Yeni Üyelik
39.
Bölüm

39. Bölüm: Intikamın Kanlı Sırtı

@syildiz_koc

   


İNTİKAMIN KANLI SIRTI


Birisi beni arıyor, bana ihtiyaç duyuyordu.


İlk kez bu dünyaya ait birisi için var olduğumu hissediyordum.


STEFAN ZWEİG


Beyaz güller, bakışlarımın iliştiği noktada havanın o ürkek, güzel vedasını gözlerime sunuyordu. Baharın tebessümleri kulaklarımdan kirpik uçlarıma kadar esmiş ve beni hoş bir sedaya tatlı tatlı yaklaştırmıştır. Nazar Ateş bugün iyiydi. Günler sonra ilk defa gerçekten iyiydi. İki gün boyunca yemekleri hep Mervan yapmıştı. Evde kafa dinlediğimden midir bilinmez; kendimi çok daha huzurlu ve dingin hissediyordum. Bu sabah gözle görülür düzeydeki değişimimin hevesi ile mutfağa geçmiş; beyaz gül desenli önlüğümü boynumdan geçirip kahvaltı hazırlamaya koyulmuştum. Mervan ise bir türlü uykunun kollarından kurtulamamıştı. Onu öylece bırakıp bana aldığı yeni elbiseyi giydim. Ve ne yazık ki o da beyazdı.


Bugün beni günlerce esir olan o donuk ruh halim üzerimde değildi. Duşumu kendim almıştım ve kıyafetimi giyerken de hiç yardım istememiştim. Çıplak ayaklarımı parke zemine sürerek mutfağa geçtim. Annemden öğrendiğim harika bir çörek tarifi vardı. Olabildiğince hızlı olmaya çalışarak hamurunu güzelce yoğurdum. Mervan, kaşar peynirden çok hoşlanıyordu. Peynirli çöreklere gül şeklini verip fırına göndermek ve diğer kahvaltılıklara yönelmek istiyordum. Hiç ummadığın bir anda bir çift elin arkamdan karnımı sardığını hissettim. Yüzümü dönmeye kalmadan yanaklarım tutkulu bir öpücüğün sıcaklığına karıştı. Ürkmüştüm... İşime öyle odaklanmıştım ki bir serap gibi yanımda dolaşırken uyandığını fark edememiştim. Başı omuz boşluğuma ilişmiş, sımsıkı sarılarak beni tenine mahkûm etmişti.


"Günaydın prenses!" Gerildiğimi fark ettirmemeye çalışarak, "Günaydın." dedim. Sımsıkı sarılmış, omuzlarımın üzerinden hamurları şekillendirişimi izliyordu. Yanımda o kadar mutluydu ki bazen saçma hikayemizin nasıl başladığını unutur; bu tuhaf aşk oyunlarına hayretle katılırdım. Beni öpücüklere boğuşunu, sarılışını, ilgisini gören herkes deli bir aşk hikayesinin ana karakterleri olduğumuzu düşünürdü herhalde. Zalim, kara şövalyenin prensesi bu kulede zorla tuttuğu kimsenin aklına bile gelmezdi. Hatta bazen ben bile unuturdum olanları. Ne abime dayadığı silah ne tehditleri ne de kaçtığımda verdiği Mervansı cezalar hatırıma düşmezdi. Mervan Hanzade, keşfedilmeyi bekleyen koca bir imparatorluk gibiydi ve ben daha şimdiden onun çıkmaz sokaklarında koşuşturmaktan yorulmuştum. Yolun sonunu getirmeye takatim olmadığını bilerek beni sürüklercesine alıp götürüyor, isteyip istemediğimi sormak aklının ucundan bile geçmiyordu. Yarattığı bu aşk filminin hem senaristi hem yönetmeni hem de oyuncusuydu. O istemişti bizde oynamıştık; başka türlüsü düşünülemezdi elbette(!)


"Uyandığımda ilk seni görmek öyle güzel ki!" Çörekleri fırına bırakırken alayla gülümsedim. "Yaaa! Ne demezsin?" Belimden tutup gövdemi usulca kendisine çevirdi. Gözleri gözlerime mühürlenmiş okyanuslar dolusu sözü çağlar olmuştu. "Dudaklarındaki kor, teninden yüreğime aksa. Ruhun ruhuma düğüm olsa da bir daha asla çözülmesek. En kıymetli kelepçem; tenime esen en tutsak manimsin." Gözlerimi acı çekiyormuş gibi sımsıkı yumdum. Dudaklarını meltemimi umarak dudaklarıma yaklaştırdı. "Gözlerinin okyanussu maviliğinde boğulmama izin ver!" Heyecandan, aşktan öleceğim (!)Aman ne güzel! Ağzı iyi laf yapıyordu Hanzade'nin. Kadın ruhuna değmeyi de en az nefret ettirmek kadar iyi biliyordu. Yüzüme anbean yaklaştığı o birkaç saniye bir ömür kadar uzun gelmişti. Kurduğum saatin çalmasıyla anlık bir şekilde irkildik. Mervan'dan uzaklaştım ve fırına yönelip pişen çörekleri çıkardım. Bugün ablamlar gelecekti ve uzun zaman sonra bir araya gelip hasret giderecektik. Bu halimden oldukça rahatsız olmuştu. Bozulan moralini fark etmemek imkansızdı.


"Benden uzak durma; buna dayanamıyorum artık!" Yüzüne imalı imalı baktım. "Neden rahatsız oluyorsun ki? Senin bir karın daha var; yine Gülnaz'ın odasına gidip tatlı sözler fısıldayabilirsin. Sözlerinin ona benden daha çok tesir edeceğinden eminim." Başını "belli oldu senin derdin!" der gibi salladı. "Ben kimseye bir şey fısıldamadım. Aramızda seninle evlendiğimden beri hiçbir şey geçmedi. Seni kızdırmak için gittim odasına. Gülnaz'a değil; Dicle'ye sarılıp uyudum ben!" Umursamaz bir şekilde işimin başına döndüm. Soyduğum domateslere yönelip menemenlik olacak şekilde ince ince doğruyordum; o ise hâlâ benden gelecek yapıcı bir cevabı bekliyordu.


"Bana inanmıyor musun? Sana kızgındım ve bu konuda da ne kadar haklı olduğumu biliyorsun." Domatesleri tavaya bırakırken olabildiğince sözlerine duyarsız kalmaya çalışıyordum. Kolumdan tutup kendine çekti. "Dinle beni! Senden önce de odasına doğru düzgün gitmiyordum. Âşık olduğum, dokunmak istediğim tek kadın sensin!" Bileklerini sıkıp gözlerimi gözlerine mıhladım. "Yalanlarına inanmıyorum. Hâlâ odasına gitmiyordum diyorsun. Melek ve Dicle'yi leylekler mi getirdi?" Başını yalanlar gibi salladı. "Anne olma hakkını engelleyemezdim. Ona hiçbir zaman aşk vadetmedim; anlaşmalı bir evlilikti bizimkisi. Ben... " Sözlerini bitirmesine izin vermeyerek, "Yeter sus!" diye bağırdım. "O senin karındı ve benim senin hayatında asla yerim olmayacaktı. Bunu anlamalı ve ona göre davranmalıydın. "


"Aynı şeyleri söylemekten bıkmadın! Kendimi daha fazla aşksızlığa mahkûm edemezdim anlamıyor musun? Mutlu olmaya hiç mi hakkım yoktu Nazar?" Artık konuşmak istemiyordum; zira söyleyeceğim hiçbir söz içimdeki hüsranı açıklamaya yetmeyecekti. Menemeni usulca yapmaya koyuldum. Fırına yerleştirdiğim ikinci tepsi de yavaş yavaş pişmeye başlamıştı. Son hazırlıkları yapıp sofrayı kurdum. O ise bu olumsuz havanın dağılmasını umar gibi bir bekleyiş içindeydi. Zil çaldığında masaya son bir göz atıp kapıya koştum. Kilidin çevrilmesiyle ablam aniden boynuma atıldı. Neye uğradığımı şaşırmıştım.


"Bacım!" Mervan ve Haşim eniştemin şaşkın bakışları arasında hasretle kucaklaştık. "İyi misin Nazar?" Başımı tebessümle salladım. "İyiyim abla, merak etme. " Elimden tutup salondaki koltuğa doğru hızlı bir şekilde çekti. Olanları duyduğu her halinden belli oluyordu. Onun telaşlı hâli elimi ayağımı birbirine dolaştırmıştı. "Abla sakin ol! Ben iyiyim." Ona uzattığım suyu bir dikişte içerken, "Neler duyduğumu biliyor musun?" diye söylendi. Gözlerimi evet manasında kırptım. Ona neler söylendiğini az çok tahmin edebiliyordum. Elimi tuttu. Gözlerindeki korkuyu görmemek imkansızdı. "Sakin ol!" diye fısıldadım. Gözlerini kan bürümüş bir şekilde Mervan'a dikti. "Bu evde sana kötü mü davranıyorlar? Söyle çekinme sakın!" Omzuna dostça dokundum. Onu rahatlatmak istiyordum; bu telaşlı hâli beni de oldukça rahatsız etmişti. Mervan, huzursuzca kıpırdandı. Ablamın sözlerini içerlemiş görünüyordu. "Sorun yok abla. "


"Ona zarar vermeyeceğimi çok iyi biliyorsun." Mervan'ın ses tonundaki kızgınlık beni daha şimdiden huzursuz etmişti. Şu an bir arbedeyi daha kaldıracak durumda değildim. Ablam, ona cevap vermeye hazırlanırken bu gereksiz tartışmayı bitirmek için hamle yapmakta gecikmedim. "Sofraya geçelim. Daha fazla yemekleri soğutmaya gerek yok." Sözlerim ortamdaki gerilimi biraz olsun durdurmuştu. Bir şey söylemeden sessizce masaya geçtik. Eniştem oldukça sakindi. Her halinden bu evde rahat edemediği belli oluyordu. Kadir Bey, olmadığı halde çekingen duruşundan bir türlü kurtulamıyordu. Mervan, onun karşısında bile beylik tavırlarından ödün vermeden ciddiyetle davranıyor; otoritesinin her demini hissetmesi istiyordu. Tabakları ablamla birlikte toparlayıp mutfağa geçtim. Kahveleri hazırlarken koluma dokunup beni kendine doğru çekti. Tuhaf halinden ve gözlerindeki endişeden benim için korktuğunu anlayabiliyordum. Sandalyeyi çekip masanın yamacına iliştik. Gözleri bir cevap arar gibi gözlerimi yokladı. Ona karşı cam gibi saydamdım. Ne yapsam bir şey gizleyemiyordum. Bana, "Ne oldu? " diye sorduğunda sakinleşebilmek için bir bardak suyu dudaklarıma götürdüm. Ablam ise tüm çabalarıma rağmen felaket tellallığı yapmaktan kurtulamıyordu.


"Ne oldu bacım söylesene."


"Bilmiyorum." Yüzüme tuhaf tuhaf baktı. "Nasıl bilmiyorum? Fenalaşmışsın, kriz geçirmişsin. Sen hiç böyle olmamıştın. Allah için söyle bacım; bu Nemrutlar sana bir şey mi yaptı? Şu gebe halinle eziyet mi ediyorlar yoksa?" Başımı yalanlar gibi salladım. Mervan, bana dair her şeyle en ince detayına kadar ilgileniyordu. Hasta olduğum bu dönemde de aramızdaki buzları kırmış ve bana bir çocuk gibi bakmıştı. Bedensel bir şiddet görmüyordum; ama gördüğüm duygusal şiddeti anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalırdı. Yaptığı en büyük kötülük, beni bu hayata mahkûm etmekti. Onu asla affedemeyeceğimi bildiğim halde bu çabalarını yine de görmezden gelemiyordum.


"Bak bacım! Ben yabancı değilim; varsa bir sıkıntı söyle. Gerekirse Mervan'la ben konuşurum." Elini tutup beni anlamasına umarak varlığına sığındım. "Abla, bedensel olarak her ihtiyacım karşılanıyor; hem de fazlasıyla. Ama... Ben..." Ayağa kalkıp sırtımı ona döndüm. Bu sayede dolan gözlerimi bir nebze de olsa ondan saklayabiliyordum. Ablamın eli sırtıma şefkatle iliştiğinde bu güç cebelleşmelerine bir son verdim. Siyah gözleri yüzüme odaklanmış ve hislerimin tökezleyişine şahitlik etmişti. "Annemleri çok özledim. Karadeniz burnumda tutuyor. Ne yapsam bu eve, bu insanlara alışamıyorum." Kederlendiğini, gözlerinin bulut bulut olduğunu görebiliyordum. Haşim eniştem, onu ne zaman istese Rize'ye götürüyordu; fakat bu benim için pek mümkün olamıyordu ne yazık ki. Ayağa kalkıp makinadaki kahvelere baktım. Neyse ki taşmak üzere iken kurtarabilmiştim.


"Seni hiç ailene götürmüyor değil mi?" Ona verecek bir cevabım yoktu. Her şey böyle ayan beyan ortadayken şu tuhaf halime ne denirdi ki? Kahveyi fincanlara boşaltırken derin bir iç çektim. Sanki içimdeki hasret, her nefes alıp verişimde benden biraz daha uzaklaşıp benliğimden sökülecekti. Ne boş bir beklentiydi oysa. Dakikalar hasretime her an benzin dökerken, soluklanmak nasıl dindirecekti yüreğimi? İyi olamıyordum işte! Ait olmadığım bir yerde, ait olmadığım insanların arasında iyi olmak mümkün değildi. "Onunla konuşacağım. Belki de içine attıkların seni bu hale getirdi. Bedenin ruhundaki yaralara daha fazla dayanamadı." Umutsuzca gülümsedim. "Seni dinlemez!" Alaycı bir gülüş dudaklarını okşadı. "Ben yapacağımı bilirim!" dedi fincanı uzatırken. Ne yapacaktı ki? Onu tehdit mi edecekti? Mervan'ın tehditlere boyun eğeceğine inanmıyordum. Gücünün farkındaydı; bizi nereden vuracağının da... Yine de ablamın inadının bir şeyleri düzelteceğine inanmak istiyordum.


