Yeni Üyelik
38.
Bölüm

38. Bölüm: Savaş

@syildiz_koc

Merhaba arkadaşlar hikâyemiz kaldığı yerden devam ediyor. Kitap tamamlandı. bu sebeple düzenli bölümler atmaya çalışacağım. Hoşçakalın. Yorum yapıp yıldız atmayın unutmayın. :)


Medya: Saklımdasın


SAVAŞ


"Neden yorgunsun sorusuna cevap aramaktan ve bunu


Sormasınlar diye gülümsemekten yoruldum."


CEMAL SÜREYA


Hazırladığım çorbayı ve yemekleri tepsiye yerleştirdim. Artık her şey hazırdı. En sevdiği yemekleri yapmış ve en sevdiği kitabı hazırlayıp odasına doğru çoktan yol almıştım. Tepsiyi şifonyerin üzerine bırakıp kapıyı tıklattım. İçeriden gelen homurdanma müsait olduğunun habercisiydi. Kapıyı açıp tepsiyle odaya girdiğimde tekerlekli sandalyeyi çevirip buruk bir tebessümle bana baktı.


"Bugün çok iyi görünüyorsun." Gözlerini bir kez kırptı. Bu aramızda onaylama anlamına gelen bir işaretti. İki kez kırptığında ise konuyu reddettiğini ya da olumsuz bulduğunu anlıyordum. Olabildiğince neşeli görünmeye çalışıyordum. Dün olanlardan duyduğum hüznü gizlemek en iyisiydi. Onca sıkıntısının içinde bir de bana üzülmemeliydi Korkut abi. "En sevdiğin yemekleri yaptım. Umarım beğenirsin!" Hızla perdelere yöneldim. Camları bir çırpıda açıp temiz havanın odaya doluşunu hissettim. "Kuş cıvıltılarını duyuyor musun?" Gözlerini kırpıp beni başıyla onayladı. Bakışlarındaki umudu görmek yüreğimdeki çiçekleri bahar kokusuyla yeniden açtırmıştır.


"Bahar geldi, havalar iyice ısınmaya başladı artık! Hadi bakalım, yemek zamanı!" Sandalyeyi yanıma çekip elimdeki tepsiyle üzerine oturdum. Çorbasını biraz daha soğuması için birkaç defa karıştırdım. Kaşık dudaklarıyla buluşurken yüz ifadesinden beğendiğini anlıyordum. Dudaklarının kenarındaki yemek lekelerini silip yavaş yavaş yedirmeye başladım. Kendisi ile ilgilenmemden oldukça hoşnut oluyordu. Bu evde ona gerçekten değer veren pek az insandan biriydim. Sağlığını ve ilaçlarını çok önemsiyordum. Fizyoterapiye gittiğinde gelişimini takip ediyor ve daha iyi olması için elimden ne gelirse yapıyordum.


Yemek ve tatlı faslı bitmiş sıra hazırladığım meyve tabağına gelmişti. Güçten düşmemesi için ufak bir vitamin deposu ona şarttı. Mandalina yediğinde dudaklarının kenarından akan suları peçeteyle sildim. Bunu her yaptığımda mahcup olduğunu biliyordum. Kendisine küçük bir çocuk gibi bakmamdan rahatsız oluyordu. Yıllarca birilerinin desteğiyle ihtiyaçlarını görmüş; ama yine de muhtaçlık psikolojisinin ağır yüküne alışamamıştı belli ki. "Mandalinalar da pek suluymuş. Sezon sonu bunlar; artık yaz meyveleri düşer tablalara." dedim. İlaçlarını içirip ona aldığım naneli sakızdan bir tane uzattım. Küçük bir homurdanma eşliğinde yavaş yavaş çiğnemeye başladı. Bu çene kaslarını daha da hareketlendirecek ve dolaşımını hızlandıracaktı. Güçlenen kaslar çiğneme ve konuşma konusunda biraz da olsa ona yardımcı olabilirdi.


Doktorunun öğrettiği hareketleri vücuduna uygulamaya çalışarak egzersiz yapmasına yardım ettim. Yaklaşık bir saatlik çalışmanın neticesinde yorulduğunu anlayıp onu rahat bıraktım. O dinlenirken bir süre bakışlarım camdan bahçeye süzüldü. Düşünüyordum. Yapayalnız kaldığım bu evden nasıl kurtulabileceğimi beynimi yumruklarcasına düşünüyordum. Doğumdan önce bunu bir şekilde başarmalıydım; aksi halde kaçışım gitgide imkânsız bir hâl alacaktı. Belgeler artık bende değildi; kayıtlarımı tuttuğum telefon da. Orada kaybetmiştim. Depoya geri dönüp belgeleri geri alma şansım olamazdı. Tam olarak nerede olduğunu bile hatırlamıyordum ve belgelerin hâlâ orada olduğuna dair bir dayanağım da yoktu.


Korkut Abi'den gelen hırıltılı sesler dikkatimi yeniden ona yöneltti. "Yok bir şey. Sana kitap okumamı ister misin? " Gözlerini bir kez kırptı. Kütüphanesine yaklaşıp dünya klasiklerinden birini aldım. En çok Rus Edebiyatına dair olan kitaplardan hoşlanıyordu. Bir de aşk romanlarından... Kitabı gösterip, "Suç ve Ceza'ya ne dersin? " diye sordum. Olur manasında gözlerini kırptı. Sandalyesini pencereye yaklaştırıp yanına oturdum. Dışarıdaki çiçeklerin manzarasını görmek en büyük tutkularından biri olmuştu. Raskolnikov'un hayat hikayesini ve işlediği cinayeti büyük bir merakla dinliyor; zorlukla oynattığı mimikleriyle beni okumam konusunda teşvik ediyordu.


Yaklaşık bir saat okuduktan sonra ummadığı bir anda duraksadım. Gözlerimin dolması, dudaklarımın büzülmesi onu meraklandırmış olmalıydı. Küçük bir homurdanma genzini yokladı. Bakışlarım, yıkılmış harelerinde gezinirken başımı acıyla eğdim. "Mervan..." Gözlerini iki kez kızgın bir ifade ile kırptı. İçten içe bana yaptıklarına kızdığını biliyordum. Korkut abi, merhametli bir adamdı. Masum gözlerini, yumuşak yüzünü gören herkes külçeler dolusu altından daha kıymetli bir kalbi olduğunu anlayabilirdi. Küçük bir inleme bakışlarımı yeniden ona çevirdi. Gördüklerimi içimde tutamıyordum artık. Biriyle paylaşamazsam ölecekmişim gibi bir kalp ağrısı peyda olmuştu bedenimde. Öyle hoyrat, öyle yakıcı bir sızıydı ki yüreğimden çağlayan, konuşursam belki biraz olsun durulacaktı. Şaşkın, meraklı bakışları arasında bir anda sayıklayıverdim gerçeğimizi. "O karanlık işler çeviriyor."


Yüzünün rengi atmıştı. Gözlerini bir kez kırptı. Tavırlarındaki rahatlık bunu çok önceden bildiğinin ön sinyallerini veriyordu. "O... Adam öldürüyor, kaçakçılık yapıyor, işkence ediyor... Lanetli insanlarla kirli alışverişler yapıyor." Susup hüzünle yutkundum. "Gözlerimle gördüm. Birkaç dakika önce onlardan biri ile tokalaşırken birkaç saniye sonra çatışıp öldürdü." Dudaklarının titrediğini görebiliyordum. Gözlerini kaçırdı. "Korkuyorum abi! Bu belalı hayatının beni ve çocuklarımı yakmasından korkuyorum." Alnımı tekerlekli sandalyenin koluna bırakılmış eline yasladım. Gözlerimi kapatıp masumiyetine sığındım. "Ne yapacağım ben abi? Ne olur bir yol göster, çaresizim!"


Kapı aniden açıldı. Başımı çevirdiğimde Mervan'ın mühürlü gözlerine tosladım. Korkut abinin bakışları da ona çevrilmişti. Dudaklarını hırsla birbirine bastırıp bize yaklaştı. Yanındaki iki kadını görünce irkilmekten kurtulamadım. Kolumu sertçe çekip beni diz çöktüğüm yerden kaldırdı. Gözlerindeki tehditvari ifade yüreğimi kıskaca alıp var gücüyle sıkıyordu. Duymuş muydu söylediklerimi; yoksa aramızdaki bu masum ilişkiyi yanlış mı anlamıştı? Bakışlarını benden çevirip yeniden kadınlara dikti. "Bu bayan, Nazar Hanım. 2. karım... Gülnaz'ın kuması... " Son sözü nefret dolu bakışlarımı ona dikti. Hayatıma giren eşsiz kadın demişti beni tanıtırken. Şimdiki ifadesini düşündükçe ona olan öfkem katbekat artıyordu. Tavırlarımdaki nefreti görmezden gelip sevimsiz sözlerine devam etti.


"Ona dikkat edin! Oldukça tehlikeli ve haylazdır. Sürekli evden kaçmaya çalışır. Telefonlarınızı kullanmasına asla izin vermeyeceksiniz. Hatta onları yanınızda bile getirmeyin. Evde gürültüden hiç hoşlanmam." Bana yan bir bakış atıp devam etti. "Gözünüzü onun üzerinden bir an olsun ayırmayacaksınız. Tüm gün ne yaptığını bilmek istiyorum; ancak o zaman her şeyin yolunda olduğundan emin olabilirim." Artık kendimi durduramıyordum. "Yeter Mervan!" diye bağırdım. Bu çıkışımdan hoşlanmamıştı. Başı ile onlara bir işaret yapıp gönderdi. "Ben senin odana yerleştirdiğin bir biblo değilim. İstediğin zaman hırpalayıp, kırdığın basit bir eşya değilim." Onu itip duvara yapıştırdım. "Bana saygı göstermek zorundasın. Hayatımı yönetmeye çalışmaktan vazgeç!"


Kollarımdan sıkıca tutup, bedenimi bedenine yasladı. "Ne olup olmadığına ben karar veririm!" Dudaklarımı yalanlar gibi kıvırdım. "Sen adi bir zavallısın! Benimle ilgili hiçbir şeye karar veremezsin!" Bakışlarımız bir süre daha birbirini taradı. Başını esefle sallaması ve öfkeyle soluması umurumda değildi. Onu orada öylece bırakıp hırsla kapıya yöneldim. Arkamdan duvara attığı yumruk kulaklarıma değemeyecek kadar değersizdi. Merdivenlere yöneldiğimde peşimden geleceğini sanıyordum. Gelmemişti; yoksa şimdi Korkut abiyi mi sıkıştırıyordu? Geri dönüp nabız yoklamalı ve her şeyin onun için de yolunda olduğundan emin olmalıydım.


Kapı aralığından tekrar odaya göz attım. Sırtları bana dönük olduğundan varlığımı fark etmemişlerdi. Mervan, bir süre camdan dışarıyı izledi. Onu hırpalayıp üzmesinden delicesine korkuyordum. "Seni seviyor! "dedi bakışlarını Korkut abide gezdirirken. "Kendi ailesinden biriymiş gibi davranıyor." Oturduğum sandalyeye geçip ellerine dokundu. "Bana kızgınsın değil mi? Babama uyup bu karanlık işleri yaptığım için, onu bu eve zorla getirdiğim için kızgınsın." Korkut abinin hassas yüzünün öfkeyle kasıldığını fark ettim. Gözlerini gözlerine mıhlayıp, "Haklısın!" diye sayıkladı. "Çok suçluyum, günahkârım; ama onu deliler gibi seviyorum. Ölesiye seviyorum abi. İlk gördüğüm andan beri ondan başka bir şey düşünemiyorum."


Sandalyeden kalkıp başını abisinin cansız dizlerine yasladı. Ondan merhamet umar gibi bir hali vardı. "Onu unutmak için çok uğraştım. Evli bir adam olduğumu, çocuklarım olduğunu yüzlerce kez kendime hatırlattım. Nazar'ı istememin büyük bir hata olduğunu kendime haykırdım durdum aylarca. Babama Gülnaz'la evleneceğim sözünü verdiğimde Nazar'a âşık olacağımı bilemezdim. Sevemem sanıyordum. Hiçbir kadının yüreğimde yer edinebileceğine inanmıyordum." Başını acıklı bir edayla kaldırıp gözlerini sakat abisinin yorgun gözlerinde dinlendirdi. "Yapamadım... Onu bu eve getirmem yanlıştı; sevmem yanlıştı. Hakkım yok bunların hiçbirini yapmaya, biliyorum; ama ben onu vazgeçemeyecek kadar çok seviyorum. Onsuz her an ölüyorum. Başkasına ait olma, başkasını sevme ihtimaline bile dayanamıyorum."


Duyduklarım beni paramparça etmişti. Bana olan sevdasına yenik düşüşü hepimizin hayatını çıkmaza sokmuştu. Bazen çok kızıyordum ona; bazense hâline hiç olmadığım kadar acıyordum. Mehmet'i çok sevmiştim; ama ben asla ona zorla sahip olmaya çalışmazdım. Bu konuda onun da benden daha farklı bir tavır içinde olacağını düşünmezdim. İnsan hissettiğini biliyordu. Ben de ne hissettiysem o kadarından haberdardım elbette. Mervan'ın içindeki tutkunun boyutlarını keşfetmem imkânsızdı. Onun insanı ne zaman gül bahçesine ne zaman ateş çukuruna atacağı belli olmazdı. Ona güvenmeyi düşünmek boş bir çaba olabilirdi ancak. Dolu dolu olmuş gözlerimle odama doğru usulca süzüldüm. Artık biraz olsun sakinleşip, düşünebilirdim. Arkamı döndüğümde bir çift ela göz gözlerime ilişti. Gülnaz...


