@syildiz_koc
|
Ben gülüşüne öldüm, o ölüşüme güldü. Farklıydık işte! ÖZDEMİR ASAF
Gece kollarını gözlerimden çekerken sabahın aydınlığına sarıldım. Bugün yaşayacağım belki de en heyecanlı ve ihanet dolu günümdü. Zor bir karar vermiştim. Zihnim tüm gece düşünmekten bitap düşmüş, duygularımla ve merhametimle savaşmaktan uykunun kollarına bir türlü teslim olamamıştım. Başımı hemen yanımdaki sıcak tene çevirdim. Bembeyaz yatağın üzerinde kendine has bir mahmurlukla mışıl mışıl uyuyordu. Onu bitirmek için hazırladığım o korkunç plandan habersizdi. Uyurken dağılmış saçlarına, sersemlemiş duruşuna rağmen çok güzel görünüyordu. Üzerindeki, kolsuz gece takımı odadaki tek koyu detaydı ve hayatımdaki karanlık varlığının temsilcisi gibi günüme şahitlik ediyordu. Sol eli karnıma iliştiğinde küçük bir ürperti yüreğimi yokladı. Bu bana son dokunuşlarıydı. Bugünden sonra yollarımın bir daha ona değmesine asla izin vermeyecektim. Bana son sarılışı ve kokumu son kez ciğerlerini işleyişi olacaktı. Dudakları aralandı ve hemen sol yanıma doğru yaklaştı. Nefes alıp verişinin tenimi ısıttığını hissettim. Bir süre sonra kirpiklerinin hareket ettiğini fark ettim. Uyanmış olmalıydı. Gözlerimi sıkıca yumdum. Biraz doğrulup elleriyle saçlarıma dokundu. Yanımda uyandığında mutlu olduğunu biliyordum. Kendisine kızıp bağırmam ve kendimden uzaklaştırmam bile bu sevince engel olamıyordu. Benim gibi kızgın, nefret dolu bir kadının yanında nasıl mutlu olabilirdi? Alnımda hissettiğim bu küçük ürperti gözlerimi açmama sebep olmuştu. İçimden benden aldığı son öpücük diye fısıldadım. Aldığı veda busesi bugünkü ihanetimin mührü olmaktan öteye gidemeyecekti. "Günaydın prenses!" Umursamazca, "Günaydın!" diye karşılık verdim. Yataktan kalkıp doğruca banyoya gittim. Planımı harekete geçirebilmek için evden çıkmış olması gerekiyordu ve ben onu bir an önce evden göndermek için sabırsızlanıyordum. Yüzümü yıkayıp kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Ona yapacaklarımı hissettirmemeliydim. Şüphelendiğinde gardiyan gibi başımda beklemekten geri durmayacaktı ve o zaman kaçışım ancak bir hayal olabilirdi. Odaya geçtiğimde çoktan giyinmişti. Onunla defalarca kavga ettiğim halde benimle aynı yatakta uyuma huyunu terk etmiyordu. Benden çok daha inatçı ve küstahtı. Onu şiddetle ve asilikle yola getiremeyeceğimi anlamıştım. Öfkeme daha büyük bir öfkeyle karşılık veriyor ve beni er ya da geç sindirmeyi başarıyordu. Ne kadar belli etmek istemesem de durgunluğumdan işkillenmişti. Meraklı bir bakış atıp, kendine has bir edayla gözlerini kırptı. "İyi misin?" Olabildiğince doğal olmaya çalışarak "İyiyim!"diye karşılık verdim. Ellerini alnımda gezdirdi. "Ateşin yok, ama bitkin gibisin." Biraz sıkılgan bir tavırla, "Gece uyuyamadım, o yüzden yorgunum. " dedim. Dosyasını çantasına yerleştirirken, "Neden?" diye sordu. Yine ağzımı aramaktan geri durmayacaktı. "Öyle işte! Ailemi özledim, başka bir sebebi yok." İnanmadığını belli eder tarzda kıpırdandı. "İstedikleri zaman gelebilirler; bu hiç sorun olmaz." Konuyu daha fazla uzatmaya hiç niyetim yoktu. "Hı hı, biliyorum!" Aşağı indik. Raziye Hanım'ı görmek ikimize de iyi gelmemişti. Mervan'la birbirlerine düşman gibi baktılar. Aralarındaki soğuk rüzgarlar hâlâ dinmemişti. Mervan, geçen geceki olayları ve kendisinde bıraktığı kırgınlığı çoktan unutmuş gibi davranıyordu. Bu kadını, üzülerek sevindirmeye hiç niyeti yoktu belli ki. Ne kadar saklamaya çalışsa da gözlerindeki acıyı ve hayal kırıklığını benden gizleyemezdi, yaralıydı ve bana tutunarak iyileşmeye çalışıyordu. Masaya oturduk. Gülnaz'ın nefret dolu bakışları yine üzerimdeydi. Nefretine karşılık imalı bir tebessümle gözlerine baktım. Hayatının ortasına düşen ve sahip olduğu her şeyi kara bir tüle bürüyen kuması bu evden defolup gidiyordu. Artık Mervan'la aralarındaki en büyük engelden kurtulacaktı. Mutluluğunun önündeki o sert kaya daha fazla zarar vermeden hayatından yalpalayarak ayrılacaktı. Nefretini bilmek beni artık hiç rahatsız etmiyordu. Aslında hem haklıydı hem de haksız. Haklıydı; çünkü ben istemesem bile kocasını elinden almıştım. Mervan, beni ilk gördüğü günden beri hep peşimdeydi. Eve karısı olarak geldiğimde aralarındaki tüm bağ kopmuş ve Mervan odasına adım atmaz olmuştu. Ona dokunduğunu bile sanmıyordum ya da dokunmasına izin verdiğini. Yaşadığı bu kâbusun hem suçlusu hem de mağduruydum. Haklı olduğu nokta buydu; peki haksız olduğu nokta neydi? Zihnimi kıvrandırıcı ince bir elekten geçirdim. Hatayı nerede yaptığımı bulmak istiyordum; fakat bir türlü bulmaya güç yetiremiyorum. Ben hep insanın derdini de dermanını da kendisinde aramıştım. O susmuştu; Mervan'ın