Yeni Üyelik
43.
Bölüm

43. Bölüm: Matem’in Siyahı

@syildiz_koc

Şarkı : Ucuz roman (Cem Çınar)


     

Merhaba arkadaşlar. Hüsran romanında Birinci, ikinci ve üçüncü kitapların paylaşımında zaman açısından sıkıntı yaşayabileceğimizi zannetmiyorum; fakat dördüncü kitabı henüz tamamlamadığım için o aşamaya geldiğinde muhtemelen haftada bir bölümden fazla atamam. Beşinci kitap Niyazi ve Leyla'nın hikayesi olduğu için onu ayrı bir hikaye olarak paylaşabilirim. Umarım her şey gönlünüzce olur. Şimdiden keyifli okumalar☺️🌹❤️


MATEMİN SİYAHI


"Ve kitabın sonu şöyle bitiyordu: O ilk gördüğü, tanıdığı, sevdiği insan değildi artık!


Seven yanılmış, sevilen yabancılaşmıştı.


NAZIM HİKMET RAN


     


Kendimi hiç olmadığım kadar suçlu hissediyordum. Ne bencil ne kötü bir insan olmuştum ben böyle. Aylarca Mehmet'i düşünmüş, onu beni unutmakla suçlamıştım. Korktuğunu kabul etmiştim fütursuzca. Korkmuş ve beni o cenazeler evinden kurtarmaya gelmemişti. Onun yerine Fatma ile evlenmeyi tercih etmiş ve beni hayatından, kalbinden bir çırpıda silip atmıştı. Elbette bu konuda Sıdıka Hanım'ın üstün çabaları da görmezden gelinecek gibi değildi.


Kafamda oğluna söyleyebileceği her cümleyi kurup itina ile hayal etmiştim. "Oğlum, Mehmet'im... Ben sana o kızdan yâr olmaz demedim mi? Bırak, üzülürsün demedim mi? Vazgeçti işte! Unuttu seni. Zengin ve güçlü bir adamın kuması olmuş. O adamın paralarını, senin aşkına tercih etmiş."


    

İşte böyle! Aylarca benzer sözleri evirip çevirip kombin yapıyor, zihnimde tekrarlayarak kendi kendimi işkencelerin en kötüsüne maruz bırakıyordum. Buraya geldiğimizde yaşayacağımız o sahneyi bile kurgulamıştım kafamda. Koluna Fatma'yı takıp bana kibir ve nefret dolu bir ifadeyle, "Hoş geldiniz!" diyecek. Nikahımı tebrik edip bebeklerimle ve despot kocamla mutluluklar dileyecekti. Mervan, olan biteni anlamazken ben içten içe kahrolacaktım.


"Yo, hayır!" dedim içimden. Bunu ancak Mervan yapabilirdi. Mehmet gibi yürekli ve samimi bir erkek böyle sinsi intikam oyunlarına düşmezdi. Açık yüreklilikle karşıma dikilir, gerekirse bağırıp çağırır ve ihanetimin hesabını sorardı. Bunları düşlerken öfke dolu gözleri, kollarımdan tutup sarsması anbean zihnime düşüyor ve beni asla yaşanmayacağını bildiğim şu anlarda bile utanca sürüklüyordu.


Kalbim yine kurduğum hayallerin ve sadist düşüncelerin arasına bir bomba koymuş; anlaşılmaz bir zevkle hepsini yerle yeksan etmişti. O böyle bir adam değil. En asi olduğun anlarda, en haksız davranışlarında bile nefret dolu bir adama dönüşmedi. Haksızlık ediyorsun! İçimdeki o ses haklıydı. O böyle bir adam olamazdı.


    

Üzerimde hissettiğim battaniyenin dokusu kıvrılıp yattığım kanepeden irkilmeme sebep oldu. Gözlerim aralanınca Mervan'ın mahzun bakışları ile karşılaştım. Oldukça üzgün ve yorgun görünüyordu. Mutluluğumdan emin olduğu o anlarda bile böyle perişan olmamı içerlemişti. Annem, elinde bir bardak suyla çıkageldi.


"Şunu içirelim. Su biraz olsun iyi gelir." Bana şu saatten sonra iyi gelecek ne kalmıştı ki? Mervan, doğrulamama yardım edip suyu dudaklarıma uzattı. O birkaç yudumu içmek bile mideme, boğazıma ağır gelmişti. Gözlerimi kaçırarak bardağı ona uzattım. Yüzü beklemediğim bir anda bocaladı.


    

"Tahmin etmeliydim; dizlerin yaralanmış!" Bakışlarım dizlerimi bulunca içimin daha da huzursuzlandığını anladım. Zeynep koşar adım ecza dolabına gitti ve elindeki malzemeleri Mervan'a uzattı. "Bunları kullan abi."


Mervan, pamuğu alkolle ıslatıp dizlerimi temizledi. Yaşadığım acı canımın ateşe değer gibi yanmasına, yüzümün buruşmasına sebep olmuştu. Bendeki bu hali görünce dizlerime üfledi. Dudakları dizlerime incitmeksizin küçük bir öpücük kondurdu. Beni teselli etmeye çalışması yüreğimi daha büyük bir suçluluk duygusuna itmişti. Ben eski bir hatıraya yanıyordum; o da geçmişimi bilmeksizin acılarıma derman olmaya çalışıyordu.


