Yeni Üyelik
24.
Bölüm

24. Bölüm: Sinsi Bir Düşman

@syildiz_koc


Medya: Sertap Erener (Vur Yüreğim)


SİNSİ BİR DÜŞMAN


Ey Gönül, Bir sürü dostun yanında, elbet ki düşmanın olacak,


Ama imtihan bu ya, onca düşmanın var iken seni dostun vuracak.


                                                                                                                                         MEVLÂNA


    


Üzerimdeki boyaları çıkarmak için duş almak zorunda kalmıştım. Su usulca bedenimi uyuşturup, ısıtırken zihnim hâlâ Gülnaz'ın sözleriyle kucaklaşıyordu. Benden nefret ettiğini ve kurtulmak için her şeyi verebileceğini biliyordum; fakat yardım isteğimi reddederken hiç olmadığı kadar kararlı görünüyordu. Mervan'dan öyle çok korkuyordu ki benden kurtulma fikri bile onu ret düşüncesinden geri çevirememişti. Parmak uçlarımı saç diplerimde gezdirdim. Tüm un ve köpük omuzlarımdan dökülürken yaşadığımız o anlar gözümün önünden akıp gitti. Kısacık bir an da olsa yanında mutlu olduğumu hissetmiştim.


Kendimi suçlamaktan kurtulamıyordum. Mehmet, askerde gün sayıyordu ve ben utanmaksızın Mervan'la kurduğum bu tuhaf evliliğe uyum sağlamaya çalışıyordum. Mervan, amacına koşarak ulaşmaya çalışırken nerdeyse oyunlarına beyaz bayrak çıkarma seviyesine gelmiştim. Gülnaz haklıydı; bu evde fazlaydım ben. Kurduğu aileye inen bir balyozdan farkım yoktu onun gözünde. Gitmeliydim. En kısa zamanda çekip kurtarmalıydım kendimi bu evden. Tüm denemelerim başarısız olmuştu. Mervan'a, her seferinde mahcubiyetle boyun eğmek zorunda kalmıştım.


Onu kendimden soğutmaya çalıştıkça bana daha büyük bir tutkuyla bağlanıyordu. Ördüğüm o nefret düğümünün çözülmesine asla izin vermeyecektim. Aşkıma asla sahip olamayacaktı. Ondan ve arzularından koruyabildiğim tek şey kalbimdi; onu da çelip beni kendine kelepçelemesine asla dayanamazdım. Dağ evinde sökülürcesine ettiğim o büyük sözleri utana sıkıla yutmayacaktım. Artık Mehmet'le bir araya gelemesek bile Mervan'a da yâr olamazdım. Beni kendi dünyamdan tırnaklarıyla sökercesine almıştı ve ben de onun dünyasından canından koparcasına acıtarak çıkacaktım ve intikamımı almaktan asla vazgeçmeyecektim.


Saat akşam 7'yi vuruyordu. Makyajımı tamamlayıp hazırladığım siyah sade elbiseyi giydim. Saçlarıma dalgalar atıp bıkkın bir şekilde aşağıya indim. Bu yemeğe katılmayı canım hiç istemese de tepki çekmemek ve biraz daha huzursuzluk yaşamamak için boyun eğiyordum. Mervan, siyah sade bir takım giymiş ve düzleştirdiği saçlarını yandan ahenkli duracak şekilde taramıştı. Herkes oldukça hazır ama stresli görünüyordu.


Gülnaz, önceki konuşmamızın ve yaşadıklarınızın etkisinden hâlâ kurtulamamıştı. Koltuğa oturduğumda ters bakışlarla beni süzüyor, yer yer saçlarını arkaya atarak hırslı kıpırdanmalarla beni rahatsız etmeye çalışıyordu. Mervan, hemen yanıma oturup, sıkılgan bir tavırla konukları beklemeye koyulmuştu. Hemen sol yanımda kaçamak bakışlarla beni süzmesi oldukça rahatsız ediciydi. Belli etmemeye çalışsa da oldukça tedirgin olduğunu anlayabiliyordum. Bir an zamanı ileri almak ve bu geceyi hızlandırılmış bir şekilde atlatmak istedim. Ne yazık ki bu mümkün olmayacaktı; çünkü ben hiçbir zaman o kadar şanslı olamamıştım.


Raziye Hanım; Makbule Hanım ve Dilan'a son emirlerini yağdırırken, kapı zili hepimizde anlık bir dağılmaya sebep oldu. Kadir Bey'in ve Raziye Hanım'ın hissedilir telaşına bakılacak olursa mühim misafirlerimiz sonunda gelmişti. Onlar kapıya doğru geçip misafirleri olabildiğince hürmetli bir şekilde karşılarken yerimden kıpırdamadan içeri girmelerini bekledim. Mirzanoğlu Ailesi oldukça gösterişli giysileriyle; parlak, pahalı mücevherleriyle sonunda evimize teşrif etmişti.


