Yeni Üyelik
28.
Bölüm

28. Bölüm: Senden Çocuğum Olsun Istiyorum!

@syildiz_koc


Medya: Ucuz Roman (Cem Çınar&Çağan Şengül)


"Aşk hatalara karşı daima kördür, daima mutluluklara meyillidir. Kanun tanımaz, kanatlıdır ve tutuklanamaz. Kuralları bütün zincirlerini kırar geçer."


                                                                                                                  WİLLİAM BLAKE


         


Hayat beni iyiden iyiye sıkmaya başlamıştı. Günlerimi odama kapanarak geçiriyor, kimseyle bir şey konuşmuyordum. Mehmet'i düşünmekten kurtulamıyordum. Gideli 6 ay olmuştu; fakat en ufak bir haberini dahi alamamıştım. Evlendiğimi öğrenip öğrenmediğini bile bilmiyordum. Mehmet beni burada böyle çaresiz bırakmazdı. Ne olursa olsun gelir, beni bu bataklıktan kurtarmaya çalışırdı. Belli ki Sıdıka Hanım, onu bana karşı doldurmuş; türlü yalanlarla aşkımızı baltalamaya çalışmıştı. En başından beri bizim birbirimizi sevmemizi ve bir yuva kurmamızı istemiyordu. Mervan'ın korkunç tuzağı onun da ekmeğine yağ sürmüş, oğlunu karşısına almadan beni onda bitirmenin yollarını açmıştı.


     

Beni oğluna layık görmemişti. Mehmet'i kardeşinin kızıyla evlendirmek istiyordu. Fatma'yla... Fatma... Güzel bir kızdı! Belki de Mehmet izne geldiğinde yokluğumda ona sarılmış, beni onunla unutmuştu. Nişanlanmış olabilirler miydi? Belki de hemen evlenmişti. Neden hiç sesi çıkmıyordu? Kaderim olacağını düşündüğüm insan; artık benim hayallerimde bile yer bulamıyordu. Ne acı! Hiç değilse unutana kadar başkasına yâr olmasaydım. Hazır değildim bir evliliğe. Başka bir erkeğin dünyasına girmek istemiyordum.


     

Odamı her kilitlediğimde yedek bir anahtarla bir şekilde yanıma geliyor, kovduğum halde yastığımı benimle paylaşmaya devam ediyordu. Onunla mücadele etmekten öyle çok yorulmuştum ki, artık bu savaşın bir an önce bitmesi için Allah'a çaresizce yalvarıp duruyordum. Benden ne zaman vazgeçecekti? Onu sevmeyeceğimi ne zaman anlayacaktı? Bu düşünceler beynime hücum ettikçe aklımı kaçıracak gibi oluyordum.


     

Kahvaltımı yapıp, odamda sessiz sedasız oturmaya koyulmuştum. Dilan, yanıma gelip Raziye Hanım'ın beni yanına çağırdığını bildirdi. O daha cümlesini tamamlamadan içime bir kasvet çöreklenip kalmıştı. Kim bilir ne zehirler akıtacaktı bertaraf olmuş ruhuma? Yanına inmek istemiyordum ama onun öfkesine maruz kalmak benim için hiç de iç açıcı olmayacaktı. Bu yüzden olabildiğince sakin kalmaya çalışarak sabırla aşağıya indim.


    

Yalnızlık beni oldukça sessizleştirmişti. Bu ev bir kâbus şatosu gibi içimdeki tüm gücü ve umutları emip tüketiyordu. Neydi beni güçlü kılan şey? Neden olmadığım bir kimliğe bürünmüştüm? Korkuyor muydum? Kimdi benim korkularımı kamçılayan figan celladım? Mervan mı; yoksa karabasan kılıklı annesi mi? Belki de Gülnaz'dı! Eski Nazar olmak istiyordum artık! Bu ben olamazdım! İçimde peyda olan bu zayıflık beni mahvediyordu!