    

Başımı kaldırdığımda annemin bakışlarıyla karşılaştım. Mervan'ı böyle şefkat dolu görünce ister istemez şaşırmıştı. O hep sert ve kötü yüzünü göstermişti anneme. Kadıncağız ne yapsa ona iyi koca kisvesini giydiremiyordu.


Mervan, elindeki tuzlu ayranla öylece dikilen annemi görünce afalladı. Yeniden duruşunu dikleştirip onu görmezden geldi. Kremi dizlerime sürüp sargı beziyle güzelce sardı. Ben annemin uzattığı ayranı dudaklarıma götürürken diğerleri de başıma toplanmış kâh hastaneden kâh doktordan bahis açıp durumuma çare arıyordu. Mervan, tansiyonumu ölçünce normalleştiğini, biraz dinlenmemin yeterli olduğunu söyledi. Artık konu herkes için kapanmıştı. O günü yatağımda geçirmiş, ıssız ıssız oturup yanarak geçmişimle vedalaşmıştım. Ah! Ah! Gecelerce herkesten gizli ne kadar çok ağlayacaktım. Kim bilir kendi içimde ne kavgalar edecektim.


   

Pencerenin pervazına konan kuşları görünce içime tuhaf bir merak çöktü. Gözlerimi ayırmadan birbirlerine sokuluşlarını izledim. O iki beyaz güvercin öyle içten ve naif duruyordu ki yüreğimdeki ölü duyguların istemsizce yeşerdiğini hissettim. Mervan, yanıma gelip nereye baktığıma bir göz gezdirdi.


"Çok güzeller. " Yüzümü örten saçlarımı geriye atıp, "Senin gibi!" diye fısıldadı. Kederli halimi fark etmiş olmalıydı; bu kırılgan duruşunun başka bir açıklaması olamazdı.


"O kadın sana ne söyledi? Seni bu kadar ne incitip yordu; söyle bana!" Gözlerimi kaçırdım. Elbette mutsuzluğumun sebebini ona söyleyemezdim. Bana öyle tutkundu ki bir başka erkeğin yasını tutmamı asla kaldıramazdı. Kafasında belirecek düşünceler bile beni bir kâbustan başka kâbusa sürüklemeye yeterdi.


  

"Nazar, bana her şeyi anlatabilirsin!" Gülümsemeye çalışarak, "Sorun yok! İyice ağırlaştım. Bu tempoyu kaldıramamış olabilirim. Bir duygu boşalması oldu; hepsi bu. İyiyim, inan bana! " dedim. Elimi tutup dudaklarına götürdü. Teninin sıcaklığını hissedince ellerimin ne kadar soğuk olduğunun farkına vardım. Birkaç dakika okşayarak ellerimi avuçlarında ısıttı. Kendimi geri çekmedim. Kaybedilmiş bir savaşta çırpınmak gibi geliyordu yapacağım tüm çabalar. İyileşmek istiyordum ya da beni iyileştirmesini. Artık mutlu olabilir miydim; bilmiyordum. Onunla mutlu olabileceğime inanmak öyle zordu ki.


Başını omzuma yasladığı esnada tiz bir telefon sesi sessiz diyaloglarımızı bozdu. Telefonu manidar bir telaşla kollayıp avcunun içinde hafifçe sıktı. Ben merakımı gizlemeye çalışırken, "Geleceğim." deyip balkona yöneldi. Ellerimi karnımda gezdirdim. O güzel kıpırdanmalar yüreğimi yeniden kelebeklerin hücumuna uğratmıştı. Yavrularım, en mutsuz olduğum zamanlarda bile ben de umut kıvılcımları oluşturmuş; hayata sıkı sıkıya kenetlemişti. İyi olmak zorundaydım. Onlar için sağlığıma dikkat etmeli, moralimi yüksek tutmalıydım.


     

Mervan'ın ardından balkona doğru yürüdüm. Zeynep'in ince sesi bakışlarımı kendisine yöneltti. Abisi ile ne konuştuğunu merak ediyordum. Kapının ardına saklanıp sözlerine kulak verdim. Mervan'ın sırtı ona dönüktü. İki adım gerisindeki Zeynep de oldukça sakin ve sabırlı görünüyordu.


"Senin kötü bir kalbin olmadığını biliyorum abi. Mutsuzluğumu istemediğini de..." Mervan gözlerini kaçırıp dudaklarını birbirine bastırdı.


"Her şeyi ona kavuşmak için yaptın değil mi? " Mervan bu soruyu yanıtsız bırakmayı tercih etti. Kendisini kardeşine karşı suçlu hissediyor olmalıydı. Zeynep, ona biraz daha yaklaşıp gecikmiş bir hesaplaşmayı su yüzüne çıkardı.


"Onu her şeyden vazgeçecek kadar çok mu seviyorsun? "


"Artık bunları konuşmamızın bir önemi yok! Olan oldu."


Zeynep, Mervan'ın koluna şefkatle dokundu. Bu temas Mervan'ın bakışlarını Zeynep'e sabitledi. Yüz ifadesindeki masumluk ve mahcubiyet fark edilmeyecek gibi değildi.


"Nazar'la evlenmene izin vermeselerdi de Murat'ı incitmezdin ya da beni istemediğim biriyle evlendirmeye çalışmazdın biliyorum. Sen asla beni üzmezsin abi."