Kahveleri tepsiye koyup odaya yaklaştım. Mervan'ın koyu bir Türk kahvesine hayır diyemediği herkesçe malumdu. Bazen içine zehir koymayı düşünsem de çoğu zaman düşüncelerimi yutar bu arzumu yerine getirmemeyi tercih ederdim. Zehir bile onun hakkından gelemezdi. Bu adam, kurnazlığıyla şeytana bile pisipisi giydirip bale yaptırırdı. Vurdumduymazlığı ve kibri şaha kalktığında ne yapacağı hiç belli olmazdı.


Elimde tepsilerle odaya geçtiğimde bacak bacak üstüne atmış; tekinsiz bir şekilde, emir verir bir edayla oturuyordu. Beni gördüğünde anlık bir ifade değişikliği yüzünü yokladı. Büyük olması sebebiyle kahveyi ilk enişteme uzattım. Yüzümü Mervan'a döndüğümde keskin bakışlarına tosladım. Belli ki kahveyi ilk abisine uzatmamdan hoşlanmamıştı. Onun kızgın ifadesini umursamadan tekrar mutfağa yöneldim. Ablamla kahvelerimizi yudumlayıp havadan sudan sohbetler ettik. Uzun zaman sonra ailemden birini görmek bana kendimi oldukça iyi hissettirmişti. Zilin sesi aramızdaki muhabbeti kısa bir reklam arasına döndürdü. Hızlı adımlarla kapıya yöneldim. Mervan da ayaklanmıştı. Benden önce kapıyı açıp karşımızdaki bayana gelişigüzel göz gezdirdi. Yemenili, şalvarlı bir kadın, geleneksel sayılabilecek kıyafetlerle karşımızda duruyordu. Elleriyle üçgen şeklindeki eşarbını düzeltip, "Ben Nezahat, temizlik ve yemek işleri için gelmiştim." dedi. Mervan, onu içeri kayıtsızca buyur etti. "Sizi şirket gönderdi değil mi?" Başını çekingen bir eda ile salladı. "Evet!"


Mervan, bendeki şaşkınlığı ve merakı fark etmişti. Bana dönüp, "Nezahat Hanım, ev işlerinde bize yardımcı olacak. Özellikle de bugün gelmesini istedim. Akşama Mirzanoğlu ailesinin kadınları için özel bir davet düzenlendi. Sen de Raziye Hanım'la beraber bu yemeğe katılacaksın." Mirzanoğlu kadınları için özel davet... Şaşkınlığım bir kat daha artmıştı. Davet de ne demekti? Şimdi sırası mıydı tüm bu hazırlıkların? Kaç gündür rahatsızdım ve hiçbirimiz şu an misafiri ağırlayacak durumda değildik. Hal böyleyken Mervan zerre kadar sevmediğini bildiğim bu insanları nasıl bir amaçla davet etmiş olabilirdi?


"Memnun oldum. Hoş geldiniz!" dedim hayretimi gizleyerek. Utangaç bir şekilde karşılık verdi. "Bende Hanımım!" Ben ablamlara geçirirken, Nezahat Hanım da işinin başına geçmişti. Mervan'a şüpheli gözlerle baktım. Kayıtsızca cama yönelip dışarıya göz gezdirdi. Havalar iyice ısınmaya başlamıştı ve bahçe bu haliyle çok daha güzel görünüyordu. Hem manzarayı görmek hem de Mervan'ın ağzından laf alabilmek için aynı cama yönelip dışarıya baktım. Varlığımı hissettiği halde donuk donuk çiçekleri izlemeye devam etti. "Neyi amaçlıyorsun?" Soruma kayıtsızlığını gölgelemeksizin cevap verdi. "Hiçbir şey!" Profesyonel yalancılığına asla inanmazdım; zira bilirdim, o hesapsız, kitapsız adım atmazdı. Bir süre daha yanında durup usulca odama süzüldüm. Artık iyice ağırlaşmıştım ve bu durum çabuk yorulmama sebep oluyordu. Akşama kadar dinlenmek en iyisiydi; aksi takdirde o insanlara dayanacak gücü ne yazık ki kendimde bulamayacaktım.


Uyandığımda onu başucumda buldum. Kendimi oldukça iyi hissediyordum. Dinlenmek gerçekten iyi gelmişti. Yavaşça doğrulmaya çalıştım. Belinden kavrayıp bana yardımcı oldu. Şimdi kokusunu çok daha yoğun bir şekilde hissedebiliyordum. Üstümdeki mahmurluğu atmaya çalışarak, "Çok uyudum mu?" diye sordum. Omuzlarını kayıtsızca silkip hafifçe gülümsedi. Samimi gülümseyişi, tüm albenisini daha da ortaya çıkıyordu. Şeytani karizmasını ustaca kullanışını hayretle takip etmekten kurtulamıyordum. Gamzeleri hedefi tam on ikiden vuran yakıcı birer kurşun gibiydi. Bir insanın bakışları nasıl bu kadar yıpratıcı olurdu? Saçmalama Nazar! Şu an tek derdin bu mu? Bu sen değilsin!


"Bilmem! Ben seni izlerken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorum." Yataktan kalkıp gardıroba yöneldim. İçinden lacivert bir elbise çıkarmaya yeltendiğimde kolumdan kavradı. Neye uğradığımı şaşırmıştım. Meraklı bakışlarımı gözlerine diktim. Beni umursamadan gardıroptaki bir başka askıya yöneldi ve dolaptan siyah, sade bir elbise çıkardı. Manidar bakışları dikkatimden kaçmamıştı. "Bunu giy; partiye çok daha uygun olacağından emin olabilirsin!" Söylediklerinden hiçbir şey anlamamıştım. Sıradan bir yemekti işte! Bu kadar özenip matemlere bürünmemin ne gereği vardı? O sıkıcı insanlarla ilgili nasıl bir planı olduğunu düşünmeye başladım. Parti sözüyle neyi kast etmişti? Tuhaf... 1 saat önce delicesine merak ettiğim bu cevabı kısa bir süre sonra acıklı bir gösteri eşliğinde hayretle izleyecektim. Olacaklardan habersiz elbiseyi giyip makyaj masama yöneldim. Beyaz puf tarzındaki mobilya oldukça rahattı. Masanın üzeri gümüş ayna tarak setiyle kaplanmıştı. Pudra ve beyaz renkler, odanın her yerini işgal ediyor; diğer renklere adeta çalım atıyordu.


Yine şahsına has bir kibirle beni hayran hayran takip etmeye başlamıştı. Gümüş tarağı düz saçlarımda usulca gezdirdim. Yanıma yaklaşıp aynanın karşısındaki koltuğa yaslandı. Yaptığım hafif makyajı saniye ıskalamaksızın takip etmiş ve delici bakışlarını bir an olsun üzerimden ayırmamıştı. Odasındaki Barbie bebek evi geldi gözümün önüne. Önce onu saatlerce izlemişti şimdi de beni. Bana olan bu tutkunluğunun esas sebebini belki de hiçbir zaman anlayamayacaktım. Beni neden bu kadar dikkatle izliyordu ki?


Son rötuşlarımı atarken arkama geçti ve elindeki kadife kutuyu açıp zarif bir kolyeyi gözlerimin kadrajına sığdırdı. "Bu senin için!" Zihnim, kaybettiğim o kolye ile dolup taşmıştı yeniden. Bir acı yokladı kursağımı. Silinmeye yüz tutmuş hatıralar geldi gözlerimin önüne. Mehmet... Kalbimde hep eksik bir nokta olarak mı kalacaktı? Gerdanıma ilişen her metal bana onu ve hatıralarımızı hatırlatıyordu. Yaşadıklarımızın benliğime ve yüreğime sıktığı kurşunlar iflah olmaz sızılara sebep oluyordu. Acılarımın bir daha kanamamak üzere silinmesini istiyordum. Mervan ve kirli hayatıyla baş edebilmek için güçlü olmalıydım.


"Gerek..." Sözünü tamamlamama bile izin vermeden kalbimin üzerindeki o küçük yaraya bir buse kondurdu. "Gerek vardı. Bu kolye canını asla acıtmayacak. Bu geceden sonra hiç kimse yaralayamayacak seni Aşkparem." Gözlerim aynadaki aksimde gezindi. Su damlası şeklindeki bu kolyeyi beğenmekten kurtulamıyordum. Ne yazık ki çok değerli olduğunu bildiğim bu pırlanta kolye bile yüreğimdeki acıyı ve boşluğu kapatmaya yetmiyordu. Kopçasını taktıktan sonra dudaklarıyla omzumu mühürledi. Mervan'la olan cebelleşmelerime bir süreliğine de olsa ara vermiştim. Bu itaatkâr tavırlarla güvenini kazanıp esaretimin zincirlerini biraz olsun gevşetecektim. Böylece kendimi ve çocuklarımı bu zindandan kurtarmak için bir şansım olabilecekti. Dik başlılığım, planlarımı bir daha altüst edemeyecekti. Onu hiç ummadığı bir anda sırtından vurabilecektim. Kötülüklerine asla göz yumamazdım.


Son hazırlıkların tamamlandığını Nezahat Hanım'dan alır almaz merdivenin tırabzanlarına yöneldik. Mervan, üzerindeki siyah takımı ve bakımlı, yana taranmış siyah saçlarıyla oldukça şık görünüyordu. Merdivenleri Mervan'ın kolunda usulca inerken aşağıda bizi bekleyen kalabalığa yöneldim. Raziye Hanım, Gülnaz, Berfin, Nazende Hanım ve Hacer tuhaf gözlerle bize bakıyordu. Kadir ve Mümtaz Beyler neden gelmedi acaba diye düşünmekten kendimi alamadım. Hepsi de oldukça bakımlı ve şık görünüyordu. Bakışlarındaki şüpheli ifade görmezden gelinecek gibi değildi. Gülnaz ve Nazende Hanım tıpkı benim gibi siyah giymişti. Raziye Hanım ise bordo ve siyah karışımı ağır bir elbise tercih etmişti. Berfin ve Hacer de kendi çaplarında ucuz ama güzel sayılabilecek kıyafetler giymişlerdi. Çalışanlarımızın yüzünden oldukça endişeli ve mahcup oldukları anlayabiliyordum. Hizmet ettikleri evde ağırlanmak özellikle de bu gece oldukça yadırgadıkları bir durum olsa gerekti.


Bir süre karşılıklı bakıştıktan sonra Mervan'ın "Buyurun!" işaretiyle yemeğe geçtik. Ev oldukça temiz görünüyordu. Nezahat, daha ilk günden marifetlerini göstermiş ve bizim için enfes bir sofra kurmuştu. Dolmalar, pirzolalar ve çeşit çeşit mezelerle eşsiz bir ziyafetin sihrine tutulmuştuk. Krem detaylı örtü ve peçeteler oldukça zarif duruyordu. 12 kişilik bu lüks masayı tamamen dolduramasak da hatırı sayılır bir kalabalığı temsil ettiğimiz söylenebilirdi. Gözler hâlâ Mervan'ın üzerindeydi. En azından bu toplantının amacına dair bir şeyler söylemesini umuyordum. Tuhaf kesişmelere bakılırsa diğerlerinin hâli de benden farklı değildi. Erkeklerin kabul edilmediği bu toplantı neyi üstleniyordu?


Masadaki sessizlik her geçen dakika biraz daha sinirlerime dokunmaya başladı. Olacakları sezmiş gibi hepimiz suskunduk. Mervan, tabağına dokunmuyor; göz ucuyla tepeden tırnağa misafirleri süzüyordu. Bu hallerine anlam verememiştim. Şüpheli edaları fark edilmeyecek gibi değildi doğrusu. Merak midemi kördüğüm etmiş, beni içten içe kurt gibi kemiriyordu. Derin bir nefes verip Mervan'a manidar bir bakış attım. Elimi tutup parmaklarımızı birbirine düğümledi. Gözünü kendinden emin bir ifadeyle kırpıp güven verir tarzda gülümsedi. Bu halleri kontrolün kendinde olduğunun en belirgin yansıması gibiydi.


"Tatlılarımızı koltukta yiyelim; ne dersiniz?" Nazende Hanım, mimiklerini dans ettirerek sinsi bir şekilde tane tane konuştu. "Neden olmasın? Bugün pek bir misafirperversin!" Mervan onu aşağılar tarzda süzüp biraz daha arkaya yaslandı. "Sizin gibi önemli konukları ağırlamaktan gurur duyarım." Bakışlarımı kaldırdığımda Raziye Hanım, gözlerime ilişti. Beni manasız bir şekilde ince ince süzüyor; tuhaf hayal kırıklığını hissetmemem için elinden geleni yapıyordu. Hep birden uzay grisi, rahat koltuklarımıza yerleştik. Mervan, tahtı gibi gördüğü o büyük koltuğu benimle paylaşmaktan tuhaf bir keyif alıyordu. Elimi tutup oturmama yardım etti. Saniyeler asır olmuş, saat ise yelkovanıyla yıkıcı bir düelloya tutuşmuş gibiydi.


