Yeni Üyelik
45.
Bölüm

45. Bölüm: Niyazi Ve Ilk Aşk

@syildiz_koc

Medya: Dedublüman: Günü Gelir (Leyla ile Niyazi'ye yakıştı sanki🤗)


Günümüz


       

Çalar saatin sinir bozucu sesi ani bir irkilmeyi yorgun bedenine taşımıştı. Elinin tersiyle saate vurup kafasını kurşun yağmuruna tutan nesneye öfkeyle baktı. Çalar saatlerden nefret ediyordu ve erken kalkmak konusunda da pek iyi fikirlere sahip değildi. Sızlanmayı bırakıp banyoya yöneldi. İşini seviyordu. Bu işi yaparak vatanına hizmet ettiğini düşünüyor ve bunun verdiği mutluluğu hiçbir şeyle kıyas edemiyordu. Başlarda yadırgasa da cesetlerle uğraşmaya da hayli alışmıştı. Üzerine sinen o kötü kokuyu saymazsak cesetleriyle mutlu olduğu bile söylenebilirdi.


Karşısında bazen genç bir kız, bazen yaşlı bir adam, bazen de ağzı süt kokan zavallı bir bebek buluyordu. Kimi zaman kâbuslarında bile onları ağırlıyor, işinin verdiği stresten ne yapsa kurtulamıyordu. Vicdan azabı çekmemek için gerçeklerin peşini asla bırakmamalıydı. Binlerce suçun işlendiği bu dünyayı bir ucundan olsun tutmak ve gerçekleri su yüzüne çıkarmak zorundaydı. Başını huzurlu bir şekilde yastığa rahatça koyabilmesi için buna ihtiyacı vardı.


    

Duştan çıkıp bornozunu üzerine geçirdi. Kaslarının akademideki haline kıyasla zayıfladığını, bedeninin eskiye nazaran hantallaştığını görebiliyordu. Yaşadığı kötü şeyler içindeki tüm hayat enerjisini söküp almış ve onu yürüyen bir ölüye çevirmişti. Kızını er ya da geç bulacak ve eğer yaşıyorsa Leyla'ya tüm yaptıklarının hesabını soracaktı.


Keşke zamanı durdurabilsem diye düşündü. Kızının kendisinden ayrı kutladığı her yaş gününü yanarak geçiriyordu. Şimdi beş yaşlarında olmalıydı. Saçları gittiği güne kıyasla uzamış, yüzü ve gözleri biraz daha çocuksu ve canlı bir hal almıştı belki de. İlk sözcüklerini duyamamış olmanın verdiği eksikliği hiçbir şey kapatamayacaktı. Onu bulsa bile içinde kalan bu anları nasıl telafi etmeyi başaracaktı, kendisi de bilmiyordu.


    

Leyla'yı tanıdığı o ilk gün geldi aklına. Arkadaşlarının ısrarıyla bir çocuk şenliğine katılmıştı. Rengarenk balonların arasında çocukların neşeyle koşuşturmalarını izliyordu. Kendisine ikram edilen çilekli pastadan birkaç çatal aldı ve karşısında türlü şebeklikler yapan palyaçoyu izlemeye koyuldu.


Kırmızı, kıvırcık, kısa saçları ve mürdüm eriğini andıran burnuyla gören herkesi kahkahaya boğabilirdi. Yanaklarında kırmızı kalp şeklinde desenler vardı ve dudakları kocaman olacak şekilde çizilip boyanmıştı. Elindeki küçük sarı topları havaya atıyor, suratını usta bir pandomim sanatçısı gibi mükemmel şekilde kullanıyordu. Elindeki toplar kafasına çarpıp düşünce dudaklarını büzüp kendini yere attı ve komik sesler çıkararak ağlamaya başladı. O arkasındaki ses kaydına uyup yanındaki kız arkadaşıyla birlikte performansını sergilerken Niyazi ve arkadaşları da dahil olmak üzere herkes kahkaha tufanına tutulmuştu.


Oyun bitince alkışlar eşliğinde çocuklarla kocaman bir halka oluşturup yağ satarım bal satarım oynamaya başladılar. Niyazi tuhaf bir keyifle onları uzaktan izlerken bir anda kendini oyunun içinde bulmuştu.


