Yeni Üyelik
40.
Bölüm

40. Bölüm: Karadeniz’e Doğru

@syildiz_koc


KARADENİZ'E DOĞRU


Çocuk olsam yeniden... Bir tek düştüğüm için acısa içim,


Ve kalbim; çok koştuğum için çarpsa sadece.


CEMAL SÜREYA


Hayatın iyi olabileceğini düşünmek benim için oldukça zordu. Bu evde kaldığım günleri saymayı bırakmıştım. Ayları da... Hamileliğimin sonlarına iyiden iyi yaklaşmışken artık yaşamak benim için daha da çekilmez olmuştu. Bu mutsuzluğumu Mervan da fark ediyordu; fakat benim mutsuzluğumu önemsediğini zannetmiyordum. Yanındaydım, onundum. Mervan için bundan daha önemli hiçbir şey yoktu.


O gün bana hazırladığı serada çiçeklerimle meşgulken yanıma geldi. Son yaptıklarından sonra küskündüm ona. Barbarlıklarının dozajını her geçen gün biraz daha arttırıyordu ve ben onu çaresizce izlemekten başka bir şey yapamıyordum. Eskiden bu karanlık yönlerini biraz olsun gizlemeye çalışırdı. Şimdiyse gözümün önünde intikam almaktan gocunmuyor; adeta her hareketiyle gözdağı veriyordu. Kaçamıyordum ondan. Çevremde öyle güçlü bir güvenlik duvarı vardı ki aşılması imkânsız sıradağların hışmına uğramışım gibi umutsuzdum. Kararımı vermiştim. Artık nefret söylemlerinde bulunmayacak; Mervan'ı bu hayatı kabullendiğim fikrine inandıracaktım. O zaman bu duvarların yıkılması biraz olsun kolaylaşacaktı ve ben de elimdeki çipi kullanmak için bir fırsat yaratacaktım. Kendisini sevdiğimi düşünmeliydi. Onunla bu hayatı istediğimi sanması bana karşı daha büyük açıklar vermesine sebep olacaktı. O zaman kurtuluşum, onu bitireceğim son darbeyle perçinlenecek ve beni ait olduğum iklime taşıyacaktı.


Elimdeki saksıya biraz gübre koyup suladım. Saksının kenarlarındaki toprağı temizledikten sonra yeniden rafa bıraktım. Diğer bitkileri sulamaya başladığımda ellerini kavuşturup bana gülümsedi. Şu zamana kadar yanıma gelip bana sarılmaması, saçlarımı öpüp kulaklarıma aşk sözleri fısıldamaması hayret uyandırıcıydı. Mervan, yine ne işler çeviriyordu acaba? Bu tebessüm ve sakinlik hayra alamet olamazdı. "Neden gülüyorsun?"


Yavaş yavaş yanıma gelip işaret parmağıyla elmacık kemiklerini okşadı. "Burayı bir cennete çevirdin. Elinin değdiği her şey hayat buluyor." Önüme dönüp yalancıktan bir bıkkınlıkla çiçekleri sulamaya devam ettim. "Hâlâ hazırlanmaya başlamamışsın!" Onu merak dolu bir bakış attım. "Ne hazırlanması? Bir yere mi gidiyoruz?" Elimi tutup dudaklarına zarifçe götürdü. "Karadeniz'e aileni görmeye gidiyoruz ya!"


"Karadeniz'e mi?" Şaşkınlıktan elimdeki su kabını yere düşürmüştü. Küçük kahkahası çiçekleri ürperten bir meltem olmuş, ortama dalga dalga yayılıyordu. "Evet karıcığım. Neden şaşırdın?" Kollarımı birbirine bağlayıp hesap sorar gibi bir tavır takındım. "Cezalı olduğumu sanıyordum. Bu lütfunu neye borçluyuz?" Dudaklarını kıvırıp bir kaşını kaldırdı. Elleri önce yanaklarıma sonra da perçemlerime ilişti. "Son günlerde oldukça uyumlu davranıyorsun. Olumlu davranışlarını fark etmediğimi zannetme. Bu değişimin bir ödülü olmalıydı." İçimden alaylı bir kahkaha atmak geldi. Dalga geçiyordu sanki. Küçük bir çocuk kandırır gibi beni cezalarla, ödüllerle yola getirip idare etmeye çalışıyordu. Karşısında Pavlov'un köpeğinden daha parlak bir konuma sahip değildim. Hayatımın diktatörü, lütfunu sevinçle karşılamamı beklerken içimdeki tüm öfkeyi yutmaya karar verdim. "Teveccühlerinize layık olmaya çalışıyorum Mervan Bey."


Alaycı, muzır tavrım hoşuna gitmişti. Eğilip alnıma bir öpücük kondurduğunda yüzümün olabildiğince rahat olmasını sağladım. Küçük oyunumu kendi elimle boşa çıkarmak istemiyordum.


"Mutluluğunu görmekten başka bir arzu taşımıyorum Nazar. Senin iyi hissetmen nefes almak kadar zaruri benim için."


