Yeni Üyelik
32.
Bölüm

32. Bölüm: Değişmişsin!

@syildiz_koc


Medya: Aida (lullaby)


En anlamlı bakış, bir çift ıslak gözde saklıdır.


Çok şey anlatır; çünkü dil bağlanır, yürek konuşur.


M. KUNDERA


       




Karnım yavaş yavaş belirginleşmeye başladı. Tüm ev halkı cinsiyetini öğreneceğimiz günü iple çekiyordu. Bu durum benim için de ciddi bir stres olmuştu ne yazık ki! Asla çocuklarım arasında ayrım yapmazdım; ama bu insanların vereceği tepki onların hayatını çok etkileyecekti şüphesiz.


Mervan, beni emrindeki doktorlardan birine götürmüş; böylece sorun çıkarmamı engellemişti. Ön uyarılarından yanlış bir şey yapmamın bana bir kârı olmayacağını ne yazık ki anlamıştım. Herhangi bir kaçma girişiminde bulunmadan eve dönmeyi daha uygun buldum.


Doktordan döndüğümüzde Mervan, oldukça hâlinden memnun görünüyordu. Raziye Hanım'ın bizi merakla terasta beklediğinden ikimiz de emindik. Adımlarımızı kapıdan atar atmaz Makbule Hanım, hevesle bebeklerin cinsiyetini sordu. Ona sakin durmaya çalışarak bir kızım bir de oğlum olacağı müjdesini verdim. Çok mutlu olmuştu. Gözlerinin ışıltısı kalbimi ısıtmaya yetmişti. Bizi sinsi bir yılan gibi dikkatle dinleyen Raziye Hanım ise, duydukları karşısında oldukça şaşırmış görünüyordu. O gün Gülnaz'la bana söylediği sözleri hatırlamış olmalıydı. Çocuğun cinsiyeti bizim irademizden bağımsız olduğu halde onu utandırmayı başardığım için kendimi şanslı adediyordum.


Aldığım haber içimde hem bir sevinç hem de bir burukluk oluşturmuştu. Buraya geleli 8-9 ay olmuştu. Annemlerle telefonda çokça konuşuyorduk; fakat aylardır ne onlar bize gelmişti ne de biz onlara gidebilmiştik. Bu hasret beni içten içe mahvediyordu. Ablamla aynı aileye gelin olmuştuk; ama telefonla olan görüşmelerimizi saymazsak yüz yüze geldiğimiz günler sayılıydı. 9 ayda sadece bir kez bayramda görüşebilmiştik. Ve ne yazık ki o bir saatlik görüşmemiz içimdeki hasreti azaltmaya yetmemişti.


Konuşmalarımızdan hâlinden oldukça memnun olduğunu anlayabiliyordum. Görücü usulü evlendikleri halde, kısa sürede birbirlerini sevip benimsemişlerdi belli ki. Zaten onun kanı hep sıcaktı; benden daha çok sevdirirdi herkese kendini. Anlaşılan eniştemin gönlünü çelmek onun için hiç de zor olmamıştı. Ablamın, Haşim eniştemden bir oğlu oldu. Mutlu aile tablosu oluşturabildiklerinden hiç şüphem yoktu. En azından onun mutlu olduğunu bilmek bana huzur veriyordu.


Haşim eniştemin ailesiyle az görüşmesinin sebebini çok sonraları anlayabildim. Sebep Kadir Beydi! Hiçbir zaman Haşim eniştemi olduğu gibi kabul edememişti. Fazlaca yufka yürekli ve ürkek olması, halim selim tavırları, onu beyliğe yakıştıramamasına sebep oluyordu. Daha güçlü biri olmasını bekliyordu. Mervan gibi... Daha zeki, okumuş ve cesur... Ne yazık ki Haşim eniştemin yaratılışı tüm bu beklentileri gidermeye uygun olamamıştı.


