Yeni Üyelik
44.
Bölüm

44. Bölüm: Hançer

@syildiz_koc

Medya: Şanışer (Senden benden)


"İntihar etmek için atladığı suyu soğuk bulup,


Yeniden kıyıya ulaşmaya çalışan bir adam gibiyim."


VAN GOGH


         


Berjere oturmuş olanları düşünüyordum. Hiç ummadığın bir anda Mehmet'in ölüm haberini alıp kahrolmuştum. Mehmet'in öldüğünü inanamıyordum. Onu toprak altında hayal etmek öyle yıkıcıydı ki. Hayat ne tuhaftı. Günlerce ona duyduğum öfkenin pişmanlığı ile yanıp kavrulmuş hayata dair tüm umutlarımdan vazgeçme noktasına gelmiştim. Bir yanım hakikatle kıran kırana savaşırken diğer yanım gördüklerimin gerçekliğine sarılıyor, geçmişimi kaybetmeyi küçük yaramaz bir çocuk gibi reddediyordu.


Mehmet karşımdaydı. Onu hem depoda hem de o yıkık harabelerde hayal olamayacak kadar net bir şekilde görmüştüm. Öyleyse tüm bunlar ne demek oluyordu? Ne Fatma ne de Meryem yalan söyleyecek insanlar değildi. Sıdıka Hanım'ın felçli ve yıpranmış hali de tüm söylemleri doğrulayacak cinstendi. Hal böyleyken Mehmet'in öldüğüne inanmak benim için en gerçekçi sonuçtu. Ama olmuyordu işte. Sırlarla dolu bu düğümün iki ucu ne yapsam bir araya gelmiyordu. Bir yerlerde hata olmalıydı. Ama nerde? Görmüştüm işte! Mehmet, kanlı canlı karşımda duruyordu. Nasıl öldüğünü inanabilirdim ki? Aptalsın dedi benliğim. Gerçekleri kabullenemeyecek kadar aptalsın.


Mervan'a içinde bulunduğum ruh halini belli etmemeye çalışıyordum. Artık benden ayrı uyuduğu tek bir gün bile kalmamıştı. Sırtımı ona dönüp yastığın diğer ucuna sığındığımda düşünceler beynimi tırmalıyordu ve kendimi hıçkırıklar içinde ağlarken buluyordum. Onunla yaşadıklarım zihnimin her köşesinde vicdanımla savaşırken içimdeki sırrı gizlemek beni hiç olmadığı kadar yoruyordu. Sanki etimden et canımdan can kopup gitmişti. Onun şefkatini, masum sevdasını, anlattığı hikayeleri, bana geri verdiği o güzel çocukluğu unutamıyordum. Kalbimin eksilen o parçası bir türlü dolmuyordu.


Ölürken acı çekmiş miydi? Beni düşünmüş müydü? Evlendiğimden haberdar olmuş muydu? Elime geçen mektupları düşündüm. Okuyamamıştım henüz. Kendimi psikolojik olarak buna hazır hissetmiyordum. Biliyordum; mektup yazmak çok gerilerde kalmıştı. Bunu bizden başka devam ettiren var mıydı ben de bilmiyordum. Vazgeçilmiyordu bazı şeylerden. Mehmet'in hasret dolu gözyaşları akıyor, elleri dokunuyor, parmaklarının nemi bulaşıyordu o kağıtlara. Bu hissi bana mektuplarından başka ne verebilirdi ki. Mektuba sıktığı parfümün kokusu, bıraktığı busenin izi yüreğimin en derinlerinde yankı olup çoğalıyordu. Aramıza giren kilometreleri dağıtıp beni ona ulaştırıyordu.


Onları Mervan'dan köşe bucak saklıyordum. Mehmet'i bilmesini istemiyordum. Artık onu öldürmesinden korkamazdım; zira sevdamı ve sevdiğimi yitireli çok olmuştu. Ölüler öldürülemezdi. Ailesine zarar vermesini gerektirecek bir durum da yoktu ortada. Sararmış kağıtlara işlediğimiz yaralı hikâyemiz, felçli bir kadın ve yetim bir kızın sonunu getiremeyecek kadar geride kalmıştı. Bu kadarını Mervan bile yapamazdı. Ben sadece doğacak çocuklarımı kullanarak benden intikam almasından korkuyordum.


"Yine böyle kara kara ne düşünüyorsun?" Yitirdiklerim önemsiz birer detaymış gibi dudaklarımı kıvırdım. Elini bana uzattı ve kalkmama yardım etti. Şu sıralarda ikimizde uysaldık. Kavgalarımız biraz olsun dinmişti. Psikolojik açıdan çok yorgundum. Onunla kavga etmeye bile mecalim yoktu. O ise sabırlı davranarak beni kazanmaya çalışıyordu. İtaati değil sevgiyi ve sadakati istediğini biraz geç de olsa anlamıştı. Bana da hamlelerini sabırla beklemek kalmıştı.


"Sana bir sürprizim var prenses!" dedi benimle aynı duvara yaslanırken. Viran halimi gizlemeye çalışarak gülümsedim. Tüm yaptıklarının ve yapacaklarının boşa bir uğraş olduğunun farkındaydım. O benim sahte tebessümümün ardındaki yaralarımı göremeyecek kadar aptal değildi. Ben hüznümü gizleyip neşeli görünmeye çalışırken bakışları bir süre üzerimde oyalandı. Suratındaki haylaz ifade ve kıpır kıpır duruşu kafasında ilginç planlar olduğunu ele verecek cinstendi. Belli ki dalgınlığıma ve suskunluğuma inat beni hareketlendirmeye kararlıydı.


