Yeni Üyelik
17.
Bölüm

17. Bölüm: Ihanet

@syildiz_koc


Medya: Vazgeç gönül


Olmaz dediğin ne varsa hepsi olur,


Düşmem dersin düşersin


                                                                                                Şaşmam dersin yaşarsın, 


Öldüm der durur, yine de yaşarsın...!


                                                                                                                                    MEVLÂNÂ


Kına günü gelip çattı. Düğünümüz de kınamız da iki kişilikti. Zeynep'le farklı kaderleri yaşayıp aynı ortamda, aynı usulle gelin olacaktık. O sevdiği içi yakacaktı kınayı, bense şu hayattaki en büyük hüsranım için!


İnsanlar neşeyle etrafta koşuştururken ben telaşla Sıdıka Hanım'ı arıyordum. Annem, benim isteğim üzerine onu da kınaya davet etmişti; fakat ne yazık ki ortalarda görünmüyordu. Saatler ilerledikçe tedirginliğim daha da arttı. Bir aralık yalnız kaldım ve misafirleri karşılama bahanesiyle aralarında onu bulmaya çalıştım. Ordaydı... Gelmişti kınama! Onu görünce neredeyse sevinçten ağlayacaktım. Hemen yanına gidip sarılıyormuş gibi yaparak onu odaya çağırdım. Benim bu davranışlarıma şaşırmış görünmüyordu. Oldukça sakin ve kendinden emin duruyordu. Bense gözlerimden yuvarlanan yaşlara engel olamıyordum.


Hasretle boynuna sarıldım; bana ufak da olsa şefkat göstermesini umarak ellerini tuttum. Saygıyla öpüp kalbimin üzerine koydum. Mehmet'in ondan bir parça olduğunu bilmek yüreğime tarifsiz bir huzur veriyordu. Annesine dokunmak bile beni Mehmet'e yaklaştırıyordu sanki! Hakkımda söylediği o kötü sözleri şu dar zamanımda çoktan unutmuş, sabırla umutvâri yakınlığını bekliyordum.


Evet... O beni bu durumdan kurtaracak güçte değildi; fakat en azından Mehmet'ten bir haber getirebilirdi. Gözlerimi buz gibi bakan huzursuz gözlerine diktim. En ufak bir şefkat kırıntısı görebilmek için nerdeyse canımı verecektim. O ise uzaktaki bir yabancıyı görmüş gibi ruhsuzca beni süzüyordu. Sonunda cesaretimi toplayıp, hıçkırıklarımı tutmaya çalışarak konuşmaya başladım.


"Sıdıka Anne! İyi ki geldin! Gelmeyeceksin diye ne çok korktum bir bilsen!" Sessizdi... Bana tek bir söz dahi söylemek istemiyordu. Bu durumu hiç fark etmemiş gibi devam ettim. "Kardeşimle sana bir mektup göndermiştim. Hatırlıyorsun değil mi?" Başını kınar gibi sallayıp, "Evet, hatırlıyorum!" dedi.


Ona dair umutlarım bu tavrıyla şimdiden dağılıp un ufak olmuştu. Bir soluk, çölde bir vaha umar gibi gözlerine baktım. "Sıdıka Anne! Mehmet'ten en ufak bir haber alamıyorum. 3 aydır ne bir ses ne bir mektup... Ona yazdığım mektupta başıma neler geldiğini anlatmıştım; yardım istedim. Neden hâlâ cevap yazmadığını bilmiyorum."


Ciğerlerindeki havayı sesli bir şekilde boşaltıp, delici bakışlarını kınalığımda gezdirdi. Bu hâlinle ondan ne umuyorsun hâlâ der gibiydi. "Neden yazsın?!" Boğazımdaki düğümün biraz olsun çözüleceğini umarak, dikenli bir bitkiyi yutmaya çalışır gibi yutkundum. Sesim biraz daha kısılmış, adeta bir inleme hüviyetine bürünmüştü. "Ona ihtiyacım var! Beni zorla evlendirmeye çalışıyorlar Sıdıka Anne! Bu duruma karşı çıkamıyorum; çok güçlü ve tehlikeliler. Bir şeyler yapmamız lâzım!" Sabrı taşmıştı. Oturduğu koltuktan ayağa kalkıp, hırsla haykırdı. "Yeter kızım sus!"


