Yeni Üyelik
41.
Bölüm

41. Bölüm: Ağaran

@syildiz_koc


Medya: Tutsak (Ceren Gündoğdu&Özgür Çevik)


Bölümde bahsi geçen şarkı 🤗


AĞARAN


"Kalp ruha der ki: Ben severim, âşık olurum; ama acısını nedense hep sen çekersin.


Ruh da cevap verir: Sen yeter ki sev!"


ŞEMS TEBRİZİ


Aidiyet... Aylardır farkında olmadan içimdeki huzursuzlukla cebelleşiyordum. Yeniden mutlu olabileceğime dair bir ihtimal taşındığımda hiçbir şeyin boşuna olmadığını, insanların da bitkiler gibi belli bir toprağa ait olduğunu şaşırarak gördüm. Karadeniz'de ikinci günümdü. Ailemin yanındaydım. Gözyaşları içinde ayrıldığım bu ev, yeniden bana kucak açmış; umut dolu bakışlarımın efkarını yaşıyordu. Hiçbir şey Diyarbakır'daki kadar parlak, pahalı ve cafcaflı değildi; fakat bu mütevazi dünya benim yeşerdiğim ve mutlu olmayı başarabildiğim tek yerdi. Zihnimin kuyularında kaybolduğum o aylarda burayı ummaktan ve düşlemekten vazgeçemiyordum.


     


Küçük şeylerle mutlu olabilmek insana çok şey kazandırıyordu. Yaşadığı hayattan, içtiği çaydan, soluduğu havadan bile lezzet alıyordu insan. Bazen de öylelerine rast gelirdim ki dünyayı ısırıp elma gibi yutsa doymaz, her şeyin en fazlasını, en güzelini ister, sahip olduğunda da "Daha yok mu?" derdi. Belki de sahip olmanın aksine kanaat etmekteydi işin sırrı. Tembelliği değil azmi baz almalıydı insan. O zaman aşılmaz denilen dağlar aşılır, geçilmez denilen yollar su olup akardı önümüzde. Geriye nefretle kasılan yüzler değil, mutluluğu selamlayan dudaklar kalırdı.


    


Ailemi gördüğüme çok sevinmiştim. Onların da yakınlığımdan mutlu olduğunu sezebiliyordum. Ne yazık ki Mervan'ın varlığına karşı duydukları huzursuzluk ve endişe fark edilmeyecek gibi değildi. Haklıydılar ne yazık ki! Mervan, beni bir an olsun yalnız bırakmıyor, hissedilir tarzdaki zincirlerimi onların yanında da çekiştirmekten vazgeçmiyordu. Normal bir çift gibi olamadığımızın farkındaydılar. Kimse sesini çıkarmasa da başta abim olmak üzere herkes alarm halindeydi. Sanki en ufak bir itişmede tehlike çanları, ölüm sirenleri çalacakmışçasına tedirgindim.


    


Kahvaltıdan sonra Mervan, salonda bir şeyler okumayı tercih etti bugün. Göz ucuyla beni takip edeceğini, baba evinde bile başıboş bırakmayacağını biliyordum. Bana güvenmemesi gerektiğini anlamıştı. Her an işleri evliliğimizin aleyhine çevirmemden endişe duyuyordu. Annem ortalığı toparlarken balkona baktım. Bakışlarım saniyeler içinde kederle kıvranan abimi bulmuştu. Ahşap, eski bir sandalyeye yaslanmış, elindeki sigarayla uzaklardaki karlı dağları izliyordu.