    

Düşüncelerimden kurtulmaya çalıştım. Sakince yanlarına oturdum. Gülnaz'ın yüzünden düşen bin bir parçaydı! Bugün Raziye Hanım'la birlikte bebeğin cinsiyetini öğrenmek için hastaneye gideceklerdi. Ne yalan söyleyeyim bebeğin cinsiyetini ben de en az onlar kadar merak ediyordum. Normalde cinsiyetçi bir yaklaşıma sahip değildim; fakat bu kadar çok lafının edilmesi ister istemez merak unsuru olmuştu içimde.


     

Görünüşe bakılırsa erkek torun hevesleri başka bahara kalmıştı Raziye Hanım'ın. Esasen onun Mervan'ın hiçbir çocuğunu önemsediğini zannetmiyordum. O sadece bizi baskılayıp ezecek bir bahane arıyordu. Mervan'ı evladı olarak görmeyen bir kadın, onun çocuklarını neden torun olarak kabul edecekti ki?


     

Sesimi çıkarmadan benimle konuşacağı anı beklemeye koyuldum. Raziye Hanım, beni ve Gülnaz'ı keskin bakışlarla baştan aşağı süzdü. Kahvesinden küçük bir yudum alıp, huzursuz yüzlerimize bakarak boğaz ayıkladı. Artık dilinin altındaki baklayı çıkarma zamanı gelmişti. "Oğullarımı bunca yıldır kısmetli delikanlılar olarak görürdüm; ama ne yazık ki geçen zaman, bu düşüncemi güz yaprakları gibi çürütüp savurdu. Evimde 3 gelinim var ama ikisi kurumuş çorak topraklar gibi. Bu aile sizden ne zaman erkek bir torun görecek?"


     

İkimiz de suskunduk. Bu kadına cevap verecek kadar bile değer vermiyordum. Kendisine saygısı kalmamış, bir kadın olarak doğurmaktan başka bir şey düşünmeyen birine ne diyebilirdim ki? Suskunluğumuz onu daha da cesaretlendirmişti. Sözlerinin dikenlerini arttırıp konuşmaya devam etti.


"Nazar! Bu eve odana kapanıp, suskun suskun ömür tüketesin diye gelmedin. Benim her şeyden haberim var! Mervan'ı odana kabul etmiyorsun! Ona karşı kadınlık vazifeni yerine getirmemek için bin dereden su getiriyorsun! Seni daha önce de uyardım. Aklını başına al! Bu eve gelin geldiysen bu evin kurallarına uyacaksın!"


    

Derin bir iç çektim. Gözlerim, tenim alev alev yanıyordu. Artık daha fazla susamazdım. Sustukça cesaretleniyor ve üzerine vazife olmayan ne varsa karışıyordu.


"Bebek sahibi olma kararı sadece bizi ilgilendirir. Bunu bu kadar dert edinmenize gerek yok! Mervan'ın zaten iki kızı var; benden bir çocuğu olmasa da kaybedeceği pek bir şey yok!"


Şimdi gözleri eskisinden de gazapla bakıyordu. Dudaklarının titremesi, gözünün seğirmesi beni ister istemez endişelendirmişti. Sesini son perdesine kadar kullanarak, "Küstahlığı eline almaktan vazgeç." diye kükredi.


"Bu evin hanımı benim; sizler ancak benim gölgem olabilirsiniz! Herkes yerini bilsin!"


Şimdi bakışları benden ayrılmış, leş görmüş akbaba gibi keyifle Gülnaz'a odaklanıyordu. Dili dudaklarını yokladı. Cinsiyet haberi alındığına göre iş paylama sırasına gelmişti. "Sana gelince Gülnaz." dedi bakışlarıyla tehdit ederken.


"Bu doğurduğun üçüncü kız! Rüyalarımda erkek çocuk görüyorum diyerek aylardır oyalıyordun bizi! Gördüğüm kadarıyla erkek çocuk hevesin rüyalarla sınırlı kaldı."