Şimdiye çoktan beni sarıp sarmalayan ellerini çözmüş, sert ve yıkıcı cümleler eşliğinde yanından uzaklaşmış olmam gerekiyordu. Fakat öyle olmadı. Benden beklenmeyecek bir rahatlıkla bedenimi saran kollarına dokundum. Küfürden hallice bulduğum sözlerine samimi görünmeye çalışarak, "Biliyorum!" diye karşılık verdim. Yanaklarını yanaklarına yasladığında suratımı tiksinir bir ifadeye büründüremeyip beni hissetmesine izin verdim. Kokumu ruhunun iliklerine kadar arzuluyor olmalıydı. Bu huzurlu ifadenin başka bir açıklaması olamazdı. Bana sinsilikten başka bir çıkar yol bırakmamıştı Mervan. Onu gafil avlamak yapılabilecek en çıkar yoldu.


O müjde veren sözleri duyduktan sonra dakikalar ve saatler geçmez oldu. Yolculuk ertesi gün olduğu halde yıllar varmışçasına sabredemiyor; bekleme azabından ne yapsam kurtulamıyordum. Son dakikada vazgeçip iptal edecek diye ödüm patlıyordu. Neyse ki korktuğum olmadı. Mervan bu sefer sözüne sadık kalmaya kararlıydı. Oldukça heyecanlıydım. Uzun zaman sonra ilk defa ailemi görecektim. Bu evdeki sürgün hayatından birkaç günlüğüne de olsa kurtulup, doğduğum ve ait olduğum yere gidiyordum. Onu idare etmek için uysal bir kedi gibi sesimi çıkarmadan olacakları seyre koyuldum. Heyecanla bavulumu hazırlayıp içerisine ihtiyaç duyabileceğim her şeyi atmıştım. Dicle de oldukça neşeliydi. Bana bu yolculuğumuzda arkadaşlık etmek onu sevinçten havalara uçurmuştu. Bu durumun Gülnaz'ın hiç hoşuna gitmediğini tahmin edebiliyordum. Kızının bana yakın davranması onu öfkelendirmişti. Sürekli Dicle'nin annesi olduğunu vurguluyor, kıskanç bakışlarıyla beni kışkırtmaya çalışıyordu. Bir süreliğine onlardan uzak kalmak bana iyi gelecekti.


Eşyaları ve bavulları arabaya yerleştirdik. Daha bir gün önce kardeşlerim ve annem için hazırladığım hediyeleri paketlemiş ve heyecandan uyuyamamıştım. Olumsuz bir şeyler yaşayıp pişman olmaktan çok korkuyordum. Ailem ve Hanzade ailesi arasında oldukça büyük kasırgalar kopmuştu. Bu durum ister istemez gerilmeme sebep oluyordu.


Pembe çiçekli hoş bir elbise giyip saçlarımı taradım. Yaptığım hafif makyajla artık hazır sayılırdım. Aslında yolculukta pantolon tarzı şeyler giymek insana kendini daha rahat hissettiriyordu; fakat alacağım tepkileri düşününce bana yapılan jesti riske atmak istemedim. Bir süre daha yapmacık, uyumlu tavırlarıma devam etmeli ve onun güvenini kazanmalıydım. Sabırlı olmak şu durumda yapılabilecek en iyi şeydi. Yavaş yavaş merdivenleri inip bahçeye çıktım. Bahçeye çıktığımda Battal ve Mervan varlığımdan habersiz fısır fısır bir şeyler konuşuyordu. Onları bir arada görünce ruhuma çöreklenen o sıkıntıdan kurtulamadım. Acaba neler planlıyorlar diye içim içimi kemiriyordu. Kim bilir planları, kimlerin evine ne figanlar düşürecekti.


Adım seslerim sohbetlerinin bölünmesine sebep oldu. Renk vermemek için gülümsedim. İçime sirayet eden şüpheleri olabildiğince gizlemeli ve Mervan'ı bir sorun olmadığı konusunda ikna etmeliydim. Battal, vakarlı tavrını bozmadan veda edip yanımızdan ayrıldı. Mervan, onun gidişine dönüp bakmadan büyük bir ilgiyle bana yönelmişti. Zaten ortamda ben varken ilgilendiği bir başka şeyin olduğunu görmek oldukça güçtü. Yavaş yavaş yanıma gelip saçlarıma küçük bir buse kondurdu.


"Yine harika görünüyorsun. Annenler sana iyi baktığımı hemen anlayacaktır." Yeniden samimi olmaya çalışarak gülümsedim. "Elbette!" Gözlerimin yalancı sevdamı ispiyonlamasını engellemek için tebessümden daha işe yarar bir şey düşünemiyordum. Tabi ki Mervan, beni benden daha iyi tanıyordu. Yaşadığımız hayatı bu kadar çabuk kabullenmem, birkaç gün öncesine kadar nefret kusarken bir anda sevgi kelebeği gibi etrafında koşuşturmam ona inandırıcı gelmiyor olmalıydı. Onu biraz tanıdıysam beni defalarca sınayacak ve ancak emin olduktan sonra özgürlük solumama izin verecekti. Mervan'ın bu uyumlu davranışlarına kanamayacak kadar akıllıydım. O da en az benim kadar ustaca oynuyordu güvenen, anlayışlı eş rolünü. Davranışlarımdaki değişime inandığını söyleyip, devamını getirmem konusunda beni yüreklendirmesinin sahte bir maskeden fazlası olmadığını çok iyi biliyordum. Gölgesini üzerimde hissettirerek beni takipten ayrılmayacak; ama safa yatan ideal koca tavırlarıyla sert dikenlerimi üzerine çekmeyecekti. Aşırı ilgisi ile beni her an kontrol altına alıyordu ve her şeyi onun planlarına göre yaşıyorduk. Babasıyla birlikte veli toplantısına giden kız çocukları gibiydim.


