@syildiz_koc
|
Medya: şanışer (Kaç kere öldün) Not: Bugün heyecanlı bir bölümle karşınızdayım. Birinci kitabın sonuna yaklaştık. Yoğunluk paylaşımları aksatsa da devamlılık asla bitmeyecek. Şimdiden keyifli okumalar. 🥀☺️ Sen aşk hikâyesini, durmaksızın feryat eden bülbüle değil; Sessiz sedasız can veren pervanelere sor! MEVLÂNA Bahçenin eşsiz esintisi içime okşuyordu. Bugün hava oldukça güneşliydi. Etrafta koşuşturan kelebekler içimin neşe ile dolup taşmasını dans ederek kutluyor gibiydi. Günlerden pazardı ve ben ilk defa karnımdaki o güzel meleklerin hareket ettiğine şahit olmuştum. Sabah uyandığımda karnımdaki canın balık gibi kıpırdandığını ve küçük darbelerle beni yokladığı hissettim. Heyecan dudaklarımdan küçük bir çığlık kopmasına sebep olmuştu. Makbule Hanım, telaşla yanıma geldiğinde, "Hareket etti! kıpırdanıp duruyorlar!" diyebildim sadece. Dilan'la birbirlerine bakıp gülümsediler. Bu aşırı telaşım, ilk annelik heveslerim onlara oldukça samimi gelmiş olmalıydı. Makbule Hanım, yanıma gelip neşeli neşeli oturdu. Ellerini, karnımın üzerinden hiç ayırmadığım ellerime sabitledi. "Aman Gelin Hanım, ben de bir şey oldu sandım." Elini tutup karnımdaki oynayan bölüme yapıştırdım. "Bak işte, tam burada. Yaramaz... Çift kale maç yapıyor sanki içimde." Bu sözüm ikisinin de gülme krizine girmesine sebep olmuştu. "Ah Gelin Hanım, hiç gülesim yoktu." Biz böyle gülüşürken Mervan'ın adım sesleri salonda içimi ürperten yankılar bıraktı. Başımı kaldırdığımda yüzünde manidar bir gülümseme peyda olmuştu. Makbule Hanım ve Dilan, toparlanıp mutfağa yönelirken kendimi hep takınmaya çalıştığım ciddiyet kisvesinde buldum. Usulca yanıma oturdu. "Bugün çok neşelisin." Yüzümü ondan çevirip masanın üzerindeki çiçeği izlemeye koyuldum. Gövdesini bana dönmüş bakışlarıyla karnımı yan yan süzüyordu. Ona hâlâ kızgındım ve her hâlimden bu tavrımı belli ediyordum. "Karnın belirginleşmeye başladı, artık onları daha çok hissediyorsun değil mi?" Onaylar gibi başımı salladım. Sol eli yanağımı kavrayıp bakışlarımı gözlerinin hizasına düşürdü. "Anne olmak sana ne çok yakıştı bir bilsen!" Çekingen bir edayla başımı eğdim. Anne olmak... Hâlâ bu söze alışamamıştım. Öyle ani ve plansız gelişmişti ki her şey; bu duyguya ve role hazırlanmayı düşünememiştim bile. İlk defa baba oluyormuşçasına heyecanlı ve mutluydu. Bu hâlini davranışlarından sezmemek imkânsız gibiydi. "Ailemle görüşmek için Karadeniz'e gideceğimize söz vermiştin." dedim bir cevap bekler gibi. Dolgun dudakları aralandı ve bakışları güven veren bir hülyanın kapılarını araladı. "Unutmadım; sözüm söz! Gideceğiz." Biraz doğrulup sırtını koltuğa yasladı. "Bazı işlerim var! Onları halledince yola çıkarız." Sıkılganlığımı hissettirir tarzda ayaklandım. Artık beklemeye gücüm kalmamıştı; sabretmeye de... Tavrımdaki bıkkınlığı fark etmiş gibi yanıma geldi. Arkamdan uzanan elleri karnımın üzerinde buluştu. O korkutucu eller yuvarlak dokunuşlarla karnımı sıvazlarken içimdeki hüznü gizlemek için gözlerimi sımsıkı yumdum. Dudakları omuzumla kucaklaştığında, nefesimi tutmuş bu anın geçmesini bekliyordum. "Ne kadar mutluyum bir bilsen!" Yüzümü kendine çevirirken bedenimi varlığına karıştırmaktan kurtulamadım. "Yanımdasın, benimlesin! Yaşadıklarımın bir rüya olmasından korkuyorum." Hissizce mutfağa yöneldim. Güçlü olmaya çalışıyordum. Her fırsatta bana yaklaşması ve sözleriyle kalbimi dağlamasından bıkıp usanmıştım. Bir insan olarak duygularımın önemsenmesini istemem suç muydu; yoksa günah mı? Ona bakamıyordum; suçluydu. Hayatı sebebini bilmediğim kalleş cürümlerle doluydu ve gözleri günahlarının asi haykırışlarını dindiremiyordu. Açılan kapı sesi tüm dikkatimizi dağıttı. Battal... Onu görünce içimdeki huzursuzluk zapt edemeyeceğim bir boyuta ulaşmıştı. Gizlemekte