"Bakalım beğenecek misin?" Alaycı bir şekilde, "Mervan Beyimiz bana yine ne lütfetti acaba? " diye karşılık verdim. Dudakları kırılgan bir tebessümle burkuldu. Onu ilk tanıdığım günlere kıyasla daha sık gülümsemeye başlamıştı. Artık eski ciddi ve otoriter tavırlarını az da olsa bir kenara bırakabiliyordu. Hatta daha konuşkan ve hayattan keyif almayı bilen bir ruh haline büründüğünü bile söyleyebilirdim. Nasıl bir çocukluk yaşadığını az çok tahmin etsem de hâlâ bugünlere nasıl geldiğini bilmiyordum.


Kolunu belime sarıp odama götürdü. Yine neler yaptın bu enkaz için diye içten içe sayıklıyor, ona söyleyeceğim teşekkür cümlelerini sessizce prova ediyordum. Kapıyı açmamla birlikte neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Mavi ve pembe renklerde 2 beşik odanın en güzel köşesinde yerini almıştı. Birbirinden güzel kıyafetler, bebek eşyaları önüme sıralanmış; yavrularıma kavuşacağı günü bekliyordu. O renkli emziklerin, ayıcıkların, çıngırakların içinde rüyada gibiydim. Elimi tutup beni yatağa doğru yönlendirdi. Bakışlarımı o beyaz nevresime çevirdiğimde heyecandan boğazımdaki tüm nem kurudu ve yutkunamadım. Yatağım, komodinler, halının üzeri belki onlarca hatta yüzlerce oyuncak bebekle doluydu. Sarışın, mavi gözlü, kara gözlü birbirinden güzel yüzlerce oyuncak bebek...


"Beğendin mi?" Ne diyeceğimi şaşırmıştım. "Tüm bunlar... "


"Senin için Aşkparem! Ne tarz bebeklerden hoşlandığını bilmediğim için hepsinden aldım."


Dolu dolu olmuş gözlerle yüzüne baktım. Gözbebekleri hiç olmadığı kadar ışıltılıydı. "Teşekkür ederim, ama bu çok fazla." Gülümseyip parmak uçlarının tüm yumuşaklığını hissettirerek şefkatle yanaklarıma dokundu. Yüzündeki keyifli ifade yüreğine tüneyen tüm baykuşları kovmuş gibi masum ve temizdi.


"Senin tek bir gülümsemen, benim için dünyalara değer." Başımı yeniden yatağa çevirdim. Parçalandığına şahit olduğum o güzel bebek karşımda oldukça sağlam bir şekilde duruyordu. Birkaç adım atıp ona uzandı. Hatıralarıma şahitlik eden oyuncak bebeği Mervan'ın avuçlarında görmek içimi sızlatmıştı. Kendimi Mehmet'le olan hatıralarıma ihanet etmiş gibi hissediyordum. Benim için bu durumu kabullenmek uzun bir süre mümkün olmayacaktı. Nefretimin gölgesinde yeşertmeye çalıştığı aşk, fazla iyimser duygulara bulanmamış mıydı?


Bakışlarım bebeğe mıhlanmış bir şekilde dudaklarından dökülecek sözleri bekliyordum. "Bu bebeğin senin için çok değerli olduğunu anladım." dedi yan yan bakıp tepkimi ölçerken. "Senin için değerli olan bir şeyin yitip gitmesine izin veremezdim." Eliyle oyuncak bebeğin boğaz kısmındaki dikişlere dokundu. Ardından sarı, kıvırcık saçlarını canlıymışçasına bir özenle düzeltti. Bana ait olan her şeyi bu kadar çok sevmesi hayret uyandırıcıydı.


"Tamirat işleri elimden gelir. Bir saat içinde bebeği eskisinden de sağlam bir hâle getirdim." Bebeği bana uzattı. Onu küçük bir çocuğu sever gibi bağrıma bastım. Bebeğimin benim için ne kadar değerli olduğunu anlatmaya kelimeler yetmezdi. Şimdi oyuncak bebeğimi eski haliyle görmek bana dünyaları bahşetmişti. Gözlerimi yumup geçmişe gittim. Verdiği bu teselliye hiç olmadığı kadar muhtaçtım. Bana sımsıkı sarıldı. Mervan'ın dudakları bu sefer tutku ve sevda ile değil; şefkat ve merhametle saçlarımda dolaşıyordu. Beni göğsüne, tenine hapsetmesi hem özgürlüğü hem de tutsaklığı aynı anda ruhuma işliyordu.