Elimden tutup beni çıkışa doğru götürdü. Araç, hazırlanmış ve içerisi ihtiyaç duyabileceğimiz pek çok şeyle donatılmıştı. Aslında Mervan, oraya özel uçağıyla gitmek istemişti; fakat ben buna bir türlü razı olmamıştım. Sokakları izlemek ve hasret kaldığım o dünyayı uzaktan da olsa seyretmek istiyordum. Yaşadığımı hissetmek için buna ihtiyacım vardı. Aylardır evden ve bahçeden dışarı adım atamamıştım. Bunu kaçarak yapmaya çalıştığımda kendimi o korkunç depoda bulmuş ve ölümle kucaklaşmıştım. Artık iyi bir şeyler olmalıydı. Yaşama sevincimi yeniden kazanmak için bu harika fırsatı ne pahasına olursa olsun değerlendirecektim.


Ben düşünlerimle hesaplaşırken Mervan da oldukça tedirgin görünüyordu. Bana güvenip güvenmeme konusunda kararsız kalmıştı. Tekrar kaçmamdan ve başına bela olmamdan korkuyordu. Bu güvensizliğini görmezden gelerek geniş aracımıza yerleştim. Uzun zamandır mutsuzluk ve suçluluk duyguları ile cebelleşen Dicle, bu değişiklikten oldukça memnundu. Yanında getirdiği bez bebeğini kucağına yatırmış; ilgili bir anne edasıyla tek kişilik oyununu sürdürüyordu. Onun bu masumane tavırları Mervan'ı da hoşnut etmişti. Hiç çocuk olmamış gibi onun sevincine ortak oluyor; tatlı tavırlarını sevecenlikle karşılıyordu.


Mervan'ın bakışları bana odaklandığında gözlerimi kaçırdım. "Kuralları hatırlatmama gerek yok değil mi hayatım!" diyerek gözleriyle beni tehdit etti. Sıkılganlığımı fark etmesini sağlayarak, "Gerek yok. Bunları önce de konuştuk. Bir sorun çıkmayacak." diye karşılık verdim. "Buna sevindim. Şirin yolculuğumuzun bir kabusa dönmesini ben de istemem." Sözlerini görmezden gelip bir şey söylemeden tekrar cama yöneldim. Bu hatırlatmaları artık iyice kabak tadı vermişti. Kimdi bu adam? Kendini ne sanıyordu da her fırsatta bana ne yapacağımı söyleyip duruyordu? Emrindeki adamlar gibi sürekli onu memnun etmek zorunda mıydım sanki? Beni artık biraz olsun rahat bırakmalıydı; aksi takdirde sabır taşı çatlar ve bir anda yeniden eski çirkef Nazar oluverirdim.


Onu umursamamaya çalışmak şuan için yapılacak en iyi şeydi. Hızlı bir şekilde yol almamıza rağmen zaman bir türlü geçmek bilmiyordu. Sonunda o evin devasa duvarlarını aşıp kendimi dışarı atabilmiştim. Pencereden özlem duyduğum o manzarayı zevkle seyretmeye koyuldum. Gökyüzündeki mavilik bugün hiç olmadığı kadar iç gıdıklayıcıydı. Camlar kapalı olduğu halde tablalardaki sokak yemeklerinin kokusunu almaya başlamıştım. Sanki her yer değişmişti. Caddeler ve binalar büyümüş, insanlar hiç olmadığı kadar hızlanmıştı. Bin yıllık bir uykudan uyanmış gibiydim. Yaşadığım küçük ilçedeki sakin hayatım mıydı bana bu iklimi yabancı kılan; yoksa içimdeki heyecan mı bilmiyordum.


Geçen sefer geldiğimde Diyarbakır'ı bu kadar yakından görüp izleme olanağına kavuşamamıştım. Kamyonetin arkasında kaçma girişiminde bulunmuş; fakat orada da dışarıyı izleme imkânı elde edememiştim. Şimdi tüm bunların acısını çıkarır gibi nefesimi kesercesine cama yapışıp ruhumu özgürlüğün soluğunda dinlendiriyordum. Başımı eğip gözlerimi şehir manzarasından kurtardım. Dicle, dizlerime uzanmış ve daha şimdiden uyku mahmurluğunu gözleriyle yansıtıyordu. Sokağı izleme hevesi sardı yeniden. Genişçe bir ormanı çoktan aşmış şehrin dışındaki o kale gibi evden hızla uzaklaşıyorduk. Uzaklardaki insanlara baktım. Şehrin bu kısmı oldukça sıradan ve dağınıktı. Sokakta oyun oynayan çocuklar, şişle örgü ören beli bükülmüş ihtiyarlar, tavla oynayan esnaf... Her şey ne kadar da gerçekti böyle! Onlar hep var mıydı yoksa ben mi yeni fark ediyordum? Dışarda koşuşturan insanların arasında ne kadar da farklıydım.