Mervan'ın aydınlanan gözleri kendisinden şefkat uman kardeşinde gezindi. Eliyle yanaklarını sıvazlayıp yakınlık gösterdi. Aralarındaki sevgiyi korumak yapılacak en doğru davranıştı belki de. Bu şefkat dolu hali bile yapmayacağını söylediği her şeyin koca bir yalan olduğunu ele verir cinstendi.


      


Mervan'ın kardeşiyle arasındaki bu bağı sevmiştim. Aile bağları benim için de çok önemliydi. Olanları unutmak belki de mutlu olmak için atılabilecek en iyi adımdı. Bu yük hepimize ağır geliyordu. Ama yapamıyordum. Unutamıyordum. Benden çalınanlar unutulacak kadar önemsiz değildi. Birkaç gün önce aynı yerde abimle benzer bir diyalog yaşamıştık. Bazı kırgınlıklar geçmiyor, bazı yaralar hiç iyileşmiyordu. Abilerimizin gölgesine sığınma arzusu ne yapsak içimizden gitmiyordu.


Abim, Zeynep'in aksine Mervan'ın yaptıklarını hiç unutmamıştı. Ödetmek için yanıp kavrulduğu bir bedel ateşi, hâlâ içinde varlığını koruyordu. Olayların daha da sarpa sarmaması için abimin karşısında bu mutluluk oyununu oynamaya devam etmeliydim.


    

Olayların üzerinden 2 gün geçti. Pencere karşısında düşüncelerle boğuştuğum koskoca iki gün... Toparlanmaya çalışıyordum. Mehmet'in öldüğüne bir türlü inanmak istemiyordum. Sanki her an bir yerlerden çıkıp karşıma geçecekti ve biz hiçbir şey olmamış gibi bir araya gelecektik. Uzaktan uzağa beni izliyordu Mervan. Aklından ne geçtiğini bilmiyordum. Bir şeylerden şüphelenmiş gibi bir hâli vardı. Bazen gözlerinde tüm duygularımın çırılçıplak kaldığını hissediyordum. Sanki ona karşı sırlarım bile savunmasızdı. Ona rağmen kurmaya çalıştığım tüm geleceğim bir bilinmezin beşiğinde sallanıp duruyordu. Herkes gibi olamıyorduk ya da olması gerektiği gibi. Farklı bir şeyler vardı bizde. Ne kadar uğraşsak da yanlışlıklardan doğrular çıkmıyordu.


       

Düşüncelerimden uzaklaşmaya çalışarak valizimi hazırlamaya koyuldum. Bir şeylerle uğraşmak yapılabilecek en doğru davranıştı. Eşyalarımı düzenlemek için oldukça az zamanım kalmıştı. Kendimi toparlamak zorundaydım; Mervan'ın Fatma ile olan görüşmemi araştırmasını istemiyordum. Hiçbir şey olmamış gibi gülümsemeli, yüreğimde kopan fırtınaları kimseye hissettirmemeliydim. Özellikle de Mervan'a... Kapı gıcırtısını duyunca istem dışı irkildim. Aralıkta annemi görmem içimi biraz olsun rahatlatmıştı.

       

"Seninle görüşmek isteyen biri var kızım. "


"Kim?" Annemin ince bedeninin hemen arkasından kumral, güzel bir kız çıktı. Kahverengi saçları ve açık teni Mehmet'i anımsatıyordu. Siyah kumaş bir pantolon üstüne dantelli beyaz gömlek giymiş, sade ama çarpıcı görünmeyi başarmıştı. "Meryem!" Her zaman ki mahcup, gururlu edası ile gülümsedi.


"Merhaba Nazar abla!" Ellerimi koyacak yer bulamıyor, yüreğimin çarpıntısı karşısında ılık ılık terliyordum. Onca olan bitenden sonra Mehmet'in kız kardeşi neden beni görmek istemiş olabilirdi? Telaşımı gizlemeye çalışarak, "Otursana! Ayakta kalma." dedim. Benim aksime oldukça sakin fakat bir o kadar da mahcup duruyordu. Bir yanım delicesine onunla konuşmak isterken diğer yanım Mervan'ın endişe verici saplantısından çekiniyordu.


      

Kapıdan salonu kolaçan edip Meryem'i hafifçe çekiştirdim. İçerde sesimizi duyacağını düşünüp onunla birlikte bahçedeki tahta masaya geçtik. Karşımda kıvranmaya başlamıştı. Belli ki ne söyleyeceğini, nereden başlayacağını o da bilmiyordu.


"Olanlar için çok üzgünüm abla." Teselli etmek için elini hafifçe okşadım.

"Senin bir suçun yok! " Suçluluk duygusu hücrelerine kadar yayılmıştı ve kolay kolay geçecekmiş gibi de durmuyordu. Çantasından bir deste kadar mektup çıkardı. Mektuplar karşısında oldukça şaşkındım.


"Bunlar..." Sözümü kesip, "Abimin askerdeyken sana yazdığı mektuplar." diye fısıldadı. "Sana ulaştıracağıma dair söz vermiştim. Yazdığın mektubu abime göndermek istedim; fakat annem, abimi kaybedebileceğimizi söyleyip mektubu yaktı." Ondan bir kötülük umamazdım. Hiçbir şey yapmasaydı da Meryem'e kızmaya hakkım yoktu. Mervan ve adamları bu kadar zalimken, Mehmet'i ölüme sürmek akıl kârı bir iş değildi.


