@syildiz_koc
|
. Medya: intiaşk (Feride Hilal Akın) Öyle büyümüş ki içimdeki yalnızlık; Sevilmeyi beklerken, beklemeyi sevmişiz. CEMAL SÜREYA
Cezalıydım. Günlerdir bu evin içine hapsedilmiştim ve dışarıyla olan tüm ilişkim kesilmişti. Neden mi? Cevap basit... Çünkü Mervan öyle emretmişti. Son yaptıklarımın ayağıma dolaşacağını tahmin edememiş ve sert kayaya toslamıştım. Mükemmel olduğuna inandığım kaçış planımı fark etmiş ve ne yazık ki beni durdurup her şeyi altüst etmişti. Bahçeye çıkamıyordum. Ailemi aramamı da bir süre için yasaklamıştı. Adeta bu eve zincirlerle bağlanmıştım. Evin bahçeye açılan kapısı adamlarla tutulmuştu ve beni durdurmak için kesin talimat aldıklarından da en ufak bir şüphe duymuyordum.
Biraz yatışmak için su dolu küvete girdim ve gözlerimi kapattım. Hayal ettim; gerçekleşmeyeceğini bile bile yine hayallere tutundum. Burada değildim; bu evde, bu odada, bu banyoda... Masmavi bir denize karşı, sıcak bir sahile sığınmıştım. Güneşin tenimde gezinmesinin ruhumdaki sükuneti hareketlendirdiğini hissettim. Deniz kabukları yer yer parmak uçlarıma değiyor ve bende sevimli küçük dokunuşlar bırakıyordu. Sahilde koşuşturup denizin tadını çıkarıyordum. Bedenimde tuz ibareleri oluşurken; gözlerimdeki bu muhteşem tablo kapı sesiyle bir anda paramparça oldu.
"Gelin Hanım, iyi misiniz? Epey zamandır sesiniz çıkmıyor!" Bu ses Dilan'dan başkasına ait olamazdı. Endişeli tiz sesi, oldukça vurgulu olduğunu düşündüğüm şivesiyle buluşunca tüm ambiyans bir anda yok oluvermişti. Mervan'ın bana gardiyanlık yapmaları konusunda kesin talimatı vardı ve işlerini kaybetmemek için sürekli peşimde dolanıyorlardı. Muhtemel bir hatam, en çok onları etkileyecekti. Bu durumdan ölesiye korktukları için, her anlarını beni kontrol etmekle geçiriyor; bu uğurda yemek, temizlik gibi diğer işlerini aksatmakta en ufak bir sakınca görmüyorlardı.
Evdekilere göre ben bir baş belasıydım ve zapt edilmem bu ailenin huzuru için hayati önem taşıyordu. Bana göre hava hoştu, onların sevmesi ya da sevmemesi umurumda değildi; hatta bilakis benden nefret edip bu evden göndermeleri işime bile gelirdi.
"Gelin Hanım!" Dilan'ın son haykırışı artık sabrımı taşırmıştı. "Buradayım Dilan, bir sorun yok!" Şimdi biraz olsun rahatlamış olmalıydı. "Oh!" dedi sesini duyurmakta bir sakınca görmeyerek. "Bende bir şey oldu sandım." Pembe havluma sarılıp bıkkın bir eda ile dışarı çıktım. O, mahcup mahcup beni süzerken bir havluyu firavun edasıyla başıma sardım ve yalınayak odama geçtim. Gözleri hâlâ üzerimdeydi ve etrafı muhtemel bir soruna mahal vermemek için kolaçan ettiğinden de hiç şüphe duymuyordum. Belli ki benzer bir planla ortalığı ayağa kaldırmamdan korkuyordu.
"Sorun yok, gördün işte! Şimdi beni yalnız bırak da giyineyim. " dedim korkulu gözlerini süzerken. Başını tamam manasında sallayıp kapıya doğru birkaç adım attı. "Gelin Hanım, bizi zor duruma düşürecek bir şey yapmazsınız değil mi?" Onun bu çaresiz hâline üzülüyordum. Bu duruma sebep olduğumu bilmek benim için de yıpratıcı bir şeydi ne yazık ki. Dilan'ı teskin etmek için güven veren bir sesle, "Merak etme! Sorun çıkmayacak." dedim. Şimdi çok daha sakin görünüyordu. Yüzü belli belirsiz gülümsedi.