bana olan tutkusunu fark ettiği halde tutmuştu kendini. Gururunu koruyup çekip gidebilirdi. Kendisini sevmeyen bir adamdan aşk dilenmek yerine başka bir gökyüzünde uçurtma misali süzülebilirdi. Ama yapmadı; o ezilmeyi, horlanmayı seçti. Sevilmediğini bile bile bitik bir savaşın hengamesine tutundu ve yine en çok yanan da kendisi oldu. Oysa aşk her zaman affetmezdi, affetmemeliydi. Tüm kapıları çarparak çekip gitmeyi de bilmeliydi insan. Yapamamıştı. Ne gidebilmişti ne de bu uğursuz evliliği engellemeyi başarabilmişti. Acıya müstahaklığının nazarımdaki sebebi de buydu zaten. "İyi misin?" Mervan'ın bu yoklayışı beni düşüncelerimden biraz da olsa sıyırdı. Şüpheci bakışlarını üzerimden çekebilmek için zoraki çayımı yudumladım. Heyecan ve sıkıntıdan midem kasılmıştı. "Baran, kahvaltı etmeyecek misin?" Raziye Hanım'ın kalın ve yaşlı sesi hepimizin dikkatini dağıttı. Baran, masaya ters bir bakış atıp kinle dudaklarını kıvırdı. "İstemiyorum!" Baran, o geceden sonra Mervan'ın olduğu hiçbir sofraya oturmaz olmuştu. Mervan'la aralarında soğuk rüzgârlar estiğini biliyordum. Onu abilikten reddetmişti. Birbirlerinin yüzüne bile bakmıyor; aynı evin içinde iki yabancı gibi davranıyorlardı. Göz bebeklerim Mervan'a dokunduğunda bu durumdan üzüntü duyduğunu fark ettim. Baran'a değer verdiğini biliyordum; fakat ipler belli ki Mervan için de o gece kopmuştu. Sözleri, onu kalbinden yaralamış olmalıydı. Baran'ın haklı öfkesini hepimiz kabul etmiştik. Kimsenin ona kızmaya hakkı yoktu. En başından beri küçük büyük herkes bu evdeki varlığımın gereksiz olduğu konusunda hemfikirdi. Açık açık söylemeseler de Mervan'ın büyük bir yanlış yaptığını kabul ediyorlardı. Onun ait olduğu yer ailesinin yanıydı; benim ise kaderim ve gönlüm en başından beri Mehmet'e düğümlenmişti. Birbirine değmeyecek iki farklı dünyadan kopuk gelmiştik ve ben onun için bir heves olmaktan öteye gidemezdim. Baran'ın çarptığı kapının sesi tüm evde yankılandı. Bu davranış Raziye Hanım'ın biriktirdiği kini yine kusmaya başlamasına sebep oldu. "Senin yüzünden evin huzuru kaçtı!" Mervan elindeki peçeteyi tabağa savurdu. "Raziye Hanım!" Mervan'ın beni savunmasına fırsat vermeden gereken cevabı vermekte gecikmeyecektim. "Raziye Hanım, bir suçum olmadığını çok iyi biliyorsunuz. Bu eve gelin gelmeyi ben istemedim, tüm sorumluluğu da tek başıma taşıyacak değilim. " Yüzünü kinle kırıştırdı. "İnan bu eve gelin gelmeni senden daha çok istemeyen biri varsa, o da benim. Abla-kardeş ailenin başına bir lanet gibi çöktünüz." Ağzımı açmak üzereyken Mervan'ın masaya indirdiği darbe dilimi düğümledi. " Yeter! İkiniz de sesinizi kesin!" Ayağa kalktı ve hiddetli bakışları üzerimizde gezinirken aynı tükenmez gazabıyla sert sert soludu. "Nazar'ın buraya gelmesini ben istedim ve ben git demedikçe kimse hiçbir yere gitmeyecek!" Yine son noktayı koymuştu; belki de koyduğunu sanmıştı. Ben buradaydım, hâlâ ayakta dimdik duruyordum ve asla zaferini perçinlemesine izin vermeyecektim. Arkasını dönüp hırsla gittiğinde ona son kez esrarlı ve kindar bir edayla baktım. Dışarıda geçireceği son özgür günü olacaktı ve beni son kez eziyordu bu sabah. İntikamımı almama saatler kalmıştı. Sırt çantama aldığım belgeleri yerleştirmiştim ve hazırlıklarımı tamamlayıp zafere gideceğim o anı bekliyordum. Yaptığı kötülüklerin bedelini ödeyecekti ve benim onu son görüşüm parmaklıkların ardında olacaktı. Tüm kirli işleri sayemde ortaya çıkacaktı ve o köhne gururu ayaklarımın altında bir kez daha toza kire bulunacaktı. Yıktığı ne varsa hesabını sormakta gecikmeyecektim. Bana kendi eliyle onu hapsedeceğim kafesin kilidini vermişti ve ben asla acımayacaktım. Benden çaldıklarının bedelini şanını, özgürlüğünü, gençliğini kaybederek; parmaklıklar ardında sürünerek ödeyecekti. Hesaplaşmamızı hayata geçirebilmek için mutfağa geçtim. Özgürlüğüme kavuşmama birkaç saat kalmıştı ve ben anbean dakikaları sayıyordum. Mervan'dan sonra Gülnaz ve Raziye Hanım da masadan kalkmış; salon gitgide ıssızlaşmıştı. Mutfağa geçip Makbule Hanım'dan odamı toparlaması istedim. Yanımdan ayrılır ayrılmaz hazırladığım kırmızı etleri de alıp bahçeye çıktım. Doğruca arka bahçedeki büyük, demir kapıya yönelmiştim. Orada dolaşan başıboş köpekler, beni görünce havlamaya başladı. Elimdeki etleri Raziye Hanım'ın uyku ilaçlarına bulayıp köpeklere attım. Yarım saate kalmadan derin bir uykuya dalacaklardı ve ben bahçedeki kapıyı açıp evden olabildiğince hızlı bir şekilde uzaklaşacaktım. Köpekler, attığım etleri yerken; iş, adamların icabına bakmaya gelmişti. 