      

Gülnaz, esefle başını eğdi. Hamile hâlinden utanıyor; sanki suç işlemiş gibi mahcup mahcup oturduğu yere daha da gömülüyordu. Bu cinsiyet suçunu (!) üzerine almasına tahammül edemiyordum. Erkek çocuk doğunca babaya atfediliyor; kız olunca da anneye kusur bulunuyordu. Bu adaletsiz düzen nasıl böyle giderdi? Kimdik biz? Doğurganlığımızdan başka bir kıymetimiz yok muydu bu evde? Duygularımız, hayallerimiz yok muydu? Bir kadın... Üstelik anne olan bir kadın, başka bir kadına nasıl böylesi bir duygusal şiddeti uygulardı?


"Böyle olacağını tahmin edemezdim!" diye inledi Gülnaz. Sesi öyle zavallı çıkmıştı ki ona acımaktan kendimi alamadım. Raziye Hanım, kindar bakışlarını esirgemeden karnında gezdirdi. Yüzü şimdi zafer kazanmış gibi bir edaya bürünmüştü.


"Zeynep, hamileymiş! Aslan gibi bir erkek çocuk doğuracak! Kızlarım damatlarıma erkek doğuruyor; gelinlerim ise oğullarıma boy boy kız diziyor. Aaaaah ah! Bizim talihimiz de gelinlerle karartılmış belli ki!"


    

Mervan'ın öz annesi bile değildi; öyle vicdansız bir kadındı ki oğlum bile demediği bir adamı bize zulmetmek için birkaç dakikalığına da olsa bağrına basmış, annesi gibi torun hesabı soruyordu.


"Yeter Raziye Hanım! Evladı veren Allah'tır; ben sizi inançlı bilirdim. Bu sözlerinizle Allah'ın lütfunu kızınıza atfediyorsunuz! Kimsenin bu cinsiyet meselesinde en ufak bir suçu olamaz."


      

Sözlerim Gülnaz'ı belli belirsiz umutlandırırken onu nefretle üzerime kışkırtmıştı. Haklıydım. Erkek evlat diye bizi aşağılamaya hakkı yoktu. Onu biraz olsun susturmayı başarmıştım. Burnundan soluyarak yanımızdan ayrıldı. Gülnaz, oldukça kırgın ve öfkeliydi. Onu teselli etmek isterdim; ama beni ters anlayacağını çok iyi bildiğimden sesimi çıkarmamayı tercih ettim. Hızla yüzünü kapatarak yanımdan ayrıldı. Giderken ağladığından emindim. Raziye Hanım'ı umursaması çok saçmaydı. Kendine olan güvensizliği öyle çoktu ki, kişiliğiyle elde edemediği sükseye bebeği yoluyla ulaşmaya çalışıyordu. Bu konu, onda aşırı bir takıntı hâline gelmişti ne yazık ki.


     

Odama çıktım. Kendimi çok mutsuz hissediyordum. Sürekli yeni bir sıkıntıyla yüzleşmekten yorgun düşmüştüm. Hayalini kurduğum yuva asla bu olamazdı. Ne zaman bitecekti bu sıkıntılar? Ne zaman hayatım eskisi gibi olacaktı? Başımı yastığa bıraktığımda uyumak için direndim. Uyuyamıyordum. İçimdeki umutsuzluk her geçen gün biraz daha dallanıp budaklanırken uyumak benim için bir işkenceye dönüşmüştü.


Kapı çalındığında doğrulup oraya yöneldim.


     "Kim o?" 


     "Benim!" 


   

Gelen Makbule Hanım'dı. Belli ki konuşulanları duymuş beni teselli etmek için yanıma uğrama ihtiyacı hissetmişti. "Gelebilirsin!" Makbule Hanım, yavaş yavaş içeri geldi. Yatağımın yanına gelişigüzel oturdu. Yüzündeki yılgınlığı fark etmiştim. Raziye Hanım'a söylediğim sözleri duymuş olmalıydı. "Ah be kızım! Ne var biraz tutsan dilini." Dudaklarımı kıvırıp, yüzüme hüzünlü bir kisveyi işledim. "Ne yapayım Makbule Hanım! Kadın bize damızlık muamelesi yapıyor. Gel de sus!"