Kucağımdaki kaymaklı revaniden birkaç çatal aldım. Canım sadece tatlı şeyler istiyordu ve bu arzuya bir türlü direnemiyordum. Mervan, su damlası şeklindeki bir cam şişeyi alıp hemen yanıma geldi. Yüzüme baktığında o sinsi tebessümü karşısında ürpermiştim. Siyah kirpiklerini altlı üstlü çerçevelediği kara gözleri, deli gibi bakıyordu ve bu hali kulakları sağır edercesine tehlike çanlarını çaldırmaktan usanmıyordu. Tabağımı bırakıp ne yapacağını takibe koyuldum. "Bu çok özel bir içecek..." dedi kadehleri kırmızı şerbetle doldururken. Misafirlerle birlikte aynı içeceği hizmetlilere de ikram etmesi tuhafıma gitmişti. Bu düşünceli, kibar tavırlarının altından ne çıkacağını düşünmek beynimin ufalanmasına sebep oluyordu. Mervan, emrindeki kişilere nazik davranacak kadar alçakgönüllü bir adam değildi. Hal böyleyken bu inceliğin nedenini anlamak benim için oldukça önemliydi.


Berfin'i bir göz hareketiyle yanına çağırdı ve bakışlarıyla diğerlerini işaret edip servis yapmasını istedi. Genç kız, üzerindeki şaşkınlıktan silkinmeye çalışarak tepsiye yöneldiğinde Mervan'a cevap ister gibi baktım. Nefret dolu bakışlarına alışık olduğum bu kadınlar, tuhaf bir endişe içindeydiler. Akıllarından ne geçtiğini tahmin etmek imkansızdı. Mervan histerik bir şekilde gülümsedi. Hafifçe salınarak elini kaldırdı ve "Buyurun, çekinmeyin lütfen! Tüm bunlar sizler için hazırlandı. Kendinizi evinizde kabul edebilirsiniz." Bana dönüp aynı ukala ve beylik tavırlarıyla, "Değil mi karıcığım?" diye sordu. Kursağıma kadar gelen felaket lavlarını yutup, "Elbette!" diye karşılık verdim.


Titreyen ellerini gizlemeksizin Mervan'a itaat edip şerbeti yavaş yavaş yudumlamaya başladılar. Nazende Hanım, daha fazla dayanamayarak söze girdi. "Nazar neden içmiyor?" Mervan elimi tutup ona yan bir bakış attı. Tehditkâr bakışları karşısında yutkunup bana uzattığı meyve suyunu yudumladım. Bu durum benim de dikkatimden kaçmamıştı. "Bu şerbet hamile kadınlar için uygun değil." Dakikalar dakikaları kovalıyor ve ortamdan en ufak bir ses dahi çıkmıyordu. Mervan tam karşılarına geçip ters bakışlarla onları süzdü. Cebinden çıkardığı kolyeyi parmaklarının arasında yuvarlak hareketlerle hafifçe salladı. Yüzündeki alay, kindar bir hüviyete bürünmüştü. O bakışları takip eden her insan, dikkatin odağında bir leş ya da iğreti bir böcek olduğunu sanırdı.


"Nazende Hanım, bunu hatırladınız mı?" Gülnaz, endişeyle annesine baktı. Annesinin Gülnaz'a güven veren tedirgin bakışları dikkatimden kaçmamıştı. "Evet hatırladım. Nazar'a düğün hediyemdi bu kolye." Mervan, hızla dudaklarını birbirine bastırdı. "Demek kolye ha! Demek kolye..." Elindekini hızla Nazende Hanım'ın ayaklarının dibine fırlattı. Neye uğradığımızı şaşırmıştık. Ayağa kalkıp kolunu tuttum. "Mervan!" Öfkeli bakışlarım hırsını zerre kadar etkilemeyecekti.


"Bu kolyenin iğnelerine nasıl bir ilaç sakladığınızı biliyorum Nazende Hanım. Nazar'ı hasta etmek için, yavrularımızı öldürmek için ne derece korkunç şeyler planladığınızın farkındayım." Şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Nazende Hanım'ın kızardığını, ılık ılık terlediğini görebiliyordum. Titreyen dudaklarını öne toplamasından söyleyeceği sözlere hazırlandığı belliydi. Ayağa kalkıp sinsi, yılansı bakışlarını Mervan'a dikti. "Ben hiçbir şey yapmadım." Mervan'ın karanlık bir dehlizi andıran o siyah gözleri, şimdi eskisinden de yıkıcı bakıyordu.


"Yalan!" Mervan'ın haykırışı tüm evde yankılanmıştı. Duyduklarım karşısında adeta şoka girmiştim. Demek olanların sebebi bu kolyeydi. Mervan, cebinden çıkardığı bir avuç üçgen şeklindeki muskayı hırsla Nazende Hanım'ın yüzüne fırlattı. "Berfin'i ve Hacer'i bu eve casusluk için siz bulup gönderdiniz. Nazar'ın odasına ve kıyafetlerine bu muskaları sizin talimatınızla onlar yerleştirdi." Nazende Hanım, sararan yüzünü gizlemeye çalışarak haykırdı. "Delirmişsin sen! Böyle bir şey yapacağıma nasıl inanırsın? Tüm bu saçmalıkları karın mı sokuyor beynine?" Mervan, şimdi çok daha öfkeliydi. Ses tonunu hiç olmadığı kadar arttırdı. "Siz de kızınız gibi adi bir yalancısınız. Berfin'in Nazar'ın yemeğine karıştırdığı ilaçları bilmediğimi mi sanıyorsunuz?" Cebinden çıkardığı raporu Nazende Hanım'ın suratına savurdu. "Evime aldığım bu kalleş kadınlar, karımı korkunç planınızın hedefi haline getirdi. Yediği içtiği şeylere azar azar karıştırarak bebeklerimizi öldürmeyi planladınız. İlaçlar önce bebeklere zarar verecekti sonra da Nazar'ın zavallı bir şekilde yavaş yavaş ölmesine sebep olacaktı. Peki ya kolyeye ne demeli? İçindeki o korkunç sıvıyı test ettirdim. Hepsi Nazar'a zarar verip akıl hastanesine kapatmak içindi değil mi? Söyle yılan, konuş!"


Nazende Hanım, yumruklarını sıkıp, "Bu aşağılık bir iftira!" diye haykırdı." Berfin kocaman açtığı karanlık gözlerini utançla benden kaçırdı. Söylenenler Raziye Hanım ve Gülnaz'ı fark edilir bir telaşa sürüklemişti. "Mervan, yeter! Ne söylediğini bilmiyorsun!" Mervan'ın kindar bakışları rotasını değiştirip çoktan Gülnaz'ı bulmuştu. "Kes sesini! Suç ortağını öğrenemeyeceğimi mi sanıyordun? Nazar'a yaptıklarınızı önünüze dökmeyeceğim, öyle mi?" Raziye Hanım, hiç olmadığı kadar suskundu. Belli ki bu hain ortaklıkta onun da parmağı vardı. Berfin, başına gelecekleri anlamış gibi hızla kapıya yöneldi. Kaçarak Mervan'ın pençelerinden kurtulabileceğini düşünüyordu.


"Nereye gidiyorsun Berfin?" Mervan'ın öfkeyle hemdem olan sesi hepimizi Berfin'e yönlendirdi. Genç kadın suçunu örtbas etmeye bile girişmeden kaçmanın yollarını aramaya koyulmuştu. "Kapı kilitli... Bugün mahşerin ta kendisi. Hesaplaşmadan ve bedel ödemeden kimse bir yere gidemez." Koluna öfkemi belli eder tarzda dokundum. "Ne yaptığını sanıyorsun Mervan? Tüm bunlar da neyin nesi?" Dudaklarını kinayeli bir şekilde kıvırdı. Nefret burnundan solumasına sebep olmuş, teninden ayrılan her nefes o siyah perçemlerini titretir olmuştu. Şakaklarına kadar kızardığını, ölümü nameleştiren gözlerinin nefretin aleviyle tutuştuğunu görebiliyordum.


"Aşkımızı katletmeye çalışanlara bedel ödetiyorum. Bu habis ruhlara dünyada cehennemi yaşatıyorum." Birkaç adımla onlara yaklaştı. Gözleri, hırsın koynunda ateşin son demlerini yaşıyordu. Mervan, korkunç bir oyun oynuyordu ve ne yazık ki yaptıklarını izlemekten başka elimden bir şey gelmiyordu.


Raziye Hanım, tüm suçlarını mezara gömer gibi Mervan'ın üzerine yürüdü. "Delirdin mi sen? Neler söylüyorsun?" Mervan istifini bozmadan "Delirdim!" diye bağırdı. Elindeki cam şişeyi hırsla şömineye fırlattığında küçük bir çığlık koparmaktan kurtulamadım. Aynı telaş ve korku Raziye Hanım'ı da yoklamıştı. "Delirdim anladın mı? Bedel ödeme sırası size geldi Raziye Hanım. Günahlarınızın vebalini koynunuza alma zamanı geldi. İçtiğiniz şerbet sizi mahvederek ölüme götürecek. Zehir kanınıza karışırken acılar içinde kıvranacaksınız. Bu koca ev sizin yok oluşunuza şahit olacak."


Duyduklarım karşısında beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Kolundan kavrayıp onu hırsla salladım. "Zehir de ne demek? Sakın düşündüğüm şey yaptığını söyleme! Sakın!" Mervan'ın coşkulu kahkahaları tüm evi gazap dolu bir yasa boğdu. Dudaklarını büzüp, kaşını kaldırarak eserini gururla izliyordu. Her şey çığırından çıkmıştı ve ben ne yapacağımı bilemeyecek kadar hayret doluydum. Bir ses odanın tabanına firar etti. Gülnaz, tüm bu hengamenin içinde kendini yere bırakmış, acılar içinde kıvranıyordu. Ağzından boşalan beyaz köpükler biraz önceki sözlerinin itirafçısı gibiydi. Ikınmaları ve inlemeleri bana yaptığını öğrendiğim tüm o kötülükleri unutmama sebep olmuştu. Bu insanlık dışı manzaraya tahammül edemiyordum. Mervan şaka yapmıyordu. Bugün hiç olmadığı kadar intikam doluydu ve yaktığı meşale tüm evi tutuşturup kül etmeye yeterdi.


Saniyeler sonra diğer kadınların hali de kötüye gitti. Birer ikişer diz çöküp kıvranmaya başladılar. Ortalık bir can pazarına dönmüştü ve olanlar karşısında hayretle titremekten başka bir şey yapamıyordum. Ağızlarından köpürerek çıkan o beyaz sıvı, yanaklarından parke zemine damlıyor, iğrenç öğürme sesleri bu ciddi evdeki karanlık anılarıma satır satır ekleniyordu. Moraran hastalıklı yüzleri ve korkunç bir kokuya yarenlik eden kusmuk lekeleri benim de midemi bulandırmıştı. Bu saçmalığı bitirecek tek kişi Mervan'dı ve ben ne pahasına olursa olsun olanlara bir son vermeliydim.


"Mervan lütfen! Bu çözüm değil." Yakasını tutmamın ve yalvarır tarzdaki haykırışlarımın onun için bir önemi yoktu. Alacağı intikam gözlerinin karasına çalan sevdasını bile unutturmuştu. Deli cesareti inanılmaz bir şekilde şeytana bile parmak ısırttırmıştı. "Cezalarını çekecekler." dedi dişlerinin arasından. O çekici yüzü nefretle kasılmaktan beton gibi sertleşmişti. Telefona doğru koşup ambulansı aramak istedim. Ne yazık ki Mervan, bu ihtimali çok daha önceden düşünmüş ve tüm bağlantıyı kesmişti. Kadınlar, yerde inim inim inliyor; acılar içinde zalim kocamdan merhamet dileniyordu. Beni duymayacağını bile bile yeniden ona yöneldim. "Nasıl dayanabiliyorsun buna? Biri annen, biri karın... Ölmelerine nasıl seyirci kalırsın? Dicle ile Melek'e ne diyeceksin? Onları annesizliğe nasıl mahkûm edersin?"


Mervan'ın duyarsız kahkahaları bir kez daha yankılandı. Gülnaz'ın tüm hatalarına rağmen bana uzattığı eli tutmaya bir türlü cesaret edemiyordum. Belki de pişmandı. Şu an çocuklarını son kez gördüğünü düşünüp kahroluyordu kim bilir? Üzgündüm. Bu ağlayış ve inlemelere istemeden de olsa sebep olduğum için kahroluyordum. Hayatımda gördüğüm en çaresiz manzaraydı. "Mervan!" Yanına gidip yüzünü avuçlarımın arasına aldım. "Lütfen bitir artık! Cezalarını çektiler işte! Beni biraz olsun seviyorsan son ver bu ziyana. Alacakları dersi aldılar. Daha fazla vicdan azabı çekmek istemiyorum. Eğer bugün susarsam Dicle'nin yüzüne nasıl bakarım ben?" Ellerimi yanaklarından indirip avuç içime küçük bir buse kondurdu.


"Benim masum sevgilim. Bu iğrenç insanları bile affetme büyüklüğünü gösterebiliyorsun. Keşke senin bu iyiliğini hak edebilmiş olsalardı." Odadaki ağlama ve inleme seslerinin arasından, "lütfen!" diye sayıkladım. Berfin "Acıyın Beyim. Günahımızı Allah'a bırakın. Ölmek istemiyoruz." diyerek hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. Hacer ise çoktan şehadet getirip secdeye kapanmıştı. Mervan onların ne ağlayışlarını ne de yalvarışlarını zerre kadar önemsemiyordu. Benden uzaklaşıp hıçkırıklar içinde ağlayan Gülnaz'a doğru birkaç adım attı. Yanına diz çöküp başını nefretli solumaları eşliğinde kaldırdı ve usulca geriye doğru çekti. Gülnaz'ın utançtan kızaran yüzünü ve birbirine kenetli gözlerini gözyaşları içinde izliyordum. Her şey olup bittiğinde Dicle'nin yüzünde göreceğim acıyı düşünmek içimi daha şimdiden kanatıyordu. "Mervan şu saçmalığa son ver!" Raziye Hanım inlemelerinin arasında kendisini kurtaracağını umduğu sözlerini sarf ediyordu. Mervan, onu umursamayıp Gülnaz'a iğrenerek baktı.