Araç yavaş yavaş yol alırken 16 yaşlarında genç bir çocuk sırtında bir yükle önümüzde durdu. Korna sesleri ona ötekiliğini hissettirirken olanları gözlemlemeye koyuldum. Elinde demir bir el arabası vardı ve o torbanın içinin eski püskü bir yığın araç gereçle dolu olduğunu tahmin edebiliyordum. Yüzü kir pas içindeydi ve elleri de şimdiden nasırlı bir hal almış; soğuktan çatlak çatlak olmuştu. Bir korna sesi daha sokağı yokladı. Mervan'ın gözleri de gözlerimin odaklandığı yere kaymıştı. "Yardım et çocuğa. El arabasını yokuş yukarı çıkaramıyor." Şoför ön dikiz aynasında başını sallayarak onu onayladı. "Peki Efendim."


Çocuk araçtan çıkan heybetli adamı görünce oldukça endişelenmişti. Büyüyen gözleri korkuyla lüks aracımıza yöneldi. Ön dişleri dudaklarına küçük bir baskı yapmış, hayran bakışları kaportadan tekerleklere kadar tüm yapıda dolaşmıştı. Gözlerini bu eşsiz araçtan kurtarıp kendi el arabasına dikti ve gizlemeye çalıştığı kirli yüzü ekşi bir erik yemişçesine buruk bir hal aldı.


Aklından neler geçtiğini tahmin edebiliyordum. Böyle bir aracın kendisine ait olmamasının ne büyük bir talihsizlik olduğunu düşünerek esefle iç çekiyor; acaba bir gün böylesi bir hayata kavuşabilir miyim diye belki de içten içe hayıflanıyordu. Aslını astarını bilmem ama o ifadeden varacağım en güçlü kanaat bu olsa gerekti. Mervan ve Kadir Bey'in bu lüks hayata kavuşabilmek için şerefleri de dahil olmak üzere pek çok şeyi feda ettiğini nerden bilecekti? Haram parayla o evde sahte bir imparatorluk kurup, yıkıp ezdikleri insanların sırtında tahtlarını yükselttiklerini nasıl anlayacaktı?


Bakışlarım Mervan'ı buldu. Geceleri rahat uyuyor muydu acaba? O silahların kimlerin başına balyoz olup indiğini düşünme zahmetinde bulunuyor muydu Hanzadelerin güçlü Beyi? Aklına hiç mi gelmezdi ezip ufaladığı insanların kanlı yüzü ve korkulu iri gözleri? Nasıl dayanabiliyordu tüm bu saçmalıklara? Ben dayanamazdım. Yapamazdım işte! Uymazdı adamlık hamuruma böylesi bir hayat. Acımdan taş kaynatır içerdim de böylesi bir rezilliğe çanak tutup şerefimi ve vicdanımı ayak altında çiğnetmezdim. Varsın para ve güç onlarda insanlık bende kalsın derdi yüreğim. Başa çıkamazdım bundan fazlasıyla.


Çocuğun bakışları beni bulduğunda istem dışı gözlerimi kaçırdım. Bu kadar dikkatli bakmamdan mahcup olmuşa benziyordu. Belki de kendini eksik hissetmişti karşımızda. Zengin oldukları ilk bakışta dahi anlaşılan bu insanlardan bir kötülük bekliyor olmalıydı, kim bilir. Mervan, bu bakışları fark edince huzursuzca kıpırdandı. Yine kıskançlık kanında dolaşmaya başlamıştı belli ki. Hayatımda hiç böyle birini görmemiştim. Şoförünün bile kapımı açmasına izin vermezdi. Dikiz aynasında gözetlenirim diye beni aynaya en uzak olan köşeye oturtur; aynaların yönünü özellikle trafikten çok bana göre ayarlatırdı. Adamları ben bahçeye çıktığımda saniyeler içinde sırtını döner; bana göz ucuyla bile bakmaya cesaret edemezdi.


Arkamızdan ne söylediklerini az çok tahmin edebiliyordum. "Aman ne kıskanç adam be kardeşim. Kaşla göz arasında karısını yiyeceğiz sanki. Herkesin başında var bir bela, kim ne yapsın senin asi karını? Başımıza iş açıp kellemizi ayaklarının dibine düşürecek değiliz ya!" Sonrada küfrederek suratlarını buruşturuyor belki de içten içe de Mervan Beylerinin haremine gıptayla bakıyorlardı. Şaşırmazdım. Allah ne de olsa her şeyi bol bol vermişti ona. Yakışıklılık, karizma ve paradan yana yüzünü güldürdüğü gibi hatun konusunda da biri ikiyi aratmamıştı. Şanslıydı Mervan Bey! Benim şansızlığım onun talihi oluvermişti belli ki.


Düşünceler beynimi tırmalarken çocuk, şoförle birlikte büyük el arabasını yokuş yukarı çıkardı. Yüzündeki minnettar ifade beni duygulandırmıştı. Takım elbiseli adamının çocuğun cebine sıkıştırmaya çalıştığı parayı görünce daha da şaşırdım. Belli ki bu tasavvurun sahibi kendi değildi. Zira bu adamlar Mervan'dan izinsiz yazı tura bile atamazdı. Hal böyleyken davranışın altında alışılagelmiş bir ahlakın yattığı ortadaydı. Mervan'dan böyle bir davranış beklemezdim. O araçtan inmeli ve bağırıp çağırıp yol açmaya çalışmalıydı. Kibri bundan fazlasını beklememe hep engel olmuştu. Bazen içinde açığa çıkarılabilecek bir iyilik olduğuna inanıyordum. Ne yazık ki bu düşüncem pek de uzun sürmezdi. Aldığı bir intikam, söylediği bir söz, zihnimi delik deşik eder; düşüncelerimi intihara sürüklerdi.