      

Yanaklarını kırıştırarak sevimli bir şekilde gülümsedi. "Artık bu eve gelin geldin sen. Geçmişi unutup yeni bir yol çizmen lâzım! Bak kızım! Mervan Bey'im kötü biri değil. Seni seviyor; sevmese herkesi karşısına alıp bu eve Hanım diye getirmezdi."


Sözlerinin tesirini merak eder gibi yüzümü yokladı. Başımı eğmiş, sessizce nasihatlerini dinliyordum. Annemin yokluğunda onu bağrıma basmış, her ne kadar belli etmesem de içime kazınan boşluğu onunla doldurmuştum. Mutfakta yaptığımız sohbetler yüreğimi dökebildiğim tek anlardı.


     

Suskunluğuma sığınıp nasihatvâri sözlerine devam etti. "Biraz uyumlu olsan ne olur? Uslu dur, söz dinle! Aklını başına alırsan, burada paşalar gibi yaşarsın! Çocuklarına da sana da gül gibi bakarlar. Madem çocuk istiyorlar; doğur bir tane! O zaman göze girer rahat edersin!" Ciğerlerimdeki efkârlı nefesi dudaklarımdan bir çırpıda bıraktım. "Benim kimsenin gözüne girmek gibi bir derdim yok. Ben kimsenin bana bakmasını da istemiyorum. Okumak istedim ben; öğretmen olmak... Ama bırakmadılar! Hayatımla oynadılar. Hayallerimi çaldılar. Nasıl hiçbir şey olmamış gibi davranayım?"


    

Başını onaylayarak salladı. Hâlimden anladığını sanmıyordum. Kuşak farkı vardı bir kere aramızda. Ona göre dışarı gözü kaymayan, karısını ve çocuklarını besleyen erkek baş tacıydı. Aşkın, sevginin bir önemi yoktu. Evinde kafan rahatsa, hâlin mutlu olmak için yeter de artardı. Kendine göre haklıydı da. Sevmemişti belli ki; sevmenin nasıl olduğunu bilmiyordu. Aşkı tadan bir insana bu kadarcık şey yetmiyordu işte! Özlem duyuyordu insan hissettiği o yoğun duygulara. Yetirmeye çalışsa da yüreğin bir yanı hep eksik kalıyordu.


    

Mervan'ın bana olan takıntısını aşk olarak kabul edemiyordum. Sanki gönlümü verdiğimde bir çırpıda vazgeçecek, beni bir paçavra gibi savurup atacaktı. O zaman kendime duyduğum o saygıyı da kaybedecek, hepten yıkılıp tükenecektim.


    

Elimi elinin altına yerleştirdi. Anne gibi dostane dokunuyor, içimdeki sevgi bahçesini umutvâri sıcaklığıyla yeşertiyordu. Dudaklarını kıvırıp, "Olan oldu bir kere!" dedi. "Artık dövünsen de para etmez. Alışmaya çalış. Hem bir bebeğin olursa sen de onunla oyalanır, unutursun acılarını." Başımı reddederek salladım. "Bu eve bir bebek getirilmez Makbule Hanım. Şu üçlü tuhaf ilişkimizi görmüyor musun? Ben bu evde kendimi ne Mervan'ın karısı ne de ailesinin gelini gibi hissetmiyorum."


    

Dudakları tebessümle aralandığında, onun gibi ılık kanlı olamadığıma üzülmekten kendimi alamadım. "Zaman her şeyin ilacı. Mervan Bey, Gülnaz Hanım'ı hiç sevmedi; ama seni deli gibi seviyor." Aradığımı bulmuş gibi, "Bir de o var tabii!" dedim. "Bir adama ortak iki zavallı kadın! Ben Gülnaz değilim. O sevilmemeye bile tahammül edebiliyorken ben yapamıyorum. İçime sinmiyor, gururuma değmiyor bu olanlar. Nasıl kaldırayım bu hayatı?"