Mervan'la ayağa kalktığımızda gözüme ilk Nazende Hanım çarptı. Gözleri gözlerime değdiği anda adeta donup kalmıştı. Siyah bir kalemle çerçevelenmiş olan koyu kahverengi gözleri, ayak topuklarımdan saç diplerime kadar beni baştan aşağı süzdü. Suratının endişe ve hırs kıvılcımlarıyla parladığını görebiliyordum. Beni beğenmiş miydi? Benim efsunumdan kurtulup Mervan'a elini uzattı. Ondan hürmetle öpmesini bekliyor olmalıydı ve ne yazık ki bu arzusu asla karşılık bulmayacaktı. Mervan bir Bey'di ve babası da dahil kimsenin elini öpmezdi. Sadece iğreti bir şekilde sıkmakla yetindi.


Nazende Hanım, bozulduğunu hissettirmemeye çalışarak, "Demek yeni eşin bu! Yoksa kuma mı demeliydim?" Sözleri daha ilk başta huzurumu ipe dizeceğinin nişanı gibiydi. Kızının diktiği nefret bayrağını her fırsatta dalgalandırmaktan geri durmayacağını bir çift sözüyle ciltler dolusu anlatmıştı. Mervan, aşağılar tarzdaki bakışlarını huysuz bir çocuk gibi onda gezdirdiğinde ağırbaşlı ve özgüvenli tavrımla, "Nazar deyin, Nazar tek başına kâfi!" diye söze girdim. Mervan, bana gurur ve hayranlık dolu bir bakış attı. "Ona bir unvan bulmaya çalışmayın!" Eli belimi kavrayıp, "Hayatımdaki bu eşsiz kadının değerini ifade edebilecek bir kelime bulmak imkânsız!" diye karşılık verdi.


Beni kendine yasladığında şu anın bir kâbus olmasını diledim. Nazende Hanım'ın yüzünün öfkeyle kasıldığını fark etmemek mümkün değildi. Eşi Mümtaz Bey, oğulları olduğunu öğrendiğim Azat ve Derman'la birlikte içeride olan biteni tuhaf bir seyirle takip ediyordu. Mervan'ın tutku dolu bakışları ve iltifatlı sözleri kimsenin gözünden kaçmamıştı. O böyle bir adamdı; nefreti de aşkı da yakıp yıkardı insanı. Konuşurken gözlerimin derinliklerine doğru bakar, siyah gözlerini ruhumda dinlendirirdi. Ruhum, tüm çıplaklığıyla ona bulanırken ayaklarımın yerden kesildiğini hissederdim. Konuştuğumda hayatın ve ölümün sırrını veriyormuşum gibi büyük bir dikkatle dinlerdi beni. Bazen etkileyici yüzü ve esareti fısıldayan kokusunda boğulduğumu hisseder; konuştuğum ve konuşacağım ne varsa unuturdum.


Yine o ortamda beni kendine kelepçelemiş; diğerlerine varlığımı haykırıyordu. Mümtaz Bey; profesyonel, duygusuz tavrını bozmadan, "Hayırlı olsun yeni gelininiz!" dedi. Kadir Bey, kıvrandırıcı bakışlarını üzerime dikip bana nefretten hallice ters bir bakış attı. Bakışlarından ne anlayacağımı bilemiyordum. Bir rezillik çıkarıp aileyi mahcup etmemem için ön bir tehdit mi saklıydı o gözlerde; yoksa varlığımdan duyduğu utanç mı?


Azat, bir adım yakınıma kadar gelip elini uzattı. "Hoş geldiniz!" Kendisiyle tokalaşmamı istiyordu. Kararsız bir hamleyle usulca elimi uzattığımda Mervan, benden önce davrandı ve bana uzatılan eli hızlıca kavradı. "Sizde!" Benden önce söze girmesine ve benim yerime bir şeylere karar vermesine alışkındım. O gördüğüm en kıskanç adamdı ve Azat'ın tokalaşmak için bile ellerime dokunmasına asla izin vermezdi. Doğruyu söylemek gerekirse o hiçbir erkeğin, hiçbir sebeple bana dokunmasına tahammül edemez ve gerekirse rezillik çıkarmaktan da çekinmezdi.


Azat, beklenmedik bu hamle karşısında şaşırsa da kendini toparlamakta gecikmedi. "Ben Azat Mirzanoğlu." Eller hâlâ birbirine kenetli iken, Mervan otoriter tavrını bozmaksızın; "Mervan Hanzade!" diye mesafeli bir şekilde kendini tanıttı. Azat, dudaklarını kibirle kıvırıp, "İsminizi çok duydum; demek tanışmak bugüne kısmetmiş." dedi. Mervan elini çekip, ona patron olduğunu hissettiren bir bakış attı. "Bense sizi hiç duymadım." Azat bu küstah sözden hoşlanmamıştı. Gururunu görmezden gelerek, "Önemli değil, her şeyin bir ilki vardır." diyerek durumu toparladı. Daha şimdiden bu sıkıcı ortamda zaman akmak nedir bilmiyordu. Başımı kaldırdığımda Mervan'ın Azat'ı iğrenerek süzdüğünü fark ettim. Ondan hoşlanmamıştı ve şimdiden bakışlarıyla beni kıskaca almaktan çekinmiyordu.


