benimle oynamaktan hiç vazgeçmeyecekti bu adam. " Ne yapacaksın? "


"Onu iyileştirmemi istemiyor musun? Birinin ayağına bakması lazım!" Ona güvenemiyordum, ama bu işlerden anladığı belliydi ve şu durumda tavşan için başka çaremiz yoktu. Tavşanı ona uzattım. Birlikte içeri girdiğimizde dışarda ne kadar üşüdüğümün farkına vardım. Tavşanı büyük, kırmızı mindere bırakıp şömineyi yaktı. Ecza çantasını çıkarıp ne olduğunu anlayamadığım bir jelle tavşanın ayağını ovdu. Birkaç küçük parmak hareketi ile ayağı çevirdi. Yavaşça sarıp mindere bıraktı. Şimdiden daha rahat hareket ettiğini görebiliyordum.


Eşyalarını yerleştirmeye başlamıştı. "İstersen eve götürebiliriz. Odanda ya da terasta besleyebilirsin." Başımı duvara yaslayıp, şömineye döndüm. "Gerek yok, burada kalsın! Ait olduğu yerde... " Muzır bir çocuk gibi imalı imalı baktı. "Neden? Onu sevdiğini sanıyordum, yanılıyor muyum?" Gözlerine tutunup, "Sevdim!" dedim. "Tıpkı diğer tüm hayvanları sevdiğim gibi... Ama seviyor olmam bana onu ait olduğu yuvasından koparıp götürme hakkını vermez. İyileştirmek için getirdim, yarın yine yuvasına bırakacağım. Kim bilir belki bir ailesi vardır; kardeşleri, sevdiği... Onu dünyasından koparıp kendi heveslerim için bir odaya hapsedemem." Son sözüm yüzünün düşmesine sebep olmuştu.


Sevdiği... Gözlerindeki korkuyu sezmiştim. Birini sevme ihtimalim onu oldukça endişelendirmiş olmalıydı. Söylemek istiyordum, hem de deli gibi... Söyleyemezdim. Böyle adamları tanıyordum, asla bir başkasının kendine tercih edilmesine dayanamazdı. Mervan gibi kibirli bir adamın Mehmet'in varlığına tahammül etmesi mümkün değildi. Onu sevme ihtimalimse hem beni hem de Mehmet'i geri dönülemez uçurumlara sürüklerdi. Üzerimize düşecek şimşeklerin hayalini kurmaya bile takatim kalmamıştı.


Sorar mıydı bana? Birini sevip sevmediğimi öğrenmek ister miydi hiç? Dudakları ve gözleri endişe ile harelendi. Efkârlı bakışları, dudaklarımı bir cevap arar gibi yokladı. Anlamıştım, o kıpırdanmalar boşuna değildi. Öğrenmek istiyordu yüreğimdeki o kahredici gizi. Ona bunu haykırmak isterdim. Vazgeçti... Her hâlinden sormaya cesaret edemeyeceği anlaşılıyordu. Belki de duymaya dayanamayacağı gerçekleri o da sezmişti. Zavallı hikâyemize bir yabancının dahil olmasını istemiyordu.


Geçen 2 saat boyunca bir şey konuşmadan sönmeye yüz tutmuş cılız alevleri izledik. O közden gözlerini ayırmazken, sırtımı duvara yasladım. Şöminenin sıcaklığı ve yumuşak yastığın da etkisiyle göz kapaklarımın ağırlaşıp gözlerimi perdelediğini hissettim. Tüm o samimi manzara bulanıklaşmaya başlamıştı zihnim uyuşurken. Uyandığımda yatağımdaydım. Hemen yatağın diğer ucunda oturmuş, sırtı bana dönük bir halde pencereden gökyüzünü seyrediyordu. Gündüz gördüğüm o keyfinden eser kalmamıştı. Ve neyse ki beni yakaladığı günkü öfkesinden de... Bana doğru döndüğünde gözlerimi hemen kapadım. Uyandığımı fark etmesini istemiyordum. Onu tutunduğu beylik pozlarından ve deli öfkesinden sıyrılmış gerçek hâliyle görme şansını tepemezdim.