      

Haklı olduğumu biliyordu. Mervan'ı kabul etsem bile Gülnaz aramızda hep bir engel olarak var olmaya devam edecekti. Ya da ben ona ayak bağı olmaktan kurtulamayacaktım. Bir süre sessiz kaldık. Ummadığım bir anda dudakları yeniden aralandı. "Gülnaz bu kapıya gelin gelmeyi ne çok istedi bir bilsen!" Dudaklarım alayla kıvrıldı. "Aman ne güzel! Baksana çok mutlu gözüküyor. Yüzünde güller açıyordu biraz önce!"


      

Minik dişlerini göstererek güldü. "Mutlu değil; ama sevilmediğini bile bile kabul etti evlenmeyi. Bu yüzden kimseye diyecek bir sözü yok!" Şaşırmıştım. Makbule Hanım, onlarla ilgili ne biliyor olabilirdi? Sohbeti derinleştirip ağzından bir şeyler kapmak için, "Mervan'ın kendisini istemediğini biliyor muydu evlenirken?" diye sordum. Başını onaylayarak salladı ve sesini biraz daha alçaltıp kapıyı kolladı.


       "Evet biliyordu." 


"Madem biliyordu bu evlilik nasıl oldu? Mervan, sevmediği halde neden evlendi? Gülnaz niye bu sevgisiz adamı kabul etti?"


"Onlar düşman babaların çocuklarıydı. Babaları yıllarca karşı karşıya geldikten sonra barışıp anlaşmaya karar verdiler. Ortak işler yapıp, birlikte hareket etmenin yolunu aradılar. Akrabalık bu iş için yapılacak belki de en yerinde adımdı. Bu yüzden babası Mervan Bey'in, Gülnaz Hanım'la evlenmesini istedi. O, Gülnaz Hanım'ı hiç istemedi; ama babasına karşı çıktığı halde sözünü bir türlü dinletemedi. Artık karar verilmişti; çırpınmak, debelenmek yersizdi. Evlendiler."


      

Bu tuhaf hikâye filmleri aratmayacak cinstendi. Demek Mervan, nikah günü geldiğinde bunu kastetmişti. Hayatta her zaman isteklerimizin olmadığını, başkalarının bizim adımıza kararlar aldığını söyleyip durmuştu. O babasının zorbalığına boyun eğmişti, ben de onun. Gülnaz'ı sevmediği halde boşamamasının sebebi de bu olsa gerekti.


      

Bendeki suskunluk ve ilgi Makbule Hanım'ın dilinin rayını iyice kaydırmıştı. "Mervan Bey'in ona bir kez bile sevgiyle baktığını görmedim. Sadece sana... Sadece sana aşkla bakıyor! Gülnaz, onun kalbini kazanmak için çok uğraştı; fakat bir kez gönül kabullenmeyince sonradan hiçbir şey arada özel bir bağ kuramıyor. Sevda da kısmet işi anlayacağın!"


  

"Demek bugün bana yaşattıklarını geçmişte bire bir kendisi de yaşadı!" dedim içimdeki kıvılcımları gizlemeksizin.


  

"Öyle! Zeynep'i Gülnaz Hanım'ın abisine vermek istediler; fakat o bu kadere razı gelemedi ve abinle kaçarak ailesinin kararlarına karşı çıktı. Ne yazık ki onun yaşaması gereken kaderi de sen yaşadın!" Hikâyeye dahil olduğum kısmı çok iyi biliyordum. Mervan, Zeynep'in abimle olan ilişkisini kullanarak beni hayatına girmeye mecbur etmiş ve kimsenin ses çıkaramayacağı bu yöntemle bu evdeki sürgün hayatımı başlatmıştı.