"Ne işin var odamda?" Yatağımdan kalkıp önüme geldi. "Seni görmek istedim. " İçeri girip ona sırtımı döndüm. "Gördün işte, şimdi çıkabilirsin!" Kolumdan tutup beni kendine çevirdi. "Sana Mervan'ın bir gün Nazar hevesi geçecek demiştim. En sonunda aptallıklarınla bıktırdın kendinden. Yakında bu evin kapıları tamamen yüzüne kapanacak; bakalım o zaman ne yapacaksın?" Sözleri şaka gibi geliyordu. O küçük beyni Mervan'ın benden asla vazgeçemeyeceğini anlamıyordu bir türlü. "O hâlâ bana âşık ve hâlâ senden nefret ediyor. Şu zavallı hayallerine bir son vermelisin bence. Senin şu içler acısı halini daha fazla görmek istemiyorum." Küçük bir kahkaha dudaklarını yokladı. "Dün gece benim yanımdaydı ama. Benim kulağıma tatlı sözler fısıldadı." Sözleri kadınlık gururumu alaşağı etmişti. Demek gerçekten onunlaydı tüm gece. Şu an beni deliler gibi sevdiğini söylerken; bir gece önce ona dokunmuştu.


Aşkına asla inanmıyordum. Beni sevip sevmemesi de zerre kadar umurumda değildi. Düşünce dünyamdan sıyrılıp ona yüzümü döndüm. "Demek aylar sonra bir kadın olduğunu hatırladın. Senin adına sevindim. Unutulmak zor şey doğrusu; bir kadını incitmek için intikam amaçlı kullanılmak çok daha zor olsa gerek!" Sözlerim gülen yüzünü mosmor bir ifadeye büründürmüştü. Haklıydım... Onu sevmiyordu; yaşanan her neyse bana inen bir hançerden daha değerli değildi. "Sana acıyorum. Şu haline bak! Kocamın çocuğuna hamilesin; ama resmiyette karısı bile değilsin. Kimse seni tanımıyor; onun soyadını taşımıyorsun. Bu evde bir odalıktan farkın yok. Küçük, aptal bir oyuncak... Bir gönül eğlencesi, nefsini tatmin ettiği zavallı bir beden..." Artık kendimi daha fazla tutamayacaktım. "Kes sesini!" Onun hâli de benden daha iyi görünmüyordu. İkimiz de öfke kuyusuna düşmüş; debelenip duruyorduk. "Yalan mı aş*fte?" diye bağırdığında üzerine yürüyüp onu hırsla ittim. Sırtı kapının tokmağına çarpmış ve yüzünün acıyla kasılmasına sebep olmuştu. Ah diye inlediğini duyar duymaz kışkırtıcı bir şekilde gülümsedim. Kendi kaşınmıştı ve bundan çok daha fazlasını hak ediyordu.


Hırsla üzerime atılıp okkalı bir tokat patlattı. Yüzümün yangısını umursamadan misliyle karşılık verdim. Hamile hâlime aldırmaksızın boğazıma yapıştı. "Seni geberteceğim sarı yılan!" Boğazımdaki elini yakalayıp ısırdım. Saçlarıma uzanmak istediğinde kendimi ürkütücü parmaklarından kurtardım ve elini kavrayıp sertçe duvara yapıştırdım. Artık saçları beyaz ellerime dolanmış, parmaklarım arasında donuk yüzüme göz kırpıyordu. "Hadi şimdi gelip kurtarsın seni benim elimden. Hadi baş belası, bağırsana! Durma!" diye bağırdım. Saçlarını avuçlarımdan kurtarmak için tırnaklarını kollarıma geçirip tenime hatırı sayılır çizikler attı. Can havliyle onu yere savurdum. Üzerine oturup onu bacaklarımla kıskaca aldım. Artık ne debelenmeleri ne de bağırtıları onu benim ürkütücü şaplaklarımdan kurtarmaya yetmeyecekti.


"Nazar bırak! Bırak dedim!" Suratını tokatlarımla kıpkırmızı etmiş; kaçmaya her yeltenişinde tutamlarını hırsla çekip yerlerde sürüklemiştim. Biz savaşırken kapı hesapsızca açıldı. "Ne oluyor burada!" Mervan'ın sesi bile beni ondan çözmeye yetmemişti. Beni gövdemden yakalayıp çekiştirmeye başladı. Kocaman olmuş karnıma aldırmadan kendimi kör bir kavganın içine atmıştım. "Nazar dur!" Beni kucaklayıp Gülnaz'ı bacaklarımın arasından kurtardı. Elbette bu hamlesiyle birlikte sert darbelerimden payına düşeni almaktan Mervan da kurtulamayacaktı. Gülnaz, yolunmuş tavuklar gibi kenarda kesik kesik solurken, "Sana uslu dur demedim mi? Ne bu hâlin?" diye bağırdı. Mervan'ın olan biteni bilmeden karşıma geçip Gülnaz'dan tarafa tavır alması oldukça sinirimi bozmuştu. Elimi uzatıp burnumdan sızan kanı bir çırpıda sildim. Saçlarım dağılmış, elbisemin yakası boğuşurken yırtılmıştı. "O başlattı" dedim içimdeki tüm kini kusarak. Gülnaz söylediği tüm sözleri inkâr eder gibi, "Yalan!" diye haykırdı. "Üzerime atılıp beni kapıya itti. Şu hâlimi görmüyor musun? "


"Pis yalancı! Sen kimi kandırıyorsun?" Şimdi bu tuhaf seyirliğe hizmetliler ve Raziye Hanım da katılmıştı. Mervan ve ana cadının kınar tarzdaki bakışları zerre kadar umurumda değildi. Raziye Hanım, "Bir bu eksikti; utanın kendinizden!" diye tısladı. "Bunlar mı Hanzade gelini olacak? Sokaktaki yumurcaklar kadar aklınız yok!" Bana doğru birkaç adım attı. "Ya sen... Şu haline bir bak! Hamile hâlinle dövüşmek senin neyine? İki sefer düşük tehlikesi geçirdin; hâlâ akıllanmadın mı?" Sevimsiz bakışları öfkemi daha da arttırmıştı. Yan yan Mervan'a baktım. İlk defa Raziye Hanım'ı onaylar gibi bir hâli vardı. Haklı olduğunu bilmek içimin ezilmesine sebep oldu. Karadeniz'in sisli sokaklarında koşturan minik bir yumurcak değildim artık. Davranışlarımın sonuçlarını düşünmeli kendimi haksız çıkaracak hâl ve hareketlerden kaçınmalıydım. En azından yavrularımın canını düşünüp onun kışkırtmalarına aldırmamam gerekirdi. Yaşlı sesi bir kez daha odamda yankılandı. "Senin burada ne işin var? Hadi bu çırpı bacaklının aklı bir karış havada; ya sen? Bu odaya kavga için gelmeye utanmıyor musun?" Çırpı bacaklı mı? Yok daha neler! Bu kadın bana mı demişti o sözü?


Gülnaz, "Raziye Hanım, ben..." diye kekelediğinde bakışlarımı morluklar içindeki yüzünde gezdirdim. Raziye Hanım, sözlerini tamamlamasına bile izin vermeyecekti. "Kes sesini! Bir daha seni bu odada görmeyeceğim. Siz iki sersem yüzünden bu evde huzura hasret kaldık. Biraz akıllanın artık; hiç değilse çocuklarınızdan utanın! " Gözlerimizi kaçırdık. Olanlardan utanıyorduk. Onların deyimiyle bu evin hanımları, Raziye Hanım'ın da gelinleriydik. Her Bey karısı gibi asil durmalı, içimizdeki şiddet ve kıskançlığı gizlemeliydik. Olmuyordu işte! O beni böyle kışkırtırken kendime uzun süre hâkim olamıyordum. Mervan'ın sürekli yediği tokatları ve darbeleri düşünürsek, geçirdiğim öfke krizlerinin ipe sapa gelmez boyutta olduğu ortadaydı. Bunu inkâr oldukça boş bir çabaydı benim için.


Gülnaz, son bir bakış atıp usulca odamı terk etti. Gözlerim kapının önündeki hizmetlilere takıldı. Onlardan hoşlanmamıştım. Makbule Hanım'ın gözlerindeki neşe ve yaşama sevinci onlarda yoktu. Varlıkları huzursuz olmama sebep olmuştu. Beni ince ince süzüp kayıtsızca merdivene yöneldiler. Ne yazık ki şu zavallı hâlimden utanmaktan kurtulamamıştım. Kötü bir tanışmamız olmuştu ve daha şimdiden bana saygı duymalarını engelleyecek hareketlerde bulunmuştum. Raziye Hanım, söylene söylene uzaklaşırken ters bakışlarım yeniden Mervan'ı buldu. "Ne duruyorsun; çıksana. "


Kaşının birini kaldırıp imalı bakışlar eşliğinde kollarını birbirine bağladı. "Niye kavga ettin Gülnaz'la?" Sorusuna hiç de şaşırmamıştım. "Seni ilgilendirmez; kaşındı ben de kaşıdım!" Bir kıkırdama dudaklarını manidar manidar kıvırdı. "Hâli harap görünüyordu; sen de az biraz gazi olmuşa benziyorsun." Sert solumalarımı umursamayıp hainliğini hissettirir bir şekilde gülümsedi. Kırptığı siyah gözleri saniyeler içinde beni çileden çıkarmaya yetmişti. Onu yanaklarında oluşan o sinir bozucu iki çukurlara gömmek istiyordum. Tavırlarına bakılırsa birkaç günkü öfkesinden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Umursamazca ona sırtımı çevirdim. "İyi yaptım, yine olsa yine yaparım!" Bu sözleri söylediğime inanmıyordum. Bir süre önce ona şiddet uyguladığı için Mervan'a kan kusturan ben değil miydim? Nasıl böyle zıvanadan çıkabilmiştim; hâlâ anlamıyordum. Kıran kırana dövüşmeme sebep olacak kadar ne kışkırtmıştı beni? Sözleri mi; yoksa dün gece yaşananlar mı? "Beni kıskandığın için dövdün onu; değil mi? "


"Hah!" tarzında küçük bir nara patlattım. Dudaklarını alayla kıvrılıp beni delirten bir tebessümü kucakladı. "Neden kıskanacakmışım seni? Yüzünü şeytan görsün! İstersen temelli odasına taşınabilirsin; emin ol, benim için hiç sorun olmaz." Gözlerimi alaylı bakışlarından kurtarıp sırtımı yeniden döndüğümde parmakları omzumda dolaştı. "Kıskandın beni! Bir başkasına dokunma ihtimalime dayanamıyorsun. Bu yüzden onu bu kadar hırpaladın. Hadi itiraf et artık!" Onu sert bir şekilde itip tepki gösterdim. Elim yakasını hoyratça çekmiş, boğazını sıkıp kenara sıkıştırmıştı. "Sen kendini ne zannediyorsun; playboy falan mı? Zerre kadar umurumda değilsin. Onu bana hakaret ettiği için dövdüm. Kendini dövdürmek için elinden geleni yaptı." Sözlerimi umursamayıp keyifle gülümsedi. "Yırtıcı kedi... Sana bulaşacak kadının aklına şaşarım. "


"Ha şunu bileydin! Eğer biraz daha saçmalamaya devam edersen bu pençelerden sen de payına düşeni alacaksın." Alt dudağını ısırıp başını kınar gibi salladı. "Demek beni pençelerine düşüreceksin. Ne olur yapsana. Ellerin bana acı değil, huzur veriyor. Tırnaklarınla parçala öldür beni." Ellerini iki yana açıp beni yanına çağırır gibi sırıttı. "Kollarında can vermek istiyorum Aşkparem..." Onu bir kez daha itip, "Hâlâ ne saçmalıyorsun? Canına mı susadın!" Şuh kahkahası yankı yankı evde dolaştı. "Olacak olacak! Sen de er ya da geç bana olan aşkının farkına varacaksın! Aşk hikâyemiz hep böyle devam edecek değil ya!" Onu kızdırmak için oldukça gür bir kahkaha patlattım. Sevmezdim böyle kibirli kibirli gülmeyi; ama Mervan'ı delirtmek için bu seferlik mübah sayılırdı tavrım. "Sen delisin! Hâlâ seni sevdiğime inanacak kadar kafayı yemişsin! Kendini böyle mi avutuyorsun?"


"Benim vahşî prensesim, sonunda bana ait olduğunu istemesen de kabul edeceksin. Henüz gerçek tutsaklığı tatmadın!" Yanına yaklaştım. Onu yakınlığıma mecbur bırakıp gözlerine alayla baktım. "Eğer bir gün yüreğim seni sevmek gibi bir gaflete düşerse, onu hiç acımadan paramparça ederim. Yakıp kavurmak pahasına uzaktan sönüp gidişini izlerim." Bana biraz daha yaklaşıp nefesini nefesime düğümledi. Artık dudaklarımız birbirine değecek kadar yakındı. Gözlerini kapayıp, tutkulu bir şekilde fısıldadı. "Senin yaralarının dermanı benim. Seni sadece ben iyileştirebilirim."