İçinde bulunduğum heyecanı görünce küçük oyunumdan sıyrılıp, "Bırak beni, bırak!" diye sayıkladım. Ona olan hislerimin değişmesine müsaade etmeyecek kadar akıllı ve kararlıydım. Yaptığı tüm kötülükleri birkaç oyuncakla silip unutturamazdı. O sadece kendini kandırıyordu. Yanaklarımı kavrayıp alnını alnıma mıhladı. Bebeği göğsüme daha sert bir şekilde bastırarak yaşadığım o ana hapsoldum. Odada korkulu iç çekişlerimden başka bir ses duyulmuyordu. Beni sırtımdan kavrayıp göğsüne bastırdı. Parmak uçları bu yakınlığı perçinledikçe kalbinin ritmi de akıl almaz bir hızla değişip hızlanmıştı. Gözlerinin kapalı olduğunu bilmek içimin biraz olsun rahatlamasına sebep oluyordu. Sertliğiyle ve öfkesiyle başaramadığını şefkatiyle başarıyordu Mervan Hanzade.


"Bunu bize yapma! Her şeyi daha da zorlaştırıyorsun." dedim beni dinlemeyeceğini bile bile. "Seni iyileştirmeme izin ver. Birbirimize ihtiyacımız var." Fısıltısı ve ses tonu neden bu kadar yıkıcı?


Beni kucağına alıp bebeklerle dolu yatağıma usulca bıraktı. Yanıma uzanıp yeniden sımsıkı sarıldı. Yanağını hemen sol yanağıma yaslayıp kulağıma huzur verici bir şiir fısıldıyordu. Sesinin kadife tınısı içimdeki yarayı biraz olsun iyileştiriyordu. Artık titremiyordum. Gözyaşlarım ve solumalarım dinmişti. Bedenimin doktoru olduğu gibi kalbimin de doktora olacağını düşünemezdim. Kulak verdim sözlerine. Okuduğu şiirin zarafeti ve samimiyeti beni benden almıştı.


O depoyu düşünmemeye çalıştım. Ona indireceğim hançeri zihnimden olabildiğince uzak tutuyordum. Geçmişi hayali bir silgi ile silip toz pembe bir hâle getirdim. Başka türlü nasıl sığınabilirdim ki bu düşe? Hata yapıyorsun Nazar! Bu adam eli kanlı bir katil! Gösterdiği romantik düşlere aldanıp sakın gardını düşürme! Bu sen değilsin! İkiniz için mutlu bir gelecek hiç olmadı, olamaz. Geçici mutluluklar benliğinde kalıcı hasarlar bırakacak, yapma bunu! İçten içe kendimle hesaplaşmadan edemiyordum. Göz göre göre hata yapmam anlaşılır bir durum değildi.


"Ben sana mecburum bilemezsin Adını mıh gibi aklımda tutuyorum Büyüdükçe büyüyor gözlerin Ben sana mecburum bilemezsin İçimi seninle ısıtıyorum."[ Attilâ İlhan, Ben Sana Mecburum Bilemezsin]


"Çok güzel bir şiir!" dedim fısıldar gibi. Tek dileğim aramızdaki bu çekimi sonlandırabilecek doğru kelimeleri seçebilmiş olmaktı. Derin bir iç çekip cevap vermeksizin devam etti.


"Ne vakit bir yaşamak düşünsemBu kurtlar sofrasında belki zor Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden Ne vakit bir yaşamak düşünsem Sus deyip adınla başlıyorum.İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerinHayır başka türlü olmayacakBen sana mecburum bilemezsin."


Şiir bittikten sonra anlık bir duraksama yokladı odayı. Bir süre sessizce bekleyip beni benliğine bastırmasına izin verdim. Yaşadıklarıma alışkın değildim. Özel sayılabilecek bu anları yaşamak onuruma oldukça zor geliyordu. Beni kendisine alıştırmasına izin veremezdim. Gardımı düşürmemeli gereken neyse en gerçekçi haliyle yapmalıydım. Oynadığım oyunu düşündüm. Bana güvenmesi belki de en iyisiydi. Onu alt edebilmem için sahte aşk hikâyemize inanması lazımdı. Aksi takdirde asla bu evliliği sonlandıramazdım.


Parmak uçları kürek kemiklerimin üzerinde dairesel hareketler çizdi. Soluk alıp verişini duyuyor, inip kalkan göğsünde kalbinin ritmine en sarhoş edici haliyle ortak oluyordum. Sessizlik... Daha fazla susmamalıydı. Saçmalasa da konuşmaya devam etmesi benim için çok daha iyiydi. İç sesimi duymuş gibi ummadığım bir anda hesapsız bir soru yöneltti.


"Aldıklarımı beğendin mi? Bebeklerimize yakışacağını düşündüm." Üzgün bir şekilde, "Beğendim!" diye karşılık verdim. Aynı yastığın üzerinde yüzümü kendine çevirdi. "Pek mutlu olmuş gibi görünmüyorsun. Dilersen beğenmediklerini iade edebiliriz, sorun olmaz."


"Hayır... Ben sadece bebeklerim için alacağım her şeyi kendim beğenmek isterdim. Çarşı pazar dolaşıp ellerimle seçeceğimi hayal ederdim hep." Biraz düşündü. Yüz ifadesinden sözlerimi onaylayıp, hak verdiğini anlayabiliyordum.


"Haklısın. Bugün seninle dışarı çıkalım. Ne beğeniyorsan alırsın. Biraz hava değişikliği sana da iyi gelir. "


"Gerçekten mi?" Daha iyi olduğumu fark etmişti. Yataktan kalkıp kapıya yöneldi. Ardında birkaç çizgi ve kırışıklık bırakmıştı; fakat en büyük sorunum sıcaklığı ve kokusuyla baş edebilmekti.