Odada yalnız kaldığımda saçlarımı kurutup gardıroba göz gezdirdim. Kıyafetlerimin içinden mavi tonlarda kot bir pantolon bulup çıkardım. Ardından da yine o tonlarda bir kazak alıp bir çırpıda üzerime geçirdim. Bu aile, kadınların etek ve elbise dışında bir şey giymesinden hiç hoşlanmıyordu. Kot pantolon ve benzeri şeyleri bayağılık, hafiflik olarak yorumladıklarını biliyordum. O gün Raziye Hanım, bana eve dönüş biletimin ipucunu vermişti. Onları canından bezdirip, bu aileye yaraşır (!) bir gelin olmadığımı ispat etmem karşılığında zoraki evliliğimden kurtulabilecektim.
Kaçış konusunda bir umudum kalmamıştı; zira Mervan, güvenlik önlemlerini arttırarak bahçeden kuş uçmasına bile izin vermiyordu. İşin kötüsü muhtemel hamlelerim karşısında oldukça tecrübeliydiler; onları yanıltmam imkânsız gibiydi.
Hazırlanmam bitince spor ayakkabılarımla, merdivenleri tepelercesine hızla aşağıya indim. Raziye Hanım, elindeki şişlerle örgü örmeye koyulmuştu; Gülnaz ise Dicle'nin saçlarını örüp her zaman ki donuk tavırlarıyla boş boş gününü tüketmekle meşguldü. Beni gürültülü bir şekilde merdivenleri inerken gördüklerinde anlık bir şaşkınlığa uğramaktan kurtulamadılar. Raziye Hanım, gözlerini üzerimde gezdirip bir böceğe bakar gibi iğrenir tarzda yüzünü buruşturdu. Hoşnutsuzluğu bende zafer kıvılcımları oluşturmuştu. Selam bile vermeden koşar adım mutfağa geçtim. Oldukça neşeli sayılabilecek bir tavırla dolaptan kocaman, kırmızı bir elma aldım. Dilan ve Makbule Hanım'ın beni şaşkınlıkla takip ettiklerini görebiliyordum. Bu aileye aykırı olduğunu bildiğim tarzımdan, hiç hoşnut görünmüyorlardı.
Makbule Hanım, dudaklarını yalayıp hafifçe yutkundu. "Gelin Hanım, bu şekilde salona gitmeseniz! Raziye Hanım, böyle giysilerden hiç hoşlanmaz. " Ona sinsi bir gülücükle karşılık verdim. "Benim istediğim de bu zaten! Benden ne kadar nefret ederse o kadar iyi." Tuhaf tuhaf birbirlerine baktılar. Onları geride bırakıp oppa tavırlarla salona geçtim. Raziye Hanım'ın ve Gülnaz'ın tepkili bakışlarını fark etmemek imkansızdı. Biraz sonra kopacak kıyameti sezdiğim halde, salağa yatmakta hiçbir sakınca görmedim.
Hemen karşılarındaki gri koltuğa yerleşip, şapur şupur elmayı yemeye koyuldum. Aldığım büyük ısırıkların ve çıkardığım seslerin onları deli ettiğini gördükçe bu küçük oyunumdan daha büyük bir keyif alıyordum. Beklediğimden sabırlıydı; ne yapmak istediğimi anlamış gibi başına tehditkâr bir edayla salladı. " Edepsiz! " İthamını görmezden gelip çirkefsi bir tavırla tebessüm ettim. Onu kızdırmaktan büyük bir zevk alıyordum.
İşi biraz daha ileri götürüp baş aşağı uzandım ve ayaklarımı koltuğun tepesine gelişigüzel diktim. Gülnaz'ın kocaman açılmış gözlerini tepetaklak pozisyonumda bile görebiliyordum. Raziye Hanım'ı, pes ettirmek için yapmış olduğum tüm bu davranışlardan hoşlanmıştı. Bu evden gitmem en çok onun işine gelecekti nasıl olsa. Bu durumun tadını çıkarmak en doğal hakkıydı elbette.