"Eğer çocuklarımın annesi olmasaydın, burada zavallı bir fare gibi kıvranarak ölmeni zevkle izlerdim." Ayağa kalkıp aşağılayan gözlerle onları süzdü. "Bu seferlik canınızı bağışladım. Bu korku size bir ömür yeter!" Yerde kıvranan o zavallı bedenler hayretle bana yöneldi. Korku, bu gözlerin her bir haresinden okunuyordu. Bir umut ışığı görür gibi Mervan'a baktılar. Büyük bir oyun oynamıştı. Bu kadınları ölümle aldatıp birkaç dakikalığına da olsa diri diri mezara gömmüştü. Bembeyaz olmuş o günahkâr yüzlere baktığımda bir avuç kefenli cesetten başka bir şey göremiyordum. Olanlara nasıl bir tepki vermem gerektiğini bilmiyordum. Bildiğim tek şey bu satrançta en bitirici hamleyi büyük bir ustalıkla Mervan'ın yaptığıydı. Severdi yenmeyi. Severdi her yeri ateşe verip meczup bakışlar eşliğinde sahneyi terk etmeyi. Mervan Hanzade'nin en iyi bildiği şey bedel ödetmekti. İntikamı kanlı kanlı dişlerinin arasına geçirip parelemek en büyük zevklerindendi ne de olsa!


Alaylı bakışları ve kibirle kıvrılan dudakları aldığı zevkin en büyük şahidiydi. Tepkimi ölçmek ister gibi bana baktı ve ne yazık ki gördüğü hayal kırıklığıyla bezenmiş bir tomar öfkeden başka bir şey değildi. Zil sesini duyunca dağıldığım yerden toparlanıp kapıya yöneldim. Soğuk ruh halim fark edilmeyecek gibi değildi. Kapı açıldığında içimi büyük bir telaş tutuşturdu. Karşılaştığım kirli, mavi gözler daha ilk saniyelerde içimi endişeyle kıvrandırmıştı. Üzerindeki ağır takım elbisesi sokağın ayazını eve taşımıştı. Gözlerimi kaçırıp geçmesi için yol verdim. Heybetli bedeni salona usulca süzüldü. Gördüğü manzara karşısında ne yapacağını merakla takip etmeye başladım. "Neler oluyor burada?" Mervan, alaylı bir tebessümle soruyu yanıtlamakta gecikmedi. "Geç kaldınız Beyim! Tiyatro bitti." Mavi gözler, Mervan'ı vahşi bir şekilde tararken biraz sonra kopacağını düşündüğüm kıyamete hiç de hazır olmadığımı fark ettim.


Raziye Hanım, düşe kalka doğrulamaya çalıştı. İnleme sesleri bir türlü durmuyordu. Yanağına kadar akan köpükler, terlemiş, yaşlı yüzünde hiç olmadığı kadar iğreti duruyordu. Üstündeki kusmuk kalıntıları içimi daha da bulandırdı. "Oğlun!" dedi inler gibi. "Oğlun bizi öldürmeye kalktı. Z- zehirledi. Az kalsın hepimizi öldürecekti." Hâlâ karnını tutuyor, zehirle mücadele eden bedenini, sözleri ve hareketleriyle yok sayıyordu. Başından boynuna kaymış olan eşarbıyla yüzündeki terleri ve ağzındaki kusmukları silip bana nefret dolu bir bakış attı. Her şeyin sebebi olarak beni gördüğünü biliyordum. Ne saçma! Kendi bedenime zehri ben koyacak değildim ya. Bu kaçık aklını kaybetmiş olmalı. Sakin ol Nazar, ortalığı daha beter birbirine katma. Kendime verdiğim telkinler bitince derin bir soluk aldım. Olayların daha fazla kızışmasını istemiyordum.


Kadir Bey, Mervan'ın kendisine meydan okuyan gözlerini hırsla süzdü. Aldığı hızlı nefeslerden burun delikleri açılıp kocaman olmuştu. Kaşlarının yay gibi gerilmesi Mervan'ı zerre kadar endişelendirmese de ben bu yüklü halimle yeni bir fırtınaya hazır değildim. "Bu kadın ne söylüyor Mervan?" Mervan, yüzündeki sinsi tebessümü bozmaksızın dudaklarını çocuksu bir küskünlükle kıvırıp babasının burnunun dibine kadar yaklaştı. Yine umursamaz tavırlarıyla, hafiften sallanarak meydan okumaya başlamıştı. Kaşını kaldırıp histerik bir şekilde güldü. Yumruğunu vestiyere dayadı ve gözlerini gözlerinden ayırmadan cevap verdi. "Alınacak bir intikamım, verilecek bir dersim vardı. Karıma ve yavrularına uzanan elleri kırdım. Yuvamı yıkmaya çalışan bu yılanların başını ezdim."


Kadir Bey'in dikenli bakışları önce Raziye Hanım'da sonra da diğer günahkârlarda gezindi. Belli ki hayat tecrübesi yapılan tüm o fenalıkları bir çırpıda anlayacak kadar gelişmişti. "Kendi ailene darbe indirecek kadar nasıl kontrolden çıkarsın?" Mervan'ın yıkıcı kahkahaları tenime dalga dalga yayıldı. "Bana bedel ödetmeyi sen öğrettin; unuttun mu?" Babasının etrafında bir tur dönüp tuhaf kahkahalar eşliğinde alayla dolaştı. Aşırı rahat tavırlarıyla beni her geçen dakika biraz daha şaşırtıyordu. "Ne oldu Kadir Bey? Yaşlandıkça kalbin mi yumuşadı? O sert mizacın birkaç senede zayıflamış olamaz değil mi?" Kadir Bey, dudaklarını birbirine bastırdı. "İleri gidiyorsun!" Mervan, ona arkasını dönüp merdivenlere yöneldi. Birkaç adım çıkıp son kez, babasına yarım bir bakış attı.


"Karına sahip çık Kadir Bey, bir dahaki sefere affetmem!"


Kadir Bey'in yüzünden taşan öfke fark edilmeyecek gibi değildi. Kaçmak için kafama silah doğrulttuğum o gün beni etkisiz hale getirip, "Karına sahip çık!" diyerek Mervan'a gözdağı vermişti. Belli ki Mervan, o günkü mahcubiyeti unutmamış ve ilk fırsatta sözünü babasına geri iade etmişti. Mervan, merdivenleri salınarak usulca çıkarken, Kadir Bey'in mavi gözleri karnıma odaklandı. Bu durumdan utanıp kollarımla karnımı gizlemeye çalıştım. Bu bebekler Makbule Hanım'ın dediği gibi evde itibar sebebim olmuştu. Hanzadelerin veliahtını, Mervan Bey'in biricik oğlunu taşıyordum karnımda. Artık sıradan bir odalık değildim(!) Düştüğüm şu hali her düşündüğümde onurumun benliğime attığı kahkahalarla mahcubiyetimi ikiye katlanıyordu. Üzülmek boşunaydı artık. Şimdilik kazanan belliydi. Mervan... Sıra henüz bana gelmemişti.


Kadir Bey, beni kale almadığından bir şey söyleme zahmetine girişmedi. Elbette bu durum şimdilik böyleydi. Zamanın ne göstereceğini kimse bilemezdi. İçten içe benden nefret ettiğini, fırsatını bulduğunda tavuk gibi boğazlamaktan geri durmayacağını biliyordum. Mervan'ın bana aşırıya kaçan bir tutkuyla bağlı olmasından hoşlanmadığı her halinden belliydi. Oğluna diş geçirmesinin önünde koca bir engel oluvermiştim. Bu sevimsiz detayı ortadan kaldırmak oğlumun müjdesiyle daha da sıkıntılı bir hal almıştı.


Onları öylece bırakıp peşinden merdivenlere yöneldim. Arkamdan nefret dolu bakışlar attığını adım gibi biliyordum. Tehditkâr bir şekilde boğazını ayıkladı. Bu tavrı duraksamama ve tırabzanlara tutunmama sebep oldu. Nazende Hanım ve diğerleri koşar adımlarla salonu terk ederken ardıma bile bakmadan sözlerine kulak kesildim. Birkaç adım atıp merdivenin girişine yaklaştı. Elleri tırabzanın ahşap zeminine sert bir şaplak patlattı. Küçük bir irkilme saç diplerime kadar sarssa da güçlü duruşumu bozmadım. Benden umduğu korkuyu görememiş olacak ki daha büyük bir hırsla iki kez daha zemini şaplakladı. Esefli bir nefes ciğerlerinden firar ettiğinde kin dolu gözlerimi ihtiyar kurdun çizgilerle bezeli suratında gezdirdim. Kendini ne sanıyordu bu ihtiyar kurt! 3. Sınıf mafya babası rolleriyle bir yerleri şaplaklayınca korkup diz mi çökecektim? Bu numaralar bana işlemez Kadir Bey, haddini bilsen iyi edersin!


"Dikkat et çakır gözlü! Yaptığın ve yapacağın hataların bedelini ödemekten asla kurtulamazsın. Seni Mervan bile alamaz ellerimden!" Arkamı dönüp alaycı bir edayla gülümsedim. Ona karşı zayıf bir duruşum olmasına katlanamazdım. Kollarımı göğsümde kavuşturup dik bakışlarımı cüretkâr bir şekilde gözlerine diktim. Söyleyeceğim sözün ağırlığını taşıyabileceğimden emindim. Bir adım yaklaşıp cesaretimi yüreğinde demlendirdim. "Benim kimseden zerre kadar korkum yok! Umarım karşınızdan zavallı bir kadın olduğunu düşünmüyorsunuzdur. Sizin gibi akıllı bir adam bedel ödetmeden önce kiminle uğraştığının farkındadır herhalde!"


Kendinden emin duruşum yüzünün gölgelenmesine sebep olmuştu. Böyle bir karşılık görmeyi beklemiyordu belli ki. Onun etrafındaki kadınlar itaatkâr ve zayıftı. Ben böyle olmaktan nefret ediyordum. "Küstahlığının başına nasıl bir dert açacağını anlamamakta direniyorsun!" Bana soluğumu kesercesine yaklaşıp, "Üzerini bir kalemle karalar, bitiririm seni. Sakın karşımda durma; yoksa sonun ayaklarımın dibi olur!" dedi. Histerik bir şekilde gülümsedim ve aramızdaki mesafeyi daha da daraltıp cesaret gösterisi yapmaktan geri durmadım. "Kendinize bu kadar güvenmeyin! Yıkılan imparatorlukları ve devrilen sultanları üst üste dizsek uzaya ulaşırdık. Belli olmaz; belki de benden önce siz ayakaltına düşersiniz. Haksız mıyım?"


Suskunluk dudaklarında yıkıcı bir ezgi olurken arkamı dönüp onu yalnız bıraktım. Kapıyı açıp izin almaksızın Mervan'ın odasına girdim. Geldiğimi fark etmişti. Söyleyeceklerimin neler olduğunu tahmin ettiğini de çok iyi biliyordum. Bu umursamazlık maskesinin sebebini anlamak hiç de zor değildi. Onu kolundan tutup yatağa ittim. Cesaretim karşısında şaşırmıştı. Erol Taş'ı hatırlatan küçük bir kahkahanın ardından kollarını açıp bana, "Gelsene!" dedi. Aşağıdaki saçmalıklardan sonra bu saçma daveti odasındaki bibloyu yere fırlatarak karşıladım. Çınlamadan zerre kadar etkilenmemişti. Bilirdim; bu işlerin kurdu oydu. Benim cesaret düellolarım onda ufak bir irkilme bile oluşturmazdı.


"Sen delinin tekisin!"


"Evet delinin tekiyim!" diye karşılık verdi. Hafifçe doğrulup kolumdan tuttu ve beni yatağa doğru çekti. Artık burun burunaydık ve haksız olmasına rağmen güçlü olan yine oydu. Kollarının arasında olmak o an deli gibi solumama sebep olmuştu. "Senin delinim. Söz konusu sen olduğunda korkunç bir canavara dönüşmekten asla çekinmem." Onu üzerimden itip, "Yaptıklarından utanıyorum! İğrençti!" dedim. Yataktan kalkıp ayağa dikildiğimde o hale uzanma pozisyonunu bozmamıştı. Hiçbir şey olmamış gibi başını kollarının arasına alıp sakin sakin beni izliyordu. Üzerinde intikamını almış olmanın verdiği bir rahatlık vardı. "Bugünkü tiyatro senin içindi. Nazar Ateş... Var olduğum müddetçe hiç kimse senin saçının teline bile dokunamaz. Gözümü bile kırpmadan öldürürüm." Ona acıyarak bakmaktan kurtulamadım. "Beni kendinden de koruyabilecek misin?" Gözleri karanlığın rengindeki aşkını haykırdı. "Hücrelerime kadar seni severken nasıl inciteceğimi düşünürsün!"


"Bir daha sakın aşağılık oyunlarına beni alet etme." Son sözlerimin ardından vereceği tepkiyi umursamaksızın odasından çıktım. Saçmalıklarını daha fazla görmeye tahammül edemezdim.


İNTİKAM


Bir silgi gibi tükendim ben. Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım.


Mürekkeple yazmışlar; oysa ben kurşun kalem silgisiydim, azaldığımla kaldım.