15 dakika bekleyip önceden hazırladığım paketi havuzun kenarına iliştirdim. Bunu özellikle yapmıştım. Havuz eve en yakın yerdeydi ve benim kaçmayı planladığım kapıya da en uzak mesafe de bulunuyordu. Kilere gidip basit araç ve gereçlerden yapay bir bomba düzeneği hazırlamıştım. İçine yerleştirdiğim saatle orijinalinden neredeyse ayırt edilemiyordu. Paketi orada bırakıp yeniden kaçmayı planladığım kapıya yöneldim. Köpekler derin bir uykuya teslim olmuş öylece ölü gibi yatıyordu. Eve girdiğimde Dilan'dan meyve suyu getirmesini isteyip havuz başına geçtim. Dilan, oldukça telaşlı bir kızdı. O bombayı gördüğünde panik olup herkesi velveleye düşürecekti ve onlar kargaşaya teslim olurken boşalan bahçeden kaçıp kurtulacaktım. Artık Mervan, aileme bir zarar veremezdi; çünkü onu bitirecek belgeler elimdeydi. Mervan, Karadeniz'e gidemeden polis kapısına dayanacaktı. Böylece kimseye zarar gelmeden bu defteri olabilecek en adil şekilde kapatabilecektim. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Birkaç dakika sonra Dilan, koca bir bardak portakal suyuyla yanıma geldi. Bardağı tepsiden alırken sırf konuşmuş olmak için saati sordum. Öğlen 2 sularında olduğunu söyleyip gitmek istedi. Onu bırakmayacak ve bombayı görüp bağırana kadar yanımda tutacaktım. "Gitme, biraz dolaşalım. Hem bana da yoldaş olursun; canım çok sıkılıyor." deyip onu havuza doğru hafifçe çektim. Havuzun tam ortasına hoş bir taş köprü inşa edilmişti ve bu doğal görüntüsü bahçeye ayrı bir zarafet katıyordu. Köprünün kenarlarındaki boşlukta sarmaşıklara tutunan kır çiçekleri, maviyi yeşilin en güzel iklimine taşıyor gibiydi. Birlikte yürümeye başladık. Havadan sudan konuşarak onu yavaş yavaş hazırladığım bombaya yaklaştırdım. Meraklı gözlerle pakete baktığımda yüzümdeki keskin ifadeleri takip edip o tarafa yöneldi. "Bu paket de neyin nesi?" Hiç bozuntuya vermeden yüzüne kararsızlıkla baktım. "Paket mi? Ne paketi?" Beni bırakıp endişeyle pakete doğru yürümeye başladığında planımın tıkır tıkır işlediğini görüp gururlanmaktan kendimi alamadım. Oltayı yutmuş, beni hedefime götürecek çığlığını esirgemeden tüm eve haykırmıştı. "Bomba vaaaaaaaar!" Kolumdan tutup çekiştirirken bir çığlık daha kopardı. "Yaklaşmayın! Bomba var! Eve bomba koymuşlar; öldürecekler hepinizi!" Onun çığlıkları herkesi ayaklandırmıştı. Kapıyı bekleyen adamlar, koşarak yanımıza geldi. Sadece bir kişi kapının önünde kalmıştı. Raziye Hanım, tıkırdayan ayakkabılarına aldırış etmeden bahçeye koştu. "Aman Allah'ım, Bir bu eksikti!" Gülnaz, korkulu gözlerle Dicle'ye sarılırken, kendimi arka bahçeye attım. Kapı aralığından, "Koşun, yardım edin; bahçeye bomba koymuşlar. Bir şeyler yapın!" diye bağırdım. Dış bahçedeki silahlı adamlar kapıyı ardına kadar açıp iç bahçeye yöneldi. Bir kısmı bombaya karşı aileyi korurken, bir kısmı da evi didik didik edip binanın güvenliğinden emin olmaya çalışıyordu. Bahçede sadece 2 kişi kalmıştı. Açık kapıdan oraya yöneldim. Beni görünce huzursuzca kıpırdandılar. Burada olmamam gerektiğini biliyorlardı ve ben onlara beni sürüklemeleri için gerekli zamanı asla vermeyecektim. Kan ter içinde, "Yardım edin; evde de bahçede de bomba var. Bir şeyler yapın!" diye bağırdım. Ne yapacaklarını bilemeyecek derecede şaşırmışlardı. Genç olan, kapıya yönelirken sinsiliğini fark ettiğim sakallı adam onu kolundan tutup engel oldu. "Bir yere gidemeyiz Hanımefendi. Beyin emri var; asla yerinizi terk etmeyin dedi. Ölmek pahasına korumamızı istedi." Onun bu tavrı planımı altüst etmişti. "Hayatımızın sizin için bir önemi yok mu?" diye bağırdım. İşkillenmiş bir halde bana baktı. Kaşını kaldırıp sert ve duygusuz bir ses tonuyla, "Gereken neyse yapılacaktır; siz merak etmeyin!" dedi. Arkamı dönüp birkaç adım attım. Aniden durup, "Bu da ne?" diye seslendiğimde birbirlerine anlamsızca baktılar. Yerdeki et kalıntılarını gösterip, korku ile yüzlerine baktım. Sakallı, eğilip etlerden bir parça aldı ve burnuna götürüp kokladı. "Bu etler de neyin nesi?" Sözünü bitiremeden boynuna hazırladığım şırıngayı enjekte ettim. Acıyla kasılıp, kendini sere serpe yere bıraktı. Cılız delikanlı, şaşkınlıkla yüzüme bakarken diğer şırıngayı ona saplamak için çırpındım; fakat bu ilk seferki gibi kolay olmayacaktı. "Nazar Hanım, eve gidin!" Silahı bana doğru tutmuş, emrine itaat etmemi bekliyordu. Ona asla itaat etmeyecektim ve özgürlüğüme kavuşmaktan asla geri adım atmayacaktım. Üzerine atılıp silahı çekiştirmeye başladım. Biz itişip kakışırken bir el silah sesi tüm bahçede yankılandı. Korkulu gözlerimi açmış, olan biteni anlamaya çalışıyordum. Dizlerinin üzerine çöküp yere kapandı. Onu vurmuştum. Karnından sicim gibi kanlar boşalıyordu. Gözlerimden taşmak için sabırsızlanan o ketum yaşları göz pınarlarıma hapsettim. İnlemelerini duymazdan gelerek, koşmaya başladım. "Gitme!" Kulaklarım bu sözleri duyamayacak kadar sağırdı artık. Kapıyı Mervan'dan çaldığım anahtarları kullanarak açtım. Dün geçmişiyle ilgili konuşurken anahtarları benden geri almayı unutmuştu. Elbette onu amacıma ulaşmak için kullanmakta asla tereddüt etmeyecektim. Birkaç denemeden sonra, doğru anahtarı bulup kapıyı açtım ve kendimi olabildiğince hızlı bir şekilde dışarı attım. 