"Şu haline bak! Utanmasa ayaklarını kafama dayayacak. Allah'ım sen sabır ver! " Tavrımı bozmadan elimdeki elmayı ters bir hareketle sehpaya attım. Artık bu evden kovulmam an meselesiydi. Gülnaz, Dilan ve Makbule Hanım'ın tuhaf bakışları arasında hemen yamacımdaki kadın dergisini tepetaklak bir şekilde okumaya koyuldum. Raziye Hanım'ın topuk tıkırtısına bakılacak olursa soluğu çoktan Mervan'ın çalışma odasında almıştı. Gülnaz, bir süre dudak kıvırıp serkeş hallerimi alayla izledi. Bakışlarıma tosladığında omuz silkip merdivenlere doğru yürüyüp gitti. Dilan'ın ve Makbule Hanım'ın da ortadan kaybolmasıyla oyunun ilk perdesinin kapandığını anlamıştım. Tuhaf bir heves biraz sonra çıkacak kaosu beklemeye başladım.
Gözlerimi dergiden ayırıp baş aşağı bir şekilde merdivenin tırabzanlarına çevirdiğimde Mervan'ın imalı bakışlar eşliğinde beni süzdüğünü gördüm. Ne yapmaya çalıştığımı anlamış gibi başını küstah küstah salladı. Onu hâlâ görmezden geliyordum. Hemen yanımda, sabırlı ve umursamaz yüz hatlarından ödün vermeksizin beni gözlüyordu. "Bugün oldukça farklı görünüyorsun!" Yüzündeki manasız tebessüm modumu biraz düşürse de küçük oyunuma devam ettim. "Bu yeni tarzın mı?" Dergiyi hafifçe indirip bıyık altından ukala bir bakış attım. "Hı hı!" Dudaklarımı lakayt bir tavırla kıvırmamdan ve şımarık hâllerimden hoşlanmış olmalıydı; aksi takdirde bağırıp tepki göstermesini hiçbir şey engelleyemezdi. "Raziye Hanım'ı delirtmişsin; biraz önce burnundan soluyarak odama geldi." İşaret parmağımı yalayıp umursamaz bir şekilde derginin sayfasını çevirdim. "Onu böyle delirmiş görmek hiç bu kadar keyifli olmamıştı." Cevapsız duruşumdan hiç de rahatsız olmuşa benzemiyordu. Raziye Hanım'ı sıkıntılı görmekten hoşlanmıştı ve nerdeyse bunun için bana teşekkür edecekti.
Dergiyi indirip gözlerimi kıstım. Dudaklarımı büküp; çocuksu, şımarık bir eda ile, "Ben böyleyim, kimse için değişemem!" dedim. Benimkini aratmayacak arsız bir kahkaha önce dudaklarına sonra da tüm yüzüne yayıldı. "Boşuna uğraşıyorsun! " Ayağa kalktı. Tepetaklak duruşuma dik bakışları ile alaycı bir şekilde göz gezdirdi. Ters durmaktan bulanmış olan başımı ellerinin arasına aldı ve kaşla göz arasında alnıma küçük bir öpücük kondurdu. Huzursuz olmuştum. Hırsla doğrulup yüzümü ondan çevirdim.
"Hiçbir fırsatı kaçırmıyorsun!" Yanıma kaygısız kaygısız oturup yanağındaki çukuru gözüme batırırcasına sinsi bir şekilde tebessüm etti. "Bu evden ve benden kurtulmak için planlar geliştireceğine uyum sağlamak için yollar arasaydın her şey çok daha güzel olurdu." Planımı çoktan fark ettiğini biliyordum; umursamaz davranıp çocuksu hareketler olarak yorumlaması ise beni daha şimdiden delirtmeye yetmişti. "Her gün bir yaramazlık, her gün bir oyun..." Eli perçemlerime iliştiğinde başıma ondan uzaklaştırdım. "Söyle bakalım! Sen hiç bıkmaz mısın? " Ayağa kalktım. Cam kapıya yöneldim ve uzun uzun bahçeye baktım. Bugün 1 aylık cezamın son günüydü. 1 saat sonra dışarı çıkıp biraz olsun dolaşabilecektim. Yanıma geldi. "Ben istemedikten sonra hiçbir güç seni bu evden gönderemez. Ne Raziye Hanım'ın öfkesine ne de Kadir Bey'in otoritesi... Bu evdeki varlığının sebebi benim; gidişinin kararı da yine benim dudaklarımın arasında."