zorlandığı telaşı, her hâlinden belli oluyordu. Kim bilir ne işler çeviriyorlar diye düşünmeden edemedim. Karanlık sularda yürüyorlardı. Mervan'ın derinlikli gözlerindeki gazap gibi simsiyah karanlık sularda... Bakışlarım ikisini de tararken Mervan'ın şüpheci, sert hâli merakıma galebe çaldı. Yanlarında olmamı istemiyordu; belli ki duymamam gereken mühim, çetrefilli konular konuşulacaktı salonda. Yaptığı emirvâri işmar gururumu ve merakımı toplayıp odayı terk etmeme sebep oldu. Yavaş yavaş merdivenleri çıkıp odama doğru yöneldim. Elbette konuşulanları duyma hevesinden asla kendimi mahrum etmeyecektim. Tırabzanların ardındaki kolona sığınıp ne olup bittiğini gözlemlemeye çalıştım. Bulundukları yerden uzaklaşıp kapıya doğru yürüdüklerinde kulağıma hesapsızca birkaç cümle ilişti. "Sevkiyat bugün; en ufak bir sorun istemiyorum. " Battal, Mervan'daki bu kararlı üsluba cevap vermekte gecikmedi. "Her şeyi emrettiğiniz gibi... Sorun olmayacak!" "1 saat sonra yola çıkıyoruz. Herkes hazır olsun! " Dış kapıya yöneldiklerinde sahanlığa yaklaştım. Oldukça hızlı ve telaşlı adımlarla dışarı çıktılar. Kapı arkalarından kapanana dek hâllerini gözlemlemekten kendimi alamadım. Neler olup bittiğini öğrenmek zorundaydım. Bir işler çeviriyorlardı ve tedirgin hâllerinden bunun hiç de hayra alamet olmadığı anlaşılıyordu. Peşlerinden gitmeliydim. Olan biteni öğrenmek için başka çarem yoktu. Odama gidip Mervan'dan köşe bucak sakladığım o telefonu aldım ve cebime alelacele iliştirdim. Sırt çantamı içindeki belgelerle birlikte toparlayıp yanıma aldım. Mervan, bu çantadan çok şüphelenmişti ve ne yazık ki şüphelenmesini gerektiren gereksiz telaşlarımı bir türlü dizginleyememiştim. O gün çantayı ve belgeleri dikkat çekmeden elinden kurtarabilmiştim; fakat tatmin olmadıkça ne benim ne de çantanın asla peşini bırakmayacaktı. Yanılmamıştım. O gün odama geldiğinde uyuduğumu düşündüğü bir anda sessizce gardırobu açıp çantamı yokladı. Bir başka gün etrafı incelediğimde her yerin dip bucak arandığını fark etmekte zorlanmadım. Elbette tepki göstererek yırtıcı okları üzerine çekmeye hiç niyetim yoktu. Görmezden gelmek şu durumda en iyisiydi. Eşyaları çantama doldurmuş nasıl bir bilinmeze gittiğimin farkına bile varamamıştım. Kimseye görünmeden hızla merdivenleri indim. Dilan ve Makbule Hanım, çoktan işe girişmiş çırpınışımı fark etmemişti. Gülnaz ise odasında Dicle ve kardeşi ile meşgul oluyordu. Bahçe kapısından geçip garaja yöneldim. Oraya ayak basmamla birlikte yaşadığım o hortum hadisesi zihnimi bir bıçak gibi kesip attı. Bu garaj evin arka kapısına bakıyordu ve kapı evin en gözden ırak köşesine manidar bir şekilde yerleştirilmişti. Duvarın ardına gizlenip, kutulardaki tuhaf torbaları kamyona yerleştirişlerini takip ettim. Oldukça tekinsiz gözlerle etrafı kolaçan ediyor; her bir adımlarını ölçülü ve dikkatli atıyorlardı. Yükleme işi bittiğinde garajdan çıkıp kutuları getiren adamlarla duyamadığım, endişe verici bir sohbete tutuştular. O torbalarda ne olduğunu görmek istiyordum ve bunun için hiçbir tehlikeye atılmaktan geri durmayacaktım. Hamile bedenimden beklenmeyecek bir çeviklikle kamyona bindim. Beni fark etmemişlerdi. Daldıkları koyu sohbet bugün benim ya en büyük şansım olmuştu ya da en büyük şanssızlığım. El yordamıyla torbaları kontrol ettim. Yüzlerce silah bu kamyona düzenli bir şekilde yüklenmiş; belirsiz bir adrese gitmeyi bekliyordu. Nereye gidecekti bu silahlar? Mervan'ın sevkiyatta nasıl bir rolü olabilirdi? Silahları Mervan üretmiş olabilir miydi? İhtimal dahilindeydi tüm bu düşünceler; ama bunu ispatlamak için daha güçlü kanıtlara ihtiyacım vardı. Sevkiyatta dağıtımın üretim kadar önemli olduğunu anlamıştım. Telefonu cebimden çıkarıp tüm o silahların fotoğrafını çektim. Adamlar silahları yerleştirirken onları video kaydını almayı da ihmal etmemiştim. Ama yeterli değildi; daha fazla delile ihtiyacım vardı. Ayak seslerini duyunca panik olup o kalın, siyah torbanın altına girdim. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Kamyonu el yordamıyla arasalar bile beni bulurlardı ve bulduklarında başıma ne geleceğini düşünmek dahi istemiyordum. Parmaklarım gayriihtiyari ağzıma kapandı. Olabildiğince nefesimi tutuyor, titremelerimi engellemeye çalışıyordum. O koca kamyonun içinde heykel kesilmiş, öylece donup kalmıştım. Sesimi çıkaramadım; aynı çantayla bir kez daha yakalanmam belgeleri ve telefondaki delilleri riske atmak demekti ve bu asla benim işime gelmezdi. Mervan'dan kurtuluşumun bileti olan onca emeği bir çırpıda harcayamazdım. Korktuğum başıma gelmişti. Kamyonun kasası büyük bir gürültüyle kapandığında ağlamamak için direndim. Ellerim titreyerek karnıma yöneldi. İçimde durmaksızın hareket eden o iki sevimli bedene odaklandım. Kendime kızıyordum; nasıl böyle düşüncesizce davranıp onları tehlikeye atabilmiştim? Bu kamyon nereye gidiyordu? Araba hareket ederken gözyaşlarım yanaklarıma hücum etmekten kurtulamadı. Büyük demir kapının sarsıcı sesleri köhneleşmiş kulaklarıma ilişti. Çıkıyordum işte! Gidiyordum bu evden; ama nereye, kime götürüyordu bu araç beni? Kamyon durduğunda oturduğum yerde dudaklarımı çaresizce ısırdım. Yoksa varlığımı fark etmişler miydi? Ayaklanıp usulca aralıktan dışarıya göz gezdirdim. Adamlar saygı duruşuna geçmiş; götürdükleri mühimmat hakkında Mervan'a rapor veriyordu. Gözlerimin aralığa mıhlamasıyla Mervan'ın otoriteyle kasılmış yüzüne tosladım. Yüzünü sola çevirse beni görecekti ve görmesiyle birlikte, beni her zaman yaptığı gibi yaka paça sürükleyerek eve götürecekti. Güçlü sesi kendimi kasadan uzaklaştırmam için komut veriyor gibiydi. Eğilip son cümlelerine kulak verdim. "Bu kamyondakiler Suriye'ye gidecek; tırdaki silahlar ise Irak'a..." Beynimde şimşekler çakmıştı. Demek bindiğim kamyon Suriye'ye yol alıyordu. Sözler yüzümün hararetlenmesine, şakaklarımın terlemesine sebep olmuştu. Ne yapacaktım şimdi? Kamyondan inmezsem kim bilir başıma ne gelecekti? Yüreğim ve aklım kavga ediyordu. Çıkmak zorundaydım; aksi halde kendimi savaşın ve terörün kol gezdiği o şiddet dolu ülkede bulacaktım. Kendimi ve yavrularımı riske atamazdım. "Teslimat için gizli mekâna gidin. Biz araçla sizi takip edeceğiz." Beni kendi elleriyle cehenneme gönderiyordu. Şu durumda araçta fark edilmek de fark edilmemek de ölümlerden ölüm beğenmek gibiydi. Yaşadığım endişe dolu dakikalar karnımın acıyla kasılmasına sebep oldu. Bu heyecan ve korku ne bana ne de yavrularıma iyi gelmeyecekti. Ortaya çıkmak zorundaydım; sonucu ne olursa olsun Mervan'a teslim olmak yapabileceğim en aklı başında davranıştı. Dudaklarımı ismini haykırmak için araladığında, bir ses benden önce davrandı. "Mervan!" Gözlerim yeniden kamyonun demirleri arasındaki o deliğe kaydı. Kadir Bey'in, Azrail'i aratmayan duruşu ben de dahil olmak üzere ortamdaki herkesi ürpertmişti. Beterin beteri var derler ya; bu sözü söyleyen, sanki Kadir Bey'i görüp de söylemişti. Bu adam Mervan'ı mumla aratacak kadar tehlikeli ve habisti. Öyle duygusuz, öyle vurdumduymazdı ki bazen onun insandan çok ruhsuz bir terminatör olduğunu düşünmekten kendimi alamazdım. O adım adım bize yaklaşırken varlığı, kendimi ifşa etmek konusundaki tüm cesaretimi silip süpürmüştü. Gözlerimden yaşlar, şakaklarımdan terler damlarken haykırışlarımı suskunluğumda boğdum. "Acele edin! Mekânda takas işini halleder halletmez kuryeyi devreye sokacaksın. Kara para aklama işini kime havale edeceğini biliyorsun." Mervan, Beylik otoritesini koruyarak, "Biliyorum, sorun çıkmayacak." dedi. Kadir Bey, gölgesinin hissedilmesini deli gibi umuyor olmalıydı; zira