   

Ne kadar mutsuz olduğunu görebiliyordum; suçluluk hislerini tahmin etmekse hiç zor değildi. Usulca yanına yaklaştım. Gözlerini bana çevirmeye korkuyor gibiydi. Sanki her an bir patlama yaşayacak ve ondan beklediğim korkunç sözleri ve yumrukları art arda sıralayacaktı. Böyle bir şeyin olmasını asla istemezdim. Buraya mutlu gelip ağlayarak gitmek arzu edebileceğim bir şey değildi. Yanına biraz daha yaklaşıp benimle konuşmasını umdum. Artık bir şeyler demeliydi. Ondan gelecek bir dokunuşa, tatlı bir söze öyle muhtaçtım ki her an dizlerine kapanıp umut ve sevgi dilenerek ağlayabilirdim. Sevmiyor muydu beni? Bu evden gidip, gelin olduktan sonra bir önemim kalmamış mıydı onun için? Yo, hayır dedi iç sesim. Vazgeçmek, silip atmak bu kadar kolay olamaz.


  


"Özledim seni!" dedim mahmur bakışlarının gönlüme değmesini umarak. Ayağa kalkıp bana bir kez daha sırtını döndü. "Beni özlemedin mi abi?" Kaçışını engellemek için önüne geçtim. Yüzü solgun, gözleri hiç olmadığı kadar umutsuzdu. Sağ eli önce şakaklarımda sonra da zarif elmacık kemiklerimde dolaştı. Çenemi işaret parmağıyla zarifçe kaldırıp gözlerini gözlerime mıhladı. "Utanıyorum yüzüne bakmaya. Ne yapsam olanları unutamıyorum. Benim yüzümden harcanışını kabullenemiyorum." Gözlerimin dolmasına engel olamıyordum.


"Her şey bitti abi. Olan oldu. Artık sızlanmanın kimseye bir faydası yok. Unut geçmişi; mutlu olmaya çalış." Bir adım atıp yeniden sırtını bana döndü. O dik duruşu fırtınaya tutulmuş bir servi gibi eğilmiş, sırtında tonlarca yük taşıyormuşçasına takatsiz kalmıştı. Uzamış sakallarına ve dağınık saçlarına bakınca benle birlikte çok şeyden vazgeçtiğini anlayabiliyordum. Sigaraya daha da müptela olmuştu bir kere. Geldiğimden beri emzik gibi ağzından düşürmüyordu. Kederle soluduğu nikotinden midir bilinmez, pek bir zayıflamıştı abim. Öyle ki göğüs kafesindeki sert dokular tek tek sayılabilecek kadar belirginleşmiş, başını her kaldırdığında adem elması ve yüz kemikleri göz perdeme ilişir olmuştu.


      


"Unutamıyorum, görmezden gelemiyorum hiçbir şeyi. O senin için yanlış bir insan; layık olduğun hayat bu değil." Sustum. Onu iyi ve mutlu olduğuma ikna etmeliydim. Şu koşullar altında yapılabilecek en iyi şey buydu. Abim, benim acılarımla kederlenmemeliydi artık. Mutluluğu fazlasıyla hak etmişti. Elini tutup karnımın üzerindeki o güzel dokuya değdirdim. Elleri ilk değdiğinde titremiş, bedeni tuhaf bir şekilde kasılmıştı.

   

"Bebeğim olacak abi. Bir kızım bir de oğlum..." Bakışları gayriihtiyari karnıma odaklandı. Gözlerinde görmeye alışık olduğum yıkıcı bir acı vardı ve söylediğim hiçbir söz o acıyı dağıtıp yok edemeyecekti. Dayı olduğuna sevinemiyordu bile. Mervan'ı iyi tanıyor olması, mutluluğunun önüne koca bir set çekmişti ve ne yapsa hüznüne engel olamıyordu.