OĞUZ ATAY


    

     


Bedel... Başkalarını bilmem ama, bana çok ürkütücü gelir bu kelime. Her gördüğüm kötülüğün ardından bir is gibi çöker ruhuma. Hayatımız boyunca pek çok insanın hatalarının bedelini yana yana öderiz. Bazen de bilerek ya da bilmeyerek yaptığımız şeyler köz olup göğsümüze yapışır. Artık ödenmesi gereken bir borç, bir diyet oluvermiştir günahlar. Yıkıcılığı kimsenin umurunda değildir. Hissiyatımız ilmek ilmek boynumuza düğümlenirken yaptığımız hatayı düşünürüz. Zamanı geri almak isteriz mesela. Böyle olmasaydı, o gün başka türlü davransaydık deriz; fakat çok geçtir olanlar için. Tokmak vurulmuş, hesap kesilmiştir.


     

Korkut abiye kitap okurken birilerinin de benim yüzümden bedel ödeyeceğini hiç düşünmemiştim. Kapı çaldığında kitabı kapatıp geleni yokladım. Nezahat Hanım... Evde henüz yeni sayılırdı ve buna rağmen onu kabullenmek konusunda bir sıkıntı yaşamamıştım. Sade, kırsal bir bayandı ve biraz da saftı galiba. Uysal halleriyle, cahil ama samimi tavırlarıyla beni gülümsetmişti. Nedendir bilinmez ona güven duymakta zorlanmamıştım. Ellerini mahcup bir edayla karnında birleştirdi. Hafif sıkılgan bir tavırla, "M-Mervan Beyim sizi bahçede bekliyor." diye kekeledi. Mervan'ın adını duymak bile beni endişelendirmeye yetmişti. Kim bilir nasıl bir oyunun pençesindeydik yine? Onu başımla onaylayıp "Gidebilirsin." dedim. Korkut abi, bu davetten tedirgin olmuş gibi yüzüme baktı. Son yaşanan rezilliklerden sonra Mervan'ın neler planladığını merak ediyor olmalıydı. Veda edip usulca kapıya yöneldim.


     

Uzay grisi halılarla kaplı olan merdivenleri trabzanlara tutunarak usulca indim. Artık bu evdeki can güvenliğimden emin olamıyordum. Son durak filmindeki karakterler gibi her an ölümü ensemde hissediyordum. Çocuklarımla yaşamak için daha kaç badire atlatacaktık acaba? Salondan bahçeye açılan çıkış kapısına yöneldim. Ne yapsam kalbimin deli gibi çarpmasına engel olamıyordum. O sağı solu belli olmayan bir tipti. Ne zaman, nerede, ne yapacağı, kafasında nasıl tilkilerin dolandığı belli olmazdı. Cam kapıyı araladığımda, büyük koltuğunda koyu kahvesini keyifle yudumluyordu. Ahşap sehpa hemen dizinin dibinde çeşit çeşit meyvelerle doluydu. Kuruyemişlerin tazeliği gözlerimin önünde çıtırdamışçasına kendini hissettiriyordu. Bu bahar havasına yakışmayan o siyah koltuklar dışında ortamın hoş bir ambiyansı olduğunu itiraf etmeliydim. Kümelenen bulutlar, yer yer maviliği beyaz bir kafese alsa da hafif bir yağmur beklentisine umut serpiştirmekten geri durmuyordu. Olabildiğince sakin görünmeye çalışarak yanına yaklaştım. Bana bakan gülen gözleri, varlığımdan duyduğu huzuru ele verdi. Onun aksine ters ve nefret dolu bakıyordum. Kaprislerime alışması keşke bu kadar çabuk olmasaydı. Biraz olsun üzülüp mutsuz olduğunu görsem ne olurdu?


     

Tek bir söz dahi etmeden hemen yamacını işaret etti. Kayıtsızlığımı koruyarak suskunca yanına oturdum. Yüzüne bile bakmıyor; her halimle ona öfke kusuyordum. Dün olanlar aklımdan bir an olsun gitmiyordu. O manzarayı unutmam imkânsızdı. Düşünmemeye çalıştım. Hayatta Mervan'a rağmen güzel olan şeyler de vardı. Bahçenin güzellikleri ve havanın o tatlı esintisi içimi okşamıştı. Renkli kelebekler, etrafta neşeyle uçuşurken istesem de mutsuz olamıyordum.


     

Varlığını hatırlatmak ister gibi derin bir iç çekti. "Test sonuçlarına baktım; kan değerlerin oldukça düşük çıktı. Demir ve vitamin eksikliği de var. Rahatsızlandığın o dönemde epey güçten düşmüşsün. Sağlığına biraz daha dikkat etmelisin." Ona bir ağız dolusu suskunlukla cevap verdim. Kendisine neden kızgın olduğumu çok iyi biliyordu. Hamilelik beni biraz olsun yumuşatsa da ona olan öfkemden bir şey kaybetmemiştim. Çenemi parmaklarıyla kavrayıp yüzümü kendine çevirdi. "Kızma bana, söz konusu sen olduğunda aklım başımdan gidiyor. Hiç kimse hayatımızı, aşkımızı solduramaz. Buna izin vermem." Aşkımızı... Daha neler? Bu adam ne aşkından söz ediyordu. Uyguladığı duygusal şiddet ne zamandan beri aşk olmuştu? Gangster bozuntusu... Ben sana aşk neymiş gösteririm. Oyun daha bitmedi. Ona bitmek bilmeyen nefret söylemlerimi sıralamaya hazırlanıyordum ki bir çift ayak sesi dikkatimi dağıttı. Başımı kaldırdığımda neye uğradığımı şaşırmıştım. Bu Battal'dı. Onu son gördüğüm günü hatırladım. Casus söylemi takası mahvetmiş; mekânda terör kasırgalarının esmesine sebep olmuştu. Gözlerimin önünde kurşunlanışı bir türlü aklımdan gitmiyordu. Ben karnıma yediğim tekmeyle acılar içinde kıvranırken o cansız bir beden gibi Mervan'ın omuzlarında öylece duruyordu.


      

Günlerce onu düşündüğüm halde işkillendirmemek için Battal'ın durumunu Mervan'a soramamıştım. Şimdi tam karşımda hayrete düşürecek kadar sağlam ve güçlü görünüyordu. Kumral saçlarını yana taramış. Giydiği takım elbiseyle oldukça ağır ve ciddi duruyordu. Onu karşımda gördüğümde şaşkınlığımı ele vermiş; elim ayağıma dolaşırken sebep olduğum karmaşayı bir kez daha akıllara getirmiştim. Zihnim tökezledi ve kalkıp gitmek için bir hamle yaptım. Mervan kolumu tutup gidişimi engelledi. Dişlerimi sıkıp mutsuz bir şekilde yerime oturdum. Battal'ın karşısında gerginlik çıkarmak istemiyordum. Sırtımı onlara dönüp bıkkın ve umursamaz bir edayla soludum.


  

"İyi günler Efendim!" Mervan'ın yüzü biraz önceki tutkulu kisvesinden sıyrılmış; eski otoriter tavırlarına bürünmüştü. Elindeki kırmızı elmayı bıçakla soyarken, "Seni bu kadar dinç görmeyi beklemiyordum. Kısa sürede toparlanmışsın." dedi. Battal, yumuşamayan yüz hatlarıyla karşılık vermekte gecikmedi. "Her zaman emrinizdeyim efendim." Dilimlediği elmayı saniyeler içinde ilgiyle bana uzattı. Suratımın nefretle kasılmasına engel olamıyordum. Öfkeyle yüzümü çevirip, bakışlarımı ayağımdaki beyaz ayakkabılara çevirdim. Önüme gelen perçemlerimin hilal kaşlarımla birlikte yüzümü biraz olsun örteceğini umuyordum. Aynı umursamaz ifadeyle alaycı bir tebessümü dudaklarında ağırladı. Elmayı dudaklarına götürüp, "Senden istediğim kişiyi buldun mu?" diyerek yarım ağız homurdanır tarzda bir soru yöneltti. Cool tavırları basit bir meyveyi yerken bile ortamda kendini hissettiriyordu ve onu şaşkınlıkla izleme zayıflığını göstermekten kurtulamıyordum. Battal, ellerini hürmetli bir şekilde karnında buluşturdu. "Elbette Efendim. Paket hazır; sizi bekliyor."


"Ya..." dedi son dilimi ağzına götürürken. "Onu garaja götürün. Biz de geliyoruz."


        

Battal, Mervan'ı onaylayıp hızla yanından uzaklaştı. "Neler oluyor?" Sabırla ondan gelecek bir cevabı bekliyordum. Değişen yüz ifadesi gözümden kaçmamıştı. "Sana bir sürprizim var prenses!" Ne kast ettiğini anlamamıştım. Ayağa kalkıp bir elini davetkar bir şekilde bana uzattı. Anlık bir duraksamadan sonra karşılık verdim. Yavaş yavaş garaja doğru yürümeye başladık. Çimenler ve çiçekler artık gözüme ilişemeyecek kadar değersizleşmişti. Kurtların dilimden yüreğime kadar ulaştığını, sıkılgan yüzümle ve alnımda oluşmuş boncuksu terlerle belli ediyordum. Bir ateş parmak uçlarımdan şakaklarıma kadar püskürmüş, bu güzel bahar havasını mahşerî bir atmosfere itmişti. Mervan'ın ne planladığı içimde büyük bir merak konusuydu. Garaja gideceğimi düşünmek bile ürperip sıkılmama sebep olmuştu. O korkunç günü unutmam epeyce zaman alacaktı.


     

Korkulu düşüncelerden uzaklaşıp sakin olmaya çalıştım. Elimde erimiş kurşun taşıyormuşçasına kıvranıyordum; fakat korkumu belli edemeyecek kadar da onurlu ve güçlüydüm. Temkinli adımlarla kapıdan içeri girdiğimde garajın ardımdan sertçe kitlendiğini hissettim. Gözlerimin önüne düşen manzara beni hayrete düşürmüştü. Başına çuval geçirilmiş bir adam, sandalyede öylece oturuyordu. Her halinden tir tir titrediğini, ellerini ovuşturarak başına gelecekleri endişeyle beklediğini anlayabiliyordum. Mervan'ın işaretini alan takım elbiseli, bıyıklı bir adam çuvalı baskısını belli ederek sertçe kaldırdı. Gördüğüm yüz karşısında irkilip bir adım geriye doğru sendeledim. Gözlerimi bir zebani görmüş gibi kocaman açarak hayret dolu bir ifadeyle Mervan'a baktım. Benim aksime oldukça rahattı. "Bu adamdı değil mi?" dedi sandalyeyi çekip oturmam için yer gösterirken. Bu isteğini geri çevirip kapıya yöneldim. Kolumdan tutup beni engelledi. Parmaklarıyla yüzümü adama çevirip, "Bak!" diye bağırdı. "Oydu değil mi?" Adamlarının yanında itaatsizlik etmem onu öfkelendirmiş olmalıydı.


     

Başımı dolu dolu olan gözlerimi gizlemeye çalışarak itiraz mahiyetinde salladım. "Gitmek istiyorum!" Önüme durup karşımda etten bir duvar oldu. Anlamıştım; gitmeme asla izin vermeyecekti. O kapının kulpuna yöneldiğimde elimi tuttu. Çenemi iki parmağının arasına alıp sımsıkı yumduğum gözlerimi kendi kömür gözlerine mühürledi. "Hiçbir yere gitmiyorsun prenses. Hesaplaşmamız daha bitmedi." diye fısıldadı. Kasvetin etekleri şakaklarımda esmeye başlamıştı. Elimi tutup beni olayları takip edebileceğim bir köşeye iliştirdi. Bu siyah garajda nasıl bir manzarayla karşılaşacağımı bilmemek içimden korkunç çığlıklar atmama sebep oluyordu.


     

Mervan, adama doğru birkaç adım atıp tam karşısına dikildi. Onu yakasından sertçe tutup yüzünü bana yöneltti. Yüzündeki bıçak yarasının gözlerime değmesi beni o korkunç güne tekrar götürdü. Mervan, "Bu güzel kadını hatırladın mı?" diye bağırdı. Adam sevimsiz, kurtlu dişlerini göstererek, "Hatırladım!" diye karşılık verdi. Oldukça korkak ve ebleh bir ifade yüzüne yapışıp kalmıştı. O günkü zulmünden ve cesaretinden eser yoktu şimdi. Sakalları uzamış, beyaz gömleğinin yakası kan lekeleriyle, yüzü ise çürük ve morluklarla dolup taşmıştı. Yara izi olmasa ve ölümü kursağıma tıkayan o sözlerini her gün yastığımın dantellerinde duymasam bu haliyle onu tanımam pek mümkün olmazdı. Yine de tekrar karşılaşmayı arzu etmezdim. Acılarım ve korkularım yüreğimde itişip kakışırken bu istek, lavları kana kana içmek gibi bir şeydi.


Garajda Battal'dan başka üç adamı daha vardı Mervan'ın. Kin ve nefret dolu gözlerle olanları takip ediyor; alt dudaklarını ısırarak durumun vehametine şapka çıkarıyorlardı. Mervan'ın sesi biraz öncekinden çok daha gür ve sert bir şekilde garajda yankılandı. "Ona neler yaptığını da hatırladın mı?" Adam başını utançla eğdi. Korku sıtmaya tutulmuş gibi titremesine sebep oluyordu. Yüzünün endişeyle gerildiğini, dişlerinin birbirini sıkarak çene kaslarını şişirdiğini bu mesafeden bile fark edebiliyordum. Mervan, onu itip hızla yanıma geldi. Kolumdan tutup gurur ezen bir tavırla adama yaklaştırdı. "Bu kadın Nazar Ateş... Benim imam nikahlı karım..." Karşımdaki o şaşkınlıkla büyümüş koyu gözlere daha fazla bakamayıp gözlerimi kaçırdım. Mervan'ın sert elleri karnımda yuvarlak hareketlerle gezindiğinde gözlerimi kapatıp yumruklarımı sıktım. Aynı otoriter, buyrukçu ses tonuyla devam etti. "Karnında benim çocuklarımı taşıyor. Benim herkesten ve her şeyden çok sevdiğim iki varlığı..."