emirlerini bu kadar heveskâr bir şekilde bildirmesinin başka bir açıklaması olamazdı. Kirli, mavi gözleri hırsla kısıldı. "Bu sevkiyat çok tehlikeli. Oraya olabildiğince çok adamla git. Elin hep tetikte olsun. "Mervan, onu başı ile onaylayıp, "Gidiyoruz!" diye bağırdı. Hırs dolu bedeni gözlerimin kadrajından uzaklaşırken acıklı bir hıçkırık eşliğinde bir kez daha karnıma dokundum. Şimdi bizi ölüme gönderdiğini bilse acaba ne yapardı? Her şey çok hızlı gelişmişti ve ben bu iki ayaklı şeytanların arasında sesimi dahi çıkaramamıştım. Derin derin soludum. Bu kasada hapis kalmıştım ve kendimi kurtaramamam hâlinde mahvolmuşum kaçınılmaz olacaktı. Başımın dizlerimin arasına gömüp annemden öğrendiğim tüm duaları okumaya başladım. Şu saatten sonra beni buradan sadece Allah kurtarabilirdi. "Bebeğim!" diye inledim. İçimde her şeyden habersiz masum masum kıpırdanıyorlardı. Onlara bir zarar gelmesi ihtimaline dayanamıyordum. Araç yavaş yavaş hareketlendi ve dağ yolunda dikkat çekmeyecek bir hızla dolaşmaya başladı. Ne yapacağımı bilmiyordum; beni neyin beklediğini de. Elimdeki telefon hiçbir işe yaramıyordu ve ben nerede olduğumu dahi kestiremiyordum. Gözlerim o küçük aralıktan dışarıyı kovaladığında Mervan'ın siyah aracında kaygısızca oturduğunu gördüm. Muhtemelen beni evde kitap okurken, bir şeyler izlerken ya da yemem için zorladığı o kuruyemişleri tıkınırken hayal ediyordu. Mervan'a göre o ruhsuz evde güvendeydim ve mutlu olmam için de her şey mevcuttu. Ne acı bir yanılgıydı beklentileri ve ne yorucuydu tüm bu olanlar. Her şeyimle tepeden tırnağa belaydım onun için ve her şeyiyle tepeden tırnağa hayal kırıklığıydı benim için. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuktan sonra araç dağlık bir arazide durdu. Kollarım bacaklarım bu demir yığınında örselenmiş; hamile, zayıf vücudum bu rahatsız yolculukta kas ve kemik ağrılarının hücumuna uğramıştı. Siyah araç hemen sol yanımıza usulca ilişti. Adamlarından biri Mervan'ın kapısını açtı. Mervan, dik duruşuyla ve siyah, ağır giysileriyle Beyliğinin tüm haşmetini bu dağınık ruhlara estirdi. Adımlarını şimdi benden uzaklaşmak için atıyor ve beni kendi elleriyle içimdeki korkulu ayaza savuruyordu. Tüm adamları ile depo olduğunu fark ettiğim o büyük yapıya yöneldiler. Ayağa kalkıp kamyonun kasasını zorlamaya çalıştım. Açılmıyordu; ne kadar uğraşırsam uğraşayım o kilitli mekanizmanın hakkından gelemiyordum. Bir adım sesinin kamyona doğru yaklaştığını duydum. Belli ki kilidi zorlarken çok ses çıkarmıştım. Elime torbalanmış silahlardan birini aldım. Muhtemel bir zorbalıkta asla kullanmaktan geri durmayacaktım. Zaten yavrularından başka kaybedeceğin bir şey de kalmamıştı. Canımı kıymetlendiren tek şey onlardı. Gönlüme değen tek umudum, ruhumun iç çekişleri, kalbimin erken gelen bahara haklı serzenişleriydiler. Artık ne yaparsam yapayım kopamıyordum onlardan. Kim canımdan can koparılmasına dayanırdı ki? Ben elimde silahla beklerken, bir el o paslı kilitlerin gıcırtısını ruhumun ürkek çocukluğuna karıştırdı. O kapının açılmasıyla Güneş, ışıklarını kamyon kasasına cömertçe sundu. Gözlerim aydınlığın kemer darbeleriyle kısıldı. Karşımdaki ebleh yüz, gözlerini kocaman açıp, "Nazar Hanım!" diye sayıkladığında bir an bile tereddüt etmeden elimdeki silahı sertçe kafasına indirdim. Anlık bir göz seğirmesinin ardından yere yığılıp kaldı. Onu gözden ırak bir yere sürükledim. İnsanların bu adamı baygın görüp mevzuyu anlamalarını istemiyordum. İçerden bir çığlık sesi kulağımı yırtarcasına yankılandı. Ne yapacağımı bilemez bir şekilde kendi etrafımda dönüp duruyordum. Şehirden çok uzaktım ve bu tenha tepede başıma ne geleceğini asla bilemezdim. Civardan bir aracın gelmesi imkânsız gibiydi; kaldı ki yabancı birine güvenip yollara düşmek şu zamanda akıl kârı