Yanında kukla bebek gibi öylece duruyor ve bana söylemesi muhtemel talimatlarını bekliyordum. Yüzümdeki durgunluk, endişe pırıltılarıyla gölgelenirken, dudakları saçlarıma küçük bir buse kondurdu. Belimi biraz daha sıkarak bedenimi yeniden göğsüne hapsetti. Azat'ın hayran bakışlarını daha ilk dakikada fark etmişti ve onun yüzüne karşı kadını olduğumu bas bas bağırmaktan çekinmiyordu. Bu sevimsiz misafirin bozulan morali elbette dikkatimden kaçmamıştı.


Kadir Bey, gerginliği sezmiş gibi misafirleri salona buyur etti. Yaklaşık 20 dakika beni ilgilendirmeyen havadan sudan sohbetlerine tanıklık ettim. Gülnaz'ın ablası Meral, oldukça sessizdi. Davranışlarından Gülnaz'la birbirlerinden pek hoşlanmadıklarını anlayabiliyordum. Abla kardeşten çok müsabaka öncesi rakibine diş bileyen boksör gibiydiler. Onların bu soğukluğunu görenler Gülnaz'ın kumasının ben değil de ablası Meral olduğunu sanırdı. Konuşulanlardan Azat'ın Amerika'dan yeni geldiğini ve Türkiye'deki holdingde işleri abisiyle birlikte yürüteceğini öğrendim.


Mümtaz Bey, sözleriyle onu yerlere göklere sığdıramıyor, adeta salonda baş tacı ediyordu. Uzun yıllar Türkiye'de olmadığı için Mervan'la bu gece ilk defa karşılaşıyorlardı ve buna rağmen Mervan'ın gözlerinin tehdidi onu oturduğumuz dakikalar boyunca bir türlü rahat bırakmamıştı. Yemeğe geçip beni alakadar etmeyen sohbetlerini dinlemek zorunda kaldım. Tüm o lezzetli yemeklere elimi dahi süremiyordum. Midemin düğümü, Mervan'ın ara ara gözlerini üzerimde gezdirmesiyle daha da sıkışmıştı. Elimi masanın altında sımsıkı tuttu. Kulağıma, "Biraz daha dayan, seni bu ortamda fazla tutmayacağım." diye fısıldadığında, içimin bir nebze de olsa rahatladığını hissettim.


Azat'ın bakışları üzerimden bir türlü ayrılmıyor; adeta beni buz kırıklarının istilasına maruz bırakıyordu. Mervan'a dönüp baktığımda, öfkeli bakışlarının üzerimizde gezindiğini fark ettim. Hissetmişti. Azat'ta bir tuhaflık olduğunu erkeksi dürtüleri beynine nakış nakış işliyor olmalıydı. Azat, tam karşımda otururken; Mervan'ın hemen yanımda beni kanatlarının arasına almış gibi bir hâli vardı. Ortamda yankılanan onca sözden hiçbiri bana değmiyordu. Sanki saatler asır olmuştu, gece bir türlü bitmiyordu. Of dedim içinden. Of! Nereden düştüm bu insanların içine?


Tatlılar geldiğinde gül tatlısına umutvâri bir şekilde baktım. Şu saatlerde beni mutlu eden tek şey bu tatlıydı ne yazık ki. Mervan'ın tatlıyı memnuniyetle ağzına götürdüğünü gördüm. Tadını aldığında dudaklarının zevkle kıpırdandığını fark ettim. Beğenmişti. Onun pek tatlıyla arası yoktu, şu zamana kadar hiçbir yemekte tabağındaki tatlıya dokunduğunu görmemiştim. Çatalı, ilk defa bir tatlıyı dürterken; yüzündeki bebeksi mutluluğa şahit oldum. Yeniden kulağıma eğilip, "Mükemmel olmuş!" diye fısıldadı.


"Bu tatlının adı nedir?" Azat'ın beklenmedik sorusu bizi hiç ırgalamayan sohbetin içine bir bomba gibi düşmüştü. Kadir Bey de Mümtaz Bey gibi sözünü yarım bırakıp servis tabağındaki tatlıya odaklandı. Kimse bir cevap vermiyordu. Makbule Hanım, boş tabakları Kadir Bey'in önünden alırken söze girdi. "Gül tatlısı, Gülpare de derler. Gelin Hanım yaptı!" Gözler bana odaklanmıştı. Kendimi oldukça mahcup hissediyordum. Azat çatalını tatlının üzerinde gezdirip bir gurme edasıyla dudaklarını büzdü. "Enfes bir şey!"