2 kapıyı ve 2 büyük bahçeyi aşmıştım. Mervan'ın imkânsızlarını başarabilmenin haklı gururu vardı üzerimde. Sırt çantamla koşarken ardıma dönüp bakamıyordum bile. Nereye, hangi yöne gideceğimi bilmiyordum. Sola dönüp, deli gibi koşmaya başladım. "Nazar!" Ani bir duraklamanın ardından o tanıdık sese yöneldim. "Mervan!" Sayıklayışım zihnimle dalga geçiyor gibiydi. Burada ne işi vardı? Çoktan işine gitmiş olmalıydı. Demek gitmemiş, yapacağım o kaçamak hamleleri beklemişti. Akşam uzun süre ortalıkta görünmemem ve sabah ki tavırlarım şüphelenmesine sebep olmuştu belli ki. "Buraya gel!" Korkulu gözlerimi ondan ayırmadan başımı acıklı bir edayla olumsuz anlamda salladım. Gözyaşlarım usulca göz pınarlarından süzüldüğünde arkamı dönüp hızlıca ormana doğru koşmaya başladım. Takatimin kesilmesi ve ciğerlerimin patlayacakmış gibi şişmesi umurumda değildi. Keskin bir ıslık sesi kuşların çığlığına karıştı. Arkamı döndüğümde bıraktığım yerde kaskatı kesilmiş, dimdik ayakta duruyordu. Peşimden koşmamıştı. Beni yakalamaya çalışmak için zahmet etmemişti bile. Onu kaçamayacağımdan bu kadar emin kılan şey ne olabilirdi? Hemen arkasından fırlayan vahşi köpekler hayretli bakışlarım eşliğinde bana doğru geliyordu. Yüreğimin çarpıntısı dudaklarımdan kirpik uçlarıma kadar işledi. 6 korkunç köpek, tozu toprağa katarak özgürlüğüme galebe çalıyordu. Yeniden delirmiş gibi koşmaya başladım. Saçlarım savrularak yüzümü tokatlıyordu ve ben şişen dalağıma, daralan nefesime aldırmadan onlardan canımı kurtarmaya çalışıyordum. Çevik sayılırdım ve koşmayı iyi bildiğimden yana da bir şüphem yoktu; ama olmuyordu işte. Aramızdaki mesafe bitmişti ve ben kendimi kurtarabileceğim bir yere ulaşamamıştım. Issız ormanda çırpınışlarımı kimse duymazdı ve hiçbir güç beni Mervan'ın elinden kurtaramazdı. İri koca bir köpek, hemen önüme durup yürekleri yırtar gibi havlamaya başladı. Anlık bir duraksamadan sonra kapanan yolumun tam tersi istikametine doğru koştum. Birkaç metreden sonra aynı heybette bir başka köpek önümde durdu. Ellerimi göğsümde buluşturup, titremekten kurtulamadım. Onları önüme alıp gerisin geriye kaçmaya çalıştığımda 3 köpek aynı anda hırlayarak beni kıskaca aldı. Bana dişlerini göstererek vahşi bir kurt edasıyla korkunç sesler çıkartıyorlardı. Arkamı dönüp Mervan'a baktım. Bıraktığım yerde kıpırdamadan duruyordu. Gözleri bu mesafeden bile içime işledi. Etrafım köpeklerle çevrilmişti ve köpekler Mervan'ın o kahrolası saldır emrini bekliyorlardı. Onlar beni oluşturdukları ölüm halkasının içine hapsettiğinde, diz çöküp başımı mahcubiyetle yere eğdim. Koşmaya takatim kalmamıştı. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüp dudaklarımı ıslattı. Soğuğun aldığım derin nefesler ile birlikte ciğerlerime işlediğini hissettim. 6 köpek etrafımda Azrail gibi dönüp dururken için ayaza teslim olmuştu ve gönlüm çaresizlikten uyuşmuş gibiydi. Yenilmiştim. Ona meydan okuyuşlarım zihnimi alayda hırpalıyordu. Kursağımdaki çivilere inat kahrolarak yutkundum. Saçlarım iki yanımdan önüme gelmiş ve köpeklerle arama zayıf bir perde oluşturmuştu. Ölerek yenildiğim yerde, bir çift ayakkabı ruhuma alayla fısıldadı. Başımı kaldıramıyorum. Çirkef gururum, bu yenilgiyi bir türlü hazmedemiyordu. Daha kaç kez yıkılacaktım karşısında? Onun yanıma gelişi köpekleri sakinleştirmeye yetmişti. Bulundukları yere usulca diz çöküp olacakları beklemeye koyuldular. Eli, çenemi kavradığında içimi ürperten bir hıçkırıktan kurtulamadım. O eve bir daha nasıl dönecektim? Özgüvenli bir ifadeyle gözlerini gözlerime dikti. "Otoritemi kabul etmek için daha kaç defa yenilmen gerekiyor prenses!" Elleri eteğime değer değmez gözlerimi paralarcasına yumdum. Elinin tersiyle üstündeki tozları bir çırpıda silkeledi. Zaferin verdiği kızıl elmayı büyük bir zevkle yemekten geri durmayacaktı. "Sana benden kaçamayacağını söylemiştim, direnme artık!" Elleri saçlarımda gezindi. "Dokunma bana!" diye bağırdım. Haykırışım hemen solumdaki iri köpeği huzursuz etmişti. Dişlerini göstererek korkunç bir şekilde hırıldamaya başladı. Mervan, yanaklarımı kavrayıp suratımı o vahşi hayvana yöneltti. "Bak ona!" Suratımı ekşittim. O korkunç, yırtıcı çehreye bakmaya dayanamıyordum. Beynim, kalbimle kavga ederken