Hemen bir adım arkamdaydı. Huzursuzca kıpırdandım. "Bir gün kaçacağım!" dedim zayıf bir ses tonuyla. "Ve o zaman asla beni durduramayacaksın. Gidişimi kabullenmekten başka bir çaren kalmayacak." Kolumdan tutup yüzümü kendine çevirdi. "Bu sadece bir hayal. Nereye gidersen git, bulurum seni ve... " Sözünü tamamlamasına izin vermedim. "Ve bedelini öğretirsin, değil mi?" Gözlerini gözlerimden ayırmadan uzun uzun baktı. Şimdilik ufak sayılabilecek cezalarla yakayı kurtarıyordum; gerçekten kaçabilseydim ne yapardı acaba? Gözlerinde sakladığı ince tehdit içimi ürpertti. Beni bana bırakmayacaktı belli ki.
"O adama ne oldu?" Kaşını kaldırıp, "Hangi adam?" diyerek aptalsı bir şaşkınlığa tutundu. "Şu kaçarken vurduğum!" Başını eğdi. Surat ifadesindeki mutsuzluk ve tedirginlik daha şimdiden huzursuz olmama yetmişti. "O öldü!" Gözlerimi gözlerine dikip söylediklerinin bir yalan olmasını diledim. "Yo hayır!" Başını reddeder gibi sallayıp, "Dalyan gibi delikanlıydı. Onun gibi güvenilir adamlar her zaman elime düşmüyor ne yazık ki!" diye hayıflandı. Onu itip, "Yalan!" diye haykırdım. Şen kahkahaları odada yankılanıyor ve benim şaşkın yüzüme hakir gören çığlıklar savuruyordu.
"Korkma, dalga geçiyorum senle. Yaşıyor, gereken tedaviyi yaptırdım." Derin bir nefesi ciğerlerimden uzaklaştırdım. Masanın üzerindeki elmayı avuçlayıp gövdesine fırlattım. Elbette yakalayıp zorlu davranışlarıma karşılık vermeden durmayacaktı. Elindeki elmayı ağzına götürüp büyük bir ısırık aldı. Başparmağıyla dudaklarını hafifçe silerken, "Sende abin gibi berbat bir nişancısın. Sizde ırsî galiba. Sıktığınız hiçbir kurşun düzgün bir yere isabet etmiyor. Hep ıskalıyorsunuz!" Elime geçirdiğim bibloyu hırsla üzerine fırlattım. Kenara çekilip dağılan parçaları yan bir bakışla süzdü. "İşte ben de tam olarak bundan bahsediyordum."
Artık alaylarına daha fazla tahammül edemiyordum. Koltuğa oturup biraz olsun sakinleşmeye çalıştım. Benimle oynamaya bayılıyordu. Özellikle de ekarte ettiğinde yüzünün nasıl zaferle aydınlandığını görebiliyordum.
Makbule Hanım'ı fark edince, " Nazar Hanım için yemek hazırlayın! "diye emretti. "İstemiyorum!" dedim dişlerimi sıkarak. Elbette bu itirazım Makbule Hanım'ın nazarında pek bir şey ifade etmeyecekti. Yemek masasına oturdu ve beni izlemeye koyuldu. Bakışlarından rahatsız olmuştum; bir yandan da acaba benimle ilgili ne planlıyor, diye düşünmekten de kendimi alamıyordum. Sırtımı cama yaslayıp kararlı ve güçlü tavrımla bakışlarımı üzerine diktim. Ondan çekinmediğimi ve asla korkmadığımı düşünmesini istiyordum. Bu üzerimdeki prangaları biraz daha sıkmasına sebep olsa da zayıf ve itaatkar görünmek bana yapacağı her şeyden beterdi.