Kadir Bey, hâl böyle olunca tüm ilgi ve alakasını Mervan'a yöneltmiş ve ondan aileyi ayakta tutacağına inandığı bazı vazifeleri icra etmesini istemişti. Belki de Kadir Bey'in bu beklentileri Mervan'ı doktorluktan uzaklaştırıp yeraltı dünyasına itmişti kim bilir? Bunu öğrenmeyi deli gibi istediğim halde Mervan'ın ağzını bıçak açmıyordu. Sır küpü gibiydi. Bu sırrı benden köşe bucak saklıyordu ve ben elbette ona dair pek çok ize er ya da geç ulaşmayı başaracaktım.


Onun hayatına dair pek çok bilgiye kısa sürede ulaşmıştım. Ulaşmakla yetinmemiş, onu ele verecek pek çok bilgiyi doküman haline getirmiştim. Belgeleri oldukça iyi bir yere saklamıştım. Elbette yapmayı planladığım tüm o planlardan vazgeçmem düşünülemezdi. Sadece beni hedefe götürecek doğru anı kolluyordum. Mervan da diğerleri gibi hak ettiği o makus talihi yaşayacaktı. Suçları ortaya çıktığında yaptıklarının sonucuna istese de istemese de katlanmak zorunda kalacaktı.


Ailemi deli gibi özlemiştim. Annemle telefonda konuşurken hep hâllerinin iyi olduğunu, Zeynep'in onlara saygıda kusur etmediğini anlatırdı. Ben de kendi iyiliğimden dem vururdum çoğu zaman. Bunca telaşının içinde bir de bana kederlensin istemezdim. Mutlu muydum? Bu sorunun cevabını ben de bilmiyordum. Anne olacaktım. Başlarda bu durumu yadırgasam da içimde hareket ettiklerini her hissettiğimde yüreğimin çarpmasına engel olamıyordum. Yüreğimde uçuşan kelebekler kendi karanlığımla savaş hâlindeydi sanki. Bir yanım onları kucağıma alacağım günü iple çekerken diğer yanım olmadık korkuların hezeyanında kanat çırpıyordu.


Kim bilir ne kadar tatlı ne kadar zarif çocuklar olacaklardı. Nefretin içinde filizlenmiş bir masumiyet fidanı gibiydiler. Aramızdaki bitmek bilmeyen kasırgaları ve mağlubiyetle sonuçlanan cephelerimizi en azından bir süre için durdurmuşlardı. Anne-baba olma heyecanıyla birbirimizi hırpalamaktan vazgeçmiş ve doğacak çocuklarımıza odaklanmayı başarmıştık. Ondan hâlâ nefret ediyordum. Elimde olsa silahı başına dayar ve tek hamlede gözümü kırpmadan işini bitirirdim. Ama gel gör ki rüzgâr ondan tarafa esiyordu. Kader ise bu kötü adamı benim de cariyesi olduğum köhne bir sarayda kudretli bir tahtta oturtmuş; zulmün mürekkebiyle donatılmış mührünü utanmaksızın ona sunmuştu. Susuyordum... Bir gün onu sırtından vuracağımı bilerek susup kabuğuma çekiliyordum.


Mervan, bana karşı yumuşak ve anlayışlı davranıyordu. Hamileliğim kaçmam konusundaki endişelerini bir nebze de olsa dindirmiş; bana biraz da olsa güvenmesini sağlamıştı. Bense ona her baktığımda Gülnaz'la yaşadıkları o korkunç anları hatırlıyordum. Onu, gözlerimin önünde acımasızca tokatlamıştı. Herkesin içinde kadınlık gururunu yerle yeksan etmişti. Artık onun odasına bile gitmiyor; en basit ilgi sözcüklerini bile esirgiyordu. Buna sevinmem gerekirdi herhalde. Sevinmek... Ne kadar da acizlik kokuyordu şu durumda. Bu iki oda arasında mekik dokuyan zalim kocam sadece benim odamın ve bedenimin reisi olmuştu. Onunla cinsel bir hayatı yoktu en nihayetinde; o odaya sadece hâl hatır sormak amacıyla gidiyordu. Fakat bu bile içimdeki bu tuhaf duruma öfkelenmemi engelleyemiyordu.