Onun bu çıkışı canımı çok acıtmıştı. Sesinin duyulmasından çok korkuyordum. Evin etrafı hâlâ Mervan'ın adamlarıyla doluydu ve muhtemel bir şüphe hepsini bunca misafire rağmen buraya yığmaya yeterdi.


Sustum. Sanki tüm söyleyeceklerim boğazıma yağlı bir urgan gibi takılıp kalmıştı. Ne çok şey söylemek istiyordum ve ne kadar da az haykırmıştım acılarımı. Bakışları ve ses tonu daha da sertleşmişti. Ellerimi ellerinden çekti. "Kardeşin bana mektubu getirdi; ama mektubu Mehmet'e göndermedim." Duyduklarım karşısında hayretler içinde kalmıştım. Öyle bir hayal kırıklığıydı ki içimdeki, bu hüsran tüm bedenimi acı içinde kıvrandırıyordu.


Ona sesimin titremesine engel olmaya çalışarak, "Neden?" diye sordum. Aynı kararlı, pişkin tavırlarla devam etti. "Kızım, biraz önce kendi ağzınla söyledin. Adamlar güçlü ve tehlikeli diye. Mehmet'imi göz göre göre ateşe mi atsaydım? Bizim o adamların karşısında ne kadar güçsüz olduğumuzu görmüyor musun? Bile bile Mehmet'i ölüme mi mahkûm etseydim?" Sözlerinde haklıydı. Mervan, şu ana kadar gördüğüm hiç kimseye benzemiyordu. Mehmet'i öldürmesi bize çizilecek kaderde olabilecek en gerçekçi sonuçtu.


"Sen oğlumu hiç düşünmüyor musun? O adamların belindeki silahların Mehmet'in körpecik bedenini paramparça etmesini mi istiyorsun? Benim Mehmet'ten ve kızımdan başka kimim var?" Mahcuptum. Onu hayatımı feda edecek kadar çok seviyordum ve ikimiz için yapabileceğim en doğru şey Mervan'ın karşısına Mehmet'i bir kurban olarak çıkarmamak olacaktı.


"Mehmet!" diye kesik kesik sayıkladım. Benim acılar içinde ecel terleri döktüğümü görüyor; ama yine de diliyle o hançerleri yüreğime saplamaya devam ediyordu. "Buraya tek bir şey söylemek için geldim." Nemli gözlerim, hırslı yüzünde gezindi. "Uzak dur oğlumdan! Bencilliğin yüzünden hayatını mahvetme, ölüme çağırma onu!" Ellerimi kalbimin üzerinde buluşturdum. Gözlerimden akan yaşlar yanaklarımdan süzülüp kınalı ellerime dökülüyordu, kalbimse hayal kırıklıklarıyla mücadele etmekten yorgun düşmüştü sanki.


Benim bu hâlimi umursamadan hoyratça odadan çıktı. O çıkar çıkmaz kapının kulakları yırtan bir gıcırtıyla tekrar açıldığını duydum. Annem, benim hıçkırıklar içinde yerde ağlarken görünce, hemen yanıma telaşla diz çöktü. Suskunduk... Sanki birbirimize söyleyecek tek bir sözümüz dahi kalmamıştı. Delirmiş gibiydim. "Mehmet'e söz vermişti!" diye sayıkladım. Annem şaşkın şaşkın, "Mehmet de kim?" diyerek yüzüme baktı. Artık onu ne duyuyor ne de görüyordum. Gözlerim kilimin üzerindeki desenlere mıhlanmıştı. "Mehmet'e söz vermişti. Mehmet'e söz vermişti!" diye inledim. Annem içimde git gide büyüyen ve beni zehirli bir sarmaşık gibi içten içe kurutan bu sevdadan habersizdi. Nemli gözlerimi yere dikmiş; sanki onu hiç duymuyordum. "Mehmet'e söz vermişti!" diye sayıkladım yeniden. Annem, yüzümü avuçlarının arasına alıp gözlerini gözlerime dikti.