"Senin aşkınla iyileşmektense sensizlikle tükenmeyi seve seve tercih ederim." Elleri beni kavramaya çalıştığında olası bir kucaklaşmadan kendimi son anda kurtardım. "Çık odamdan!" Dudaklarını büküp ellerini alayla göğsünde kavuşturdu. "Çıkmazsam ne yaparsın; yoksa beni de mi döversin? " Dişlerimi sıkıp, "Evet döverim!" diye karşılık verdim. Elbette ona gücümün yetmeyeceğini çok iyi biliyordum; ama blöf yapmaktan asla zarar gelmezdi. "Tamam!" dedi keskin keskin bakarken. "Nasıl olsa kendi ayaklarınla sen bana geleceksin!" Tripli bir şekilde, "Çok beklersin!" diye karşılık verdim. "Senin odana gelmektense ölmeyi tercih ederim."


"Göreceğiz!"


***


KRİZ


"Doğuştan gelen bir kusurumuz var;


hepimiz mutlu olmak için dünyaya geldiğimizi sanıyoruz."


ARTHUR SCHOPENHAUER


Baş dönmeleri, baş ağrıları, sürekli görülen kabuslar hayatımın vazgeçilmezi olmuştu. Makbule Hanım ve Dilan gittiği günden beri kendimi hiç iyi hissetmiyordum. Sanki tüm hayat enerjim bitmişti. Artık yavrularımı dünyaya getirecek olmak bile yüreğimdeki kasveti engelleyemiyordu. Bazen sebepsiz bir ağlama isteği yüreğimde peyda oluyor; hıçkırıklar içinde yatağımda debelenip duruyordum. Bazen de öfke nöbetleri geçiriyor; hırsın ve nefretin kıskacında kasvetli bulduğum bu evi kendime daha da mezarsı bir hale getiriyordum. İçimde her geçen gün biraz daha büyüyen kahredici bir mutsuzluk vardı ve ne yapsam bu yıkık rıhtımdan kurtulamıyordum. Yüreğimin daha da boğulduğunu hissettiğimde biraz hava almanın bana iyi geleceğini düşündüm. Üzerime pudra rengi bir elbise geçirip bahçeye indim. Mervan'ın hazırladığı sera hâlâ beni bekliyordu. Çiçeklerimle uğraşmak biraz olsun iyi hissetmemi sağlayabilirdi. Orada kendi gerçeğimden kaçmak için bol bol iş ve sorumluluk bulunuyordu. İhtiyacım olan şey düşünmemek için zihnime ayak bağı olacak bir yığın uğraştı.


Usulca merdivenleri inip etrafta dolaşmaya başladım. Dicle ve Melek etrafımda koşuşturarak dolaşıyordu. Onlara gülümseyip başlarını okşadım. Dicle'nin çığlık çığlığa söylediği oyun şarkısı çok hoşuma gitmişti. Onlar cıvıldaşırken etrafıma tehlikeyi sezmiş gibi göz gezdirdim. Gördüğüm manzara hiç de hoşuma gitmemişti. Nazende Hanım; Gülnaz ve Raziye Hanım'la kış bahçesinde oturuyordu. Yanlarından umursamazca geçip müştemilata gitmek istedim ve ne yazık ki onlardan kurtulacak kadar şanslı değildim. "Nazar Hanım!" Bu Berfin'in sesiydi. Bana eliyle buyur işareti yaptığında çaresizce onlara yöneldim. Adımlarım yaklaştıkça hırstan şakaklarımın terlediğini hissedebiliyordum. Oymalı ahşap koltuklara oturmuş sabırla kendilerine gelişimi seyrediyorlardı. Koltukların siyah olması, onların yarasa gibi sinsi bulduğum tavırlarına paha biçilemeyecek kadar çok uymuştu. Misafirlerimizin(!) çekilmez bakışları arasında gerek varmış gibi "Hoş geldiniz!" dedim. Nazende Hanım, kibirli duruşunu bozmaksızın, "Hoş bulduk Gelin Hanım!" diye tısladı. Kahverengi gözlerindeki kalın sürme detayı, onu bir kobra yılanına benzetmeme sebep oluyordu. Kısık, çekik gözleri ne derece sinsi bir kadın olduğunu ortaya koyacak kadar samimiyetsizdi. Üzerine geçirdiği siyah, dökümlü elbise ve başındaki şal bir Bey hanımı olduğunu ele veren birer detaydı. Makbule Hanım'ın aksine eşarbını başının bir kısmını açıkta bırakacak tarzda örtmüştü. Tırnakları ojeli, dudakları ise kan yemiş gibi kıpkırmızıydı. Ağır makyajının onu olduğundan daha yaşlı gösterdiğini itiraf edebilirdim.


"Bebeğin hayırlı olsun. Allah analı babalı büyütsün!" dedi sinsi bakışlarıyla karnımı tararken. Sözlerinin samimiyetine zerre kadar inanmıyordum. O yüz, o mimikler asla iyi bir niyete kapı aralamazdı. Ellerim, bakışlarının hengamesinden çekinip karnıma ilişti. Onlardan koruma dürtüsüyle bebeklerimi gayriihtiyari okşayıp, saklamıştım. "İyi dilekleriniz için teşekkür ederim!" Yalancıktan bir gülümsemeyle dudaklarım kıvrıldı. Beni baştan aşağıya süzmeleri ilk tanıştığımız günden bu yana hiç bitmemişti. İçten içe kızıyla kıyaslandığımı bilmek oldukça huzursuz ediciydi. Gurbette olduğum düşüncesi ise yüreğimin sancılanmasına sebep oluyordu. Annem ve ablam ne yazık ki burada bana kol kanat geremiyordu. Ah dedim içimden. Ne vardı kızlar gurbete gelin gidip öksüz gibi yaşamasaydı. Sılanın derdi bir başka yakıyordu insanı. Bunu ancak benim gibi çekenler bilirdi.


Duygu karmaşalarımı bir kenara bırakıp yanlarından ayrılmak istedim. Ortam benim için oldukça rahatsız ediciydi. Her şey buram buram sahtelik kokuyordu. Her şeyden önce Gülnaz'ın annesinin son görüşmemizden sonra bana bu kadar ilgili davranması tuhafıma gitmişti. Bu samimiyetin kaynağı neydi acaba? Yavaş yavaş şaşkın bakışlarım arasında yanıma gelip kadife bir kutuyu oldukça büyük ve pahalı olduğunu anladığım çantasından çıkardı. Bakışlarım kutuya değdiğinde yüzündeki gereksiz tebessüm, gözlerime sinsi bir yılan gibi dolandı. "Düğününde bulunamamıştık. Eh, normal olarak takı takma şansımız da olmamıştı. Bunu gecikmişliğimin bir özrü olarak kabul edebilirsin."


Kutuyu açtığında bakışlarım içindeki kolyeye odaklandı. Güneş şeklini andıran parlak, pırlanta detaylı bir kolyeydi. Gözlerimi mücevherin cazibesinden kurtarıp, "Gerek yoktu!" diye sayıkladım. Elbette itirazım emretmeyi ve hanımlık taslamayı en az Raziye Hanım kadar seven bu ihtiraslı kadın tarafından kabul görmeyecekti. "Gerek vardı, bu kolye senin için özel olarak tasarladı. Mirzanoğlu ailesinden küçük bir hatıra!" Bakışlarım Raziye Hanım'a odaklandı. Başıyla onaylar tarzda bir işaret yaptığında, "Teşekkür ederim! "diye fısıldadım. "Senin için takmama izin ver. Âdet yerini bulsun. " İtirazıma fırsat vermeden hemen arkama geçip kutusundan çıkardığı kolyeyi boynuma iliştirdi. Bu gösterişli kolyenin içinde kendimi minicik hissediyordum. Bakışlarım Gülnaz'ı bulduğunda imalı bir şekilde dudaklarını burktu. Üzerindeki çizgili elbise Dilan'ın fistanından hallice duruyordu. Bakışlarını siyah koyu kalemiyle tıpkı annesine benzetmişti. Başımı yeniden Nazende Hanım'a çevirdim. Epey uğraştıktan sonra sonunda kolyeyi takabilmişti. İşini tamamlayıp hemen karşıma geçti ve mücevherin duruşunu düzeltip güneş detayına hafifçe bastırdı. "Ah!" İnlemem herkesi manasız bir meraka sürüklemişti.


"Benim hatam, arkasındaki iğneyi fark etmemişim. Böyle beceriksizlikleri hep yaparlar." Şaşkın bakışlarım Gülnaz'ı yokladı. Yüzü hâlâ benden aldığı darbelerin izleri ile doluydu. O morlukları ve çürükleri fark etmemek mümkün değildi. Nazende Hanım, kızını böyle hırpaladığımı bildiği halde neden bana bu kadar iyi davranıyordu? Kavgamızı bilmemesi imkansızdı. İşin tuhaf olan kısmı Gülnaz'ın da bu ilgi ve alakadan rahatsız olmamasıydı. Birkaç gün önce kendisini tokat manyağı yapmamışım da çok iyi anlaşıyormuşuz gibi sahte tebessümlerini ortamdan eksik etmiyordu. Hâlindeki tuhaflık görmezden gelinecek gibi değildi.


Elimi göğsüme değdirdiğimde parmak uçlarıma bir ıslaklık ilişti. Kanı görünce imalı gözlerine sert bir bakış attım. "Hay Allah! Hemen şu peçeteyi bastır." Elime tutuşturduğu peçeteyi bağrıma bastırdım. Başım dönüyordu ve hâlâ midem inanılmaz şekilde bulanıyordu. Bir an önce yanlarından ayrılmak istiyordum; bu yüzden daha fazla ertelemeye gerek duymadan, "Ben gideyim, işlerim var." diyerek çıkışa yöneldim. Elbette Nazende Hanım'ın, "Otursaydın!" daveti tarafımca kabul görmeyecekti. Onu kibarca reddedip, veda etmekle yetindim. Merdivenlere yöneldiğimde ani bir sendeleme bacaklarımı yokladı. Gözlerimin önü kararmıştı ve ben, olası bir yuvarlanmadan yanı başımdaki direğe tutunarak kurtulabilmiştim. Başımı çevirdiğimde bakışları hâlâ üzerimdeydi. Ne tuhaftır ki biraz önceki düşüncelerinin aksine yanıma gelip yardım etmeye bile tenezzül etmemişlerdi. Önüme dönüp usulca müştemilata yöneldim. Sarhoş gibi salınıp duruyor, yer yer sendeleyerek bulanıklaşan gözlerimi açık tutmaya çalışıyordum. Sanki her yer dönüyordu. Kendimi çamaşır makinasında kapalı kalmış gibi hissettim. Bu hengameyi ve dönüşü başka türlü anlatamazdım.


Zemin ayağımın altından kayıp gitti ve hiç ummadığım bir anda dizlerimin bağı çözüldü. Yere kapaklanacağımı düşünürken güçlü bir çift kol bedenimi güven veren bir kafese kilitledi. "İyi misin?" Bakışlarımı kısık bir şekilde o iki siyah kuyuya diktim. "İyi değilim!" Beni kollarının arasına alıp müştemilata doğru yürümeye başladı. Artık ne çiçeklerin kokusunu ne de çimlerin nemli yapısını algılayamıyordum. Duyularım da duygularım gibi körelmişti. Koltuğa gelişigüzel bırakıldığımda ellerimin avuçlarının arasında ısındığını hissettim. Mervan'ın sıcak teninin varlığıyla ne kadar soğuk ve öfkeli olduğumun bir kez daha farkına vardım. Elleri alnımda dolaştı. Günler sonra ilk defa elmacık kemiklerim ve çenem o tekinsiz, sert elleriyle buluşmuştu. "Tansiyonun düşmüş olmalı. "


"Ona tuzlu ayran içirin Beyim; ayran kendini daha iyi hissetmesini sağlayacaktır." Bu ses Berfin'e aitti. Mervan başımı kollarının arasına alıp biraz doğrulmamı sağladı. Bardağı dudaklarımla buluşturup küçük bir yudum aldım. Bu tat midemin daha da bulanmasına sebep olmuştu. Birkaç öğürmeden sonra kollarından kurtulup kendimi yere bıraktım. Berfin, tuhaf bakışlarını üzerimde gezdirirken midemde ne varsa çimlerin üzerine boşalttım. Mervan, "Su getir hemen! " diye Berfin'e bağırdı. Sıtmaya tutulmuş gibi tir tir titriyordum. Gözlerim korku ile açılmış bir halde yerdeki atıklara hayretle odaklanmıştı. "Ahhhhh!" Bağırışım yanı başımdaki Mervan'ın irkilmesine sebep olmuştu. Kendimi o kusmuk gölünden olabildiğince uzaklaştırmaya çalıştım. "Yılanlar..." Mervan gözlerini hayretle işaret ettiğim yere çevirdi. "Nazar ne diyorsun sen? Yılan da nereden çıktı? "


Kaçmak için yeltendiğimde bir kez daha kollarına hapsolup kalmıştım. "Bırak beni! Yılan var orada. Bir sürü yavru yılan... Yılanlar... Yılanlar... " Mervan, dağılıp giden ruhumu olabildiğince şefkatle göğsüne bastırdı. Çırpınarak ondan kurtulmak için debelendim. Kollarının arasında var gücümle haykırıyor, tuhaf davranışlarıma her geçen saniye bir yenisini ekliyordum. "Bırak, bırak!" Haykırışlarım tüm gözlerin üzerimize çevrilmesine sebep olmuştu. Yüzümü endişe dolu bir ifadeyle avuçlarının arasına aldı. "Bak bana Nazar. Yalnızız: Sen ve ben... Başka kimse yok! Başka bir şey yok! " Tir tir titriyor; onu anlayıp dinlememekte direniyordum. İçimde öyle bir yangın vardı ki ne onu duyuyordum ne de söylediklerinden en ufak bir şey anlayabiliyordum. Davranışlarım ve sözlerim iyice karmakarışık bir hâl almıştı ve ben bu düğümün akla zarar bir parçası olmaktan kurtulamamıştım.