bir iş de değildi. Yavaşça o depoya yöneldim. Kapıyı gıcırdatmamaya özen göstererek içeri süzüldüm. Oldukça pis ve izbe bir depo olması içimin ürpermesine sebep olmuştu. Yürüdüğüm koridor, paslı çiviler ve ağır metallerle doluydu ve burada beni neyin beklediğini tahmin dahi edemiyordum. Etraf rutubet kokusuna bulanmıştı. Bu harabede ciğerlerime kadar küflenmiştim sanki. Duvarlara baktım. Yoğun bir is tabakası mahşeri bir korkuyu yüreğime esti. Belli ki bu mekân bizden önce de pek çok evsizin barınağı olmuş ve yanan tenekelere sığınıp ısınmaya çalışan bu ötesiz insanları misafir etmişti. Duvardan sesin geldiği tarafa ürkek bir bakış atıp olan biteni anlamaya çalıştım. Mervan, karşısında güç bela ayakta duran adama sert bir tekme savurdu. Adam, paldır küldür yerde yuvarlanırken, "Affet Beyim; hata ettim!" diye inledi. Mervan'ın tehlikeli, kara bakışları bu mesafeden bile içimi didiklemeye yetmişti. O tutkulu aşık adam yoktu karşımda. Evde belime dolanıp öpücükleriyle bedenime aşk rüyaları göstermiyordu şimdi. Umutsuz, habis bir canavara dönüşmüştü ve yakıcı, azap kükreyen ruhu, tüm küstahlığı ile karşımda ezici naralar atıyordu. Hazır mıydım onun bu tehlikeli yüzüyle tanışmaya? "Affet Beyim, kurban olayım Affet!" Mervan, yüzüne okkalı bir tükürük fırlattığında içimdeki korku boğazıma kadar tırmandı. "Aşağılık p*ç!" Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Dolan gözlerim umutsuzca gözpınarlarımı tokatlıyor, dökülmek için yaralı yaralı hıçkırıyordu. "Ben ettim sen etme Beyim! Kurban olayım yapma!" Mervan, sırtını döndüğünde; karanlık gölgelerinden biri zavallı adamı sandalyeye oturtup pis pis sırıttı. "Onu paraları bizden gizli didiklemeden önce düşünecektin. İhaneti affetmem, bana yamuk yapan adamı bir daha yakınımda gezdirmem!" "Yapma Beyim, ben ettim sen etme!" Mervan, adamın uzamış ön kahkülünü hızla çekip başını arkaya yasladı. Artık göz gözeydiler. "Söyle, kim için ihanet ettin bana? Kime çalışıyorsun?" Adam, kan tükürüp, "Kimseye çalışmıyorum Beyin. Anam avradım olsun ki kimseye omuz vermedim ben!" diye ağlamaya başladı. Mervan, dudaklarını kinle birbirine bastırdı. Başı ile adamı bitirici bir işaret yaptı. Şişman adam, sırıtarak kerpeteni eline aldı. Çaresizce akıbetini bekleyen delikanlıyı sandalyeye iyice kıstırıp tırnaklarına şaşkın bakışlarım arasında hücum etti. Bir çığlık sesi, bu viran depoyu amansız bir isyana sürükledi ve ben bu korkunç manzara karşısında ellerimle yüzümü kapatmaktan kurtulamadım. Neler yapıyordu Mervan? Nasıl bu kadar zalim olabilirdi? Ben yeraltı dünyasının aslanıyım, demişti. Ne acı! Haklıymışsın diye bağırmak istedim. Ben seni aslında hiç tanımamışım; sen var olduğuna inanmak istemediğim kadar korkunç bir adammışsın. Sen şeytanın habis, lanetli bir fısıltısı; nefret dolu bir şarkının kinayeli, bitmek bilmeyen nakaratı gibiymişsin. İçim acıyordu. Ellerimle karnıma dokundum. Nasıl bir kaderdi bu? Ben bir canavarın canını içimde taşıyordum. Ben koynumda bir şeytanı ağırlıyordum ve Allah kahretsin ki ne kadar kaçsam da kurtulamıyordum onun günahkâr arzularından. Adam dövünerek ağlarken, gözlerini bir an bile kırpmamıştı. Başına baykuş gibi dikilip, "Konuş köpek!" diye ortalığı inleten bir yankı bıraktı. "Kime çalışıyorsun?" Adam suskundu. İnim inim inliyor; ama yine de konuşmamakta direniyordu. Mervan, bir baş işareti daha yapıp beni deli eden bir iznin kapılarını açtı. Telefonu çıkarıp tüm bu saçmalığı kayda almaya başladım. Onu kendi günahlarında boğmaya kararlıydım. Mervan'dan kurtulduğumda yapacağım ilk şey cürmünün hesabını sormak olacaktı. Yavrularımın babasız büyümesi umurumda bile değildi. Artık en büyük görevim onları babalarının karanlığından korumaktı. Kopan çığlıkları yüreğim dağılarak dinlemiştim. Adam, üçüncü tırnağı da