      

Son sözlerini bastırarak yavaş yavaş söylemişti ve bu haliyle hiç olmadığı kadar sadistti. Battal, gözlerini Mervan'a dikip belindeki silahı çıkardı. Rehin aldıkları adama yönelmek istediğinde Mervan, onu bir el işaretiyle durdurdu. Bakışları benden ayrılmış ve iğrenir tarzı hasmına yönelmişti. Adım adım ona yaklaştı. İki adamı kollarını sıvayarak kendisine yaklaştığında aynı işaretle onlara geri durmalarını emretti. Belli ki bu sefer bedel ödetme işini kimseye bırakmayacaktı. Ceketinin düğmelerini açıp kollarını iki yana bıraktı. Adamlarından biri ceketini omuzlarından çekip aldı. Yumruklarını sıkarken parmak boğumlarının çıtladığını, gözlerinin karasının cehennemi koynuna aldığını çaresizce takip ettim. Nefret dolu gözlerini perdeleyen o uzun siyah kirpikler, gözaltlarını gölgelediği gibi içimdeki insansı yönlerimi de suskunlukla örtmüştü.


    

"Mervan lütfen! Ben..." Küstah el hareketiyle tüm kelimeleri boğazıma dizmişti. Yanında adamları varken asla konuşmamı istemez, olabildiğince sakin ve itaatkâr kalmamı beklerdi. Dilimde firarı arzulayan kelimelere inat hasmına öldürücü bir yumruk savurdu. Genç adam, bir çuval gibi kanlar içinde yere yığılıp kalmıştı. Onu yakalarından çekiştirip doğrulttuktan sonra hınçla kafa attı. Adamın yüzü daha şimdiden çarşamba pazarına dönmüştü. "Benim kadınıma el kaldırdın aşağılık herif..." Adam, ağzından boşalan kanları umursamayarak acı içinde sayıkladı. "Bilmiyordum Beyim. O... O telefonla..."


    

"Kes sesini!" Kalbim deli gibi çarpıyordu. Çektiğim fotoğrafları ve video kayıtlarını Mervan'a ötmek üzereydi. Bu benim felaketim olurdu ve olanlar açığa çıktığında Mervan'ın gazabını düşünmek dahi istemiyordum. Onu ayağa kaldırıp sert bir yumrukla masaya doğru savurdu. Masa bu darbeyi kaldıramayıp üzerindeki eşyalarla birlikte paldır küldür yere kapaklandı. Metallerin çınlama sesi gözlerimi refleks olarak yummama sebep olmuştu. Mervan'a yaklaşıp kolundan tuttum. "Yeter artık! Aldın işte intikamını; bırak gitsin!" Bakışları öldürücüydü. O siyah hareler kelepçe olmuş boğazımı hunharca sıkıyor; dilimden dökülecek tüm kelimeleri mecalsiz bırakıyordu. Elinin tersini göğsüme hizaladı ve incitmeksizin kenara çekti. Beni umursamadan adama yöneldi. Kollarıyla dağılmış bir halde duran gangsteri sökercesine yerden kaldırdı. Eşsiz bir sanat eserini andıran alnını adamın burnuna sertçe indirdi. Bu kafa darbesi ilkini mumla aratacak kadar ürkütücüydü. Adam, bir kez daha tökezleyip duvara çarptı ve asılı duran büyükçe bir tekerleğin yuvarlanıp yerdeki araç- gereçlere çarpmasına sebep oldu.


     

Onu bir kez daha yakalayıp duvara yasladı ve yumruğunu göstererek, "Hangi elinle vurdun ona? Hangi ayağınla tekme attın söyle!" diye haykırdı. Genç adamın korkudan dili tutulmuş, boğazı kesik nefesler alırken hırıltılı, boğuk sesler çıkarmaya başlamıştı. "Yalvarırım affedin!" diye inledi. Mervan, onu asla duymayacaktı. Hasmının kolunu çevirip beline mıhladı. Gelen çıtırdama sesi yüreğimi ağzıma getirmişti. Adam, korkunç bir haykırış eşliğinde canhıraş bir şekilde çırpınırken, "Yalvarırım yapma!" diye bağırdım. Böyle delirmişken hamile halimle ona asla engel olamazdım. Bu yavrularıma istemeden de olsa zarar vermesine sebep olabilirdi.


    

Adam, acılar içinde inleyip kan tükürürken ayağı hasmının sol bacağına sert bir tekme indirdi. Korkunç bir çığlık kulağımı derbeder bir şekilde yokladı. Manzaraya daha fazla dayanamayıp yüzümü avuçlarımla kapattım. Diz çöküp, "Lütfen yapma!" diye sayıkladım. Tüm bu korkunç anları böylesine hassas olduğum bir anda yaşamak hamile bedenime ağır gelmişti. Bir çift elin kollarımdan yakalayıp beni yeniden doğrulttuğunu fark ettim. "Diz çökme!" Yardımını benden esirgemeden sandalyeye oturmamı sağladı. Parmakları çenemi kaldırıp bakışlarını gözlerime estirdi. "Benim tanıdığım Nazar, asla diz çökmez." Dolu dolu olmuş gözlerimle acıklı bir şekilde gülümsedim. "Sen o Nazar'a neler ettiğini bir bilsen!" Gözleri buğulandı. Onun karanlığında boğulduğumu anlamıştı. Yıkılışıma şahitlik etmek bu zalim, kibirli adamın yüreğine biraz olsun dokunmuş olabilir miydi? Anlık zafiyeti bir meltem misali kemikli yüzünü yokladı. Gözlerini kapadığında masumiyetimle yıkandığını hissettim. Saniyeler sonra doğrulup sırtını bana çevirdi. Adamlarının karşısında hiçbir zayıflığı taşıyamayacağını biliyordum. Mervan Hanzade geri adım atmazdı.


     

Mervan'ın emir yüklü göz kırpışını fark eden Battal, silahını yerde darmadağın yatan adama çevirirken "Hayır!" diye bağırdım. Genç adam, doğrultulan silahı kendisinden beklenemeyecek bir teslimiyetle çoktan kabullenmişti. Belli ki alışkındı bu tek taraflı harcanışlara. "Öldürme onu! Olan oldu, biten bitti artık. Bu intikamın kimseye bir hayrı yok." Ayağa kalkıp kolunu kavradım. Beyaz gömleği avuçlarımın arasında kırış kırış olmuştu. Ellerimin nemini inatla bu yumuşak dokuya bırakıp, iflah olmaz bir iyimserlikle Mervan'ın beni dinlemesini umuyordum. Sırtını bana döndü. Beni ve merhametimi anlamadığını gözlerinden okuyordum. Her şeyini o depoda kaybedebilecek bir kadına göre fazla yürekliydim.


   

"Ben iyiyim; önemli olan da bu!" dedim yüzünü parmak uçlarımla okşarken. Bu dokunuşlar genellikle onu biraz olsun sakinleştirirdi. Ona karşı kullandığım bu şefkat silahını yeri geldiğinde ortaya koymaktan geri durmazdım. En zayıf yönü bendim. Şefkatim de nefretim de onu hırpalayıp kanatan iki koca yaraydı yüreğinde. Ne yazık ki o da en az benim kadar farkındaydı bu durumun. Mervan, bakışlarını benden ayırmadan esefle iç çekti. Elini havaya kaldırıp Battal'ın silahını indirdi. Şimdi iğrenir tarzdaki bakışları o korkunç, acılı yüze çevrilmişti. Dudakları yarım bir tebessümle aralandı. "Sen şanslı bir pisliksin!" dedi kenardaki masaya doğru yürürken. "Bu güzel kadının merhametine değmek herkesin layığı değil." Masaya uzanıp çukur tabaktan irice bir ayva çıkardı. Şaşkın bakışlarımız eşliğinde, "Seni affetti Nazar Hanım! Özgürsün serseri." diyerek elindeki ayvayı kontrollü bir edayla adama fırlattı. Adam, şaşkınlık ve ümit arasında gidip gelmişti. Bir elindeki ayvaya bir de Mervan'ın gazapla hem dem olan hırslı yüzüne bakıp olan biteni anlamlandırmaya çalışıyordu.


   

Mervan'ın bakışları bir süre daha onu izledikten sonra Battal'a çevrildi. Gözlerinin kinle kısıldığını, dudaklarının sinsi bir şekilde kıvrıldığını görebiliyordum. "Battal, konuğumuza eşlik et. Onu gideceği yere uğurlarken nezaketi elden bırakma, olur mu?" Eli Battal'ın yüzüne hafif dokunuşlarla küçük alaycı şaplaklar attı. "Nazik... Nazik... Nazik... Unutma!"


     

Battal aynı şekilde otuz iki diş sırıtarak karşılık verdi. "Nazik nazik uğurlarım efendim; aklınız kalmasın!" Onlara güvenmiyordum ve bakışlarından anladığım kadarıyla zavallı haydut da bu konuda benden farklı düşünmüyordu. İki adamı, yaralının koluna girip sürüklercesine garajdan çıkardı. "Gönlün oldu mu? Affettim onu!" Mervan'ın elleri yüzüme ulaştığında kendimi bir adım geriye bıraktım. "Dokunma bana! O kirli ellerinin tenime değmesine tahammül edemiyorum." Gözleri ellerini yokladı. Kanlıydılar... Kirliydiler ve hiç olmadığı kadar günahkardılar. Ona iğrenerek baktım. Haklı olduğumu biliyordu. O benim dünyama giremeyecek kadar karanlıktı. Benim yaralı yüreğim onun habis ruhunu asla iyileştiremezdi. Yanımdan birkaç adım ayrılıp musluğa yöneldi. Ellerini sabunla bir çırpıda yıkayıp yeniden karşıma dikildi. "Şimdi oldu mu?" Ona sırtımı dönüp kapıya tutundum. "Senin lekelerini su çıkarmaz!"


Not: Bölüm hakkındaki görüşlerinizi çok merak ediyorum. Hikayemiz son hız devam edecek. Dil-i Viran'ı Hüsran Cürmü Aşk'a da eklenmeyi düşünüyorum. Böylece tüm kitaba bir başlıktan erişebileceksiniz. HÜSRAN toplam beş kitap olacak. İlk üç kitabı tamamlandı. 4. Kitabı ise çoktan yazılmaya başlandı. Beşinci kitabı serinin yardımcı karakterlerinin hayatını ana karakter olarak ele alacağız ve serinin ilk kitabını okumayanlar beşinci kitabı tek başına okuyabilecek. Keyifli okumalar. 🥰


MERVAN


MERVAN


Günümüz


Mervan, kırık camların ardından uzaklardaki o eşsiz dünyayı seyre dalmış; bu izbe, tozlu fabrikanın sevimsiz yüzüne karşılık İstanbul'un eşsiz güzelliğinin tadını çıkarıyordu. Etraf cam kırıklarıyla ve paslanmış demir malzemelerle doluydu. Fabrikanın her yerinde bulunan yanık tenekeler buranın geceleri evsiz pek çok insana ev sahipliği yaptığının en büyük kanıtı gibiydi. Yerlerdeki moloz yığınları havayı boğucu kılmış ortamı daha da dayanılmaz bir hale getirmişti. Tavan ise ince uzun demirlerle kaplanmış; her an bir kazaya meydan verecekmiş gibi insanı ürkütüyordu. Yerdeki çukurlar ve duvarlardaki mermi izleri bu binayı daha esrarengiz bir hale büründürmüştü. Öyle ki görüntü biraz sonra yaşanacaklar için birileri tarafından özel olarak dekore edilmiş gibiydi.


Mervan'ın aklı hâlâ Nazar'daydı. Kendisine ihtiyaç duyduğu şu anlarda yanında olamamak kanına dokunuyordu. Telefon her çaldığında canından can gidiyordu sanki. Her an bir ölüm haberi duyacağını düşünüp deli gibi korkuyordu. Nazar'ın olmadığı bu hayata dayanamazdı. Ne olursa olsun yaşamak zorundaydı. Mervan'ı yapayalnız, çaresiz bırakmaya hakkı yoktu. Hâlâ kendine kızgındı. Bir an bile olsa Nazar'ı öldürebileceğini nasıl düşünmüştü? Onsuzluğa dayanamayacağı bu kadar ortadayken bu kötülüğü hem kendine hem de sevdiğine nasıl yapabilmişti? Hapse giremezdi. Kendi hayatı umurunda değildi aslında tek derdi çocuklarının ve ailesinin zarar göreceği düşüncesiydi. Düşmanları onun işini hapiste bitirir, bu da yetmezmiş gibi ailesini de mahvetmeye kalkabilirdi. Mirzanoğlu da onunla birlikte hapse gireceğinden kızları tamamıyla yalnız ve savunmasız kalacaktı. Onların öldürülmesine, işkencelerle kötü yollara sürüklenmesine dayanamazdı. O karanlık adamlar intikamlarını almak için her şeyi yapardı ve Mervan asla bunların olmasına izin veremezdi.


Battal, telefonunu cebine koyup; çukurlara dikkat ederek Mervan'ın yanına geldi. O da ortamın kasvetinden en az Mervan kadar rahatsız olmuştu; fakat saklanmak için buradan daha emin bir yeri hayal dahi edemiyordu. Sırtı dönük olan dostuna, "Efendim!" diye seslendi. Mervan, dalgınlığını ve düşüncelerini bir kenara bırakıp ona manidar bir bakış attı. "Ne oldu? Yoksa kızın ailesiyle ilgili bir haber mi var?" Battal başını eğip yavaş yavaş yanına yaklaştı. Gözlerini hisli bir şekilde Mervan'a dikti. Kendisinden iyi haberler beklediğinden zerre kadar şüphe duymuyordu. "Ben de size bu konuda bilgi vermek istemiştim." Mervan sabırsızlıkla, "Konuş!" diye bağırdı. Onun emirleri Battal için sıradan bir şey haline gelmişti. Bu durum karşında kırılmıyor hatta gocunmayı düşünmüyordu bile. Onu kızdırmamak için aceleci bakışlarına karşılık güven veren bir tavra büründü. "Yaşlı kadın ve kocası hastanede bizim emrettiğimiz şekilde ifade vermiş. Onları iki gün burada alıkoymamız işe yaradı efendim; ama ne yazık ki memurlar onların söylediklerinden şüphelenmişler ve merkeze götürüp sorguya almışlar."