bir kez daha hıçkırdım. Elinin tersiyle incitmeksizin gözyaşlarımı sildi. Karşısında ağlıyor olmaktan utanıyordum; ama içimdeki acıyı gizlemekten yorulmuştum ve soğaltım yaşayıp rahatlamaya ihtiyacım vardı. Tutamıyordum kendimi ve ezildikçe ezilmek kaderimin acıklı şakalarından biri hâline gelmişti. "Bak ona! Tek bir işaretimle seni paramparça eder; hiç acımaz. Tıpkı adamlarım gibi..." Nemli gözlerimle imalı imalı yüzüne baktım. "Parçalatsana, ne duruyorsun!" Elleri kavradığı çenemi bıraktı. Parmak uçları cenneti arar gibi yanaklarımda ve dudaklarımda gezindi. Dudakları eşsiz bir nameyi fısıldıyormuşçasına aralandı. "Bu güzelliğe yazık değil mi?" Ellerini yüzümden indirdim. "Senin yaptığın yazıkların yanında bu ne ki?" Anlık bir duraksamadan sonra elleri toprağa ilişti ve bir avuç toprağı eline alıp avuçlarının içinde sıktı. "Benden daha ne kadar kaçacaksın?" Başımı umutsuzca eğip gözlerimi bir başka noktaya diktim. "Daha kaç defa gücümün karşısında dağılıp un ufak olacaksın?" Gözlerimi acır gibi gözlerine diktim. "Bir gün senden kurtulacağım. O asaletin ve saltanatın paramparça olacak. Kahrolası kibrinden geriye hiçbir şey kalmayacak." Beni omuzlarımdan tutup kaldırmaya çalıştığında direndim; fakat her zamanki gibi direnişlerimi baltalamaktan vazgeçmedi. "Beni mahvedeceksin!" dedi küçümser bakışlarını gizlemeden. "Güvendiğin bir şeyler olmalı; yoksa bu kadar kararlı ve kendinden emin konuşmazsın!" Yüzümün kızarmasına ve dudaklarımın titremesine engel olamadım. Benim her hâlinden, her sözümden pek çok gerçek buluyor ve beni benimle köşeye sıkıştırmaktan geri durmuyordu. "Kötülerin sonu hep aynıdır; er ya da geç İlahi adalet seni de yakalayacak. Bundan kaçışın yok!" Son sözlerimin oku benden uzaklaştıracağını ummuştum; fakat Mervan'ın şeytani zekâsı, evhamlarının boş olduğu konusunda tatmin olmadıkça göz hapsinden kurtulamayacaktım. "Anahtarları bana ver! Yeterince oynayıp eğlendin; daha fazlasına gerek yok." Bende bir hareketlenme göremeyince, yere kapaklandığım esnada benimle birlikte savrulan sırt çantama uzandı. Ondan önce davranıp hızla çantayı yerden aldım. "Dokunma çantama!" Çantaya ters bir bakış atıp beni tuhaf tuhaf süzdü. Daha fazla şüphe çekmemek için cebimdeki anahtarları ona uzattım. "İşte anahtarların." Anahtarları elimden alırken gözleri yeniden evhamla çantamda gezindi. Onu daha fazla şüphelendirmemek için ellerimi sımsıkı sarıldığım çantadan çözdüm ve içindeki hayati kâğıtlara inat alelade bir çanta gibi sırtıma geçirmek istedim. Elimi tuttu. "Onu bana ver, içinde ne olduğunu görmek istiyorum." Yüzümü öfkeyle kırıştırıp Mervan'a karşı koydum. "Hayır, özel eşyalarıma dokunmanı istemiyorum." Yaramaz bir çocukla uğraşır gibi suratını bıkkınlıkla kastı. "Sadece bakacağım; ona ne koyduğunu görmek istiyorum." "Sana çantama dokunma dedim." İnatçılığımdan rahatsız olmuştu ve inadıma inadıyla karşılık vermekte gecikmeyecekti. Öfkeli yüzünü ve kararlı bakışlarını bir kez daha gözlerime sabitledi. "Sana ver dedim!" "Defol!" Son sözümle birlikte sabır taşı çatlamıştı. Çantayı elimden hırsla çekmeye çalıştı. Elbette onu göğsünden itip yere savurmaktan geri durmayacaktım. Düşerken elimden tutup beni de kendiyle birlikte çamura gömdü. Üzerinde, kendimi kollarından kurtarmak için çırpınmaya başladım. Her yanımız çamur içinde kalmıştı. Dudaklarını hırsla birbirine bastırıp, beni bacaklarıyla daha sert bir şekilde kıskaca aldı. Kollarından kurtulup elime aldığım bir ağaç dalıyla göğsüne sert bir darbe indirdim. Yalanlar gibi şaşkınlıkla yüzüme baktı. Canının acıdığını biliyordum ve bu durumdan zerre kadar rahatsızlık duymuyordum. Aramızdaki mesafeyi açıp müsabakadaki rakibiymişim gibi etrafında dönmeye başladım. Köpeklerin çevremde hırlaması artık beni zerre kadar korkutmuyordu. Çünkü biliyordum, Mervan asla bana saldırmalarına izin vermezdi. "Sakın yaklaşma! Bir kez daha aynı hatayı yaparsan canını bundan çok daha fazla yakarım." Gözleri acıklı bir manzaranın küskünlüğüne bulaşmıştı. "Vur! "dedi. Bana adım adım yaklaşırken, iki elimle kavradığım dalı bir kez daha göğsüne sert bir şekilde indirdim. Alnında biriken terleri görebiliyordum ve yüzünün kıpkırmızı olduğunu ürkerek fark etmiştim. Biraz daha yüksek bir ses tonuyla, "Vur! " diye bağırdı. Ona bir korkak olmadığımı göstermek için delicesine kıvranıyordum. Ellerini iki yana açmışken bana karşılık vermeyeceğinden hiç olmadığım kadar emindim. Bana kendisine vurmam için umulmadık bir fırsat tanıyordu. Kalın ve sert olduğunu bildiğim ağaç dalını bir kez daha kararlılıkla göğsüne indirdim. Darbelerim gözlerinde ufak bir neme sebep olmuştu. Bir adım sendeledi. "Daha sert