      

"Kendisini sevmeyen bir adama nasıl dayanabiliyor?" Sorumu yalancıktan bir kınamayla cevapladı. "O bu sevgisizliği baştan kabullenmişti. Mervan Bey, ona kendisini sevmeyeceğini; aralarındaki ilişkinin basit bir mantık oyunundan ibaret olduğunu çok önceden söylemişti. Ama vazgeçmek yerine savaşmayı seçti." Başımı umutsuz bir şekilde salladım.


"Ne acıklı bir hikâye! Tam bir gönül davası." Sanki Mervan bana olan zaafıyla o kadının karşılıksız sevdasının diyetini ödüyordu.


     

Elime uzandı. Yaşlı elleri cennetin anahtarını verir gibi bileklerimle kaynaştı. "Şimdi sesini çıkarmadan bu evde uyumlu yaşamanın yoluna bak! Eğer düşmanlıklarını kazanırsan, başın büyük belaya girebilir. Bu insanlar göründüklerinden çok daha tehlikelidir. Bu sözümü unutma!" Son sözünü fısıltılı bir edayla söyleyip usulca yanımdan ayrıldı.


     

Korkuyordum! Hem de çok... Ne işim vardı benim bu insanların arasında? Yüzüm bahar gibiydi; fakat içim kor bir ateşin velvelesi altında yanıp tutuşuyordu. Hamile kalmak istemiyordum. Bu çarpık üç kişilik ilişkinin ortasına bebek gibi bir sorumluluk bırakamazdım. Bunun için bir önlem almam gerekiyordu. Başka türlü direnmek imkânsızdı.


     

Gülnaz, benim aksime Mervan'a âşıktı. Anne olma arzusundan çok ona çocuk verip ilgisini kazanma hevesiyle yanıp tutuşuyordu. Mervan'a olan karşılıksız aşkı, onu sürekli bir şeyler yapmaya sevk ediyordu. Mervan ise çoğu zaman ondan yalnızlık pahasına uzak durmayı tercih ediyor, sevmediğini her hareketiyle hissettiriyordu. Konuşurken gözlerinin içine bile bakmıyor; o ortamda kendisiyle ilgilendiğinde bir şey fark etmemiş gibi duyarsız kalıyordu. Bu kadar duygusuzken onu kabul etmesini hayretle karşılıyordum. Belli ki babasına karşı tahmin ettiğimden çok daha zayıftı.


      

Beni seçmişti. Eline kor bir ateş almayı, bir gül tanesi almaya tercih etmişti anlamsız bir şekilde. Zor bir kadındım. Onu onlarca kez reddetmiş, erkeklik onurunu çoğu zaman ayaklar altına almayı kutsal bir görev saymıştım. Benden bıkmasını istiyordum! Hem de deli gibi... Böylece bana daha fazla zarar vermeden kendimi onun pençelerinden kurtarabilecektim. Geçen zaman beni hüsrana uğratmaktan başka bir şey yapmadı. Bu inancımı da kaybetmek üzereydim ne yazık ki! Bu kâbus bitmeyecekti!


     

Evde beni anladığına inandığım belki de tek kişi Korkut abiydi. Çok sakin ve olgun biriydi. Vaktinin çoğunu evde geçirir; çok fazla dışarı çıkmazdı. Evde önemsenmeyen, görmezden gelinen kişiydi o. Hasta ve sakat olması aileyi içten içe sarsıyordu. Bu sebepten olsa gerek adeta bir günah gibi onu görmezden geliyorlardı. Bazen izin alıp onu bahçeye çıkarıyor; merak ettiği bazı kitapları, gazeteleri yüksek sesle yanında okuyordum. Gözlerini kırparak ve ufak hırıltılı sesler çıkararak benimle anlaşmaya çalışırdı. Hüzünlerini ve mutluluklarını kendi dilinde benimle paylaşırdı. Aramızdaki bu iletişim beni oldukça mutlu ederdi.


     

Bazen ailemden biri kabul edip yemeğini yedirir, yanaklarına kadar gelebilen salyalarını iğrenmeksizin silerdim. Duygu ve düşüncelerimi sadece ona anlatabiliyordum. Hatta bazen öfkelerimi... Mervan, aramızdaki bu abi-kardeş ilişkisinden hoşnutsuz görünmüyordu; ama yer yer beni kıskandığını hissedebiliyordum.