Gülnaz'ı sevmesem de evli bir kadın olarak kocasız ve sevgisiz yaşamasını hakkaniyetli bulmuyordum. Yapılabilecek en doğru davranış, beni bırakması ve eski hayatına geri dönmesi olacaktı. Böylece bu karmaşık ilişki, gururumuzu daha fazla incitmeden çözülüp gidecekti. Görünür de karısı sayılmazdım. Devlet kıydığımız o tuhaf nikahı kabul bile etmiyordu. Soyadım değişmemişti. Bir gün kahredip elini üzerimden çekse karnımda taşımak mecburiyetinde kaldığım bu çocuklar toplum tarafından horlanacak ve ne yazık ki günah sıfatına maruz kalacaktı. Belki de bundan çok daha kötüsüyle yüzleşip hasretleriyle bertaraf olacaktım. Ayrılık... Ne kadar da acı verirdi o durumda.


Mervan'a eskisinden çok daha büyük bir koz vermiştim. Artık beni ailemle değil; çocuklarımla kendine bağlayacaktı. Yapacağım muhtemel bir hatada çocuklarımı bana karşı acımasızca kullanacak ve beni bıktığında bir paçavra gibi unutulmuş sokaklara atacaktı. Mervan'ın neden anne olmamı istediğini şimdi daha iyi anlıyordum. Bileklerime annelik şefkatini bir kelepçe gibi takmış ve beni ilmek ilmek kendine mahkûm etmişti. Artık korkmam gereken çok daha kahredici sebeplerim vardı.




Düşünceler ruhumu paramparça ederken odamdan çıkıp yavaş yavaş merdivenleri inmeye başladım. Akşam saatleriydi. Mervan, sakin bir şekilde oturup elindeki kitabı incelemeye koyulmuş, yüreğimdeki debdebeden habersiz gri tonların ağırlıkta olduğu salonunda dinleniyordu. Biraz önce benimle ilgilenmek için odama gelmişti; bense onu kendimden uzaklaştırıp dokunuşlarını engelleyerek yanımdan gitmesini istemiştim. Varlığımın tokatlarına daha fazla dayanamamış ve yanımdan ayrılıp salona gelmişti. Hemen önünde bulunan cam sehpa, dumanından sıcak olduğunu anladığım bir kahve fincanıyla bu bedbaht adama yarenlik ediyordu. Ağır, antika eşyalar ve tablolar burada da kendini göstermiş, soyadlarının namına yaraşır bir halde gözümü okşuyordu. Zengin bir evdi ve bu zenginlik daha girişte kendini en bariz şekilde ortaya koyuyordu.


Mervan'a baktım. Kendisini izlediğimden habersizdi. Kokusu bu mesafeden bile kendini ruhuma hissettiriyordu. Dalgalı saçları dikkatimi çekti. Akşamın bu izbe saatlerinde bile sabah ki düzeninden taviz vermemiş, aynı bakımlı hâliyle ürkek bakışlarıma göz kırpıyordu. Kirli sakalları hep kendine yakışan bir boydaydı. Yakaları hep tertemiz ve ütülü... Kol düğmeleriyse, rahat olması gereken şu saatlerde bile iliştirildikleri yerde sahiplerinin asaletinin koruyuculuğunu yapıyordu.


Onu affedemiyordum. Gözümde bir canavardan farksızdı. Zalim bir firavun gibiydi bu evde. Nasıl yapabilirdi? Bir kadını öyle dehşet verici bir şekilde nasıl tokatlardı? Üstelik çocuklarının önünde... O tokatlar zihnime her geldiğinde içimden kopan ağlama isteğine engel olamıyordum.


Mehmet'i düşündüm. O bir karıncayı bile incitmezdi. Gözlerine baktığımda şefkatten, aşk ve huzurdan başka bir şey göremezdim. Onu yıprattığım günlerde bile bana sırtını dönmez; kavga odaklı değil çözüm odaklı davranırdı. Artık onu düşünmeye bile hakkım yoktu. Evliydim ve hayatımı çalan o kalpsiz adamın çocuklarına hamileydim. Kendi duygularımdan ve hayallerimden önce çocuklarımın geleceğini düşünmek zorundaydım.