Bana doğru eğilip ellerini saçlarımda gezdirdi. Parmak uçları yüzümün her zerresini okur gibi kıpırdandı ve usulca tenimde dolaştı. Başını, yaslandığım yastığa koyup, hemen yanıma uzandı. Dudakları alnıma ve saçlarıma bu kadar yakınken, nefes almakta bile zorlanıyordum. Sıcak nefesi alnımdaki küçük bebeksi saçları hareketlendirdi. Kalbimin korkudan durma noktasına geldiğini hissedebiliyordum. Dudakları kulaklarıma üflediğinde gözlerimi daha büyük bir hırsla yumdum. Kirpikleri şakaklarımda küçük irkilmelere sebep oluyordu.


"Uyumadığını biliyorum!" diye fısıldadı. Kendisinden korktuğumu düşünmesini istemiyordum. İçimdeki kaçma arzusu, nefsimin koynunda cebelleşirken sağ eliyle yüzümü kendine çevirdi. Parmakları elmacık kemiklerime kenetlenmiş gibiydi. "Bu gözlere, dudaklara yakın olmak senin için çok mu zor?" Sorusuna cevap vermedin, kaçmadım da. Burnunun ucuyla burnuma dokundu. Sınırlarımı ne kadar aşacağımı test ediyor gibiydi. "Bana attığın tek bir adımla önüne dünyaları sererim, hayalini bile kuramadığın büyük bir mutluluğun kapısını çalarsın. Benimle aşkın yedi iklimine düşmek bu kadar zor mu senin için?" Ellerini yüzümden çekip hırsla doğruldum.


Hiç istifini bozmamıştı. Bakışlarının üzerimde gezdiğinden emindim; ama ona yönelmeye cesaretim yoktu. "Bir gün ait olduğun kumsala yalınayak kendi isteğinle geleceksin." Ona hınçla dönüp, "Bu asla olmayacak!" dedim. Bakışları odanın tavanına düşerken, "Göreceğiz!" diye sayıkladı. Bu sakinliği ve kendinden eminliği iyiden iyiye canımı sıkmaya başlamıştı.


Pencereye yöneldim. Cazibesinin beni etkilemek için kullanmaktan vazgeçmeyecekti. Kendine güveniyordu, oysa beni küçük bir kız olarak görmesinin bedelini ödemekten hiçbir şekilde kurtulamayacaktı. Nefret dolu, karanlık hikâyemizin layık olduğu gerçeklik hattından ayrılmasına asla izin vermeyecektim çünkü.


Sessizlik kapının kırılırcasına çalmasıyla son buldu. Yerinden hızla doğrulup silahına sarıldı. "Aç ulan kapıyı! Aç!" Bu abimin sesiydi. Demek sonunda bulmuştu bizi. Beni almaya gelmişti ve ben onu kaybetme korkusu yüzünden gelişine bile sevinemiyordum. "Nazaaaaaaaar!" Mervan, mahmurlaşmış gözleriyle tepkimi ölçüyordu. Abime zarar verecek hiçbir şey yapamayacağımın farkındaydı. Eğer yapabilmiş olsaydım bunu polislerin yanında yapardım. Oysa abimi kaybetme korkusu dilimi düğümlemiş ve beni büyük bir suskunluk orucuna itmişti.


Rüyadaki gibi... Her şey tam da rüyamdaki gibi gelişiyordu. Mervan, kapıya yönelirken önüne geçtim. Yalvaran gözlerle, " Yapma! "diye sayıkladım. "Eceli gelen kurt acı acı ulurmuş. Abin benimle oynamaması gerektiğini anlayamamış hâlâ!" Kapıya biraz daha yaklaşırken, "Onu öldürmeyeceksin!" diye sıkıştırdım. Yüzü alayla kasıldı. "Hımm! Öyle mi? "


"Bana bir söz verdin Mervan." Gözlerini manidar bir şekilde üzerimde gezdirdi. "Sen de bir söz vermiştin!" Verdiğim sözleri, ettiğim yeminleri hatırladım. Abimi kurtarmak için ona teslim olmuştum. Belki de hayatında ilk defa birini bağışlamıştı. Bunu sadece benim için yapmıştı ve şu an bedel ödemenin tam vaktiydi. O rüyayı gerçek kılmaya dayanamazdım. Kolunu medet umar gibi tuttum. Abimin güvende olduğunu ağzından duymak istiyordum. "Bana onu öldürmeyeceğini söyle. "


"Bu sana bağlı, haddini aşarsa..." Bakışları yeniden silahına odaklandı. "Bunu yapmayı ben de istemem, yeğenimin doğmadan babasız kalması arzu ettiğin bir şey değil!" Duyduklarıma inanamıyordum. Zeynep hamileydi. Abim baba olacaktı ve şu an koşar adım eceline gelmişti. "Demek hamile!" Başını onaylayarak salladı. Kararımı vermiştim. Bir başka acıyla ne ailemi ne kendimi yüzleştirmeyecektim. Bir şey söylemeden kapıya yöneldim. Kapıyı usulca açıp olacaklara teslim oldum.