"Bu iyi olmadı." Mervan'ın soğukkanlılığı Battal'ı biraz olsun rahatlatmıştı. Söz konusu Nazar olunca bu adamı tanımak imkânsız bir hâl alıyordu. Sözlerine aynı kontrollü tavrıyla devam etti. "Saatlerce konuşturmak için uğraşmışlar ama aksi bir kelime dahi edilmemiş." Mervan durumdan memnun olmadığını gizlemeksizin hissiz yüzünü öfkeli bir halde burktu. Elini ensesine atıp bıkkın bir şekilde, "İfadelerinin doğruluğunu teyit için DNA testi yapacaklardır." diye sayıkladı. Battal, onun bu telaşını gidermek istiyordu. Biraz olsun rahatlamasını sağlamak ve doğru kararlar alması için uğraşmak onun en bilindik göreviydi. "Merak etmeyin efendim!" Ellerini tozlu demirlerde gezdirirken, "DNA testinin bir önemi yok. Kızın anne babası değiller zaten. Üvey evlat vakası..." dedi.


Mervan tatmin olmamıştı. Dişlerini sıkarak emektâr dostuna döndü. "O Komiserin bu işin peşini bırakacağını hiç sanmıyorum. Arı kovanına çomak soktuğunun farkında değil." Battal, Mervan'ın gücünün farkındaydı. Ne de olsa bu baba-oğul için bir polisi haklamak çok zor olmasa gerekti. Elbette Mervan'a gücünü hatırlatıp yol göstermekten asla geri durmayacaktı. Biraz daha yaklaşıp, dudaklarını ve dişlerini sıkarak, "İşini bitirmemiz için bir emriniz yeter efendim." diye tısladı. Kendisine kadife bir sandıkta sunulan teklif Mervan'a da oldukça cazip gelmişti. Fakat aceleci bir adam değildi. En doğru zamanda, doğru koşullar altında iş yapmayı severdi. Adam harcamak onun için hiç de zor olmazdı tabi, ama hamleleri iyi hesap etmezse işi eline yüzüne bulaştıracağını da çok iyi anlamıştı. Kararlı bir şekilde, "Şimdilik dikkat çekmeyelim!" dedi. Battal'ın olumsuz bakışlarını görmezden gelerek ona doğru bir adım attı.


"Suikast yeterince ortalığı karıştırdı. Olay basit bir intihar olmaktan çıktı; şebeke işine döndü. Delilleri karartıp şahitleri ortadan kaldırdığımızda sessiz sedasız onun da icabına bakarız." Battal'ın içi bir türlü rahat etmiyordu. Mervan'ın şiddetli tepkilerine alışkındı. Bu tepkilerin sonrasında yüzüne yerleşmiş suskunluk kisvesine de... Ama söz konusu aşkı olduğunda bu adam gerçek yüzünden ve kimliğinden öyle uzaklaşıyordu ki, nerde ne yapacağını kestirmek Battal için bile anlaşılamaz bir hal alıyordu.


"Beni endişelendiren asıl mesele Nazar Hanım!" dedi korkularını gizlemeye çalışarak. Mervan'ın gözünde çakan şimşekleri, tenindeki tedirginliği o ismi anar anmaz fark etmişti. Ama şimdi bıkkınlıktan ölse de gerçek duygularını açık etmekten vazgeçmeyecek ve Mervan'ı kendi kendisinden bile koruyacaktı. "Hakkımızda çok şey biliyor. Onu bunca zaman kontrol altında tutabildik ama şimdi pençelerimizden kurtulup polislerin eline düştü. Bildiklerini anlattığında polis hiç vakit kaybetmeden ensemize çökecektir. Bizi hedef göstermekten sakınacağını hiç zannetmiyorum." Mervan ellerini tozların arasındaki beyaz güle uzattı. Avuçlarının arasına alıp, taç yapraklarına hayranlıkla dokundu. "Bunu yapacak vakti olmayacak. Polisler onu sorguya alamadan kaçırıp emin bir yere götüreceğiz. O zaman istese de tek bir söz dahi edemez." Battal, onun fikrini yeterli bir çözüm olarak görmüyordu. Mervan'ı kör eden aşk, onun gerçekleri görmesine engel olmamalıydı. Bir şeyler dallanıp budaklanmadan kökünden koparmasını gerektiriyordu.


"Tek sorunumuz bu da değil efendim." Mervan eline batan dikenleri umursamaksızın merakla Battal'a döndü. Yüzündeki endişe çizgilerini görebiliyordu. "Başka ne var?" Battal, nefes alıp verişlerini kontrol etmeye çalışarak, "Efendim, polisler yanan evin bahçesinde birkaç mektup, resim, eski bir defterle birlikte bir miktar para bulmuşlar." Mervan, defter sözünü duyunca hırsla ayağa kalktı. Parmak uçlarını kararsız bir şekilde saçlarında gezdirip, kemiklerini kırarcasına yumruklarını sıkıyordu. Dişlerini dudaklarına bastırarak gafil avlanışını kasılan yüz hatlarıyla ele veriyordu. Evet, Nazar'ın gizli gizli bir defter tuttuğunu o da fark etmişti; ama önemli bir şey yazacağını düşünmediğinden bu durumun üzerinde pek durmamıştı. Şimdiyse umursamadığı o küçük detay başını fena halde ağrıtacak gibi duruyordu. Battal, kontrollü tavrını elden bırakmaksızın devam etti.


"O defter de ne yazdığı hakkında bir bilginiz var mı?" Mervan, donuk bir şekilde gülümsedi. "Nazar, o defteri uzun zamandır tutuyordu. Birkaç defa ona rast geldim ama dokunmama dahi müsaade etmedi. Sanırım bir anı defteri belki de bir günlüktür." Battal, kırıklar içindeki eski pencereye yöneldi. Şimdi ikisi de aynı yere bakıyordu. "Bu hiç iyi olmadı. Eğer öyleyse o defterde size ve ailenize dair bilgiler de yer alıyor olabilir."


Mervan, arkasını dönüp öfkeyle masanın üzerindeki her şeyi yere savurdu. Balyoz gibi inen elleri taş olmuştu sanki. "Lanet olsun! Sanki her şey aleyhimize işliyor." Onun bu hali Battal'ı da sarsmıştı. Öfkesi kontrol edilemez bir adamdı. Çoğu zaman bu haldeyken tamiri imkânsız hatalar yapardı ve ne yazık ki bu hataların bedelini yine en çok kendi öderdi. Geçmişi düşündü. Üniversiteye gitmeden önceki halini... Böyle biri değildi Mervan... Masumdu. Büyük bir umutla çıktığı o yolculuk hüsranla sonuçlanmıştı. Geri döndüğünde karşısında bambaşka bir adam bulmuştu. O iyi kalpli, masum delikanlı ölmüş; yerine herkesi bir çırpıda yakıp küle çevirecek kadar zalim bir adam gelmişti. O gün arkadaşı için bir şeyleri düzeltme adına Kadir Bey'e gittiğinde, "İyi değil!" demişti. "Bu kişi tanıdığım Mervan olamaz. Yardım alması gerekiyor. Bir doktor çağırmalıyız, bir psikolog ya da bu işlerden anlayan uzman herhangi birini. Böyle devam edemez. Bir şeyler yapmalıyız." Ne yazık ki karşısındaki adam kendi oğlunu zayıf göremeyecek kadar kibirliydi. Ve ne olursa olsun asla onu dinlemeyecekti. Mervan'ı her doktora götürmeye çalıştığında engel olmuş ve onu tehditlerle sindirmişti.


Battal, Kadir Bey'in hiç değilse kendisini Gülnaz Hanım'la evliliği konusunda dinleyeceğini umuyordu; fakat bu konuda da tüm kapılar yüzüne kapanmıştı. O siyah gecede Kadir Bey'in karşısına dikilip, "Bu bir cinayet!" demişti. "Beyimizin olanları atlatmadan, iyileşmeden bir evlilik yapması korkunç şeylere sebep olabilir. Hem Gülnaz Hanım'ı hem de Mervan Bey'i mahvediyorsunuz. Mervan Bey'in kendisini toparlamadan bir kadını hayatına alması ancak bir intihar olur." Dağlar taşlar insaf edip eğilmişti de Kadir Bey'in deli inadı 'Vazgeçelim!' dememişti. Şimdi Mervan'a her baktığında kanayıp duran derin yaralarını görüyordu. Asla iyileşmeyen ve her geçen gün üzerine bir yenisi eklenen kesikler içindeki ruhunu... Düşüncelerinden sıyrılıp yeniden karşına geçti. Umut vadeden gözleriyle onu sakinleştirmeye çalıştı. Artık öfkelenmenin ya da hayıflanın kimseye bir yararı olamazdı. Sakin olmalı, akılcı çözüm yollarıyla bu işi kökünden halletmeliydi. "Eğer o defteri vaktinde alamazsak polisin kapımıza dayanması an meselesi. Bu işi geciktirmeden bir hal çaresine bakmalıyız."


Mervan, bir haydudu andıran bakışlarını ona dikti. Delici mimiklerini gizlemeksizin emir verdi. "O köstebeği ara! Bu işi şansa bırakamayız. Mektupları, resimleri, defteri... Ne varsa hepsini alıp bana getirsin. Nazar'ın bizle ilgili pek çok şeyi anlattığına eminim. Eğer başarılı olursa onu paraya boğarım!" Bu fikir Battal'ın da kafasına yatmıştı. Onu başıyla onayladı. Ama bu defterden pek çok kişinin haberi vardı. Defter çalınsa bile okuyan emniyet mensupları ortalığı karıştırabilirdi. Battal, "Defteri inkâr edemez miyiz?" diyerek hesapta olmayan bir fikir öne attı. "Bu da bir seçenek; fakat hakkımızda soruşturma açılmasını engellemez ne yazık ki! Aslında defter umurumda değil. Oradan bir şey çıkacağını sanmıyorum. Gerçekleri öğrendiklerinde bir çöpten farkı kalmayacak. Esas mesele Kadir Bey'in tüm tezgâhtan haberinin olması. Yaptığımız yolsuzluklar er ya da geç ortaya çıkar. Nazar, konuşmamalı, onu oradan kurtarmalıyız!"


"Basit bir kurgu olduğunu kanıtlarsak başımız fazla ağrımaz."


"Polislerin ne kadarını okuduğunu bilmiyoruz. Bizle ilgili neler yazdığını da! Delil olmasa bile defteri okuyanlar aleyhinize şahitlik yapabilir. Küçük ipuçlarını araştırıp işlerimizi bozabilirler. Sistem dağılmamalı. En azından bir süre için... Emeklerinizin boşa gitmesini istemiyorum. Kimseye zarar gelmemesi için buna mecburuz."


"Ne yapacaksınız?" Mervan tam fikrini açıklayacaktı ki içeri giren takım elbiseli delikanlı tüm dikkatlerini dağıttı. "Efendim, bekçiyi getirdik. Emrinizi bekliyoruz!" Battal, oldukça şaşırmıştı. "Bekçi mi? Yoksa bu..." Mervan, sözünü bitirmesine müsaade etmeyerek, "Evet!" diye karşılık verdi. Yüzündeki alaycı kıvrımlar Battal'ın da dikkatinden kaçmamıştı. Belli belirsiz bir tebessüm çıkık elmacık kemiklerini, çekici gamzelerini yalayıp geçti. Başını havaya kaldırıp küstah bir şekilde nefeslendi. "Nazar'ın intihar ettiği gecenin tek tanığı şu an elimizde. Bakalım gerçekten de gördüm dediği şeyleri görmüş mü? Birazdan anlarız. Gidelim!" Birlikte çıkışa yöneldiler.


Battal, hayretini gizleyemiyordu. Bu kadar kısa zamanda onu bu koca şehirde bulup, kimseye sezdirmeden şehrin dışındaki bu terkedilmiş fabrikaya getirmeyi nasıl başarmıştı? Kararlılığı hayranlık uyandırmayacak gibi değildi. Olacakları takip etmek için birlikte fabrikanın ana bölmesine geçtiler. 40'lı yaşlarda bulunan zavallı bekçi kurbanlık bir koyun gibi bağlanmış; başındaki çuvalla öylece sandalyede oturuyordu. Karşısına dikilmiş takım elbiseli 3 şahıs ise onun tir tir titremelerinden sadistçe bir zevk alıyor; bekçiyi konuşturmak için Mervan'ın işaret vermesini dört gözle bekliyorlardı. Sonunda beklenilen hamle geldi. Mervan, başını kararlı bir şekilde bir kez sallayıp, işe koyulmalarını emretti. Fırça bıyıklı genç bir adam, öne atılıp hızlı bir şekilde korkudan dili tutulmuş bekçinin göz bağını çıkardı. Lakayt davranışlarla ona yönelip, "Bence bu kadar dinlendiğin yeter! Artık konuşalım, ne dersin?" diyerek adama sert bir bakış attı. Zavallı bekçi korkudan ne diyeceğini bilemiyordu. Gözlerinin ışıktan rahatsız olduğu her halinden belliydi. Siyah kaşlarını ve düşük gözkapaklarını ışıktan korumak için gözaltlarına kadar indirdi. Sararmış, aralıklı dişleri korkudan sanki birbiriyle savaş halindeydi. Üzerine sürüklenerek getirilmiş olmasının emareleri yerleşmişti. Fabrikanın terk edilmişliğinin müjdecisi olan moloz ve tozlar ise zulümle boyanmış gözlere çaresizliğinin suskun şahitliğini yapıyordu.