vur! Daha sert! "diye haykırdığında tüm ormanın bu sesin yankısıyla savaştığını hissettim. Elimdeki dalı fırlattım. Bana adım adım yaklaşması son kararımı asla değiştirmeyecekti. "Psikopat!" dedim ayıplar gibi. Hıncı bir türlü geçmek bilmiyordu ve canının yanması da zerre kadar umurunda değildi anlaşılan. Eğilip attığım dalı tekrar elime tutuşturdu. Önce dala sonra da ona bakıp yılgın bakışlarla olanları anlamlandırmaya çalışıyordum. Bu kibirli, gururlu adam; neden kendisine vurmamı, canını acıtmamı bu kadar çok istiyordu. "Vur!" Gözlerimi gözlerinden ayırmadan, "Neden?" diye bağırdım. Bana biraz daha yaklaştı. Neredeyse burunlarımız birbirine değecekti. "Eğer canımı acıtmak istiyorsan, hiç durma yap! Al hıncını, bitir bu düşmanlığı artık. En ağır darbelerine bile dayanabilirim. " Başımı acıklı bir şekilde salladım. "Hayır Mervan Hanzade; yaptıklarının cezası bu kadar ucuz olmayacak. Sen bundan çok daha büyük felaketlere lâyıksın." Çantayı sırtıma geçirip, beni sürükleyerek eve götüreceği o anı bekledim. Buradaki şovunun bittiğini anlamıştı. "Gidelim; daha fazla rezillik çıksın istemiyorum." Kolumdan sert bir şekilde tutup yönünü eve çevirdi. Geçtiğimiz yollardan iç bahçeye ulaştık. Beni zorbalıkla götürürken tüm o kalabalığın öfkeli bakışları tenime solumaktan geri durmadı. Silahlı bir adamı yaptığım sahte bombayı bir oyuncak gibi avuçlarını almış, sıkılgan bir şekilde başını sallayarak bakış atıyordu. Mervan, ayakta dikilen o kalabalığa otoriter bir sesle bağırdı. "Aptallar! Daha bir bombayı, sahte bir oyuncaktan ayırmayı bile beceremiyorsunuz!" Düzmece bombayı alıp hırsla yere savurdu. Düzenek dağılmasına aldırmadan küskün gözlerimi ona diktim. Adamlar suçluluk psikolojisiyle seslerini dahi çıkaramıyordu. Sırtını bana çevirip, adamlarına yöneldi. "Yeter bu kadar eğlence. Tiyatro bitti; şimdi herkes işinin başına!" Kalabalık dağılırken Raziye Hanım bu bize doğru birkaç adım attı. En büyük azarları bu yaşlı cadıdan yiyeceğimi tahmin etmiştim. "Bu kadının başımıza bela olmasına daha ne kadar müsaade edeceksin?" Mervan, sessizliğini korudu; fakat yakıcı kindar bakışlarını bir saniye bile ondan ayırmadı. "Evde huzur kalmadı; hepimiz acaba bugün hangi rezillik olacak diye panikle uyanıyoruz." Bakışları öfkeyle üzerime düştüğünde yaramaz bir çocuk edasıyla ona baktım. Raziye Hanım, bıkmaksızın sözlerine devam etti. "Bu saçmalığa bir son ver! Ya defolup gitsin babasının evine ya da bu eve layık bir gelin olmaya çalışsın. Kadir Bey, tüm bu karmaşadan çok huzursuz." Raziye Hanım'ın haklılığı Mervan'ı susmaya mecbur etmişti. Eve geldiğim günden beri onlara huzursuzluk ve sıkıntıdan başka bir şey vermemiştim. Bağırıp Mervan'ı odadan kovmalarım, bitmek bilmez kaçma girişimlerim, bana laf söylediklerinde misliyle karşılık vermem, düğün sabahında camı çerçeveyi indirip kendime zarar vermem, misafirlerin geldiği gece olanlar... Ve daha niceleri... Haklı olarak benden bıkmışlardı; hatta fazla bile dayandıklarını söyleyebilirdim. Eve düşen atom bombası gibiydim; bana değen yanmaktan kurtulamıyordu ne yazık ki. Sabıka defterim bu kadar kabarıkken Mervan'ın suçlamaları kabul etmekten başka çaresi kalmamıştı. Sol eliyle belimi kavrayıp beni kendine çekti. Çamura bulanmış kıyafetlerimle ve yüzümdeki toz, toprak kalıntılarıyla oyundan yeni dönmüş annesine hesap veren küçük bir kız çocuğu gibiydim. Elbette bu saçma oyunda Mervan, öfkeli baba ve suç ortağım rolünden öteye gidemeyecekti. Belimi bu sefer normale kıyasla biraz daha sert tutuyordu. Bunun hatalarıma karşı bir uyarı niteliğinde olduğunu biliyordum. Başını Raziye Hanım'a karşı eğdiğim için bana kızgın olmalıydı. Hak ediyordu tüm yaptıklarımı. Babamın sözünü dinleyip benden vazgeçmeliydi. Bu aile, beni ve sertliklerimi taşıyamayacak kadar kurallarına bağlıydı ve ben özgürlüğe aşık bir güvercin gibiydim. Hiç kimseye bağlanmak, hiçbir kafese tutunmak istemiyordum. Uysal ve uyumlu davrandığım günler bir elin parmaklarını geçmezdi. Mervan, hatalarının ve heveslerinin bedelini ödüyordu. Çamurlu yüzümle ve tuhaf hâlimle ne kadar iğreti durduğumu tahmin edebiliyordum. Onların karşısında böyle durmak çok utanç vericiydi. Mervan; Makbule Hanım ve Dilan'a dönüp, "Bundan sonra en önemli işiniz Nazar, onu gözünüzün önünden ayırmayacaksınız. Yapacağı tek bir hata sizin de bu evden gidiş biletiniz olur. Artık sorun istemiyorum!" Öfkeli ve şaşkın bakışlarımı ona diktim. "Ne saçmalıyorsun sen?" Dudaklarını birbirine bastırdı ve öfkeyle kesik kesik soludu. "Duydun işte! Tek bir sorun dahi çıkarmayacaksın. Yaptığın hataların bedelini senden önce onlar öder." Çaresizce iki mağdur kadına baktım. Benim