Kollarımdan tutup beni biraz daha kendine yaklaştırdı. Bana çok gizli bir sır veriyormuşçasına ses tonunu düşürdü. Gözlerine manidar manidar baktım. Böyle davranarak neyi amaçladığını bilmiyordum. "Gidelim buralardan." dedi meraklı bakışlarımı tutuştururken. "Gidelim... Yarım bıraktığımız işi tamamlayalım. Seni ve yeğenlerimi o gaddar adamın insafına bırakamam. Onun ulaşamayacağı bir yere gidersek hiçbir şey yapamaz. Gerekirse yurtdışına çıkarız; bulamaz, ilişemez bize!" Başımı inkâr eder gibi acıklı acıklı salladım. Abimin bu gerçekleşmesi mümkün olmayan hayallerine sarılmam imkansızdı. Mervan'ın tanıyordum; asla peşimi bırakmazdı. Yerin dibine de girsem kolumdan tutup sürükleye sürükleye getirirdi cehennemine. Onu ortadan kaldırıp etkisiz hale getirmek zorundaydım. Bunun tek yolu da henüz içinde ne olduğunu bile bilmediğim o çipti. Çipte gizlenen her neyse öğrenmeli ve lehime kullanarak bu çukurdan kurtulmalıydım.


     


Bu nesneyi abime vermeyi düşündüm önce. Vazgeçtim... Sonucunun ne olacağını bilmiyordum. Bu delil ona ve aileme zarar verebilirdi. Belki de içinde mafyaya dair çok gizli bilgiler vardı ve bu durum ailemi korkunç kişilerin hedefi yapabilirdi. Şu an için bildiklerimi içimde saklamalı; asla kimseye bildirmemeliydim. Onları korumak için buna mecburdum. Beni büyük bir azapla bekleyen abime yöneldiğimde bir çift alkış sesi tüm dikkatimi dağıttı. Mervan, manidar bakışlarla adım adım bize yaklaşıyor; tedirgin halimizle dalga geçmeden duramıyordu.


"Çok kıymetli eniştem, hiç vakit kaybetmeden kolları sıvamış." dedi ve beni kendine biraz daha yaklaştırdı. Ona kınar tarzda bakmaktan kurtulamadım. Biraz sonra kopacağını düşündüm o kıyamet hiç olmadığı kadar yakınımdaydı. "Demek uslanmadın, hâlâ karımı kandırıp yuvamızı dağıtmaya çalışıyorsun." İşaret parmağını alaycı bir tehditle salladı. Dudaklarını sinsi bir sarhoşlukla masumane bir halde büzmüştü. Tavırlarındaki yapmacıklık sinirlerimi bozuyordu. "Sevgili eniştem yine su kaynatmış anlaşılan. Nikah düşeceğini bilsem, karımda gözün olduğunu düşünürdüm."


  


"Mervan!" Öfkem, onu ve yıkıcı sözlerini engellemeye yetmeyecekti. Mervan Hanzade, dilinin prangalarını çözeli çok olmuştu. Usulca yanıma yaklaşıp belimden kavradı ve abime nispet yapar gibi gövdemi bedenine hapsetti. Ona sert bakışlar atmamı umursuyor gibi görünmüyordu ya da rolünü öyle ustaca oynuyordu ki ne yapsam profesyonelliğini ört pas edemiyordum. Abim, beni ondan koparırcasına yakasına yapıştı. Bu kadar bile sabırlı davranacağını ummazdım. Tepkisinde gecikmesi içinde verdiği o yıkıcı savaşın bir tezahürüydü. Mervan, yüzündeki alaycı ifadeyi korurken, "Seni gebertirim Hanzade!" diyerek dişlerinin arasından konuştu. "Gebertsene!" Sesi tehditkâr, yüzü ise oldukça gergindi. Mervan, yakasını bu ellerden kurtarıp alaycı bakışlarına yeni bir ivme kazandırmaya devam etti.