Abim, kısa bir duraksamadan sonra hasretle boynuma sarıldı. Bunca tehlikeye rağmen onu yanımda bulmam ve bu kısacık anı onunla doya doya yaşamam bana kendimi iyi hissettirmişti. Bıraktığında bir cevap bekler gibi gözlerime baktı. "Sana bir zarar vermedi değil mi?" Başımı hayır manasında salladım. Zaten yapmış olsaydı da bunu asla abime söyleyemezdim; bu hayatımızda ikinci bir kıyamet olurdu.


Gözlerim odada Mervan'ı aradı. Bize kin dolu bakışlar atıyor, kapıya doğru gelmeyerek benden bir tercih yapmamı istiyordu. Gitmek ya da kalmak benim tekelimdeydi artık; elbette bedelini ödemek kaydıyla. Bana kıyasla oldukça rahat sayılırdı. Boynumdaki yağlı urgan ve yüreğimdeki yitirme korkusu ona tartışmasız bir güven veriyor olmalıydı.


Abim nefret dolu bakışlarını onda gezdirirken, "Onu sana bırakmayacağımı söylemiştim!" diye bağırdı. Mervan, kendinden emin duruşunu hiç bozmamıştı. "Keşke Zeynep de burada olsaydı, hep birlikte hasret giderirdik." Bana dönüp, "Aşk yuvamıza misafir kabul etmek isterdin değil mi Nazar?" diye sorduğunda başına bir şeyler fırlatmamak için kendimi zor tuttum. Alayları ikimizin de sinirlerini bozmuştu. Abim, Mervan'a atılmak için sert bir hamle yaptı. Onu engellerken Mervan'ın sakinliğine bir kez daha hayret etmiştim.


"Bırak Nazar!" Mervan, yerinde en ufak bir kıpırdanma göstermeksizin keyifli ve güven dolu bakışlarla bizi süzüyordu. "Hayır abi, lütfen yapma. Sorun istemiyorum." Abim, hayretle açılmış iri gözlerini gözlerime mıhladı. "Ne diyorsun sen? Yaptığı yanına kâr kalacak öyle mi?" Boğazımda düğümlenen yumruya inat, "Kimse beni burada zorla tutmuyor." diyerek yalan bir itirafın kapısını araladım. Kolundan tutup kendine çekti. "Ne diyorsun kızım sen? " Gözlerimi kaçırmamaya çalışarak devam ettim. "Duydun işte, onunla kalmak istiyorum!"


Abim, sesini son perdesine kadar kullanarak bağırdı. "Nazar! Şu saçmalığına bir son ver. Okuyacaksın sen, öğretmen olacaksın. Bu itin yanında ne işin var?" Sabırlı ve kararlı bir şekilde konuşmamı sürdürdüm. "Ona it deme!" Mervan'ın yanına doğru birkaç adım attım. Olabildiğince sakin ve memnun görünmeye çalışarak elini tuttum. "Biz nikahlandık. Kocam o benim, artık Mervan'ı bırakamam."


Abim delirmiş gibi bakarken, Mervan'ın cansız ellerimi daha sıkı bir şekilde kavradığını hissettim. Abim, hayret dolu gözlerini bizde gezdirdi. Tek dileğim ölmek ve buraya, kendi cehennemine gömülmekti. Titreyen dudakları kesik kesik soluyor ve oynadığım bu saçma tiyatroya usançla bakıyordu. "Olmaz! Bunu söyleyen sen olamazsın."


"Benim abi!" Yüzümü Mervan'a dönüp, saçma oyunumu daha da inandırıcı kılmaya çalışıyordum. "İlk başlarda sadece bir tereddüttü; ama şimdi kararımı verdim. Mervan ile kalmak istiyorum. Keşke ona olan duygularımı bu kadar geç fark etmeseydim ve seni de olmadık hayallerin peşine düşürmeseydim. Olan oldu, son kararım bu!" Yanıma hızla gelip kenetlenmiş ellerimi ondan ayırdı. Kollarımdan tutup canımı acıtmamaya gayret ederek sarstı. "Yeter Nazar! Aptal oyuna bir son ver. Adım gibi biliyorum. Bu adamı sevmiyorsun; hatta ondan nefret ediyorsun. Niye yapıyorsun bunu? Ha, niye?"