Gülnaz, salonun diğer ucunda hissettirmeden onu izliyor, sabırla kendisini fark etmesini bekliyordu. Yavaş yavaş oturduğu koltuğu bırakıp Mervan'ın koltuğunun hemen arkasına yaklaştı. Hâl ve hareketlerinden aralarındaki bu kırgınlığı sonlandırmak istediğini anlayabiliyordum. Parmaklarıyla arkadan yanaklarına zarifçe dokundu. Eğilip saçlarına küçük buseler kondurmaya, gözlerini kapatıp kokusunu ciğerlerine çekmeye başladı. Onları ilk defa bu kadar yakın görüyordum. Ne kadar tuhaftı şu içinde bulunduğum hâl. Çocuklarımın babasına arzuyla dokunan kadına kızamıyordum bile. Çünkü onun üzerinde en az benim kadar hak sahibiydi. Ayrı ayrı odalarda iki farklı ailesi vardı Mervan'ın ve bu durumu kimse sorgulamaya bile gerek görmüyordu.




Mervan, onun bu tavırlarına daha fazla dayanamadı ve yüzüne yapışmış ince elleri, sertçe çözüp oturduğu koltuktan doğruldu. Gülnaz, "Gitme!" dedi umutsuzca. "Bitirelim artık bu husumeti!" Mervan, hâlâ öfkeli, bir o kadar da küskündü. Onu sevmediğini biliyordum. Bu aşksızlığa ek olarak şimdi bir de nefret ve suçlama duyguları eklenmişti. Yüzü çoğu zaman öfkenin hengameli kuyularında gezinirken, gözlerindeki aşk ve sevgi pırıltılarını görebilen insan sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Gülnaz'ın girişimlerine karşı nasıl bir tavır alacağını tahmin edebiliyordum. Dudaklarının birbirine nasıl kenetlendiğini, içindeki öfkeyi bir ayna gibi gözlerinden nasıl yansıttığını bu mesafeden bile anlamak zor değildi. Öfkeyle, "Sen bebeğimi öldürdün!" diye haykırdı.


Gülnaz vazgeçmemişti ve Mervan'ın sert çıkışlarına rağmen inatla gözlerindeki merhamet ve sevgi tanelerini arıyordu. "Raziye Hanım'ın sözleri beni o hâle getirdi." dedi ümitvar bir edayla. "Bunalımdaydım. Sağlıklı düşünemiyordum! Yoksa hangi anne evladına zarar vermek ister?" Mervan, onun sözlerini daha fazla dinlemek istemiyordu. Gözlerindeki acıyı o sabah tüm içtenliğiyle görebilmiştim. Bebeğini kaybetmiş olmak, içinde tarifsiz yaralar açmış olmalıydı. Raziye Hanım, cinsiyet derdine düşerken o sadece bebeğinin sağlığını düşünüyordu.


Gülnaz'a değer verdiğini biliyordum. Evet, onu sevmemişti; ama her şeye rağmen çocuklarının annesi olarak gördüğünden saygısızlık etmemeye dikkat ediyordu. Gülnaz, yaptığı bu hatayla aralarındaki bu bağı aşılmayacak dikenli yollara düşürmüştü. Şimdi ise yaptığı tüm o barbarlıklara rağmen hiçbir şey olmamış gibi Mervan'dan aşk dileniyordu. Kendimi düşündüm. Ben asla böyle bir şey yapmazdım. Ne olmuştu bu kadına? Nasıl kadınlık gururunu Mervan gibi zalim ve küstah bir adamın aşkı için feda edebiliyordu?