    

"Abimi kaybettik Nazar abla!" Karşısında utana sıkıla gözyaşı dökmekten kurtulamadım. Parmak uçlarımı göz pınarlarıma bastırdım; sanki kan ağlayışını durdurabilirmişim gibi. "Biliyorum!" Kendimi toparlayıp güçlü durmaya çalışıyordum. Mervan'ı daha fazla şüphelendirmemeliydim. Meryem ve annesini kasırgalarında boğmasını istemiyordum.

   

"Abime karşı son vazifemi yapmak istedim. Telefonla her konuşmamızda senden bir haber almamı ve mektuplarını sana ulaştırmamı söylemişti. Telefonlarınız uzun zaman kesikmiş; ne yapsa ulaşamamış. Sonra açılmış; fakat yaptığı aramalarda hep telefon yüzüne kapanmış."


     

Mervan'ın telefonlarımıza el koyması aramızdaki irtibatın kesilmesine sebep olmuştu. Mehmet babamın bana zarar verme ihtimaline karşı mektupları doğrudan bana göndermemişti. Sıdıka Hanım'ın oyunu ise farklı dümenlere geçmemize sebep olmuştu. Kısa bir süre sonra Mervan tarafından alıkonulmam neticesinde ailemle tüm irtibatımı kaybetmiştim. Mervan, olacakları hissetmiş gibi özgürlüğüme uzanan tüm dallarımı kesmiş ve beni esareti karşısında bitap düşürmüştü.


     

"Hiç ummadığım bir anda ummadığım şeyler yaşadım. Bu sizin suçunuz değildi. " dedim sohbete kapı aralayan üslubumla. Hoşgörülü tavrım yüzünde belli belirsiz bir aydınlanmaya sebep oldu.


" Abim seni çok seviyordu. Eğer her şey böyle gelişmeseydi seni kimseye bırakmazdı. Polise gitmek istedim; fakat annem adamların bize de zarar verebileceğini söyleyip vazgeçirdi." Eline dokundum. Sıdıka Hanım'a kızamıyordum. Haklıydı. Onlardan başka kimsenin olandan bitenden haberi yoktu. Tenha bir yerde yaşamamızın azizliğine uğramıştık. Kim nerden bilecekti tehditlerle hapsedildiğimizi. Sıdıka Hanım yalnız bir kadındı. Bir şeyler yapmaya çalıştığında hem kızı hem de kendi tehlikeye girebilirdi. O ganster bozuntularının Meryem'e yapabileceği kötülükleri düşünmek bile istemiyordum. Bir annenin evladını koruyup gözetmesinden daha normal ne olabilirdi ki?


  

"Kendini suçlu hissetme!"


"Abim sana ulaşmak için kaçmayı düşünüyordu; ama olmadı. O... "


Sözün devamını yutmaya çalıştı fakat hıçkırıklar buna izin vermiyordu. Daha fazla yanımda duramayıp koşar adım uzaklaştığında kendimi toparlayabilmek için daha hızlı, derin nefesler almaya başladım. Mektupları aceleyle çantaya atıp eve yöneldim. Mervan'ın bakışları yine şüpheci bir şekilde çakmak çakmak olmuştu. Harelerindeki merak beni endişelendiriyordu.


   

"O kız kim? " Ona olan biteni belli etmemeye çalışarak zoraki gülümsedim. "Bir arkadaşım... Daha doğrusu komşumuzun kızı. Beni özlemiş; geldiğimi öğrenince gitmeden görüşmek istedi." Kollarını imalı bir şekilde bağlayıp manidar manidar konuşmaya başladı.


"Seni gördüğüne pek sevinmedi galiba. Giderken oldukça mutsuzdu." Ellerini avuçlarımın arasına aldım. Bu davranışımla biraz olsun eleştiri oklarından uzaklaşabileceğimi umuyordum.


"Ailevi sorunları var; bu yüzden üzgün olabilir." Perçemlerimi parmak uçlarıyla geriye itip, "Sen neden ağladın?" diye sordu. Cevap gecikmeyecekti. "Onu birden karşımda görünce duygulandım. Bugün gidiyoruz; ayrılık acısı da var tabii." Omuzlarıma dokunup, "Yine geliriz; sen yeter ki mutlu ol!" dedi.


Mektupları koyduğum çantayı olabildiğince normal bir eda ile koluma taktım. Aşırı tavırlarımla dikkatini üzerine çekmek istemiyordum. Adamları bavulları arabaya yerleştirirken ben de ablam, abim ve annemle vedalaştım. Abim, biraz olsun yumuşamış görünüyordu. Son yaşadığım buhrandan sonra benimle daha fazla zaman geçirmiş ve aramızdaki buzları eritmişti.


     

Mehmet'in haberini almamdan bir gün önce gözlerimi küçük yeğenimin çığlıklarıyla açmıştım. Yavaş yavaş bulunduğu odaya doğru yürümeye başladım. Kapıyı açtığımda güzel gözleri bana sabitlendi. Banyodaki su seslerine bakılırsa Zeynep duş almakla meşguldü. Mavi tüllerin arasındaki bu ay parçası, içimdeki annelik duygularını bir çırpıda harekete geçirmişti. Ellerimle göğsünü göğsüme bastırıp sakinleştirmeye çalıştım. Omzuma dokunan el, tüm dikkatimi kendisine yöneltti. Abimle göz göze gelince küçük bir mahcubiyet yüzümü yokladı. Baba olduğu fikrine hâlâ alışamamıştım. Bir yandan da bu duygunun huzuruna kapılmaktan kurtulamıyordum.