"B-be-benden ne istiyorsunuz? Kimsiniz siz" Serzenişleri ve kekelemeleri etrafındaki adamlara sadistçe bir zevk veriyordu. Genç adam poz atarak sandalyesini onun hemen önüne çekip ters bir şekilde karşısına oturdu. Elindeki beyaz mendille korkudan mosmor kesilmiş olan bekçinin ter içindeki alnını yalancıktan bir şefkatle sildi. Kan çanağı gibi olmuş gözlerine keskin keskin baktı ve "Burada soruları biz sorarız!" diye fısıldadı. Dudakları tehditvâri bir şekilde zavallı adamın şakaklarına kadar yaklaşmıştı. Fısıltısı bekçiyi ürpertili kabuslara iterken, sesini bir anda gürleştirerek, patronun kendisi olduğunu hissettirecek tarzda sözlerine devam etti. "Duyduk ki yakın bir zamanda genç bir kadın aleyhine hiç de hoş olmayan yalan bir ifade vermişsin. Bu iftiraları sana hiç yakıştıramadık doğrusu!" Adam kendisine yakıştırılan ithamları duyunca daha da büyük bir korkuya kapılmıştı. Bu soğuk havada bile litrelerce terliyor, tükürükler saçarak kendini savunmaya çalışıyordu.


"Y-yemin ederim Beyim; Allah şahidim olsun ki ben kimseye iftira atmadım." Bıyıklı şişman adam, sesini dalga geçer bir edayla daha da sertleştirerek, "Kızmaya başlıyorum ama! Bak Necati görmüş seni. 'Adam yalan söylüyor abi! Kız öyle şey yapmadı.' diyor. Söylesene Necati!" Yanındaki adam, sinsi bir sırıtıştan sonra onu onaylar tarzda başını salladı. Biraz daha yaklaşıp küstah bakışlarını korkudan avareye dönmüş olan bekçiye yöneltti. "Kız hanım hanım orada duruyordu. Bu lavuk iftira atıyor. Adam yaşlıydı zaten; gözünün önünü göremiyordu ki bunak. Kız ilişmediği halde kendi kendine tökezleyip düştü asansör boşluğuna. Hem ne olmuş moruk öldüyse, zaten bir gözü toprağa bakıyordu. Ya şeker ya tansiyon ya kalp... Birinden biri alacaktı ihtiyarı. Ölmek kurtuluşu olmuş(!) Temiz temiz gitmiş işte!"


Bıyıklı adam, bunları duyduktan sonra korkudan yüreği çatlamak üzere olan bekçinin burnuna kadar eğilip, "Duydun mu bebe ruhi?" diye alaycı alaycı güldü. Bekçi konuşulanlar karşısında iyice afallamış, o gece yanlarında bulunmayan bu iki adamın yalancı şahitliğini hayretler içinde takip ediyordu. Cesaretini toplayıp itiraz etmek için kıpırdandı. "Orda üçümüzden başka kimse yoktu. Siz tüm bunların nasıl görmüş olabilirsiniz?" Bıyıklı, kan ter içindeki bekçiye öldürecekmiş gibi ters bir bakış attı. Sağ elinin başparmağıyla burnunun ucunu tersin tersin sildi. Tecrübeliydi. Bu hareketlerin kendisini daha zalim ve duygusuz gösterdiğini kurbanlarının gözlerinden fütursuzca okur ve gerektiği gibi davranmaktan çekinmezdi. İnsanların ondan nefret etmesi ya da korkması zerre kadar umurunda değildi. Kötü adam kisvesini sevmiş ve hayatını bu minval üzerine kurmaktan gocunmamıştı. Alışmışlardı ne de olsa para karşılığında her türlü kötülüğü yapmaya. Onların yolu da buydu: Güçlü adamların vahşi ve sadık köpeği olmak... Gerçi ilk başlarda yadırgamıştı bu durumu. Taşıdığı yüzüğün içinde her an kendi canına ot tıkamak için bir zehir tutuyordu. Ne zaman düşman eline ya da cevval bir polise rast gelse ruhunu teninden ayıracak o zehri içecek ve yediği kaba tükürmeden kan dolu hayatını bitirecekti. Bunun için yetiştirilmiş ve acımasız söylemlerle daha çocukluğunda tanıştırılmıştı.


Sevmeyi ve acımayı bilmiyordu. Bir anne babası da olmamıştı. Bir şeyi yapması için doğruya ya da erdeme ihtiyacı yoktu. İhtiyacı olan tek şey para ve güçtü. Elbette bunları veren kişi aynı zamanda sahibi olmayı da hak ediyordu. Bana ne derdi içinden. Bana ne! Erdem ve insanlık bana mı kaldı? Dünya rayından çıkmışken, kurtlar kuzu, ayaklar baş olmuşken bir ben mi çekecektim günahlarımın yükünü? Ben girmesem bu aleme ne değişecekti? Bu arz Nuh'un gemisi mi olacaktı bir anda? Varsın olsun! Bir şeytan da ben olayım ne çıkar? Düşüncelerinin yanlışlığını boş vereli uzun zaman olmuştu. O alacağı paraya bakardı. Ne yediği üzümün bağı ne de bağcının atacağı dayağı gereğinden fazla önemsemezdi.


Bilinçaltına süpürdüğü tüm düşünceleri hırçın bir öfkeyle yeniden bekçinin üzerine düştü. "Şimdi de utanmadan bizim şahitliğimizi inkâr mı ediyorsun?" Bekçi gözlerini korkuyla açmış ağlayarak, "Hatırlamıyorum Beyim! Ben görmedim sizi?" diye isyankâr bir sesle bağırdı. Necati, işaret parmağını ağzına götürüp kabadayı edalarıyla, "Şşşşş!" diyerek sus işareti yaptı. Gözleri delicesine açılmış, beyazlıklarında belirgin sinirler oluşmuştu. Manasız ve duygusuz bakışları ortamda soğuk rüzgarlar estirmişti sanki. Bekçi dilini dudaklarının ardına hapsedip, sallanan gıdık derisini ezercesine başını eğdi. O korkunç bakışların hedefinde olmak onu hiç olmadığı kadar yoruyordu belli ki. Bıyıklı, dalga geçer gibi, kaba saba bir tavırla sallana sallana bekçiye döndü. "Demek arkadaş geçici bir hafıza kaybı yaşıyor. Ne dersin ona bir hafıza ilkyardımı yapalım mı?"


Necati çürümüş, sarı dişlerini göstererek pis pis sırıttı.


"Sen emret abi! Ne demek! Sağlık bizim işimiz(!)" Onun bu sözünden sonra üçü birlikte fabrikayı inleten korkunç kahkahalar atmaya başladı. Mervan ve Battal olanları 2 metre uzaktan sessiz bir şekilde imalı bakışlarla izliyordu. Alışkındılar tüm bu manzaraya. Hayatlarında ilk olmamıştı ve belli ki son da olmayacaktı. Battal, bu savruk hallerini hayretle düşündü. Ne yapıyorlardı böyle? Gözlerinin önünde bir adam delicesine korkuyor ve yalvaran çığlıklar atıyordu. Onlarsa bu durumu yadırgamaksızın bir tiyatro izler gibi seyre dalmış, onu çaresizliğini vicdanlarında sorgulama ihtiyacı bile hissetmiyorlardı. Tuhaf... Karşılarındaki de bir insandı oysa. Bir ailesi, yaşanmışlıkları, hayattan beklentileri vardı. Ölmek... Üstelik dürüst olduğu için ölmek sorgulanmayacak kadar büyük bir haksızlıktı. İlk zamanlarda... Yani bu aleme girdiği o kopkoyu günlerde yüreği acıma hissiyle dolar taşardı. Fakat şimdi vicdanı bile benliğine rest çekmiş, aklı tüm bu yaraları sorgulamaktan vazgeçmişti. Alışıyordu insan. Zamanla günahları kabuslarına bile değmeyecek bir hal alıyordu her nedense? Yoksa o köhne vicdanlar, karanlık ifrit ruhlar nasıl yastığında rahat uyurdu aymazca?


Bıyıklı, uzunca bir alet takımını zavallı bekçinin önüne serdi. Bekçi, ağlamaktan kanlanmış olan gözlerini dehşetle alet takımının üzerinde gezdirdi. Gördüğü onlarca kesici, delici nesne yüreğine amansız bir korku düşürmüştü. Heyecandan dişleri birbirine vuruyor; yüzü patlıcan gibi mosmor kesiliyordu.


Bıyıklı pis pis sırıtarak, "Adın ne?" diye sordu. Adam kekeleyerek, "İsmail!" diye cevap verdi. Bıyıklı oppa tavırlarla Necati'ye dönüp, "Söyle Necati, İsmail isminde kaç harf var?" diye sordu. O da ellerini açıp parmak hesabı yaparak "6 harf abi!" diye karşılık verdi. Bıyıklı karalara boyanmış dişlerini göstererek, "Güzeeeeel!" diye küçük bir nara patlattı. "Demek ki baştan 6. aleti kullanacağız! Çok şanslısın kerata! Bak kısmetine kerpeten geldi. Söyle bakalım! Bununla dişlerini mi sökelim yoksa tırnaklarına pedikür mü yapalım?"


Adam, çaresizlik içinde şiddetli bir şekilde ağlamaya başladı. Bir yandan da "Beni bırakın! Ben size bir şey yapmadım!" diyerek yalvarıp duruyor, gözünü kan bürümüş gangsterlerden merhamet umuyordu. Bıyıklı, bekçinin arkasında olayları sessiz sedasız takip eden Mervan'a kararsız bir bakış attı. Ondan işkenceye onay vermesini bekliyordu. Mervan, evet manasında başını sallayıp devam etmesini istedi. Battal, Mervan'ın o geceki çaresiz haliyle şimdiki halini kıyaslamadan edemedi. O hastanede gördüğü aşk müptelası, zayıf adam gitmiş; eli kanlı bir katil gelmişti sanki. Bıyıklı, alaycı bir şekilde, "Aaaaaa! Bu ne nankörlük! Sana bedavadan diş ve tırnak bakımı yapıyoruz; yine de yaranamıyoruz. Doğru mu Necati?" diyerek pası ona attı. Necati onu onaylamakta gecikmedi. Severdi bu mizah oyununu. Yaptıkları işin belki de en zevkli tarafı buydu. Kurbana laf cambazlığı yapıp, yürek güreştirmek.


"Öyle Vallahi abi! Nankör bu millet nankör! Ne yapsak yaranamıyoruz. Adımız çıkmış bir kere! Peh!" Adama dik dik bakıp sırıttı. "Zaten rahmetli anam da hep diş hekimi olmamı isterdi. Eh! Ne yaparsın, demek bugüne kısmetmiş!" Durumu alaya alışları kasvetli harabede soğuk rüzgarlar estirdi. Bekçi, onlar zevkten dört köşe olurken acı içinde kıvranıyor, yardım haykırışlarını kimsenin duymayacağını bildiği halde bağırarak sesini duyurmaya çalışıyordu. Necati, kerpeteni eline aldı ve eli, ayağı bağlı olan bekçinin ağzını açıp sağlam olan dişini bağırta bağırta çekti. Zavallı adam, acıdan fabrikayı inleten korkunç bir çığlık attı. Ağzından sicim gibi kan sızıyor, çenesinden gömleğinin yakalarına kadar her yerine yayılıp korkunç bir görüntü oluşturuyordu. Kan nerdeyse tüm gırtlağına yayılmış; nefes almasını ve konuşmasını engelleyerek yürek yırtan hırıltılar oluşturuyordu.


Necati, kanlı dişi kerpetenle uzatıp dalga geçer gibi, "Tüh! Yanlış dişi çektik iyi mi?" diye alaylı bir of çekti. Bıyıklı, "Beceriksiz Necati! Sana dişçi ol dedik kasap değil!" diyerek yalancıktan teessüflerini bildirdi. Ardından kan tüküren bekçiye dönüp, "Umarım hafızan yerine gelmiştir; yoksa bu lavuk, dişin yerine çeneni sökecek!" diye okkalı bir tehdit savurdu. Bekçi, bu adamlarla uğraşılamayacağını anlamıştı. Canını, ailesini düşünüyordu ister istemez. Vicdanı balyoz gibi kalbine inse de yalanın eteğini öpüp korkaklığa sığınmaya mecburdu. Hem açık seçik bir şey de görmemişti. Birkaç gölge hareketi bu suçlama için yeterli olmasa gerekti. Kan revan içindeki ağzına ve damaklarındaki sızıya aldırmadan bülbül gibi şakımaya başladı. "Tamam, tamam! Her şeyi anlatacam. Ben yanlış gördüm. O masum... Yaşlı adam... O... O kız hiçbir şey yapmadı. Ben yanlış gördüm. O masum... Kendisi düştü. Kız masum! Kız masum!"


Necati, görevi başardığı için Mervan'a memnun memnun baktı. Mervan, onu başıyla onaylayıp, sinsi bir tebessüm etti. Battal, efendisine bir kez daha hayran kalmıştı. Hapishane işini kendi yöntemleriyle müthiş bir şekilde hallettiğini görebiliyordu. Artık polisin bu fail-i meçhul ölümün peşini bırakmaması için hiçbir sebebi yoktu. Birbirlerine sert ve duygusuz bir bakış atıp arka kapıdan çıktılar. Büyük araçlarına binip o terkedilmiş, eski fabrikadan olabildiğince uzaklaşmaya çalıştılar.


Loading...
0%