"Lütfen abi, bunları daha fazla tartışmayalım. Mervan, benim kocam ve artık onunlayım. "


"O adam zaten evli! Unuttun mu, Gülnaz'dan iki çocuğu var üstelik. Sen onun hayatının neresindesin söyle bana." Haykırışları ve öfkesi kulaklarımın uğuldamasına sebep oluyordu. Bana bağırıp kızmaktan alnı ter içinde kalmıştı ve tüm sinir damarları yüzünde belirgin bir şekilde kabarmıştı. "Biz anlaştık!" dedim duyarsızlığımı koruyarak. Kollarımı bir çırpıda ellerinden kurtarmıştım. Ondan uzaklaşmak için birkaç adım attım. Bu mesafe, yalanlarımı dizerken bana biraz olsun kolaylık tanıyacaktı.


"Mervan ve ben, bir aile olabilmek için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacağız!" Bu saçmalıklara ben bile inanmazken abimi nasıl inandıracaktım? Her şey o kadar sahte ve düzmeceydi ki tüm sözler kursağımda itişip kakışıyordu sanki. Sırtımı dönmüştüm, beni kolumdan tutup kendine çevirdi. Kaçmaktan yorgun düşmüş gözlerimin yalan çığlıklarını bastırmasını umuyor gibiydi.


"Sen okuyacaksın Nazar!" Ona karşılık vermekte gecikmeyecektim. "Okumak falan istemiyorum. Üç kuruşluk memur maaşıyla hayatımı heba edemem. Mervan, oldukça varlıklı bir adam, beni hiç kimseye muhtaç etmez. Hayatımın sonuna kadar bu fakir hayatı yaşayacak değilim." Abim, başını acıyla inkâr eder gibi salladı. "Sen!" Ona konuşma fırsatı bile vermeyecektim. "Ben, o küçük ilçede sürünmek istemiyorum. Babamın zulümleri canıma yetti. Bana yapmadığı eziyet kalmadı. Hurşit'in ezilen, asi kızı olmak istemiyorum artık. Hanım olacağım; Mervan Hanzade'nin karısı... O sarayın hanımı olmak istiyorum! "


Gözlerinin dolduğunu fark ettim. Biraz önceki öfkesinin yerini çoktan derin bir acı almıştı. "Sen bunları söylüyor olamazsın! Hiçbir zaman mal ve makam hırsın olmadı, elindeki tek bir lokmayı bile düşünmeden paylaştın bizimle. Sen böyle alçalamazsın. Sen ruhunu üç kuruş dünya malı için satmazsın!" Küstahlığı elime alıp yalanlarla dolu konuşmama devam ettim. "Sattım işte! Birkaç pahalı giysiye, altına, akçeye değiştim hepinizi. Şimdi bizi yalnız bırak! Hayatıma daha fazla karışmanın istemiyorum. Ben olgun bir kadınım, hiçbir kararımın hesabını kimseye verecek değilim. Lütfen git artık!"


"Yapma bunu!" Sesi hiç olmadığı kadar kısılmıştı ve kendini zapt etmekte zorlandığını fark ettim. "Benim için harcıyorsun kendini. Ayaklarının altında ezilip küçülmeye razıyım. Bırak biri harcanacaksa ben harcanayım; mahvolacaksa ben mahvolayım. Bunu kaldıramıyorum. Senin benim hayatıma adanmana dayanamıyorum, anla!"


Dudaklarımın kaymasına, gözlerimin dolmasına engel olamıyordum. Hızını alamayıp öfkeyle Mervan'ın yakasına yapıştı. "Onu tehdit ediyorsun, biliyorum. Beni korumak için böyle davranıyor. Aşkını elde edemediğin kadını, sevdiklerinin canıyla korkutarak yanında tutmaya çalışıyorsun aşağılık herif? "


Mervan, abimin yaralı ellerini bir çırpıda yakasından indirdi. "Karım beni tercih etti. Kocasını... Tek gerçek bu! Kimseye verecek bir hesabım yok. Yuvamızı yıkmaya çalışmaktan vazgeç artık!" Abim birkaç adım geriye gidip acıyan gözlerle bana baktı. Ellerini ensesinde birleştirip, kararsız kararsız kendi etrafında dolaştı. "Bırakmayacağım! Kendini mahvetmene seyirci kalmayacağım. İstesen de istemesen de benimle geleceksin, gerekirse zorla!" Mervan bu tavrına sessiz kalmayacaktı. Bir kale gibi dikildi karşısına. "Karımı bırak, seninle gelmek istemiyor. " Onun değişen tavrı endişelenmeme sebep olmuştu.