    

"Alayım onu; karnın burnunda. Senin için iyi olmaz ağır kaldırmak! " Hüzünlü bir şekilde yeğenimi ona uzattım. Yatağa yatırıp bezini kontrol etti. Suratının ekşimesine bakılırsa küçük yaramaz bizim için bazı sürprizler hazırlamıştı. O çekmeceden pudra, ıslak mendil ve bez çıkarırken bu işlerin acemisi olduğumun bir kez daha farkına vardım. Bezini açıp yavaş yavaş temizlemeye koyuldu. Bir yandan da söylenir gibi mırıldanıyordu.


"Oğluma bak sen; tam bir kaka makinesi olup çıktı. Gör halası! Sende 2 tane var, doğdukları ne demek olduğunu zaman anlarsın." Onun bu samimi cebelleşmeleri mahcup ruh halimi dağıtmıştı. Kendimi tutamayıp oldukça yüksek sayılabilecek bir sesle güldüm. Abimin bu alt değiştirme işini yüzüne gözüne bulaştırdığını görünce kıkırdamalarım bol frekanslı bir kahkahaya dönüşüp tüm evde yankılanmaya başlamıştı. Baba olmak ne de güzel yakışmıştı abime! Bana gösterebileceği tepkileri göze aldım ve yanına biraz daha yaklaşıp işi devralmaya karar verdim.


"Çekil bakalım kenara. Bu iş hanım işi. Bırak da şansımı bir de ben deneyeyim!"


Tek kaşını muzır bir edayla kaldıran abim, "Buyurun hanımefendi. Kaka ile imtihanınızda bol şanslar!" diyerek yol gösterdi. Bilmiş bir şekilde bezin başına geçtim. O da dikkatli ve alaycı kisvesini bozmadan beni aymazca seyretmeye koyuldu. Tam bezi geçirmiş mutlu mutlu abime bakıyordum ki üzerime püsküren o sarı sıvı ile neye uğradığımı şaşırdım. Ben küçük bir çığlık koparırken ne yazık ki abim de bu çiş banyosundan nasibini almıştı. Oflayıp puflayarak elimizi yüzümüzü temizlemeye çalıştık.


   

"Demek size de aynısını yaptı!" Arkamı dönüp Zeynep'e imalı bir bakış attım. Şaşkınlığım ikiye katlanmıştı. Aile tam kadro arkamdaydı ve galiba tüm olan biteni keyifle seyretmişlerdi. Annem ve Mervan'ın gülmemek için dudaklarını ısırdığını görmemle bir kahkaha daha patlattım. Onların aksine gülmekten korkmuyordum. Mervan Bey, karizması sarsılır diye gülmemeye çalışıyordu; annem ise Mervan'a yumuşadığı mesajını vermemek için ciddi duruşuna sığınmıştı. Her an kıvrılacakmış gibi duran dudakları olmasa kimse onların rol kestiğini anlayamazdı.


    

Elbette bu bıdığın yaydığı sevimli atmosfer uzun sürmedi. Abim, Mervan'ı fark edince her zaman yaptığı gibi ondan uzaklaşmanın derdine düştü. Zeynep, bebeğinin altını bezlerken bu durumu olabildiğince görmezden gelmeye çalışıyordu. Mervan, bozulsa da bu davranışlara önem vermedi. Neler düşündüğünü tahmin edebiliyordum.


O, sonuca bakıyordu. Ben yanındaydım ve Zeynep de bu evde mutluydu. Şu saatten sonra abimin ve diğerlerinin sızlanıp surat asması boşunaydı. Oysa ne büyük bir yanılgıydı olanlar. Hayat Mervan'a son kozunu henüz oynamamıştı. Ne o ne de ben yaşayacağımız karanlığı o gün asla bilemezdik. Mervan Hanzade, kaderi avuçlarının içindeki bir stres topu olarak görüyordu. Ne yazık ki durum bu kadar basit olamayacaktı. Hanzadelerin güçlü Beyinin bileğini bükecek, yüreğini yakacak olan o bedel kader sayfalarına itina ile işlenmişti ve biz sadece yıkılmaya yüz tutan bir imparatorluğun gölgesine sığınmakla yetinebilmiştik.


    

Aldığım duş yeniden tazelenmemi sağlamıştı. Tüm ailemle vedalaştım. Sıra babama geldiğinde ne yapacağımı bilmiyordum. Sarılmayı ummazdım; bilirdim kızlarını yanına yaklaştırmazdı o. Kollarındaki baba şefkatini bir tek oğluna saklardı. Biz de abimden artakalan kırıntıları toplar; yetinmeye çalışırdık. Öyle ki zamanla bu sevgisizliğe alışıp hayatımızdaki baba figürünün yokluğunu aramaz olmuştuk.


Sırf üzerime düşeni yapmış olmak için eline uzandım. Engel olmayınca öpüp alnıma koydum. Mervan, elini sıkma zahmetini bile göstermeyecekti. Babama zerre kadar değer vermediğini düşününce bu durumu yadırgamadığımı fark ettim. Onları kendi haline bırakıp anneme yöneldim. Gözleri hasreti demlerken elini sevgiyle öptüm ve hiç ayrılmayacakmış gibi sımsıkı sarıldım. O da yüreğimi titreterek beni alnımdan öptü. Bakışları yeniden Mervan'a odaklanmıştı. Çakır gözlerindeki öfkeyi görmemek imkânsız gibiydi. Mervan'ın karşısında dimdik durup yüreğime hem kor hem de su akıtacak o sözleri dudaklarından kovdu.