"Yeter! İkiniz de buna bir son verin. Birbirinizi her fırsatta hırpalamanızdan bıktım, usandım artık!" dedim beni anlayacaklarını umarak. Birbirlerine kenetlenmiş ürkütücü gözleriyle ortamın tansiyonunu daha da yükseltiyorlardı ve ben geldiğime geleceğimi çoktan pişman olmuştum. Mervan, parmaklarını perçemlerime uzatıp küçük bir tutamını kulağımın arkasına özenle iliştirdi. "Benim sadık, güzel karım, elbette abisinin palavra kokan tavsiyelerine kulak vermeyecek değil mi?" Abim üzerine yürüyüp onu göğsünden hırsla itti. "Sana yaptığın tüm kötülüklerin bedelini ödeteceğim. Bu iyi günlerin, tadını çıkar!" Mervan'ın kulaklarımı dağlayan cüretkâr kahkahaları balkonu doldurdu. Bu hesaplaşmayı bir oyun olarak görecek kadar kibirli ve serkeşti. "Rol çalıyorsun Murat; bunlar benim repliklerim olmalıydı. Bedel ödetme işini en iyi ben yaparım; bilirsin!" Dudaklarını öne doğru toplayıp gözlerini kısarak bana ürpertici bir bakış attı. "Değil mi karıcığım?"


      


Onu kolundan tutup abimden uzaklaştırmaya çalıştım. Bu tartışmanın dallanıp budaklanması şu koşullarda asla arzu ettiğim bir şey değildi. "Sen aşağılık bir adamsın ve her izbe ruh gibi bir gün hak ettiğin cezayı bulacaksın. Seni parmaklıkların ardında görmek için sabırsızlanıyorum Mervan Hanzade. Ne kardeşimi ne de yeğenlerimi sana bırakmayacağım!" Gözlerim Mervan'ı bulduğunda biraz önceki alaylarının yerini tekinsiz bir öfkenin aldığını korkuyla gördüm. Bu ortamda çıkarabileceği kasırgaları düşünmek dahi istemiyordum.


   


"Benim zavallı eniştem; kurduğun hayalleri kendine sakla." Elini karnımın üzerindeki o şişkin dokuya uzattı. Dokunuşları içimin titremesine, yüzümün korkuyla seğirmesine sebep olmuştu. Abimin bu kırgın halimi fark etmesinden endişe duyup donuk ve hassas halimi dizginlemeye çalıştım. "Karım, ben ve çocuklarımız... Çok mutlu bir aile olduk. O kahrolası ellerini üzerimizden çek artık! Seni bir paçavra gibi ayaklarımın altına almak istemiyorum. Kardeşimin ve yeğenimin mutluluğu için yaşaman gerek!" Abimle birbirlerine delice bakışlar atarak yeniden göğüs göğse geldiler. Her an saldırıp bu güzel bahar sabahını şiddet ve nefrete kurban verebilirlerdi. Aralarındaki gerilimi ellerimle engellemeye çalışırken Zeynep'in endişe dolu tiz sesi tüm dikkatleri üzerine çekti. Gözlerindeki korku benim perişanlığımı aratır cinstendi.


"Murat yeter!" Kolundan tutup abimi Mervan'dan uzaklaştırdı. Abim kasılan yüzü ve öfkeden titreyen dudaklarıyla Mervan'a tehditvâri naralar atıyor; bu küçük ziyareti hepimiz için zora sokuyordu. Zeynep, abimin yüzüne şefkatle dokundu; artık sesi çok daha rica ve minnet yüklüydü. "Lütfen Murat! Buraya misafir olarak geldiler. Bir tatsızlık çıksın istemiyorum. Geçmişi değiştiremeyiz; kavgayla bu güzel günü mahvetmeyelim." Zeynep'in bu karşı koyuşu abimi biraz olsun durdurmuştu. Zeynep'i sevdiğini biliyordum; onun hatırı için ailesinin tüm saçmalıklarına göz yumuş ve bu evliliği devam ettirmeye çalışmıştı. Artık ne abime ne de Zeynep'e zerre kadar kızamıyordum; bilakis benim yüzümden bunca sıkıntıyla yüzleşmeleri içimdeki tüm yangınları söndürmüş ve suçun ördüğü ateşten gömleği zayıf bedenime geçirmişti. Mervan, onlara benim yüzümden musallat olmuştu. Ne acı ki bunu çok geç fark etmiştim ve fark ettikten sonra da iş işten geçmişti.