Mervan'a bakamıyordum bile. Bana olan sevimsiz bakışlarını fark etmişti, bu bakışların altında nasıl huzursuz olduğumu da. Mervan'ın gözlerine bakmamak için başımı eğdim. Azat susmayacak, bu geceyi kazasız belasız atlatma beklentimi baltalamak için elinden geleni yapacaktı. Yeniden çatalı memnuniyetle ağzına götürdü. "Böyle enfes bir tatlıyı, ancak böylesi bir güzellik yapabilirdi!" Son sözler masada şimşekler çaktırmıştı. Mervan, çatalını hırsla tabağı indirdi. Tabak ortadan ikiye ayrılırken irkilmekten kendimi alamadım. Birazdan kopacak fırtınanın ilk esintileri başlamıştı.


Titreyen ellerimi kucağımda buluşturup gözlerimi kapadım. Mervan'ın kan tüküren gözlerini görmeye daha fazla dayanamayacaktım. "Karımın güzelliği sadece beni ilgilendirir!" Bakışlarım Gülnaz'a odaklandığında Mervan'ı öldürecekmiş gibi süzdüğünü görebiliyordum. Beni delicesine kıskanmasından rahatsızlık duyuyor olmalıydı.


"Sakin olun Mervan Bey. Siz okumuş, kültürlü bir adamsınız. Bu kadarcık iltifatı tatlı için bir teşekkür kabul edebilirsiniz!" Azat'ın sözleri Mervan'ın içindeki kıskançlık ateşine benzin dökmekten başka bir işe yaramayacaktı. "Okumuş bir adam olmam; salon erkeği olmamı gerektirmez!"


Bu saçma tartışmaya daha fazla dayanamadım ve hızla ayağa kalkıp masadan uzaklaşmak istedim. Endişeli, ürkek hâlim masadaki kadehe çarpmama sebep olmuştu. Kadeh, yere düşüp paramparça olurken; "Özür dilerim!" diye fısıldadım. Kimden özür dilemiştim, ne için özür dilemiştim, bilmiyorum. Kadehin kırılması umurumda değildi; bu insanların huzurunun kaçması da. Galiba en büyük özrüm kendimeydi. Ziyafete katılmamı isteyen Raziye Hanım'a boyun eğip, bu insanlara tahammül etme sabrını gösterdiğim için kendimden özür dilemiştim. Ait olmadığım bu ortamda Mervan'ın istediği zaman sarıp, kucakladığı, öpüp kokladığı bir kukla olma onursuzluğunu gösterdiğin için gururum karşısında diz çöküp canhıraş bir şekilde af dilemiştim.


Sürekli olmadığım biri gibi davranarak kendimi Mervan'ın şehrinde, onun imparatorluğunda yok ediyordum. Masadan hızla uzaklaştım. Arkamda bıraktığım memnuniyetsiz yüzler, zerre kadar umurumda değildi. Odama çıkamazdım, zira yüzüm ateşler içinde yanarken o kapalı ortam beni zapt etmeye yetmezdi. Biraz olsun sakinleşip nefeslenmek için bahçede dolaşmaya başladım. Hava soğuktu ve üşüyordum; ama bir önemi yoktu zaten. Bu evde her şey anlamsızdı benim için. Mervan'ın esaretindeki bir cariye için ne soğuğun bir önemi vardı ne de hastalığın.


Yaklaşık yarım saat çiçeklerin arasında ıssız ıssız dolaşmıştım. Bu soğuğa rağmen hâlâ bazıları hayata tutunabiliyordu. Tıpkı benim gibi onlar da bunca yok sayılışa rağmen varlığını inatla devam ettiriyordu. Taç yaprakları uçlarından solma ibareleri gösterse de dimdik ayaktaydılar işte! Yıpranmışlardı. Yer yer sararmışlardı; ama ordaydılar. Ne tuhaf!


Bir çift ayak sesi beni yeni bir huzursuzluğun eşiğinde demlendirdi. Mervan olmalıydı; gözünü üzerimden bir an olsun ayırmayacağını çok iyi biliyordum. "Tüm güzel şarkılar ve tüm özel şiirler size yazılmış olmalı!"


Bu yabancı ses, içimdeki nefreti perçinledi. Azat... Daha yeni tanıştığım bir insan peşimden gelmiş; bu gereksiz iltifatlarla evli olduğumu bildiği halde beni rahatsız ediyordu. Ne tuhaftı hayat. Bu sahne bana bir yerlerden hiç olmadığı kadar tanıdık geliyordu oysa. Mervan'ın tavrını, Mervan'ın sözlerini andırıyordu zehirli, meczup sözleri.