      


Bir gün odama geldiğimde yeni bir kitaplıkla karşılaştım. İçi adeta kitaplarla dolu bir bilgi hazinesiydi. Yatağın üzeri ise yeni elbiselerle ve takılarla döşenmişti. Ayak seslerinden yakınımda olduğunu hissettim. Gözlerimin içine bakıp aldığı şeyleri beğenip beğenmediğimi sordu. Tek bir söz dahi söyleyemedim. Ah diye inlemek geldi içimden. Bu nasıl bir yok sayıştı. Bu nasıl bir yönetme, yok etme arzusuydu.


      

Benim için bir şeyler alıyordu; ama ne istediğimi, nelerden hoşlandığımı sormak aklının ucundan bile geçmiyordu. Hayatımızla ilgili her şeyin kararını tek başına almıştı. Nasıl bu kadar duyarsız olabiliyordu? İlgi ve isteklerimin onun için hiçbir önemi yok muydu?


      

Kitaplığımı kendi zevkine uygun kitaplarla doldurduğunu fark ettim. Edebî zevkimi sorgulamaya bile gerek görmemişti. Aldığı elbiseler kendisinin beğendiği salaş ve uzun tarzda giysilerden ibaretti. Bana neyi, nasıl giymek istediğimin kararını dahi bırakmamıştı. Giyeceğim gelinlik, takacağım takılar, ayakkabılarım hep onun tercihlerinin bir ürünüydü. Bana sadece onaylama işini bırakmıştı. Nezaket icabı değiştirebileceğimizi söylerdi; ama bu konuda istekli olmadığını anlamak hiç de zor değildi. Bu odayı bile bana sormadan dekore etmiş ve sadece benden teşekkür etmemi beklemişti. Etmeyecektim... Bu evde o kadar çok yok sayılıyordum ki nerdeyse bir birey olarak beni ben yapan, duygularım ve isteklerim olduğunu unutmuştum. Tüm bu alınanlar beni mutlu etmiyordu. Bunu ne zaman anlayacaktı?


    

Benden merakla cevap bekliyor olmasını umursamadan yatağın önündeki pufa ilgisizce oturdum. Ona sırtımı dönmemden hoşlanmadığını tahmin edebiliyordum.


"Beğendin mi?" Gözlerimi kaçırarak, "Gerek yoktu!" dedim. "Sadece bu kadar mı?" diye hayal kırıklığını belli ederek gözlerime baktı. "Ne demeliyim? Yüce efendim benim için bazı şeyler takdir etmiş, onun tercihlerini kabul etmemek ne haddime?"


      

Kızmıştı... En azından bir tebessüm kırıntısı görmeyi umduğunu biliyordum; ama ben bu altın kafeste gülmeyi unutalı çok olmuştu. "Seninle mutlu olmak istiyorum, yanımdayken bile yokluğunla savaşmaktan yoruldum Nazar! Neden bizim de bir hayatımız, çocuklarımız olmasın? Bu o kadar zor mu?"


     

Acaba ben ne istiyordum? Bunun onun için bir önemi var mıydı, merak ediyordum doğrusu. Yüzümü ondan ayırıp pencereye yöneldim. Yıldızlara bakıp biraz olsun kendimi dinlemek şu an bana en iyi gelecek şeydi. Benimle birlikte cama yöneldi. Hemen arkamdaydı. Başını omzuma yaslayarak sakin bir şekilde gecenin ıssızlığını dinledi.


"Buradayım işte! Yanındayım!" diye fısıldadım. Saçlarımı avuçlarının arasına aldı ve onları koklayarak derin bir nefes çekti. Dudaklarının her bir telinde dolaştığını hissedebiliyordum.