"Hazırlan! Yarım saat sonra seni alırım." dedi omzunun üzerinden bana bakarken. Susup başımla onayladım. Kapı ardından kapanır kapanmaz soluğumu sesli bir şekilde bıraktım. Ne yapacağı bende büyük bir merak konusuydu. Üzerime onun sevdiği beyaz elbiselerimden birini giyip, soft bir makyaj yaptım. Görünüşümün etkileyiciliğinden emin olup sakin ama emin adımlarla bahçeye indim. Yanıma çantamı ve çipi de almıştım. Bir umut kaçabileceğimi düşünüyordum ve çipin benimle daha güvende olduğuna dair de en ufak bir şüphem de yoktu. Bana vereceği birkaç dakikalık fırsat polise gitmem için yeterdi.


Düşünce karmaşamı belli etmemeye çalışarak araca bindim. Oldukça lüks bir alışveriş merkezine gelmiştik. Etrafa birkaç kez göz gezdirip katları çıkmaya başladık. Peşimizden gelen adamlarını görmemeye çalışıyor, yalnızmışım gibi normal davranıyordum. Tek derdim yalnız kalacağım bir boşluk bulmak olsa da belli ki bu şu an için nerdeyse imkânsızdı.


Aldığı eşyaların bir kısmını geri iade edip mağaza mağaza dolaşmaya başladık. Onca zaman sonra alışveriş yapmak bana da iyi gelmişti. Özellikle söz konusu bebek alışverişi olunca mutluluktan ayaklarım bile yere basmaz oldu. Birbirinden güzel mama önlükleri almıştık. Örgü işi yelekler, harika mobilyalar özenilerek seçilmişti. Mehmet'in acısından ve bende bıraktığı duygulardan uzaklaşmak hem nefeslenmemi sağlıyor hem de içten içe huzursuzlanmama, suçluluk duymama sebep oluyordu. Bu kadar kısa bir zamanda olağan hayatıma dönmemin vicdanımda yıkıcı etkiler bırakmasına engel olamıyordum. Kendimi üzmek, ağlatmak istiyordum. O zaman hak ettiğim cezayı çekecek ve biraz olsun iç huzurumu sağlayacaktım.


Bakışlarımı değişmeye başladığını düşündüğüm sadist kocama çevirdim. Şu hallerinin ne kadarının gerçek ne kadarının rol olduğu aklımı kıvrandıran büyük bir merak konusuydu. Uzun zamandır alışveriş yapmadığı her halinden belli oluyordu. Kölesi gibi her emrine koşan adamları olduğundan, belli ki buna hiç ihtiyaç duymamıştı. Etrafa göz gezdirmelerinde bilindik bir yabancılık vardı. Yine de keyfine diyecek yoktu hani. Bakışları pek bir meraklıydı. Dolaşarak alışveriş yapmak babalık duygusunu perçinlenmiş olmalıydı. Acaba Mervan uzaydan gelmişti de ben mi anlamamıştım bilinmez; ama bu hallerinin hoşuma gittiğini asla inkâr edemezdim. Yine de tamamen özgür sayılmazdım. Bir gözü benim üzerimdeyken diğeri etraftaydı. Yer yer huzursuzlandığını, gözlerinde şüphe kıvılcımlarının dolaştığını fark edebiliyordum. Kötü bir şeyler olacağını sezmiş gibi elleri hep belindeydi. Hesapsız bir durum olduğunda parmaklarının saniyeler içinde tetiğe gideceğini korkuyla hissedebiliyordum. Şimdi bunları düşünememeli duruma ayak uydurmalıydım.


Bahar ayları geldiği için mağazalar bu değişime uygun resimlerle hareketlendirilmişti. Onları büyük bir keyifle incelemeye koyuldum. Artık doğuma sayılı günler kalmıştı. İçimde büyüyen heyecan, gece gündüz kalbimi titretiyor; canımın çok yanacağı düşüncesi resmen aklımı başımdan alıyordu. Her şeyin iyi olması için Allah'a dua ediyordum. Çocuklarımı sağ salim kucağına almak en büyük arzumdu. Kötü bir şeyin olmasına dayanabileceğimi sanmıyordum.


Girdiğim bir mağazadan annelik üzerine birkaç kitap alıp usulca çıktım. Mervan'la alışveriş yapmak sandığının aksine sıkıcı olmamıştı. Camlardaki komik bebek karikatürlerine saatlerce gülmüş, ortalıkta başıboş dolaşan küçük çocuklarla şakalaşıp zaman geçirmiştik. Elbette her zaman ki öfkeli Nazar olmamam planımı daha da güçlendirecek ve saçma evliliğimize olan inancını arttıracaktı. Kafesimin kapağını açacağı o anı hâlâ büyük bir hevesle bekliyordum. Ondan kurtulduğumda ilk işim ailemi güvenli bir yere götürüp Mehmet'in peşine düşmek olacaktı. Bunu nasıl yapacağımı bilmesem de ölmediğine inanıyordum. Er ya da geç gerçekler ortaya çıkacaktı.