"Üzerindekileri değiştir. Senin için seçtiğim kıyafetlerden birini giy! Bu hâlinle dolaşmanı istemiyorum." Kızgın kızgın gözlerine baktım. "Dediğimi yap! Bu kadar dar bir pantolonla gezemezsin." Hızla yanına gelip ellerimle yemek masasına sert bir şaplak patlattım. Canım acıdığı halde gözlerimi gözlerinden bir an olsun ayırmıyordum. "Bana karışma! Sen kocam falan değilsin. Beni yönetme hakkını nereden alıyorsun? "
Umursamaz bir şekilde arkasına yaslandı. "Dediğimi yap; yoksa cezanı bir ay daha uzatırım. Sahip olduğun imtiyazları kaybetmek istemezsin değil mi? " Burnunun dibine kadar yaklaşıp, "Ne yaparsan yap; umurumda değil." dedim. Pes edeceğini sanıyordum; etmeyecekti. "Makbule Hanım!" diye bağırdığında bir sonraki hamlesini tahmin etmekte zorlanmadım. "Buyurun efendim!"
"Nazar Hanım'a eşlik et. O kıyafetler değişmezse bunun tek sorumlusu sen olursun. " Gözlerine hınçla baktım. "Sen bir belasın! Korkunç bir bela, anladın mı? " Sözlerimi umursamadan başıyla gidin der gibi bir işaret yaptı. Gözlerimi nefretle kapatıp dişlerimi kırarcasına sıktım. Ona yenilmekten nefret ediyordum; ama bu duruma düşmekten de ne yaparsam yapayım kurtulamıyordum.
Makbule Hanım'la birlikte odaya çıktık. Gözlerinden için için ben demiştim dediğini okuyabiliyordum. Üzerime geçirdiğim beyaz bir elbise ile eski kimliğime doğru bir U dönüşü yaptım. Makbule Hanım, hassas bir tavırla, "Ah be kızım, ne var biraz uysal olsan? Bak bizi de zora sokuyorsun!" diye sızlandı. Yatağa oturup kırgın kırgın yüzüne baktım. "Onun beni evirip çevirmesine dayanamıyorum. Bu korkunç adamın elinde oyuncak olmak beni deli ediyor. " Elini omzuma uzattı. "Onu sevmeye çalış, bu senin için çok daha iyi olacak."
"Ne sevmesinden bahsediyorsun? Mervan'a bir bak; o sevilmeye layık biri mi? " Esefle iç çekti. "Biliyorum, o biraz zorlu ve inatçı... Fakat senin de ondan aşağı kalır yanın yok be Hanım'ım. Bizim orada bir laf var: Sen ağa, ben ağa bu inekleri kim sağa? Birbirinize ağalık taslayıp diş bileceğinize konuşup anlaşsanız olmaz mı?"
Sustum. Kendine göre haklıydı. Bu evden kaçmak bu kadar imkansızken yapılabilecek en iyi şey uyum sağlamaya çalışmak olacaktı. Bunu yapamıyordum. Kanıma dokunuyordu Mervan'ı kabullenip, itaat etmek; ama mecburdum bazı şeyleri yutmaya. Kendim için değildi belki; ama sevdiklerim için bu kadarını yapabileceğimi umuyordum.
Aşağı inip mutsuz bir şekilde masaya oturdum. Bana daha fazla emirler yağdırmadan yemeklerden atıştırmaya başladım. Ben gelene kadar yerinden kıpırdamamıştı. Dilan, kahve fincanını ona uzatırken kaş altından hâlâ beni izlediğini fark ediyordum. Yemeği tamamladığımda ayağa kalktı ve yanıma geldi. Elini teklifvâri bir şekilde bana uzattı. "Hadi gel, sana bir sürprizim var." Yüzümü küskün bir şekilde çevirdim. "Sürpriz falan istemiyorum, beni rahat bırak!" Elleriyle belimden kavrayıp sandalyeden kaldırdı.
"Seni neyin beklediğini merak etmiyor musun?" Merak ediyordum, hem de deli gibi; fakat gururum peşinden gitmeme izin vermiyordu. Elimi tuttu. "Hadi gidelim. An itibariyle cezan bitti. "diyerek beni salondan çıkardı.