     

Arkadaşları tüm direnmelerine rağmen onu alkışlayarak emrivaki yapmış, çocukları da yanlarına alıp Niyazi ve palyaço bayanı tezahürat yağmuruna tutmuştu. Niyazi çocuksu hareketlerle halkanın etrafında dönüp duran palyaçoyu takip ediyor ve gülerek çocukluğuna döndüğü bu hoş anların tadını çıkarıyordu. Beklediği sonunda oldu. Beyaz mendil usulca dizlerinin dibine düştü. Şimdi çocuk gibi palyaçoyu kovalaması ve yakalayıp mendille hafifçe dövmesi gerekiyordu. Oldukça genç ve dinç olduğu bu zamanlarda bu ona çocuk oyuncağından daha kolay gelecekti. Fakat karşısındaki yaman kızı hiç hesaba katmadığını anlaması uzun sürmedi.


Palyaço kız, hızlı koşmada Niyazi'yi ipe dizecek kadar ustaydı ve şu koşullar altında yakalamak, Niyazi'nin tahmin ettiği kadar kolay olamayacaktı. Onu yakalayayım derken ayağını uzatan haylaz çocuklardan biri düşmesine sebep oldu. Ne olduğunu bile anlayamadan kendini palyaço kızla çimlerde tepetaklak yuvarlanırken buldu.


Bacaklarının arasına aldığı kızdan mahcup bir şekilde gözlerini kaçırırken genç kızın düşen tuhaf peruğunun ardındaki açık kahverengi, dalgalı saçlarını gördü. Boyalar içindeki yüzünün önüne düşen o güzel doku güneşin verdiği ışıltıyla daha bir parlak, daha bir canlı olmuştu. Göz göze geldiler. Siyah bakışları çöldeki masum bir serabı andırıyordu. O da olanlar karşısında oldukça afallamıştı. "İyi misiniz? Ben şey... Özür dilerim!" dediğinde genç kız masumca gülümsedi. Hemen doğrulup gözlerini kendinden ayırmayan o çocuksu yüze baktı.


  

"Öğretmenim iyi misiniz? Bir şeyiniz yok değil mi?" Çocukların seslenişi derin uykusundan uyanmasını sağladı. Öğretmen mi? Allah belanı vermesin Niyazi! Palyaço kız çocukların öğretmeni çıktı iyi mi? Öğretmen, "İyiyim çocuklar." deyip onları oyuna yönlendirdi. Niyazi ise gözlerini ondan bir an olsun ayıramıyordu.


O boyalı tenin altından nasıl bir yüz çıkacağını merak ediyordu. İş pasta kesme merasimine gelince gözünün önünden ayıramadığı öğretmen kızın bir anda ortadan kaybolduğunu gördü. Tuhaf bir şekilde çekimine kapılmış, her an kaybedecekmiş gibi bakışlarını üzerinden ayırmaz olmuştu. Arkadaşlarına "Öğretmen kız nereye kayboldu?" diye sorduğunda alaycı naralar yeşil alanda olabildiğince yayıldı. Öyle ki çocuklar bile oyunu bırakıp onları dikizler olmuştu.


Dostu Fırat, "İşte orada!" diye fısıldadı. Başını çevirip baktığında gördüğü güzellik karşısında başı dönmüştü. O tuhaf giysilerinden sıyrılan genç kız, başkalaşım geçirip bir güzellik kraliçesine dönüşmüştü. Açık kahverengi saçları, siyah hafif çekik gözleri ve ince dudaklarıyla tebessüm ediyor, melekleri kıskandıran cazibesiyle onu iliklerine kadar titretiyordu. "Adı ne?" Sorusu yanındakileri imalı bir şekilde gülümsetmişti. "Leyla!"


       

Çalan telefon sesi mazinin eteklerine tutunan Niyazi'yi bir çırpıda düşler aleminden çekip çıkardı. Başkomiserin numarasını görünce şeytan görmüş gibi irkildi. Yine işine geç kalmış olmanın verdiği mahcubiyetle eli ayağı birbirine dolaşmıştı. Tüm yalan ve bahane kotasını doldurmuş olduğunun o da farkındaydı ve ne yazık ki şimdi onlara bir yenisini daha eklemesi gerekecekti. Acaba yalan ve bahanelerimi sıraladığım bir defter mi tutsam diye düşündü. Böylece tekrara düşmeyip daha yaratıcı sözler bulabilirdi.


Telefondaki amirine "Yoldayım, trafiğe kaldım." tarzındaki alışılageldik geçiştirmelerini sıraladı. Hafif bir azarın ardından arama geçmişine baktığında kendisini almak için gelen ekibin art arda arama yaptığını gördü. Bu dalıp gitmelerin de bir sonu olmalıydı.


                                                         ***


      


Aradan fazla bir zaman geçmediği halde Nazar yoğun bakım ünitesinden çıkmış, onca darbe ve hasara rağmen tekrar hayata tutunabilmeyi başarmıştı. Şimdi en önemli amaçları onun gerçek kimliğine ulaşmak olacaktı.