   


Abim, son kez kontak bir bakış atıp yanımızdan uzaklaştı. Mervan'a çok öfkeliydim. Beni daha şimdiden buraya geldiğime bin pişman etmişti. Bakışlarıma misliyle karşılık verip kesik kesik soludu. Başımı çevirdiğimde gözlerimin önüne annemin endişeli, kırgın yüzü düşmüştü. Ben iki arada bir derede kıvranırken belli ki başından beri olanların şahidiydi. Nefret ve öfke dolu bakışları için için kızarmama sebep oluyordu. Mervan'ı kolundan yakalayıp çekiştirerek balkondan uzaklaştırdım. Oldukça sinirliydi ve annemin hali de ne yazık ki ondan daha iyi değildi. Birazdan kopacağına inandığım o fırtınayı engellemek için evden uzaklaşmamız gerekiyordu. Bendeki bu çabayı fark edince elimi sımsıkı tutup siyah aracına yöneldi. Aracın içindeki adamının ısrarlarına rağmen anahtarı aymazca çekiştirip aldı. Kapıyı açıp içine girmemi sağladı. Direksiyonun başına geçtiğinde nefes almaktan bile imtina ediyordum.


    


Neyi amaçladığını anlamamıştım. Eşyalarımızı bile almadan nereye götürüyordu beni? Dönüş bu kadar çabuk mu olacaktı? Başımı çevirip gözlerindeki ifadeden amacını tahmin etmeye çalıştım. Heyhat! Onlar bile fel fecir okuyor, asabiyetin kurşun sıktığı alın çizgileri küstahça niyetime yüz çeviriyordu. Gözleri yolda kızgın kızgın soludu bir süre. Kötü bir şeyler söyleyip tepkimi çekmemek için sustuğunu anlamıştım. Yeni yeni düzelmeye başlayan ilişkimizi zora sokmayı isteyecek kadar aptal değildi. Bunu abimi sevindirip haklı çıkarmamak için bile yapmazdı. Zayıf sayılabilecek bir ses tonuyla, "Nereye gidiyoruz?" diye sordum. Gözleri gözlerimi bulduğunda nefes alamadığımı hissettim. "Bizi buradan uzaklaştıracak herhangi bir yere." Derin ve esef dolu bir iç çekiş ciğerlerini dağladı. Tedirginliğimi fark etmesini istemiyordum. Ona karşı zayıf görünme aptallığını yapamazdım. Müzikçalara uzanıp birkaç düğmesine bastım. Gergin havanın biraz olsun dağılmasını sağlayabilirdi. Yani en azından ben öyle olmasını umuyordum.


    


Mervan, buraların yabancısı sayılırdı; ama aracı özgüvenli sürmesine ve çetrefilli yollardan yön bulma konusundaki mahirliğine bakılırsa hafızası oldukça güçlüydü. Tabelayı gördüğümde endişelenmekten kurtulamadım. Ağaran şelalesi... Yağmur yavaş yavaş çiselenmeye başlamıştı. Bu haliyle zararsız sayılırdı; fakat bulunduğum yeri düşününce sevinmekte erkenci davrandığımı fark etmem uzun sürmedi. Burası Karadeniz'in en yağış alan şehirlerinden biriydi. Rize'nin halkı, sel ve taşkınlarla sırt sırta yaşamaya alışmış; en ufak bir damlada her an felaket bekler olmuştu. Bilirdik, dere yatağını kimseye bırakmaz; su önüne kattığını yutup öğütmeden terki diyar etmezdi. Coğrafyaların da kanunları vardı ve insanlar bu kanunlara isteseler de istemeseler de uymak zorunda kalırdı.