Gülnaz, gitmek için hole yönelen Mervan'ın önüne geçti. Onu bırakmaya niyeti yoktu ne yazık ki. Yaşananlara rağmen Mervan'ı sevmekten vazgeçemiyordu. "Gitme!" dedi yalvarır gibi. "Çekil önümden. Yoksa bir kaza çıkacak!" Ellerini kayıtsız yüzüne dokundurmak için bir hamle yaptı. Mervan, elinin tersiyle onu kendinden uzaklaştırdı. Arkasını dönüp gitmeye yeltendi. Gülnaz'ı birkaç adım geride bırakmıştı. Gülnaz'ın öfkeden kırışan, zayıf yüzünü; umutsuz ve hırçın bakışlarını hayretle izlemekten kendimi alamadım.


"Kocamsın!" dedi ondan gelecek bir ilgiye açken. "Beni mutlu etmek zorundasın! Odama bile gelmiyorsun. Bu evde umutsuz bir kadın olmaktan bıktım usandım artık!" Bu sözlerin Mervan'ı nasıl çileden çıkardığını tahmin edebiliyordum. Yüzünü düşmanca ona döndü ve nefret dolu söylemlerine bir yenisini daha ekledi. "Eğer aileler arasında düşmanlık olmasaydı; seni çoktan boşayıp baba evine göndermiş olurdum. Katil bir kadını koynuma alacak kadar aklımı kaçırmadım!"


Gülnaz'ın gözlerindeki acı dolu serzenişleri görebiliyordum. Bir kadın olarak yıkılmışlığını gizlemeye çalışmıyordu artık. "Ne olur sus! Böyle söyleme!" Mervan, susmamaya oldukça kararlıydı. "Bunlardan çok daha kötü sözleri hak ediyorsun Gülnaz!" Gülnaz, ellerini bir yelpaze gibi açıp onun kinle hasbihâl eden dudaklarını kapattı. "Nazar yüzünden!"


"Ne?"


"Evet, onun aşkı aklını başından aldı. Bu yüzden benden uzak duruyorsun! Bıkmadın seni sevmeyen bir kadının aşkı için savaşmaktan!" Mervan, ona yaklaşıp hırsla itti. "Kes sesini!" Gülnaz, içinde dolup taşan kıskançlığını yüreğinin derinliklerinden haykırmaya kararlıydı. "Fırsatını bulsa bu evde 1 dakika bile durmaz; seni çocuklarından ayırma pahasına sırra kadem basardı. Onun kölesi olmuşsun! Hâlâ seni seveceğini umarak kendini yiyip bitiriyorsun!"


Bu sözler Mervan'ın sabrını taşıran son damla olmuştu. Sert bir şekilde boğazını kavradı ve onu iterek duvara yapıştırdı. Gülnaz'ın nefessizlikten mosmor olmuş yüzüne, öksürük ve çırpınışlarına aldırmadan boğazını kuvvetle sıkmaya devam ediyordu. Artık daha fazla duramazdım; onu engellemeliydim. Bir kaosu daha kaldıracak psikolojide değildim. Bir anda öksürüklerin ve hırıltıların şiddeti daha da arttı. Neyse ki boğazını bırakmıştı. Onu öldürmeye cesaret edebileceğini sanmıyordum.


"Seni öldürmek benim için ancak bir zevk olabilir!" dedi kesik kesik soluyarak. "Ne yazık ki hayatıma çaresizce almak zorunda kaldığım bir zavallısın!" Gülnaz, nefessizliğin pençesinde acı içinde kıvrandı. "Yeter sus!" Mervan, içindeki o korkunç kini mızrak gibi kalbine saplamaktan asla geri durmayacaktı. Affetmek yazmazdı onun kitabında. Bilirdim... Sesleri artık çok daha zayıf geliyordu. Bir adım daha atarak onlara biraz daha yaklaştım. Kulağımı ve dikkatimi bir an olsun üzerlerinden çekmiyordum. Kesik kesik soluyarak, "Eğer!" dedi. "Eğer yaşamak istiyorsan sesini kes! Bir daha Nazar'ın adını ağzına aldığını duymayacağım!"