Niyazi, yaşadığı vicdan azabının da etkisiyle bu işe dört ele sarılmış, kızı olası düşmanlarına karşı adeta kıskaca almıştı. Gözlerinin önüne yaşlı bekçinin parçalanmaya yüz tutmuş o korkunç cesedi geldi. Ne acıklı bir hâli vardı. O karanlık gecede hiç tanımadığı eller tarafından ceset torbasına konulmuş, morg köşelerinde acılar içinde bekleyen ailesine gösterilip teşhis ettirilmişti. Niyazi yaşlı adamın ailesinden olan biten hakkında bilgi almak istemiş ve bu cinayeti kişisel davası haline getirmişti.


    

Masasında dosyayı karıştırırken yaşananlar gözlerinin önüne bir film sineması gibi geldi. Ölünün yakınları gözleri yaşlı, dudaklarındaki binlerce aminle morgun önünde durup, teşhis etmek için kendisinin gelmesini bekliyorlardı.


Anne-kız titreyerek o soğuk, ıssız odaya girip dolabın açılmasını korku dolu gözlerle beklemeye başladı. Odaya ürpererek bakmalarından bu durumun onları psikolojik açıdan nasıl yıprattığı anlaşılıyordu. Görevli onları bu ürkütücü yerden bir an önce çıkarabilmek için hemen morgun kapısını açtı. Tüm vücudu beyaz bir örtüyle örtülmüş olan cesedi zorlanmaksızın dolaptan çıkardı. Niyazi, görecekleri manzara karşısında korkmamaları için, onları bu zor duruma önceden hazırlamıştı; fakat gönlün ne söylerse söylesin ferman dinlemeyeceğini o da çok iyi biliyordu.


    

Daha cesedin ayak başparmağındaki etiketi görür görmez kadınların gözleri yuvalarından fırlayacakmış gibi açılmıştı. Genç kızın nefes alışverişleri oldukça sıklaşmış, sesi daha da titrek bir hal almıştı. Niyazi, kadınların bu duruma hiç de hazırlıklı olmadıklarını anlayabiliyordu. Zaten hayat hep hazır olduğumuzda bize darbeler indirmiyordu ki! Çoğu zaman en sevdiklerimizle imtihan edip kırbacını şaklata şaklata bizleri hizaya sokuyor; sonra da yaralı yaralı serüvenimizi tamamlamamızı bekliyordu. Bu sebepten olsa gerek insan yaşayacağı her şeye hazırlıklı bulunmalıydı.


Örtüyü kaldırıp kadınların hasarlı, soğuk cesede dehşet dolu bakışlar attığını üzülerek izledi. Yaşlı kadın, 40 yıllık eşini bu halde görmeye daha fazla dayanamadı ve bulunduğu yere öylece yığılıp kaldı. Genç kız ise duygularını daha fazla zapt edemeyip; başını ellerinin arasına aldı ve kederle "Hayır!" diye haykırmaya başladı. Memurlar yaşlı kadını dışarı çıkarıp sağlık çalışanlarına haber verdiler. Zavallı kız ise yaşadığı ağır sinir krizini ancak ağır dozda sakinleştiricilerin yardımıyla atlatabilmişti. Tüm aile bu kaybı iliklerinde hissederken olayların faili olarak görülen genç kadın gün geçtikçe iyileşiyor; sert kıştan sonra güneş görmüş bahar çiçekleri gibi yeniden canlanıyordu.


      

Niyazi, Nazar'ın masum olduğuna inanıyordu. Okudukları onu az çok tanımasına sebep olmuştu ve o çakır mavisi gözler asla bir cana kıyacak kadar körelmezdi. Olan bitene karşı öfke doluydu. İnşaattaki diğer bekçinin ifadesini değiştirmesi iyice sinirlerini zıplatmıştı. Oktay, sorgudaki halini tavrını anlattıkça şüpheleri her geçen gün daha da artıyordu. Bu işte Mervan denilen adamın parmağı olduğunu çok iyi biliyordu. Önce onu ortadan kaldırmak istemiş ardından da polisten olabildiğince şüphe çekmeyecek yollarla kurtarmaya çalışmıştı. Ona deli gibi aşıktı ve hikâyenin sonunda Nazar'ı bir şekilde kaybetmişti. Olayların nasıl bu hâle geldiğini çok merak ediyordu. Mervan'ı tüm bu saçmalıklara iten sebep ne olabilirdi?


Loading...
0%