    


Havaya baktığımda gökyüzünün gri bir hâl aldığını ve karanlık bulutların etrafımızı çepeçevre sardığını fark ettim. Gökyüzü bile küskündü şu halimize sanki. Yemyeşil ormanların sisli tepelerle kucaklaştığı bir iklimdeydik. Ve ben huzuru hissetmek yerine korku ve mutsuzluk duygularıyla cebelleşiyordum. Mervan'ı buraya getirmem büyük bir hataydı. Onun ailemle aynı eve sığabileceğini düşünmemse budalaca bir beklenti olabilirdi. Ama gelmiştik işte! Şu saatten sonra yakınmanın bir kıymeti yoktu. Olan olmuştu bir kere. Artık zararı en aza indirerek gitmenin yollarını bulmam gerekiyordu.


     


Sık ormanların ve yemyeşil ağaçların çevirdiği uçurumu gördükçe Mervan'ı kolluyor; bir delilik yapmasından endişe duyuyordum. Bilirdim; buralarda telefon bile çekmezdi. Olası yanlış bir durumda yardım almamız imkânsız bir hâle gelecekti. Yağmur hızlanmaya başlamıştı. Sürekli dikleşen büklüm büklüm yollarda sarsılarak gidiyorduk. Sonunda benim endişeli titremelerim eşliğinde şelaleye vardık. Güçlü olduğunu fark ettiğim akıntısı ben de bir an önce gitme isteği uyandırmıştı. Her sene defalarca taştığına şahit olduğum bu birikinti şu an en son arzulayacağım şey olurdu. Arabadan indi. Saniyeler sonra müziği kapatmama bile imkân vermeden kapıyı açıp beni zoraki indirdi. Elimden tutup tahtadan bir köprünün başına yaklaştırdı. Oldukça hızlı akan çamurlu, bulanık suya kırılgan bir şekilde göz gezdirdim. Su da Mervan gibi köpürmüş; yer yer taşlıklara sıçrayarak bu güzide şehirden intikam almaya çalışıyordu.


     


Yüzündeki sıkılgan ifadeyi umursamayıp, "Buraya niye geldik?" diye sordum ve yazık ki cevap gelmeyecekti. Mervan Hanzade suskundu. Şakaklarında esen hoyrat rüzgâr, içinde boğduğu o fırtınanın müfettişliğini yapıyordu. Ürkütmeksizin elimi omuzuna attım. "Mervan!" Fısıltı hâlindeki yumuşak sesim, yüzünün bana çevrilmesine neden oldu. Ani bir kararla kollarımı kavrayıp beni tahta köprüye eğimli bir şekilde sıkıştırdı. Yüzünü yüzüme yaklaştırmış ve beni bu yakınlığa mecbur etmişti. Teninden gelen menekşe kokusuyla zihnimin bulandığını hissettim. Duygularım gökkuşağı gibi renkten renge girmişti. "Beni bırakmayacağını söyle! Benden asla vazgeçmeyeceğini söyle Nazar! Yanındayım, dünya yıkılsa senden geçmem de!"


   


Biraz önceki Beylik tavırlarının yerini korku; alaylarının tahtını ise sevda almıştı. Yapmacık edalarından sıyrılmış ve en gerçekçi korkularıyla gururumun karşısında diz çökmüştü. "Söyle! Ne olur, söyle Nazar!" Yalan söyleyemiyordum. İlk fırsatta onu hançerleyecek, kendimi yavrularımla birlikte ondan ve günahlarından kurtaracaktım. Çocuklarımın geleceği için bunu yapmak zorundaydım. Benden istediği karşılığı göremeyince sırtını döndü ve bir süre öylece kaskatı dikildi.


"Seni benden almaya çalışıyor!" Bakışlarımı kaçırdım. O tahta köprünün tam ortasında bir serabı andırıyorduk ve hemen altımızda çamurlu su kabarıp bize karışmak için fırsat kolluyordu. Bir taşkınlık yapmasını engelleyebilmek için, "Kabullenemiyor olanları!" diye karşılık verdim. Gözlerindeki acıyı gizlemeden, "İnanmıyorsun!" dedi. "Seni deliler gibi sevdiğime inanmıyorsun."