Şehrin içinde bir tur attıktan sonra otobana yöneldik. Bunu özellikle yaptığını anladım. Uzun zamandır sıkıldığımı biliyordu. Koyu renk camların ardından şehri gözlemlemek istediğimi de... Bu küçük keşif bana yönelik bir ikramdan başka bir şey değildi. Gökyüzünün aydınlık olması koyu renk, iç göstermeyen camlara rağmen içimi huzurla doldurmuştu. Saatlerce yol aldık. Bu durumdan memnun olmama rağmen yolculuğun beni hırpaladığını inkâr edemezdim. Aileme kavuşmak için sabırsızlanıyordum. Zaman bir türlü geçmek nedir bilmiyordu. Dışarıdaki dünyayı ne kadar da çok özlemiştim. Tüm yorgunluğuma ve karnımdaki ağırlığa rağmen sadece şehrin sesine kulak vermek istiyordum.


Kendi çocukluğum geldi aklıma. Evimizdeki o bitmek bilmez şiddete rağmen çocuksu duygularımı hiç kaybetmemiştim. Hırçındım... Zordu tarafların hep vardı. Acaba Mervan'ın yanında oturan suskun kadın gerçekten ben miydim? Beni değiştirmiş miydi? Ah! Ne güzel şeydi farklı bir atmosferi solumak. Yanımızdan gelip geçen araçlar, parlayıp duran tabelalar ve koştur koştur gittiğim mağazalar... Ne kadar da özlem doluydum hepsine.


    


Ben sağdaki pencereye yaslanmış öylece şehrin nefesini dinlerken Mervan da bana doğru meyleder bir tarzda oturmuş gözlerini ayırmaksızın beni seyrediyordu. Yüzündeki hassas tebessümü görmezden gelmeye çalışarak yol boyunca sessiz sessiz dışarıyı izledim. Bir aralık aracımız yemek molası için durdu. Hepimiz oldukça acıkmıştık. Dicle her yarım saatte bir, "Daha gelmedik mi?" diyerek Mervan'ın sabrını zorluyordu. Şu koşullar altında yapılacak en iyi şey mola vermek olacaktı. Yavaş yavaş araçtan indik. Mervan'ın yüzü oldukça sıkılgan duruyordu. Kapıyı açtığı andan itibaren ellerimden tutup beni yakınında durmam konusunda uyarıyordu. Her an kaçacakmışım gibi belimi sarması ve gergin tavırları sabrımı oldukça zorlamıştı. Masaya yerleştiğimizde lavaboya gidip elimi yüzümü yıkamak istediğimi söyledim. Bu sözlerimden hiç hoşlanmamıştı. Dicle'ye yönelip benimle gelmesi için onu ikna etti. Biz masadan kalkarken başı ile iki adamına işaret verdi. Lavaboda bile beni rahat bırakmayacaktı. İşimizi çabucak halledip masaya döndük. Dönüşümüzle yüzü bir parça olsun aydınlanmıştı. Sessiz bir yemek atmosferinden sonra yeniden aracımıza döndük ve yola revan olduk. Artık ilçenin sınırlarına gelmiştik. Tabelayı görünce dünyalar benim olmuştu.


Dicle, dizlerimde huzurlu bir uykuya teslim olurken içim içime sığmıyordu. Aylar sonra ailemle kucaklaşacak, birkaç günlüğüne de olsa hasret giderecektim. Geldiğimiz iki araç da evin yakınına park etti. Mervan önümüzdeki adamlarıyla birlikte diğer araçta bulunan dört kişiyi de yanımızda getirmişti. Hepsi baştan aşağı silahlı ve muhtemel kaçışıma karşı hazırlıklıydı. Mervan'ın bu temkinli hali beni ürpertmişti. Eğer gerçekten kaçabilmiş olsaydım; yakalandığımda beni nasıl bir akıbetin bekliyor olacağını düşünmeden edemiyordum. Ona itiraf edemesem de Mervan'dan ve tehditkâr bakışlarından ölesiye korkuyordum. Bana ne yaptığı umurumda değildi; fakat aileme zarar vermesine tahammül edemezdim. Bu adamlar ailem için bir tehditti ve her an başladığımız yere dönebilirdik.


Karnımdaki yaramazlar kıpır kıpır hareket ederken onun tehlikeli tavırlarını düşünmemeye çalıştım. Adım adım eve yönelip olacakları beklemeye koyulduk. Geleceğimizden haberdardılar; fakat buna rağmen nasıl bir karşılama göreceğimizi kestiremiyorduk. Kapının açılmasıyla annem karşımızda belirdi. Beni, "Kızım!" diyerek sevgiyle bağrına bastı. Usulca içeri girip kapıyı kapattık. Mervan'ı gördüğünde hiç sevinmediğini anlayabiliyordum. Elbette Mervan da bu durumu daha ilk anda fark etmiş, umursamazlık maskesini ustaca suratına geçirmişti. Haklıydı annem. Oğlunu günlerce alıkoyan, kızına zorla sahip olan bu adamı hiçbir şey olmamış gibi bağrına basacak değildi ya!