Mervan, bu düşüncelerimden habersiz oyuncakların arasında dolaşırken ben de gizliden gizliye her hâlini kolaçan ediyordum. Onu yeni nesil oyuncakları kurcalarken izlemek gerçekten çok komikti. Büyük bir dikkatle incelediği oyuncağın nasıl çalıştığını bir türlü çözememişti. En sonunda oyuncağa düşman gözlerle bakıp, "Bu dahi çocuklar için olmalı! " diyerek pes etmişti. Elbette attığım kahkaha tüm gözleri üzerime çevirmişti ve bu durum karşısında allı pullu bir yüzle mağazadan koşar adım çıkmaktan başka bir çaremiz de kalmamıştı.


"Yorulmadın mı prenses? Bir de 3 canlısın." Özgürlük tutkusu sarmıştı bir kere. Bana sunulan bu ikramı sonuna kadar kullanmaya kararlıydım. "Daha yeni geldik."


Saatine bakıp gözlerini yapmacık bir hayretle kocaman açtı. "Yeni mi geldik? 5 saat oldu; biraz daha dolaşırsak dünyadan aşağı düşeceğiz." Omuzlarımı haylaz bir kız çocuğu gibi silkip dudaklarımı kıvırdım. Tek derdim bana sunacağı o küçük boşluğa sahip olmaktı. Mervan sinsi sinsi etrafımda dolaşırken onu umursamayıp vitrinlerin önünde dolaşmaya devam ettim. Kaldırımdan sağa dönünce lokantalarla dolu bir caddeye ulaşmıştık. Burnuma gelen balık kokusu midemin guruldamasına sebep olmuş bu da yetmezmiş gibi dudaklarımı yalayıp yutkunmaktan kurtulamamıştım. Canım deli gibi balık istemişti. Bendeki aymaz tavırları fark eden Mervan alaylı bir gülümsemeyle yüzünü kırıştırdı.


"Birileri acıktı galiba. "


"Nefis kokuyor değil mi?" diyerek restorana kabaran iştahımı belli eden bir bakış attım. Elimi tutup duyarsızca caddeye yöneldi.


"Benimle gel! Bir şeyler yiyelim. Yavrularımın ve karımın aç kalmasına müsaade edemem. Ne kadar düşünceli bir koca olduğumu anlamışsındır artık." Kaşımın birini imalı bir şekilde kaldırıp sinsi bir şekilde gülümsedim. O adım adım restorana yaklaşırken, "Anlamaz mıyım? Harika bir kocasın(!)" diye alayla karşılık verdim. Dakikalar sonra dikkat çekici bir çift olarak özel bir masaya yerleştik. Mervan menüyü kurcalasa da ben ne yiyeceğime çoktan karar vermiştim. Canım alabalık ve hamsi istiyordu. Elbette Mervan, benim ne tercih edeceğimi geçirdiğimiz günlerden olsa gerek çok iyi biliyordu.


Önüme getirilen tabağa bakarak önce gözlerimi doyurdum; ardından büyük bir iştahla tabağımı bitirmeye koyuldum. Temiz hava alıp biraz dolaşmak iştahımı açmıştı. Bu konuda Mervan'ın hali de benden farklı değildi. İlk tanıdığımdan bu yana ciddi bir değişime uğramıştı Hanzade. Ablamın düğün döneminde tanıdığım umutsuz Mervan, şimdi gülümsemeyi öğrenip, hiddetime ve yaramazlıklarıma rağmen yaşamayı sevebilen bir insan olmuştu. Bana oyun oynadığından şüpheleniyor ama bundan bir türlü emin olamıyordum. Aşk onu değiştirmiş olabilir miydi?


Yemeğin ardından yeniden aracımıza yöneldik. Oldukça yorulmuştum. Eve gideceğimizi sanıyordum, oysa istikamet çok daha farklı bir yereydi. Araç büyük bir hastanenin önünde durdu. Ne amaçladığını anlayamamıştım. Elimden tutup asansöre yöneldi. 3. Kata çıkıp genişçe bir odaya girdik. Burası lösemili çocukların kaldığı özel bir bölümdü. Gözleriyle davranışlarımı kolladı. Aklımdan geçen tüm soruları daktilodan okur gibi gözlerimin içine bakıyor, her haliyle bu farklı ortam için bir tepki vermemi bekliyordu.


"Buraya niye geldiğimizi merak ediyor olmalısın!" Onaylayarak başımı salladım. Beni yavaş yavaş yataklara doğru yönlendirdi. "Çocukları ne kadar çok sevdiğini biliyorum. Belki onlarla zaman geçirmek istersin." Başımı hafif bir tebessümle salladım. Elimden tutup hazırlanmış paketlere yöneldi. Kız çocukları için pembe, erkekler için mavi paketler hazırlanmış, içleriyse birbirinden renkli hediyelerle dolup taşmıştı.


Ben yanlarında dolaşıp onlarla sohbet ederken Mervan, çağırdığı görevlilerle birlikte giysileri çocuklara giydirmeye başladı. Onlara büyük bir ilgiyle hediye paketlerinden verip başlarını okşadı. Onu hayretle izliyordum. Çocuklara duyduğu sevgi beni çok mutlu etmişti. Keşke bu sevgi ve ilgiyi çocuklarla sınırlı tutmasa diye içimden geçirmeden edemedim. Yüreğine saplamak için hazır bulundurduğum hançerleri benliğimin ardına gizleyip, onunla birlikte ortama karışarak yaşadığım anın tadını çıkardım. Aylar sonra içimde yeri doldurulamaz büyük bir mutluluk ve huzur oluşmuştu.