"Bırak, gitmek istiyorum." Başımı çevirdiğimde dün suladığım çiçeklerin çirkin birer canavara dönüştüğünü hayretle gördüm. Her yer kan içindeydi ve ben kandan nefret ederdim. Sonrasında olan hiçbir şeyi hatırlamıyorum. Gözlerimi araladığımda odamdaydım. Ellerim çarşafın düz ipeksiliğiyle buluştuğunda bahçede olmadığım için Allah'a şükrettim. Başıma dikilmiş, şefkatli gözlerle bana bakıyordu. Bense onu görmezden gelip saatin tik tok seslerinin beynime yaptığı baskıya kulak veriyordum. Odanın döndüğünü, içindeki eşyaların gözlerimin arasında yer değiştirdiğini fark ettim. İrkilerek gözlerimi sımsıkı yumdum. Parmaklarının arasındaki beyaz ellerimi yorgun gözlerini gözlerimden ayırmadan dudaklarına götürdü. Küçük bir hıçkırık dudaklarımı yokladı. Çok acı çekiyordum ve kendimi hiç olmadığım kadar kötü hissediyordum. Ne olmuştu bana böyle? Neden bu hâle düşmüştüm?


Parmak uçlarını göz pınarlarımda gezdirdi. "İyi olacaksın!" Yüreğime kadar sızan umutsuzluk, iyi olmama engel oluyordu. Eğilip alnıma bir öpücük kondurduğunda kendimi yeniden derin bir uykunun kollarında bulmuştum. Kaç saat uyuduğumu bilmiyorum. Uyandığımda gözlerim odanın karanlığı ile cebelleşiyordu. Kendimi güç bela doğrulttum. Ayaklarım halının ipeksi dokusunu hissetmiş, bu temaslara bile düşman kesilmişti. Odadan çıkıp usulca merdivenleri inmeye başladım. Düşmemek için tırabzanlara tutunuyor, gri halının ayaklarımın altından kaymaması için yoğun çaba sarf ediyordum. Gözlerim yemek masasına yarı baygın bir vaziyette odaklandı. Herkes yerli yerindeydi. Kadir Bey baş köşede dik dik bakıyor, Gülnaz saygı adını verdiği ruhsuz duruşunu bu akşam da tüm detaylarıyla sergiliyordu.


Dicle, beni görünce gülümseyip yanıma koştu ve bacağıma sımsıkı sarıldı. Gülnaz, onun bu hamlesiyle öfkelenmiş ona yedirmek için hazırladığı yemek dolu kaşığı bir kenara bırakmıştı. Beni çıplak ayakla öylece dikilir vaziyette görünce oldukça şaşırmışlardı. Bu duruma şaşırmayan sadece iki kişi vardı: Gülnaz ve Raziye Hanım... Bir korkuluktan farkım yoktu; hatta belki bundan çok daha kötüydüm. Bir akıl hastası gibi göründüğümü düşündüğümde ürpermekten kurtulamadım. Mervan, beni görünce kısa süreli bir kalp krizi geçirmiş gibi sendeledi. Yüz ifadesi hiç de normal görünmüyordu. Gülnaz, sinsi bir tebessümle gözlerimde yakıcı bir ukde bırakıp manidar bir şekilde Raziye Hanım'a baktı. Dicle'yi dikkate almaksızın yorgun, tutuk adımlarla masaya yöneldim. Mervan, ayağa kalkıp, "İyi misin? Çok solgun görünüyorsun." diye fısıldadı. Onu umursamayıp masadaki sandalyeme geçtim. Omzuna çarpmamla şok etkisinden kurtulup masadaki yerini aldı. Tüm gözler üzerimdeydi. Selamsız, sabahsız masaya kurulmam özellikle de Kadir Bey'in sevimsiz bakışlarını tenime dikmişti.


Berfin, çorbayı önüme servis ettiğinde midemi ve iştahımı hiç olmadığı kadar zorladım. Çorbadan zoraki bir yudum aldım. Tadı hiç olmadığı kadar acı ve buruk geliyordu. Suratımın değişen ifadesi insanlarda huzursuz bakışlara ve kıpırdanmalara sebep olmuştu. 3. yönelişimde kaşık avuçlarımdan kayıp sert bir şekilde tabağa düştü. Onca korkunç bakışın arasında daha da gerilmiştim. Elimi sıkılgan ve ürkek bir şekilde boynuma attım. Parmaklarım göğsüme değdiğinde canım bir kez daha yandı. Kolyenin o lanet iğnesi yeniden tenime batmıştı.


Mervan, titreyen dudaklarımı, kesik solumalarımı ve içten içe terleyişimi fark etmişti. Etraf dönüyordu. Kulağıma tuhaf siren sesleri gelir olmuştu. Başımı çevirdiğimde sol yanımdaki antika vazonun devrildiğini görmüştüm. Üzerime sıçrayan cam kırıklarından korunmak için yüzümü avuçlarımla kapattım. Bu hareketim önümdeki çorba kasesinin yere kapaklanmasına sebep olmuştu. Sarsıntıyla önce tabağa sonra da bana öfke soluyan Kadir Bey'e baktım. Bakışlarım vazoyu bulduğunda yerli yerinde sapa sağlam bir şekilde duruyordu. "Ama o... O düşmüştü!" Raziye Hanım'ın sesiyle irkilerek ona yöneldi. "Ne saçmalıyorsun sen? Kuş kadar aklın vardı, belli ki onu da kaybettin."


"Raziye Hanım!" Mervan'ın hoyrat sesi, neyse ki onu susturmaya yetmişti. Şu an kıpkırmızı olduğumdan neredeyse emindim. Mervan, ellerimi tutup, "Odana geçelim. Berfin yemeğini getirir." diye fısıldadı. Titrek perçemlerime aldırmadan başımı hayır manasında salladım. Bugün takım elbisesi yerine siyah, ipek bir gömlek giymiş, altına aynı tonlarda koyu renk kumaş bir pantolon geçirmişti. Fakat saçlarının diğer günlere kıyasla bakımlı olmadığını fark etmiştim. Tabağı diğerlerinin aksine olduğu gibi duruyordu. Belli ki beni düşünmekten o yemeklere bir türlü dokunamamıştı. Korkunç bir siren sesi bir kez daha kulaklarımda yankılandı. Ellerimle kulaklarımı sımsıkı kapadım. Titremelerime ve canhıraş solumalarıma engel olamıyordum. Gözlerimi yumup bu korkunç sesin geçmesini bekledim. Mervan, kollarıyla bedenimi sıkıca kavradı ve beni kendine çevirdi. "İyi değilsin Nazar! Biraz daha dinlenmeye ihtiyacın var. "


"Hayır bırak! " diye bağırdım. Sesim etrafımdaki sessizliğe inat aşırı derecede tiz ve güçlü çıkmıştı. Kadir Bey, kaşığını sertçe servis tabağına indirdi. O, evde hiç kimsenin sesinin kendisinden daha gür çıkmasını istemezdi. Hepimiz susmalı, akşamı sohbet dahi etmeksizin boş boş kasılarak geçirmeliydik. Özellikle de bir gelin olarak konuşup dikkat çekmem tolere edilemeyecek kadar yanlıştı. Ona baktığımda korkunç bakışlarının yüreğimi talan ettiğini hissettim. Beni her an öldürecekmiş gibi bir hâli vardı; fakat düşündüğünün aksine bakışlarımı sinip ondan kaçırmamıştım. "Karını götür buradan!" Mervan belimi kavrayıp, "Gidelim Nazar" diye fısıldadı.


Yüzümü Kadir Bey'den ona çevirdiğimde gözlerim korku ile kocaman açıldı. Mervan'ın kesikler içindeki korkunç yüzü beni kâbusun kollarına itmişti. Amansız yaralar içindeki çehresi beni delirtecek kadar korkunçtu ve ne kadar uğraşsam da çığlıklarımı bastıramıyordum. O yakışıklı, çekici adama saniyeler içinde ne olmuştu böyle? Yüzü bir anda nasıl bu kadar iğrenç bir hale dönmüştü? "Yaklaşma bana!" Haykırışım tüm aile bireylerinin ayaklanmasına sebep oldu. Herkes tutarsız hâllerime odaklanmış şaşkınlıkla olan biteni takip ediyordu. "Ne yaptığını sanıyorsun?" Bu Raziye Hanım'dan başkası değildi. Yaşlı yüzü daha da korkunç bir hâl almış, gözlerimin odak noktasında iğrenç çığlıklar atıyordu. "Nazar, kendine gel!" Başımı çevirdiğimde aynı dehşetli yüz gözlerimin kadrajına girerek yaralı benliğime hesap soruyordu. Mervan'ı sert bir şekilde itip kendimden uzaklaştırdım.


"Mervan!" Kadir Bey, sabrının çoktan sonuna gelmişti ve bu geceki huzursuzluğun hesabını sormakta hiç olmadığı kadar erkenciydi. Mervan'ın beni çekiştiren ellerinden kurtulmak için çırpındım. Ne olmuştu tüm bu insanlara? Neden bu kadar korkunç görünüyorlardı gözüme? Bakışlarım gayriihtiyari masaya çevrildi. Masadaki manzarayı görünce istem dışı öğürmekten kurtulamadım. Tabaklar işkembe artıklarıyla, kanlarla dolup taşmıştı ve bu haliyle iğrenç bir görüntüye sahne oluyordu. Korkunç bir çığlık atıp masadan ve beni zapt etmeye çalışan Mervan'dan uzaklaşmaya çalıştım. "Uzak durun benden! Uzak duruuuuuun! "


"Nazar, ne oluyor sana? " Mervan bana yaklaştığında yemek bıçağını kavrayıp koluna hiç hesapta olmayan bir kesik attım. Elleri koluna kenetlenmiş bir halde bana şaşkın ve acıyan gözlerle bakıyordu. İşler iyice çığırından çıkmıştı. Davranışlarım gitgide tehlikeli bir hâl alıyordu. Kuzguni gözlerine dolu dolu bir imdat çığlığı savurdum. "Yaklaşma!" Bakışlarım Gülnaz'ı bulduğunda Mervan'a korku dolu gözlerle baktığını fark ettim. O da en az diğerleri kadar korkunç görünüyordu. Dehşete kapılmış bir şekilde bağırıp ağlıyor, elimdeki bıçağı sağa sola savurarak yanıma yaklaşmalarına engel oluyordum. Canavarların içinde kıskaca alınmış azap dolu bir hâlim vardı. Masanın örtüsünü kavrayıp hızla çektim. Üzerindeki her şey yerle yeksan olurken bir haykırış evde tok bir yankı bıraktı. "Mervaaaan! Götür şu deliyi artık!"


Öyle dehşete kapılmıştım ki Kadir Bey'in ürkütücü sesi bile beni durdurmaya yetmiyordu. Cam kırıkları etrafa saçılmış ve çıkardığı seslerle beni daha da kontrolsüz bir hülyaya sürüklemişti. Sonrasında neler yaptığımı hatırlamıyorum. Zihnim satırla paramparça edilmişçesine dağınıktı. Yaşadığım her şey belli belirsiz silik kareler şeklinde gözümün önüne geliyor ve beni çıldırmış gibi tuhaf davranışlara itiyordu. Gözlerimi beyazlar içindeki odamda açtığım an, korku ve endişeden kendimi kaybettiğimi anladım. Şimdi biraz önceki debdebenin yerini sükût dolu bir sakinlik almıştı.


Baygın gözlerimi ona diktim. "Mervan!" Alnını alnıma yaslayıp, "Buradayım, yanımdayım. Seni yalnız bırakmam." diye fısıldadı. Sesinin kadifemsi dokusu biraz daha sakinleşmeme sebep olmuştu. Aydınlanan gözlerim şimdi her şeyi çok daha iyi seçiyordu. Yüzüne, gözlerine korkuyla baktım. Oydu... Benim ilk gördüğüm günkü Mervan... Yüzündeki o korkunç maske gitmiş; eski taze, parlak cildine kavuşmuştu. O depodaki tekinsiz hareketlerine rağmen ona sığınıp başımı merhamet umar gibi göğsüne yaslamıştım. Gözüme ilişen kan lekesi içimi korku deryasına sürüklese de kollarında içli içli ağlamaktan kurtulamadım.