Bahçede dolaşırken bir yapı dikkatimi çekmişti. Attığım her adımda bakışlarım olağan seyrinden biraz daha uzaklaşıyordu. "Müştemilat ... " diye sayıkladım. "Burayı senin için bir seraya dönüştürdüm. Çiçeklerle ve bitkilerle uğraşmayı seviyorsun. Tatlı yapmak da senin için oldukça önemli. Bu işlerle uğraşmak için artık gerekli ortama sahipsin." Eli ile şık bir dolabı işaret etti. "Burada ihtiyaç duyabileceğin pek çok malzeme mevcut. Televizyon ve müzikçalar da var."
Burayı görünce kendimi oldukça iyi hissetmiştim; fakat benim için yaptığı hiçbir şey özgürlüğümden daha değerli değildi. Bana uğraş bularak zihnimi meşgul etmemi ve kaçma girişimlerinden vazgeçmemi umuyor olmalıydı. Ben vaktimi bu işlerle öldürecek ve böylece başına bela olmayacaktım. "Beğendin mi?" Yüzüne bile bakmadan, "Gerek yoktu!" diye kestirip attım. "Başına bela olmamam için bu kadar çaba sarf edeceğine, beni anlamak için uğraşsaydın çok daha iyi olurdu." Yüzüne belli belirsiz hayal kırıklıkları sindi.
"Seni mutlu etmeye çalışıyorum; başka bir niyetim yok!" Yanından uzaklaşmak için birkaç adım attığımda boynu bükülmüş bir çiçek dikkatimi çekti. Çiçeği kaldırıp usulca masanın üzerine iliştirdim. Sandalyeye bırakılmış olan üçgen şeklindeki beyaz yemeniyi başıma hafifçe bağlayıp, sorununu anlama çalıştım. Ben çiçekle ilgilenirken bahtiyar adımlarla yanıma yaklaştı. Gözlerimin önüne geldiğinde elindeki beyaz gülü fark etmiştim. Çamura bulanmış ellerimi parmaklarının arasına hapsetti.
"Toprakla uğraşmak ellerine çok yakışıyor." Ona cevap vermeden saksıya yönelmek istedim. Beni durdurup elindeki beyaz gül tomurcuğunu saçlarımın arasına iliştirdi. "Senin gibi beyaz, senin gibi zarif, senin gibi masum... " Zarif bir çiçek olduğumu sanmıyordum. Benden olsa olsa çalı dikeni olurdu. O kadar hırçındım ki beyaz bir güle benzeme ihtimalim yoktan öte bir şeydi.
Bir başka gülü koparıp zarifçe yanağıma dokundurmak istedi. Elini sertçe itip, "Yapma!" diye tersledim. Kırgın hâlini umursamıyordum. "Çiçekleri sevdiğini sanıyordum." Küskün küskün, "Seviyorum." dedim. Cevap isteyen gözlerini üzerime dikti. "Neden bu güllere düşmanmış gibi bakıyorsun o halde? Onları senin için getirdim."
"Ben dalından koparılmış hiçbir çiçeği sevmem. Solup, gideceğini bile bile kıymam onlara. Tomurcuklarına dokunduğumda avuçlarında bir ceset tutuyormuşçasına ürker, hissizleşirim." Yüzünü manasızca kastı. "Koparmasam da er ya da geç solacaklardı. Bunların ömrü kısadır, fazla yaşamaz. Solar gider!"