Annem, onu görmezden gelmeye çalışarak beni bağrına bastı. Bana karşı hasret doluydu. Alnından, saçlarından, yanaklarından doya doya öpüp kokladım. Karnımdaki şişkinliği hemen fark etmişti. Ellerini beni hayata bağlayan yavrularımın üzerinde gezdirdi. Gözleri dolu dolu olmuştu. Anne olmama içten içe sevindiğini biliyordum; esas mesele o evde nasıl bir hayat yaşadığımdı. Dün gece de uykusuz kalmıştı belli ki. Gözlerindeki koyu halkaların başka bir açıklaması olamazdı. Beni ve yaşadığım hayatı düşündüğünü, içten içe mecburiyetlerime sızlandığını biliyordum. Zaten en büyük derdi de mutluluğu da bizdik. Bizi sevip korumaktan, üzerimize titremekten başka bir şey yapmazdı.


Dicle, aşinalığının olduğu bu eve uyum sağlamakta zorlanmamıştı. Ayşe'yle kucaklaşıp oyun oynamaya giriştiler. Annem, Mervan'a bir şeyler söylemesi gerektiğinin farkındaydı. Kırgın bir ifadeyle, "Hoş geldin!" diyebildi. Mervan beklediği karşılığı alınca saygılı bir ifadeyle, "Hoş bulduk! Sizi gördüğüme sevindim!" diye karşılık verdi. Elini öpmesini umuyordum; ama yapmadı. Neden mi? Çünkü o bir beydi ve hiç kimsenin elini öpmezdi. Hep başkaları onun elini eteğini öpmekle mükellefti. Mağrur bakışları ve haşin tavırları her zaman, her yere onunla gelmek zorundaydı. O rica nedir bilmezdi; emrederdi. O emrederdi; biz zavallı kölelerse onun emirlerini eksiksiz yerine getirdik. Ben tavrına karşılık Mervan'ı öfkeyle süzerken babam da salonun giriş kapısında görünmüştü. Yüzüne baktığımda ziyaretimden hiç hoşlanmadığını görebiliyordum. Hâlâ bizi oğluna karşı bir tehdit olarak gördüğü gerçeği yüreğimi sızlatmıştı. Mervan'a çekingen gözlerle bakıyordu. Belli ki ondan yediyi dayağı hatırlamıştı.


Bize doğru birkaç adım atıp "Hoş geldiniz!" diye karşıladı. Mervan, kendine uzatılan eli gururlu bakışlarını ve dik duruşunu bozmadan sıktı. Usulca oturma odasına doğru süzüldük. Abim ve Zeynep bizi görünce ayağa kalktı. Zeynep hemen Mervan'ın elini tutup saygıyla öptü. Her şeye rağmen abisini sevdiğini biliyordum. Tıpkı benim abimi sevdiğim gibi o da yaşananları unutmaya çalışıyordu. Tereddütle de olsa boynuma sarılıp, "Hoş geldin." dedi. Ona kırgın kırgın bakıp, "Hoş bulduk!" diye cevap verdim.


Abim ve Mervan epeyce bakıştılar. Sessizlik uzadıkça sinirlerim gerilmeye başlamıştı. Sonunda Mervan tokalaşmak için elini uzattı. Zeynep'le birlikte abimden gelecek hamleyi merakla bekliyorduk. Abim, Mervan'ın bu davranışına karşı tepkisiz kalıp yan odaya geçti. Bu durumun Mervan'ı ne kadar rahatsız ettiğini tahmin etmek hiç de zor değildi. Babam bir özür mahiyetinde kıvranmaya ve durumu kurtarmaya çalıştı. Belli ki oğlunu kurda kuşa yem etmemeye kararlıydı. Gereksiz buluyordum davranışlarını. O hesap çoktan kapanmıştı. Mervan istediğini aldıktan sonra diğer hiçbir şeyin bir önemi yoktu. Abim kendini yerlere atıp öfkeden saçlarını yolsa yine de fark etmezdi. Şimdilik kazanan belliydi.


"Biraz sinirleri bozuk aldırmayın!" dedi Zeynep abisinin boynuna sarılırken. Başımı sallayıp bana yönelmesine izin verdim. Bir şey olmamış gibi davranmak benim için de zordu. Belli etmesem de abimin davranışına çok üzülmüştüm. Bana sarılmasını, bağrına basmasını istiyordum. Ne yazık ki bu beklentim boşa çıkmıştı. Aramıza inşa ettiğim uçurumlar ve vicdanındaki fay kırıkları bir araya gelmemize izin vermeyecekti. Abim kendisine yapılanı asla unutmazdı. Bu sebepten olsa gerek eşine ve kız kardeşine duyduğu saygı bile böylesi bir yakınlığa müsaade etmemişti.