Onu çaresizliğiyle öylece bırakıp yeniden merdivenlere yöneldi. Beni görmesini istemiyordum; bu yüzden hızla koşar adım odama gittim. Yatağa yatıp gözlerimi her şeyden habersizmişim gibi kapattım. Kapıyı yavaşça kapatıp yanıma uzandı. Ellerinin yüzümde dudaklarımda dolaştığını hissedebiliyordum. Nefesi sıcak ve titrekti. Aynı yastığın üzerinde neredeyse burun burunaydık. Başımı uyandırmamaya çalışarak yavaşça göğsüne bastırdı. Sağ eliyle dalgalı hale getirdiğim ipeksi saçlarımı okşarken, sol eli karnıma küçük dokunuşlarda bulunuyordu. Bizi hissetmeye çalıştığını anlayabiliyordum. Belli ki güvende olduğumuzu bilmek onun için oldukça önemliydi.




Gözlerimi açmaktan çok korkuyordum. İçinde bulunduğumuz hâli düşündüm. Yüzünü görmeye bile tahammül edemediğim; her fırsatta didişip aşağıladığım bir insandı. Yanıma yaklaşmasına, bana bakmasına bile tahammül edemezken kader beni arzularımı sorgulamaksızın onun esaret dolu dünyasına itmişti. Şimdi aynı yastığa baş koymuş, sabırla çocuklarını doğuracağım günü bekliyordum. Celladımın koynunda canımı alacağı günü düşünmemeye çalışarak uyuyordum. Öyle yalnızdım ki; hayatımı kabusa çeviren bir adamın sevgi ve şefkatini bile arar hâle gelmiştim.


Bunu bana neden yapıyordu? Yakışıklı, zengin, güçlü bir adamdı. Neden ben diye sorgulamadığım tek bir günüm bile yoktu oysa. Neden ben? Birçok kadını elde edebilecek kadar güçlü ve cazibedarken neden beni bir paçavra gibi hayatına yama yapmıştı? Sahip olduğum belki de en özel şey güzellikti. Eşine az rastlanır bir endama ve çekiciliğe sahiptim. Ama bunların dışında üniversite bile okuyamamış, alt sınıf sayılabilecek bir aileden gelen, asi ve dik başlı bir kızdım. Benim gibi birini taşımak onun gibi güçlü ve kararlı bir erkek için bile oldukça güçtü. Onu sevmiyordum ve sevmeyecektim. Değer miydi bana sahip olmak için tüm gemileri kıyametin eşiğine sürümeye? Bıkmamış mıydı reddedişlerimden? Bıkmamış mıydı kaçmak için bitmek bilmez çırpınışlarımdan. Her an nefretini haykıran bir kadın için herkesi karşısına almaya değer miydi?


Kendi kendimle kaldığımda Mehmet'e dair kurduğum tüm hayaller bir bir gözümün önüne geliyordu. Bu zehirli düşlerin içinde bu dünyaya uyum sağlayamıyordum bir türlü. Ne yapıyordu? Neden bir türlü sesi soluğu çıkmamıştı? Düşünmekten aklımı kaçırmak üzereydim. Bazen ondan nefret ettiğimi hissediyordum. Delicesine seviyorduk birbirimizi! Bu kadar kolay mıydı vazgeçmek?


"Yıldızlara bak Nazar. Çünkü ben her gece onlara seni fısıldıyorum!" Böyle demişti. Yıldızlar... Yoksa onlar da mı küsmüştü bize. Düşünmemeliydim! Düşünmemeliydim! Unutmalıydım artık! Bizim için çok geçti. Birbirine asla kavuşamayacak iki nehir gibiydik. Bir araya gelme umuduyla çırpınan; fakat ayrı yataklarda rüzgârın esintisine teslim olmuş iki çaresiz nehir... Bulutlardan seda bekliyor, hasretimizi ve gözyaşlarımızı yağmurlarla iletiyorduk birbirimize. Ne zaman bitecekti bu düşünceler?


Mervan, farkında değildi. En büyük kötülüğü kendine yapmıştı bedbahtça. Bedenen yanındaydım belki; fakat ruhum hayal alemiyle gerçek dünya arasında sıkışıp çaresizlik soluyordu. Nefessiz, zavallı bir balık gibi çırpınıp duruyordum. Mervan ise çaresizliğimi görmeksizin aşk umuduyla yanıp kavruluyordu sanki. Ateşe rağmen alevlerin vuslatını arayan kelebekler gibi...