yüzümden tüm huzurları kaçmıştı ve onlar beni bu evde sevip, koruyan tek insanlardı. Gözlerinin dolu dolu olduğunu, mahcubiyetle Mervan'a baktıklarını görebiliyordum. Başlarına bela aldıklarını çok iyi biliyorlardı. Ben zapt edilemez, asi bir kısrak gibiydim. Bu iki kadının beni kontrol altına alabileceği çok uzak bir ihtimaldi. Öfkeli gözlerimi keskin, mühürlü gözlerine diktim. Kararlıydı; beni köşeye sıkıştırmak için yine sevdiklerimi kullanıyordu. Asi başımı eğmeye gücü yetmemişti. Zaten bunun aksi de düşünülemezdi. İncittiği yerden daha sağlam bir şekilde ayağa dikiliyordum ve beni biraz olsun durdurabilmek için bu iyi yürekli insanları bile harcamaktan çekinmeyecekti. Buğulu bakışlarının etkisinden kurtulup, "Yeter artık!" diye bağırdım "Beni kontrol altında tutmaktan ne zaman vazgeçeceksin? Sürekli göz hapsinde olmaktan bıktım, usandım!" Kolumdan çekip bir adım öne çıkardı. "Bana itaat etmeyi öğrenene kadar her şey böyle olacak. Seni dizginlemek için başka çare bırakmadın bana." Onu hırsla ittim. O bakışların ve kokunun etkisindeyken dizlerimin bağının çözülmesi an meselesiydi. "Küçük vahşi kedi... Seni yola getirmesini bilirim ben!" Sözlerini duymuyordum. Hızla eve girip kendimi odama hapsettim. Ellerimle ağzını kapatıp yüreğimin dağdağalı çığlıklarını bir nebze de olsa bastırmaya çalıştım. Dökülen gözyaşlarım, suratımı sırılsıklam yapmıştı ve çamur içindeki saçlarım, sarı bir çalı gibi saç diplerime baskı yapıyordu. Yaklaşık 3 dakika boyunca sessiz feryatlarımı bu kapıya yaslanarak yutmaya çalıştım. Ne yapsam iyileşemiyordum. Her şey daha da kötüye gidiyordu. Kaçabileceğime öyle inanmıştım ki bu odaya çaresizce geri dönmek kanıma dokunuyordu. Mervan'ı bitirebilirdim; Kadir Bey'e tüm yaptıklarının bedelini ödetebilirdim. Yeniden her şey eskisi gibi olabilirdi. Olmadı... Mervan'ın o kahrolası şeytani zekâsı ve inadı, planlarıma galebe çalmıştı. Yavaşça doğrulup, ayağa kalktım. Kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Yalın ayak sendeleyerek banyoya geçtim. Bu hâlimle sarı bir yaratık gibi görünüyordum. Aynaya baktığımda ne kadar perişan olduğumun bir kez daha farkına vardım. Çamur içerisindeydim ve gözlerim ağlamaktan kıpkırmızı olmuştu. Çamurun kahverengi dokusu yüzümde ve kıyafetlerimde iğreti lekeler bırakmış; adeta dağılışıma imza atıyordu. Ayaklarımı sürüyerek yavaş yavaş duş kabinine geçtim ve hafif, buğulu bir yapıya sahip olan cam kapıyı usulca açtım. İçinde kendimi hem kapana kısılmış hem de rahatlamış hissediyordum. Musluğu açtım. Yağmurluk, ılık suyla önce saç diplerimi ardından da kıyafetlerimle birlikte bitkin bedenimi okşadı. Kahverengi çamurlar bedenimi usulca terk ederken, alnımı buğulu cama yasladım ve gözlerimi sımsıkı yumdum. Duygularımı bastıramıyor ve hıçkırıklarımı ertelemek için direniyordum. Birkaç dakika sonra banyo kapısının açılma sesiyle anlık bir şekilde irkildim. Kahretsin! Onu kilitlemeyi unutmuş ve bu şekilde beni bir kez daha yıkması için Mervan'a reddedemeyeceği bir fırsat vermiştim. Adımları yağmurluğun tüm bastırmalarına rağmen banyoda ürpertici sesler çıkartıyordu. Ellerimi ve alnımı kabine dayamış, kapalı gözlerle teslimiyet içinde acımı yaşıyordum. Hiç değilse bu anda yalnız kalmak isteyişimi anlayıp, saygı gösterebilirdi. Gözlerimi açtığımda tıpkı benim gibi o buğulu cama yaslandığını gördüm. Ellerimin hemen arkasında elleri, alnımın değdiği noktada alnı camın ardındaki yaralı ruhuma kucak açıyordu. Alnını camdan ayırıp buğulu camın tüm engellemelerine rağmen gözlerime baktı. Aramızdaki bu bulanıklığa rağmen keskin yüz hatlarının ve siyah belirgin kirpiklerinin içimi ürpertmesine engel olamıyordum. Çamurlu giysileri hâlâ üzerindeydi ve mimiklerinden en az benim kadar kızgın ve kırgın olduğunu anlayabiliyordum. Ellerini camdan indirdi ve parmak uçlarını kabinden ayırmadan, sola doğru usul adımlar attı. Camdan bir kafesin içinde celladımın gururumla dalga geçen çalımlarını izliyor gibiydim. Ben korkulu gözlerle ona bakarken sert mimiklerini ve yoğun kömür gözlerini üzerinden bir an olsun ayırmamıştı. Kapı küçük bir gıcırtıyla açıldığında, efsunlu gözlerine daha fazla bakamadım. Ona sırtımı dönüp yüzleşemediğimiz pek çok gerçekle cebelleştim. Yağmurluğun suyu hâlâ saç diplerimden yavaş yavaş bedenime akıyor ve beni ılık bir rüyaya sürüklüyordu. Üzerindeki siyah gömlek ve pantolonu çıkarmaksızın giysileriyle kabinin içine girdi. Yalın ayaklarımın hemen yanına siyah, deri ayakkabıları ürkütücü bir yılan gibi ilişmişti ve sıcak nefesi enseme yakıcı bir esinti bırakıyordu. Musluğa uzanıp suyun miktarını biraz daha arttırdı. Eli karnıma dokunduğunda küçük bir çığlık atmaktan