harcayacaklarını anlayınca, "Zorbey! Zorbey'e çalışıyorum!" diye bağırdı. Mervan, başını hınçla salladı. Ellerinden hiç düşürmediği o iğreti, beş kurşunu sımsıkı kavrayıp sıktı. Sebepsiz bir şekilde bu kurşunları elinden düşürmez, her kızdığında avuçlarında ufalamaktan vazgeçmezdi. Neden bu kurşunlarla bu kadar ilgilendiğini anlamazdım. Diğerlerinden ne farkı vardı ki o metal parçaların? "Benden Zorbey'e bir mesaj götüreceksin! " Adam, kesik kesik solurken başını korkaklığından utanarak salladı. "Ona de ki!" Mervan, bir adım daha yaklaşıp tek bir hamleyle zavallı adamın oturduğu sandalyeyi devirdi. "Aslanhan, bu ihanetinin bedelini ödetecek. Seni bir köpek gibi ininden çıkarıp, ayaklarının altında ezecek ve uyuz bir leş gibi alemin divanına atacak. Kâbusun olacak; bundan kurtuluşun yok!" Mervan, arkasını döndüğünde tam 7 el ateş sesi duyuldu. Kurşunlar yüreğime saplanıp kalmıştı. Bu tükeniş benliğimi hiç olmadığı kadar örseliyordu. Adamları cesedi sadistçe bir keyifle izlerken, elimdeki telefon korkudan hızla yere savruldu. İrkilmişlerdi. Sırtımı duvara yaslayıp sakince telefonu aldım. Tüm gözlerin gizlendiğim duvara çevrildiğini biliyordum. Battal, hissiz vicdanını yenip, "Git bak şu koridora! " diye sayıkladı. Sessiz bir şekilde eski bir tuğla yığınının ardına gizlendim. Neyse ki beni görmemişlerdi. Adam, şüpheli adımlarla bulunduğum yere yaklaşırken ecel terleri dökmekten kurtulamadım. Bir nefes kadar yakınımdayken birkaç ayak sesi ürkütücü bir marş gibi kulaklarıma dadandı. Artık dikkati üzerimde değildi. Hızla kapıya yönelip siyah giysili adamları içeri buyur etti. Adamlar, ellerindeki 5 büyük çanta ile Mervan'ın karşısına dikildi. Varlıklarına üzülsem mi; yoksa beni yakalanmaktan kurtardıkları için sevinsem mi bilemiyordum. Bildiğim tek şey, bu oyunun karanlık bir satrancı aratmadığıydı. Mervan, kendisine yöneltilen selamı kibirli bir eda ile görmezden gelip, "Toplayın şu leşi! Mesajı yazıp o adinin kapısını atın! Görsün Aslanhan'ın kim olduğunu!" Adamlar, bu umursamazlığı görmezden gelip çantaları üst üste Mervan'ın önüne dizdiler. "Silahlar tamam! Paran hazır. Kurye yola çıktı; her şey istediğimiz minvalde gidiyor." Mervan, onu başıyla onayladı. Adam, ona elini uzattığında görmezden gelip sırtını döndü. "Bir iş yaparsam düzgün yaparım ben! Bileği bükülmez Aslanhan'la iş yapıyorsun." dedi kibirli edasından ödün vermeden. Dudakları imalı bir şekilde kıvrıldığında, "Sen şanslı bir serserisin! " diye ekledi. Adam, onu başıyla onaylayarak kibirli gururunu okşamaktan geri durmadı. Daha fazla burada kalmak istemiyordum. Yavaş yavaş dışarıya süzüldüm. Artık suç delilleri en can alıcı hâliyle elimdeydi. Polise gidecek ve tüm bu karanlık maskeleri bir bir düşürecektim. Kapıdan çıkar çıkmaz geldiğimiz yola doğru yönelmek istedim. Önümdeki adamlar, hummalı bir şekilde silahları bir başka kamyona yüklerken, hiç olmadığım kadar kararlıydım. Adımlarım sendeledi. Gözlerim gördüğüm manzara karşısında hayrete düşmüştü. Mehmet... Bu o muydu? Neler oluyordu? Mehmet'in askerde olması gereken bir zamanda burada nasıl bir işi olabilirdi? Kendimi göstermeden bir süre daha onları izledim. Gözlerim bana oyun oynuyordu galiba. Bu Mehmet olamazdı. Yaşadığım sinir buhranından güçlükle uzaklaştım. Kendimi belli etmeden kaçıp gitmeliydim buradan. Şimdi tüm bunları düşünmenin sırası değildi. Yakalanmam hâlinde bir çuval inciri berbat edebilirdim. Onlara görünmeden deponun arkasını dolaşıp uzaklaşmak için bir hamle yaptım. Zihnim hâlâ gördüklerimi yalanlar gibiydi. Gerçekten o gördüğüm Mehmet olabilir miydi? Aklım benimle dalga mı geçiyordu yoksa? İki adımdan sonra ensemde hissettiğim metal soğukluk, içindeki buz parçalarını harekete geçirdi. Yüzümü döndüğümde ürkütücü yüzü kalbimin çarpıntısına karışmıştı. Siyaha