"Uyudun mu?" Gözlerimi açtım. Yataktan doğrulup sesin geldiği tarafa yöneldim. "Mehmet... Sen... Ama nasıl olur?" Gözleriyle yatağı işaret etti. Ne de hassas ve kırılgan bakıyordu öyle! "O kim?" Sözler boğazıma dizildi. Ne diyecektim şimdi? Dudaklarımı dilimle ıslatıp, titrek bakışlarımı yatakta gezdirdim. "O..."


Sustum çaresizce. Gözlerimden süzülen yaşlara engel olamıyordum. Mahcubiyet ve yıkılmışlık dudaklarımı kurutmuş, bir pranga gibi yüreğimi kıskaca alıp var gücüyle sıkıyor gibiydi. "Hamilesin! Başkasının karısı olmuşsun!" Gözyaşlarım yanaklarımda ince sızılar bırakırken ellerimle karnıma dokundum. O iki küçük kalp atışını hissedebiliyordum. Bakışlarımı mahcubiyetle indirip, perçemlerimle yüzümü gizlemeye çalıştım. "Böyle olmasını istemedim!" diye fısıldadım.


"Bana bir söz vermiştin! Bekleyecektin!" Hıçkırıklar boğazımda düğümlenirken, "Yapamadım! Kendimi bu hayattan kurtaramadım!" dedim medet umar gibi. "Benden vazgeçmişsin! Unutmuşsun!"


Artık ayakta duracak gücü bile kendimde bulamıyordum. Nefessiz kalmıştım sanki. Gözlerimi mahmur, hisli gözlerinden ayırmadan yavaşça diz çöktüm. "Çok savaştım. Olmadı. Çok yalnızdım! Hep beni kurtarmanı bekledim. Sesimi duymanı istedim o tükenmişlikle harcanan gecelerde. Ölmek pahasına defalarca kaçmaya çalıştım. Başaramadım!"


"Sevseydin bir yol bulunurdu."


"Bulamazdım, bulamadım. Çok güçlüydüler." Arkasını dönüp, terasa yöneldi. "Gitme!"


Haykırışım son kez kırgın gözlerini bana çevirdi. Artık boğmaya çalıştığım hıçkırıklar boğazımda düğümleniyor ve kalbimi tarumar ediyordu çığlık çığlık. Yalvaran bakışlarla beni anlamasını umuyordum! "Kolyeni takmamışsın!" Toparlanmaya, sakin olmaya çalıştım. "Onu kaybettiğimi söylemiştim; ama bulacağım, söz veriyorum. Bir yerlerden çıkacak."


Başını umutsuzca eğdi. Yüzündeki hüznü, dolan mağrur gözlerini görebiliyordum. Benim Mehmet'imdi; el olmuştu şimdi. Ne olmuştu bize böyle? Hüsranlı yüzü esefle acıklı acıklı gülümsedi. "Artık bir başkası gibi kokuyorsun!'' Bu sözleri kalbime binlerce hançerin saplanmasına sebep oldu. Haykırdım. En çaresiz serzenişlerimle bir kez daha haykırdım.


"Kokumu kaybetmedim. Değişmedim. Ben hâlâ aynıyım. Aynıyım Mehmet!" Yüzümü bir yaprak gibi titreyen ellerimle kapattım. Artık daha fazla hassas yüzüne, kırgın gözlerine bakamıyordum. Ondaki bu yıkılmışlık beni daha büyük acılara pelesenk yapıyordu sanki. Hıçkırıklarım tüm odada yankılanmaya başlamıştı. Sayıklamalarıma engel olamıyordum. "Değişmedim! Değişmedim! Değişmedim!"