Salona geçip oturduk. Dakikalarca sessiz kalmıştık. Sanki kimsenin birbirine söyleyecek bir sözü yoktu. Olanlar hepimizin dilini kördüğüm ettiğinden mi bilinmez, yaşanmışlıkların sinesinde savrulup duruyorduk. Olanları unutmak çok zordu; hiçbir şey olmamış gibi ilişkilerimize devam etmek ise imkânsız gibiydi. İçerdeki tek ses bize bakıp duran Dicle ve Ayşe'nin kıkırdamaları olmuştu. Mervan, duyarsız bakışlarını onların üzerinden ayırmıyor; rahatsız olduğu bu ortamda sadece onların masumiyetine sığınabiliyordu. Fakat Zeynep cephesinde durum farklıydı. O aramızdaki buzları eritmek konusunda hiç olmadığı kadar kararlıydı. Samimiyetsiz, soğuk tavırlarıma rağmen beni sürüklercesine odaya götürdü. Ablamla kullandığımız eski odayı sil baştan yaratmışlardı. Artık orası Zeynep ve abimin odası olmuştu. Tek katlı gecekondu tipi evimiz Zeynep'in gelişiyle bizzat babam tarafından yenilenmiş daha göz alıcı hâle getirilmişti. Bir an yüreğim bulut bulut oldu. Bunca değişimi Mervan'ın benim için verdiği başlık parasıyla mı yapmıştı? Daha gelmeden ablamla olan telefon konuşmalarımda babamın işleri büyüttüğünü daha büyük bir tamirhane dükkânı açtığını hatta ortak edinerek şubeler açmayı planladığını duymuştum. Şimdiden daha gösterişli ve büyük bir ev arayışına girmişti. İçim acıyordu. Tüm bu gelişmelere sevinmem gerekirdi her halde; ama sevinemiyordum. İçimde bir şeyler ah ediyor yüreğim harcanmışlığımın hesabını soruyordu o yeşil, karanlık gözlere. Keşke tüm bunları beni oğlu için harcamadan kendi el emeğiyle yapabilmiş olsaydı.


Gözüme mavi nevresimler ve tüller içinde güzel bir beşik ilişti. Doğum haberini almıştım; ama yolculuk stresinden yeğenimin müjdesini aklımın ucundan bile geçirememiştim. Maviler içindeki o sevimli bebeğe şefkatle baktım. Hem Zeynep'e hem de abime benziyordu. İkisinden de bir şeyler almıştı besbelli. Onu kucağıma alıp alnına küçük bir buse kondurdum. Henüz çok küçüktü. Buna rağmen meraklı gözleri her şeyi anlıyormuşçasına hayat doluydu. Küçük mırıldanmalarla ilgime karşılık verdi. Kollarımda huzurlu olduğunu hissedebiliyordum. "Anne olacağını duydum! Hayırlı olsun."


"Teşekkür ederim." Ne yapsam Zeynep'e olan kızgınlığım geçmiyordu. Oysa o alıştığı hayata kıyasla çok daha alt sınıf bir hayat yaşıyordu. Bense tüm imkanlarıma ve şatafatıma rağmen onun mutluluğunun ve özgürlüğün yanından bile geçemiyordum. Hayat ne tuhaftı. Herkesin gıpta ettiği ben, el alemin burun kıvırdığı Zeynep'ten daha zavallı, daha mutsuzdum. Onun gözleri aşkla ışıldıyordu. Bense gözlerime bile küsmüş, onları karanlık mağaralar olarak görmeye başlamıştım.


Bebeği kucağına verip odaya geçtim. Kucağındaki bebeği Mervan'a uzattı. Mervan'ın yetişkinlerden çok çocukları sevdiğini biliyordum. Kucağındaki masum yeğenime sevgi ve şefkatle dokundu. Zeynep'e dönüp, "Çok güzel bir bebek. Allah size bağışlasın!" diyerek temennilerde bulundu. Yeğenimin adını Burak koymuşlardı. Bu ismi severdim. Burak, yeşil gözleriyle ve sevimli dudaklarıyla gerçekten çok güzel bir bebekti. Onun neşeli mırıltıları ortamdaki en büyük mutluluk kaynağım olmuştu. Annemin gözlerinin nasıl parladığını görebiliyordum. Torun sevgisi, o gözleri biraz olsun sükûnete erdirmiş ve neşeyle doldurmuştu. Yüzündeki saydamlığa bakılırsa babam uzun zamandır onu dövmüyordu. Bu durumun bana ayrı bir huzur verdiğini inkâr edemezdim. Sadece çocuklar için yürütülen tuhaf bir evlilikleri vardı. Her şeye rağmen yaşamayı kabullendiği hazin bir de hikayesi....


Abim kapıyı çekip çıktığında ortamda bir kez daha soğuk rüzgârlar esmişti. Mervan'ın gergin yüz hatları beni de oldukça rahatsız ediyordu. Sırf konuyu değiştirmek için; neşeli görünmeye çalışarak, "Acaba Elif Hanım bize ne yemekler yaptı?" diyerek başımı annemin göğsüne yasladım. Yüzündeki belli belirsiz tebessüm içime ayrı bir huzur vermişti. Varlığımı hissetmesini istiyordum. Onun iyi ve mutlu olması benim için her şeyden önemliydi. "En sevdiğin yemekleri yaptım. Küçük kızım için her şeyi yaparım. Her şeyi..." Son sözündeki vurgu ve akabinde gözlerini hemen tam karşımızdaki berjerde oturan Mervan'a dikmesi oldukça manidardı. Elbette Mervan, son cümledeki imayı üzerine alınacak kadar akıllıydı. "O zaman sofraya geçelim. Çok Acıktık!" dedim Mervan'ın bir söz dahi söylemesine izin vermeden. Belli ki günlerim kaos çıkmasın diye çırpınmakla geçecekti.