"Aşkın rengi siz olmalısınız!" Öfke dudaklarımdan taşarken, "Yeter, susun artık! Bu tavırlarınız hiç hoş değil." diye bağırdım.


İğreti bir şekilde gülümsedi. "Gerçekleri haykırmam neden zorunuza gidiyor? Güzelliğinizi ve masumiyetinizi betimlenecek söz bulmak öyle güç ki, dilim cazibenizin karşısında eğilip diz çöktü."


İğrenen bakışlarımı üzerinde nefretle gezdirdim. Gitmek için adım attım. Bir bağırtı yüreğimi ağzıma getirmişti. Arkamı dönüp baktığımda Azat'ın yere kapaklandığını gördüm. Mervan, hınçla atılıp art arda yumruklarını yüzüne gömüyor; bu küstah adam ise ona karşılık vermek için çırpınıyordu.


"Karıma ilişmeye nasıl cüret edersin, pislik herif!" Ellerim bir haykırışı bastırmak ister gibi dudaklarıma kapandı. Mervan, deli gibi bağırıp eşine az rastlanır küfürlerini adeta haykırıyordu ve Azat onunla baş etmeye bir türlü güç yetiremiyordu.


"Yapma Mervan, dur!" Bağırışlarım onu durduramayacaktı ne yazık ki. Azat'ın kan içinde kalan yüzü ve Mervan'ın kasırgaları andıran öfkesi, bu tuhaf akşamın en aşağılayıcı selası olmuştu. Sesi duyan misafirler ve aile bireyleri koşarak bahçeye geldiler. Ellerim yanaklarıma kenetlenmişken ne çökebiliyordum ne de dimdik durabiliyordum. Öylece iki büklüm eğilmiş, içinde bulunduğum şoku atlatmaya çalışıyordum. Derman, koşarak Mervan'ı omuzlarından yakaladı. Onun deli öfkesini durdurmaya gücü yetmeyecekti elbette. Baran'ın ona eşlik etmesi ise Mervan'ı daha da kızıştırmaktan başka bir işe yaramamıştı. Biz bu arbedede çırpınırken, Kadir Bey'in gür sesi bahçede yankılandı.


"Mervan!" Mervan, öfke denizinde boğuluyordu. Nefreti öyle güçlüydü ki bu evde çekindiği tek insan olan babasını bile duymayacaktı. Baran, güç bela Azat'ı Mervan'ın pençelerinden kurtardı. Derman, Mervan'ı göğsünden bir kelepçe gibi sararken, Azat'ın içler acısı suratına bakmaktan kurtulamadım. Biraz önceki küstah mimiklerinden ve gururundan geriye hiçbir şey kalmamıştı. Mervan'ın karşısında aciz bir duruma düşmek, erkeklik gururunu hiç olmadığı kadar incitmiş olmalıydı.


Ağzında biriken kanı nefretle yere tükürdü ve sağ kolu ile çenesine kadar inen kanları silerken Mervan'a öldürecekmiş gibi baktı. Mervan, hâlâ ona girişmek için debelenirken, Mümtaz Bey'in öfke dolu bakışlarına tosladım. Raziye Hanım ve Nazende Hanım, birkaç adım geride kinle dudaklarını kıvılmış arbedeye anlam vermeye çalışıyordu. Sonunda beklediğim olmuştu. Mervan; Baran ve Derman'ın elinden kurtulup Azat'a doğru iki adım daha attı. Kadir Bey, öfke ateşinden kavrulan oğlunun önüne geçti. Mervan'ın kan ter içindeki gazap dolu yüzünü anlık bir duraksama yokladı. Nefes nefese kalmıştı. Kesik kesik solurken deli bakışları babasına odaklandı. "Ne oluyor Mervan? Bu rezillik de neyin nesi? "


Artık o feryatlı gözlerin odağında ben vardım. Mervan, kin dolu bakışlarını yeniden Azat'a dikip eliyle onu işaret etti.


"Bu p*ç kurusu, karıma sarkıntılık etti. Peşinden bahçeye gelip onu ayartmaya çalıştı!" Sözleri kalbimi yakıyordu. Ne bilindik bir manzaraydı oysa anlattığı. Bir zamanlar oynadığı rolü bu gece Azat'a kaptırmıştı ve şimdi isyan sırası Hanzâdelerin güçlü Bey'ine gelmişti. Kadir Bey, şaşkınlıkla söyleyecek söz bulamadı. Mümtaz Bey'in hâli de ondan farklı değildi. Biraz önce yerlere göklere sığdıramadığı oğlunun yaptığı bu terbiyesizlik, mahcubiyetle başının eğilmesine sebep olmuştu.