Kendimi düşündüm. Acılarıma gömülmüş, tek ıstırap çeken benmişim gibi dur durak bilmeden isyan edip söylenmiştim. Oysa hayat göründüğünden çok daha acımasızdı. Bu küçük çocuklar benden daha zor şeyler yaşamış; serumlarla, ilaçlarla bir şekilde hayatın eteğini yakalamaya çalışmıştı. Mermeri andıran traşlı kafaları ve beyaz maskeleriyle güçlü birer savaşçı gibiydiler. Bu kadarcık ilgi bile mutlu olmalarına yetiyor, gözlerinin eşsiz bir ışıltının rengine bulanmasını sağlıyordu.


Mervan'a yaklaşıp bana aldığı oyuncak bebekleri çocuklara dağıtmak istediğimi söyledim. Beklediğini bulmuş gibi gülümsedi. "Bebekler çoktan sahiplerini bulmak üzere yola çıktı." Kapıya baktığımda koliler dolusu bebeğin Mervan'ın adamları tarafından içeri taşındığını gördüm. Mervan'ın yüzündeki huzurlu ifade yüreğime işlemişti. Bugün ilk defa ona güvenebileceğimi hissetmiştim. Gerçekten böyle biri miydi; yoksa tüm bunlar bir göz boyamadan mı ibaretti? Hesaplı kitaplı bir iş yaptığına inanmak istemiyordum. Bu düşünce tüm cephanelerimi hiçliğe sürükleyen bir yangın gibiydi. Kafamdaki düşünceleri dağıtmaya çalışarak bir süre daha Mervan'ı takip ettim. Samimiyetinden emin olmak istiyordum. Çocukların büyüsüne kapıldığından mıdır bilinmez beni görmüyordu bile. Çocuklara kendi elleriyle kıyafetleri giydirişini imrenerek takip ettim. Kendinden başka kimseyi düşünmediğine emin olduğum kibirli kocam, ilk defa başkaları için çırpınıyordu ve bu eşsiz anı belleğimin unutamayacağını çok iyi biliyordum.


Oradaki işimiz bitince yeniden aracımıza yöneldik. Yorgunluğum bu son ziyaretle birlikte had safhaya ulaşmıştı. Oturduğum koltukta yarı uyuklar bir vaziyette gevşedim. Tatlı bir uyku zihnimi yokladı. Ancak dakikalar sonra başım omzuna düştüğünde nerede olduğumun, ne yaptığımın farkına varabilmiştim. Yeniden uykuya dalmak üzereyken, "Yere yat!" komutuyla neye uğradığımı şaşırdım. Ardı ardına patlayan silah sesleri camlara isabet ediyor; geride kulakları sağır edercesine yıkıcı yankılar bırakıyordu.


"Neler oluyor Mervan?" Camı sonuna kadar kapattı. "Soru sorma, eğil ve kendini korumaya çalış!" Ben korkak gözlerle ne olduğunu anlamaya çalışırken hemen ardımızdaki iki araçta da gürültülü silah sesleri başladı. Bizi koruması için görevlendirildiklerini biliyordum. Bize hissettirmeden ardımızı bir gölge gibi takip etmiş, ilk hesaplaşmada karşılık vermekte gecikmemişlerdi. Mervan, üzerime kapanarak siper olurken kollarının arasından dışarıya baktım. Araç mermi geçirmeyecek şekilde korumaya alınmıştı. Camların kapanması ile oldukça güvenli bir ortama kavuşmuştuk.


"Kim bunlar? Bizden ne istiyorlar?" Sözlerimi duyamayacak kadar endişeliydi. Cevap vermeden beni göğüs kafesiyle daha belirgin bir kıskaca aldı. Sesler kesilince kendimi hapsettiği kemik kafesinden kurtardım. Aracın uzaklaştığından emin olduğunda şakaklarıma yapışan perçemlerimi parmaklarıyla geriye itip gözlerini gözlerime mıhladı.


"Bilmiyorum; ama öğreneceğim!" Hıçkırıklar tüm çabalarıma rağmen dudaklarımdan kurtulmuştu. Titreyen sesimle, "Bizi öldüreceklerdi. Bizi... Bizi..." diye kıvrandım. Başımı göğsüne yaslayıp saçlarımı okşadı. Dudakları alnımda belli belirsiz bir nem oluşturmuştu.


"Kimsenin sana zarar vermesine izin vermem Nazar! Yanındayım, korkma! Bunun hesabını verecekler! Aileme el uzatmanın ne demek olduğunu anlayacaklar." Sessiz sessiz iç çekerek bu anın bitmesini diledim. Kendimden çok bebeklerimi düşünüyordum. Yaşama tutunmak için daha kaç badire atlatmaları gerekecekti kim bilir?


"Daha hızlı! Eve dönüyoruz." dedi Mervan öfkeli, gaddar solumalar eşliğinde. Gazabı neredeyse tepesinden dumanlar çıkaracaktı. Neyse ki birkaç dakika sonra eve ulaşmıştık. Elimden tutarak araçtan inmeme yardım etti. Bizi karşılayan Dilan'a, "Onu eve götür!" diye emretti. Öfkelenmiştim. Omuzundan tutup onu sertçe ittim. "Bana bir açıklama yapmayacak mısın? Neler olup bittiğini öğrenmek hakkım değil mi? Sen..."