çalan iğreti dişleriyle beni iğrendirecek tarzda sırıttı. Hâlâ gördüklerimin etkisiyle şaşkınlık denizinde cebelleşip duruyordum. "Şuna bak! Cennetten bir huri düşmüş kucağımıza da haberimiz yokmuş!" Titreyen dudaklarımı zapt edemiyordum artık. Bu Mervan'ın adamlarından biri değildi. Yüzüm ona dönükken, birkaç adım sendeledim. "Uzak dur benden!" Ellerim gayriihtiyari karnıma ilişti. Kendimden çok onlar için korkuyordum. Son hareketim gözlerinin karnıma odaklanmasına sebep olmuştu. "Demek hamilesin!" Elleriyle beni kavramaya çalıştı. Ondan uzaklaşmak için çırpınırken telefonum toprak zemini boyladı. Onu almak için eğilmeye çalıştım; fakat benden önce davranıp çoktan telefonu avuçlamıştı. Son cesaret kırıntılarımla, "Onu bana ver!" diye bağırdım. İşaret parmağını dudaklarına götürüp, "Şşş!" diye fısıldadı. Telefonu alacağıma dair umutlarım sönmüştü. Kaçmaya yeltendim. Beni kolumdan tutup hamileliğime aldırmadan yere savurdu. "Ah!" diye inlemekten kurtulamamıştım. Kasılan karnım, canımın daha çok yanmasına sebep olmuştu. Silahın namlusunu üzerimde gezdirirken tek eliyle çektiğim fotoğrafları ve video kayıtlarını yokladı. "Seni fırsatçı sürt*k! Demek hafiyelik yapıyordun!" Beni bağrımdaki kumaştan yakalayıp hırsla çekiştirerek yerden kaldırdı. Gözyaşları içinde, "Bırak beni!" diye bağırdım. Elinin tersiyle yüzüme okkalı bir tokat savurdu. "Kes sesini!" Kolumdan çekiştirdiğinde onu iterek kurtulmaya çalıştım. Adımları küçük bir sendelemeye uğradıktan sonra yeniden burnumun dibine kadar yaklaştı. Saçlarımı yolarcasına kavrayıp beni sırtüstü yere doğru eğdi. Canım yanıyordu ve ne yazık ki bu zalimin karşısında çektiğim acının en ufak bir kıymeti yoktu. "Seni aptal Barbie! Yanlış adama çattın. Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak? " Ona sert bir tekme savurdum. Yüzü acıyla kasıldı. Elbette intikamını almakta gecikmeyecekti. Karnıma benimkinden çok daha sert bir tekme indirdi. Acıklı bir haykırışın ardından kendimi dizüstü yere bıraktım. Karnımdaki ritmik kasılmalar şiddetlenmiş, beni acının ve korkunun dipsiz kuyularına hapsetmişti. "Ah!" diye inleyip ağlarken düşündüğüm tek şey yavrularımdı. Bana ne olacağı, zerre kadar umurumda değildi; tek duam yavrularımın gül yüzünü doya doya görmek ve kokusunu anneliğin hayat bulduğu kalbime hapsetmekti. "Bebeğim!" diye hıçkırıp yalvarır gözlerle ona baktım. Merhametin en sedefli kıvrımları yüzünde yer bulamamışken, köhne zincirler vicdanını nasırlı bir kisveye büründürmüştü. "Bırak gideyim!" "Kimin ajanısın? Kime çalışıyorsun?" Başımı yalanlar gibi salladım. "Kimsenin ajanı değilim, Mervan'ın karısıyım ben! Nazar... Adım Nazar!" Şaşırmıştı. "Yalan! Mervan'ın karısının kim olduğunu çok iyi biliyorum; beni kandırabileceğini mi sanıyorsun?" Acıdan ter içinde kalmış olan yüzüme aldırmadan, "İmam nikahlı karısıyım; onun çocuklarını taşıyorum. Eğer bana yaptıklarına öğrenirse, seni kimse Mervan'ın elimden alamaz." diye inledim. Bakışları bana inanmadığını ele vermekte gecikmedi. Kuşkulu gözleri sabırsızlıkla üzerimde gezindi. Kolumdan tutup sürükleyerek kaçtığım ine götürdü. Bacaklarımın arasından sızan kan, yüreğimi delicesine titretiyor; benliğimin duvarlarına çarparak içten içe dağıtıyordu beni. Kaçtığım koridora acıyla inleyerek süklüm püklüm geri döndüm. Ağzımı kapattı. Mervan'ın bulunduğu bölümün önünden geçerken sesimi duyurmak için çırpındım; fakat ne yazık ki çabalarım en hüsranlı şekilde boşa çıkacaktı. Başımda silah, ağzımda kirli elleri yaka paça kendimi üst katta bulmuştum. Ben, üst katta canımla cebelleşirken; Mervan, aşağıda kirli takasının son demlerini yaşıyordu. "Mervan!" diye gücümün son kırıntılarıyla haykırmak istediğimde, aynı el yeniden saçlarıma ilişti. Silahı şakağıma dayadığında ellerimle karnıma