Birbirinden nefret eden iki deli adam... Bu savaşı bitirmek zorundaydım. "Abi, kurduğun hayalleri bir kenara bırak ve gerçeklere yüzünü dön. Benim evliliğimle uğraşma artık! Karınla ilgilen. Zeynep hamile... Senden bebek bekliyor. Ben kararımı verdim, burada kalacağım. Karına ve çocuğuna sahip çık; benim için yapabileceğin hiçbir şey yok." Abim duydukları karşısında şaşkınlığını gizleyemiyordu. "Hamile mi?"


"Evet, hamile! Duyacağını duydun, git artık. Sana ihtiyacım yok, kocam yanımda." Açık kapıdan 3 adam girdi. Silahlarını bellerinden çıkarıp uyarır gibi bize baktılar. Abimin yeniden namlunun ucunda olması yüreğimi bir kâbusun eşiğine sürüklüyordu. Bir an önce ikna olup buradan gitmesi gerekiyordu ve ne yazık ki Mervan'ın sabrının ne zaman taşacağını da kestiremiyordum.


"Murat'ı bir süre daha misafir edeceğiz, enişteme eşlik edin!" Abim bu yenilgiyi kabul edemiyordu. Tüm direnmeleri boşa çıkmıştı yine. Gözyaşlarım onun için akıp giderken, ensesine yediği bir silah darbesi zihnini hiçliğe sürükledi. Onu mecalsizliğine rağmen sürüklercesine alıp götürdüler. Zihni bedeniyle kumar oynarken son kez acıklı bakışlarının karşısında çırpınmıştım. Harcanmıştı. Harcanmıştık. İkimiz de zalim bir adamın kadere çalım atışının kurbanı olmuştuk.


Pencereye koşup ardından geçeceği yollara baktım. Bizi ayıran gamsız yollara... Ellerim veda eder gibi camda gezinirken, Mervan'ın otoriter sesi daldığım hicrandan beni çıkardı. "Oscarlık bir oyun sergiledin!" Derin bir iç çekişin ardından beni delirtme seviyesine getiren o küflü sözleri vicdanıma estirdi.


"Çocukken de böyleydim ben. Bir şeye bağlanınca çok severdim ve çok sevdiğim hiçbir şeyi de kimseyle paylaşmak istemezdim. Çeker alırdım ellerinden. İlle de vermem gerekiyorsa parçalar öyle bırakırdım. Huy işte! Benim olan benimdi, başka kimseye ait olamazdı." Umursamayacağını bile bile iğrenerek gözlerine baktım.


"Sana olan nefretim asla bitmeyecek. Hayatını cehenneme çevirmek için her şeyi yapacağım." Duyarsızlığını koruyarak yanıma geldi. Ellerini kulaklarımın hizasına kadar getirip cama yapıştırdı. Beni yine bedenine hapsetmişti. Elbette nefret söylemlerime cevap vermekte gecikmeyecekti. "İstediğini yap, senden gelen acılar da güzeldir!"


İçimdeki acıya rağmen onu öfke denizimde boğmak istiyordum. "Aramıza koyduğum duvarları asla aşamayacaksın." Gözlerimin derinliklerine bakıp fısıldadı. "Senin duvarlarını aşmak gibi bir derdim yok; ben o duvarların dibini mesken tutup sana bir cennet inşa edeceğim. Ayaklarına güller değecek, tenine ipek. Cennetimin eşsiz hurisi olacaksın!" İğrenerek dudaklarımı kıvırdım. "Senin yalancı cennetinde huri olmaktansa, kendi cehennemimde gerçekliğe boyanıp yanmayı tercih ederim!


"Senin tüm tercihlerin ve yolların bana çıkar; sadece bana!"


"Mutlu olmayacaksın! Aynı evde, aynı odada hatta aynı yatakta bana hasret kalacaksın. Varlığımla seni yokluğa mahkûm edeceğim; nefretimle hüsrana." Küstah bir gülümseme gururuma pençe atarken, "Senin varlığında yok olmak da güzeldir!" dedi.


***


Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız ☺️🔥

Loading...
0%