     

"Nazar benim her şeyim. Eğer kızımın saçının teline bile zarar gelirse sana bu hayatı zindan ederim. Onun değeri paha biçilemez. Sakın gülüme karşı bir hata yapma! Sonun benim elimden olur." Mervan, imalı bir şekilde bana baktı. Sonra yalancıktan bir hürmetle soludu.


"Kıymetli nasihatlerinizi kulak ardı etmeyeceğim Elif Hanım; yoksa anneciğim mi demeliydim?" Beni öfkeden deliye çevirecek bir sırıtış eşliğinde güneş gözlüğünü taktı ve adamlarına arabayı getirmelerini emretti.


      

Annemin beni koruyup kollaması hoşuma gitmişti. Bazı anneler gibi gelinlikle giden kız kefenle döner demiyordu. Her hâlimle bana kucak açıyor, dul-bekar demeden bağrına basıyordu. Ne özel bir kadındı annem. Aileler, gelin giden kızlarına sahip çıkmadıkları için bakir ömürlerde ne ölümler ne işkenceler görülüyordu oysa. Evladın reddedilemeyeceğini yüzlerce yıl sonra bile öğrenememiştik. Bense bir şeylerin zamanla değişeceğini düşünüp teselli ummaktan başka çare düşünemiyordum.


     

Neyse ki daha fazla badire atlatmadan bu ziyareti sonlandırabilmiştik. Doğup büyüdüğüm bu şehri terk etmek benim için tahmin ettiğimden çok daha zor olmuştu. Hasret kaldığım ağaçlara, doğaya yeniden doya doya baktım. Aracımıza binip yola revan olduk. Gözlerimi pencereden ayırmıyor; harelerimin memleketime veda edişine kulak veriyordum.


     

Ben koltuğa yığılır gibi yaslanırken dakikalar sonra bakışlarımın kadrajına yaşlı bir kadın ilişti. Tekerlekli sandalyenin üzerindeki Sıdıka Hanım, gitmeye yüz tuttuğum şu saatlerde yüreğime yeni bir koru düşürmüştü. Demek Mehmet'in ölümünden sonra bedeni tutmaz olmuş, sağlığı da temelli bozulmuştu. Arabanın içinde bu mahzun kadına tükenir gibi baktık. Yüzündeki mahcubiyet, dudaklarındaki acıklı tebessüm içime işlemişti.


Kadere diş geçirilmiyordu işte! Oğlunu benden ve makus talihimden kurtarmıştı; fakat onu hevesle çağıran kabrin nefesinden kurtaramamıştı. Mervan, bendeki değişimi saniyeler içinde fark etti. Fakat tavırlarına bakılırsa üzerinde durmaya gerek görmemişti. Merhametli biriydim. Aracın yanından geçen hasta bir kadına üzülmem onun gözünde çok da dikkate değer bir durum değildi. Şehrin çıkışına doğru süratle yol alırken ani bir irkilme bedenimi yokladı.


   


"Bu... Bu yüz..." Gözlerimi camdan ayıramıyordum. "Bu yüz!"


"?!"


Mervan, oldukça şaşkın bir ifadeyle bana bakıyordu. Bana verebileceği her türlü olumsuz tepkiyi göze alıp "Mervan durdur arabayı!" diye bağırdım. "Birini gördüm, lütfen durdur!" Mervan, ön dikiz aynasından bize bakan şoförüne onay verir gibi başını aşağı yukarı bir kez salladı. Araç durunca Mervan'ın arkamdan seslenişlerini umursamadan dışarı çıktım. Gerisin geriye koşar adım gidip etrafı kolaçan ettim. Hamile halimden beklenmeyecek kadar çevik bir şekilde harabelere doğru koşmaya başladım. O yıkık duvarın ardındaki sırra ulaşacağımı düşünüyordum. Mehmet'i gördüğüme emindim. Kaldırımın kenarındaki harabelerden birine saklanmış; bizi takip ediyordu. Etrafa hayretle bakınırken aniden Mervan'ın güçlü cüssesine tosladım.


   

"Ne yaptığını sanıyorsun?" Dolu dolu olmuş gözlerimle, "Birini gördüm, tanıdık birini..." diye sayıkladım. Şaşkın şaşkın yüzüme baktı. "Kimi gördün?" Gözlerimi kaçırarak "Bir arkadaşımı!" diye karşılık verdim. Elimi sımsıkı tutup yıkılmaya yüz tutmuş bu harabeye göz attı. "Burası boş, kimse yok!" Tuhaf bakışları eşliğinde içeri girmek için atıldım. Binanın güney kısmı uzun zaman önce devrilmiş, duvarları rutubet lekeleri ve yosunlarla kaplanmıştı. Evin içinde kendine yol bulmuş olan o ağaç normalin aksine oldukça ürkütücü bir manzarayı ortaya çıkarıyordu.


    

Mervan, anlık bir boşluğumda kolumdan tutup beni sertçe kendine çekti. Kalp atışları sol yanağımda hissedilirken biraz önceki konumuma bir kayanın yuvarlanarak devrildiğini fark ettim. Sezgileri sayesinde beni yine ölümden kurtarmıştı. "Gidelim buradan!" dedi sert bakışlarını harelerime saplarken.