"Yeter Nazar! Eğer bilmen gereken bir şey olursa sana söylerim." diyerek sözümü tamamlamama engel oldu. Yine başladığımız yere dönmüştük. Partnerimle iyi olabildiğim sayılı zamanlar, bu kapının eşiğine girmemle tarihe karışmıştı. Dilan'a başıyla beni işareti etti.


"Onu götür; biraz uyuyup dinlensin. Bugün çok yoruldu." Sırtıma dokunup beni eve yönlendiren Dilan'a karşı çıktım. "Hiçbir yere gitmiyorum." Mervan aksiliğini ortaya koymakta her zamanki gibi aceleciydi. Nefretle arabasına dönüp aracın tekerleğine sert bir tekme attı. "Lanet olsun!" Kollarımı birbirine kavuşturup inadımı korudum. Bize adım adım yaklaşan Battal'ı görünce sinirlerim daha da alt üst olmuştu. Varlığı benim için oldukça huzursuz edici bir durumdu.


"Geçmiş olsun Beyim! Olanları duydum." Mervan hayatındaki büyük bir lekeyi görmüş gibi üzerine atılarak Battal'ı yakalarından sarstı. "Bir avuç serseri burnumun dibine kadar girip karımın bulunduğu aracı mermi yağmuruna tutuyor ve siz her şey olup bittikten sonra ortaya çıkıyorsunuz. Böyle mi iş yaparsınız siz Battal? Canımızı bir avuç korkağa mı emanet ediyoruz?" Battal, mahcup mahcup başını eğdi. Kızaran yüzü ikimizin de umurunda değildi. Hak veriyordum. Bataklıkta gezen adamı elbette kurbağalar rahat bırakmazdı. Mervan bu pis dünyadan hayır ve mutluluk geleceğini mi zannediyordu?


"Haklısınız efendim. Beklenmedik bir durumdu; hazırlıksız yakalandık." dedi Battal. Mervan'ın zorba hareketlerini her zamanki gibi görmezden gelmeye çalışarak alttan alıyordu. Mervan, onu geride bırakarak bizimle gelip aracı yakın ve uzak bir şekilde korumaya çalışan adamına hırsla yöneldi. Sarışın, mavi gözlü delikanlının burun hizasına kadar gelip okkalı bir şaplak patlattı.


"Köpek!" Elbette aynı elin tersiyle ikinci bir şaplak gecikmeyecekti. Delikanlı başını eğdi. Yüzünü utançla kastı. Mervan'ın gazabına daha fazla uğramamak için kendini savunma çabasına bile girişmiyordu. O bir fırtına gibi önüne geçeni savuruyor, dere boyundaki çimlerden farksız olduğunu bildiğim bu adamlar da susup çaresizce boyun eğiyordu. Hanzade bu kadar hoyratken ona karşı koymak gereksiz ve boştu.


"Size niye para veriyorum it!" Adamın yakasını çekiştirerek gerisin geriye itti. "İşinizi düzgün yapmayı ne zaman öğreneceksiniz?" Hemen yanındaki kızıl saçlı delikanlıyı yakasından tutup yanı başımızdaki çöp kovasına doğru savurdu. Artık onu ve tehditlerini umursayacak durumda değildim. Yaşadığımız olayın şoku sevimsiz davranışlarına karşı duyarsızlaşmama sebep olmuştu. Daha fazla olanlara tahammül edemeyip arkamı döndüm. Dilan'la birlikte eve dönmek yapılabilecek en yerinde davranış gibi duruyordu.


"Bu kutuyu bagajda bulduk efendim." Başımı çevirip olanları takibe koyuldum. Mervan, kutuyu evirip çevirdi.


"İlk başta bomba olabileceğini düşünüp korktuk; fakat bundan çok daha ilginç şeyler var." Bu kutunun içinde ne olduğunu deliler gibi merak ediyordum. Göz göze geldiğimizde Mervan'ın halinin de benden farklı olmadığını anlamıştım. Temkinli bir eda ile kutuyu yavaşça açtı. İçinden çıkan telefonu onun elinde görünce kısa süreli bir kalp krizi geçirmiştim. Bir süre daha telefonu çok iyi tanıyor olmanın tuhaf sarsıntısını yaşadım. Bu benim depodaki takası kayda aldığım telefondu. Defalarca uğraştığım halde onunla arama yapamamıştım. Ne yazık ki o gün belgelerle birlikte telefonu da kaybetmiş ve bu yüzden günlerce pişmanlık duymuştum.


Mervan'ın yüz ifadesinden ürpermiştim. Belli ki telefonu incelerken bunun ne amaçla gönderilmiş olacağını düşünüyor; korktuğum niyet ise tenimi ateşler içinde bırakıyordu.


"Ama bu..." Bakışlarından telefonu tanıdığını anlamıştım ve bu sıtmaya tutulmuş gibi titrememe sebep olmuştu. Zihninden neler geçtiğini tahmin edebiliyordum. Çekmecesindeki telefonunun bu adamların eline nasıl ulaştığını merak ediyor olmalıydı. Kayıtsız görünmeye çalışarak telefonun açma tuşuna bastı. Bir şifre ibaresine bile rastlamadan küçük titremelerle telefonun açılışını izledim. Kalbimin çarpıntısı ve bedenimin stresten aşırı ısınması tahammül edilebilir gibi değildi.