"Nazar! Nazar kendine gel! Ne oldu?" Başımı korkuyla kaldırdım. Mervan, uyku mahmurluğuyla hissizleşmiş gözleriyle bana bakıyor, bu geceki çılgın hâlime bir anlam vermeye çalışıyordu. İşaret parmağımla açık bıraktığım teras kapısını işaret ettim. Boş gözlerle oraya göz gezdirdi. "Gitmiş!" dedim delirmiş gibi. "Gitmiş!" Şaşkındı. Başını kaldırıp gözlerini açık duran teras kapısına dikti. Yüzü hayretle gerilirken merakla, "Kim gitmiş!" diye sordu. Nemli gözlerimi eşiğe dikmiş aralanmış dudaklarımın titremesine engel olmaya çalışarak donuk donuk bakıyordum. Kaskatı kesilmiş bedenimi bir kum yığını gibi öylece bırakıp terasa yöneldi. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Ya onu bulursa!


Birkaç saniye sonra tekrar yanıma geldiğinde eskiye nazaran uykusu açılmıştı. Acıyan gözlerle bana baktığını sezebiliyordum. Yanıma gelip omuzlarımdan tuttu ve beni bir çırpıda kaldırıp yatağın ayakucundaki pufa bıraktı. Tir tir titriyor, sıcak sayılacak bu havada bile üşümeme engel olamıyordum. Sanki tüm bedenimi sert bir tipi esir almıştı.


Beni sakinleştirmek için sarıldı. Elleriyle saçlarımı, yanaklarımı okşuyor; küçük şefkat buseleriyle darmadağın olmuş benliğimi iyileştirmeye çalışıyordu. Mehmet'in son sözleri tekrar kulaklarımda yankılanmaya başladı. "Artık bir başkası gibi kokuyorsun!" Onu kendimden uzaklaştırmaya çalışarak, "Dokunma, dokunma!" diye sayıkladım. "Değişmedim, aynıyım!" Tüm bu sözlerime anlam veremiyordu. Yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Hepsi kâbustu. Bak odamızdayız. Kimse yok orda. Sakinleş artık! İlaçlarını almadın, bu yüzden oluyor tüm bunlar!''


Yeniden gözyaşlarına boğulmuştum. Parmaklarıyla o çaresiz yaşları sildi. "Buradayım aşkım! Korkma!" Nerden bilecekti en büyük korkumun kendisi olduğunu. Yüzümü ona döndüm. Alevler içinde yanan sıcak yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Ne yaptığımı bilemeyecek kadar delirmiştim sanki. Bu yüzleşme zihnimdeki kâbusları ayaklandırmış ve beni psikolojik olarak bir uçurumun kenarına sürüklüyordu. "Dayanamıyorum artık! Çok kötüyüm anlamıyor musun? Ailemi özledim! Memleketimi özledim! Bırak evime gideyim. Bırak, yalvarırım! Bırak gideyim!"


Efkârla derin bir iç çekti. Alnını alnıma yapıştırıp, "Senin evin burası... Benim yanım! Ne zaman anlayacaksın?" Başım yalanlar gibi salladım. Gözlerimden süzülen yaşlar, boynumdan göğsüme kadar akmış, yaralı yüreğime şahitlik yapıyordu. "Çok özledim anlamıyor musun? Abim, annem, ablam, Ayşe... Hepsi burnumda tütüyor."


Benim için üzüldüğünü biliyordum ve yarattığı bu zavallıya acıyan gözlerle bakmasına tahammül edemiyordum. Onun da yardımıyla tekrar yatağa geçtim. "Şimdi yat; yarın bu konuyu tekrar konuşacağız. Dinlenmen lâzım! Yavrularımızı düşün!" Başımda uyumamı bekliyordu. Parmaklarını parmaklarıma kördüğüm etmişti yine. Gözlerinin siyahında simsiyah, korkulu bir uykuya dalmıştım. Zihnimden o sözleri bir türlü atamıyordum. Geçecekti. Geçmek zorundaydı.




***


Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. Lütfen bölüm biriktirmeyelim. Uzun soluklu bir eser ve basım hazırlığı içerisindeyiz. Kaldırılmadan tamamlamanızı tavsiye ederim. ☺️🔥






Loading...
0%