"Söyle... Söyle ne olur, Mehmet kim?" Onu duyacak durumda değildim. Aynı şokun buhranında hıçkırıklar içinde kıvranıyordum sanki. Acıklı gülücükler saçıyor, ıslak yüzüme dokunan annemi duymaksızın, "Beni ona emanet etti!" diye sayıklayıp duruyordum. Annem bu halimden çok korkmuştu. Bir süre sessizce sakinleşmemi bekledi. Gözlerimi gözlerine dikip yüreğimden geçen her şeyi söylemek istedim; ama dilimin prangaları hissiyatımı baltalamış gibiydi. O debdebenin içinde çırpınırken tek bir şey söyleyebildim. "Anne ben âşık oldum, Mehmet'e âşık oldum. Mehmet'e âşık oldum."


Annem bakışlarımdan ve çıldırmış gibi olan o tuhaf söylemlerimden çok korkmuştu. Ağzımı parmaklarıyla kapatıp, "Ne olur sus! Ne olur! Susss! Kimseye bir şey söyleme. Sana daha fazla zarar vermelerini istemiyorum!" Onu duymuyordum. Sanki içimde başka bir hayali yaşıyordu zihnim. Buradan kaçıp gitmiş, onun yanında, şefkatli limanlarındaydım.


"Âşık oldum! Onun olmadığı bir hayata dayanamıyorum. Dayanamıyorum artık!" Annem elleriyle ağzıma sıkıca bastırdı. Terleyen alnını ve seğiren yüzünü şimdi daha net görebiliyordum. Bana hiç olmadığı kadar acıyan gözlerle bakıyordu. "Yalvarırım sus kızım. Kadere rızadan başka çaremiz yok. Her şey geçecek. Zamanla tüm acılarını unutacaksın. Dayan ne olur!"


Kapının tekrar açılmasıyla kuzenlerimden ve arkadaşlarımdan birkaç kız içeri girdi. Onlardan biri, "Aaaaa, böyle olmaz! Erken başlamışsınız! Bizdeki de can, kıskanıyoruz ama!" diyerek esprili bir şekilde bizi payladı. Kollarımdan tutup çekiştirerek beni kına yaktığımız avluya götürdüler. Bir kenara sessizce iliştim. Açık hava beni biraz olsun sakinleştirmişti. Sıdıka Hanım'ı düşündüm. Haklıydı... Tek oğlunu, canavar bir adamın kızı için feda etmek istemiyordu. Onu büyütmüş, bin bir emekle bu yaşa getirmişti. Bir sevda uğruna mahvolmasına izin veremezdi.


Zeynep... O da haklıydı... Abimi sonunun nereye gideceğini bilmeden sevmişti. Ben nasıl bu zor durumda Mehmet'ten yardım istediysem o da abimden medet ummuştu. İkisi de vuslatlarının beni Mervan'ın pençelerine iteceğini hesaba katmadan yapmışlardı ne yaptılarsa. Peki ya babam? O da Sıdıka Hanım gibi tek oğlunu ölüme terk etmemiş; evlat sevgisini vicdan huzuruna tercih etmişti. Galiba herkes haklıydı. Bu hikâyede haksız olan da mağdur olan da ben olmuştum. Hayallerim ve gelinlik heveslerim onca zorbalığın karşısında çamura bulanmıştı. Ne çok bağırıyorlardı ve çok nefretle bakıyorlardı öyle. Onların bencil haykırışları benim haklı serzenişlerimi susturmuş ve beni ıssızca kendi hayatımın figüranı yapmıştı.


Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız ☺️🔥


Loading...
0%