Azat, hırsla atıldı. "Bu geceyi ömrüm boyunca unutmayacağım. Mervan Hanzâde... Adımı aklına iyi kazı. Ben Azat Mirzanoğlu, senin mahvolman için her şeyi yapacağım. Kalbini söküp alacağım senden. Bu kanlar, bu dolunay şahidim olsun; gece yeminime kulak versin! Sen, hayatını ve sahip olduğun her şeyi bu gece Mirzanoğlu'nun pençelerinde bıraktın."


Mervan, köpüren öfkesine teslim olmuştu bir kere. "Seni kalleş köpek! Hâlâ konuşuyor musun?" Babasını hiçe sayan bir hamleyle Azat'a doğru nefretle savruldu. Kadir Bey, elleriyle onu omuzlarından tutup bir çırpıda itti. Bir boğuşmaya daha meydan vermeyi kabullenemiyor olmalıydı.


Küstah, hınç dolu bir tebessüm Azat'ı kollarken, kan içindeki iğreti dişleri günahına göz kırptı. "En sevdiğinden vuracağım!" Mervan, bir kez daha haykırdı ve sesi tüm bahçede yankılanacak kadar güçlüydü.


" İt herif!" Mümtaz Bey, oğlunun bu tavırlarına daha fazla seyirci kalamazdı. Öne atılıp "Yeter!" diye bağırdı. "Toparlanın gidiyoruz." Gülnaz, bir gölge gibi ailesinin ardından umutsuzca baktı. Artık tüm gözler bana odaklanmış, zayıf bedenime ve yaralı duygularıma kin dolu kılıçlar sallıyordu.


"Her şey senin başının altından çıktı. Kocamı ayarttığın yetmedi; şimdi sıra kardeşimde mi?" Mervan ağzımı açmama bile fırsat vermeden, "Kes sesini!" diye haykırdı. Tüm öfkesini Gülnaz'dan çıkarmak ister gibi bir hâli vardı. Gülnaz, çenesini tutmamakta kararlıydı.


"Yalan mı, seni ayartmadı mı? Yuvamızı bu hâle kim getirdi Mervan? Şimdi de utanmadan kardeşimi kandırmaya çalışıyor. Bu sarı yılan sizi birbirinize düşürdü." Mervan, bir kez daha ortalığı inleten bir nefretle bağırdı. "Sana kes sesini dedim. Nazar'ın bir suçu yok; o şerefsiz kardeşin kendi kaşındı!" Gözyaşlarım yanaklarıma usulca süzülürken gücümün tükendiğini hissettim. Daha ne kadar aşağılanacaktım bu evde? Bu cehennemi, bu zebanileri kaldıramıyorum artık.


Raziye Hanım, söze girmekte gecikmedi. "Karın kuyruk sallamasa kimse peşinden gelmezdi. İlle de birine suç bulacaksan, ona bul!" Artık daha fazla susmayı kaldıramayacaktım. Öfke ve nefreti son perdesine kadar hissettiren bir sesle bağırdım. "Ben utanılacak bir şey yapmadım, peşinden gelen oydu." Mervan, annesinin üzerine hırsla atıldı.


"Nazar'ı suçlamaktan ne zaman vazgeçeceksin, karımı aşağılamayı kes artık. Haddini bil, yoksa... "


"Yoksa ne?" Baran öne atıldı. Onu ilk defa bir tartışmaya girişirken görüyordum. Elleriyle Mervan'ı göğsünden kavrayıp itekledi. Küçük bir sendeleme Mervan'ın deli yüreğini kavururken, sözleri bir günah gibi kalbime saplanıp kaldı.


"Ne olur söyle abi. Döver misin annemi; yoksa odana bizi çiğneyerek aldığın bu kız için hepimizi silip atar mısın bir çırpıda?" Mervan'ın ölümcül sakinliği beni daha da korkutuyordu; çünkü biliyordum, bu fırtına öncesi sessizlikten başka bir şey değildi. Olmayacaktı da...


"Baran! İleri gidiyorsun." Baran çözülen dilinin verdiği cesaretle tüm kinini haykırmaktan vazgeçmeyecekti. Aylardır susuşlarının bir diyeti gibiydi söyledikleri.


"Delirmişsin sen! Bu kızın aşkı, aklını başından almış. Bir karın, iki çocuğun varken senden 10 yaş küçük, genç bir kızı bu eve gelin diye getirdin. Seni istemediği halde onu yatağına alıyorsun. Nefretini bile bile aşkını umuyorsun. "


Kadir Bey, "Sus Baran!" dedi kendisini duymayacağını bile bile. Baran, "Susmayacağım!" diye haykırdığında yüreğindeki tüm kırlangıçlar vaveyla etti. İlk defa bu evde, bir kişi derdimden anlıyor; sözleriyle haklı çırpınışlarımı kolluyordu.


"Abim, bu kızı bu evde zorla tutuyor. İstemediğini bildiği halde zorla odasına alıyor. Ailesiyle tehdit ederek karısı olmaya mecbur ediyor. Daha ne kadar susacağız bu saçmalıklara?" Mervan, duyduğu gerçeklerin kıskacında adeta kıvranıyordu. "Baran sus! Suuuus!"