"Gördün işte! kimse yok. Ölmek istemiyorsan benimle gel!" Başımı kafamdaki soruları yutmaya çalışarak olumlu anlamda salladım. Mehmet'i gördüğüme emindim. Neden kaçmıştı benden? Öldüğünü söylemişlerdi oysa. O zaman gördüklerim ne anlama geliyordu?


    

Yavaş yavaş harabeden çıktık. Mervan, beni arabaya sürüklercesine götürüyordu. Belki de yine kaçmaya çalıştığımı düşünmüştü, bilmiyordum. Yüzünde çözemediğim bir huzursuzluk vardı bugün. Korku, kızgınlık ya da öfke değildi bakışlarındaki sır. Başka bir telaş, başka bir yitik vardı gözlerinde. Hamileliğim müddetince daha çok üstüme düşer olmuştu. Öyle ki uyurken bile bir gözü üzerimdeydi. Özellikle de hastalandığım dönem ve sonrasında dalıp gitmeleri, her halimi ayrı bir özenle takip etmeleri gözümden kaçmamıştı.


     

Hamilelikten olsa gerek odaklanma problemleri yaşıyordum. Bazen çok alakasız zamanlarda bir yerlerde uyuyup kalıyor, yapacağım şeyleri unutuyor, basit bir olaya aşırı tepkiler verebiliyordum. Hatta yapıp ettiklerimi bile kimi zaman hatırlayamayabiliyordum. O zaman gözlerindeki endişe ve korku daha da belirginleşiyordu. Aşırı stres ve yaşananlar en nihayetinde sarsılmama sebep olmuştu. Bende bir insan olarak zor zamanlar geçirmiş ve yıpranmıştım. Bunu anlaması gerekiyordu. Tüm bu ilgi gereksizdi. Belki de bana olan aşırı tutkusu bu kadar üzerime titremesine sebep oluyordu, kim bilir?


     

Düşüncelerimden uzaklaşmak ister gibi yolun karşı tarafına baktım. Gözüme bir pamuk şeker tablası ilişki. Ona yönelip pamuk şeker istediğimi söyledim. Mervan, isteksiz bir şekilde beni oraya götürdü. İşkillenmiş ruh hali fark edilmeyecek gibi değildi.

"5 tane pamuk şeker alabilir miyiz?"


"Fazla değil mi?"


"Dicle ile yol boyu yersiniz işte!"


      

Uzatılan pamuk şekerin çubuklarını kavrayıp zihnimi kurcalayan o soruyu yönelttim. "Buralarda beyaz gömlekli, kulağının arkasında doğum gülü olan 26 yaşlarında birini gördünüz mü?" Mervan, şüpheli bakışlarını üzerime dikmişti. Adam kısa bir süre düşünüp, başını olumsuz anlamda salladı. "Hayır bacım, görmedim." Hayal kırıklıklarıyla darmadağın olan yüzüm Mervan'ın sert bakışlarının arasında renkten renge girdi. Tehlikeli olduğunu bile bile şansımı bir kez daha denemek istedim.


"Emin misiniz?" Adam ensesini kaşıyıp ne ısrar ediyorsun der gibi bıkkınlıkla soludu. Esen hoyrat rüzgar gömleğinin dağınık yakalarını uçuşturuyor, manşetlerindeki siyah kir, pamuk şekerlerini çubuklara geçirmeye çalıştığı her an daha da gözüme ilişiyordu. Bir süre Mervan'la göz göze gelip aniden, "Eminim. Ben yıllardır hep buradayım; olsa bilirdim." Diyerek kestirip attı. Teşekkür edip arabaya yöneldik.


     

Gördüğüm manzarayı zihnim defalarca yinelerken Mervan sonunda sessizliğini bozdu. "Kimi sordun?" Normal tepkiler vermeye çalışarak, "Bir akrabamı!" diyebildim. Oldukça morali bozulmuştu. Yüzümü dikkatle inceleyip beni kenara kıstıracağı o soruyu yöneltti.


"Kimmiş bu akraba? Ben tanıyor muyum?" Başımı sallayıp, "Hayır, tanımazsın!" diyerek gerçeğimizin üzerini örtmeye çalıştım. Arabaya yaklaştığımızda umulmadık bir şekilde kollarımdan kavrayıp gövdemi kendine çevirdi.


"Yoksa sorduğun kişi kuzenin mi?" Kaşımı kaldırıp anlamazdan geldim. Bal gibi de biliyordum neyi kastettiğini, ama numara yapmak daha çok işime geliyordu. "Hangi kuzenim?" Yüzünde öfke kıvılcımları peyda olmuştu.


    

"Şu Ömer denilen hergele. Ablanın düğününde, romantik müzik eşliğinde dans etmiştin ya! " Elimde olmadan kıkırdadım. Mervan'ın yanımızdan geçerken ki morarmış yüzü unutulacak gibi değildi doğrusu.


"Sen hâlâ orada mısın?" dedim arkamı dönüp araca yönelirken. Kolumdan tutup kendine çekti. "Evet oradayım. O gün o çocuğu dövmeme sabrını gösterebildiğim için kendime hayret ediyorum. Belini sarışını, elini tutuşunu düşündükçe kan beynime sıçrıyor. " Yazık eder gibi başımı salladım. "Ben özgür bir kızdım; sen de evli ve çocuklu bir hısımdan başka bir şey değildin. Bu anlamsız sahiplenmeye gerek yoktu. "


  

"Sen benim kaderimdin. Ne onun ne de bir başka erkeğin olamazdın. Buna izin vermezdim." Dolu dolu olmuş gözlerimi kırpmaksızın mühürlü gözbebeklerinde esefle gezdirdim. "Ne yapardın? Bir başkasını sevseydim ne yapardın? Koparıp alır mıydın beni ondan? Başkasına aşık bir kadını zorla kendine mahkûm eder miydin?"