Telefona yaklaştım ve ne izlediğini görmeye çalıştım. Korktuğum olmuştu işte! Çektiğim videoyu büyük bir dikkatle izliyor, yüzündeki öfke ise tüm çene kaslarının şişmesine, dişlerinin rahatsız edici, gıcırtılı sesler çıkarmasına sebep oluyordu.


"Bu da ne demek şimdi? Kim çekti bu görüntüleri? Tüm bunlar ne anlama geliyor?" Kükreyişleri içimde yüz tane sela okunmasına sebep olmuştu. Kutuya baktığında bir not gözüne ilişti. Kâğıtta italik bir yazı ile, "Koynunda beslediğin yılan; zehirli hançerlerini saplamak için fırsat kolluyor. Ne zaman açacaksın gözlerini? " cümlesi yer alıyordu.


İşte korktuğum olmuştu. Bunlar depodaki adamlardan başkası değildi. Beni ajan zannetmiş; Mervan'ın karısı olduğuma bir türlü inanmamışlardı. Son olanlardan sonra sözlerimin gerçekliğini anlamış olacaklar ki bu durumu vakit geçirmeden Mervan'a karşı koz olarak kullanmaya başlamışlardı. Mervan, parmaklarının arasında sımsıkı kavradığı kâğıdı hiddetinin de etkisiyle avuçlarında buruşturup küçücük bırakmıştı. Perçemlerinin titrediğini, gözlerinin alevler saçtığını, boynundaki o damarın deli gibi attığını görebiliyordum.


"Battal..." Dişlerinin arasından bir haykırış tüm bahçede yankılandı. "Bana o hainin kim olduğunu bulacaksın. O p*çi bulup getireceksin; anladın mı? İhanetinin bedelini en ağır şekilde ödeyecek!" Battal, kinle başını salladı.


Son sözlerinden sonra yutkunmaktan kendimi alamamıştım. İhanet edenin ben olduğumu öğrendiğinde başıma neler geleceğini düşünmek bile istemiyordum. Beni öldürür müydü? Yeniden eve kapatma cezalarıyla kefeni yırtabilir miydim; bilmiyordum. Bildiğim tek şey bu sefer pabucun pahalı olduğuydu. Başıma gelecekleri düşünmek dahi istemiyordum. Mervan, yaptıklarımı öğrendiğinde anamdan temin ettiğim sütü burnumdan getirecekti. Bir şekilde ne yapıp edip buradan kaçmalıydım. Doğum olmadan evvel Mervan'dan kurtulmanın bir yolunu bulmalıydım. Aksi takdirde yaptıklarımın bedelini benimle birlikte yavrularım da ödeyecekti.


Mervan gibi tekinsiz bir adamın aşkına güvenmem imkansızdı. Mervan Hitler'in günümüzdeki gölgesi gibiydi. Onu gördüğümde ister istemez Hitler'i görmüş gibi oluyordum. Gerçi aralarında pek bir fark da yoktu. Hitler de en az Mervan kadar zalimliğiyle bilinen bir tarihi şahıstı. Eva isimli bayanla uzun süren bir ilişkileri olmuştu ve ne yazık ki bu birlikteliği mutsuzluk içinde devam ettiren kadın, defalarca intihara kalkışmıştı. Ona delicesine tutkun olduğunu düşünürsek bu intiharların nedenini anlamak hiç de zor olmazdı elbette. Hitler'in zalimliğini ve suçlarını bildiği halde onu sevmekten vazgeçememişti. Bu akıl almaz tutkusu ne yazık ki genç kadın için ölüm zillerinin çalmasına sebep olmuştu.


Savaşta yenileceğini anlayan Hitler, 36 saatlik eşi Eva'yı ve köpeğini alıp bir yeraltı sığınağına kaçmıştı. Orada önce köpeğini sonra da eşi Eva'yı siyanürle öldürmüş; ardından da kendisi intihar etmişti. Genç kadın, yıllarca sevdiği erkeğin sadece 36 saat boyunca karısı olabilmişti. Bir insanı her şeye rağmen seviyor oluşunun bedelini en ağır şekilde ödemişti. Hayatını yanlış bir aşkın pençesinde, korkunç bir adamın kollarında tüketmişti ne yazık! Ölüme bile onun peşinden gitmiş, talihsiz bir aşkın kurbanı olmaktan kurtulamamıştı. Aşk konusundaki kaderi benden çok Gülnaz'a benzese de tükenişi aramızda ortak bir nokta oluşturuyordu. Vazgeçmeyi de bilmeliydi insan; yüzüstü sürünmeden defolup gitmeyi de...


Mervan'ın soluğunu şimdiden ensende hissetmeye başlamıştım. Yaptıklarımı öğrenmesi an meselesiydi. Kendimi ve çocuklarımı ondan nasıl koruyacaktım? Ona sırtımı dönüp suçumu ört pas etmek ister gibi yanından uzaklaştım. Son bir kez arkamı dönüp bakmaya bile cesaretim yoktu. Benden daha fazla şüphelenmesini istemiyordum. En iyisi bu işi daha fazla kurcalamamaktı.


🥀🥀🥀

Loading...
0%