   

"Bedenen bir nefes kadar yakınımda ama duygusal olarak galaksiler kadar uzağımdasın! Yokluğun ayrı varlığın ayrı dert! Ne yapacağım ben seninle prenses?" Sayıklayışı bende en ufak bir hissiyata sebep olmuyordu. Tam tersine bu yakınlık beni delicesine rahatsız ediyordu. Üzerinde Gülnaz'ın kokusunu duymak istemiyordum. Biraz olsun uzaklaşmak için yatağıma uzandım. Uyumak istediğimi düşünüp odayı terk edeceğini umuyordum. O ise beni yalnız bırakmamayı kafasına koymuştu bir kere. Hemen gelip yanıma uzandı. "Senden çocuğum olsun istiyorum!" Çocuksu bir zayıflık ve rica sezmiştim ses tonunda. Bu hâli bile beni "İstemiyorum!" demekten alıkoyamamıştı.


      

Gözlerini yeniden keskinleştirdi. "Ben istiyorum!" İnat kisvesine bürünen sesini hemen fark etmiştim. "Benim ne istediğimin bir önemi yok mu?" diye sordum öfkeyle. Sertleşmişti tavırları.


"Bu evde kararları ben alırım!" diyerek kestirip attı. Yattığım yerden hınçla doğruldum. "Ben senin emir erin değilim. Bedenimle ilgili kararları ben alırım!" Çenemden tutup beni kendine doğru çekti. Gözlerini bana kilitlemiş, deli gibi bakıyordu. "Sen benim ruhumsun! Aldığın nefes benim; bakışın, duruşun, sana dair her şey benim! Kararlarımı sorgulamaktan vazgeç ve dediklerimi yap! Bu ikimiz için de daha iyi olacak."


       

Çeneme kitlenmiş ellerini indirdim ve kemiklerini kırarcasına sıkmaya başladım. Gözlerine nefretle bakıyor ve içimdeki öfkeyi anlamasını umuyordum.


"İyice malınmışım gibi davranmaya başladın! Beni hiçbir şeye zorlama, seni pişman ederim! Kâbusun olurum Mervan!" diyerek kinimi kustum. Korkmuyordu! Bana benim yaptığım gibi nefretle bakmıyordu. Sakin bir ses tonuyla ağır ağır konuşmaya başladı. "Bir insanın en vahşi ve karanlık olduğu an ne zamandır bilir misin Nazar? Çaresiz olduğu an! Beni çaresiz bırakma Nazar! Beni kendinle imtihan etme! Sensiz kalırsam nasıl bir canavara dönüşeceğimi tahmin bile edemezsin!"


      

Sözlerini tamamlayınca hızla kalkıp odadan çıktı. Özel eşyalarımı sakladığım çekmeceye yönelip bir ilaç şişesini elime aldım. Ona karşı önlemimi çoktan almıştım. Doğum kontrol hapları, Mervan'a karşı bir süre beni idare ederdi. Dilan, bu hapları bana gizli gizli getirerek farkına bile varmadan çok büyük bir iyilik yapmıştı. İlaç şişesini verirken, "Aman Gelin Hanım, sakın Mervan Bey'im ve anası duymasın! Bu hapları benim verdiğimi duyarlarsa mahvolurum!" diyerek korkusunu bana bildirmişti. Ona kimseye söz etmeyeceğime dair teminat vererek biraz olsun yatıştırmayı başarmıştım.


      

Sözüm sözdü! Mervan, beni korku komasına soksa da ona hapları kimden aldığımı asla söylemeyecektim. Onun hayatında yaptığı en doğru şey, Makbule Hanım'ı ve Dilan'ı hizmetime vermek olmuştu. Yalnızlığımın dermanı olmuşlardı bu kasvetli evde. Samimiyetine inandığım bu insanları asla zor duruma düşürmek istemezdim. Bu yüzden tavırlarımda olabildiğince ılık olmaya çalışıyordum. Benim yüzümden zarar görmeleri en son istediğim şeydi.


      


                                                                             ***

Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. ☺️🔥


Loading...
0%