"İyi değilim, götür beni bu odadan!" Saçlarıma sevgiyle dokundu ve alnıma dudakları huzur verici buseler bıraktı. "Götür beni, burada kalmaya dayanamıyorum." Kucağına alıp beni usulca odadan çıkardı. Göğsüne yaslanmış anbean korku dolu mahzenimden uzaklaşmamızı izliyordum. Odasına doğru yürüdüğümüz esnada Gülnaz'ın tiz sesiyle irkildim. "Yanında mı kalacak?" Mervan, onu umursamadan beni odasına götürdü. Yatağa sakince iliştirilmiştim ve burada kendimi çok daha güvende hissediyordum. Elbette Gülnaz, peşimizden odaya gelmekte tereddüt etmeyecekti. Beni iğrenerek süzdü ve o çirkin sesi ile, "Yalancı! " diye bağırdı. Hâlâ Mervan'ın kollarındaydım ve onu duymayacak kadar baygındım. "Gülnaz defol! Onun ne halde olduğunu görmüyor musun?" Gülnaz birkaç adım atıp dibimize kadar sokuldu. "Oyun oynuyor; suçlarını örtmek için hasta numarası yapıyor. Tek amacı senin ilgini çekmek."


"Sana bu odaya gelme hakkını vermedim; defol git! Nazar iyileşene kadar burada kalacak. " Gülnaz sinirden titreyerek odayı terk ettiğinde yalnız kalabildiğimiz için neredeyse şükür secdesine kapanacaktım. Bana hüzünlü gözlerle bakıp sımsıkı sarıldı. Onun sevgisine ve desteğine o kadar muhtaçtım ki varlığını varlığıma, tenini tenime karıştırmasından zerre kadar yakınmıyordum. Ne olmuştu bana böyle? Bunlar asla benim hislerim olamazdı. "İyi olacaksın sevgilim! Seni hiç bırakmayacağım."


Gözleri giysilerimde gezindi. Üzerim darmadağın ettiğim masadan kalan yemek artıkları ile doluydu ve o kasvetli koku şüphesiz ikimizi de rahatsız etmişti. "Berfin!" diye bağırdığında ürküp, ona tutunmaktan kurtulamadım. Bu ismi duymak bile beni mahvediyordu. İçimin huzursuzlukla tutuşmasına engel olamıyordum. Açılan kapının ardından Berfin'in çelimsiz bedenini izledim. "Odasından birkaç parça giysi getir. Acele et! " Elleri yüzüme yaklaştı ve alev alev yanan tenimi bir kez daha avuçlarına hapsetti. Giysiler, çoktan yanı başıma iliştirilmişti ve bu halde bile Berfin'in saçma telaşını fark etmekten kurtulamıyordum. Onu görmeye daha fazla dayanamayıp hırsla gözlerimi kapattım. Mervan'ın kollarını sıkmam ve başımı göğsüne hapsetmem ona tuhaf bir mesaj vermiş olacak ki, "Çık dışarı! " diye kükredi. O alışkındı benim beden dili ile yaptığım isyanlara. Leb demeden Çorum hakkında bilgi verir gibi öngörülüydü. Rahatsız olduğum bir şeyleri anlaması için çoğu zaman kelimelere ihtiyaç duymazdım.


Artık yalnızdık ve ben biraz önceye kıyasla çok daha sakindim. Elleri elbisemin fermuarına ilişti. Elbiseyi bir çırpıda üzerimden çıkardığında üşüdüğümü hissettim. Bana kocalık yapmasını alışmıştım ve artık karşısında eskisine nazaran çok daha az utanıyordum. Elbiseyi başımdan geçirmek istediğinde yüzünü buruşturup ondan olabildiğince uzaklaştım. "Giymek istemiyorum. Onları giymek istemiyorum." Giysileri elinden alıp hızlı bir şekilde fırlattım. Neyse ki bana bu konuda ısrarcı davranmayacaktı. Üşümüştüm ve tüm direnmelerime rağmen tir tir titremekten kurtulamıyordum. Hiçbir şey söylemeden yerinden kalktı. Gardırobunu açıp içinden bir eşofman takımı çıkardı. Karşısında süt dökmüş kedi gibi mahzun bir halde öylece duruyordum. Yanıma yaklaştı. "Madem kendi kıyafetlerini giymiyorsun; sana benim giysilerimden bir şeyler uyduracağım. " Ben, yarı büklüm, utangaç bir edayla süzülürken eşofman takımını dikkatli bir şekilde giydirdi. Mervan, kalıplı atletik bir bedene sahipti; bense onunla kıyas edilemeyecek kadar zayıf ve minyondum. Elbette giysilerinin içinde daha da küçülmem ikimizi de şaşırtmamıştı. Beni o bol, erkek kıyafetlerinin içinde görünce kıkırdamaktan kendini alamadı. "Çok yakıştı(!) Seni küçük şebek! "


Sırtıma destek olarak yatağa uzanmamı sağladı. "Sana yiyecek bir şeyler hazırlamalarını söyleyeyim." Kalkmaya yeltendiğinde kolunu tuttum. "Hayır, bir şey yemek istemiyorum. Onların yemeklerini istemiyorum; bana hiç iyi gelmiyor. Hiç iyi gelmiyor, inan! " Bakışları kararsız ve şüpheci bir eda ile yüzümü taradı. Sağ eli elmacık kemiklerime tutundu. İstediğim tek şey beni anlaması ve daha fazla üzerime gelmemesiydi.


"Makbule Hanım'ı ve Dilan'ı geri getirmek için onlara böyle davranmıyorsun değil mi? " Başımı hayır manasında salladım. Sözlerimin samimiyetinden emin oluncaya kadar bakışlarını gözlerimden bir an olsun ayırmadı. Dolaptan turkuaz renkte bir battaniye çıkarıp üzerimi örtü. Yumuşacık dokunun benim mahmurluğa sürüklemesine izin verdim. Aynı yastığa benimle birlikte ilişmiş ve çoktan parmaklarını parmaklarıma dolamıştı. Kollarında huzurlu bir şekilde uyuyacağıma inanıyordu. O kıyafetlerden ve odadan kurtulduğum için biraz olsun mutluydum. Onun odasında, onun yatağında, onun kokusuna bulanmış bir şekilde iyileşmeye çalışıyordum. Birkaç gün önce ondan delicesine nefret ederken şimdi bu kadar zayıf olmam hayret uyandırıcıydı. Kimdim ben? Bu saçmalıklar da ne demek oluyordu?


Gözlerimi kapamamla o korkunç depo bir kez daha zihnime düştü. O adamın kurşunlanmış, kanlar içindeki halini ne yapsam unutamıyordum. Mervan, gözlerimin önünde bir insanın ölüm fermanını imzalamıştı ve benim onu engellemeye gücüm yetmemişti. Acıklı çığlıkların bir kez daha benliğimde yankılanması irkilmeme sebep oldu. İyi hissetmiyordum. Halimi fark edince kulağıma, "Sakin ol!" diye fısıldadı. "Ben yanındayım." Yanımda olmasının bir önemi yoktu. Onun yanında kendimi iyi hissedemezdim. Unutamıyordum yaptıklarını. O bir suçluydu; korkunç bir katil... Belki de o silahlar, terör örgütlerini besliyordu. Gittiği ülkelerde masumların canını alıyordu; kim bilir? Hâl böyleyken eve giren bu haram paranın keyfini sürüp işlediği suçları nasıl görmezden gelebilirdim? Belgeler ve telefon artık bende değildi. Onların vicdanlı bir ele geçmesi için canhıraş bir şekilde Allah'a yalvarıyordum. Mervan'dan kurtulmak zorundaydım; çocuklarımın geleceği buna bağlıydı.


***


MEDET


Bir çiçeği seviyorsan bırak var olsun.


Sevmek sahip olmakla ilgili değildir; sevmek değer vermekle ilgilidir.


                                                        OSHO


Bazen duvarlar üzerine üzerine gelir insanın, çıkışsız kalırsın. Başını koyduğun yastık hoyrat bir diken, uzandığın yatak çivili bir tabut olur bir anda. Uykular haramdır artık, yediğin yemek zehir. Hayatıma giren çıkan her insan, birer silüet halinde gözüme ilişirken en zaruri ihtiyaçlarımı görecek kadar bile takatim kalmamıştı. Yavrularım hâlimin ıstırabını sezmiş gibi kımıldamıyor; cesetsi mahmurluğuma eşlik ediyordu. Ağzıma koyduğum lokmalar kursağımla cebelleşirken sessiz bir çığlık attım duygularıma. Artık o siyah harabede değildim. Zihnimin çıkışsız labirentlerinde yüksek duvarlara çarparak dağılıp gidiyordum.


Aniden kesik kesik ağlamaya başladım. Korkunç bir kâbusun koynunda gecelemiştim yine. Gözyaşlarım terime karışmış bir şekilde şakaklarımdan damlarken Mervan'ın siyah sinesine sığınmış; bu hoyrat kasırgadan beni kurtarmasını bekliyordum. "Annem... Annem... Bana ihtiyacı var. Ona gideceğim, beni bekliyor. " Sayıklamalarım bir çift iri gözü üzerime dikmişti. Mervan, kadife sesiyle kulağıma tüm sıcaklığını estirdi. "Gideceğiz. İyileşince ilk işimiz bu olacak; merak etme!" Bakışlarım beni dikkatle süzen genç bir kadına odaklandı. Kim olduğunu bilmiyordum; bu evde bilindik bir sima değildi. Mervan, beni sakinleştirmeye çalışarak yatağa yatırdı. Gözlerim hâlâ beni dikkatle süzen çimen yeşili gözlerdeydi. Büyük, siyah gözlüklerini düzeltip beni baştan aşağı incelemeye devam ediyordu. Küt kesilmiş açık kahve tonlarında bakımlı saçları vardı. Beyaza yakın buğday teni allıkla renklendirilmişti. Estetikli olduğu bir kilometre uzaktan bile fark edilecek kadar kusursuz duran bir burna sahipti. Ciddi kalem etekli takımı bende önemli bir insan olduğu yönünde güçlü bir izlenim oluşturmuştu.


Bakışlarını dur durak bilmeden kuşkulu bir şekilde hâlâ üzerimde gezdiriyordu. Bu tuhaf hâlimden utanmıştım. Bir erkeğe ait olduğu ilk bakışta dahi anlaşılan eşofmanlar ve dağınık saçlar bulunduğum girdabın en acıklı şahidiydi. Yüzümde onun aksine en ufak bir makyaj ibaresi bulunmuyordu. Kurumuş dudaklarım ve uyumaktan yorgun düşmüş gözlerimle bir facia olmaktan öteye gidemediğimin farkındaydım. Kendimi bu halimle yedi kule zindanlarında sürgün hayatı yaşayan mahkumlara benzettim. Daltonlardan tek farkım başımda çizgili bir külah taşımamam olurdu herhalde.


Mervan, gözleriyle kadını işaret edip, "Azra, üniversiteden arkadaşım. Onu seninle ilgilenmesi için getirdim." Yatakta battaniyeye sarılmış tir titriyordum. Azra, Mervan'ın daveti ile biraz daha yakınıma yaklaştı. Beni incitmeksizin sakin bir hareketle elime uzandı. Güven veren sıcak elleri biraz olsun rahatlamamı sağlamıştı. "İsmim Azra. " Başımı titrek bir eda ile sallayıp, "Nazar. " diye karşılık verdim. "Memnun oldum." derken elimi hafifçe sıktı. "Çok genç ve çok güzel bir kadınsın Nazar. Bana biraz kendinden bahseder misin? Seni tanımayı ve dost olmayı çok isterim." Başımı hayır manasında salladım. Mervan'ın meraklı bakışları arasında ona biraz daha sokuldum. İşkillenmişti. Azra, iri iri açılmış gözlerimi müsamahakâr bir eda ile süzdü. Beni sakinleştirip motive eden sözlerine bir yenisini daha eklemekten vazgeçmeyecekti. "Hepimizin sorunları olur. Bazen zor zamanlar yaşarız; ama... "


"Şşşşş!" diye fısıldadım. İşaret parmağımı dudaklarıma götürüp sözlerini tamamlamasını engelledim. Yüzüm ona olabildiğince yakınken bakışlarım hâlâ Mervan'ı tarıyordu. Kocaman açılmış gözlerim, kadının yüzündeki o meraklı ifadeyi tedirginliğe sürüklemişti. Mervan ise kulak kesilmiş söyleyeceklerimi dinliyordu. Ne olursa olsun cesaretimi kırmasına müsaade etmeyecektim. "Beni burada zorla tutuyor." Dedim parmaklarımın kavradığı terli ellerimle sıkarken. "Benimle zorla evlendi. Aileme gitmeme izin vermiyor; dışarı çıkmama izin vermiyor." Sesim çok cılız ve hasta çıkmıştı. O yüzünü kasıp bocalarken hıçkırıklar dudaklarımdan kurtulup beni gözyaşlarına teslim etti. Kulaklarına dudaklarımı değdirecek kadar yaklaşıp, "O çok tehlikeli biri!" diye fısıldadım. Gözlüklerinin altındaki gözlerini kocaman açıp Mervan'a sert bir bakış attı. Söylediğim sözlerin Mervan'da bırakacağı etkiden çok endişeliydim. Şimdi pisliklerini nasıl örtecekti ben de bilmiyordum. Tek temennim hedefi on ikiden vuracak o sözleri söylediğime olan inancımdı. Bakışlarımı ayırmadan onlardan uzaklaştım ve yatağın en uç köşesine titrek bir halde sindim. Mervan, esefli, kara gözlerini bir an olsun üzerimden ayırmıyordu. Aralıklı dudaklarımı üst dişlerimin arasına alıp sertçe ısırdım. Bakışlarım ondan bela bekler gibiydi. Bu hâlimle yapacağı her hamleye hazırlıklıydım.