Afallamıştı. Tam da bu anda bu soruları beklemediğini tahmin ediyordum. "Ben... Şey..."

Kekelemeleri, yüzüme yayılan alaycı sinsiliğe eşlik ediyordu. Kararlı bir şekilde, "Yapardım!" diye bağırdı. Sesi oldukça gür çıkmıştı.


"Seni ondan acıtarak da olsa alırdım." Ve sonunda uzun zamandır öğrenmek istediğim şey dudaklarından dökülmüştü. Deli sözleri Mehmet'i ona söylememek konusunda isabetli bir karar verdiğimin nişanıydı. 2 insanın hayatını kurtarmış; ama kendi hayatımı göz göre göre mahvetmiştim.


     

Ellerimi kollarımda gezdirdim. "Üşüdüm!" diyerek konuyu değiştirmek oldukça işime gelmişti. Alacağım cevabı almıştım; sözlerimi daha fazla uzatmanın bir gereği yoktu. Ceketini çıkarıp omuzlarıma bıraktı. İçten içe yüreğimdeki gizi hissettiğini biliyordum. Aksi takdirde bir kadının onun cazibesine uzun süre karşı koyması imkânsızdı. Öyle güzel bir bedene sahipti ki, yüzünü gören pek çok kadın onun çekiciliğine dayanamazdı. Salınarak kendinden emin bir şekilde yürümesi, ses tonundaki o çekici ahenk, bakışlarındaki hüzün ve romantizm yüreklerdeki pek çok tutkuyu ortaya çıkarırdı. Ne acı ki güzellik her zaman bir kadının mutlu olması için yetmiyordu. Yüreğin aç kaldığı bir evlilikte gözlerin endamla doyması mümkün olmuyordu.


     

Suskun bir şekilde araca binip duygularımın karmaşasına teslim oldum. Yol boyu sessizdik. Ara ara Dicle, müzik çaları açıp ortamı neşelendirmeye çalıştı. Onun varlığı hayat enerjimi biraz olsun arttırıyordu. O eve dönecek olmak ise bedbaht yüzümü daha da solduruyor; umutlarımı koca bir kara deliğe itiyordu. Sonunda yolumuz bitmiş, Karadeniz'in eğimli tepeleri, yalçın yamaçları, büklüm büklüm yolları çok gerilerde kalmıştı.


O gösterişli evin bahçesine girdiğimde kendimi yeniden kodese tıkılmış gibi hissettim. Mervan'ı geride bırakıp neşe ile koşuşturan Dicle'nin peşinden eve girdim. Kapı açıldığında gördüğüm manzara karşısında nefesim kesilmişti.


"Makbule Hanım..." Elimdeki poşetler bir bir yere düştü. "Ama siz..." Şahsına münhasır kıkırdamalar eşliğinde göbeğini hoplatarak, "Hoş geldiniz Gelin Hanım!" diye karşılık verdi. Hamileliğimi umursamadan sımsıkı boynuna sarıldım. "Demek geldiniz, buradasınız!" Başını neşeyle salladı. "Gel otur şöyle; ayakta kalma!" deyip beni koltuğa bıraktı. "Nasıl oldu bu?"


     

Dudaklarını yalayıp tatlı tatlı anlatmaya koyuldu.

"Buradan ayrıldıktan sonra bir süre akrabalarda kaldık. Beyimiz iş buluncaya kadar bize maaş ödemeye devam etti. Biz de şaşırdık önce. Onca kızgınlıktan sonra bu sahiplenişe anlam veremedik bir türlü. Sonra da 'Nazar sizi istiyor, yeniden işinizin başına dönebilirsiniz.' diye haber gönderdi. Önce kabul etmek istemedik. Zorumuza geldi kovulduğumuz yere geri dönmek. Ama senin, çocukların hasreti çökünce dayanamadık döndük."


      

O böyle anlatırken merdivenlerden inmekte olan Dilan'ın tiz sesi kulaklarıma ilişti. "Hanımım!" Boynuma sarıldığında yer yer boğulduğumu hissettim. Öyle güçlü sarılıyordu ki bir an kemiklerimin elinde un ufak olacağını düşündüm. Elbette aynı sevecenlikle karşılık vermekten geri duramazdım. Bu kucaklaşmayı arayacak kadar çok hasret çekmiştik. O sırada Mervan adım adım salona yaklaşıyordu.


Dilan'ın omuzlarının üzerinden ona bir bakış attım. Yüzü ifadesizdi. Sinsi planım işe yaramıştı. Artık yaptıklarımı unutup, bana güvenmeye başlamıştı. Uyumlu davranışlarıma karşılık benden aldıklarını geri iade ediyordu. Buna gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Sabırla bana vereceği o fırsatı bekliyordum. Gafil avlanacağı zafer günü bize hiç de uzak değildi. Beni böyle biri olmaya o mahkûm etmişti ve sonucuna katlanmaktan başka bir çaresi de yoktu.


🌹🌹🌹


Loading...
0%