dokundum. Hareket etmiyorlardı artık. Bir düşünce kursağımda tıkanıp kaldı. Yoksa... Hayır, diye haykırmak istedim. Ağlayamıyordum ve ben artık soluk bile alamıyordum. "Yavrularım için yaşamak zorundayım. Onlara kavuşmama izin ver!" Nefretle soludu. Gözleri ruhuma cehennemi çağrıştırıyordu. "Onu boyundan büyük işlere girişmeden önce düşünecektin." Hıçkırıklar ardı ardına boğazımdan döküldü. "Anlamıyor musun, Mervan'ın karısıyım; casusu değil!" Suratıma okkalı bir tokat patlattı. "Hangi kadın kocasının arkasından onu mahvedecek işler çevirir. Karısı olsaydın kocanı bitirmek için uğraşmazdın!" Duyduğum sözler kanımı dondurmuştu. Hayatımda ilk defa Mervan'a muhtaçtım. Bir aptal gibi, onun ateşten kanatlarına sığınmaya çalışıyordum ve ne yazık ki şu durumda o kanatlar beni asla gölgeleyemeyecekti. Kapının ardındaki genç delikanlı, tüm konuşmalarımızı duymuştu. Başını manidar bir şekilde sallayıp, hınçla aşağıya indi. Adam, beni yeniden cama yapıştırdığında medet umar gibi pencereye yaslandım. Mervan'ın beni görmesini umuyordum; görmesini ve beni bu haydutun elinden kurtarmasını. Bunu bana borçluydu, en azından yavrularımız için yapabilmeliydi. Tükenerek, yarı ölgün bir halde camın hemen altındaki satılmış ruhları seyre daldım. Yavrularımdan bir hareket görmediğim her dakika biraz daha solup gidiyordum. Yanımızdan ayrılan delikanlı, efendisinin kulağına usulca bir şeyler fısıldadı. Adamın öfkeden mora çalan yüzü dikkatlerden kaçacak gibi değildi. "Beni sattın Aslanhan!" diye bir haykırış tüm binada yankılandı. Mervan'ın şaşkın yüzüne medet umar gibi baktım. Hiç ummadığım bir anda birbirlerine silah çektiler. Biraz önceki çıkar alışverişinin yerini dipsiz bir düşmanlık almıştı. Ardı ardına çınlayan kurşun sesleri azabımı ve şaşkınlığımı ikiye katladı. Gözlerimin önünde Mervan'ın iki adamı kanlar içinde yere yığılıp kaldı. Battal, sorgusuzca Mervan'a siper olmuş ve ne yazık ki hatalarımın bedelini kurşunlanarak ödemişti. Mervan; onu kırgın, sisli bakışlarla süzüp omuzlarından yakaladı. Elbette silahındaki kurşunları hasmının beynine boşaltmakta gecikmeyecekti. Battal'ı omuzlayıp adamlarına, " Gidelim! "der gibi bir baş işareti yaptı. Gözlerimin önünde koridora doğru koşup depodan çıktılar. Artık yalnızdık ve ne yazık ki başımda hissettiğim namlunun soğukluğu tüm yardım çığlıklarımı boğuyordu. Yüzümü, arkamda pusuya yatmış olan canavara çaresizce döndüm. Sinsi bir tebessümün ardından elindeki silahı başımızın üzerindeki kalın borulara çevirdi ve kaşla göz arasında iki el ateş etti. Korkulu gözlerle açılan deliklere baktım. Etrafa yayılan gaz kokusu, korkunç planına ele vermekte gecikmedi. Beni doğalgazla zehirleyerek öldürmeyi planlıyordu. "Hayır!" diye sayıkladım. Çaresizce bakan gözlerime; hâlsiz, bitik duruşuma aldırmadan, "Burada yapayalnız can vereceksin. Ölüm seni kucaklayana kadar çaresizlik içinde kıvranacaksın!" diyerek kindar kindar güldü. Mecalsiz adımlarla ona yöneldim. Kapıyı sertçe kapatıp, ardımdan kilitledi. "Mervan!" diye haykırarak umutsuzca kapıya vurdum. Mervan, depodan çoktan uzaklaşmış olmalıydı ve asla beni duyamayacaktı. Gaz ciğerlerimi döverken, kan tükürür gibi öksürmekten kurtulamadım. Sesimin son perdesini kullanarak bir kez daha umutsuzca, "Mervan!" diye bağırdım. Öksürükler için de diz çöküp kendimi bitik bir şekilde yere bıraktım. Gözlerim bulanıyor, zihnim tüm hayatımı perde perde göz kapaklarıma sunuyordu. Hayat beni hırçın Karadeniz'den nefesimin son bulduğu bu depoya kadar getirmiş; zaferi umduğum bir anda beni ölümün kucağına bırakmıştı. Son kez yitip giderken sayıkladım. "Mervan, kurtar beni!" Gözlerim usulca kapandı ve soluğum zehirli bir debdebeyle kucaklaştı. "Kurtar bizi..." *** Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayınız. ☺️🔥 |
0% |