Azra, ayağa kalkıp ona yaklaştı. "Bu kız neler söylüyor böyle?" Mervan, beklediğimin aksine oldukça sakindi. Her gün böyle olaylar yaşıyormuşçasına kontrollü bir şekilde başını salladı. Kayıtsızlığı karşısında hayrete düşmüştüm. Bu profesyonel oyunculuk her türlü ödülü ve övgüyü hak ediyordu. "O iyi değil Azra. Zaten seni buraya getirme amacım da buydu. Sözlerini dikkate alma! " Surat ifadesinden Azra'nın oldukça kızgın olduğunu fark ettim. Eliyle isyan eder gibi beni gösterdi ve ses tonunu daha tehditkâr bir hale büründürdü. "Ne demek dikkate alma? Bu kız dövülmüş; göğsünde ve yüzünde yaralar var." Mervan, onu ikna etmeye kararlıydı. "Bu benim hatam değil; Gülnaz'la kavga etmişler." Azra başını öfkeyle salladı. Suratındaki kin dolu ifade fark edilmeyecek gibi değildi. "Yani resmi nikahlı karınla; değil mi? "


Mervan, okumuş bir adam olarak belli ki bu durumdan oldukça rahatsızdı. Terleyen şakaklarının ve kızaran yüzünün başka bir açıklaması olamazdı. "Tüm bunlar ne demek oluyor Mervan? " Mervan Azra'nın kolunu hafifçe kavradı ve onu kenara çekti. Belli ki onu ikna etmek için tüm kozlarını oynamaktan asla geri durmayacaktı. Bana kalansa bu tuhaf yalan düğümünü param parça olarak izlemekti.


Mervan, bakışlarını onda gezdirirken göz ucuyla beni kolaçan etti. Sıralamaya çalıştığı yalanları duymaya hazır değildim. Bu koşullar altında ona ve sözlerine direnemez; derdimi sendelemeden anlatamazdım. "Nazar, yıllarca babasından şiddet görmüş bir kadın..." dedi yüzüne acıklı bir selayı işlerken. "Evlendiğimizde de psikolojik sorunları vardı. Onu sevgimle iyileştirebileceğimi düşündüm; ama ne yazık ki profesyonel bir yardımdan başka bir çıkışımız yoktu. İlk evlendiğimiz aylarda hafif düzeydeki depresyon haplarını yediği içtiği şeylere karıştırdım. O zamanlar çok daha iyiydi; fakat bu hamilelik, işlerin iyice sarpa sarmasına sebep oldu. Artık ilaçlarını kullanamıyor. Hamileyken ona ilaç veremezdim, çocuklarımızı da düşünmek zorundaydım."


Azra, ondan bir adım uzaklaştığında, "Yalaaaaaan!" diye bağırdım. "Yalan, yalan, yalan... " Ben her yalan diye haykırdığımda yüzü renkten renge giriyor, sanki acı çekiyormuş gibi bakışlarını kaçırıp gözlerini dolduruyordu. Azra duydukları karşısında oldukça şaşkındı. Kızaran, ince yüzünü sözlerinin devamını bekler gibi Mervan'a çevirip, "Neden burada?" diye çıkıştı. Sesinin yüksek çıkması Mervan'ı öfkelendirmişti. Hiçbir kadının kendisine hesap sormasına müsaade etmezdi. Fakat kontrollü ve akıllı olması bir çuval inciri berbat ederek kendini ele vermesine engel oluyordu. Her şeye rağmen sabırlı davranmaya çalışarak o meraklı gözlere cevap verdi. "O benim karım! " Azra, hakaret duymuş gibi evhamlı solumalarla bağırdı. "Sen zaten evlisin."


"Biliyorum; ama... "


"Hiçbir şey duymak istemiyorum."


Azra'nın ona inanmamasını istiyordum; şu durumda beni anlaması tek temennimdi. Mervan, onu biraz daha köşeye sıkıştırıp ikna çabalarına devam etti. Sesi rica ve şefkat doluydu. "Beni anla! Gülnaz'la olan evliliğimi ailem istediği için yapmıştım. Onunla en ufak bir gönül bağımız yoktu. Nazar'la birbirimize âşık olduk. Onu yasak bir aşkla mağdur etmek istemiyordum. Nazar bundan çok daha fazlasına layıktı. Her kadın gibi mutlu bir yuva kurmayı hak ediyordu. Evlenerek onu babasının zulümlerinden kurtarabileceğimi düşündüm. Böylece güzel, mutlu bir hayatımız olabilecekti." Bir solukta söylediği sözler Azra'yı ikna etmişe benzemiyordu. Azra, elini sertçe alnına indirdi. Keskin hareketleri omuzlarına bile düşmeyen saçlarının yer yer dalgalanmasına sebep oluyordu.


"Neden ayrılmadın Gülnaz'dan? O iki kadına bu rezilliği yaşatmaya ne hakkın var? Kendine yakıştırabiliyor musun şu durumu? Görmüyor musun; tahammül edemiyor olanlara." Mervan, yatağın sindiğim tarafına doğru yürüyüp bana yaklaştı. Ürkek gözlerle onu takip ediyor, bana yaklaştıkça bulunduğum yastığa daha büyük bir perişanlıkla gömülüyordum. Yüzümü yastığa yapıştırıp bana uzanan teninden kaçmaya çalıştım. Elleri saç tellerimde gezindikçe mırıltılı sesler dudaklarımdan döküldü. Şefkati bile beni korkutmaya yetiyordu.


"Anlamıyorsun!" dedi beni yatağıma yatırırken. "Onu çok seviyordum. Vazgeçemedim. Küçük çocuklarımız vardı; Gülnaz'ı bırakamazdım. Aileler arasındaki düşmanlığı bitirmek için yaptık bu evliliği. Kan dökülmesin diye... Ayrılığımız daha büyük bir felaketin kapılarını aralayabilirdi." Benim yastığa gömdüğüm yüzüme aldırmadan üzerimi battaniyeyle örtüp yeniden eski yerini aldı. Mervan, bu tuhaf sükûneti amel defterine işlerken Azra'nın kindar bakışları hâlâ üzerimizdeydi. Her hâlinden bu durumu normal karşılayamadığını anlayabiliyordum. Okumuş bir kadındı ve bu durumu olumlu karşılamadığı da ortadaydı. Savaş sonrası zamanlarda kurtarıcı olabilen çok eşlilik, günümüz Türkiye şartlarında oldukça sıkıntılıydı. Devlet nikâhı tanımadığı için kadınlardan biri ne yazık ki çoğu zaman mağdur olmaktan kurtulamıyordu. Bu durumu anlamak için fazlaca kitap okuyup eğitim almaya da gerek yoktu.


Kendimi bir metres gibi hissetmiyordum. Bir nikahımız vardı elbette. Kanunlar kabul etmese de onun dinî anlamda karısıydım. Bu yüzden kötü bir şey yapmadığım için huzurlu sayılırdım. En büyük derdim de bu evde gereksiz olduğum düşüncesiyle baş edebilmekti. Kendimi onun heves aracı gibi hissetmekten kurtulamıyordum. Belki de aşağılamak istediklerinde söyledikleri o ağır sözler bana kendimi böyle hissettiriyordu; bilemiyorum. Bildiğim tek şey gerçeğimizle baş edemiyor oluşumdu. Okumak ve kendi ayaklarımın üzerinde olmak istiyordum. Sevdiğim bir adamla kimseye zarar vermeksizin doğru zamanda evlenmek her genç kız gibi benim de hayalimdi. Hayallerim ruhumu sarıp sarmalarken olanları kaldıramıyordum. Yaşananlar acı veriyordu ve kurtulmak için yapacağım hiçbir hamle yeterli olmuyordu.


Mervan, ağır ağır sözlerine devam etti. "Gülnaz'la bir evlilik bağımız kalmadı. Her şey kâğıt üstünde... Benim tek bir kadınım var; o da Nazar!" Başımı yastıktan çektiğimde Azra'nın eserekli bakışlarına toslamıştım. "İstersen polisi ara! Gelip sorgulasınlar beni; bundan fazlası çıkmayacak. O, ne dediğini bilemeyecek kadar hasta." Mervan'ın sözlerine ve davranışlarına direnemeyecek kadar halsizdim. Varlığı tüm enerjimi söküp almıştı. Azra'nın acıyan bakışlarıyla bir kez daha kanadım. Hamile hâlimle bu zavallı duruma düşmem yüreğine ağır gelmiş olmalıydı. Bana üzülerek bakıyor, muhtemelen davranışlarımdaki tuhaflığı dikkate alarak sözlerime inanmıyordu.


"Onu bir kliniğe yatırman gerekiyor." dedi kapıya yönelirken. "Kolundaki bıçak yarasına bakılacak olursa bundan daha iyi bir tavsiye vermem mümkün değil! " Bir süre daha kısık sayılabilecek bir sesle konuştular. Kapı açıldı. Berfin, bana yemem için bir şeyler getirmişti. Onu umursamayıp nefret dolu bakışlarımı zayıf, sevimsiz suratında gezdirdim. Sigara içmekten sapsarı olmuş tuhaf dişleri bir şey söylemek için aralansa da açılan kapı sesi buna engel oldu. Mervan'ın sesini duyar duymaz yaslandığım yastığa daha da gömülüp içinde bulunduğum hengamenin bitmesini bekledim. "Ona kapıya kadar eşlik et!" Berfin, uysal bir eda ile çıkış yolunu gösterip önden gitti. Bense Mervan'dan gelecek bir fırtınayı tükenerek bekliyordum. Tahminimin aksine oldukça sakin ve sabırlı bir hâli vardı. Normal şartlar altında delirmesi gereken bir anı yaşıyorduk ve o hiçbir şey olmamış gibi hüzünlü hüzünlü bana bakıyordu. Günlerdir süregelen rahatsızlığım mıydı onu bana karşı savunmasız bırakan; yoksa suçluluk duygusu mu bilemiyordum. İstediğim tek şey benden uzak durmasıydı. Yanıma yaklaşmasına, bana dokunmasına bile tahammülüm yoktu. Git Mervan! Ben sana varacak tüm yollarımı kapattım. Rayına sokmaya çalıştığın tüm hevesler bizi daha daha da çıkışsız bırakacak!


Yatağının yanına oturup bir süre manasız, siyah bakışlarını üzerimde gezdirdi. Tepkili bakışlarımı görünce yaramaz bir çocuğu hoş görür gibi yüzünü çevirdi ve tepsiye uzanıp bana yemekten yedirmeye çalıştı. "Ne olur bir şeyler yemeye çalış." Başımı ürkek bir tavırla sallayıp gözlerimi ondan kaçırdım. Yemeği yemeyeceğimi kabullenmişti. Israr etmek boş ve gereksizdi. Tepsiyi komodine bırakıp banyoya geçti. Ne yapacağını anlamamıştım. Birkaç dakika sonra yanıma geldi. Komodine yaklaşıp bir şırınga çıkardı. İçinde sarı bir sıvı vardı ve iğneyi görmek bile huzursuz olmama yetmişti. Bana yaklaşıp kolumu açtı. Direnmeye çalışsam da onu engellemeye güç yetiremeyecektim. İçindeki sıvı ilacı koluma enjekte ederken küçük bir yangının damarlarımda dolaştığını hissettim. Gözlerim anlık bir şekilde karardı ve yığılır gibi bocaladım. Beni daha sıkı sarıp kollarına hapsetti. Bir süre kirpiklerime değen perçemlerimi soluğumla hareketlendirsem de neyse ki tuhaf hâlim uzun sürmemişti.


"Yıkanman gerekiyor; senin için banyoyu hazırladım." Yüzümü ondan çevirip ürkek bir şekilde yastığa gömdüm. Bedenimin kontrolü bende değildi artık. Sanki ruhum bedenimden ayrılmış ve benden ayrı bir şekilde odanın başka bir yerine ilişmişti. Duymuyordum hiçbir şeyi; hislerim tamamen uyuşmuş gibiydi. Bende bir hareketlenme görmeyince kucağına alıp banyoya doğru götürdü. Başım göğsünde, dizlerim kollarında donuk donuk ona bakıyordum. Banyoya yaklaşırken her adımda su sesini daha fazla duyar olmuştum. Oldukça şık, klasik tarzda dekore edilmişti ve büyüklüğü alıştığım eve kıyasla oldukça fazlaydı. Altın rengi biblolar, yağmurluk ve küvet benim odamdan çok daha farklı duruyordu. Fayansların çarpıcı duruşunu sevmiştim. Bakışlarından utanıyordum ve gözlerim ondan başka her yere odaklanır olmuştu.