Yüzü hüzün dolu bir tebessüme kucak açtı. "İnanıyorum!" Şaşırmıştı. "Beni sevdiğine inanıyorum!" diye yineledim. "Evet, çok sevdin beni. Çok yandın." Duraksayıp hüzün dolu bir sesle devam ettim. "Keşke diyorum; keşke bu kadar sevmeseydi. Az sevseydi ama güzel sevseydi Mervan! Yormadan, kırmadan, incitmeden sevseydi." Parmaklarını hasretle yanaklarımda gezdirdi. "Aşk ritmini arayan iki kalbin çığlığıdır. Ben ritmimi sende buldum." Gözlerim dolu dolu olmuştu yine. Nefret ediyordum her hassaslaştığımda duygularımı ispiyonlamalarından. Ne kalleşti gözlerim; bıkmazdı beni diz çöktürmekten. Ondan uzaklaşmaya çalıştığımda belimden kavrayıp beni biraz daha sinesine yasladı. Yüzünde oluşan damlacıklar yağmurun hassas kıkırdamalarını tenime taşımıştı.


"Ben seninle mutlu olamam!" dedim büyüsünden kaçmaya çalışırken. Cevap gecikmeyecekti. "Ben de senden başkasıyla mutlu olamam! Kalbinin benim olmasını istiyorum." Ellerini belimden çözüp hırsla "Hayır!" diye tersledim. "Senden koruyabildiğim tek şey kalbimken onu benden almana asla izin vermem. Bu kalpte asla bir yerin olamaz!" Kendime verdiğim sözü unutmuş, oyunuma daha ilk perdeden hesapsızca ara vermiştim.


Yağmur öyle hızlanmıştı ki neredeyse bulutların bile çaresizliğime ağladığını düşünecektim. Müzik, arkadan konuşmalarımıza eşlik ediyor; bu büyüleyici atmosferde zoraki bir sevdayı ağırlıyordu. Ona sırtımı dönüp iki elimle hemen önümdeki köprünün tahtalarına tutundum. Başım dönüyordu; sanki bir şey tüm enerjimi söküp almıştı. Saatlerce konuşmuşçasına yorgundum. Ne olduğunu bile anlayamadan adım sesleriyle irkildim. Elleri bebeklerimizi de kucaklayacak şekilde karnıma dolandı. Sırtımı göğsüne, karnımı ise demirden hallice olan güçlü kollarına hapsetti. Başımı kurtulmak için çevirmeye çalıştığımda yanaklarına temas etmekten kurtulamadım. Kısa sayılabilecek, kirli sakalları yüzümde belli belirsiz bir titremeye sebep olmuştu. Ve kahretsin ki bunun bende bıraktığı kör hissiyata engel olamıyordum.


"Seni bir Romeo'ya çeviremem. Hep bir canavar olarak kalacaksın!"


"Biliyorum; ama seni sevmekten vazgeçemiyorum. Sana ihtiyacım var!"


"Senin yüreğini ben iyileştiremem!"


"Sensiz bir yüreğim olduğundan söz edemem." dedi yanaklarımı ondan koruyan perçemlerimi öperken. "Yeter sanmıştım. Benimle olmanla yetinebileceğimi düşünürdüm hep. Olmadı... Aşkını istiyorum. Her an beni gerçekten sevebileceğinin umuduyla yaşıyorum."


"Bırak gideyim yoluma. Bunu bize neden yapıyorsun?" Sesimin bir sayıklama gibi güçsüz çıkmasını engelleyememiştim. "Yokluğuna dayanamam; sensiz kalabildiğim tek yer mezarım olur." Elleri çözülmüştü; fakat hâlâ onun ağlarındaydım. Yağmur suskunluğumuzu ritmine karıştırdı. Müzikçalardan gelen ses kulaklarıma nameli bir rüya göstermişti. Sezen Aksu'nun şarkısına yapılan bu düet yıllar sonra bile unutamayacağım özel anlara eşlik ediyordu. Şarkıyı söyleyen genç kadının sesi çaresizliğime ne de yakışmıştı öyle!