"Niye? Gerçekleri duymak zoruna mı gitti? Utandın mı?" Mervan, ortalığı yırtan bir çığlık kopardı yüreğinin en derinlerinden. "Suuuus! " Aynı nefret, Baran'ın dudaklarında gezindi. "Kalleş!" Bir anda tüm dünyam yerle yeksan oldu. Mervan'ın korkunç tokadı, Baran'ın serkeş gururunu çiğneyip toza bularken, yüreğimdeki ahlar semaya yükseldi. Ona vurmuştu, onu incitmişti. Onurunu hepimizin karşısında alaşağı etmişti, ne yazık!


Baran, elini yüzüne götürdü ve nemli gözlerini kinle Mervan'a mıhladı. Mervan, başını eğip sıktığı yumruğunu perişan bir halde gelişigüzel bıraktı. Gözlerini sımsıkı yummuş kendi öfkesiyle güreşiyordu adeta. Raziye Hanım, öfkeden sıtmaya tutulmuş gibi titrerken, yaralı bir çift göz Mervan'ın karanlık ruhuna yıkıcı kırçlar sapladı.


"Artık abim değilsin!" Kömür gözler, sözlerin sahibine küskün küskün dikildiğinde bir kez daha bağırdı. "Artık abim değilsin!" Baran koşarak evden uzaklaştı. Yığılıp kalmamak için kendimi zorladım. Mervan, çaresiz bakışlarını donuk donuk boşluğa dikmiş kaskatı duruyordu. Ne zordu yaşananlar!


Kısa bir sessizliğin ardından, Raziye Hanım sönmüş olan volkanı yeniden alevlendirmek için Mervan'ın dibine kadar sokuldu. Bu eğik başı daha da soldurmak, yerden yere vurmak istiyor gibiydi. "Seni hiçbir zaman sevmedim; hiçbir zaman oğlum kabul etmedim."


Kadir Bey, "Raziye Hanım! " diye bağırdığında olayların tek sorumlusuymuşum gibi bir kez daha sarsıldım. Konuşma, dökülme sırası ona gelmişti. "Senin annen değilim; her şey koca bir yalan, seni kandırmak için oynanmış bir düzmece!" Mervan, şaşkınlıkla açılmış gözleriyle bir cevap arar gibiydi. Dudakları aralandı. Yüz kasları titrek titrek kıpırdanırken, "Ne diyorsun sen?" diye sayıkladı. Şaşkındı. Neler söylüyordu bu kadın?


"Raziye Hanım!" Kadir Bey'in bağırmalarının, hakaretlerinin hiçbir önemi kalmamıştı artık. Onları duymuyorduk. Mervan, usulca kolumu kavrayıp beni eve doğru sürüklediğinde duyduğum o kahredici sözler hâlâ kulaklarımda yankılanıyordu. Merdivenleri çıkarken, "Mervan!" diye sayıkladım. Beni duymuyordu. Olabildiğince hızlı bir şekilde odasına çıktık. Kapı aralanmıştı. Bu siyahlıkta boğulduğumu hissettim. Çok öfkeliydi, hatta öfkeden de öte delirmiş gibiydi. "Mervan!" Kendi kininde tükeniyor; acıyla defalarca duvarı yumrukluyordu.


"Yapma! Yapma Mervan!" Onu engellemek için omuzlarından göğsüne sarıldım. Kan ter içinde hınca hınç duvarla cebelleşiyordu ve beni asla duymuyordu. "Mervan, dur!" Beni yatağa savurdu. Ellerimi göğsümde buluşturdum. Nemli gözlerim yalvararak onda gezindi. Yıkılmış bakışları, boğazımda bir yumru gibiydi ve yutkunacak gücü bile kendimde bulamaz olmuştum. Eline geçirdiği bir vazoyu öfkeyle duvara savururken yıkıcı bir nara patlattı. Ardından sırtını duvara yaslayıp haykırır gibi başını havaya kaldırdı. Gözleri korku dolu gözlerime kitlenmişti. Islak bakışları daha şimdiden içime işlemişti. Yumruklarını sıkarak bana yöneldi.


Simsiyah yatakta, matemime attığı her adımı korkarak değil; ölerek bekliyordum. Kederli yüzü bir canavar gibi tehlikeliydi şimdi. Elleri çeneme kitlendi. Yaralı çocukluğu gözlerime korkunç kesikler atıyordu.


"Beni sevmemene dayanabilirim; yüzüme haykırdığın onlarca nefret sözlerine de. Tüm aksiliklerine, aşağılamalarına susabilirim; görmezden gelebilirim. Durma yap! Acıtmıyor, kanatmıyor hiçbiri. Nefrete alışkınım ben."