Banyoda ruhumu dinlendiren ve tenimde nem oluşturan tatlı bir buhar vardı. Küvete yaklaştığımızda beni kollarından ayırmadan sırtıyla kapıyı hafifçe ittirerek kapattı. Kucağından indirdiğinde yanaklarımı avcunun içine yerleştirip alnımdan öptü. Ayakta bile zor dururken donuk ve ifadesiz yüzüm bu hareketine de tepki veremeyecekti. Üzerimdeki siyah eşofman takımının önündeki küçük düğmelere ilişti ve üzerimden usulca çıkarıp kirli sepetine attı. Bu küçük kumaş sürtünmesi sarı saçlarımın hafifçe elektriklenmesine ve kulağıma çıt çıt seslerinin gelmesine sebep oldu. Kollarımı göğüs hizasında birleştirip kendi kendime sığındım. Karşısında çıplak olmaktan rahatsız olmuştum, fakat bunu dillendirecek kadar bile gücüm yoktu. Neyse ki rahatsız edecek şekilde bakmıyordu. Küçük bir çocukla ilgilenir gibi temkinli ve şefkatliydi. Bakışlarında göreceğim en ufak bir heves kırıntısı çığlık çığlığa bağırmama sebep olabilirdi. Verdiği ilaç mı beni bu hâle sokmuştu bilmiyordum. O an bunu soracak iradeyi kendimde göremiyordum. Beni yeniden kucaklayıp küvetteki suyun içine bıraktığında vücudum bu temasla daha da ürpermişti. Su ılık ılık derime nüfus etti.


Köpüklerin içinde tir tir titriyor, boş gözlerle ona bakıyordum. O beyaz doku tüm bedenimi kaplamış ve içimdeki utanma duygusundan beni bir çırpıda sıyırmıştı. Yorgun bir soluk alıp arkama geçti. Hazırladığı suyu başından aşağı boşaltırken dizlerimi karnıma doğru çekip alnımı diz kapaklarıma yasladım. Kaptan boşalan suyun da etkisiyle saçlarım yüzüme doğru akıp gitti. Kirpiklerimden dökülen damlalar, göz pınarlarındaki yangıya karışıp yanaklarımdan usulca süzüldü. Güzel kokulu şampuanı saçlarımda dolaştırdığında gözlerimi usulca yumdum. Çocukluğumdan beri gözlerimi yaşartıp acıtan nesnelerden hoşlanmazdım. Bana olumsuz şeyler çağrıştırırdı. Hatırlamak istemediğim şeyler... Acının her türlüsü kötüydü. Bundan zevk almak akıl kârı bir iş değildi. Nefes alışverişinden başka hiçbir ses duymuyordum. Konuşmuyordu; sanki tüm kelimeleri yalancı bir masal karakterinin peşine takılıp bizden uzaklaşmıştı. Bakışları bile buram buram suçluluk kokuyordu. Eserini böyle görmek onu incitmiş olmalıydı. Küçük oyuncağı oldukça hastaydı ve ne yazık ki bunun en büyük sorumlusu da yine kendisiydi. Beni sevdiğine inanamazdım. Onun bu hüznü, kırılmış bir oyuncakla öylece kalan zavallı bir oğlan çocuğunu andırıyordu. Oyuncağa ne olduğunun bir önemi yoktu; önemli olan tek şey bu keyiften yoksun olacağı düşüncesiydi.


Parmak uçları saç diplerime yaptığı küçük dokunuşlarla beni hayal aleminin kapılarına bırakmıştı. Avuçları omuzlarıma kadar kayıyor ve beni bu beyaz dokunun koynunda uyutuyordu. Çocukken de severdim saçlarımla oynanmasını. Uykumu getirse de oldukça dolu dolu bir keyifti benim için. O zamanlar bu ulvî görevi annem yerine getirirdi; şimdi ise sadistliği efsanelere konu olan sevgili kocam(!)


Bir kap dolusu suyu başından aşağı bıraktı. Elleri hemen arkamdan yüzümü sıvazlamış ve gözlerimi o yakıcı köpüklerden kurtarmıştı. Duş jelinin kokusu burnuma eriştikçe bulunduğum atmosferden sıyrıldığımı hissettim. Elindeki işlemeli bezle tenimi incitmeksizin yavaş yavaş ovdu. Önce boynum ve hemen ardında sırtım o dokuyla muhatap olacaktı. Eskiden sırtıma herhangi bir şeyin dokunmasını istemezdim. Çünkü babamın kemer darbeleri her temasta sızlar ve içimi acıtan bir yangı oluştururdu. Kabuklaşıp sertleşen doku suyla biraz olsun yumuşar fakat yangısından bir şey kaybetmezdi. Bir keresinde sırtımdaki yaralar mikrop kapıp iltihaplanmıştı da annemle neye uğradığımızı şaşırmıştık. Gözyaşları içinde öpe koklaya tentürdiyotla temizlemiş; babamın açtığı yaraları yine sevgisiyle annem iyileştirmişti. En çok da kaşındığı zaman kötü hissederdim. Kaşımak isterdim fakat dokunduğumda kanayacağını ve daha da kötü olacağını bilirdim. Kısacık bir dürtünün hissine kapılmaz ve sabırla tamamen iyileşene kadar beklerdim.


Bana gelip geçici heveslerin şirin yüzü geçtiğinde insanda bırakacağı acıyı hatırlatırdı yaralarım. Duygularda kaşıdıkça büyür, düşündükçe önce insanın zihnini ardından kalbini istila ederdi. Keşke Mervan bana rastladığı o gün beni düşünmeyip zihninden atabilseydi. Belki o zaman bu duygular onu bu kadar tutsak etmezdi. Böylece bana dair kurduğu hayaller onu harekete geçirmez ben de böylesi bir hayata mahkûm olmazdım.


Yüzünü nemle hemhal olan omzuma yasladı. Sol yanağındaki sakalları orada ufak bir gıdıklanma hissi oluşturuyordu. Bana dokunmaktan ne kadar hoşlandığını o zavallı hâlimle bile anlayabiliyordum. Sadece dokunmak da değil, benimle ilgili olan her şeyi seviyordu. Beni yıkama işini bile büyük bir hevesle yapıyor, narin bir çiçeği kollar gibi zarif bir şekilde dokunuyordu.


Gözlerimi açtığımda küvetin o beyaz sineden kurtulup kan dolu bir çukura dönüştüğünü gördüm. Dayanamadığım bu manzarayı görmemek için kesik kesik ağlayarak başımı yeniden dizlerime gömdüm. Bendeki bu değişimi fark etmişti. Sağ eli elmacık kemiklerimde dolaştı. Gözlerimi açıp kuzguni harelerine baktım. Anlık bir sessizlik yüreklerimizi dağladı. Kalbinde taşıdığı tüm yükü dağıtırcasına derin bir nefes çekti.


"Bana kızgınsın değil mi?" Suskunluk tüm ruhumu soluyan adi bir canavar gibiydi. Konuşamıyordum, bağıramıyordum ve ben artık hiç gülemiyordum. Bu ruhsuz et yığını gerçekten ben miydim? Bakışlarım çevremi yokladığında o kanlı manzara gözlerimin yetisine değmemişti. Her şeyin biraz önceki gibi normale dönmesi içimi rahatlatmıştı. Birkaç dakika önce söylediklerini düşündüm. Haksızlıklar hiç bitmiyordu ve bu gidişle bitmeyecekti de. Bir deli yerine koymadığı kalmıştı beni; biraz önce onu da yaptı. Uydurduğu aşk hikâyesine kendisiyle birlikte herkesi inandırmış ve beni mahkumiyetin nezaretine sürüklemişti. Hiç mi acımıyordu bu adam? Nasıl kıyabilmişti bana? Daha ne kadar incitecekti?


Alnını alnıma yasladı. Yüzündeki yıkılmışlığı görmemek imkânsızdı. "Bakma öyle Züleyha Züleyha! Sen, bir gün olsun beni seversin diye ne papatyalar pareledim ne güller soldurdum bir bilsen!" Bakışlarımı yüzüne çevirdi. "Susma ne olur! Bağır istersen! Ömrümü sensizlikle karalamaktan yoruldum. Sev beni, gör artık!" Dudaklarım buz tutmuşçasına hareketsizdi. Sırtımı yeniden ona döndüm. Yıkılmışlık bana iyi gelmiyordu. Her şeyin sahte olduğu bu dünyada bir de onun efsununa dayanamazdım.


Gözlerimi sımsıkı yumduğum an, elleri saçlarıma dokundu. Beyaz tarağı usulca saçlarımda gezdirdi. Dokunuşları bana farklı iki duyguyu aynı anda yaşatıyordu. Huzur ve huzursuzluk... "Seni asla bırakmam. Ömrüm boyunca küçük bir çocuk gibi bakmam gerekse de asla vazgeçmem. Seni her hâlinle sevmeye ve sahiplenmeye hazırım. Yeter ki sıcaklığın ve tenin benden uzaklaşmasın!" Saç diplerimde dudaklarını hissettim. Parmaklarının arasındaki o hassas yapıyı doya doya ciğerlerine çekti. "Yanımdasın ve dünyada bundan daha değerli hiçbir şey yok! Nefes alıp verişini hissetmek bile benim için her şeye değer! Şu hayattan bir alacağım varsa o da sensin!" Ne yaptığını gözlemlemek için başımı ona çevirdim. Gözlerim şaşkınlıkla iri iri açılırken dudaklarımdaki tüm kan bir anda çekildi.


"Mehmet!" Birkaç küçük damla göz pınarlarımdan süzüldü. Bir kez daha sayıkladım. "Mehmet..." Mimikleri hayretle kıpırdandı. Sözlerime bir anlam verememişti. Düş mü görüyordum? Gördüğüm bu yüz kime aitti? Elleri yanaklarıma ilişirken gözleri bir mana arar gibi gözbebeklerimde dolaştı. "Nazar!" Sayıklayışı beni bulunduğum atmosferden çekip alamayacaktı. Biraz önceki ürkekliğimin aksine ona sımsıkı sarıldım. Boynuna, omzuna bıraktığım her busede hayreti biraz daha artıyordu. Neye uğradığını şaşırmıştı. Elleri bir süre kararsız bir şekilde havada öylece dikildi. Ardından tüm köpüklere ve ıslaklığıma inat beni göğsüne sımsıkı bastırdı. Sırtımda dolaşan parmakları mutluluk vericiydi. Yüzündeki huzursuzluk ise fark edilecek türdendi. Oysa benim gördüğüm Mehmet'e ait olan o masum, şefkat dolu yüzden başka bir şey değildi.


Yüzünü yıllar sonra ilk defa görüyormuşçasına büyük bir arzu ile süzdüm. Parmak uçlarım şaşkın bakışları arasında her bir zerresinde ayrı ayrı dolaştı. Yüzündeki her bir kıvrımı ezberlemek istiyordum. Mervan'dan daha güzel bir yüzü yoktu; ya da cazibedar bir bedeni. Onda hissettiğim en gerçek şey huzurdu. Bana yitikleri unutturuyor; yüreğimdeki boşluğu sabrı ve sevgisiyle dolduruyordu. Bir kadının bir erkekten bekleyebileceği hiçbir tutkuyu ummuyordum ondan. Hissetmeyi arzuladığım tek şey huzurlu ve güvende olabilmekti. O benim hiç zaman erişemediğim çocukluğumdu.


Gördüğüm şeyin bir hayal ya da gerçek olması umurumda değildi. Ne hissettiğimi biliyordum ya da ne hissetmeye çalıştığımı. Gözlerimi kapatıp dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Hareketsizdi. Gözleri usulca kapandı. Tam da şu anda böyle bir şeyi asla beklemediğini biliyordum. Dudakları titriyordu. Ondan asla ummayacağım bir ürkeklik yüzünde peyda olmuştu. Gözlerimi açtığımda her şeyin bir hayal olduğunun farkına vardım. Doğru düşünemiyor ne söylediklerimin ne de yaptıklarımın yol açacağı muhtemel durumları hesap edemiyordum. Saniyeler içinde ondan uzaklaştım. Elleri dudaklarına ilişti. Mutlu görünmüyordu; bilakis oldukça huzursuz olmuş gibi bir hâli vardı. Oysa mutlu olması gerekirdi; onu ilk defa öpmüştüm. Belki de benden görüp görebileceği sevgi sadece bundan ibaretti. Buna rağmen tüm duyguları dinamitlenmişçesine darmadağındı. Yüzünden nasıl bir mana çıkarabileceğimi bilemiyordum. Gözlerine baktığımda gizlemek için çırpındığı acıyı bitik bir hülyadan sıyrılarak gördüm. Ayağa kalkıp, "Çıkalım artık!" dedi. Ne yapacağımı şaşırmış bir halde uzattığı havluya sımsıkı sarıldım. Çok büyük bir hata yapmıştım. Asla duymaması gereken bir ismi sayıklamıştım. Korumaya çalıştığım birini hesapsızca ona gambazlamıştım. O kadar hastayken bile yaptığım bu hatanın avuçlarında ezildiğimi hissettim. Ya bu sözlerin, davranışların peşine düşerse diye içim içimi yiyordu. Ona hasta olduğumu söyleyerek sözlerimi ört pas edebilir miydim?