Başımı boşuna nefes tükettiğimi düşündürürcesine eğdim. Ses tonumu biraz daha kısıp, "Ama ait olduğu toprakta solarlar, mutlu oldukları yerde... Avuçlarında değil. Köklerinden koparılmadıkça bir başka baharda yine açarlar. Kendi toprağında can verir, kendi toprağında canlanırlar." Sustu. Yüzüne haykırmaktan bıktığım gerçekleri bir çiçeğin üzerinden bin bir name ile sayıklamam; örtmeye çalıştığı vicdanını rahatsız etmiş olmalıydı. "Neden sustun?" Yüzümü ona çevirip, hırçın bakışlarımın derinliklerine hassaslaşmış gözlerini yerleştirdim. "Ne söylememi istiyorsun?" "Hiçbir şey!" dedim dalga geçer gibi. "Senin için alelade bir çiçek nasılsa! Koparıldıktan sonra solsa, yitip tükense ne fark eder? Önemli olan sensin değil mi? Senin isteklerin, senin gücün, senin beklentilerin... Diğer her şey anlamsız ve değersiz... " Sıkılgan bir tavırla derin bir iç çekti. "Yine söz dönüp dolaşıp bana geldi." "Evet!" diye bağırdım. Kolumdan çekip kendine yaklaştırdı. "Sadece mutlu olmak istedim. Sevdiğim kadınla mutlu olmak... Bir kez gülsen ne olur?" Elleri gerdanımı kavradığında gözlerimi yakınlığından rahatsız olup kapattım. Dudakları aralanmış, sesi bir fısıltı hüviyetine bürünmüştü. Gözlerimin derinliklerinde görmek için yanıp tutuştuğu o sevgi harelerini arıyordu. Alnını alnıma mıhladı. Şimdi sesi çok daha hassas ve tutkuluydu. "Biraz sevsen ne olur?" "Haklısın!" dedim. "Haklısın! Parayı bastırıp aldığın kadının, yaptığın masrafa değmesini istiyorsun." Kuzguni bakışları yüzümden bir an olsun ayrılmıyordu. "Ne diyorsun sen?" Aynı mağrur tavrımla devam ettim. Görmeyi sürekli ertelediğimiz yaralı bir hesabımız vardı ve benim tutacak sabrım kalmamıştı artık.
" Haklısın diyorum. Seni mutlu etmeliyim. Eeee, görevimiz ne de olsa; bana harcadığın o bir trilyonun hakkını vermeliyim. Efendimi, sahibimi mutlu etmeliyim."
Gözlerindeki acıyı görmezden gelerek, kibirli bir edayla gülümsedim. Dolu dolu olmuş göz pınarlarım ne yazık ki acımı ele vermekten gocunmayacaktı. Derin bir nefes çekti ciğerlerine. Sağ eli yanağıma sabitlendiğinde, "Ben seni satın almadım!" diye sayıkladı. "O parayı babama hayır olsun diye verdiğini söylemeyeceksin herhalde." Baş parmağı elmacık kemiklerimde dolaştı. "Seni dövüyordu, ikna etmek için yapmadığını koymuyordu. Daha fazla yıpranmana dayanamazdım. Benden sana başlık parası vermemi istedi. Bu parayla Zeynep ve Murat için yeni bir hayat kuracaktı. Bir ev ve iş sahibi olmasını sağlayacaktı oğlunun. Zeynep'in rahat etmesini istiyordum; senin de daha fazla acı çekmeden bu durumu kabullenmeni. Bu yüzden verdim o parayı. "
"Çok iyisin, teşekkür ederim(!)" Kollarından tutup beni sarsarken nefret dolu bakışlarımdan hiçbir şey eksilmedi. Alaylı davranışlarımdan hoşlanmamıştı. "Lanet olsun! Niye anlamıyorsun, ne yaptıysam bizim için yaptım. Senin ikna olmanın bir önemi yoktu. Baban, abini kurtarmak için seni düşünmeden önüme atmaya hazırdı. Ben sadece olayları kolaylaştırmak ve Zeynep'in iyi bir hayat yaşamasını sağlamak istedim. Başka derdim yoktu." Gözlerimden akan o bir çift damlaya inat yeniden küstahça gülümsedim. "Değdi mi bari yaptıklarına; mutlu musun yanımda? " Üzerine doğru bir adım daha atıp, müştemilatın duvarına sıkıştırdım. Tutkulu bir şekilde, "Seni eğlendirebiliyor muyum? "diye sordum. Yüzümü avuçlarının arasına alıp dudaklarını alnıma bastırdı. "Benim için bir eğlence değilsin; aşkın ta kendisisin." Dudaklarını alnımdan uzaklaştıramıyordum. Hassaslaşan yüreğim, ona direnmek için tüm cephanesini kullanmıştı. "Unut bunu Hanzâde!" dedim yürek çarpıntımı gizlemeye çalışırken "Bizden asla bir aşk hikâyesi çıkmaz." *** Bölümü okuyan arkadaşlarımız yıldız atarsa çok mutlu olurum. Keyifli okumalar. 🥀🤗 |
0% |