İhaneti sen de gördüm; sende şiddeti gördüm, aşkı gördüm.


Yanarak içinden geçtim aşkın, kor olmadan küle döndüm.


Dokun bana, bana dokun ne olur? Hasretinden öldüm.


Kopar zincirleri yeniden gel, durmadan gel hep gel.


     


Alnımı yüzüne yaslamış, yağmura eşlik eden bu eşsiz şarkıya kulak veriyordu. Gözlerini sımsıkı yumduğunu biliyordum; çünkü o beni hissederken asla bir başka görselin gözlerine değmesine izin vermezdi. Dudaklarında aynı şarkıyı mırıltı halinde duyduğumda başım omzuna sığındı.


Ben sana tutsak, sen bana yasak. Gel günahlarla, korkularla gel.


Ben savunmasız, çırılçıplak; sen hesaplarla, sorgularla gel.


Geçiyor günler; çok üzgünüm. Geçiyor akşamlar, sessiz.


Geceyi yırtar yalnızlığım, güneşi yakarım sensiz.[ Sezen Aksu]


    


Yüzümü gözlerini üzerimden ayırmadan dudaklarına yaklaştırdı. Parmakları bir yelpaze gibi gözkapaklarımın üzerinde dolaştı ve tek bir dokunuşuyla gözlerimi karanlığa mahkûm etti. Sımsıkı yumduğum gözlerimle kollarında cansız bir biblo gibiydim. Burunlarımız birbirine değerken bu kadar zayıf olduğum için kendime deli gibi kızıyordum.


"Kim olduğumu unut. Kim olduğunu unut. Hayatın yollarımızı nasıl birleştirdiğini bir an için de olsa düşünme ne olur? Bırak bu birkaç dakika bizim olsun. Beylik belasından kurtulan Mervan'ın hırçın, deli sevdasında yandığı bu eşsiz anları esirgeme hafızamdan." Dudaklarıma eğildi. Soluğunun içinde hissedebiliyordum. Hiç ummadığım bir anda zihnimde kurulan tünel beni düşünmek istemediğim o korkunç depoya götürüyor. Gözlerimin önüne işkence edilen o beden, şeffaf ruhunda derin yaralar açtı.


     


Hırpalayıcı kurşun sesleriyle irkilip, ondan tamamen uzaklaştım. Büyülü dakikalardan kurtulup korkuyla bakan gözlerime odaklandı. Sakinleştirmek için bana uzandığında ellerini itip sırılsıklam olmuş giysilerimle arabaya yöneldim. Kahretsin ne yazık ki araç kitliydi. Yaklaşan adım sesleri bir rüyayı değil kâbusu ıslıklıyordu. Omuzlarıma bıraktığı cekete sımsıkı sarıldım. Mervan gibi kokması umurumda değildi. O an düşündüğüm tek şey ısınabilmekti. Şelale taşmak için fırsat kollarken aracımızla oradan uzaklaştık. Yol boyunca hiç konuşmadık. Neden kaçtığımı sormadı ve niye kaçtığımı anlatmadım. Bir gerçek vardı sırt çeviremediğimiz. Yaralı bir geçmişimiz vardı. Ne kadar eğip büksek de değiştiremeyeceğimiz bir geçmiş... Birkaç dakika için bile olsa ne geçmişimizden ne de kimliklerimizden kurtulabilmiştik.


yazar notu: Mervan ve Nazar hikayesindeki çarpıcı aşk hakkında ne düşünüyorsunuz?


Beni instagramdan takip etmeyi unutmayınız)


seyma_yldz_koc

Loading...
0%