Ayşe ve Dicle çoktan masada yerlerini almıştı. Mervan'a elimi uzatıp sofraya davet ettim. Oldukça sessiz bir şekilde yemek yemiştik. Neyse ki ilk geceyi badiresiz sayılabilecek bir şekilde atlatmıştık. Bizim için hazırlanan yatakta biraz olsun dinlenebileceğimi umuyordum. Başımı yastığa koyduğumda Mervan'ın gülümseyen yüzünü fark ettim. Ellerini saçlarımda sevgi dolu dokunuşlarla gezdirdi. Biraz önceki beylik tavırlarını bırakmış, yeniden aşık bir koca rolüne bürünmüştü.


"Mutlu musun?"


"Evet onları görmek bana iyi geldi."


"Seni uzun zamandır bu kadar mutlu görmüyordum. Annenle ve kardeşlerinle karşılaşınca gözlerinin içi yeniden gülmeye başladı." Bakışlarımı imalı bir şekilde yorgun gözlerine diktim. "Acaba sen de benimle aynı hisleri mi paylaşıyorsun?" Derin bir iç çekip, "Bana fark etmez!" dedi. "Bu rahatsız yatak senin standartlarına pek uymuyor ama!" diyerek biraz daha nabzını ölçtüm.


"Sen yanımda olduktan sonra çivili yatak bile benim standartlarıma uyar." Kıkırdadım. "Koskoca Mervan Bey, çivili yatakta mı uyurmuş? Asaletin gölgelenir sonra." Olabildiğince sessiz olmaya çalışarak güldü. "Eğer şu hayatta tek bir dilek hakkım olsaydı ne dilerdim biliyor musun?"


"İmparator olmayı mı?"


"Hayır. Seninle ve çocuklarımla sıradan bir hayat yaşamayı dilerdim. Herkes gibi olmayı. Beylik, paşalık olmadan sıradan bir insan olmak kim bilir ne kadar güzel olurdu." dedi ve kollarını başının altına alıp hayallerine olamayacağını bile bile bir yenisini ekledi. "Küçük bir sahil kasabasında... Bir balıkçı ya da basit bir oduncu olmak... Kimsenin tanımadığı, bilmediği bir insan olarak yaşamak hayattaki en büyük mutluluğum olurdu herhalde. Küçük evimize sade mobilyalar alırdık. Bahçeye çocuklar için salıncak kurardık birlikte. Beyaz gül fideleri ekerdim geçtiğin yollara. Hastalandığımızda senin yaptığın çorbaları içerdik mesela. Akşam gelirken taze taze balıklar getirir kendi ellerimle size mangal yapardım. Çocuklar bahçede oynarken ben de dizlerine uzanıp huzurun ve aşkın tadını çıkarırdım. Her şey ne güzel olurdu değil mi?"


Ona söyleyecek tek bir sözüm dahi yoktu. Yaşadığı hayatı sevdiğini sanıyordum. O kadar mağrur ve kibirliydi ki böyle sade bir hayatı arzu ettiğini düşünmek doğrusu inanılır şey değildi. Onun hakkında ne kadar az şey bildiğimi fark ettim. Hayallerini bile yeni yeni keşfediyordum. Başının yastığa bıraktığı o küçük çukura biraz daha yaklaştım. Artık burun burunaydık. Elimle yüzüne zarif bir şekilde dokundum. Evliliğimiz boyunca ona şefkat gösterdiğim anlar sayılıydı. Bu anların onun içi ne kadar değerli olduğunu tahmin edebiliyordum. Parmaklarım yüzünde dolaştığında gözlerine yayılan o mutluluk parıltılarını görebiliyordum. Keşke bu davranışımda tamamen samimi olduğumu iddia edebilseydim.


"Neden Mervan Hanzade olmayı seçtin?" Sorum yüzünün düşmesine ve dudaklarının titremesine sebep olmuştu. İşaret parmağını dudaklarıma götürüp, "Şşşşş!" diye fısıldadı. "Seni bu anla hatırlamak istiyorum. Bir gün benden kurtulacaksın! İpimi çekmek için fırsat kollayan düşmanlarımdan biri, hiç ummadığım bir anda bunu başaracak. Son nefesimi vereceğim o anda sana doyasıya bakmak istiyorum. Ruhumu aşkınla ve asaletinle yıkayıp ancak o zaman toprağa sığınabilirim. Sensiz geçen günlerime ne çok acıdığımı bir bilsen!" Kaskatı kesilmiştim. Başını küçük bir çocuk gibi göğsüme yasladı. Ellerinin karnımda dolaştığını hissedebiliyordum. Bebeklerim aramızdaki bağı güçlendirmişti. Artık sadece kendimizi düşünmüyor; çocuklarımızın hayatını da dikkate alarak hamle yapıyorduk. Bu düşüncelere sahip olduğum halde geçmişle olan bağlarımı bir türlü koparamıyordum.


Mehmet... Şu an burada olduğumu biliyor muydu acaba? Olan bitenden sonra yeniden karşıma çıkabilir miydi? Ne diyecektim ona? Mervan'ın onu bilmemesi gerekiyordu; aksi taktirde neler yapabileceğini düşünmek dahi istemiyordum. Ya bana hesap sorarsa... Ona verecek tek bir cevabım bile yoktu. Şu saatten sonra neyi değiştirebilirdik ki? Kendimi uykuya teslim ederken gelecek endişelerini bir kenara bırakmaya çalıştım. Yarın yeni bir gün olacaktı.


Yıldız atmayı ve yorum yapmayı unutmayın 🥀🤗

Loading...
0%