Eli çenemden umulmadık bir anda çözüldü. Yaralı parmakları yüzümde geziniyordu ve ben o korkunç tehditlerinin bir sigara gibi tenimde söneceğini bilemezdim. Yanağımı dudaklarına, yüzüne hapsederken, çığlık atmak geldi içimden. Dudaklarını, yanaklarıma gömmüş kesik kesik soluyordu.


"Tek bir şey..." Sözü dudaklarına dolandı. Yutkunamıyordu. Acı çektiğini hissedebiliyordum; canı yanıyordu, hem de hiç olmadığı kadar çok. "Tek bir şey... "dedi yeniden. "İhanet... Affedemeyeceğim tek şey, ihanetin olur. Saçının bir teli için dünyaları yakan ben, düşmanın oluveririm bir anda." Gözlerine baktım. İlk defa silahı bana doğrultmuştu. Gözyaşlarım, ellerinin üzerinde yuvarlandı. "Ne yaparsın?" diye sayıkladım. Sesim öyle zayıf çıkmıştı ki tüm hayat enerjimi bu son cümleyle tamamladığımı düşünmekten kendimi alamadım. Gözlerimden süzülen yaşlara inat meczup öfkesini fısıldadı kulağıma.


"Kıyarım sana! Azrail bile alamaz elimden. İçimde açtırdığın gülleri parçalar, seni günahlarımda boğarım. Yakarım o lav kuyusunda ikimizi de. " Aralanmış dudaklarım ruhundaki ayaza teslim olmuştu. Omuzlarıma dökülen bir tutam saçı, avuçlarının arasına alıp sıkarken; yüzünü göğsüme gömdü. Siyah kumaşın ardındaki küskün kalbim, feryat ediyordu sanki. Medet umar gibi yine ona tutunmuştum. "Senin bir başkasını sevme ihtimaline bile dayanamıyorum. Beni sakın sensiz bırakma; pişman olursun! Pişman ederim."


Alnı göğsümden dizlerime doğru kaydı. Kaskatı kesilmiş, tehditlerin ardındaki acılı yüreğine karışmıştım. Başını, dizime yaslayıp gözlerini sımsıkı yumdu. Baldırlarıma işleyen ıslaklığı hissedince ürpermekten kurtulamadım. Ağlıyordu. Küçük bir çocuk gibi için için ağlıyordu. İlk defa gözyaşlarına muhatap oluyordum. Bana yaptığı her şeye rağmen ona acımaktan kendimi alamadım.


Bugün ilk defa onun kara gözlerinde kendi çocukluğumu görmüştüm. Babasından şiddet gören, o zavallı, sarışın kız çocuğunu... Nefretle utandırılmış; itilip kakılmış bir çocuktu Mervan. Yaralıydı. Alev gibi yakıcıydı kini. Böylelerinin nefreti de sevdası da ayrı bela olurdu insanın başına. Dedim ya! Ezilen iki şeye dayanamazdım ben. Çiçekler ve insanlar... Çiçekler mahvoluyordu; insanlar mahvediyordu. Mervan da çocukken mahvolmuş, yıkılmıştı; şimdi ezilen ruhu mahvoluşunun intikamını mahvederek alıyordu. Durmayacaktı; yitiklerinin intikamını alıncaya dek mahvedecekti önüne ne çıkarsa. Ve ben de yaptıklarından payıma düşeni alacaktım ne yazık ki.


Watsons'ın sözü zihnime yeniden düştüğünde ürperdim. "Bir düzine sağlıklı bebek verin bana, kendi özel dünyamda onları yetiştireceğim. Onlar için herhangi bir şey istemeden; onları doktor, avukat, sanatçı, esnaf hatta dilenci, hırsız olarak yetiştirebilirim!" Doğru eğitimle pek çok insan hayata kazandırılabilirken; yanlış çevre etkisi, şiddet ve sevgisizlik insanları bir canavara dönüştürebiliyordu. Mervan gibi pek çok insan, kötü ebeveynlerinin kurbanı olmaktan kurtulamıyordu ne yazık ki.


Elimi saçlarında gezdirdim. Sımsıkı yumulmuş olan gözlerinin gevşediğini, ellerinin yırtarcasına tutunduğu örtüden sıyrıldığını fark ettim. Parmak uçlarım saçlarında küçük çizgiler oluşturmuş, gerilmiş yüzü biraz olsun sükunete kavuşmuştu. "Ne olur! "dedi uykuya teslim olmuş gözlerini aralarken. "Ne olur, bunu yapmaya devam et." Küçük bir ürpermenin ardından dudakları yeniden kıpırdandı. "Beni bırakma! Sana ihtiyacım var! "


***


Bölüm Sorusu: Sizce Kadir Bey ve Mervan arasındaki sır ne? İlişkilerinin ardındaki gerçekler hakkında fikri olan var mı?

Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız ?☺️🔥


Loading...
0%