kurtulamadım. Beni kendine çekip yağmurluğun odak noktasına biraz daha yaklaştırdı. Arkamı dönüp yüzüne bakamayacaktım. Bakışlarımı zemine indirdim. Yerde kahverengi bir su birikintisi oluşmuş, paçalarından çıkan kirli su ile birlikte küçük bir havuza dönüşmüştü. Konuşmayı zerre kadar istemiyordum; susmak şu durumda ikimizin de gardı gibiydi. "Nasıl anladın?" Merakım gururuma galip gelmişti. Nefesini efkârlı bir şekilde verdiğinde can kulağıyla, zaferini perçinleyecek sözlerini bekliyordum. "Seni tanıyorum; belki de senden bile daha iyi anlıyorum duygularını." "Ne demek bu?" Yüzümü ona döndüm. Damlacıkların tutunduğu dalgalı saçları dağılmış ve çekici yüz hatları tenindeki neme rağmen etkileyiciliğinden bir şey kaybetmemişti. Yüzündeki manalı ifade dudaklarımın titremesine sebep oldu. "Kötü bir yalancısın prenses. Gözlerin tüm duygularını ele veren bir ihanet cuntası gibi. Kalbinden geçen her şey gözlerinden zihnimi akıyor; seni ve yalanlarını karşımda savunmasız bir halde bırakıyor." Gözlerimi ondan ayırıp musluğa diktim. Elimle o demir parçaya dokunduğumda akıntı aniden kesildi. Bu daracık ortamda hem onun hem de suyun ürpertili dokunuşlarını kaldıracak durumda değildim. "Zeki bir kadınsın Nazar Ateş. Zeki ve cesur... Belki de sana bu kadar tutkun oluşumun ardında yatan en büyük sebep de budur. Asla yılmayan ve boyun eğmeyen güzel kadın... Ona kapılıp cehenneme sarılan hırslı ve güçlü bir adam... Aslında ne çok benziyoruz birbirimize değil mi? " Dudaklarımı alayla kıvırdım. "Sen delirmişsin; benim sana benzemem mümkün değil!" Beni cam duvara yaklaştırıp sağ eliyle buğuyu bir çırpıda sildi. Işık camdaki yansımamızı daha da ortaya çıkarmıştı. "Yansımama bak! Gözlerime... " İlk defa görüyormuşçasına cama yöneldim. "Şimdi kendi gözlerine bak." Elindeki bir kukla gibiydim. Talimatlarını bir sırrı bulacakmış gibi sabırla yerine getiriyor; hiçbir sözüne itiraz edemiyordum. İsteğine uyup gözlerime baktım. 2 sersem gibiydik. Aynadaki yansımamıza ilk defa görüyormuşçasına dikkatle bakarken, bir aptal gibi göründüğümüzü düşünmekten kendimi alamadım. "İkimiz de aşkımızla ve hırslarımızla mücadele ediyoruz." Eli şakaklarımda gezinip beni huzursuz bir iklime taşıdı. Bu firaksız sözlerini düşününce, gözlerime ne kadar yabancı olduğumun bir kez daha farkına vardım. "Ben o tutkulu gözlerde en büyük nefreti gördüm. Ne tuhaftır ki o gözlerin ardındaki cehennemde gizlemeye çalıştığın aşk kıvılcımları teninden önce kalbime değdi. Ben kendi yüreğimle mücadele ederken, senin kaosunun farkındaydım." Derin bir nefes aldı. Efkârlı hâlini görmemek imkansızdı. Gözlerimi sımsıkı yumdum. Yansımasıyla bile baş edemediğim için kendime kızmaktan kurtulamıyordum. "Karanlığımla öyle çok mücadele ediyorsun ki içindeki yaralı aşk, küçük bir çocuk gibi diz çöküp sinmekten başka bir çare bulamıyor." Yüzümü yeniden ona döndüm. "Yeter!" Beni umursamadan aynı tutkuyla devam etti. "Bu bir güç mücadelesi değil; aşk mücadelesi. Ben içimdeki harap meydanla savaşıyorum; sen kalbine karşı gururunla. Yanlışlarım ve doğruların her kapıştığında birlikte yara alıyoruz; aynı hengameden çıkıp yine birbirimize tutunuyoruz." Artık sözlerini duymaya bile tahammül edemiyordum. "Yalaaaaaan!" Başını itirazın en delisine tutulmuş gibi esefle salladı. "Gerçek! İkimizin gerçeği... Ben sana istemediğin bir şey yapmadım. Kabul etsen de etmesen de yanımda olmayı deli gibi istiyorsun. Kendinin farkına var artık!" Onu dirseğimle itip cama yapıştırdım. İlk defa rolleri değişmiştik. "Senden nefret ediyorum Mervan Hanzade. Sen bana Allah'ın kırbacısın. Başıma gelen en büyük felaketsin!" Dudaklarını kıvırıp kaşını kaldırdı. "Dilin başka, gözlerin başka söylüyor. Sen kimi kandırıyorsun küçük kız?" Başımı nefretle sallayıp hırsla kabinden çıktım. Birkaç parça eşya alıp alt kattaki banyoya doğru koşmaya başladım. Gülnaz'ın beni bu halde görmesi umurumda bile değildi. Kendimi hırsla merdivenlere attım. İnerken bu perişan hâlimle Raziye Hanım'a çarpıp sendelemekten kurtulamadım. Deli bedenimin çarpması az kalsın merdivenlerden yuvarlanmasına sebep olacaktı. "Terbiyesiz!" diye arkamdan haykırdı. Onu duyamayacak kadar uyuşmuştum. Dilan'ın ve Makbule Hanım'ın tuhaf bakışları arasında hırsla banyoya girdim. Kapıyı sert bir şekilde örtüp, vakit kaybetmeden kilitledim. Gözlerimi kapatıp, ellerimi göğsümde birleştirdim. Tüm dünya ile amansız bir savaşa tutulduğumu hissedebiliyordum. Yalan! Sözleri tamamen yalan... Beni şimdi de kendisini sevdiğime inandırarak zapt etmeye çalışıyor. Onun gibi korkunç bir adamı asla sevemem ben. Asla! *** Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. ☺️🔥 |
0% |