Elimden tutup sürüklercesine odaya götürdü. Çok dalgın olduğunu fark etmiştim. Şüphesiz biraz önce olanları düşünüyordu. Yaşadıklarımızın gerçeklikle bir alakası olup olmadığı beynini tırmalıyordu. Kendisine Mehmet deyişim; ona bilinçaltına ittiği o büyük korkuyu hatırlatmış olmalıydı. Bana sorup öğrenemediği tuhaf gerçeğimizi... Kendisine ait pijama takımlarından birini bedenime usulca geçirdi. Daha iyi olduğumu fark etmişti. Saçlarımı kurutup tekinsiz bakışlarını bir süre daha üzerimde gezdirdi. Beni arkasına alarak yüzünü duvara çevirdi. Büyük bir sabırla iç hesaplaşmalarının bitmesini bekliyor ve olabildiğince normal davranmaya çalışıyordum. Bir tuhaflık olduğunu sezmemeliydi.


Elimi tutup pofuduk terliklerle aşağıya indirdi. Mutfak masasına geçip sandalyeye yerleştim. Biraz önce ki huzursuzluğunun yerini tuhaf bir rahatlık almıştı. Belki de söylediklerimin bir sayıklamadan, sürçmeden ibaret olduğunu düşünüp ferahlamıştı. Yani en azından ben öyle olmasını umuyordum. Dolaba yöneldi ve taze olduğunu daha ilk bakışta anladığım büyükçe bir balık çıkardı. Az miktarda hamsiyi suyla yıkadı ve süzgeçte kurumaya bıraktı. Oturduğum yerde kaygısız kaygısız onu izliyor; durgunluğumu gizlemeksizin her bir tavrını takipten ayrılmıyordum. Balıkları mısır ununa batırıp tavaya bıraktı. Çıkardığı sebzelerle birkaç dakika içinde oldukça renkli bir çoban salata yaptı. Rokaları limon sosuna buladığında ağzımın sulanmasına engel olamadım. Kısacık bir zamanda harika bir sofra hazırlamıştı.


Tabakları alıp önüme dizdi. Koku şimdiden beni sarhoş etmişti. Gözlerimi ona çevirdiğimde bakışlarının boynumda dolaştığını fark ettim. Parmakları güneş şeklindeki kolyeme yaklaştı. "Bu kolye yeni mi?" Evet manasında başımı salladım. "Nereden çıktı? Sana böyle bir şey aldığımı hatırlamıyorum; düğünde de gelmedi. " Toparlanmaya çalışarak, "Nazende Hanım hediye etti." diye karşılık verdim.


Duş almak iyi gelmişti. Sonunda biraz olsun toparlanabilmiştim. Kolyeyi parmaklarının arasına alıp dikkatle inceledi. "Ne zaman verdi?" Kayıtsızca, "Fenalaştığım ilk gün! " diyebildim. Gözleri yeniden bağrıma odaklandığında ellerim yer yer sızlayan o morluğa dokundu. "Tahriş etmiş; iğnesi mi var?" Başımı salladım. Bir süre inceledikten sonra kolyeyi usulca boynumdan çıkardı. Onunla ne yapacağını merak ediyordum. Beni şefkatle alnımdan öptü. "Sana daha iyilerini alacağım; bu biraz bende kalsın." Başımı eğip gözlerimi kaçırdım. Bir türlü geçmek bilmeyen uyku mahmurluğunu nefretle yaşıyordum. Üzerimdeki lacivert eşofmanla ne kadar şapşal göründüğümün farkındaydım. Bu bol kıyafetler Mervan'ı olur olmaz güldürüyordu. Uzun paçaları yerde sürünüyor, omuzları kollarıma kadar sarkıp açılıyordu. Saçlarımda fön makinesi gezdirdiği halde yer yer ıslaklığını koruyordu. O düz sarı perçemler, her fırsatta kirpiklerime ilişerek küçük kaşıntılara sebep oluyordu. Beni bir kenara bırakıp yeniden tavanın başına geçti ve kızarttığı hamsileri servis tabağına bıraktı.


Somon balığının üzerine bıçakla çizikler bırakıp kızgın tavaya attığında çıkan hışırtılı ses beni çocukluğumun iklimine taşımıştı. Kaçamak bakışlarla etrafa göz gezdirdim. Mutfağa mor renkler hakimdi ve bu haliyle oldukça ilgi çekici görünüyordu. Büyüklük burada da dikkat çekici bir unsurdu. Parlak bir yüzeye sahip olan gri büfe hem bir şeyler atıştırmak için hem de yemek yapmak için ideal bir yapıya sahipti. Görmemiş gibi etrafı seyretmeyi bırakıp maharetli ellerine odaklandım. Bu ilgili bakışlarımdan hoşlandığından mıdır bilinmez; kendine has bilmiş edasıyla ukala ukala konuşmaya başlamıştı yine. "Büyük balıklar parçalanırsa kılçıkları çok batar; bu yüzden bölmedim. Çok yağlı yapmamak bu saatte en iyisi." Onu hafif alaylı bir bakışla süzüp başımı sallayarak onayladım.


Evde kimse yoktu. Yaşananlar herkesin sinirlerini altüst etmişti. Dicle'nin daha fazla yıpranmasını istemeyen Mervan, onu Gülnaz ve Melek ile birlikte Mirzanoğlu konağına göndermişti. Kadir Bey ve Raziye Hanım da tantanalarımdan usanmış olacak ki, ilk fırsatta evi terk edip bizi baş başa bıraktılar. Mervan, Berfin'e karşı duyduğum rahatsızlıktan dolayı ona ayak altında dolaşmamasını emretmiş ve benden olabildiğince uzak tutmak için çabalamıştı. O büyük bir keyifle balığı hazırlarken ben de mutfaktaki mahirliğini tuhaf bir hayranlıkla izliyordum. O kasıntı hallerinden sıyrılıp samimiyete bürünmesi az rastlanılan bir durumdu. Yüzümdeki sükûnet ve huzuru gördükçe daha da neşelenmişti.


Balığı tavada evirip çevirirken, "Eskiden de bu işte benden ustası bulunmazdı. "diyerek manidar bir şekilde gülümsedi. "Üniversitedeyken bizim öğrenci evinde balıkları hep ben kızartırdım. Arkadaşlarla hafta sonları balık tutmaya gider, sonra da tavada bir güzel pişirirdik. Hamsili Babayı da o zaman tanıdım. Balık tutmayı beceremediğimiz günlerde tuttuğu balıklardan çaktırmadan bizim kovaya atardı. Sonra da 'Ne kadar çok tutmuşsunuz böyle, denizi kuruttunuz!' diye kendince şaka yollu takılırdı. Neşeli bir adamdı Hamsili Baba. İnsan onun yanında kendini istemsizce huzurlu hissederdi. İzmir rüya gibi güzel bir şehirdi. Hayatımın en güzel günlerini orada geçirdim sanırım. Tabi seni tanımadan öncesi için geçerli bu söylediklerim. Varlığını değişebileceğim hiçbir anım olmadı."


Bana ilk defa üniversite yıllarına ait bir kapı aralamıştı. O kolay kolay bahsetmezdi hayatından. Şimdisi de geçmişi de benim için çoğu zaman muamma olmaktan kurtulamazdı. Bu saydamlığı karşısında tebessüm etmekten kendimi alamadım. "Sonunda gülümseyebildin!" Saçlarımı geriye itip, "Demek İzmir'de okudun. " diye sayıkladım. Şaşkınlığını belli etmemeye çalışarak konuşmamızı devam ettirecek cümlelere kapı araladı. "Evet, denizine hayran olduğum bir yerde üniversite okumak oldukça güzeldi. 5 arkadaş bir eve çıktık. Her şeyi paylaşarak yapardık. Aramızda gıpta edilecek bir samimiyet vardı. Yemek yapmayı da o yıllarda öğrendim. Hem çalışır hem de sabahlamak pahasına okurdum. Yüksek, güzel notlarım vardı. Çalışkan bir öğrenciydim anlayacağın!" Bak bak kendini övemeden de duramaz Beyefendi. Sevsinler!


O böyle ballandıra ballandıra anlatmaya devam ederken söyledikleri soğuk duş etkisi yaratmıştı. Çalışmak... Mervan neden okurken çalışmaya ihtiyaç duyardı ki? Böyle Karun gibi zenginken neden para sıkıntısı çekerdi? "Ne iş yapıyordun?" Şaşırmış gibi duraksadı. Söyleyip söylememekte kararsız kalmıştı. Meraklı bakışlarımı daha fazla yormama adına devam etti. "Garsonluk, balıkçılık, hastabakıcılık, bulaşıkçılık... Ne olursa?" Duyduklarım karşısında şaşkınlığım daha da artmıştı. Mervan'ın buradan gelecek paraya ihtiyaç duyması şaşılacak şeydi doğrusu. Kadir Bey, neden oğlunun eğitimine yardımcı olmamıştı ki? Hem de tıp gibi önemli bir bölümü okurken... Bunu ona sormalı mıydım? Merakım dilimin mührüne galip gelmişti.


"Kadir Bey neredeydi o yıllarda?" diye sordum. Cevap vermedi; bunun yerine balıklarına yönelmeyi tercih etti. Daha fazla soru sormak istemedim; belli ki aralarında henüz bilmediğim bir husumet vardı. Bu işi kurcalamak şu an hiç de iyi olmazdı. Mervan'ı kızdırmak istemiyordum. Bilirdim; o sorularımı cevapsız koymakta oldukça mahirdi. Ancak kendi isterse bir şeyler anlatırdı ve ben ne kadar zorlarsam zorlayayım bilmemi istediğinden fazlasını açıklamazdı.


Pişen somonu servis tabağına bıraktı. Artık her şey hazırdı. Balıkları elleriyle ayıklayıp ağzıma yaklaştırdı. Her zaman kullandığı çatal bıçağı bir kenara bırakması tuhafıma gitmişti. Nedendir bilinmez elleriyle bir şeyler yemek ve yedirmek daha bir yakışmıştı. Bu halleri, Beylik tavırlarının ve karizmasının dışında ayrı bir samimiyet ve insansılık kazandırmıştır ona. Mervan'a hâlâ kızgındım; Gülnaz'ın o Allah'ın belası sözleri ne yapsam aklımdan çıkmıyordu. Bana dokunmasını istemiyordum. Gülnaz'dan kaldığına inandığım bir kirlenmişlik vardı üzerinde. Ben hiçbir zaman ona ait olamayacaktım ve elbette o da bana. Yarım bırakılması gereken bir hikayemiz vardı ve hatta hiç başlaması gereken tuhaf bir yazgıydı bizimki.


Bana uzattığı son lokmaları da alıp çatalımı kavradım. Küçük lokmalarla atıştırmaya koyulmam gözünden kaçmamıştı. Anlamsız toparlanışım dikkat edilmeyecek gibi değildi. Üzerimdeki ağırlık kalkmıştı ve kendimi daha iyi hissediyordum. Evin bu boş haliyle çok daha huzur verici olduğunu itiraf etmeliydim. Kalabalık bir evde insan ne kadar olsa rahat edemiyordu. Birlikte yaşamak pek çok kuralı beraberinde getiriyordu ve bu kurallar da insanı ister istemez yıpratıyordu. Hep kendime ait bir evim olmasını istemiştim. Kendi zevkime göre yemekler pişirmek, kendi ellerimle alışveriş yapmak ve sadece istediğim misafirleri ağırlamak... Emrivâkinin olmadığı bir hayat kim bilir ne kadar da güzel olurdu. Bu evde yaşamaya devam edersem bu arzularıma asla kavuşamayacaktım. Bu insanların hayat tarzı benden oldukça farklıydı ve ne kadar uğraşsam da onlara ayak uyduramıyordum.


Uyuyup dinlenmem için beni odaya çıkardı. Kendimi oldukça yorgun hissediyordum. Artık hamileliğimin son aylarına gelmiştim ve her geçen gün doğuma biraz daha yaklaşıyordum. Bu durum stresimi daha da arttırmış, korkulu kabuslar görmeme sebep olmuştu.


Mervan, son olaylardan sonra beni bir daha hastaneye götürmemişti. Zaten götüreceğini ummak da aptalca olurdu doğrusu. Başına bela açmamam için kemerleri sıkmış, beni zapt etmek için elinden geleni ardına koymamıştı. Artık iç ve dış bahçenin yanı sıra evin çevresinde de adamları yollarımı gözlüyordu. Beni durdurmayı kafasına koymuştu bir kere. Mervan'a göre kontrol altında tutulması gereken pimi çekilmiş bir bombaydım. Hatta belalı bir ateş olduğum bile söylenebilirdi ve Mervan ateşle oynamayı severdi.


Sırtıma destek olarak uzanmamı sağladı. Dudakları tebessümle aralanırken elleri karnımdaki o sevimli şişliğe dokundu. Kıpırdanmaları hissedince şefkatle gülümsedi. İlk kez baba oluyormuş gibi heyecan ve merak içindeydi. Onları kucağına almak için tarifsiz bir heves duyduğunu anlayabiliyordum. İş bu ya, bebekler de bu dokunuşları hissetmiş gibi kıpır kıpır karnımda dolaşmaya, balık gibi süzülüp durmaya başlamıştı. Hayatın bizim için hazırladığı sınavları düşünmemeye çalışarak gözlerimi siyah bakışlarından kurtarıp usulca yumdum. Tenimden uzaklaştığını hissettiğimde, "Nereye gidiyorsun!" diye sordum. Ellerini şakaklarımda gezdirdi. "Küçük bir işim var; geleceğim. Sen uyu, dinlen!" Gözlerimi yeniden kapayıp uyumaya çalıştım. Ev her zaman bu kadar huzurlu olmuyordu!

Loading...
0%